İstanbul Fener

fener-genel-en-basa-koyalimyokus-2
İstanbul Fener

Fener semti: tarihi yarımadada “İlk İstanbul” veya “Suriçi İstanbul” olarak bilinen bölgede, Fatih ilçesinin kuzeydoğusunda ve Haliç’e bakan bir semttir. Doğusunda “Cibali” ve kuzeybatısında “Balat” semtleri vardır.

Bu semtler: İstanbul’un ilk kuruluşundan günümüze kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Fener semtinin tarihinin, İstanbul’un ilk kuruluş yıllarında başladığı söylenir.

Ermeni yazar Farbl Lazar’ın yazdıklarına göre: İmparator Konstantinus: Bizanstion adını taşıyan bu küçük yerleşim yerine geldiğinde: buranın çok güzel olduğunu ve yerleşmeye çok elverişli olduğunu gördü. Çünkü buranın batı tarafındaki ufak bir kara kısmı yanında, diğer üç bölüm denizle çevriliydi. Bu yüzden, İmparator derhal faaliyete başladı ve yarımadanın iç kısmında bulunan tepeleri düzelttirdi ve surların inşa planını hazırladı.

Roma döneminde yerleşilen bu bölgeye, Bizans döneminde “Petrin” yani “Kaya” isminin verildiği biliniyor. Bu bölge: İstanbul’un yedi tepesinden birinin zirvesine çıkan, oldukça dik bir yokuşun çevresinde kuruluydu. Hatta: burada sadece surlar değil, aynı zamanda şehir merkezinden ayrı bir iç kale vardı.

Bu kalenin surlarındaki kapıya ise “Porta Phanari, Porte del Pharo” yani “Fener kapı” deniliyordu. 1351 tarihli bir belgede ise, bu kapının yanındaki mahalleye, Bizans döneminde “Fanari” ismi verilmişti. Çünkü, bu mahalle yani kapının bulunduğu yerde, limana yakın bölümde bir zamanlar bir deniz feneri vardı. Ancak bu sözü edilen deniz feneri, günümüze ulaşmamıştır. Büyük ihtimalle: İstanbul’un uğradığı büyük depremler, kuşatmalar ve saldırılar sırasında yok olduğu kesindir.

Zaten: sadece fener değil, gerek surlar ve gerekse bir zamanlar burada bulunduğu söylenen kapıdan da herhangi bir kalıntı, günümüze ulaşmamıştır. Ancak kapının yeri tahmin edilmektedir. Çünkü bütün sokaklar, kapının bulunduğu tahmin edilen yere açılmaktadır.

Evet: surlarla çevrili bu iç kale bölgesinin ismi, Bizans döneminde “Petrion” olarak bilinmektedir. Şehir merkezinden ayrı, bağımsız bir bölüm gibi olan Petrion’un ilginç bir tarihi geçmişi vardır.

1204 yılındaki işgalde, Latinler yani Haçlılar: ilk önce Petrion bölümünü ele geçirmişler ve ardından şehre girmeyi başarmışlardır. Çünkü: başlangıçta Haçlı donanması düşman gibi görülmemiş ve Haliç girişindeki ünlü zincir açılarak, donanmanın Haliç’e girmesine izin verilmiştir. Ardından, Haçlılar, Haliç kıyısında bulunan ve diğerlerine göre daha zayıf surlara saldırmışlar ve Petrion’u ele geçirmişlerdir.

Ama Türklerin şehri kuşatmasında bunun tam tersi olmuş, şehrin birçok bölümü ele geçirilmesine rağmen, Petrion’da bulunanlar, burayı uzun süre savunmuşlardır. Buna istinaden, Fatih Sultan Mehmet, buranın yağmalanmasını yasaklamış ve hatta sonradan buraya bazı ayrıcalıklar vermiştir. Bu yüzden: tarihi süreçte, İstanbul’da yaşayan Rumlar ve özellikle “Feneriyot” olarak isimlendirilen varlıklı aileler: bu bölgede toplandılar. Semtin iç bölümlerinde Rumlar, sahilde ise Yahudiler karışık olarak yaşıyorlardı.

Evliya Çelebi yazlarında: şehrin alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet’in Mora Rumlarını, Fenerkapıya yerleştirdiğini yazar. Ayrıca: yine o dönemlerde Fener semtinde; meyhaneleri ve balıkçılarının ünlü olduğunu belirtir.

Ermeni tarihçi Sarraf Hovannesyan tarafından yazılarında: Cibali Ayakapı’dan Fener’e kadar uzanan yerde, Rum zenginlerinin ve Eflak-Boğdan Beylerinin sıra sıra evlerinin bulunduğundan söz eder. Çünkü: bir zamanlar Osmanlı yönetiminde olup günümüzde Romanya’nın parçaları olan Eflak-Boğdan voyvodaları, geleneksel olarak Fener Rumları arasından seçilirdi. Ayrıca: Osmanlı Hariciyesinde tercümanlık görevleri de hep Fenerli Rumlar tarafından yürütülürdü.

fener-genel-1
İstanbul Fener

Sonuçta: Rumlar ellerine geçen yüksek paralarla, Fener semtinde muhteşem evler ve saraylar yaptırdılar. Ancak, bu saraylar günümüze ulaşmamıştır, evlerin ise bir kısmı kalmıştır.

Günümüzde burada sanki zaman durmuş gibidir. Ayrıca: tam bir kültür mozaiği vardır. Cadde ve sokaklarda gezinirken karşınıza bir anda bir Ermeni kilisesi, sonra bir Yahudi havrası, ardından bir cami ve hatta bir Rum kilisesi çıkar.

Biraz önce sözünü ettiğim, gibi, semtin güzel dönemlerinden günümüze saraylar kalmamış olmasına rağmen, bazıları çok güzel onarılmış ve bazıları ne yazık ki metruk evler görülmektedir.

fener-patrikhane-1
İstanbul Fener Patrikhane
fener-patrikhane-7
İstanbul Fener Patrikhane

PATRİKHANE

Sadrazam Ali Paşa caddesi üzerinde bulunan Patrikhane: 1601 yılında buraya taşınmıştır. Patrikhanenin: 450 milyonluk Ortodoks dünyasının merkezi olduğu iddia edilmektedir. Ancak: pek çok kişi tarafından bilinen bu durumun aksine: Patrikhane, tüm dünyadaki Ortodoksların değil, sadece 125 bin kişilik bir cemaatin dini liderliğini yapmaktadır. Yunanistan Kralı Konstantin’in vaftiz töreni burada yapılmıştır. Patrikhane Kütüphanesi: dünyanın en önemli arşivlerinden birisi olarak kabul edilir. Buradaki: el yazması eserler, Padişah fermanları, minyatür, resim, gravür, fotoğraf gibi dokümanlar özenle korunmaktadır.

Patrikhane bölgesine üçlü bir kapıdan girilir. Basamaklardan yukarı doğru çıkıldığında: karşıya ana kapı gelir. Bu ana kapının solundaki kapıdan kilise tarafına, sağındaki kapıdan ise 1941 yılındaki yangından sonra yapılan ve 1980’den sonra yenilenen Patrikhane binasına girilir.

Ana Kapı

Patrikhanenin ana kapısının tatsız bir hikayesi vardır. 1821 yılında, Yunanistan’ın bağımsızlık hareketleri başlayınca, Patrik V. Grigorios, Osmanlı devleti tarafından, bu bağımsızlık hareketlerini ve özellikle Mora İsyanını körükleyenler arasında sayılmış ve bu hareketleri durdurmak için yeterince çaba göstermediği gerekçesiyle üç metropolitle birlikte idam edilmiştir.

Patrik Gregorios; idam edildikten kısa süre sonra, Türklerin, Yunanlı kurbanlarından biri olarak kabul edilmiş ve aziz ilan edilmiştir.

Bu idam olayından sonra: Patrikhanenin ana kapısı kapatılmış ve bir daha açılmamıştır. Kapının üstündeki idam çengeli hala durmaktadır. Çünkü, söylentilere göre: onlar “burada bir Türk büyüğü asılmadan bu kapıyı açmayacağız” diye diretmektedirler. Yani: bu din kapısı, bir kin kapısı haline sokulmuştur. Halbuki: asılan Patrik: o zamanlar, gerçekten Yunanistan’ın bağımsızlığı ile sonuçlanan Mora isyanının baş tetikleyicisidir.

Yine bu konu ile ilgili bir kanıtlanmış olaydan söz etmek istiyorum. İdam edilen Patrik: Rus Çarına bir mektup göndermiş ve Türklerin nasıl yenileceği konusunda bazı önerilerde bulunmuştur. (Bu mektup hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler: www.tarihinizinde.com sitesinden mektubu ve hikayesini öğrenebilirler) Osmanlı yönetimi, bu mektuptan haberdar olunca, Patrik’in idam kararı kesinleşmiştir.

Soldaki Kapı-Aya Yorgi Kilisesi Kapısı

Ana kapının solundaki kapıdan girildiğinde: Patrikhane kilisesi “Aya Yorgi” (Ayios Yeoryios) ye geçilir. Patrikhanenin tarihi ibadet yeri olan mevcut binanın ilk yapısı “Burç Kilisesi” diye anılan “Kadınlar Manastırı” dır.

Kilise: Patrik II. Timoteos zamanında: 12 havariyi temsilen 12 sütun (bu sütunların üstünde havarilerin tasvirleri görülür) üzerine 1614 yılında inşa edilen yapı: Ortodoks Rum Patrikhane Kilisesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Yapı: bazilika tipinde inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde, Tanzimat dönemine kadar, kiliselerin kubbeli olmasına izin verilmiyordu. Bu kilisenin kubbesi de: bir söylentiye göre 1701 yılında Sultan Mustafa ve bir başka söylentiye göre ise 1704 yılında Sultan III. Ahmet döneminde baş vezir emriyle yıkılmıştır. Yapı: 1798 yılında yapılan onarımın ardından, 1930’larda yine onarım görmüştür.

Günümüzde görülen yapı: mimari bakımdan, oldukça mütevazidir ve bir zenginlik göstermez.

Ancak: bu kilisenin esas önemi, mimari yapısından öte Rum Ortodoks cemaatinin elinde kalmış değerli dini eşyaların birçoğu burada muhafaza edilmesiyle bağlantılıdır.

Bunlar arasında bulunanlar: Patrik tahtı ve üzerine İncil konulan iki masadır.

Bu tahtın: İstanbul’da fetih sırasında Patrik ve Aziz olan İoannes Hrisostomos’tan kaldığı varsayılmaktadır. Taht: sedef kakmalıdır. Ancak; Bizans süsleme sanatında sedefe pek rastlanılmaz, sedef süsleme, genellikle Selçuklu dönemine tarihlenir. Bu yüzden: bu tahtın, söylendiği kadar eski olması mümkün değildir.

Yine burada: sedef işlemeli bir sehpa, altın yaldızlı ve taşınabilir “Meryem Ana Tablosu” ve birçok güzel ikon bulunmaktadır. Taşınabilir Meryem Ana Tablosu: mozaik bir ikondur ve bu tür ikonların, dünya üzerinde sadece on-onbeş tane kaldığı söylenmektedir.

Kilisenin ikonostasionunun tahta oymacılığı gerçekten muhteşem güzeldir. Söylenenlere göre: iki usta, bunun yapımında kırk yıl çalışmıştır.

Sağ köşede: bir sütun vardır. Bu sütunun demir kaplamasının üzerinde bir delik görülür. Bunun: İsa’nın gerildiği çarmıh olduğuna inanılıyor. Yine sağ tarafta: üç azizenin biri gümüş tabutları görülüyor. Gümüş olan tabut, Rusya’dan hediye edilmiştir. Bu üç azize: Eufemia, Teofano ve Omonia’dır.

Sağdaki Kapı-Patrikhane Kapısı

Patrikhane: İstanbul’un fethinden kısa süre sonra Çarşamba semtindeki “Pammakariston Kilisesi” (Günümüzde Fethiye Cami) ne yerleşmiştir.

1586 yılından sonra, Patrikhane, Fener semtindeki çeşitli kiliseleri dolaşmış ve 1601 yılında günümüzdeki yerine taşınmıştır.

Ancak: burada bulunan ahşap Patrikhane binası: 1941 yılında yanmış ve ardından günümüzdeki kompleksin sağ bölümünde bulunan kagir Patrikhane binası yapılmıştır.

Patrikhane: uzun yıllar bu kagir binada bulunmuştur. 1980’lerde ise Türk-Yunan ilişkileri yumuşayınca, mevcut kagir bina beton bina şeklinde yenilenmiş, ancak bölgenin ikinci derece Sit alanı olması nedeniyle, mevzuata uygun olarak ahşapla kaplanmıştır. Yani: dış görünüm korunmuştur.

Günümüzde, bölgedeki Fener Lisesinden sonra, Patrikhane binası oldukça sade görünümlüdür.

fener-dimitri-cantemir-3
İstanbul Fener Dimitri Cantemir Evi
fener-dimitri-cantemir-1
İstanbul Fener Dimitri Cantemir Evi

DİMİTRİ CANTEMİR EVİ

Maria kilisesinden aşağıya doğru, kıyıya doğru yüründüğünde, Yuvakimion Kız Lisesi yanındaki dar yolda, bir bina görülür. 1700’lü yıllardan kalma bu bina: eskiden adı gene Yuvakimion olan Erkek Lisesinin Jimnastik Salonuydu. Sonradan kızlara verildi. Kapısında: bir tarihle birlikte güzel servi ağaçları ve tavus kuşları kabartmaları görülür.

Bu büyük binanın hemen solunda: yan yana iki güzel Rum evi vardır. Bunlardan biri: zamanında Ksantopulos isimli birine aitmiş ve tavan süslemeleri güzeldir. Günümüzde burası “Kur-an Kursu” olarak kullanılıyor. Her iki evin bahçesinde: Yunancada “koine” denen: siyah ve beyaz taşlardan mozaikler görülür.

Buradan sonra: dar yoldan aşağıya doğru inilince; solda bir kapı görülür. Burada, duvara çakılı mermer kitabede : Rumca ve Türkçe olarak “Burada Dimitir Kantemir” in yaşadığını anlatan satırlar görülür.

1673-1723 yılları arasında yaşayan Dimitri Kantemir: Boğdan voyvodolarından biriydi. Kültürlü, yedi sekiz yabancı  dil bilen ve zengin bir kişidir. Siyasetçiliği yanında, Klasik Türk Müziğine yaptığı katkılarla hatırlanır. Osmanlı tarihi ve klasik Türk müziği üstüne, ilk sistematik ve bilimsel kitabı yazmıştır. Yaklaşık 300’den fazla şarkıyı: notalarıyla birlikte kağıda geçirerek günümüze dek gelmelerini sağlamıştır.

1710 yılında ise, Rus Çarı Petro ile ittifak içinde bir komplo hazırladığı öğrenilen Kantemir, yakalanmadan önce Rusya’ya kaçar. Boğdan voyvodalığını, üç kuşak boyunca yapan Kantemirler: Boğdan bölgesini günümüzde toprakları içinde barındıran Romanya ülkesinde de tanınır ve sayılırlar.

Ancak, Kantemirlerin ihanetinin ardından: Eflak-Boğdan voyvodalığının: yerli halktan seçilmesi geleneğine son verildi ve bu iş Fener semtinde oturan Rumlara kaldı.

Günümüzde: Kantemir Evinin bulunduğu bahçe: Fener semtinin en büyük ailelerinden Kantakuzenoslar’a aittir. Bu aile: eski Doğu Roma İmparator sülalelerinden birisidir. Bu gayet büyük bahçenin içinde, bir de Aya Yorgi kilisesi vardır. Ortodoksların bir geleneği olarak: bu kilise, Kudüs Patrikliği kendi Metohion’u yani bir çeşit şubesi olarak yaptırmıştır. Yani: bu kilise, idari olarak günümüzde de Fener Rum Patrikliğinin yetkisi dışındadır. Bazilika tipindeki bu kilise: büyük mimari özelliği olmamasına rağmen, yapımında bolca mermer kullanılmasıyla önem kazanmaktadır.

fener-mogollarin-meryemi-1
İstanbul Fener Meryem Ana Kilisesi-Kanlı Kilise-Moğolların Meryemi
fener-mogollarin-meryemi-3
İstanbul Fener Meryem Ana Kilisesi-Kanlı Kilise-Moğolların Meryemi

MERYEM ANA KİLİSESİ-KANLI KİLİSE-MOĞOLLARIN MERYEMİ

Fener Lisesinin öbür yanından yokuş aşağı inerken solda kalan kilisedir. Genellikle “Kanlı Kilise” veya “Muhliotissa, Moğolların Azize Meryem Kilisesi” olarak bilinir.

Günümüzde kullanılan, Bizans döneminden kalan tek kilise olarak önem kazanmaktadır. İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmeyerek ayin yapılan bir kilise olarak bırakılmıştır. Yani: fetihten sonra Rumların elinde kalan tek Bizans kilisesidir.

Önemi

Kilise: “Theotokos Panayotissa” yani “Tanrı’nın Kutsal Annesine” adanmıştır.

1282 yılında Bizans imparatoru VIII. Mihail Paleologos’un gayrimeşru kızı Prenses Maria Paleologina tarafından yaptırılmıştır. VIII. Mihail, İstanbul’u Latinlerin işgalinden kurtararak geri alan imparator olarak bilinir.

Başka bir kayda göre: Kilise, 1261 yılında İmparator VIII. Mihail’in dayısı İsaakios Dukas tarafından yapılmış, Moğolların kraliçesi Maria: bu yapıya sonradan bir takım eklentiler ve süslemeler ilave ettirmiştir. Hatta bazı tarihi kaynaklara göre: burada çok daha önceleri bir kilise bulunduğu belirtilmektedir. Yine gerçekliği kanıtlanmamış söylentilere göre: 7 yüzyıl başlarında burada Bizans imparatoru Maurikios’un kızı Prenses Sopatra ve arkadaşı Eustolia tarafından bir manastır inşa ettirilmiştir. Ancak bu manastır, 1204 yılındaki Haçlı Latin işgali sırasında yıkılmıştır.

fener-mogollarin-kralicesi-meryem-1
İstanbul Fener Meryem Ana Kilisesi-Kanlı Kilise-Moğolların Meryemi Azize Meryem-Maria

Azize Meryem-Maria

Öncelikle: kiliseyi yaptıran veya hikayeye konu olan kişinin yani Prenses’in ismi “Meryem” değil “Maria” dır.

Uzakdoğu’da tanıştıkları Nasruti Hıristiyanlarının etkisiyle, çevrelerindeki Müslümanlara karşı, Hıristiyanları daha yakın müttefik görürler. 13 yüzyıl başlarında: Moğollar Hülagü Han önderliğinde, İran’a kadar gelerek Bizans’a komşu olurlar.

1261 yılında İstanbul şehrini, işgalci Haçlı Latinlerden geri alan Bizanslılar: Moğol akınlarını önlemek için zamanın alışkanlıkları gereği, evlilik yolu ile Moğol Hanı Hülagu’nun saraya akraba olmasını isterler.

Bunun üzerine, 1265 yılında Prenses Maria, çeşitli hediyelerle birlikte, babası imparator tarafından Moğol Hanı Hülagu’ya gelin olarak gönderilir. Ancak yolculuğun uzun sürmesi ve Hülagu’nun iyice yaşlanması sebebiyle, Prenses Maria, Moğol sarayına ulaşmadan Hülagu ölür. Prenses Maria Moğol sarayına vardığında ise, ölen Hülagunun oğlu ve halefi Abaka Han ile evlenir.

Maria: İran’daki Moğol sarayında yaklaşık 15 yıl kadar yaşar. Bu dönemde, onun etkisiyle: Han ve saray halkının birçoğu Hıristiyanlığı seçer.

1281 yılında ise: Abaka Han, kardeşi Ahmet tarafından öldürülür: Maria bir başka Moğol hanı olan Karabanda’ya gelin olarak sunulur ancak Maria bunu kabul etmez ve Konstantinopolis’e dönmek zorunda kalır.

Bu sırada: günümüzde görülen kilise ve beraberinde bir kadınlar manastırı kurar. Manastırı “Panaghia Muhliotissa” ya yani “Moğolların kraliçesi” ne yani bir anlamda “kendine” adar. Çünkü: kendisi bilindiği adıyla “Panaghia Muhliotissa” yani “Moğolların kraliçesi” dir.

Sonuç olarak: Moğolların kraliçesi Muhliotissa yani Maria: rahibe olur ve son yıllarını bu manastırda inzivaya çekilerek geçirir. Günümüzde, Moğolların Meryem’i olarak anılan Maria Palailogos’un tek tasviri, Kariye Kilisesinde “Deisis” mozaiğinde görülür. Burada: İsa’nın ayaklarının dibinde resmedilmiştir.

Fetihten Sonra

Fetih sırasında: İstanbul Müslümanlar tarafından ele geçirildiğinde, daha önce sözünü ettiğim gibi “Petrion” denen Fener bölgesinde çok şiddetli çatışmalar yaşanmış ve bu kilisenin hemen yanında, İstanbul şehrinin en dik yokuşu kabul edilen yokuştan aşağıya oluk oluk Ortodoks kanı akarak Haliç’e karışmıştır. Bu yüzden: kilisenin bir adı da “Kanlı Kilise” dir.

Fetihten sonra, Fatih Sultan Mehmet, Fatih Camiini inşa eden Rum mimarı Hristodulos’un ricası üzerine bu kiliseyi onun annesine bağışlamıştır. Ayrıca: cami olmaktan muaf tutulacağına dair bir ferman yayınlar.

Böylece, kilisenin mülkiyeti Rumlardadır. Bu durum: Fatih Sultan Mehmet’in, Petrion yani bu bölgeye verdiği imtiyazlarla da ilgilidir. Çünkü: hatırlanacağı üzere, bu bölge yani Petrion, kuşatmada uzun süre dayanarak şehir merkezinden sonra ele geçirilmiştir ve Fatih, buranın yağmalanmasını engellemiş, buraya bazı imtiyazlar vermiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in bu konudaki fermanları ve Yunanca çevirileri: hala kilisenin duvarında asılıdır. Çünkü: ardından zaman zaman Osmanlı gelenekleri devreye girmiş ve kilise camiye çevrilmek istenmişse de, Fatih Sultan Mehmet’in fermanı buna engel olmuştur.

Mimari

Yapının duvarları: kırmızı aşı boyalı yani gül pembesi rengindedir.

Kilisenin özgün planı: içten dört ve dıştan üç yapraklı yonca şeklindedir. Yani, İstanbul şehrindeki yonca tipli mevcut iki kiliseden biridir. Diğer yonca tipi kilise, Heybeli ada dadır. Dışarıdan bakılınca: yoncanın üç yaprağı görülür. Dördüncü yaprak ise nef kısmıdır. Kubbe kasnağı biraz deforme olmasına rağmen alışılmadık ölçüde yüksektir.

Modern zamanlarda: kilisenin tüm güneyi yıkılarak yerine tarihi hatlarıyla uyumsuz olan karemsi narteks bölümü konulmuş ve binanın uyumu bozulmuştur. Zaten geçirilen onarımlar sonucu bu yonca planı da hayli bozulmuştur. Özellikle, içine girildiğinde bu bozulmayı yaratan simetrisizlik hemen göze çarpar. İçeride: içbükey ikonlar bulunuyor.

Günümüzde: kilise, hala Bizans döneminin bir sanat hazinesine sahiptir. Theotokos Pammakaristos tarafından yapılan “Tanrı’nın Esen Annesi” ne ait portatif yani taşınabilir güzel mozaik ilgi çeker. Bu mozaik: Aya Nikola ve Aya Yorgi Patrikhane Kiliselerindeki mozaiklerle benzerlik taşımaktadır. Yani: bunların hepsinin 11 yüzyılda aynı dönemde yapıldığı düşünülmektedir. Ancak, bu mozaikler, şehirde günümüze kadar ulaşmış, üç mozaik olarak bilinir ve dünya üzerinde bunlardan sadece on tane kaldığı tahmin edilmektedir.

Kilisenin bahçesinde: duvardaki nişte, Uzakdoğulu yüz hatları olan bir kadın heykelciği vardır. Bu da “Moğolların Meryem’inin heykeli” olarak kabul edilir. Bu heykelcik, yakın zaman önce, Patrikhane’ye korumaya alınmıştır.

Kilisede: günümüzde ayin yapılmıyor. Sadece her yıl 15 Ağustos günü: Meryem’in göğe yükselmesi onuruna ibadet yapılıyor.

fener-patrikhane-0
İstanbul Fener Fener Rum Erkek Lisesi-Megali Scholio
fener-rum-erkek-lisesi-2
İstanbul Fener Fener Rum Erkek Lisesi-Megali Scholio

FENER RUM ERKEK LİSESİ-MEGALİ SCHOLİO

Moğolların Meryem’i kilisesinin hemen yanında, sağ bölümdedir.

Haliç kıyısında konumlu yapı: olağanüstü ve masalsı bir şatoya benzemektedir. Şehrin bu bölgedeki panoramasını belirler. Günümüzde görülen bina: 1881 yılında, mimar Dimadis tarafından; Zarifis, Evyenidis ve Zafiropulos gibi zengin Rumların bağışlarıyla yapılmıştır. Mimari özellikler: Endülüs ve Bizans stilleri karışık Bizantino-Marok özellikler göstermektedir. Arkadaki kulelerden birinde, yapılış tarihi olarak 1881 yılı ve mimarın ismi olarak “Dimadis”yazılıdır. Binanın özgün yapısı: sonraki onarımlar sonucu yok olmuştur. Rumların dini eğitimi zamanla Heybeliada’ya kaydırılınca: din dışı eğitim burada kurumsallaştırılmıştır. Yani: okul, ilk laik okul olma özelliği göstermektedir. Günümüzde okul açık olmasına rağmen, öğrenci sayısı yok denecek kadar azdır.

fener-mesnevihane-tekkesi-1
İstanbul Fener Darul Mesnevi (Mesnevihane Şeyh Murat) Camii-Mesnevihane Tekkesi

DARUL MESNEVİ (MESNEVİHANE ŞEYH MURAT) CAMİ-MESNEVİHANE TEKKESİ

Fener semtinde Mesnevi sokakta ve Rum Lisesinin hemen arkasındadır. Camiye “Darul Mesnevi” yani “Mesnevihane” denmesinin sebebi: yapının Mesnevi okumak ve anlamak, tasavvuf bilimi ve Farsçayı öğrenmek için yapılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Yapı: Mehmet Murat Efendi tarafından; 1844 yılında yaptırılmıştır. Kendisi; dönemin önde gelen Mesnevi sarihlerinden ve Mesnevihanlarından biridir. Bu tekkeyi: özellikle Mesnevi eğitimi vermek amacıyla yaptırmıştır. Mehmet Murat Efendi 1848 yılında ölünce, buraya türbesi de inşa edilmiştir.

Yapı: moloz taş ve tuğladan, dikdörtgen planlı ve çatılı olarak inşa edilmiştir. Minberi ahşaptır. Öndeki avluda: beton kubbeli ve süslü, altı köşeli mermer hazneli şadırvan vardır. Avludaki büyük sarnıç ise: 1852 yılında Sultan II. Mahmut’un baş kadını Nevfidan Hatun tarafından yaptırılmıştır. Yapının ilk talebelerine icazet verilirken: devrin padişahı Sultan Abdülmecit de bu törene katılarak icazet alanlara hediyeler vermiştir. Çünkü: Mesnevi okumayı teşvik etmek softalar arasında ilim öğrenmenin önemini göstermek istemiştir.

1925 yılına kadar Nakşibendi tarikatının denetiminde kalan yapıdaki tesisler: 1925 yılında Tekkelerin kapatılmasının ardından: buradaki yapılar özgün kullanımlarını yitirmiş ve harap olmaya başlamıştır. 1868 yılında: onarım gören mescit-dersane bölümü: günümüzde cami olarak kullanılmaktadır. Mescitten geriye kalan orijinal kısımlar ve avludaki büyük sarnıç, 2000 yılında yapılan yeni inşa yıkım faaliyetlerinde ortadan kaldırılmıştır.

AYA YORGİ METOHİON KİLİSESİ-AYİS YEORYİOS KİLİSESİ

Vodina caddesi üzerindedir.

Yüksek duvarlarla çevrili bu alan, ilk Feneriyot bürokratlarından Mihail Kantakuzenos’a aittir. Kendisi: Türkler tarafından “Şeytanın oğlu” olarak tanınır. Yüksek duvarlarla çevrili arazisi içinde gerek kendi sarayı ve gerekse bu kilise bulunmaktadır. Kilise 1132 yılında yapılmıştır.

Kilise: 1640 yılında yanmış ve Kürkçüler Loncası tarafından onarılmış ve Kudüs Patriği Khrisanthos döneminde, 1708 yılında Pavlos tarafından yeniden yapılmıştır. Yine aynı dönemde, kilise, Kantakuzenos tarafından: Kudüs Patrikliğine bağışlamış ve Kudüs Patrikhanesi Metohionu yani Kudüs Patrikliğinin bir şubesi olmuştur. Kilise: 1728 yılında yeniden yanmış ve 1730 yılında yeniden yapılmıştır. Kaba yontu taşla ve çatılı olarak inşa edilmiştir. Bazilika planındadır. Gümüş ikonalar ve yağlı boya tasvirlerle bezenmiştir. 18 yüzyılın sonunda, Kudüs Patriği, burada yaşamıştır. Kudüs’ten gelen kilise mensupları da burada misafir edilmiştir.

Kilisenin içinde bir kütüphane bulunmaktadır. Kantakuzenos: servetini kullanarak şehirdeki antik el yazmalarının birçoğunu toplamış ve bunlarla geniş bir kütüphane kurmuştur. Bu kütüphanenin koleksiyonundaki en önemli eser: Archimedes’in 10 yüzyılda yazılmış “Mekanik Problemlere Çözüm Yöntemleri” adlı eserinin tam ve mükemmel durumdaki parşömen kopyasıdır. Bu eser; antik çağın en büyük fizik ve matematikçisinin; tek nüshasıdır ve antik dönem bilimine ait bilgilere büyük katkıda bulunmuştur.

PANAVİA PARAMİTYAS-AVUTAN MERYEM ANA KİLİSESİ

Bahçe duvarının sonundan sola dönüp yürüdüğünüzde, gene aynı bahçenin içinde yıkık bir kilise kalıntısı görülür. Patrikhanenin “Pammakaristos”tan taşınmasının ardından: 1586-1596 yılları arasında, burası Patrikhane Kilisesi olarak hizmet vermiştir. Kilisenin girişindeki mermer taşta “çift kartal” oyması ilgi çekmektedir. Bu amblem;  hem Paleologos hanedanının hem de Rum Ortodoks Patrikhanesinin sembolüdür. Kilise: eskiden Eflak-Boğdan voyvodaları olan Kantakuzenos ailesinin yaşadığı sarayın hemen bitişiğinde olması nedeniyle: “Eflak Sarayı” olarak da anılır. Ancak, bu kilise: 1976 yılında çıkan yangın sonucu tahrip olmuş ve geriye sadece yanmış kalıntılar kalmıştır.

fener-abdi-subasi-camii-1
İstanbul Fener Abdi Subaşı (Mahmut Ağa Kubur Beli) Camii

ABDİ SUBAŞI (MAHMUT AĞA KUBUR BELİ) CAMİİ

Fener Patrikhanesi arkasında, Abdi Subaşı sokaktadır.

Cami: Fatih Sultan Mehmet döneminde, Abdi Subaşı tarafından yaptırılmıştır. Abdi Subaşı isimli çelebi: Mevlana soyundandır, Emir Buhari ile “pirdas” tır ve mescit civarında gömülüdür. Ancak: yapı zamanla yıpranmış ve vakıf tükendiğinden: Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Mahmut Ağa tarafından mimar Sinan’a tekrar yaptırılmıştır. Cami: 1941 yılında yanmış, 1989 yılında hayırseverler tarafından yeniden yaptırılarak 1996 yılında ibadete açılmıştır. Minare: ana yapıdan ayrı olup sol bölümdedir. Minareye çıkan müezzinlerin, eskiden seslerini Haliç’in karşı kıyısına ulaştırmaları gelenekselleşmişti.

SEMTİN HALİÇ KIYISI

Fener semtinin Haliç kıyısında: üç eski bina göze çarpar. Bunlar: PTT Binası, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bulgar St Stephan Kilisesidir.

fener-kadin-eserleri-kutuphanesi-1
İstanbul Fener Kadın Eserleri Kütüphanesi

Kadın Eserleri Kütüphanesi

Fener meydanında, Fener vapur iskelesinin karşısındadır. Binanın yapılış tarihi ve mimarı hakkında bilgi yoktur. Ancak: Bizans dönemi eseri olduğu tahmin edilmektedir. Bu kütüphane binası harap halde iken: İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1989 yılında restore edilmiş ve 1990 yılında kütüphane olarak hizmete açılmıştır. Kütüphanenin en önemli özelliği: sadece kadınlara ait eserlerin bulunmasıdır. Osmanlı döneminden günümüze kadar olan süreçte: kadınlar hakkında yayınlanmış her türlü kaynak burada bulunmaktadır.

fener-vapur-iskelesi-1
İstanbul Fener Vapur İskelesi

Fener Vapur İskelesi

Bu küçük vapur iskelesi: hemen yanındaki komşusu iki katlı tarihi ve ahşap binada bulunan “Fener Polis Karakolu” ile birlikte tarihe meydan okumaktadır. Sadece iki vapuru bulunan iskeleden, bu vapurlarla birlikte: Üsküdar, Eyüp, Kasımpaşa, Balat, Sütlüce ve Ayvansaray’a gidilebilir.

Süzgeççi Yusuf Camii

Haliç kıyısındadır. Fatih Sultan Mehmet döneminde “Surlarda görevli askerlerin namaz kılması için” yaptırılmıştır. Kendisinin de burada namaz kıldığı bilinmektedir. Ancak, cami: bir yangında yanarak harap olduktan sonra: Süzgeçti Yusuf tarafından 1891-1892 yılları arasında yaptırılmıştır. Mimar: Hacı Reşit’dir. Yapı; kagir ve çatılıdır. Altında dükkanlar vardır. Kadınlar mahfili, iç tavan ve minber ahşaptır. Tuğla ve kurşun kaplı minarenin girişi, içeridendir.

Fener semtindeki sur kapıları

Fener Kapısı: Haliç’te: Balat ve Petrion arasında bir sur kapısıdır. Burada bir dönem deniz feneri bulunuyormuş ve bu fener nedeniyle kapıya “Farikapı” denilmiştir.

Petrikapı (Petro/Demir): Haliç’te; Petrion ve Aya kapı arasında bir sur kapısıdır. Kapı, günümüzde yoktur. Abdülezzel Paşa ve Mürsel Paşa caddelerinin birleştiği yerdedir. Latin işgalinde ve Fetih’te bazı askerler bu kapıdan şehre girmiştir. Kapı: günümüzde mevcut değildir.

Theodosia (Eski Aya) Kapısı: Haliç’te: Petrion ile Aya kapı arasında bir sur kapısıdır. Gül Camiinin (Aya Thedosia Kilisesi) giriş kapısıdır. Fetih’te, Aya Dede burada şehit düştüğü için, bu isimle anıldığı rivayet edilir.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

İstanbul Ayvansaray

ayvansaray-genel-1
İstanbul Ayvansaray

Ayvansaray: Balat ile Haliç surları arasında kalan yerdir.

Bizans döneminde: burada “Blaherna Sarayı” varmış ve semtin isminin buradan geldiği düşünülüyor. Saray 5 yüzyıl başlarında, İmparator II. Teodosius’un genişlettiği surların içinde kalan oldukça geniş arazide: 451 yılında İmparator Marcianus’un dul kalan eşi Pulceria tarafından yaptırılmıştır.

Sarayın oldukça geniş arazisi: Balat’taki Tekfur Sarayına kadar uzanıyordu. 627 yılında: İmparator Heraklios döneminde: bu sarayı çevreleyen surlar şehir surlarına eklenerek bölge iyice genişletildi. Bu bölge, Bizans döneminde, şehrin 14 bölgesinin büyük kısmını işgal ediyordu.

Sarayın: eyvan şeklinde yani üstü kemerli, dev bir kapı görünümünde portalı yani girişi vardı. Özellikle: eyvan şeklindeki bu giriş: daha sonra saray sözcüğü ile birleştirilerek semtin ismi “Ayvansaray” ortaya çıkmıştır. Bu büyük ve göz kamaştırıcı güzellikteki saray: 1204 yılındaki Haçlı-Latin işgali sırasında, şehirdeki birçok yanıp yıkılan bina gibi, talana uğradı.

Gelelim günümüze: yukarıda söylediğim gibi, sarayın kalıntıları günümüze ulaşmamıştır. Sadece sarayın ayazması görülebilir. Kuyu sokaktan girildiğinde, Blaherna sarayının ayazmasına ulaşılır. Zamanında: bu ayazma üstünde, İmparatoriçe Pulceria tarafından yaptırılan bir kilise vardı. Kilisenin yapılışından birkaç yıl sonra: Kudüs şehrinden gelen iki Bizanslı “Meryem Ana” ya ait elbiseler olduğu iddiasıyla, yanlarında getirdikleri giysileri bu kiliseye verdiler. Giysiler bu kilisede saklanmaya başladı ve kilisenin önemi arttı. Ancak, fetihten bir süre önce, bu kilise içindeki Meryem’in elbiseleriyle birlikte yanarak yok oldu. Günümüzde, aynı yerde 1900’lü yıllarda yapılmış bir kilise bulunuyor. “Vlaherna Meryem Ana Kilisesi” aşağıda daha ayrıntılı anlatılacaktır.

Şehirdeki çingene loncası bu semttedir. Çingene yerleşimleri: Ayvansaray’dan Balat’a doğru uzanan sahil yolundadır. Bu yüzden, semt eğlence ve meyhane diyarına dönüşmüştür. Bu semtin eğlence yerine dönüşmesinin bir başka sebebi de burada Yahudi cemaatinin de yaşamasıydı. Yahudilerin, çalgılı eğlenceleri çok ünlüydü ve döneminde Galata ve Samatya’daki eğlence mekanları kadar ünlenmişti. Bu eğlence kültürü, 20 yüzyıl başlarına kadar devam etmiştir. Ayvansaray semtindeki ayazmaya “Çingene Ayazması” denir. Buradaki çingeneler: süpürge imal ederek geçimlerini sağlandı. Osmanlılar: uzun süre, bu çingeneleri zaman zaman gayrimüslimlere uyguladıkları yasaklarla yönettiler. 1585 yılında çıkarılan bir ferman: bu durumu ortaya koymaktadır. Bu fermanla: çingenelerin ata binmesi yasaklanmış, gerektiğinde eşeğe veya arabaya binmeleri emredilmiştir.

ayvansaray-genel-2
İstanbul Ayvansaray

Kara ve Haliç surları, bu semtin batısında birleşerek, tek duvar haline dönüşür ve Haliç kıyısı boyunca, doğuya doğru uzanır. 8 yüzyıl başlarında, Emevilerin akınlarına uğrayan surların önünde ve içinde, birçok türbe vardır. Sokak aralarında, cami hazirelerinde, bir yapı içinde, bir köşe başında gibi yerlerde, birçok basit görünümlü kutsal mekan bulunur. Fetih’ten bir kadar önce, Fatih Sultan Mehmet: karşı kıyıdaki Hasköy taraflarından bu yakaya, burçların dibine, fıçılar üzerinde bir tahta ve “Sefer Köprüsü” isimli bir köprü yaptırmıştır. Bu köprü ile ilgili bir kitabe, Fener taraflarında sur kulelerinden birinde mevcuttur. Ancak bu köprünün yeri konusunda net bilgi yoktur, Fener taraflarında da olabilir.

Eskiden: küçük çapta bir tersane bulunan semtte, günümüzde de kıyıda ve hatta bazı ara sokaklarda: motorlar, kayıklar ve sandallar görülür. Zaten: gerek Bizans dönemi ve gerekse Osmanlı döneminde, tekne yapım atölyeleri burada bulunuyordu. Zenginler: teknelerini, bu sahildeki küçük tersanelerde yaptırırlardı. 1980’lerde ortadan kaldırılıncaya kadar, bu küçük tersaneler burada görev yapmıştır. Günümüzde ise, ara sokaklarda bulunan birkaç tekne yapım atölyesi bulunmaktadır.

MARUL SOKAĞI

Eski çingene loncası buradaymış. Bu yüzden, burada: o sosyal yaşamın tipik göstergesi olan basit mimari yapılaşma görülür. Yukarıdan yamaçlar halinde inen sokaklarda: yer yer Bizans döneminin Blaherna Sarayı kompleksinin izleri, kemerli dehliz tarzı boşluklar ve ayazma duvarları görülür.

ayvansaray-atik-mustafa-pasa-camii-1
İstanbul Ayvansaray Atik Mustafa Paşa Camii-Hazret-i Cabir Camisi-Petrus Markus Kilisesi
ayvansaray-atik-mustafa-pasa-camii-2
İstanbul Ayvansaray Atik Mustafa Paşa Camii-Hazret-i Cabir Camisi-Petrus Markus Kilisesi

 

ATİK MUSTAFA PAŞA CAMİ-HAZRET-İ CABİR CAMİSİ-PETRUS MARKUS KİLİSESİ

Burası bir zamanlar Bizans kilisesiymiş. Bazı kaynaklara göre, burada 9 yüzyıldan kalma “Aya Tekla Kilisesi” varmış ve bu kilise Petrus ve Markus adındaki azizler adına yaptırılmıştır. Surlarla bu kilise arasındaki mahallenin ismi de “Tekla” kelimesinden türetilerek “Toklu Dede” olarak kullanılmaktadır.

Yapı tarzı: Bizans haçı tarzındadır. Kısa kollu, haç planlı ve merkezi kubbelidir. Doğu yönünde, dışa doğru çıkıntı yapan üç apsis bölümü vardır. Sol yanda sonradan yapılmış ve bakımlı bir avlu görülür. Duvar örgü biçimi, taş ve tuğra sıralamaları: Bizans mimarisini hatırlatır. Yapı: camiye çevrildiği ilk yıllarda “Atik Mustafa Paşa Camisi” olarak bilinmesine rağmen, sonradan adı “Hazret-i Cabir Camisi” olmuştur.

Bu isim değişikliği: caminin hemen yanında hatta içinde bulunan, Hz Muhammed’in sahabelerinden “Cabir Hazretlerinin” mezarına bağlanmaktadır. Atik veya Koca Mustafa Paşa diye bilinen Sadrazam: Sultan II. Beyazıt döneminde, 1490 yılında bu kiliseyi camiye dönüştürmüştür. Paşa: 150 metre kadar güneyde, bir de hamam yaptırmıştır. Ancak bu hamam 19 yüzyılda yıkılır. Koca Mustafa Paşa: Cem Sultanın zehirlenmesi olayında göstermiş olduğu başarıdan ötürü Beylerbeyi olarak terfi ettirilmiş, ancak ardından 1513 yılında Bursa’da idam ettirilmiştir.

1000 yıldan fazla yaşı bulunan bu kilisenin bazı duvarlarında, bir zamanlar çeşitli freskolar bulunuyormuş, ancak bunlar günümüze ulaşmamıştır. Caminin ön tarafında, eskiden bir vaftiz havuzu varmış ve sonra bu havuz “İstanbul Arkeoloji Müzesine” kaldırılarak koruma altına alınmıştır. Caminin minaresi sağ ön köşededir. Çünkü iç mekanda büyükçe bir sanduka vardır ve dışarıdan görülmez. Ancak, genellikle camilerde, bu şekilde içeride mezar geleneği yoktur. Bu mezar: sahabelerden Hz. Cabir’e aittir. Caminin ön kısmındaki dar sokak üzerinde bulunan çeşme: Ahmet Ağa tarafından 1682 yılında yaptırılmıştır.

ayvansaray-vlaherna-kilisesi-2
İstanbul Ayvansaray Vlaherna Meryem Ana Kilisesi
ayvansaray-vlaherna-kilisesi-1
İstanbul Ayvansaray Vlaherna Meryem Ana Kilisesi

 

VLAHERNA MERYEM ANA KİLİSESİ

Hazret-i Cabir camisinin hemen yakınındadır. Kilise: adından da anlaşılacağı üzere, bir zamanlar burada bulunan “Vlaherna Sarayı” nın kilisesidir. Günümüzde, bu saraya ait herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır. Eskiden yani ilk yapıldığında: bu kilisede Meryem Ananın giysilerinin bulunduğu söyleniyor. Kilise 1434 yılında yanarak yok olmuştur.

Daha sonraki dönemde yani 19 yüzyılda yenilenen ve günümüzde görülen kilise, son derece bakımlı bir bahçe içindedir. Geniş ve hoş bir bahçe içinde bulunan bu kilise: özellikle ayazması ile ünlenmiştir. “Vlaherna Ayazması” olarak bilinen ve kutsal kabul edilen bu ayazmada, şifa aramak için sadece Hıristiyanlar değil, aynı zamanda Müslümanlar tarafından da ziyaret edilmektedir.

ayvansaray-aya-dimitri-kilisesi-0
İstanbul Ayvansaray Aya Dimtiri Rum Ortodoks Kilisesi
ayvansaray-aya-dimitri-kilisesi-1
İstanbul Ayvansaray Aya Dimtiri Rum Ortodoks Kilisesi
ayvansaray-aya-dimitri-kilisesi-2
İstanbul Ayvansaray Aya Dimtiri Rum Ortodoks Kilisesi

 

AYA DİMİTRİ RUM ORTODOKS KİLİSESİ

Balat yönünde, sahil yolunun hemen iç kısmındadır. Burası: 19 yüzyılda yenilenmiş haliyle günümüze ulaşan, 13 yüzyılda yapılmış bir eski Doğu Roma kilisesi binasıdır. Kilise: camiye çevrilmeden önce, 1597-1601 yılları arasında, Sultan III. Mehmet döneminde, Ortodoks Rum Patrikhanesi olarak kullanılmıştır. 1601 yılında ise, Patrikhane günümüzdeki yerine taşınmıştır. Yapı: dikdörtgen, uzunlamasına mekanları ve çatı örtüleriyle, dıştan bakıldığında üçgen gibidir. Çatı örtüleri: düz dam şeklindedir.

ayvansaray-balino-kilisesi-1
İstanbul Ayvansaray Balino Kilisesi

BALİNO KİLİSESİ

Mahkeme altı caddesindedir. Giriş kapısında Yunanca yazılar bulunur. Yapılış tarihi olarak 16 yüzyıl belirtilmesine rağmen, yapı büyük olasılıkla 18 yüzyıldan kalmadır. 1730 yılında yapılmıştır ve sonrasında birçok onarımdan geçmiştir.

AYİOS MENAS RUM KİLİSESİ-AYİOS KARPOS VE PAPİLOS ŞEHİTLİĞİ

Samatya caddesindeki burası, İstanbul şehrinin en eski Hıristiyan tapınaklarından birisidir. Ayios Menas Rum kilisesinin; herhangi bir mimari özelliği yoktur. Ancak: kilisenin altında; 1935 yılında çok önemli ve antik temeller bulunmuştur. Bu temellerin: 250-251 yılları arasında, Dekius kovuşturmaları sırasında öldürülen: Ayios Kapros ve Papilos Martyrion isimli iki azize ithaf edilen mezar yerine ait olduğu düşünülüyor. Bu kripta yani mezar yeri: daire şeklinde ve büyük kubbeli bir oda şeklinde düzenlenmiştir. Yapı: 4 ve 5 yüzyılların mükemmel tekniğiyle, tuğladan örülmüştür. Doğuda: derin bir apsis vardır. Odanın çevresini: tuğladan yapılmış tonozlu geçitler çevrelemektedir.

ayvansaray-ivaz-efendi-camii-1
İstanbul Ayvansaray İvaz Efendi Camii

İVAZ EFENDİ CAMİİ

Meryem Ana kilisesinden yokuş yukarı çıkılınca, buraya ulaşılır. Anıtsal bir Türk yapısıdır. Yapının, Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı söyleniyor. Ancak: Sinan’ın eserlerinin yazılı olduğu “Tezkirede” bu caminin adı geçmemektedir. Muhtemelen, Sinan’ın kalfalarından biri tarafından yapılmıştır. Cami: Blaherna sarayının teraslarından birinin üstüne yapılmıştır. Bu terasta yani caminin bahçesinde: sura bitişik olan sarayın “İzak Angelos Kulesi” kalıntıları görülür. Manzara izlemek için yapılan bu kulenin: 1188 yılında, Bizans döneminde önemli bir görevde bulunan İzak Angelos tarafından yaptırılmıştır.

Caminin iki kapısı vardır. Bütün camilerin genel olarak kapıları ortada bulunurken, bu caminin cephesinde, iki kenarda, ikişer küçük kapı vardır. Günümüzde, sağdaki kapının önünde biçimsiz bir baraka eklenmiştir. Böylece, yapının başlıca mimari özelliği kapatılmıştır. Ama özellikle minaresinin ters yönde olması ilgi çeker. Yani minare geriye doğru kaymıştır. Mimari, bütünüyle değişiktir. Kubbe, altı desteğe oturmaktadır. Dört yarım kubbeyle desteklenmiştir. Ortada pencereler sıralanır. Taş ve tuğla duvarlar ve pencereler; çok güzel İznik çinileriyle bezenmiştir.

ayvansaray-anemas-zindanlari-1
İstanbul Ayvansaray Anemas Zindanları

ANEMAS ZİNDANLARI

İzak Angelos kulesinin altında ünlü “Anemas Zindanları” vardır. İvaz Efendi camisinin yapıldığı terastaki çukurdan, bir merdivenle aşağıya inilmektedir. Buradaki bir kapıdan, bu zindanlara girilir. Kıvrılarak inilen bir koridordan sonra, 60-70 metrelik geniş bir koridorun başına gelinir. Burada, surlardaki mazgallardan içeriye ışık vurur ve dramatik bir görüntü ortaya çıkar. Bu koridorun üstünde: kemerli kapılarıyla yan yana hücreler sıralanır. Bizans imparatorluğunda görev yapmış bir komutan olan; Arap asıllı “Anemas” ın ismiyle anılan bu zindan 60 metre uzunluğundadır ve yer yer 15 metre genişliğe kadar ulaşır. Söylenenlere göre: Anemas zindanlarında, 6 Bizans imparatoru hayatını kaybetmiştir.

LEON SURLARI

Anemas zindanlarından aşağıya inildiğinde, Haliç kıyısında “Leon Surları” görülür.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Eminönü

eminonu-1
İstanbul Eminönü

Evet, İstanbul’da bulunduğunuz yerden, herhangi bir vasıtayla, Galata Köprüsünün ayağının hemen dibindeki Eminönü Meydanına bir şekilde gelerek gezinize buradan başlamanız gerekiyor.

Gezideki ilk durak: Galata köprüsünün hemen sol yanında kalan “Rüstem paşa” bölümüdür.

eminonu-meydan-1
İstanbul Eminönü Rüstem Paşa

RÜSTEM PAŞA

Genellikle İETT Peronları ve Eminönü otobüs duraklarının bulunduğu, Ragıp Gümüşpala Caddesinin her iki kenarında, kara ve deniz kıyısındaki bu bölgede: çeşitli tarihi yapılar bulunmaktadır. Gezimize ilk olarak bunları görerek başlayacağız.

zindan-han-1
İstanbul Eminönü Zindan Han-Sarıdemir

Zindan Han-Sarıdemir

Eminönü semtinde, Haliç teknelerinin yanaştığı yerin yakınında, sahildedir. Ahi Çelebi camisinin tam karşısındadır. Han: 19 yüzyılda batı mimari tarzında inşa edilen en büyük üçüncü handır. Bina restore edilmiş ve günümüzde özel bir restorana ev sahipliği yapmaktadır.

cafer-baba-kulesi-1
İstanbul Eminönü Cafer Baba Kulesi

 

Cafer Baba Kulesi

Zindan hanın arkasındadır. Dikdörtgen planlı burası: Haliç surlarından, günümüze kadar ayakta kalabilen tek Bizans kulesidir. İçinde: 9 yüzyılda, Abbasilerin yöneticisi Harun Reşid’in elçisi olarak İstanbul’a gelen ve kuleye hapsedilen Cafer Babanın türbesi vardır. Binanın bodrum katındaki bu türbe: özellikle eski mahkumlar tarafından ziyaret edilen kutsal bir yer olarak önem kazanmıştır. Cafer Baba türbesinin hemen yanındaki türbede yatan “Ali Baba” ise Cafer Babanın Müslümanlığı kabul etmiş gardiyanına aittir.

ahi-celebi-camisi-1
İstanbul Eminönü Ahi Çelebi Camii

 

Ahi Çelebi Camisi

Cafer Baba kulesinin hemen yanındadır. Ahi Çelebi: 15 yüzyılda Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı dev külliyede darüşşifa hekimbaşıdır. Fatih’in hastalığında, Sultana sürekli perhiz yemekleri hazırlamıştır. Bu yüzden: bir süre de mutfak eminliği yapmıştır. Bir ara hacca gidip gelmiş ve döndüğünde, 96 yaşında iken, 1523 yılında hizmet ettiği Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden 42 yıl sonra vefat etmiştir.

Ahi Çelebi: her yüksek düzeydeki Osmanlı gibi, kendi adına burada bir cami yaptırmayı uygun görmüştür. Bu camiyle ilgili ilginç bir durum vardır. Evliya Çelebi: bu camide uyuya kalıp rüyasında Hz. Muhammed’den “şefahat” isterken yanlışlıkla “seyahat” istemiş ve ardından seyahatlerine başlamıştır.

Cami: 1539 ve 1653 yıllarındaki yangınlarda, 1894 yılındaki depremde ve 1980 yılındaki Haliç çevre düzenlemesinde etkilenmiş ve 2009 yılında ise tamamen restorasyona tabi tutularak özgün formunu yitirmiştir. Caminin hemen yanında, deniz tarafında “Değirmen Han” bulunuyor. Burası günümüzde Marmara Belediyeler Birliği olarak kullanılmaktadır. Caminin hemen karşısındaki bina ise:

istanbul-ticaret-universitesi-1
İstanbul Eminönü İstanbul Ticaret Üniversitesi

İstanbul Ticaret Üniversitesi

Caminin hemen arkasındaki büyük binadır.

Marmara Belediyeler Birliği Binası

Caminin önündeki iki bina, Marmara Belediyeler Birliği tarafından kullanılmaktadır.

eminonu-meydan-2
İstanbul Eminönü Meydanı

EMİNÖNÜ MEYDANI

Bu günün her saatinde çok hareketli meydanın bir yanında “Yenicami” tüm ihtişamı ile duruyor. Öbür yanında ise: Çiçek pazarı, tüm canlılığını korumaktadır.

Güvercinler bu görüntüleri tamamlıyor. Her tarafta, her yerde, gökte, pencerede, elektrik kablolarında, minarelerde, kubbelerde, aklınıza gelebilecek her yerde tünemiş durumdalar.

Meydandaki yem satıcılarından satın alacağınız yemlerle, bu kuşları besleyebilirsiniz. Bence, şehrin bu en merkezi yerindeki meydanda: bir süre gezin ve ortamı teneffüs edin.

Hatta: yine Eminönü meydanının en büyük özelliklerinden olan, hemen deniz kıyısında sandallar üzerinde bulunan mangallarda pişirilen balıklardan yapılan “balık-ekmek” tadın. Lezzet mutlaka hoşunuza gidecektir. Evet, burası çok eski tarihlerden bu yana ticari bir bölge olma özelliğini korumaktadır.

yeni-cami-0
İstanbul Eminönü Yeni Cami-Valide Cami

 

Yeni Cami-Valide Cami

Yapımı en uzun süren cami rekoru buraya aittir. Bir İstanbul caminin inşaatı, normal şartlarda 2-7 yıl arasında sürerken, Yeni caminin inşaatı tam 66 yıl sürmüştür.

Caminin bulunduğu bu bölgede, çok eski dönemlerde Venedik kolonileri ve “Yahudihane” denen ve Yahudilerin oturduğu ahşap apartman blokları bulunuyormuş.

Sultan III. Murat’ın karısı ve ondan sonra tahta çıkan Sultan III. Mehmet’in annesi, Safiye Sultan: burada bir cami yaptırmaya karar verir. Çünkü aslında Safiye Sultan, şehirde anıtsal bir yer isterken, 17 yüzyılda İstanbul’un tüm prestijli bölgeleri önemli yapılarla kaplanmıştır.

Safiye Sultan: Venedik asıllıdır. Venedikli Baffo adında, soylu bir aileden geldiği, babası Korfu adasında vali iken bir deniz yolculuğunda korsanlara esir düştüğü ve İstanbul’a getirildiği söylenir. Ama kendisinin Arnavut asıllı olduğu da söylenir.

Safiye Sultan: burada bir cami yaptırmaya karar verdiğinde: bu bölgede yaşayan, ancak bölgeden çıkması emredilen Yahudiler, Hasköy’e taşınırlar. Ancak Safiye Sultan, buradan çıkarılan Yahudi vatandaşları mağdur etmemiş ve istimlak bedellerini eksiksiz ve hatta fazlasıyla kendilerine ödenmesini sağlamıştır.

Safiye Sultan: camiyi, dönemin önde gelen mimarlarından Davut Ağanın yapmasını ister. Davut Ağa: Mimar Sinan’ın yanında kalfalıktan yetişmiş iyi bir mimardır. Ancak: cami inşaatına başladıktan kısa süre sonra ölür. İşi Dalgıç Mehmet Çavuş devralır.

Ama bu kere de, Sultan III. Mehmet ölür. Bunun üzerine: caminin finansmanında önemli sıkıntılar ortaya çıkar. Zaten Osmanlı saray gelenekleri gereğince, bir önceki padişahın validesi ve eşi, Beyazıtdaki eski saraya gönderilir. Cami inşaatına devam edilemez ve bu arada Safiye Sultan da ölür.

Kubbeyi taşıyacak olan kemerlere kadar yükselmiş olan cami inşaatı, öylece bırakılır ve aradan 50 yıl geçer. Yeni Sultan I. Ahmet: bu camiyi tamamlatmak yerine, Ayasofya’nın karşısında, yeni bir cami yaptırmaya başlar. Halk arasında, yarım kalan caminin adı “Zulmiye” ye yani “Cami kalıntısı” na çıkar.

Bu kere, Sultan IV. Mehmet’in annesi Turhan Sultan; bir külliye kurmak için İstanbul’da uygun bir yer aramaktadır. Ancak, sur içinin son anıtsal yerlerinden birisi olan Eminönü kıyısı da Safiye Sultanın yarım kalmış inşaatı olan Yeni cami tarafından kapatılmıştır.

Hatice Turhan Sultan, kurmak istediği külliyesi için İstanbul’un hakim bir bölümünde uygun yer bulamayınca Yeni cami külliyesini tamamlattırmaya karar verir. Böylece 1661 yılında Yeni cami inşaatına tekrar başlanır. Bu kere mimar olarak Mustafa Ağa görevlendirilir.

Bu arada, Hatice Turhan Sultan’dan söz etmek istiyorum. Hatice Turhan aslında bir Rus’tur ve ünlü Kösem Sultan’a armağan olarak saraya getirilmiştir. Kösem: o dönem, Osmanlı idaresinin en güçlü kadınıydı. Adı da büyük olasılıkla “Kösemen” den geliyordu yani “sürü güden” demekti.

Turhan: işte bu güçlü kadın efendinin yanında yetişerek, bir süre imparatorlukta tek söz sahibi oldu. 39 yıl sultanlık yapan ve kötü yazgısıyla ünlü, cahil ve da Avcı Mehmet: bu Hatice Turhan Sultanın oğludur.

Baş mimar Hacı Mustafa Ağanın çabalarıyla, daha önce çizilen plana sadık kalınarak sürdürülen çalışmalar sonucu, 1663 yılında cami tamamlanır. Ancak ilk plandan farklı olarak bazı değişiklikler yapılmıştır.

Safiye Sultan külliyesinde medrese olmasına rağmen, bundan vazgeçilmiştir. Böylece: İstanbul gibi tarihi dokusu çok eskilere kadar giden şehirde, 1663 yılında açılan ve 300 yıllık camiye “Yeni Cami” ismi verilir.

Yeni cami: İstanbul şehrinde, deniz kıyısında yapılan ilk ve bu büyüklükte yapılan son selatin (Sultanlar tarafından yaptırılan bir tür cami) camidir. Aslında düşük kotta ve denize çok yakın sahadaki bu inşaat alanı: büyük bir külliyenin yapılmasına uygun olmamasına rağmen, caminin ilk mimarı Davut Ağanın üstün başarısı sonucu yapı ortaya çıkmıştır.

Zaten, caminin temeli de ilginçtir. Yarı bataklık ve yumuşak bir zeminde inşa edilen caminin temelleri için, uçlarına demir başlıklar geçirilmiş, sert tahta kazıklar kullanılmıştır.

Zemini: deniz seviyesinden biraz daha yukarıda tutarak, bileşik kaplar prensibinin gazabına uğramasının önüne geçilmeye çalışılmıştır.

Klasik Osmanlı mimari tarzını yansıtan planı: Şehzade ve Sultanahmet camilerinin planlarına benzerdir. Cami: Bizans döneminden kalma ilk İstanbul surlarının kalıntılarının birine dayanır.

Daha doğrusu: caminin yanındaki aşağıda söz edilecek Hünkar Kasrı: adı geçen sur parçasına yaslanır. Yeni cami külliyesi: camiyle birlikte, Hünkar Kasrı, Darülkura, Türbe, Arasta, Sıbyan Mektebi, Çeşme ve sebilden oluşmaktadır.

Caminin, iki minaresi, 66 kubbesi ve avlusunun ortasında şadırvanı vardır. İki minaresinin her birinde: buraya has bir özellik olarak üç şerefe vardır. Hoparlör bulunmayan dönemde: altı müezzin her minareye çıkıp, şerefelerde, aynı tonda ve aynı anda ezan okumuşlardır.

Caminin içi: çok zarif şekilde dekore edilmiştir. Pencereler: renkli vitray camlarıyla süslüdür. Mihrap, Minber ve müezzin mahfili: beyaz mermerdendir. Mihrabın solunda: değerli taşlarla süslü, mozaik bir tablo vardır.

Kürsüsü ve pencere kapakları, sedef kakmalıdır. Pencere üstlerinde: Mustafa Çelebi tarafından yazılan ayet ve sureler görülür.

Duvarları çiniler kaplar. Kubbe, bu camiye özgü bir özellikle, piramidi andırır şekilde yükselir. Merkezi kubbe: çinilerle süslü, dört fil ayağına ve dört kemere oturur. Bu merkezi kubbeyi, dört yarım kubbe destekler. Köşelerdeki dört kubbe ile birlikte, toplam 66 kubbe vardır.

Hünkar kasrı: caminin arkasındaki bu bölüm: tuğla ve taştan yapılmıştır. Bizans döneminden kalma bir sura yaslanmaktadır. Burası padişaha aittir ve padişahın doğrudan camiye girmesi için yapılmıştır.

misir-carsisi-0
İstanbul Eminönü Mısır Çarşısı

 

Mısır Çarşısı

İstanbul’un ikinci büyük kapalı çarşısıdır. Çarşının kubbesi, Kapalı çarşıya göre daha yüksektir. Şehrin en tanınmış ve en büyük baharat çarşısıdır.

Tarihçi Ptokhoprodromos’un yazdığına göre: Bizans döneminde, günümüzdeki Mısır çarşısının bulunduğu yerde, Makron Envalos adında bir baharatçılar çarşısı varmış. Semtte Yahudiler yaşıyormuş.

Arasta bölümü, külliyede camiden sonraki en önemli bölümdür ve “L” planlı olarak düzenlenmiştir. Arasta ve özellikle gurup halindeki dükkanlar: çoğunlukla bir hayrata gelir sağlamak için yapılırdı. İstanbul’da, Eminönü sahil kısmının ticaret bölgesi olması göz önünde bulundurulduğunda: külliye planından medresenin çıkarılıp Arastanın eklenmesinin son derece doğru bir karar olduğu kesindir.

Yeni cami arastası, yapılışından kısa süre sonra “Mısır Çarşısı” olarak anılmaya başlanmıştır ve 1597 yılında başlayan inşaat 1660 yılında tamamlanarak çarşı törenle açılmıştır. Çarşı ilk açıldığında: burası aktar ve pamukçu esnafına tahsis edilmiştir. Bu dönemde, çarşıda bulunan 100 dükkandan 49 tanesi aktarlar tarafından kullanılmıştır. Geri kalan dükkanlar ise pamukçular ve yorgancılar tarafından kullanılmıştır.

Mısır çarşısı, 17 yüzyılda “Yeni çarşı” ve “Valide Çarşı” sı olarak anılmıştır. Ancak, buradaki dükkanlarda satılan malların çoğunluğu Mısır’dan gelen mal ve baharatlar olması nedeniyle, 18 yüzyılın ortalarından itibaren, burası “Mısır Çarşısı” olarak anılmaya başlanmıştır. Yabancı gezginler ve seyyahlar da burayı “Mısır Çarşısı” olarak yazmışlardır.

Edmondo de Amicis’in 1874 tarihli İstanbul Seyahatnamesi yazısında, Mısır Çarşısı hakkında şunlar yazılıdır “İçeriye girer girmez, insanın burnuna öyle keskin bir nebat kokusu çarpar ki, neredeyse gerisin geriye dönülür. Burası: Hindistan, Suriye, Mısır ve Arabistan’dan gelen her türlü baharatın satıldığı Mısır Çarşısıdır. “ Ancak: Mısır çarşısında eskiden sadece baharat değil, her türlü ilaç da satılırdı. İlaçların birçoğu da “Nüzhetül Fi Tercüme-Afiyet” isimli kitaptan yararlanılarak yapılırdı.

Çarşı, tarihi süreç içinde bazı önemli olaylara tanıklık etmiştir. 1691 yılındaki yangın 24 saat sürmüş ve tek bir eşya bile kurtarılamamıştır. 1940 yılında da büyük bir yangın olur. Önemli hasar olur ve çarşının eski görünümü kaybolur.

Evet, Yeni cami külliyesinin en önemli binası Mısır Çarşısıdır.

“L” biçimindeki çarşıda, iki çatalın kesiştiği yerde, lonca vaizinin ahşap kürsüsü vardır. Yani: Çarşının uzun ve kısa kollarının birleştiği alan “Dua Meydanı” olarak anılıyordu.

Burada bir “Ezan Köşkü” vardır. Parmaklıklı bir balkon şeklinde planlanan bu bölüm: çarşının göz kamaştırıcı mekanlarından biridir. Bir görevli, bu meydanda esnafa seslenerek, dua eder ve hayırlı işler görmelerini dilerdi.

Çarşının toplam dördü büyük, ikisi küçük olmak üzere, altı kapısı vardır. Çarşının L plan şemasına göre: iki kolun başlarındaki revakların üstünde odalar vardır. Üstleri kubbe ile örtülü olan bu odalara, çarşının içindeki merdivenle çıkılır.

Çarşının iki ucundaki ana giriş kapıları: mimari bakımdan etki kazandırılmak için yükseltilmiştir. Bu kısımların üst katları: dönemin “Ticaret Mahkemesi” olarak kullanılmıştır.

Çarşı ilk inşa edildiğinde: dükkanlar iki bölümden oluşmaktaydı. Dükkanların ön bölümlerinde: satış yapmaya yarayan bir kısım ve arka bölümde ise depo ve imalathane olarak kullanılan yerler varmış. Onarım sırasında, eyvanları arkadaki odalara bağlayan kapıların bulunduğu duvarlar açılarak, günümüzdeki dükkanlar oluşturulmuştur.

Bir kişi Mısır Çarşısından bir mal alır ve onu beğenmezse, nedene aldın diyenlere: Mısır çarşısından fenerli veya yumurtalı dükkan diyebilmesi için: dükkanların kapılarının üstüne, dükkanların kolaylıkla tanınmasını sağlayan çeşitli işaretler ve semboller (yangın kulesi, küçük bir kayık, devekuşu yumurtası, makas, püskül gibi) konulurmuş. Yani, bu işaretler dükkanların tanınması ve tüketici haklarının korunması için önemliydi.

19 yüzyılın ortalarında, Yeni cami avlusu ile Mısır çarşısı arasındaki bölümde salaş dükkanlar vardır. 1864 yılında bu dükkanlar kaldırıldı ama daha sonra tekrar faaliyete geçtiler. 1941 yılında ise, Yeni cami avlusundan yol geçirilmesiyle Mısır Çarşısı ve Yeni cami birbirinden ayrıldı. 1940-1943 yılları arasında ise, Mısır çarşısı, İstanbul Belediyesi tarafından büyük bir restorasyondan geçirildi.

Bu restorasyonda: yanının dükkan düzeni ve kullanım alanı bakımından özgünlüğü kayboldu. Yapılan son restorasyonda: eyvanlar, arkadaki odalara bağlanmıştır. Odalar ile eyvanları ayıran ahşap doğramalar kaldırılmış, depo olarak kullanılan bu mekanlar dükkan haline getirilmiştir.

Mısır çarşısında, günümüzde de baharatçılar, kuyumcular, aktarlar ve hediyelik eşya dükkanları  bulunur. Burada: yüze yakın dükkan vardır. Peki buradan ne satın alınır? Evde değirmende çekip, kokusu kaçmadan kullanmak isteyenler için tane karabiber, yemeklere lezzet veren safran bitkisi ve damla sakızı satın alabilirsiniz.

Bu damla sakızlarını, buzdolabının soğuk bölümünde bekletebilir ve gerektiğinde döverek kullanabilirsiniz. Suya atıp bekletirseniz: içme suyunuzun mis gibi sakız aromalı olduğunu görürsünüz.

Yine de buradan alışveriş düşünüyorsanız, gezi sırasında yanınızda ağırlık olmaması lehinize olacaktır. Mısır çarşısının o güzel atmosferini içinize çekerek ve baharat kokularını hissederek yürüyün, vitrinlere bakın, zaman ayırın bir kahve için, gül lokumu tadın.

cicek-pazari-2
İstanbul Eminönü Çiçek Pazarı

 

Çiçek Pazarı

Hemen Mısır Çarşısının yanı başındadır. Mevsim çiçeklerine meraklı tüm insanların ve hatta şehri ziyaret eden turistlerin bile, bir şey almasalar dahi önemli bir uğrak yeridir. Bu pazarın ilginç köşelerinden birinde: canlı hayvan satıcıları bulunmaktadır.

Burada: papağanlar, muhabbet kuşları, balıklar, keklikler, paçalı tavuklar, tavşanlar, yavru köpekler ve daha birçok canlı hayvan, yeni sahiplerini bekliyor. Çiçek pazarının diğer renkli simalarının arasında “niyet okuyan tavşanlar” da sayılmalıdır. Tavşanın ağzı ile seçtiği niyeti okuduğunuzda: belki gerçekten geleceğinizle ilgili önemli ipuçları yakalayabilirsiniz.

Evet, Mısır çarşısını gezdik ve çıktık. Külliyenin hemen yanında, avlunun doğu ucunda bir türbe var.

hatice-turhan-sultan-turbesi-1
İstanbul Eminönü Hatice Turhan Sultan Türbesi

 

Hatice Turhan Sultan Türbesi

Türbe: caminin karşısında, Mısır çarşısı tarafındadır. İstanbul şehrindeki en büyük türbedir. Yapım yılı: Yeni cami ile aynı dönem yani 1663 yılıdır. Türbenin kütlesi: orta boyda bir cami gibi görünür.

Oldukça büyük (15 metre çapında) tek bir kubbenin örttüğü, kare mekanlı türbenin dört köşesinde de kubbeye destek veren dört tromp vardır. Bu trompların içinde de, ikişer pencere bulunur. İç mekan: iki yandaki kasnak kemerlerde bulunan, üç kat sıralı pencerelerle aydınlatılır. Çini ve kalem işleri, son derece güzeldir.

Dış avlusu da duvarlarla çevrilidir. Türbenin girişindeki veranda da, camilerde görüldüğü gibi, baklava başlıklı sütunların tuttuğu, yan iki tanesi tonoz şeklinde, ortadaki de yarım küre formunda üç kubbe vardır.

Girişin tam karşısındaki duvarın bir kısmı, dışarıya doğru çıkıntılı yapılmıştır ve dolap şeklindeki bu bölmede bazı değerli nesneler sergilenir. Türbenin içinde 44 tane sanduka vardır. Bunların çoğu minik sultan ve şehzadelere aittir.

Ama burada altı tane de padişah vardır. Burada gömülü padişahlar: IV. Mehmet, II. Mustafa, III. Ahmet, I. Mahmut, III. Osman ve V. Murat’tır. Yani tüm Osmanlı sultanlarının, altıda biri burada yatmaktadır. Bir de Sultan I. Mahmut’un anası, Saliha Sultan vardır.

Türbeler denen bu bölümde, bir de “Havatin” yani “Kadınlar Türbesi” denen bir bölüm daha vardır. Bunun içindeki sandukalarda da küçük şehzadeler ve padişah karıları yatmaktadır.

Böylece: Turhan Sultan: kendi türbesinde, hanedandan gelen veya Saraya hizmet etmiş 150 kişiye ev sahipliği yapmaktadır. Bu da o dönemde kadınların rolünü ve önemini simgelemektedir.

hatice-turhan-sultan-sebili-1
İstanbul Eminönü Hatice Turhan Sultan Sebili

 

Hatice Turhan Sultan Sebili

Cami külliyesinin bir parçası olan zarif sebil: Bankacılar sokağı ile Şeyhülislam Hayri Efendi caddesinin kesiştiği köşededir. 17 yüzyılda yapılmıştır. Sebil: 19 yüzyılda bir yangında hasar görmüştür. Sebilin restorasyonu, İstanbul Arkeoloji Müzesi kurucusu Osman Hamdi Bey tarafından bizzat yapılmıştır. Sebil: bir dönem Belediyenin su satış istasyonu olarak da kullanılmıştır. Demir şebeke işlemeleri, saçak motifleri ve mermer işçiliğiyle dikkat çeken sebil, şehrin en güzel yapılarından birisidir.

Yıldız Dede Hamamı

Yeni caminin arkasındaki sokaktadır. Yıldız Dede: Fatih Sultan Mehmet’in müneccimidir. Fethin tarihini önceden bildirdiğine dair hikayeler anlatılır. Ayrıca, bu hamamın bulunduğu yerde, daha önceleri bir sinagog bulunduğu söylenir. Ancak günümüzdeki hamam 18 yüzyıl yapısıdır.

i-abdulhamit-turbesi-2
İstanbul Eminönü I. Abdülhamit Külliyesi

 

I. Abdülhamit Külliyesi

Külliye: türbe, medrese ve kütüphaneden oluşmakta olup bu yapılar, günümüzde “Ticaret Borsası” olarak kullanılmaktadır. Dağınık külliyenin bazı yapıları Sirkeci civarında bulunmasına rağmen, zarif camisi karşı tarafta, Beylerbeyi sahilindedir. Külliyenin sebili ise, Gülhane Parkı karşısına taşınmıştır.

Sultan I. Abdülhamit: 18 yüzyıl sonlarında yaşamış, talihsiz bir padişahtır. Çünkü başında bulunduğu yorgun imparatorluk, bu yıllarda birbirini izleyen Rus savaşlarıyla başa çıkamamıştır.

Abdülhamit de, saltanatı sırasında en fazla toprak kaybeden padişahlardan birisi olarak tarihe geçmiştir. Zaten bu dertler ve sıkıntılardan bunalarak öldüğü söylenir.

Evet: 1776-1777 yılları arasında Sultan I. Abdülhamit tarafından yaptırılan külliyede revaklı 21 oda vardır.

i-abdulhamit-turbesi-3
İstanbul Eminönü I. Abdülhamit Türbesi

I. Abdülhamit Türbesi

Eski Milli Piyango idaresinin tam karşı köşesindedir. Yapının bulunduğu cadde, İstanbul şehrinin en işlek ve trafiği yoğun caddesidir. Bu yüzden, türbenin bembeyaz mermerleri kararmıştır.

Türbe, Abdülhamit külliyesinin bir parçasıdır. 1780 yılında Mimar Tahir Ağa tarafından yapılmıştır. Yapı: mermer işçiliği yönünden son derece muntazam ve barok üslupla yapılmıştır. Dıştan iki katlı görünümdeki türbenin katları, birbirinden düz kornişli bir silme ile ayrılmıştır. Önünde avlusu vardır.

Dış avlu kapısı üzerinde: sülüs yazı ile ayetler işlenmiştir. Bu avludan: üç gözlü bir revak ile türbeye girilir. Türbenin giriş kapısı üzerinde de, yine ayetler yazılıdır.

Türbe: 26 pencere ile aydınlatılmaktadır. Türbe içinde: Özi kalesinin düştüğü haberini alınca, üzüntüden felç geçirip 1789 yılında vefat eden, padişah I. Abdülhamit gömülüdür. Ayrıca: şehzadeler ve sultan yakınları da gömülüdür. Sultan III. Selim’in öldürülmesine sebep olan ve 1807 yılında idam edilen Sultan IV. Mustafa’nın sandukası da buradadır.

Diğer sandukalar: I. Abdülhamit, II. Mahmut ve Abdülmecit’in çocuklarına aittir. Türbenin en büyük özelliği: kuzey duvarının ortasında, Peygamberimizin ayak izlerini kapsayan mermer bir pano bulunmasıdır. Bu pano: camla kaplı niş içinde muhafaza edilmektedir.

ali-muhiddin-haci-bekir-1
İstanbul Eminönü Ali Muhiddin Hacı Bekir

Ali Muhiddin Hacı Bekir

Bahçekapı’da: I. Abdülhamit külliyesinin hemen yanındaki bu şeker üreticisi kurum: 1777 yılından beri burada iş yapmaktadır. Günümüzde de, çeşitli geleneksel şekerleriyle varlığını sürdürmektedir.

hidayet-camii-0
İstanbul Eminönü Hidayet Camii

 

Hidayet Cami

Yeni caminin arka sokağındadır.

Arapça “Hidayet” sözcüğünün karşılığı “Yol gösterme, doğru yolu arama, doğru yola girme” anlamındadır. 

Caminin ilk olarak yapılması düşünülen yerde yoğun olarak balıkçı barınakları vardır. Sultan II. Mahmut, saraydan çıkarak balıkçı barınaklarının bulunduğu bu bölgeyi gezmiş, durumu yerinde incelemiş ve büyük olasılıkla balıkçıların yaşam şekillerini beğenmemiştir.

Doğru yoldan çıktıklarını düşündüğü balıkçıların doğru yolu bulmaları adına, balıkçı barınaklarının yıkılarak buraya bir cami yapılmasını ister ve camiye de bunu izah eder şekilde “Hidayet” ismini koyar.

Evet: ahşap cami 1813 yılında, Sultan II. Mahmut döneminde, burada yaptırılır.

Ancak: kıyıda, kayıkhaneler ve bekar odaları arasında sıkışıp kalan cami: orada bazı hoş olmayan olaylar gelişince, Sultan II. Abdülhamit tarafından şimdiki yerine taşıtılmış ve ahşap olan caminin yerine, ünlü Fransız mimar Vallaury’e 1887 yılında, kagir ve tek kubbeli olarak yeniden inşa ettirilmiştir.

Mimar Alexandre Vallaury, İstanbul’da doğmuş ve Fransız asıllıdır. İstanbul’da pek çok eser yapmış ve Osman Hamdi Bey tarafından “Mimar-ı Şehir” olarak tanımlanmış bir sanatçıdır.

İlk yapılan ahşap camiden, günümüze kadar gelen tek unsur: avluya giriş kapısıdır.

Yeni yapılan caminin dış kapısındaki kitabede, bu taşınma ve yeniden yapılma durumu yazılı iken, bu kitabe, 2003 yılında bulunduğu yerden çalınmıştır.

Caminin mimari stili, karmaşık bir üslup ve daha çok 19 yüzyılın oryantalist üslubu sergilemektedir. Sonradan ilavelerle iki kat olarak düzenlenmiştir.

Dış duvar silmelerinde: eklektik süslemeler görülür. Dış pencere kemerlerinde ise: Asya ve Kuzey Afrika İslam mimarisinin özellikleri seçilmektedir. Ama yüzey kısmı, is ve dumandan iyice kararmıştır. Zaten caminin çevresi de boğucu şekilde binalarla doldurulmuş ve cami, iki büyük bina arasında sıkışmış kalmıştır.

Cami: yoldan yani avludan 3 metre yukarıdadır ve merdivenle çıkılır. Merdiven basamakları, kısacık minarenin yanından kıvrılıyor. Giriş sahanlığı, sonradan camekanla kapatılmıştır. Son cemaat yeri: ahşap ağırlıklı, küçük ve düz tavanlıdır.

Buradan ana mekana geçilir. Ana mekan: kare planlı ve yüksek tavanlıdır. Osmanlı camilerinde alışılmadık tarzda, tepede sivri kubbe vardır. Kubbenin alt tarafında ise, pencereler dizilidir. Ama asıl iki büyük pencere, karşılıklı iki duvarda görülür. Vitraylarla süslenmiş pencerelerin üste doğru kıvrılarak sivrilen şekilleri ilgi çekmektedir.

Caminin iç süslemeleri kalem işidir. Çini kullanılmamıştır. Çiniler alt kattaki camide görülür. Aslında burada bir gerçek ortaya çıkmaktadır ki: Hidayet cami, bir bakıma iki cami gibidir. Cami: zeminden yüksekte inşa edildiği için, zaman içinde, alttaki boşluk iş yerlerine dönüşmüştür. Burada bir bankanın deposu ve nakliyecilere ait büro bulunur.

Ancak 1992 yılında alt kat boşaltılmış ve camiye çevrilmiştir. Çünkü: tarihi camide, Cuma namazlarında yer kalmamaktadır. Ancak, günümüzde, Cuma namazı dışında, bütün ibadet alt kattaki camide yapılmakta, tarihi üst kat cami ise, sadece Cuma günleri Cuma namazı için açılmaktadır. Bu arada, 1999 yılındaki depremde, caminin bazı duvarlarının hasar gördüğünü de hatırlatmak gerekir.

rustem-pasa-camii-3
İstanbul Eminönü Rüstem Paşa Camii

 

Rüstem Paşa Cami

Yeni caminin çok yakınındadır. Ancak denizden bakıldığında, bu cami seçilemez. Çünkü: Tahtakale’nin yapısal karmaşası arasına karışmıştır. Ancak: bu camiyi sizlere tanıtmadan önce, bilmenizi istediğim çok önemli bir not var, şöyle ki Newsweek Dergisi, burayı “Dünyanın 50 mücevheri listesi” ne dahil etmiştir.

Öncelikle Rüstem Paşa kimdir: Rüstem: Osmanlı imparatorluğunun en ünlü ve güçlü sadrazamlarından biri olarak görev yapmış, aynı zamanda Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan ile evlenmiştir.

Rüstem zamanla büyük bir servetin sahibi olmuştur. Sultan Süleyman’ın oğlu şehzade Mustafa’nın boğdurulmasında, Hürrem Sultan ile birlikte parmağı olduğu söylenir. Mihrimah Sultan: 1560 yılında ölen kocası Rüstem Paşanın ardından 18 yıl daha yaşamış ve 1578 yılında ölmüştür.

Caminin yapıldığı yer: Bizans döneminde “Macro Enbolo” olarak bilinen bir yerdir ve burada Bizans döneminde “Sen Dines” isimli bir kilise bulunmaktaymış. Ancak fetihten hemen sonra, bu kilise “Hacı Halil” isimli bir mescide dönüştürülmüştür.

Rüstem Paşanın cami yaptırmak üzere seçtiği bu bölge: 19 yüzyılda, tütün tacirleri, tahsildarlar, el sanatları ustaları, kazancılar, kantarcılar, ahşap ustaları gibi her türlü ticaretin yapıldığı bir yer olarak önem kazanmaktadır.

Bu hareketli bölgede, şaşırtıcı güzellikte ve bolca çini kullanılarak yapılan bu cami: Rüstem Paşanın ismini ve şaşasını günümüze kadar taşımıştır. Çünkü bu caminin iç mekanında kullanılan çinilere, paha biçilememektedir.

Cami: 1561 yılında, Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır. Ancak: Rüstem Paşa, 1560 yılında öldüğünden, büyük olasılıkla cami, kocasının anısına Mihrimah Sultan tarafından yaptırılmıştır.

Cami: daha önce burada bulunan kiliseden dönüştürülmüş, Hacı Halil mescidinin bulunduğu yere yapılmıştır. Ancak, bu mescit çukurda kalıyordu ve Mimar Sinan, yeni yapılan caminin çevreden görülebilmesi için, caminin altına, dükkanlar bulunan bir platform yapmış ve böylece cami yüksek bir zemine oturtulmuştur. Bu yüzden, camiye merdivenlerle çıkılır.

Mimar Sinan’ın deniz kıyısında yaptığı 3-4 camiden biridir. Caminin zemin katında: bazı dükkanlar bulunmaktadır. Yer darlığı nedeniyle: caminin avlusu kısa tutulmuştur. Şadırvan, aşağıda yol kıyısındadır. Avlunun her iki köşesinde bulunan müezzin odalarına çıkılan merdivenler, zamanın etkileri sonucu bir hayli aşınmıştır.

Caminin kitabesi yoktur. Ancak 1560 yılında bitirildiği kabul edilmektedir. Öte yandan, Mihrimah Sultan tarafından Edirnekapı’da yaptırılan camide ve Rüstem Paşa’nın Şehzadebaşı’nda bulunan türbesinde de ilginç bir rastlantı olarak kitabe yoktur.

Caminin kubbesi: 15.5 metredir ve sekizgen şemalı ayak üzerine oturur. Bu ayaklar ve duvar: kubbe kasnaklarına kadar çinilerle kaplıdır. Ancak, caminin orijinal ve güzel kubbesi, 18 yüzyılda depremde yıkıldığından, günümüzde görülen kubbe, sonradan yapılmıştır.

Zaten, görülen kubbede uygulanan şekiller, caminin yapıldığı dönem olan 16 yüzyıl şekillerine uymaz. Mihrap duvarı yönündeki pencerelerin kıyısında bulunan yer döşemelerindeki renkli taşlar, güzel figürler oluşturacak şekilde döşenmiştir. Bu camiyi öne çıkaran en büyük özelliği: özellikle iç mekanda kullanılan çinilerdir.

Çünkü, 16 yüzyıla tarihlenen bu çiniler, Osmanlı çini sanatının en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Zaten, 1560’lı yıllarda, çini sanatı doruğa çıkmıştır ve birçok çini ustası İstanbul’a davet edilmiştir.

Bu ustalar, İstanbul’da gerek bazı eserlerde çalışmışlar ve gerekse yine bazı eserlerde onarımlar yapmışlardır. İç mekanda çok fazla çini harcandığından, İznik çini atölyeleri üretimi yetişmemiş ve ilaveten Kütahya’da yeni çini atölyeleri açılmıştır.

Caminin duvarlarındaki çinilerde: mavinin tüm tonları, narçiçeği kırmızısı, nohut ve kabak yapraklarının yeşilliği, mistik bir yansıma yaratır ve bu yansıma insan ruhunu dinlendirir.

Özellikle: çinilerde kullanılan ve mercan kırmızısı ile yapılmış karanfil ve lale desenleri, muhteşem güzelliktedir. Mimar Sinan, camiyi yaparken çok ilginç bir özellik planlamıştır. Güneş ışınları, günün her saatinde pencerelerden yapının içine girer ve çinilerin ayrıntı ve renkleri en güzel şekilde görülür.

Genellikle camilerin iki minareli yapıldığı İstanbul’da, burası tek minaresiyle iç mekandan ayrı olarak dış mekanda mütevazi bir görünüm sergilemektedir. Cami: 1666 ve 1776 yıllarında, yangınlar sonucu hasar görmüş olup, ardından yapılan restorasyonlarda, çinilerden bir kısmı çalınmıştır.

Şeyh Mehmet Geylani Türbesi

Arpacık caddesindedir. Şehrin bu en eski türbesi, günümüzde dükkanların arasında sıkışıp kalmıştır. Söylediğim gibi, şehrin bu en eski türbesi, her ne kadar zaman içinde birçok değişikliğe uğrayarak özgün halini yitirse de, 1453 yılından kalmadır. Yine söylenenlere göre: türbenin bulunduğu burada: daha önce, Bizans döneminden kalma “San Markus” isimli bir kilise bulunuyormuş.

Bu kilisenin üstüne, ahşap bir cami ve bu türbe yapılmış, cami yok olmuştur. Türbede: kapı girişinde, hemen sağda şeyhin sandukası vardır. Türbenin içindeki yazıların bir kısmının: Fatih Sultan Mehmet tarafından bizzat yazıldığı söyleniyor.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.