Beyazıt camii, Doğu Roma Döneminin ünlü meydanlarından olan “Forum Tauri” (Boğa Meydanı)’da kurulu, Divan yolundan Aksaray’a giderken sağ tarafta kalan orijinalliğini kaybetmemiş en eski sultan camidir.
Cami, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’in oğlu II. Beyazıt tarafından 1505 yılında yaptırılmıştır. Mimarı tam olarak bilinmemekle birlikte Mimar Kemaleddin veya Yakubşah bin Sultanşah olduğu düşünülmektedir. Fatih Cami külliyesinden sonra inşa edilen en büyük külliyedir.
Cami, Osmanlı klasik mimarisinin son örneklerindendir. Beyazıt Cami, medrese, türbe, aşhane, Sıbyan mektebi, han, imaret ve hamamdan oluşan büyük bir külliyedir. Külliye geniş bir alana yayılmıştır. Caminin kuzeyinde kalan imaret ve doğusunda kalan Sıbyan mektebi günümüzde Beyazıt Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.
Medrese ise “Vakıflar Hat Sanatı” müzesidir. İçinde çok güzel ve hat eserleri vardır. Şeyhülislam bu medresede doğrudan ders verirdi. Bu yapı günümüzde Ordu Caddesi üzerinden Aksaray’a inerken sağ tarafta kalmaktadır.
Ayrıca İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin yanında kalan, merdivenle çıkılan eski yapı, bu külliyenin hamamıdır. “Patrona Halil İsyanı” da bu hamamdan başladığı için bu hamama “Patrona Halil Hamamı” denir. Halil adında bir hamam tellağı tarafından çıkarılan isyan, tarihte Lale ismiyle bilinen devri bitiren olay olmuştur.
Bu yüzden, bu tarihi bina çok önemlidir. Beyazıt Camiinin iki minaresi arasındaki mesafe 70 metredir. Bu özelliğiyle cami, iki minaresi arasındaki mesafesi en uzak olan camidir. Minareleri tek şerefelidir. Caminin avlu kapılarında dönemin ünlü hattatları tarafından yapılan kitabeler vardır. Avlusu “U” şeklindedir. Avlu kemerlerini ve kubbelerini, 20 sütun taşımaktadır.
Kubbenin çapı 18 metredir. Minber, mihrap, kürsü, hünkar mahfili çok orijinal ve değişik bir üslupla yapılmıştır. Sütun işlemeleri enfestir. İç hacmi oldukça geniştir. Kitabelerini ünlü Hattat Şeyh Hamdullah yazmıştır.
Ayrıca kubbedeki süslemelerde Şeyh Hamdullah’a aittir. Caminin hazire kısmında ise Sultan II. Beyazıt’ın türbesi vardır. Türbe sadedir. Diğer türbelerde olduğu gibi sekizgen şekilde inşa edilmiştir. Beyazıt’ın yanındaki diğer türbe ise kızı Selçuk Hatun’a aittir.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
Türk araştırmacılar, köklerini 1453 yılına götürmektedir. Gerçekten, fethin ertesi günü Mayıs 1453’te Ayasofya’da yapılan ilmi toplantılar, İstanbul Üniversitesinin bilim yaşamının ilk günü ve takiben bir külliyenin kurulması için başlangıç sayılmaktadır.
Sovyet Tıp Bilgini Danişefski dünyanın en eski tıp fakültesinin İstanbul’da olduğu görüşündedir. Yükselme ve Genişleme dönemlerinde kurulan Beyazıt, Yavuz ve Kanuni Sultan Süleyman Medreseleri dönemlerinin hukuk, edebiyat, ilahiyat ve tabii bilimler okutulan birer görkemli üniversitesi sayılıyorlardı.
Islahat ve Tanzimat’ın Batılılaşma hareketi eğitim kurumlarına da yansımış, bilgisizlik her alanda yenilmenin sebebi olarak ortaya konmuştur.
“İlerleme ancak ilim ile gerçekleşebilir” ilkesiyle “23 Temmuz 1846’da Darülfünün’un kurulması fermanı modern üniversitenin kuruluş tarihi kabul edilmektedir. Cemil Bilsel, I. Darülfünun’da 31 ilk kanun 1863 günü verilen ilk deneysel fizik dersini, İstanbul Üniversitesinin yakın başlangıcı olarak değerlendirmektedir.
20 Şubat 1870’te, bu kez “Darülfünun-u Osmani” adıyla ikinci kez açıldı. Üçüncü açılışı, 1874’te Galatarasay binasında edebiyat, hukuk ve fen bölümlerinden oluşan Darülfünün-u Sultani’nin açılmasıyla başlar.
Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. Yılında 1 Eylül 1900’de din, matematik ve edebiyat bölümlerinden oluşan dördüncü Darülfünün, Darülfünün-u Şahane (Padişahın Üniversitesi) adıyla açıldı.
İstanbul Darülfünun’unu:
Nihayet 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra hukuk, tıp, fen, edebiyat ve ilahiyat bölümlerinden oluşan İstanbul Darülfünunu 20 Nisan 1912 tarihli bir kararla kuruldu. 1919 yılında yeni bir düzenlemeyle ilmi ve kısmen yönetim özerkliğine kavuştu.
Cumhuriyet sonrası: Genç Türkiye Cumhuriyeti ise “kurtuluşu” izleyen dönemde 21 Nisan 1924 tarihli ve 493 sayılı Kanunla, İstanbul Darülfününunun tüzel kişiliği tanınmış ve 7 Ekim 1925’te kurumun bilimsel ve yönetsel özerkliğini kabul etmiş, medreseler “Fakülte” statüsüne kavuşturulmuştur.
İstanbul Üniversitesi, 1 Ağustos 1933’te yeni bir kadro ve yapıyla açıldı. Cumhuriyet 10. Yılını kutlarken 1 Kasım 1933’te İstanbul Üniversitesi “ilk ve tek” üniversite olarak eğitime başladı. Üniversitenin bugünkü yerinde daha önce Fatih zamanında inşa edilen Saray-ı Atike vardı. Daha sonra burada Bab-ı Seraskeri (Askeri işler dairesi) kuruldu. Sonra adı Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı) olarak değiştirildi.
İstanbul Üniversitesinin simgesi haline gelen kapı, 19. Yüzyılda yapılmıştır. Kapıdaki hatlar Hattat Kazasker Mustafa Paşa’ya aittir. Bu dönemin mimari üslubunu taşır. Kapının sol yanındaki iki katlı ahşap yapı Enver Paşanın konutu olarak kullanılmıştır. Rektörlük binası da Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı) olarak kullanılmıştır.
Osmanlı Genelkurmayı, I. Dünya Savaşını buradan idare etmiştir. Bugünkü Beyazıt Kampüsü içerisinde kalan Beyazıt Kulesi pek çok yangına maruz kalan İstanbul’da yangın gözetleme kulesi olarak inşa edilmiştir. Kule, daha önceleri ahşaptan yapılmıştır.
Bugünkü halini 1828 yılında almıştır. II. Mahmut tarafından Balyan ailesine yaptırılmıştır. Kule, İstanbul ve Eminönü’nün anıtsal yapılarındandır. 50 metre boyundadır. 180 basamak merdivenle çıkılır. Kuleden İstanbul’un muhteşem manzarası görülebilir.
ŞEHZADE CAMİ
İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: İstanbul Büyükşehir Belediyesinin karşısındadır. 1544-1548 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman tarafından çiçek hastalığından ölen oğlu Şehzade Mehmet adına, Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. “Taşla konuşan deha” unvanına sahip Mimar Sinan, bu cami için “çıraklık” eserim demiştir.
Bu cami de diğer Osmanlı Sultan camileri gibi, külliye şeklinde inşa edilmiştir. Medresesi, Sıbyan mektebi, hünkar mahfili ve türbeleriyle bütünlük göstermektedir. Medrese ve Sıbyan mektebinin yeri bugün restoran olarak kullanılan caminin batı tarafında kalan kısımdır. Tabhanesi (Misafirhane) de yine bu civardadır.
Cami 15 milyon akçeye mal olmuştur. Açık avlu kısmında 12 sütun üzerinde yükselen 16 kubbe vardır. Ortasında ise IV. Murat devrinde yapılmış şadırvan vardır. İç mekan 38 x 38 kare plan üzerine inşa edilmiştir.
Ana mekan ve dış avlu hemen hemen birbirine eşittir. Merkezi kubbenin yanında dört yarım kubbe ana kubbeyi destekler. Ana kubbe 18.5 metre çapındadır. Yine dört köşede çeyrek kubbe ve yarım kubbelerin ikişer yanında sütun şeklinde dört küçük kubbe ile yapının kubbeleri deniz dalgası gibi boy gösterir. Kubbenin eteğinde 24 pencere vardır. Bu kubbe denemesi alanında ilktir.
Bu sistemle caminin iç hacmi alabildiğince geniş görünür. Caminin içi oldukça sadedir. Dışı ise alabildiğince süslenmiştir. Cami, dıştan kırmızı taşlarla gök kuşağını hatırlatan mermerlerle süslenmiştir.
Kenarda duran ikişer şerefeli, 41.5 metre yükseklikteki minare gözyaşı şeklindeki süslemeleriyle camiye muhteşem bir hava katmaktadır. Minarelerdeki bu süslemelerin Kanuni’nin oğlu Şehzade Mehmet’e çok üzüldüğünün temsili olarak yapıldığı söylenir. Camide akustik oldukça iyi ayarlanmıştır.
Caminin etrafı çevre duvarlarıyla korunmaktadır. Kıble tarafındaki hazire kısmında camiye ismi verilen Şehzade Mehmet’in türbesi, diğer şehzade ve sultanların türbeleri bulunmaktadır. Şehzade Mehmet’in türbesinin kubbesi dilimli, kapısı fildişi kakmalı, içi çini süslemelidir.
Ayrıca Şahzade Cihangir’de burada yatar. Diğer türbelerde ise III. Mehmet’in oğlu Şehzade Mahmut ve Hatice Sultan türbeleri bulunmaktadır.
Sahabe-yi Güzin’den Hz. Ali Tabli’nin Kabri
Şehzade Mehmet Caminin bahçesinde Şehzade restoran ile cami arasında bulunan ulu bir çınar ağacının dibinde sahabeden olduğu rivayet edilen Hz. Ali Tabli (r.a.)’nin kabri bulunmaktadır.
Bu haliyle çok mahzun ve yalnız gibidir. Askeri cesarete getirmek için “tabl” yani davul çalan Hz. Ali Tabli (r.a.) bu vazifesini ifa ederken şehit düşmüştür.
Bozdoğan (Valens) Su Kemeri
Geç Roma ve Erken Bizans Dönemine ait su kemeri Hadrianus veya Valens Kemeri olarak da adlandırılır. Yapım tarihi tam olarak bilinmemektedir. Şehrin su sıkıntısını çözmek için inşa edilen kemer, zaman içinde tahrip olmuş, şehrin Osmanlılara geçmesinden sonra Fatih Sultan Mehmet, su şebekesini onartırken kemeri de yeniden kullanıma uygun hale getirmiştir.
Kemerin “Bozdoğan” ismini nasıl aldığı bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmet, Sultan II. Beyazıt ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde kemere eklemeler yapılmıştır.
Bozdoğan kemeri 1 km uzunluğunda idi ve Bizans döneminde daha da uzun olduğu tahmin edilmektedir. Günümüzde büyük bir kısmı yıkılmış olan kemerin sağlam kalan bölümü Saraçhane Atatürk Bulvarındadır. 1988’de belediye tarafından onarılan Bozdoğan kemerinde, Roma, Bizans ve Osmanlı etkileri görülür. İstanbul’un en eski su kemeri olan Bozdoğan Kemeri, 15 asır boyunca şehrin en önemli su kaynaklarından biri olmuştur.
FATİH CAMİ
İstanbul’un 7 tepesinden 4’ncüsüne inşa edilmiştir. Cami Doğu Romanın Patrikhane kilisesi olan Kutsal Havariler (Havariyyum) Kilisesinin kalıntıları üzerine inşa edilmiştir. Fetihten sonra hızla İslami bir kimliğe büründürülen İstanbul’un ilk külliyesi örneklerindendir.
Fatih tarafından 1461-1470 yılları arasında yapılan ve 1766 depreminde neredeyse tamamen yıkılan ilk yapının mimarisi hakkında fazla bir bilgi maalesef yoktur. Ancak mimarının Atik Sinan olduğu bilinmektedir. Atik Sinan, azat edilmiş bir Hıristiyan köledir. Cami hakkında anlatılan güzel hikayelerden birisi, Atik Sinan ile Fatih arasında bir olaydır.
Evliya Çelebinin aktardığına göre, Fatih’in caminin yapımı sırasında mimarın yaptığı yolsuzluğa hiddetlenerek Atik Sinan’ın bir parmağını kestirdiği söylenir. İşin esas kısmı, bundan sonra olanıdır. Parmağı kesilen mimar, Fatih’i İstanbul kadısına şikayet eder ve kadı Fatih’i huzura çağırır. Fatih’i haksız bulan kadı, Fatih Sultan Mehmet’in de parmağının kesilmesine karar verir.
Bunu gören mimar bu adalet karşısında adeta dehşete düşer ve davasından vazgeçtiğini haykırır. Ancak kadı kamu hukukunun ihlal edildiğini söyleyerek kararda ısrar edince, davacı Atik Sinan ömür boyu maaş ödenmesine razı olduğunu söyleyince karar bozulur.
Mimar mahkeme salonundan çıktıktan sonra Fatih, kaftanının altından bir kılıç çıkararak, kadıya “Eğer benim padişah olduğuma bakıp bana iltimas gösterseydin senin kafanı bu kılıçla keserdim” der ve Kadı da oturduğu minderin altından bir gürz çıkarıp Fatih’e “Eğer sen de padişahlığına güvenip hakkı hukuku çiğnemeye yeltenseydin ben de senin kafanı bu gürzle dağıtırdım” şeklinde karşılık verir.
1766’da büyük İstanbul depreminde neredeyse tamamen yıkılan cami günümüzdeki halini, Sultan III. Mustafa devrinde alır. Ünlü mimar Mehmet Tahir Ağa tarafından 1771 yılında yapılır. Dönemin Barok mimari özelliğini taşır. Temel yapısını caminin oluşturduğu külliye çok geniş bir arazi üzerine kurulmuştur.
Medrese, mektep, kütüphane, imaret, kervansaray, tabhane, darüşşifa ve hamam olarak inşa edilmiştir. Günümüzde bir kısmı yok olmuştur. Cami avlusuna yüksekçe ve ihtişamlı iki kapıdan girilir. Ortasında 8 mermer köşeli sütunlu külah şeklinde bir şadırvan vardır. Girişin olduğu duvarda Hattat Ali bin Safinin yazdığı o muhteşem görünümüyle Besmele ve Fatiha vardır.
Dört büyük mermer sütun üzerine oturmuş 26 metre çapındaki büyük kubbesini dört yarım kubbe destekler. İki şerefeli iki tane minaresi vardır. Caminin külliye kısmında, 8 adet medrese vardır. Fatih’in medreseleri bu konuda oldukça ün yapmıştır.
Buralarda öğrenci veya müderris olmak ayrıcalıktı. Medreselerin ismi Akdeniz ve Karadeniz medreseleridir. Akdeniz medreselerinin isimleri (güney kısmında kalan) Akdeniz, Başkurşunlu, Çiftekurşunlu, Ayakkurşunlu’dur.
Ayrıca Tehime ve Semaniye medreseleri de vardır. Bunlar bugün yoktur. Ön cepheden iki girişi olan büyük avluda medreseler blok şeklinde avluyu üç kısımdan kapatmıştır. Caminin son cemaat kısmında bulunan çiniler çok değerlidir.
Çünkü bu çini rengi daha sonra bir daha tutturulamamıştır. Ayrıca caminin içinde yine bu kısımda küçük bir çeşme vardır. Ne zaman ve ne amaçla yapıldığı bilinmemektedir.
Kuzeybatı kısmında III. Mustafa zamanında yapılan hünkar mahfili girişi de camiye ayrı bir hava katmaktadır. Caminin hazire kısmında diğer selatin camilerde olduğu gibi türbeler vardır. Fatih Sultan Mehmet türbesinde tek başına yatmaktadır.
Ayrıca Fatih’in karısı Gülbahar Sultan, I. Abdülhamit’in karısı Nakşidil Sultan’ın türbeleri de buradadır. Bu kısımda herkesin iyi bildiği bir kahramanın yani Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşanın türbesi de bulunmaktadır. Ayrıca Osmanlı’nın son dönemlerinde görev almış bakan ve padişahların türbeleri de buradadır.
Kız Taşı
Fevzi Paşa Caddesinin biraz altında bulanan Kız Taşı, 452 yılında İmparator Markianos için dikilmiştir. Ufak ölçüde, yalın görünümlü bir anıttır. Kaidesindeki bu figürler sebebiyle İstanbul’un fethinden sonra “Kız Taşı” olarak anılmıştır.
YAVUZ SELİM CAMİ
İstanbul’un 7 tepesinin 5’ncisinde bulunan cami, manzarası itibarı ile mükemmel bir yere inşa edilmiştir. Caminin yanında Roma’dan kalma sarnıç (çukur bostan) vardır. Cami, Roma saraylarından birinin kalıntıları üzerine inşa edilmiştir.
Caminin bir tarafında bu tarihi alan varken diğer tarafında ise eşsiz manzarasıyla Haliç bulunmaktadır. Caminin avlusu Haliç ve çevresinin en güzel seyredildiği yerdir. Caminin yerinin seçimi ve ilk temel atma işi Yavuz Sultan Selim tarafından yapılmıştır.
Açılışı ise 1519-1522 tarihleri arasında, oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılmıştır. Mimarının Acem Ali adında biri olduğu bilinmektedir. Caminin 18 sütun üzerinde duran 20 kubbeli, ortasında şadırvan olan bir avlusu vardır. 3 adet avlu kapısı vardır. 40 merdiven kapısı Haliç’e bakan taraftadır.
Buradan aşağıya inildiği için böyle söylenmiştir. Türbe tarafına açılan türbe kapısı ve çarşı kapısına sahiptir. Ayrıca güzel selvi ağaçlarıyla hoş görünüz. Yavuz’un sadeliğine paralel bir sadelikle inşa edilmiştir. Camide kullanılan çiniler erken dönem İznik çinileridir. Bu çiniler genelde pencere üstlerinde kullanılmıştır.
Kubbesi 24.5 metrelik bir alan üzerinde 24.5 metre çapıyla yarım kubbeye ihtiyaç duyulmadan oturtulmuştur. Ahşap işlemeler dönemin mükemmel sedef oymacılığının örnekleridir. Çok hoş mermerlerden yapılmış bir minberi vardır.
Minberin olduğu duvarda, yani kıble duvarında camekan içinde Kabe’den getirilmiş örtü vardır. Cami, külliye şeklindedir. Camiden başka türbe, sıbyan mektebi, tabhane, imaret vardır. İmaret, günümüzde ayakta değildir. Caminin arkasında kalan bahçede türbeler vardır. Burada Yavuz’un türbesi, sekizgen şeklinde inşa edilmiştir. Türbe, çinilerin güzel örnekleriyle süslüdür. Türbede Yavuz tek başına yatmaktadır. Ayrıca bahçede Şehzadeler ve Sultan Abdülmecid’in türbesi vardır.
KARİYE CAMİ
İstanbul’un 6’ncı tepesinde kurulmuştur. Cami, Fatih’te Edirnekapı civarında surların iç kısmındadır. Merkeze uzak bir yerde yapıldığı için “taşra” anlamına gelen “Chora” veya “Kariye” ismi verilmiştir. 5. Yüzyılda yapılan Roma şehir surlarından evvele ait olan, belki küçük bir kiliseye verilen isim, aynı yerde yapılan sonraki kiliselerin de adı olmuştur. Günümüzdeki küçük yapı 11 ile 14 yüzyıla tarihlendirilir.
Hareketli dış mimarisinin yanında iç mozaik ve fresko dekorasyonları Bizans sanatının Rönesans’ı sayılan şaheserlerdir. Kiliseden camiye ise 1511’de Osmanlı sadrazamı Atik Ali Paşa tarafından çevrilmiştir. Cami, üç küçük bir büyük kubbeye sahiptir.
Kubbe çapı 7 metredir. Yapıyı bu kadar çekici kılan iç mekandaki yoğun süslemeler ve muhteşem fresko ve mozaik panolardır. Cami 1935 yılında müzeye çevrilmiştir. Yapının iç kısmı kapalı haç şeklinde yapılmıştır. Cami Çarşamba günleri hariç her gün ziyarete açıktır.
MİHRİMAH SULTAN CAMİ
İstanbul’un 7 tepesinden 7’ncisinde Mihrimah Sultan Camii vardır. Fatih’te Edirnekapı’da sur kapısının iç yanındadır. Cami, Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman’ın çok sevdiği kızı Mihrimah Sultan (Öl.1566) için 1562-1565 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.
Yapımı konusunda rivayetler vardır. Mihrimah Sultanın sağlığında kendi adına yaptırdığı da söylenir. Cami, taban olarak çok yüksek bir yere kurulmuştur. 19 basamakla çıkılmaktadır. Heybetli bir görünüme sahip bu eser, bu haliyle şehrin her yerinden görülür.
Etrafında kendisine denk bir yapı olmaması eseri bulunduğu yerde yalnız ve ihtişamlı gösterir. Cami kare bir plan üzerine kubbenin etrafı kaplayan görünümü ve gök kuşağını hatırlatan kemerleriyle, iç içe geçen 160 penceresiyle muhteşem görünmektedir.
Çağ olarak 16. Yüzyılda inşa edilen caminin mimarisi 16. Yüzyıl için çok özel bir konumdadır. Sağ kısmın ön köşesinde tek şerefeli bir minare vardır. Fakat, bu yıkılmış, daha sonra yeniden inşa edilmiştir.
Caminin ortasında şadırvan vardır. Cami küçük bir külliye gibidir. Avlunun etrafında medrese için inşa edilmiş küçük odacıklar vardır. Caminin etrafını örter gibi görünen kubbesi, 19 metre çapında, 27 metre yüksekliğindedir.
Yan tarafındaki sahanların üzerinde de küçük üçer kubbe vardır. Yani bu şekliyle bakıldığında yedi kubbelidir. Sanki İstanbul’un yedinci tepesini sembolize eder bir edadadır. Caminin muhteşem iç süslemeleri depremden zarar gördüğünden orijinalliğini kaybetmiştir.
Camideki pencerenin bolluğu camiyi oldukça aydınlık kılmaktadır. Külliyenin bir kısmı günümüzde imar çalışmalarından dolayı yıkılmıştır. Hamama bitişik olan çeşme başka bir dönemde inşa edilmiştir.
Caminin hazire kısmında Mihrimah Sultanın kocası olan Güzel Ahmet Paşanın türbesi de bulunmaktadır. Camiye günümüzde “Edirnekapı Cami” de denilmektedir.
LALELİ CAMİ
İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: Sultan I. Mustafa tarafından 1764 yılında Mimar Fakir Ağa’ya yaptırılmıştır. Osmanlı Barok üslubunun örneklerindendir. Garip mimari özelliklere sahiptir. Cami, batı mimarisinden etkilenişin başlangıç simgesi gibidir. Camide genişlikten çok yükseklik ön plandadır.
Aynı şekilde minareleri de uzun ve incedir. Hünkar mahfiline giden padişah girişi camiden bağımsız gibi görünmekle birlikte gösterişli bir şekilde yapılmıştır. İstanbul’da imar edilen son büyük külliyedir.
Cami, çarşı, dükkan, han, sebil, imaret ve türbe gibi yapılardan oluşturulmuştur. Kubbe, sekiz sütuna dayandırılmış kemerler üzerinde durur. Etrafındaki küçük 6 kubbe ana kubbeyi destekler. Mihrabı dışarıya çıkıntılı yapılmıştır.
Cami, ismini Sultan III. Mustafa’nın hastalığını iyileştiren ve buna karşılık da camiye isminin verilmesini isteyen Laleli Dede’den almıştır. Sultan III. Mustafa’nın “iki hayrat yaptırdık birini suya, diğerini de veliye kaptırdık” dediği rivayet edilir.
PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİ
İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: Sultan II. Mahmut’un eşi Sultan Abdülaziz’in annesi olan Pertevniyal Valide Sultan tarafından 1871 yılında açılmıştır. Mimarı Ermeni Serkis Balyan ve ailesidir. Cami, Aksaray’ın kuzey kısmında kalır. Caminin dışı klasik Türk mimarisine benzemez.
Neo-gotik ve son derece zarif bir taş işlemeciliği vardır. Kare bir plan üzerine oturtulmuştur. Zarif tek şerefeli yivli 2 minaresi vardır. Kubbesi kilise kubbesine benzer. Yüksek ve çapı küçüktür. Caminin iç kısmında Hattat Mehmet Efendi tarafından Kur’an ayetleri yazılmıştır.
Cami pencerelerinin dış parmaklıkları oldukça güzeldir. Ayrıca caminin meydana bakan tarafındaki giriş kapısı muazzamdır. Türk taş işlemeciliğinin nadide eserlerindendir. Kapıdaki taştan yapılma parmaklıklar kapıya bir bütünlük sağlar.
Camide mimari yönden bir üslupsuzluk vardır. Çünkü mimari sentezleme yapılmaya çalışılmıştır. Cami içi süsleri göz kamaştırıcıdır. Mihrap ve minber mermerdendir. Caminin açılışı çok görkemli olmuştur. Cami, çeşme, kütüphane ve Pertevniyal Valide Sultanın türbesi ile küçük bir külliye gibidir.
UNKAPANI
İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: Eskiden İstanbul’da: “un, yağ, bal ve ipek” gibi temel gıda ve ihtiyaç maddelerinin kontrol ve dağıtımının yapıldığı 4 adet han bulunmaktaydı. Bu hanlar, bir nevi kontrol istasyonu olup “Kapan” adıyla anılırdı.
Adı geçen semtin bulunduğu yerde “un kapanı (dakik kapan)” hanı ve değirmenler vardı. Unkapanı Hanı, bulunduğu semte adını vermiştir. (Kapan Arapça Kabban kelimesinden gelmekte olup “büyük kantar” anlamına gelmektedir)
Şehir dışından gemilerle gelen un çuvalları, burada Unkapanı Hanı’ndaki kapanda kontrol edilerek ölçülür ve onay verildikten sonra İstanbul’un muhtelif yerlerine dağıtımları yapılırdı. Unkapanı’nın girişinde Bozdoğan (Valens) Su kemeri yer alır.
VALENS SU KEMERİ
Kemer, İstanbul Saraçhanededir. Yapımına I. Constantinus Döneminde (306-337) başlanmış, 378’te İmparator Valens tarafından tamamlanmıştır. Alibeyköy’den gelen içme suyunu şehre taşıyordu. İki sıra kemerden oluşmaktadır.
Bir kilometre uzunluğunda iken bugün 800 metrelik bir bölümü ayakta kalmıştır. Geç Roma ve Erken Bizans Dönemine ait su kemeri Hadrianus veya Valens Kemeri olarak da adlandırılmaktadır.
Şehrin su sıkıntısını çözmek için inşa edilen kemer zaman içinde tahrip olmuş, şehrin Osmanlılara geçmesinden sonra Fatih Sultan Mehmet, su şebekesini onartırken kemeri de yeniden kullanıma uygun hale getirttirmiştir.
Kemerin “Bozdoğan” isminin nasıl geldiği bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmet, Sultan II. Beyazıt ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde kemere ekleme yapılmıştır. Bozdoğan kemeri, 15 asır boyunca şehrin en önemli su kaynaklarından biri olmuştur. Bozdoğan su kemeri ile bitişiğinde Gazanfer Ağa Külliyesi vardır.
GAZANFER AĞA KÜLLİYESİ
İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: Karikatür ve Mizah Müzesidir. Saraçhane başında, Kırkçeşme Mahallesinde Atatürk Bulvarı üzerinde Bozdoğan Kemerine bitişik olarak yer alan külliye: medrese, türbe ve sebilden oluşmaktadır.
Darüssaade ağalarından Gazanfer Ağa tarafından 16. Yüzyıl sonlarında inşa ettirilmiştir. Mimarı muhtemelen Davut Ağa’dır. 1950’lerde onarılan külliye 1945’ten 1989’a kadar İstanbul Belediye Müzesi olarak hizmet görmüş, 1989’dan sonra ise Karikatür ve Mizah Müzesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Arsanın Bozdoğan kemeri yönündeki kesimi medreseye tahsis edilmiş, kuzeydoğu köşesine sebil, kuzeybatı köşesine de baninin türbesi kondurulmuştur. Gazanfer Ağa Külliyesi Osmanlı Devletinin duraklama ve gerilemesine paralel olarak mimari programları küçülmüş olan 17. Ve 18. Yüzyıl külliyelerinin öncülerindendir. Unkapanı’ndan Haliç’e doğru inerken sol tarafta Molla Zeyrek Cami vardır.
MOLLA ZEYREK CAMİİ
İstanbul Tarihi yarımada gezi planı; Molla Zeyrek Cami olarak bilinen Pantokrator bugüne kalabilmiş önemli Bizans kiliselerinden biridir. Fatih Sultan Mehmet zamanında camiye dönüştürülen bu yapının tarihi 12. Yüzyılın ilk çeyreğine dek uzanıyor.
Günümüzde oldukça perişan haldeki cami, aslında 3 kilisenin bir araya gelmesinden oluşur. 2 kubbesi vardır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra, kendi camini ve külliyesini yaptırıncaya kadar, Pantokrator’un ayakta kalmış binalarını medreseye çevirdi.
Başına da 1453 yılında o dönemin önemli bilginlerinden Zeyrek Mehmet Efendiyi getirdi. Bu sebeple bu yapı ve içinde yer aldığı semt “Zeyrek” olarak adlandırıldı. İstanbul Üniversitesinin kuruluş tarihi İstanbul Üniversitesinin kuruluş tarihi kabul edilmesindendir. Şu an sadece bir kısmı cami olarak ibadete açıktır. Bir zamanlar Osmanlı Devletine ilk üniversitelik yapmış olan cami ve kompleksinin bu günkü hali içler acısıdır.
ZEYREKHANE
İstanbul Tarihi yarımada gezi planı: Akrasay’a doğru Haliç ve Marmara’yı kucaklayan panaromasıyla Zeyrekhane, Molla Zeyrek Caminin hemen yanındadır. Fatih Belediyesiyle Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfının işbirliği ile gerçekleştirilen bir tesistir.
Muhtelif yangın ve depremler sonucu birkaç tonozu ayakta kalabilen bir harabe halindeki Pantokrator Manastır Cami ve medresesinin bir bölümünün restorasyonu sonucu, Zeyrekhane adıyla hizmete açılmıştır. Zeyrekhane’de tam sırtınızda Zeyrek Camii önünüzde Süleymaniye, bakış açınıza göre Haliç, Karaköy Limanı, Üsküdar, Kız Kulesi ve Kadıköy’e kadar uzanan muhteşem bir manzara vardır.
Tarihi dokuya sadık kalınarak restore edilen mekanın iç dekorasyonunda geleneksel Türk motifleri hakimdir. Menüye gelince klasik Türk mutfağının seçkin lezzetlere ayrılmıştır. Caminin tam karşısında olduğu için menüsünde içkiye yer verilmeyen bu yerde fiyatlar biraz pahalı olmakla birlikte mekan ve manzara için değer.
Unkapanı yokuşundan aşağıya doğru inmeye devam edip Unkapanı (Atatürk) köprüsüne gelmeden Eyüp istikametine dönerek gezimize devam ediyoruz. Cibali’yi geçtikten sonra biraz ileride Fener semti karşımıza çıkar.
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Burası şehrin 6’ncı tepesidir.
Edirnekapı’nın Bizans dönemindeki ismi “Harisius” tur. Ayrıca: Chariusius, Polyandri, Myriandri olarak da isimlendirildi. Bazı kaynaklara göre: Kodinos, Maviler ve Yeşiller gurubundan, sekizer bin kişi, sur inşaatında çalışmıştır. O dönemde, burası merasim kapısı olarak kullanılıyordu. İmparatorlar sefere çıkarken veya seferden dönerken bu kapıdan geçiyorlardı.
Osmanlı dönemi
İstanbul’un fethi sırasında ise, ilk gedik bu kapıdan açılmış ve Fatih Sultan Mehmet bu kapıdan şehre girmiştir. O yüzden, burası Osmanlı döneminde en çok önem verilen askeri kapı olmuştur. Edirne kapı bir zamanlar Eyüp Caminde kılıç kuşanan padişahların şehre girmek için kullandıkları kapıydı. Eski başkent Edirne’den gelenler de bu kapıdan geçerek şehre girerlerdi. Ayrıca yine Edirnekapı: tören yolu niteliğinde Divanyolu’nu Edirne’ye bağlamaktaydı. Yani payitahtın Edirne’ye açılan kapısıydı.
Karagümrük
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Edirnekapı’nın hemen yanında Karagümrük semti vardır. Cerrahpaşa gibi İstanbul’un ilk semtlerinden birisidir.
İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı imparatorluğunun ünlü külhanbeyi Kara Davut yönetiminde: bölgeye giriş ve çıkışlar ile gümrük işlemleri burada yapılmaya başlandı.
Karagümrük ismi: surların bir kısmında, bir çeşit ülke içi, şehir gümrüğü olmasındandır. Karadan gelen mallar, burada gümrükten geçerek İstanbul şehrine giriyordu.
Osmanlı dönemindeki en gözde semtlerden birisiydi. Burada anıtsal eserler yaptırıldı.
1950’lere kadar, semte renk katan Balkan göçmenleriyle, başarılı spor külupleriyle anılırdı.
Bir zamanlar İstanbul Türkçesinin en seçkin aksanı Karagümrük’te konuşulurdu.
İstanbul’u yakan kül eden yangınlar, semtin tarihinde derin izler bırakmıştır. 1639 yılında Balat kapısından başlayan alevler, Karagümrük’ü tamamen yok etmiştir. 1693 ve 1721 yıllarındaki yangınlar da tam bir felakettir. Ancak en büyük yangın, 1782 yılında 22 Ağustos günü başlamış,12 gün sürmüş ve tam 2100 ev yanmıştır.
Cumhuriyetten sonra, mübadeleyle gelen Selanik göçmenlerine, Balkan göçmenleri eklendi ve mahallenin kültürel dokusu zenginleşti. 1950’lerde Siirt ve Bitlis şehirlerinden gelenler, zamanla şehirde uyum sağlayıp Karagümrük’lü oldular. Vatan caddesi ve Fevzi Paşa bulvarlarının açılmasıyla, ahşap evler yerlerini apartmanlara ve bostanlar ise bloklara bıraktı. Kaçak yapılaşma: külliyelerin ve medreselerin arazilerini yağlamadı. Semtin köklü sakinleri, başka muhitlere taşındılar. Ama yine de büyük bölümü mahallelerini bırakmadılar.
SURLAR
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Fatih’in ordularının şehre girdiği sur kapılarının bulunduğu hat: Ayios Romanos Kapısı-Harisius kapısı arasıdır. Lykos Deresinin (günümüzdeki Bayrampaşa deresi) bir yarık meydana getirdiği, günümüzdeki Vatan caddesinin uzandığı hat: doğal bir sınırdı.
Burada: zemin zor olduğundan derin hendekler yapılmamıştı. Böylece kara surlarının en zayıf kısmı burasıydı. Lykos vadisi: bir imparatorluğun bayrağının inmesi ve yeni imparatorluğun bayrağının dikilmesine şahitlik etmiştir.
Konstantinopolis şehrinde: İmparator II. Theodosios döneminde, Praefectus yani vali olan Anthemios: 412 yılında mevcut surları genişletmiş ve daha batıya taşımıştır. Böylece Blakherna ve Exoshionion bölgeleri arasında kalan yerler de sur içine alınmıştır. Bu surların 10 tane ana kapısı ve birkaç tali kapısı vardı.
Son olarak: Edirnekapı-Eğrikapı-Ayvansaray arasında uzanan surlar: Belediye tarafından 1992 yılında onarılmıştır. 1999 Marmara depreminde ise, Edirnekapı’nın güneyindeki kule, büyük hasar görmüştür.
EDİRNEKAPI ŞEHİTLİĞİ
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; 1453 yılında İstanbul’un fetih edilmesi sırasında, surların önünde savaşırken ölüp şehit düşen Müslüman askerleri: Edirnekapı, Topkapı, Maltepe ve Topçular arasında kalan geniş araziye gömüldüler. Osmanlı döneminde “Sır Tekke” denen bu ilk şehitliğin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Osmanlı döneminde, bayram sabahları camiden çıkan cemaat “Sır Tekke” de toplanır ve şehitlerin ruhlarına dua ederlerdi.
E-5 kara yolun, Haliç köprüsüne birleştiren tünelin yapımı sırasında, tünelin üstüne düşen kısımdaki bir kısım şehit kabirleri, buradan alınarak başka yerlere nakledildi. Sır Tekke denilen yer de buraya denk geldiğinden, buranın orijinal görünümü değişikliğe uğradı.
Mezarlıkta eski kabirlerden oluşan bölüm ise “Mısır Tarlası” olarak isimlendirilir. Zamanın tahribatına uğrayan bu bölüm, tamamen eski mezarlardan oluşmaktadır. Yani yeni mezar yoktur. Günümüzdeki Edirnekapı şehitliğinde ise: Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı ve özellikle Çanakkale savaşı sırasında yaralanarak İstanbul’a getirilen ve tedavi sırasında İstanbul hastanelerinde ölen ve şehit olan Müslüman askerler gömülmüştür. Bunların sayısının 13 bin olduğu tahmin edilmektedir. Ama mezarlığın eski kabirlerden oluşan bölümü, yukarıda söylediğim gibi “Mısır Tarlası” denen bölümdür.
MİHRİMAH SULTAN KÜLLİYESİ
Edirnekapı’da şehrin 6’ncı tepesi üstündedir.
Kale Boyu ile Fevzi Paşa caddelerinin kesiştiği noktadadır. Külliye: cami, medrese, mektep, türbe ve hamamdan oluşmaktadır. Olağanüstü pandiflere sahip olmasıyla ün kazanmıştır. Medrese 17 hücrelidir, ancak günümüze ulaşmamıştır. Çünkü külliye, ikinci derece deprem kuşağında bulunmaktadır.
Eğimli arazi nedeniyle külliye, tonozlu altyapıların desteklediği bir teras üzerine inşa edilerek zemin seviyesinden yükseltilmiş, böylece çevresine hakim bir konuma çıkarılmıştır. Yapı yüksek bir tepeye inşa edildiğinden, zemini sağlamlaştırmak için Mimar Sinan, yüzlerce kuyu açtırmıştır. Cami ve kuzeydeki U planlı medrese, aynı avludadır.
Cami
Diğer ismi “Edirnekapı cami” dir.
Cami, bir iddiaya göre: daha önce burada bulunan ve Aziz İoannes adına yaptırılmış “Aya Yorgi” manastırının üzerine inşa edilmiştir. Rivayete göre: bu yörede “Aya Georgios” a adanmış bir kilise vardır. Caminin buraya yaptırılmasına karar verilince, Sultan Süleyman’ın emriyle, yine aynı bölgede ahşap bir “Aya Georgios” kilisesi yaptırılacaktı. (Aşağıda bu konuda ayrıntılı bilgi verilecektir.)
Evet, burada görülen cami: Kanuni Sultan Süleyman’ın çok sevdiği kızı Mihrimah Sultan için 1562-1565 yılları arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Mihrimah Sultan: Sultan Süleyman’ın hayatta kalan tek kızıydı ve bu yüzden babası tarafından çok seviliyordu. Dönemin kaynaklarına göre oldukça büyük bir servete sahip olan Mihrimah Sultan, son derece dindar ve hayırseverdi.
Mihrimah Sultan 1558 yılında vefat etmiştir, yani bu cami onun vefatından sonra yapılmıştır. Zaten naaşı da buradaki türbede gömülü değildir. Kanuni Sultan Süleyman bu külliyeyi, hayırsever kızının ruhuna hediye ettiği içindir ki, onun ismiyle anılır olmuştur.
Camide: Mihrimah Sultana aşık Mimar Sinan tarafından: sarkıt ve minare işlemelerinde, saçları topuklarını döven bir kadın tasvir edildiği söylenmektedir.
Mihrimah Sultan: cami ve külliyelerin yapılacağı yerin seçimini Mimar Sinan’a bırakmıştır. Mimar Sinan’ın camiyi gözden uzakta, ilgiyi çekmeyecek bir yerde inşa ettirmesi, Mihrimah Sultana duyduğu gizli aşkın ifadesi, yansıması olarak yorumlanmıştır.
Mimar Sinan, Mihrimah Sultan için 2 tane cami yapmıştır. Bunlardan biri: Üsküdar sahilinde ve diğeri ise Edirnekapı’daki bu camidir. Ancak Edirnekapı’daki bu külliye ve caminin anıtsal yapısı ve estetik tasarımı, Üsküdar’daki külliyeyi gölgede bırakır.
Mimar Sinan: camileri yapmak için şehirde karşılıklı öyle iki nokta seçmiştir ki, 21 Mart tarihinde (bu tarihin Mihrimah Sultan’ın doğum günü olduğu söylenir) Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camisinden Üsküdar’daki Mihrimah Sultan camisine bakınca: güneş yani “Mihr” Edirnekapı’daki caminin üzerinden batarken, ay yani “Mah” Üsküdar’daki caminin iki minaresinin arasından doğar.
Mimar Sinan: Mihrimah Sultanın ay ve güneş anlamına gelen ismine gönderme yapmak için bu durumu özellikle seçmiş ve yaratmıştır.
Mihrimah Sultan tarafından iki cami yaptırılmasının sebebi: Mihrimah Sultan Üsküdar’daki camide ilk sabah ezanı okunurken, son sabah ezanı da Edirnekapı camisinde okunacak olmasıdır. Böylelikle İstanbul semalarında ezan sesi daha uzun süre yankılanacaktı.
Sinan’ın eserlerinde: devletin hiyerarşik düzenini dikkate alan ve eserlerin görünümünde bunu yansıtan bir mimari üslup hakimdir. Bu tarz, uzun yıllar klasik Osmanlı mimarisi olarak kabul görmüştür. Bu yüzden şekil olarak Süleymaniye ve Selimiye külliyelerinin andırmasına rağmen, Sinan bu camiyi yaparken, buranın padişah değil de padişah ailesinden birine ait olduğunu, taşlarla anlatma becerisi göstermiştir.
Mimari yapı
Cami dikdörtgen planlı ve fevkanidir. Dış ölçüleri 39.50 x 28 metredir. Caminin kubbesi, dışarıdan bakıldığında tüm ihtişamı ile tek başına yükselmektedir. Ana kubbe 20.25 metre çapında ve 37 metre yüksekliktedir. Kubbe dört büyük payandaya basan pandiflere oturur. Bu payandalar, yapının dışında, kubbe kasnağına kadar yükseltilerek ağırlık kulelerine dönüşürler.
Kıble duvarının iki köşesindeki, ağırlık kulelerine yaslanan basamaklı payandalar, yapısal olmaktan ziyade estetiktir. 7 kubbeden oluşan son cemaat yeri revakları alçak tutulmuş ve böylece cami tepede bir anıt gibi her tarafa hakim yapılmıştır.
İlk defa Fatih Sultan Mehmet’in selatin camisinde kullanılan, dört adet devşirme somaki sütun ve kare baldaken uygulaması: Roma-Bizans mimarlık geleneğindeki imparatorluk statüsünü simgeleyen unsurlar olarak devam ettirilmiştir. Burada dört adet devşirme kırmızı granit sütun kullanılmıştır.
Bu durum, Mihrimah Sultanın statüsünün göstergesidir. İç mekanda kullanılan devasa kırmızı granit sütunların, bir zamanlar Bakırköy’de bulunan “Vaftizci Yahya Kilise” sinden alındığı tahmin edilmektedir.
Cami avlusunda: mermer bir şadırvan, 19 bölmeden ve 2 eyvandan oluşan iç mekan vardır. Şadırvan, Sinan camilerindeki en güzel şadırvanlardan biridir. Caminin güneyinde kalan avlu içinde, beş adet monolit Bizans sütunu vardır. Sütunların boylarının ve çaplarının birbirine yakın oluşu, bunların belirli bir noktada kullanılmak üzere ayrıldıklarını düşündürmektedir. Sütunların, Apsis duvarında kullanılan üçlü formdaki sütunları hatırlattıkları ileri sürülmektedir. Bu sütunlar, muhtemelen cami inşaatında kullanılmak üzere getirilmiş ve kullanılmamıştır.
Pencere dizileriyle şeffaflaşan beden duvarından giren ışık nedimeyle, iç mekan oldukça aydınlıktır. Özellikle aydınlık havada, renkli camlı pencerelerden süzülen ışık, renk cümbüşü yaratır. Caminin içinde toplamda 204 ve kubbede 161 pencere vardır. Sinan tarafından yapılan en aydınlık cami olduğu söylenir.
Mihrap beyaz mermerdir. Minber: mermerden yapılmıştır, geometrik süslemelerle korkuluklar şebekelidir. Kürsü ahşaptan yapılmıştır, geometrik şekillerle dekorlu ve sedef kakma süslüdür.
Minare
Minare: caminin tek şerefeli, kesme taştan yapılmış, kurşun külahlı minaresi, ilk yapıldığı orjinaline göre daha ince yapılmıştır. Yüksekliği 37 metredir. Bu yüzden, günümüzdeki minare, Sinan devri özelliklerine uymaz. Minarenin kürsü ve pabucu, yarıya kadar kalındır. Gelelim niye tek minare, aslında Mihrimah Sultanın statüsü iki minareli cami yaptırmaya uygundu. Ancak Mihrimah Sultan: yalnızlığını simgelemesi için camiyi tek minareli yaptırmıştır.
Ancak bazı kaynaklara göre: Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçen Sultan II. Selim’in, henüz tamamlanmayan cami inşaatında bazı konularda etkili olduğu yazılıdır. Sultan II. Selim’in, kıskandığı ablası Mihrimah Sultanı: statü simgesi sayılan birden fazla minare kullanma ayrıcalığından yoksun bıraktığı iddia edilmektedir. Ayrıca: yine bazı kaynaklara göre, bu uygulama, kişisel nefrete ilaveten, Mihrimah’ın gerileyen statüsünün de işaretidir.
Üsküdar’daki cami yapılırken, kendisini çok seven babası Kanuni ve eşi veziriazam Rüstem Paşa hayattaydı. Bu tercihin yani tek minareli tercihin bir başka sebebi de hanım sultanların sayısı arttıkça azalan iktidarlarının göstergesi olabilir. Çünkü: Üsküdar’daki camiden sonra, Sultan II. Selim’in kızları Şahsultan ve İsmihan Sultan için Sinan tarafından inşa edilen camiler de tek minarelidir.
Sinan, külliye için gereken su ihtiyacını karşılamak için, ayrıca Mihrimah Sultanın ismiyle anılan su yolları inşa etmiştir.
Sonraki dönemde hasarlar ve onarımlar
Cami: 1719 yılındaki depremde büyük hasar görmüş ve kubbeleri çökmüş ve onarıma tabi tutulmuştur. 1766 yılında yine depremden etkilenen cami, Sultan III. Mustafa tarafından tamir ettirilmiştir. Ancak 1894 yılındaki depremde minaresi devrilmiş ve son cemaat yerinin kubbeleri çökmüştür.
Ardından, 1907-1910 yılları arasında Evkaf Nezareti tarafından onarım ve restorasyon yaptırılmıştır. 1967-1969 yılları arasında bütün külliye yeniden elden geçirilmiştir. Son olarak: 1999 yılında Marmara depreminin ardından başlayan restorasyon, 2014 yılında bitirilmiş, minare yarısından itibaren tekrar inşa edilmiştir.
Cami hakkında Evliya Çelebinin yazıları
Evliya Çelebi, Mihrimah’ın camisi ve külliyesinden övgüyle söz ederek camiyi efsanelere, kutsal metinlerde konu olan İren Köşkü’ne benzetir. “Tanrı rahmetini ve merhametini esirgemesin, kızı Mihrimah Sultanın selatin cami: Edirnekapı’nın iç yüzünde bir yüksek zemin üzre yüce bir camidir. Diğer selatin camilerinin direkli İrem Köşküdür. Süleyman Han ……. Tarihinde temiz kızı adına yaptırıp bütün masrafı padişah hazinesinden harcamıştır.
Boyu ve eni … ayaktır. Nurlu mihrabı ve mahfili gayet sanatlıdır, ama hünkar mahfili yoktur. Dış avlusu baştan ayağa yüksek çınarlar ile gölgelenmiş bir avludur. Dört tarafı medrese odalarıdır. Bir cami ve çarşısı vardır, ama aşevi ve hastanesi yoktur. Minaresi bir şerefeli, on iki hane yüksek minaredir.”
Mihrimah Sultan Medresesi
1569 yılında yapılmıştır. Diğer vakıf mülkleri nedeniyle, dar bir sokak üzerinde konumlandırılmıştır. Simetrisi kısmen bozulmuş olsa da, yapı çevresindeki şehir dokusuyla organik olarak bütünleşir. Ama ilk yapıldığında, surlara çok yakın olması nedeniyle asimetrik bir plana sahiptir. Camiyle birlikte tasarlanmamış, sonradan külliyeye eklenmiştir. Ancak cami ve “U” planlı medrese, aynı avluyu paylaşmaktadır.
Medresede 17 oda vardır ama dershane yoktur. Derslerin camide verildiği düşünülmektedir. Odalar batı ve doğu yan kanatlardadır. Kuzeydeki cepheye sadece revaklar yerleştirilmiştir. Medresenin önündeki kubbeli revaklar, avluyu üç taraftan sarmaktadır. Doğu ve batı cephelerde birer, kuzey cephede ise iki kapı bulunmaktadır. Yapı bir dönem hastane olarak kullanılmış olup günümüzde ise, Fatih Müftülüğüne bağlı olarak eğitim amaçlı kullanılmaktadır.
Mihrimah Sultan Hamamı
Muhtemelen 1570 yılı civarında yapılmıştır.
Hamam: külliyenin güneydoğusunda, Fevzi Paşa caddesindedir. Yani ana mekandan daha güneyde kalmaktadır ve muhtemelen 20’nci yüzyılda açılan sokak nedeniyle külliyeden ayrıymış gibi algılanır. Çifte hamam olarak inşa edilen hamamın: erkekler ve kadınlar kısmı, plan ve hacim bakımından birbirinin aynısıdır. Her iki bölüm de, kare planlıdır.
Arka tarafta, tuğladan yüksek bir külhan bacası görülür. Boyutları yaklaşık 30 x 45 metredir. Dikdörtgendir. Bu dikdörtgen uzunlamasına ikiye bölünerek kadınlar ve erkekler bölümü yan yana, simetrik olarak düzenlenmiştir. Erkekler bölümü, soyunmalığına caddeye bakan güney, kadınlar bölümü soyunmalığına ise yan sokaktaki batı cephesinden girilir. Ortasında fıskiyeli bir havuz bulunan soyunmalıkların ikisi de aynı birer topuz çatı ile örtülüdür.
Soyunmalıklardan birer kapıyla soğukluğa geçilir. Aynalı tonozla örtülü, enlemesine dikdörtgen planlı soğuklukların, dış duvara gelen uçlarına üçer hücreli tuvalet hacimleri yerleştirilmiştir. Soğukluklardan sıcaklıklara doğrudan değil, köşedeki bir halvete girilerek geçilir. Her iki sıcaklık da haç planlıdır.
Haçın kolları arasına yerleştirilmiş, küçük birer kubbeyle örtülü dört halvet mekanı, sıcaklıkların planını kareye tamamlar. Ortada sekizgen biçimli bir göbek taşı vardır. Bu orta mekanın üzeri, daha büyük bir kubbeyle örtülüdür. Sıcaklıkların arkasındaki dar ama bütün yapının enince uzanan bölümün ortasında külhan, iki yanında su hazneleri vardır.
Geçirdiği bir takım doğal felaketler ve dönem müdahaleleri sonucu, yapının bir kısmı tahrip olmuştur. Ama özgünlüğünden çok şey yitirse de, Mimar Sinan hamamı olarak günümüze kadar ayakta kalabilmiş ender hamamlardan birisidir. Türk hamam kültürünün önemli bir eseridir.
Soyunmalık bölümündeki iki katlı ahşap soyunmalık, muhtemelen sonraki dönemlerde eklenmiştir. Ilıklık ve sıcaklık bölümleri, yaklaşık 1.5 metre yüksekliğe kadar beyaz mermerle kaplanmıştır. Halvet ve eyvanlarda: mermer kurnalar, mermer aynalıklı musluklar vardır. Sıcaklıktaki göbek taşı, sekizgen planlıdır. Kullanılan mermerler, Aydıncık ve Marmara adasından getirilmiştir.
Hamam: 1960’lı yıllarda, sahibi özel mülkiyet tarafından onarımdan geçirilerek yeniden işletmeye açılmış olup günümüzde faaldir.
Sıbyan Mektebi
Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Sinan eserlerinin listesini veren tezkirelerde Sıbyan mektebinin ismi yazılı değildir, bu yüzden mektep Sinan eseri sayılmaz. Caminin sağ tarafında: türbenin güney duvarına bitişik inşa edilen Sıbyan mektebi, biri kubbeli ve diğeri ise ayna tonozlu iki mekanlı olup, geometrik geçmeli, mermer söveli kapıdan birbirine geçilmektedir.
Dam örtüsünde üç kubbe vardır. Dershanesi üst kattadır. Dershaneyi aydınlatan büyük yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Bu pencereler, cephede ikişer adettir. Kare formlu olan yapı, Osmanlı Sıbyan Mektebi türüne uyum gösterir. Burada son olarak 2000-2015 yılları arasında restorasyon yapılmıştır.
Çarşı
Külliyenin çarşısının büyük kısmı günümüze ulaşmamıştır. Sadece: 63 dükkandan bir bölümü, avlunun kuzey duvarına bitişiktir.
Güzel Ahmet Paşa Türbesi ve hazire
Türbenin muhtemel yapım tarihi: 1560-1580 yılları arasıdır. Mihrimah Sultanın kabri, külliyedeki türbede değil, çok sevdiği babasının türbesi içindedir. Külliyedeki türbe, Mihrimah’ın damadı kızı Ayşe Hanım’ın eşi Veziriazam Güzel Ahmet Paşa’ya aittir. Kendisi 1580 yılında vefat etmiştir. İçinde Paşa ve diğer aile üyelerine ait 16 adet mermer sanduka vardır.
15.80 x 7.90 metre boyutlarında, dikdörtgen planlı türbenin üstü: ortada bir kubbe ve iki yanında bulunan aydınlık tonozlarla örtülüdür. Türbe yapısı: üç sıra tuğla hatıllı kesme taş duvarlara sahiptir. Uzun cephelerde beşer, dar güney cephesinde üç, kuzeyde ise iki pencere bir kapı bulunur.
Mütevazi türbede, herhangi bir süsleme yoktur. Türbe haricinde bir de hazire yani açık mezar alanı vardır. Buranın en büyük misafiri ise; Hilye-i Şerifesiyle meşhur olan Hakani Mehmet Beydir. Hakani: Rüstem Paşanın kız kardeşinin oğludur ve 1606 yılında vefat etmiştir.
İŞTİPOL SİNAGOGU
Mihrimah Sultan camisinin ilerisinde, Sultan çeşme caddesinde, Salmatomruk denen yerdedir.
Sinagog: 1694 yılında bir fermanla İstanbul’a kabul edilen Makedonya İştip şehrinden göç etmiş Museviler tarafından yapılmıştır. Ancak, bir yangın sonucunda tamamen tahrip olmuş ve kullanılmaz duruma gelmiştir. 1899 yılında ahşap olarak yeniden yapılmıştır. Yarı ahşap yapı: yüksek duvarların arkasına gizlenmiştir ve camlarına tahta çakılmıştır.
Koruma altına alınmış sinagog, günümüzde ibadete kapalıdır. Sinegogun hemen karşısındaki 3 ahşap binada: cumbaların altında “Davut Yıldızı” görülür ve buna dayanarak bunlarda bir zamanlar Yahudilerin oturduğu düşünülmektedir.
KHORA MANASTIRI KİLİSESİ-KARİYE CAMİİ
Burası: Harisius kapısı yakınında, Petrada ve Konstantinos surlarının dışında kaldığından: Hora (taşra) adını almıştır.
Yapı: Hz İsa’ya adanmıştır. Yapılış tarihi, muhtemelen 7’nci yüzyılın ilk yarısıdır. İmparator Phocas’ın oğlu Krispos tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Ancak: son yapılan restorasyonda, drenaj çalışmaları sırasında, doğu duvar dibinde, ilk yapım dönemine ait temel kalıntıları ortaya çıkmıştır. Bu kalıntılar, erken Bizans dönemine ve 6’ncı yüzyıla tarihlenmektedir.
Yapının ilk yapım dönemine ait bilgiler yoktur. Ancak, yapı: İmparator Alexios I Komnenos döneminde, annesi Maria Ducaena (1077-1081) tarafından yenilenmiştir. Bu onarımda, kilisenin haç planlı olarak yenilendiği düşünülmektedir. Daha sonraki Bizans dönemlerinde, yapıya 6 kere müdahale yapılmış ve bunların izleri görülmektedir.
1204 yılındaki Latin istilasında tahrip edilen ve kubbesi çöken Hora kilisesi: dönemin deniz kuvvetleri komutanı Theodoros Metokhites tarafından, 1316-1321 yılları arasında onarılmıştır. Bu onarımda: dış narteks ve şapel eklenmiştir.
29 metre uzunluğundaki şapelin altı mezar iken, sonradan sarnıç olarak kullanılmıştır. Bu kısımlarda: mozaik ve fresklerle dekorasyon yapılmıştır. Özellikle narteks mozaikleri iyi korunmuştur. Şapel bölümündeki freskolar ise, dönemin en iyi abidevi örnekleridir. Dış narteksteki İsa mozaiği, Khora’ya özgüdür. İç nartekste Metokhites’in tasviri görülür. İsa ve Meryem’in yaşamından çeşitli sahneler tasvir edilmiştir. Yapının altında bir bodrum bulunmakta olup burası bir sarnıç olarak tasarlanmıştır.
Osmanlı dönemi ve camiye dönüşüm
Konstantinopolis şehrinin fetih edilmesi sırasında, manastır çok bakımlı değildir. Sultan II. Beyazıt zamanında camiye dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm sırasında, camide bulunan mozaiklerin üstü kapatılmıştır. 1766 yılındaki depremde hasar gören yapı, ardından ciddi şekilde restore edilmiştir. Yapıdaki ahşap konstrüksiyonlu kubbe: bu dönemde eklenmiştir.
1876 yılında yürütülen çalışmalarda: içeride bulunan mozaiklerin bir kısmı temizlenmiştir. 1929 yılında yapılan bir restorasyon çalışmasında, bir mozaik daha ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışmalar, 1959 yılına kadar sürdürülmüş ve günümüzdeki mozaikler ortaya çıkarılmıştır.
AYİOS DEMETRİOS KİLİSESİ
Mihrimah Sultan camisinin yaklaşık 100 metre kadar güneydoğusunda, Muhtar Muhiddin sokağındadır. Kilise: 20.90 x 13.80 metre boyutlarında bir bazilikadır. 1730 yılındaki yangında tahrip olan kiliselerden biridir ve 1834 yılında yeniden yapılmıştır.
Kilisenin kuzey kısmında, kare planlı Ayios Sebastianos ayazması vardır. Avlunun güney duvarındaki üzerinde yazı bulunan stel, Roma dönemine aittir. Diğer bir kireç taşından stelde: sellada oturan annesi ve çocuğun kabartması görülür.
AYİOS YEORGİOS KİLİSESİ
Ayios Yeorgios: Kapadokyalı bir azizdir ve 5’nci yüzyılda İstanbul’da popüler olmuştur. Bazı kaynaklarda: bu kilisenin Lykos vadisine yakın, Harisius kapısı yakınında bulunduğu belirtilmiştir. Bahsedilen bu kilise: Edirnekapı Hoca Çakır caddesi üstünde ve Mihrimah Sultan camisinin yaklaşık 100 metre kadar kuzeydoğusundadır.
Kilise: İmparator V. Konstantinos (741-775) tarafından yıktırılan Ayios Yerogios kilisesinin yerine yaptırılmıştır. Kilisenin varlığı, 9’ncu yüzyıldan itibaren bilinmektedir. Kilise, İstanbul şehrinin fethi sırasında sağlam durumdadır. Kilisenin güney duvarında bir Bizans yazıtı vardır. Schneider isimli tarihçi yazar: kilisenin Mihrimah Sultan camisinin yerinde olduğunu, cami yapılırken kilisenin de günümüzdeki yerinde inşa edildiğini yazar.
Avlunun doğu kısmında okul binası, kuzeyinde yönetim binaları ve bitişik kare planlı bir sarnıç ve güneyinde Ayios Basileios Ayazması vardır. Kitabesinden anlaşıldığına göre, kilise 1726 yılında restore edilmiş ve 1836 yılında yeniden yaptırılmıştır.
AETİOS SARNICI
Tarihi yarım adayı boydan boya geçen Mese caddesinin ve günümüzdeki Fevzi Paşa caddesinin kuzeydoğu bitişiğindedir. Muhtemelen 421 yılında, İmparator Theodosius döneminde (403-450) şehir valisi Aetios tarafından İstanbul’un en yüksek yerinde yaptırılmıştır. Ancak uzun süre: Karagümrük’ün Çukurbostan’ı Aspar su havuzu olduğu sanılmış ve pek çok yayında öyle geçmiştir. Bazı kaynaklara göre burası bir sarnıç değil, Trakya’dan şehre gelen suların toplanarak dağıtıldığı bir merkez havuzuydu.
Kara tarafındaki surların önlerindeki hendeklerin suları, bu depodan karşılanıyordu. Bu merkez havuzun ölçüleri: 245 x 85 metre ölçülerindedir. Derinlik 10-15 metre kadardır. Taş ve tuğla hatıllı çevre duvarlarının kalınlığı ise, 5.20 metredir. Tuğlalar: 40 x 40 x 4 cm ebatlarındadır. Harç 4-6 cm kalınlığındadır. Şehre giren sular, ilk olarak bu sarnıçta dinlendirilirdi. Bu açık hava sarnıcı ile bağlantılı bir kapalı sarnıç ta, günümüzde spor kulüpleri binalarının altındadır. Gezgin Gylles: 1540 yılında buranın kurumuş olduğunu ve kullanılmadığını yazar.
Osmanlı döneminde pek rağbet görmeyen sarnıç günümüzde iyi durumdadır. Sadece güneydoğu cephesi bozulmuş ve buraya 1940 yılında Vefa kulübünün binası yapılmıştır. Osmanlı döneminde, uzun yıllar bölge halkı tarafından bostan olarak kullanılan sarnıç, 1962 yılından sonra Karagümrük Spor tarafından kullanılan Vefa Stadı yapılmıştır.
CEDİD ALİ PAŞA MEDRESESİ
Medrese yapısı, Fevzipaşa caddesiyle Testereci sokak ve Hattat Rakım sokaklarının arasındaki alandadır.
Kanuni Sultan Süleyman döneminin Sadrazamlarından Semiz Ali Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Semiz Ali Paşa: şişmanlığı, nüktedanlığı ve hayattan zevk almasıyla tanınırdı. Çok iri ve şişman olduğu için, Osmanlı sınırları içinde kendisini taşıyacak ancak birkaç at bulunduğu söylenir. 1561-1565 yılları arasında sadrazamlık yapmıştır. Hayatındaki en büyük ilginçliklerden birisi de: Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı ve Sadrazam Rüstem Paşanın dul eşi olan Mihrimah Sultan ile evlenmeyi kabul etmemesidir.
Bir külliyeden bağımsız olarak yaptırdığı bu medresenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, muhtemelen 1564 yılı olabilir. Dikdörtgen planlı medresenin hücreleri toplamda 15 oda olarak avlunun çevresine yerleştirilmiştir. Çatı bölümü kurşun kaplıdır. Eski orijinal girişi değiştirilerek Fevzi Paşa caddesine bakan bir giriş kapısı açılmıştır. Bu yüzden medrese ve cadde arasında 1.5 metrelik bir kot farkı ortaya çıkmıştır. Cephesi mukarnaslı bir portal ve her iki yanındaki kemerli pencere nişleriyle zenginleştirilmiştir.
Medresede 1792 tarihinde toplam 14, 1869 yılında 37 ve 1914 yılında ise 20 öğrenci kayıtlıdır. Yangın ve depremlerden büyük hasar gören medrese, daha sonra birçok kez onarılmış, özgün planını kaybetmiştir. 1918 yılında burası bir dönem imarethane olarak kullanılmıştır. Günümüzde “İstanbul Verem Savaş Dispanseri” olarak kullanılmaktadır.
Gürcü Hadim Mesih Mehmet Paşa: Sultan III. Murat döneminde 1585-1586 yılları arasında sadrazamlık yapmıştır. Bulgar asıllı bir devşirme olduğu söylenir. Sultan II. Selim döneminde, Sarayın kilercibaşısı olarak görev yaparken: Saray’da kilerde çıkan bir büyük yangın, tüm kilerde depolanan yiyecek ve malzemeleri yok eder. Saray kilerinin ihtiyacının Mısır’dan hemen karşılanması için, Akağalardan olan Mesih Mehmet Ağa: Paşa unvanı verilerek Mısır Beylerbeyi olarak tayin edilir. 1579 yılında ise, İstanbul’a çağırılır ve ikinci vezir yapılır.
1585 yılında ise, Sultan III. Murat tarafından sadrazam yapılır. Sadrazamlığı sırasında: Padişahın ve diğer saraylıların devamlı devlet işlerine karışmasından tedirgin olur. 1586 yılında: devlet işlerinde Sadrazam olan kendisinin isteklerini karşılamayan ve yolsuzluk yapan Reis-ül Küttap Hamza Efendinin padişah tarafından azlini ister. Fakat, Sultan III. Murat, bunu kabul etmez. Bunun üzerine: Mesih Mehmet Paşa “İstiklali olmayan vezir-i azam iş göremez” der ve 4 ay kaldığı sadrazamlıktan istifa eder.
Buna çok kızan Padişah: Mehmet Paşanın idamını ister. Ancak kendisini çok seven Karagümrüklülerin isyan edeceğini düşünerek bundan vazgeçer. Ardından emekliye ayrılır ve kendisine başkaca devlet işi verilmez. Çok sevdiği Karagümrük yöresinde yaşamını sürdürür ve 1592 yılında İstanbul’da ölür. Söylenenlere göre: günümüzde Karagümrüklülerin asi ve vakar ruhu: Hadim Mesih Mehmet Paşa’dan kalmadır.
Cami
Mesih Mehmet Paşa camisinin halk arasında “Mesih Ali Paşa camisi” olarak bilinmektedir. Çünkü: Hadim Ali Paşa: Karagümrük’te Zincirlikuyu mevkinde, kendi adına bir cami yaptırır. Camiye gelir getirmesi için de, Mesih Mehmet Paşa camisinin bulunduğu yerin yakınında bir çarşı ve hamam yaptırır. Hadim Ali Paşa camisi adı, bu hamam ve çarşıdan kaynaklanmaktadır.
Ayrıca, Mesih Mehmet Paşa camisi yapılmadan önce, tam caminin yerinde, Vezir Hasan Paşanın kendi adına yaptırdığı küçük bir medrese vardı. Hasan Paşanın rızası alındı, medrese Karagümrük’e nakledildi ve caminin inşaatına başlandı. Hasan Paşa, bu caminin haziresindeki kabrinde yatmaktadır.
Gelelim: Hadim Mesih Mehmet Paşa camisini anlatmaya: Cami: kodlu arazinin batı tarafına inşa edilmiş dükkanların üstünde yükselir. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesinde, bu cami de bulunmaktadır. Ancak caminin inşasında, Sinan’ın öğrencisi Davut Ağanın büyük katkısı olmuştur. 1585 yılında yapılmıştır. Osmanlı mimarisinin klasik dönemine ait bir eserdir.
Enlemesine dikdörtgen plana sahiptir. İnşasında kesme taş kullanılmış, harim kısmı 12.80 metre çapındaki bir kubbeyle örtülmüştür. Kubbe basıncı, kemerlerle sekiz dayanağa yansıtılmıştır. Büyük ana kubbe, altı yarım kubbe ile desteklenmiştir. Dışarıdan görülmekte olan çokgen kesitli ağırlık kuleleri de taşıyıcı sistemin yükünü azaltmaktadır.
Son cemaat yeri: altı tane granit sütunla beş göze ayrılmıştır. Harim, 24 pencereden ışık almaktadır ve böylece aydınlık bir ortam yaratılmıştır. Üst pencere camları renklidir. Alttakiler demir parmaklıklıdır. Doğu ve batıda bulunan ikişer pencere alınlığı: lacivert zemin üzerine sülüs yazılı çinilerle kaplanmıştır.
Mihrap ve minber mermerdir. Mihrap: mukarnaslar, kum saati ve sütunlarla, minber ise ajur tekniğinde geometrik desenlerle işlenmiştir. Cami süslemelerinde İznik çinileri kullanılmıştır. Minaresin mukarnas şerefesi özgündür. Kurşun külahı daha sonra yenilenmiştir. Avlusunda medrese odaları, abdest muslukları ve türbe bulunmaktadır. Merdivenli avlu kapısından çıkıldığında: caminin altında bulunan dükkanlar ve iki yüzlü çeşme görülür.
Çeşme
Caminin güneybatı köşesindedir. Çeşmeler beyaz mermerden yapılmıştır.İkili çeşmelerin üstünde bulunan kitabelerden birinde: 1585 yılında Mesih Paşa tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Diğer kitabede ise: 1817 yılında onarım yapıldığı belirtilir. Onarım Sultan III. Mustafa’nın kızı ve Sultan III. Selim’in kız kardeşi Beyhan Sultan tarafından yaptırılmıştır. Kitabeler yeşil boyalı olup yazılar altın varaklıdır. Zaman içinde caddenin asfaltlanması sırasında, büyük oranda zemine gömülmüş durumdadır.
Türbe
Genelde camilerin avlu kısmında şadırvan olurken bu caminin avlusunda açık bir türbe vardır. Türbe: sekizgen planlıdır ve mermerden yapılmıştır. Sekiz penceresinde demir parmaklıklar bulunur. Davut Ağa tarafından paşanın ölüm tarihi olan 1592 yılında yapıldığı düşünülmektedir. Türbenin hemen yanında, birkaç basamakla inilen aşağı sette de abdest muslukları bulunuyor.
Türbe, alışılmışın aksine, sade görünümlü ve küçük ölçekte yapılmıştır. Üst kısmında bir palmet frizi türbeyi, fırdolayı sarmıştır. Hadim Mesih Mehmet Paşa: yağmuru çok sevdiği için “Rahmetler her daim üstüme yağsın” diye caminin haziresinde üstü açık bir türbe yaptırır ve ölümünden sonra buraya defnedilir.
HADIM ATİK ALİ PAŞA KÜLLİYESİ-ZİNCİRLİKUYU CAMİİ-SEDEFÇİLER CAMİİ
Çemberlitaş’da, Yeniçeriler caddesi üstündedir. Külliye: 1496 yılında Hadım Atik Ali Paşa tarafından Beylerbeyi iken yaptırılmıştır. Külliye: cami, imaret, medrese, tekke, kervansaray ve türbeden oluşmaktadır. Ancak bu yapılardan günümüze sadece: cami, türbe ve medrese kalmıştır.
Atik Ali Paşa
Bosnalı Sadrazam Atik Ali Paşa: Sultan II. Beyazıt’ın Sadrazamıdır. 1511 yılında Şah kulu ayaklanmasını bastırmak için Sivas-Kayseri arasındaki Gökçay’da giriştiği savaşta öldürülür. Böylece savaşta ölen ilk Sadrazam olarak tarihe geçer. Aynı zamanda, Osmanlı tarihinde hadım edilen ilk vezirdir.
Paşa: halkın güvenini kazanmış, cesur, bilgili bir devlet adamıydı. Askerlik alanında da isabetli görüşleri ve büyük tecrübesi vardı. İstanbul şehrinde: 1496 yılında Divanyolu’nda Atik Ali Paşa camii ve medresesini, 1496 yılında Zincirlikuyu camii ve hamamını yaptırmıştır. Ayrıca: Hora kilisesini, Kariye camisine dönüştürmüştür.
Cami
Halk arasında “Sedefçiler”, “Çemberlitaş” ve “Sandıkçılar” camisi olarak da anılır. Cami: 1496 yılında Atik Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ancak üzerinde yapılış tarihi ve yaptıranı belirten bir kitabe yoktur. Vakıf kayıtları, bu caminin Atik veya Hadım Ali Paşa hayratında olduğunu göstermektedir. Yine vakıf kaynakları: caminin yanında veya yakınında: medrese, kervansaray, imaret ve dükkanların bulunduğunu bildirmiştir. Ünlü tarih yazarı Ayvansarayi, caminin yapılış tarihini 1496-1497 olarak yazmıştır.
Günümüzde: caminin cümle kapısı üstünde bulunan ayet-i kerime yazısı köşesinde, her ne kadar 902 tarihi varsa da, bu levha üzerinde görülen 1314 (1896-97) tarihinden açıkça anlaşıldığı gibi, yazı 1894 depreminden sonra yapılan büyük tamirde yazılmış ve buraya konmuştur. Ali Paşanın böyle büyük bir eseri: ancak veziriazam olduktan sonra yaptırabileceği ve vakfiyenin de 1509-1510 tarihli olduğu göz önünde tutulursa, caminin ve manzumesinin her yerde tekrarladığı gibi 902’de (1496-97) değil en azından 915’e doğru yapılmış olması gerekir.
Aslında eskiden burada camiye bağlı tekke, imaret ve medrese varmış. Ama cadde genişletilirken, bunlar yıkılmış ve geriye sadece caddenin karşı tarafında, medresenin bir parçası kalmıştır. Bu yapı da zarar görmüş olmasına rağmen şehirdeki mevcut klasik dönem öncesi birkaç medreseden biri olduğu için ilgi çekicidir.
Cami: dikdörtgen planlı ve merkezi kubbelidir. Kesme taştan yapılmıştır. Revaklı, beş kubbeli bir son cemaat yerinden sonra girilen harim adlı kapalı mekan, enlemesine gelişen planlıdır. Ana kubbe yerden 24 metre yüksekliktedir. Çapı 13.30 metredir. Kubbe eteğinde, 16 pencere vardır. Diğer kubbelerdeki pencere açıklıkları da değerlendirildiğinde, caminin içi gayet aydınlıktır.
Her iyi yanında, ikişer küçük kubbe vardır ve bunlar ana kubbeyle birlikte, tüm mekanın üstünü örter. Mihrap duvarlarının üstünü de bir yarım kubbe örter. Tek şerefeli minare, caminin sağ kısmındadır. Minare külahının hemen altında, gövde üstünde mavi çiniler vardır ve bunların “nazarlık” olduğu söylenir. 1648 yılında yıkılmış ve yeniden yapılmış ancak orijinalliği kaybolmuştur. Çünkü inanışa göre mavi renk: kötülük getiren yıldızın doğal rengidir. Caminin küçük bir avlusu vardır. Haziresinde ise daha geç dönemden bazı Sadrazamların mezarları bulunur.
Türbe
Kime ait olduğu bilinmemektedir. Hazire cadde duvarının kenarındadır.
Medrese
1880’li yıllarda gerçekleşen yol genişletme çalışmalarında ön kısmı kesilmiş ve üstüne iki oda ilave edilmiştir.
Külliye: 1587 yılındaki yangında, 1648 yılındaki depremde, 1633 ve 1652 yıllarındaki yangında büyük ölçüde zarar görmüştür. 1648 yılındaki depremde: caminin orta kubbesi tamamen çökmüş, minarede şerefesine kadar yıkılmıştır. Bu tarihten sonra cami büyük bir onarım geçirmiştir.
Bu durum, üzerindeki barok izlerden anlaşılır. 1865 yılında yine yangın ve 1894 yılında deprem camiye hasar verir ve 1896 yılında tekrar tamir edilir. Son onarım: 1937 yılında yapılmıştır.
HATTAT RAKIM EFENDİ MEDRESESİ
Atik Ali Paşa camisinin batısındadır.
Dönemin ünlü hat sanatçısı Hattat Rakım Efendi’ye aittir. Hattat: o güne kadar harflerde sağladığı uyumu, kendine özgü ölçüsüyle yakalamış ve yazılarında özellikle de padişah tuğralarında ideal kabul edilen bir güzellik ortaya çıkarmıştır. Fatih camindeki hatları ve Sultan I. Abdülhamit’in eşi Nakşidil Valide Sultanın türbesindeki süslemeleri de yaptığı bilinmektedir.
Sonuç olarak: Rakım Efendinin eserleri, hat sanatında ulaşılamayacak bir seviye olarak kabul edilmektedir. Hattat Rakım Efendi, 1826 yılında vefat etti; türbesinin bulunduğu yerdeki arsaya defnedildi. Ardından eşi Emine Hanım tarafından mezarının üstüne 19’ncu yüzyılın ilk yarısında türbesi yaptırıldı. Türbenin bulunduğu yere bir de medrese yaptırıldı.
Türbenin kitabesinin dikkat çeken yönü: kitabe sonunda yine Rakım imzasının ve H. 1241 tarihinin bulunmasıdır. Kitabenin Rakım’ın vefatından önce yazdığı, kitabesini dahi kendisinin koyduğu iddia edilmektedir. Ancak yazı ve kitabenin öğrencisi Haşim efendiye ait olması da yüksek olasılıktır. Türbe: kare planlıdır ve avlu cephesindeki duvarlar taş ve tuğla ile örülmüştür. Ölçüleri 4.57 x 4.77 metredir. İki yan duvarı penceresizdir. İçeride yuvarlak kemerli nişler bulunur.
Sokak cephesindeki duvarları ise, kesme taştan yapılmıştır. Kubbe, duvara oturur. Türbenin kuzeydoğu cephesinde celi-sülüs hat ile yazılmış bir mermer kitabe vardır. Türbede: Mustafa Rakım Efendi ve öğrencisi Mehmet Haşim Efendinin kabirleri bulunmaktadır. Rakım efendinin mezarı 1996 yılında yenilenen sanduka, Haşim efendinin mezarı ise, üstü açık barok süslemeli mermer lahit şeklindedir. Bu lahtin baş taşında, iki yönde de aynı metin yazılmıştır.
Mehmet Haşim: Rakım efendinin kölesi iken daha sonra azad edilmiş ve Rakım Efendinin manevi evladı ve en başarılı öğrencisi olmuştur. 1845 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Türbe: her Cuma günü, hemşerisi Ünyelilerin buluşma yeridir.
Gelelim medreseye: Medresenin dershaneleri ve hücreleri günümüzde yoktur. 1869 yılında yapılan bir tespitte medresede 20 öğrencinin ders gördüğü kaydedilmiştir. 1914 yılında yapılan tespitlere göre, medresenin 10 odası ve dar bir avlusu vardır. Yine aynı yıl, yapının çok harap durumda olduğu kayıtlıdır. Çevresini birçok evin sarmış olması nedeniyle tamiri yaptırılmamıştır. 1918 yılında, yangında evleri yananlar tarafından işgal edilen medrese yapısı: bakımsızlık sonucu tamamen harap olmuştur.
Kuzeydoğu yönünde, köşeye yakın konumda yer alan yuvarlak kemerli açıklıklı bir kapı ile ulaşılan medresenin sadece dış duvarları ayakta kalarak günümüze ulaşmıştır. Medrese avlusunun güneyde, köşeye yakın yerinde mermer bilezikli bir kuyu vardır. Medrese, İstanbul’da geleneksel şemaların uygulandığı son yapılardan birisidir. Günümüzde: “Hattat Mustafa Rakım Efendi Kültür Merkezi” olarak kullanılmaktadır. Günümüzde türbesinin bulunduğu mahalleye yakın bir İlköğretim okuluna “Hattat Rakım İlköğretim Okulu” ve türbesinin bulunduğu sokağa “Hattat Rakım Sokağı” ismi verilmiştir.
CANFEDA HATUN CAMİ
Canfeda cami sokağında, Nureddin Cerrahi tekkesinin hemen yanındadır.
Kahya Kadın veya Kethüda Kadın isimleriyle de tanınır. Caminin kurucusu Canfeda Salih Hatun’dur. Cami 1584 yılında yaptırılmıştır. Canfeda Saliha Hatun; Sultan I. Ahmet döneminde haremde Kethüdalığa (Kahyalığa) kadar yükselmiştir. Kendisi Sultan II. Selim’in hanımı Nur Banu Sultan ve III. Murat’ın hanımı Safiye Sultana hizmet etmiştir.
Nurbanu Sultan, ölümü sırasında oğlu III. Murat’a, kendisinden sonra her bakımdan Canfeda Hatun’a güvenmesini söylemiştir. 1593 yılında yeniçeriler ve sipahiler: ulüfe dağıtımı sırasında paranın yetmemesi üzerine isyan etmişler, Sadrazam Siyavuş Paşa, Başdefterdar Emir paşa ve harem kethüdası Canfeda Hatun’un kendilerine teslim edilmesini istemişler, ancak uzun mücadelelerden sonra, padişah ve saray halkının sert tutumu sonucu olay yatıştırılmıştır.
Canfeda Hatun: İstanbul ve çevresinde çeşitli hayır eserleri yaptırmıştır. Karagümrük semtinde, Çukurbostan yakınında harap durumdaki bir mescidi tamir ettirmiş ve camiye çevirttirmiştir. Saraçhane yakınlarında bir sebil yaptırmış, karşısındaki mescidi tamir ettirmiştir. Beykoz Akbaba’da ve bazı başka yerlerde de çeşitli hayratı vardır. Cami: 1982 ve 1985 yıllarında onarım görmüştür. Bu onarımlarda tavanı yükseltilmiş, büyütülerek yenilenmiştir. Duvarlar kesme taşla örülmüştür.
Sokaktan avluya birkaç basamak mermer merdivenle çıkılır. Küçük bir son cemaat yeri ve ardından ceviz kapı ile harime girilir. Mihrap: çini kaplıdır. Kürsü ve minber: torna işçiliğiyle ahşaptan yapılmıştır. Minare: yapıya sağ taraftan bitişiktir, tek şerefelidir. Son onarımlarda kesme taştan yeniden yapılmıştır.
NURETTİN CERRAHİ TEKKESİ
Derviş Ali Mahallesinde, Fevzipaşa caddesi boyunca yürüyüp Nurettin Cerrahi Tekkesi sokaktadır. Canfeda Hatun camisine bitişiktir.
Tekke: 1703 yılında, Sultan III. Ahmet tarafından, gördüğü bir rüya üzerine Cerrahiliğin Piri Şeyh Seyyid Muhammed Cerrahi adına 1703 yılında Sultan III. Ahmet tarafından yaptırılmıştır.
Kuruluşundan itibaren İstanbul’da büyük ilgi toplamıştır. Burası: Klasik Türk Musikisi ve tasavvuf müziğinin, yasaklandığı dönemlerden beri yaşatıldığı merkezlerden biridir. Saray hekimlerinden Nurettin Cerrahi: Türk mutasavvıfı, Cerrahilik Tarikatının kurucusudur. Nurettin Cerrahi’nin hem anne ve hem de baba tarafından Hz. Muhammed soyundan geldiği söylenmektedir.
Kendisi: Canfeda Hatun camisinde vaaz verdiği dönemde, tarikatını yaymaya başladı. Ardından bu tekkenin şeyhi oldu. 1720-1721 yılları arasında vefat ettikten sonra, bu tekkeye gömüldü. Ancak: “Cennet annelerin ayaklarının altındadır” Hadisi şerifinden kaynaklanan vasiyetine uygun olarak tekkesinde, annesinin ayakucuna gömülmüştür. 44 kişinin yattığı türbede, Şeyh Nurettin Cerrahi’nin sandukası, yüksek tutulmuştur. Sanduka: yaldızlı demir parmaklıklarla çevrilmiştir.
Yapıldığı zamanki özelliklerini koruyarak günümüze ulaşabilen ender yapılardandır. Türbe ve tevhithane aynı çatı altındadır. Türbe batıda, tevhithane doğudadır. İkisi arasında, kare şeklinde altı dikme bulunur. Dikmelerin araları, demir parmaklıklarla kaplıdır. Türbenin çatısı ahşaptır. İç avluda bir kuyu bulunur. Türbenin içinde bulunduğu tekke, zaman içinde birçok kez yenilenmiştir.
Bu yenilemelerde, orijinal yapıya küçük türbe ve cennet oda denen kısımlar eklenmiştir. Son olarak 1921 yılında dergahın 18’nci postnişi olan Şeyh İbrahim Fehrettin Efendi restore ettirmiştir. Önceleri ahşap olan duvarlar, 1945 yılında betonarme yapılmıştır.
Bir dönemin efsanevi şeyhlerinden Muzaffer Ozak: tasavvufu buradan çıkararak Amerika, Kanada, Fransa, Arjantin ve Meksika’ya yaymıştır. 18’nci yüzyılda kurulan “Cerrahi” tarikatının müritleri arasında, muhtemelen Sultan III. Ahmet, Sultan II. Mustafa ve Sultan Abdülmecit vardır. Burası, günümüzde halen kullanılmaktadır. Buraya günümüzün bir kısım ünlü sanatçısının sık ziyarette bulunduğu söyleniyor ama ayrıntıya girmek istemiyorum.
PİYER LOTİ’NİN EVİ
Çemberlitaş’dan Beyazıt meydanına doğru yürüdüğünüzde, sol yanda Fransız yazar Pierre Loti’nin 1910 yılında 9 ay kaldığı evi görülür. Burası Pierre Loti’nin İstanbul’da iken yaşadığı evler arasında günümüze ulaşabilen tek evdir. Giriş üstündeki tabelada, bu konuda bilgi yazılıdır. Bu yazı “Türklerin saadet ve felaket zamanlarında necib ve sadık dostu Fransa Encümen-i Danişi azasından Piyer Loti, 1328 tarihinde bu evde ikamet etmiştir, 1910”
NİŞANCI MEHMET PAŞA CAMİİ
Karagümrük semtinde Nişancı caddesindedir.
Medrese Mimar Sinan tarafından, Kanuni Sultan Süleyman’ın nişancısı Karamani Mehmet Paşa için 1584 yılında yapılmıştır. Çok esmer olduğu için “Kara” ve “Boyalı” lakaplarıyla tanınan Nişancı Mehmet Paşa, Kanuni döneminin ünlü bilim adamlarından Halep Kadısı Tosyalı Ahmet Çelebi’nin oğludur. 1567 yılında Nişancı olmuştur. Kubbealtı vezirliğine kadar yükselmiştir.
Ama en önemli özelliği, 16’ncı yüzyılın geleneklerine aykırı olarak, vezirlik makamına atanan Türk kökenli ender siyaset adamıdır. Yapı, ünlü mimar Sinan’ın son eseridir. Yapıldığında bir külliye olarak tasarlanan yapıdan günümüze sadece cami ve türbe kalmıştır. Caminin içinde, bir de hazire vardır. Bu hazirede caminin banisinin oğlu Eyüp Kadısı Mehmet Nutki Efendinin mezarı vardır. Evliya Çelebi yazılarında: caminin salatin camileri kadar mükemmel olduğunu yazar. Zaten cami, klasik Osmanlı üslubunun en güzel örneklerinden biridir. Sekizgen şema, değişik bir şekilde uygulanmıştır. Mekan bütünlüğü sağlanmış ve yan odalar tekrar devreye girmiştir.
Nişancı Mehmet Paşa: 1566 yılında, Süleyman’ın ölüm haberini aldığında aldığından üzüntüden ölmüş ve bu medreseye gömülmüştür.
Caminin giriş kapısının üstündeki III. Murat tuğrası, Nişancı Mehmet Paşa tarafından tasarlanmıştır. Harim kubbesi, 14.20 metre çapındadır ve sekiz yarım kubbe ile desteklenmektedir. Mihrap ve iki yandaki çıkıntılar üzerinde, bir yarım kubbe vardır. Mermer mihrap ve geometrik şebekeli zarif minber, ilk inşa devrindendir. Cami içi: çeşitli nakış, hat ve revzenlerle süslenmiştir. İznik çiniciliğinin en parlak dönemlerinde yapılmasına ve aynı döneme ait başka yapılarda zengin çini süslemeler kullanılmasına rağmen, burada hiç çini kullanılmamıştır.
İki yapının arasında kalan minare, tek şerefelidir ve kesme taştan yapılmıştır. Kaidesi kare, gövdesi silindir şeklindedir. Avluda bulunan şadırvan, onikigendir, çatısı kubbeli ve 8 sütunludur. Yangınlar ve depremlerden etkilenen cami: 1766, 1835 ve 1958 yıllarında onarım görmüştür. Sonraki yıllarda, caminin batı duvarına bitişik yapılan iki katlı, dikdörtgen pencereli ahşap bina: yapılış amacı imam ve müezzin lojmanı olmasına rağmen, zamanla cami yeterli gelmeyince, bu kısım da camiye ilave edilerek ibadete açılmıştır.
Caminin günümüze kadar ulaşabilen türbesi, 1595 yılı yapımıdır ve Mehmet Paşa tarafından sağlığında yaptırılmıştır. Caminin kuzeydoğusunda, iki avlu kapısı arasında bulunan türbe, tamamen kesme taştandır. Birçok kaynakta iki olarak belirtilmesine rağmen, günümüzde türbede sadece Paşaya ait ahşap sanduka vardır. Cami ile birlikte inşa edilen, üzeri açık yazlık sebil, türbenin önündeki avlu duvarındadır.
Dış cephesi mermerle kaplı sebilin pencereleri basit demir şebekelidir. Pencerelerin iç kısımlarındaki mermer kurnalar, günümüze ulaşmıştır. Türbenin güneyinde ve kuzeyinde, birer küçük hazire bulunur.
MOKİOS SARNICI-ALTIMERMER
Nişancı Mehmet Paşa medresesinin arkasında, tepenin üstünde büyük bir sarnıçtır.
Şehirdeki açık su depolarının üçüncüsü ve günümüze kadar sağlam ulaşabilen en büyüğüdür. Sarnıç ismini: yakınlarındaki “Daiocletianus” zamanında şehit düşmüş olan “Aziz Mokios” a adanmış kiliseden alır. İmparator Anastasios döneminde yapılmıştır. Bizans döneminde kullanılmaya başlamıştır.
Dikdörtgen sarnıcın boyutları 170 x 147 metredir. Gerçek derinliğinin, tabanı toprakla dolarak yükseldiğinden tam olarak bilinmemesine rağmen, tahminen 15 metre olduğu düşünülmektedir. Duvarlarının kalınlığı, en üstte 6 metredir. Kapsadığı alan 25 bin metre karedir. Bizans döneminin ardından Osmanlı döneminde sarnıcın içine birkaç ahşap ev yapılmış ve sebze-meyve bahçesine dönüştürülmüştür. Sarnıcın kenarında ise ahşap kahvehaneler yerleşmiştir. Çünkü bu bölgede, toprak altında çok sayıda çubuk lülesi bulunmuştur.
Son olarak ise, 1993 yılında “Fatih Eğitim Parkı” olmuştur. 2008 yılında ise “Sema-Aydın Doğan Eğitim Parkı” ismini almıştır. Bir kıyısına eğitim için atölyelerin bulunduğu 2-3 katlı binalar yerleştirilmiş, bir başka köşesi de spor sahalarına ayrılmıştır. Ayrıca, betondan çeşitli biçim ve büyüklükte havuzlar inşa edilmiştir. Sarnıcın 100 metre kadar batısında, 4’ncü yüzyıldan kalma, kare planlı, tonoz örtülü bir mezar bulunur. Zemin altında bulunan mezarın iç kısmı: dini ve bitkisel motiflerle süslüdür.
KUMRULU CAMİİ
Fatih, Kocadede mahallesinde, Yavuz Selim caddesi ve Nişancı caddelerinin kesiştiği noktadadır. Bu cami ismini, duvardaki Bizans döneminden kalma “kumru” dan alır. Mescidin köşesindeki çeşmenin ayna taşında, bir çift kumru kabartması bulunur. Yapı: Fatih camisinin mimarı olan Atik Sinan tarafından, 15’nci yüzyılda kendi adına yapılmıştır. Yapım tarihi net olarak bilinmemektedir.
Cami: 1963-1964 yılları arasındaki onarım sırasında tamamen farklı biçimde tekrar yapılmıştır. Buranın mezarlığında: Fatih camisinin mimarı ve Fatih Sultan Mehmet tarafından idam ettirilen ünlü mimar Atik Sinan’ın mezarı bulunur. Atik Sinan’ın öldürülmesi olayı, Fatih cami tanıtım yazısında ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Atik Sinan’ın türbesi caminin haziresindedir. Mezar taşından, kendisinin 1471 yılında idam edildiği yazılıdır.
Cami: 16’ncı yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Ama: Sinan’ın ilk eseri olması nedeniyle önemlidir. Caminin banisi yani yaptıranı ise: 1532 yılında Amasya kadılığı yapmış olan Ataullah oğlu Nureddin Hamza’dır. İsminin “Üçbaş” olmasının sebebi, camiyi yaptıran kişinin, Adapazarı Karasu kasabası Üçbaş köyünde doğmuş olması ve doğum yerini anmasıdır.
Evliya Çelebi’ye göre: bu camiyi yaptıran Nurettin Hamza: Hz Muhammedi tıraş ettiği için berberlerin piri kabul edilen Selman-ı Pak’ın köçeklerindendir. Köçek: Şeyhlerin ve yaşlı kişilerin hizmetinde bulunan kişi demektir.
Nureddin Hamza efendi: Adapazarı Karasu Üçbaş (bugünkü ismi Üçoluk köyü) köyünden 1530 yılında çıkıp İstanbul’a gelmiş ve Fatih’te berber dükkanı açmıştır. Nureddin Hamza efendi: berber dükkanındaki işini o kadar iyi yapar ki “Sosyete berberi” olarak namı tüm İstanbul ve çevresine yayılır. İşini iyi yapar, ama çok para ister. Adından, çevrede “çok para isteyen berber” olarak söz edilir.
Öyle ki, cami yaptırdığında herkes çok şaşırır ve kimse bu duruma inanamaz “Sen parayı çok severdin, nasıl oldu da cami yaptırdın” diye sorarlar. Bu soruya karşılık kendisi “Parayı çok severim ama öldükten sonra kefenin cebi yok, parayı yanımda götürmek için cami yaptırdım” der. Bir başka söylentiye göre ise, Nurettin Hamza: üç adam başını, bir akçeye tıraş ederek helal mal biriktirmiştir.
Osmanlı döneminde berberler kahvehanelerde çalışırdı. Sultan IV. Murat, dedikoduların yapılması ve yangınların çıkmasında etkisi nedeniyle kahvehaneleri kapattırır. Bu yüzden, berberler seyyar olarak çalışmaya başlar. Sultan IV. Murat ölünce, kahvehaneler yeniden açılır ve berberler kahvehanelerde çalışmayı sürdürür. Ancak Yeniçerilerin kaldırılması sonunda, yeniçerilere ait olan kahvehaneler de kapatılınca berberler, yine yersiz ve işsiz kalırlar.
Gelelim caminin mimari özelliklerine: minare kaidesi ve kitabesi, yapıldığı dönemden kalmadır. Mihrabı mermer kaplı, kürsüsü ahşap, minberi mermerdir. Minaresi: avlu giriş kapısının solundadır. Kesme taştan yapılmıştır. Cami: 1729 yılındaki Balat yangınında yanarak hasar görmüştür. Çatı kısmı çökmeye yüz tutmuşken, 1989 yılında esaslı bir onarım geçirir.
Bu onarımda: eskiyen duvarları tuğla örülerek yenilenmiş, tavan kısmı biraz yükseltilerek betondan düz olarak yapılmıştır. Caminin tam karşısında 1575 yılında yapılan medrese: ilgisizlik nedeniyle yok olmuş, günümüze ulaşmamıştır.
Caminin hemen yakınında: 1682 yılında Edirne Saray Ağası tarafından yaptırılmış ve “Saray Ağası Çeşmesi” denen güzel bir çeşme görülür.
Fatih Sultan Mehmet döneminin ihtisap ağalarından İskender Ağa tarafından yaptırılmıştır. Camiye girişte akmayan “Kabakulak Ağa Çeşmesi” nedeniyle, Kabakulak Mescidi olarak da isimlendirilir. Bu çeşme yapıldığı dönemde, bütün mahalleye hizmet ediyormuş. Hemen yakınlarda: günümüze kalıntısı kalmayan ve sadece mezarlığı bulunan “Kabakulak Tekkesi” de bulunuyormuş. Bu mezarlıkta İskender Ağa ve Kabakulak Ağanın mezarları vardır.
1730 yılında çıkan yangın sonucu yanmış, Sultan I. Mahmut tarafından görevlendirilen Kethüda katibi Halil ağa tarafından tamir ettirilmiş ve minber eklenmiştir. İkinci onarım ise, 1834 yılında yapılmış ve Murat Ağa tarafından yapı yeniden yaptırılmıştır. Yapılan boyama ve kapı girişindeki sundurma, caminin görünümünü değiştirmiştir. Rutubet izi, özellikle dış kısımlarda yoğun şekilde görülmektedir. Günümüzde cami: çevresi yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe içindedir.
Avlu kapısından girildiğinde, solda tek katlı imam lojmanı görülür. Caminin giriş kapısı önünde: toz ve soğuktan korunmak için demir çerçeveli bir camlı bölüm bulunur. Giriş kapısının her iki yanında, üzerinde yarım yuvarlak iki pencere görülür. Tavanı düz ve ahşaptır. Mihrap, minber ve kürsüsü mermerden yapılmıştır. Duvarları çimento ile sıvanmış, çatısı kiremitle örtülmüştür. Minare, sağ taraftadır. Kaidesi kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Yuvarlak minare gövdesi, çimento sıvılı ve şerefe korkuluğu demirdendir. Minare girişi, cami giriş kapısının sağ yanındandır.
KASIMAĞA CAMİ
Derviş Ali Mahallesinde, Kasım Odaları sokağındadır. Geç Roma dönemine ait Aetios açık su haznesinin kuzeyindedir.
Buranın: öncesinde bir Bizans manastırına ait yapı olduğu düşünülmektedir. Hatta: kuzeyde kalan ve Odalar Cami olarak bilinen yapı ile aynı komplekse ait ve bunların da Petra Manastırına ait kalıntılar olabileceği ileri sürülmektedir. Ancak asıl işlevi ve yapım tarihi bilinmemektedir. 20 metre kadar kuzeydoğusunda, büyük bir kapalı sarnıç vardır. Sarnıcın, bir yapının alt yapısı olduğu düşünülmektedir. Sarnıç: zaman içinde İpek Bodrum ve Cin Ali Köşkü gibi isimlerle anılmıştır.
İpek Bodrum ismini: 1919 yılına kadar iplik atölyesi olarak kullanılması nedeniyle almıştır. 1919 yangınından sonra boşaltılmıştır. İçi sıvalı, köşeleri kavisli, kagirdir. Kasım Ağa vakfına ait sarnıç, zengin sütun başlıkları nedeniyle 1965 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından korumaya alınmıştır. Sarnıcın üstü, yaklaşık 1 metre kadar doldurularak, spor ve çocuk parkına çevrilmiştir.
Evet, mevcut bu yapının: 1204 yılındaki Latin işgali sırasında, Latinler tarafından kullanılan St Vierge du Rosaire adlı kiliseye ait bir ek olabileceği düşünülmektedir. Son bir iddia ise, bu yapının biraz sonra anlatacağım hemen yakınlardaki “Odalar Cami” sinin manastır olduğu dönemde, bir parçası olarak kullanıldığıdır.
Camiye çevrilme:
Yapı: 1460 yıllarında bölgedeki Hıristiyan nüfus fazla olmasına rağmen, Fatih Sultan Mehmet’in sekbanbaşı Kasım bin Abdullah tarafından camiye çevrilmiştir. Çünkü mahalledeki Müslüman sayısı artmıştır. Caminin avlusunda: güneydoğu yönünde, apsis olduğu iddia edilen ve yönü doğuya bakan bir kalıntı bulunmuştur. 1894 yılındaki depremde çatısı ve bazı duvarları çökmüş, minaresi de yıkılmıştır. 1919 yılındaki yangında ise yapının çevresindeki tüm yerleşim birimleri yanmış ve adeta boş bir arsa haline dönüşmüştür.
Bu yangından geriye sadece duvar kalıntıları ve minaresi kalmıştır. 1950’li yıllarda, yapılaşmaya paralel olarak, mescit arsasının üstünde gecekondular yapılmış, bu sırada da mescit harabe hale gelmiştir. Ardından çeşitli girişimler sonucu, mescit 1977 yılında onarılmıştır. Minaresi, 1989 yılında tek şerefeli olarak yeniden yapılmıştır. Çatı ve tavanı ahşap olup, üstü kiremitle örtülmüştür.
ODALAR CAMİ
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Kemankeş Mustafa Paşa camisi olarak da bilinir.
Salmatomruk Kasımodaları sokağında, Kasımağa mescidinin hemen yanındadır. İpek sarnıcı olarak bilinen ve 28 tane destekle taşınan sarnıç, Kasımağa mescidi ve Odalar camii yani bu üçlü yapı gurubunun bir manastıra ait kompleksler olduğu düşünülmektedir. Ancak Bizans dönemindeki ismi bilinmemektedir. Yakınlarda bulunan bir sütun başlığının üstünde “Ceba” yazması nedeniyle Sergios-Bakkhos adı ile kilise arasında bir bağ kurulabileceği düşünülmektedir.
Öte yandan: yapının İmparator Alexios Komnenos I (1081-1118) tarafından yaptırılan ve kendisinin de gömülü olduğu Philanthrophos kilisesi olarak da düşünülmekte ancak kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bu düşünce tamamen bir tahmindir. Binanın kalıntılarına bakıldığında, yüksek bir mahzen üzerinde, birbiriyle irtibatlı, 16 hücreden meydana gelen bir manastırdan söz edilir. Manastır: 1204 yılındaki Latin-Haçlı istilası sırasında yanmıştır. Ardından harabe haline gelen yapı: yeniden yapılmışsa da, 1622 yılında buraya gelen Kardinal Demarchis tarafından yazılan raporda, binanın harap durumda olduğu belirtilmiştir.
Yapının plansal ve yapısal özellikleri dikkate alındığında, ilk olarak 8’nci yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir.
1934-1935 yılları arasında, mahzende meleklerle çevrili tahtında oturan Meryem, alttaki kilisede Aziz Maurikios, çeşitli peygamberler, Deesis, üstte ise Meryem’in yaşamından sahneler içeren freskler görülmüştür. Bu kiliseye ait olan Meryem ikonası, Venedik balyosu tarafından satın alınmış ve Galata’daki Sen Pietro kilisesine verilmiştir. Yapı: 1475 yılında, Kırım’dan getirilen Katolik Ermeniler ve Cenevizliler tarafından, Santa Maria Di Constantinapoli adıyla kilise olarak kullanılmaya başlanmıştır.
O yıllarda bu kilise bir manastıra bağlıydı. Kilise: Sultan IV. Murat döneminde, çevredeki Müslüman nüfusun artması ve Hıristiyan nüfusun azalması nedeniyle, 1640 yılında Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Kemankeşlik: Osmanlı imparatorluğu döneminde yapılan bir okçuluk sporudur. Yapı: bodrumundaki odalar nedeniyle “Odalar Mescidi” olarak isimlendirilmiştir.
1782 yılında, yeniçerilerin Şehzade camisi yakınlarında barındıkları odalar yani binalar, yangında kullanılmaz hale gelince, yeniçeriler buraya, Kemankeş camisi çevresine yerleştirildi. Bu yüzden, caminin adı “Odalar camisi” ne dönüşmüştür. Mescit 1890’lı yılların başlarında viraneye dönüşmüş ve 1919 yılındaki yangında tamamen yanarak yok olmuştur. Ardından 1950-1960 yılları arasında çevresine ve bizzat içine gecekondular yapılmış ve tamamen ortadan kalkmıştır.
NURİ PAŞA ŞEHİTLİĞİ
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Nuri Paşa (Killigil) (1890-1949) : Enver Paşanın kardeşidir ve 15 Eylül 1918 günü, Azerbaycan Bakü şehrini Rus ve Ermenilerden kurtaran ordunun başındadır.
Kurtuluş Savaşında, Kazım Karabekir’le birlikte, Türk ordusunun Ermenilerle yaptığı savaşta birlikleriyle orduyu destekledi. Doğu cephesinde Ermenilere karşı kazanılan zaferde önemli payı olan Nuri Paşa, TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile onurlandırıldı. Savaştan sonra, 1923 yılında kardeşiyle birlikte Almanya’da çinicilik eğitimi aldı. 1925 yılında Kütahya’da, Kütahya Çini İşleri Türk Anonim Şirketi ve Kütahya’da bir çini ve seramik fabrikası kurdu.
Zeytinburnu ve Sütlüce’de, silah ve cephane fabrikası kurdu. 1939-1949 yılları arasında İzmir Karaburun’da cıva madeni işletti. II. Dünya savaşında, Türk ordusu için silah ve cephane imal etti. Savaştan sonra ABD’nin Türkiye’ye yaptığı Amerikan Askeri Yardımları gereği “Türk Savunma Sanayinde Özel Sektör” kaderine terk edildi. Nuri Paşa: 1947-1949 yılları arasında Arap ordularından siparişler aldı. ABD’nin İsrail siyasetine karşı, Filistin halkını destekledi. İsrail ile savaşan Araplar için silah ve cephane üretti.
2 Mart 1949 günü, fabrikasında büyük bir patlama oldu. Nuri Killigil, mühendis ve işçileri ve 28 itfaiyeci ile birlikte, on binlerce top ve havan mermisiyle aynı anda ve hep birlikte yok oldu. Sabotaj ihtimalleri hiç araştırılmadı. Böylece çok önemli bir milli endüstri sektörü yok oldu. Nuri Paşa’nın gövdesinin bir parçası, 10 gün denizden çıkarılmış ve Edirnekapı şehitliğine gömülmüştür. Gömüldüğü yerde, 67 yıl aradan sonra “Şehitlik” yapılmıştır.