İstanbul Tuzla

tuzla.genel.0
İstanbul Tuzla

Marmara denizinde 13 km uzunluğunda kıyıya sahiptir. İlçenin güney uç noktası olan “Tuzla Burnu” büyük bir çıkıntı oluşturur. Aydıntepe kıyıları: merkeze kadar koylar ve burunlarda, girintili ve çıkıntılıdır. Tuzla körfezinden sonra: Mezar burnu, Mesari Burnu, Limon Burnu, Dalyan Burnu sıralanır. Sakız Burnu açıklarında: Eşek Adası (Ekrem Bey Adası) vardır. Haydarpaşa’ya 32 km uzaklıktadır. Marmara denizinde 13 km uzunluğunda sahil vardır.

Yöre, ismini: Osmanlı döneminde, İstanbul’un tuz ihtiyacını karşılayan “Tuz gölü” nden almıştır. Günümüzden 70 yıl öncesine kadar bu gölden tuz elde ediliyordu.

Yörenin geçmişi incelendiğinde, çok fazla eskilere giden bilgilere ulaşılmamıştır.

1403 yılında, Peçenek Türklerinden 1500 kişilik bir gurup: bu bölgede bir gece kalmıştır.

Osmanlının ilk yıllarında, Abdurrahman Gazi: Yalova, Kartal ve Tuzla’yı alıp Aydos kalesini fetih etmiştir.

Yine aynı dönemde: Tuzla: Osmanlı donanmasının gemilerine liman olmuştur. Yöre halkı ise, geçimini balıkçılık, zeytincilik ve tütün işletmesiyle karşılamaktadır. Sultan I. Ahmet 1609 yılında Tuzla yöresine bir cami yaptırır. Kalekapı denen yerde yapılan arkeolojik araştırmalarda ise, eski çağlara ait çanak-çömlekler ve çeşitli kalıntılar bulunmuştur.

1400’lü yılları takip eden Osmanlı hakimiyeti döneminde, Evliya Çelebinin de belirttiği “Şifalı Sular” günümüzde de hakkın büyük ilgisini çekmeye devam etmektedir.

Tarihin ilk devirlerinden beri bir yerleşim yeri olan Tuzla’nın Pargorire (1872-1907) Dymotionlu Stophanes’in eserindeki “İzmit Körfezi” ile ilgili metinde “Aktaş Burnu” adı ile bilinmektedir. Buranın bir Rum balıkçı köyü olduğu, bir zamanlar İzmit ve İstanbul arasında gidip gelen korsanlara üs olduğu ve bu devirde, Aydost’taki Bizans beyi tarafından çevresinin kale ile çevrildiği ve Abdurrahman Gazi zamanında Türklerin eline geçtiği bilinmektedir.

Burası gemilerin kalafat yeri ve limanı olmuştur. Osmanlı imparatorluğunun son yıllarına kadar burada Rumlar ve Türkler iç içe yaşamışlardır.

Tuzla: 1908 yılında Türkiye’nin ilk köy beldesi olmuştur.

1924 yılında yapılan mübadelede Atatürk’ün emriyle Tuzla bölgesine: Selanik, Drama, Kavala bölgelerinden gelen Türkler yerleştirilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Tuzla 300 hane ve 1200 kişinin yaşadığı bir yer olarak görülür. 1936 yılında müstakil belediye olan Tuzla, 1951 yılında Kartal ilçesine bağlanmıştır. 1987 yılında Pendik ilçesinin kurulmasıyla, Pendik ilçesine bağlanmıştır. 1992 yılında ise müstakil ilçe olmuştur.

Tuzla’nın cadde ve sokaklarında, evlerin bahçelerinde çok sayıda Bizans döneminden kalma mimari elemana rastlanılır. 1972 yılında yapılan bir kazıda: Bizans dönemi kilisesi ortaya çıkarılmıştır. Ekrembey adasında yapılan kazıda ise: Saint Andre Manastırı bulunmuştur.

İncir adasında Hagios Gikara manastırı, Tuz burnunun kuzeyindeki yarımadada Hagios Geogios manastırı bulunmaktadır. Bunlardan ayrı olarak, Tuzla’da tarihi eser olarak: 7 kilise ve Padişah I. Ahmet zamanında yapılan bir cami bulunmaktadır.

köfteciler.1
İstanbul Tuzla
tuzla.genel.3
İstanbul Tuzla

 

Günümüzde Tuzla’nın en önemli özellikleri: merkezde İTÜ Denizcilik Fakültesi, kuzeybatıda Tuzla Piyade Okulu ve güneyde Tuzla burnunda ise Deniz Harp Okulu olmasıdır. Ayrıca yine yolu Tuzla’ya düşecek olanların sahildeki köftecilerden, meşhur Tuzla köftesini tatmaları önerilir.

AKRİTAS BURNU

Tuzla’daki Akritas Burnu yakınlarında, 6’ncı yüzyılda varlığı bilinen Hagios Trifon Manastırı vardır. Ayrıca çevredeki küçük adalarda da Hagios Andreas ve Hagia Glikeria manastırları bilinmektedir.

formula 1.1
İstanbul Tuzla Formula 1 İstanbul Yarış Pisti
tuzla.pist.1
İstanbul Tuzla Formula 1 İstanbul Yarış Pisti

 

FORMULA-1 İSTANBUL YARIŞ PİSTİ

Formula-1 yarışlarının yapıldığı İstanbul Park Yarış Pisti ve Tesisleri Projesi, 2005 yılında Tuzla Akfırat mevkinde bulunan ve toplam 2 milyon metre karelik bir alanı kapsamaktadır. Piste 6 farklı noktadan ulaşım vardır.

Formula-1 yarışlarına 3 kere ev sahipliği yapan İstanbul Park pisti, günümüzde dev bir ikinci el oto pazarı olarak kullanılmaktadır. İstanbul Park: yıl boyunca süren organizasyonlara da ev sahipliği yapıyor. Formula-1 için organize edilen pist, dünyaca ünlü otomobil firmalarının test merkezi gibi de hizmet veriyor. Dünyaca ünlü otomobil ve lastik markaları, burada özel etkinlikler düzenliyorlar.

Burayı ziyaret ettiğinizde, ziyaretçilere tanınan haktan yararlanabilirsiniz. Pistte sürücüler, kendi araçlarıyla 300 TL karşılığında, 20 dakika tur atabiliyorlar. Pist, Formula yarışları sırasında 8’nci virajı ve 2010 yarışlarında Sebastian Vettel-Mark Webber kazası ile hatırlanmaktadır. Ayrıca 1 Ağustos 2005 tarihinde yapılan yarışları, 110 bin kişi izledi ve Türkiye’nin en kalabalık spor organizasyonu olarak tarihe geçti.

 

İstanbul Vefa

kilise-camii-2
İstanbul Vefa

Atatürk Bulvarının doğusundaki yamaçtadır. İstanbul şehrinde, sur içi olarak belirlenen tarihi yarımada bölgesindeki en eski semttir. Fetihten sonra, Osmanlı mahalleleri içinde kültür ve hayat tarzı bakımından öne çıkan bu mahallede, birçok ulema, bürokrat ve derviş yaşamıştır.

İstanbul’da: Süleymaniye ve Fatih gibi iki büyük ilim tepesinin arasında kalmıştır.

Aslında, biraz sonra okuyacağınız gibi, semtin Vefa isminin Şeyh Vefa isimli bir kişiden geldiği söylenmektedir. Ancak semtin ismi konusunda bir rivayet daha vardır. Bunu anlatarak konuya girmek istiyorum.

Bizans imparatoru Konstantin, bu civarda öldürülmüştür. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi sırasında, Konstantin de bizzat savaşmış ve Osmanlı’ya ait kölelerden biri tarafından öldürülmüştür.

Son nefesini verirken de kendisini öldüren kişiye “Me fa yes” demiş ve bu Yunanca kelimenin anlamı “Beni Yedin” demekmiş. “Me fa yes” de zamanla “Mefa” ve “Vefa” şekline dönüşmüştür.

ŞEYH VEFA

Semtin ismi asıl adı Mustafa olan Şeyh Vefa isimli bir kişiden gelmektedir. Doğum tarihi bilinmemekle birlikte Konyalı olduğu bilinir. Fatih Sultan Mehmet ve Sultan II. Beyazıt dönemlerinde yaşamıştır.

Önceleri “Karamanoğulları” medreselerinde hizmet ettikten sonra, Edirne’ye gelmiş ve oradan da Fatih Sultan Mehmet davetiyle, İstanbul’a gelerek padişahın büyük yardım ve desteğini görmüştür.

Fatih Sultan Mehmet, kendisi için daha sonra adıyla bilinecek yani Vefa olarak bilinecek bu yörede: bir cami ve çifte hamam yaptırmıştır.

Bunların yapılış tarihi kesin olmamakla birlikte muhtemelen 1476 yılıdır. Şeyh Vefa ise: bir kısım meşhur devlet adamının yetiştirilmesini sağlamıştır. (Sadrazam Sinan Paşa, Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi gibi) Dar ve basık çilehanesinde, çok sade bir hayat yaşamıştır.

seyh-camii-1
İstanbul Vefa Şeyh Vefa Camii
seyh-camii-2
İstanbul Vefa Şeyh Vefa Camii
seyh-camii-3
İstanbul Vefa Şeyh Vefa Camii

 

Şeyh Vefa Cami

Vefa caddesindeki bu cami, 15 yüzyıldan kalma bir caminin yerine yapılmıştır. Modern bir binadır. 15 yüzyılda yaşamış evliya Şeyh Müslihiddin Türbesi de buradadır. Sultan II. Beyazıt, 1481-1490 yılları arasında, caminin bulunduğu yere medrese, derviş hücreleri, imaret yani mutfak ve kütüphane ekleterek burayı bir külliye haline dönüştürmüştür.

Külliye 1757 yılında ayrıntılı onarım görmüş, 1782 yılında ise medrese ve derviş hücreleri çıkan bir yangın sonunda yok olmuştur. Bunlar yani yanan bölümler, 1785 yılında Sultan I. Abdülhamit tarafından tamir ettirilmiştir. 1909 yılındaki yangında külliye yine büyük zarar görmüştür.

Bu yangında çok hasar gören cami ise, 1912 yılında yenisi yaptırılmak için yıktırılmış, ancak I. Dünya savaşının çıkması nedeniyle yenisi yaptırılamamış, bu arada külliyenin diğer birimleri de bakımsızlıktan yok olmuştur. Geriye ise sadece türbe ve çilehane kalmıştır. Çilehaneden aşağıda söz edeceğim.

Ünlü gezgin Evliya Çelebi’nin bu cami hakkında yazdıkları: “Şeyh Ebul Vefa Cami, İstanbul içinde 11’nci selatin camidir. Fatih Sultan Mehmet yaptırmıştır. O kadar büyük değildir ama ruhaniyeti olan, duası kabul olunan büyük cami ve eski mabettir. Bir şerefeli minaresi, bahçesi, medresesi, imareti, hamamı vardır.”

1994 yılına gelindiğinde, cami aslına uygun olarak yeniden yaptırılmıştır. Restorasyondan sonra caminin pek bir özelliği kalmamış olsa da, buraya yolunuz düşerse, özellikle çilehane ve hazire ilginizi çekebilir. Avludan sola doğru dışa çıkıp, sarmaşıkların sardığı eski kapısını da görmenizi öneririm.

seyh-camii-cilehane-2
İstanbul Vefa Şeyh Vefa Çilehane
seyh-camii-cilehane-1
İstanbul Vefa  Şeyh Vefa Çilehane

Çilehane

Camide: mihrap önünde yer alan 4 x 3.5 metre boyutlarında, kareye yakın, üstü tonozla örtülü bir hücre bulunmaktadır.

Bu hücrenin kapısı, kuzey cephede mihraba açılmakta, doğu ve batı pencerelerinde birer pencere açıklığı bulunmaktadır. Duvarlar kaba yontu taşla örülmüştür. Bu hücrenin çilehane olduğu öne sürülmektedir.

Caminin yıkılması sırasında, bu hücrenin camiye bitişik cephesi de yıkılmıştır. Aslında bu hücre, günümüzde olduğundan daha fazla pencereye sahipti. Toplam yedi penceresi olduğu düşünülmektedir.

Tüm bunların yanında, buranın çilehane olmayıp sadece itikaf odası olarak tasarlandığı veya kütüphane veya kıraat odası olarak da kullanılan bir şeyh odası olduğu düşünülmektedir.

Sonuç olarak ihtimaller, buranın büyük olasılıkla bir çilehane olarak tasarlanmayıp, şeyh odası olduğu yönündedir. Ancak, buranın pencereler kapatılarak zamanla bir çilehane olarak da kullanıldığı farz edilmektedir. Hücrenin önünde: Şeyh Vefanın efsanelere konu olan kedisinin kabir taşı olduğu söylenen, kitabesiz siyaha yakın koyu yeşil bir taş bulunmaktadır.

seyh-turbesi-2
İstanbul Vefa Şeyh Vefa Türbesi
seyh-turbesi-1
İstanbul Vefa Şeyh Vefa Türbesi
seyh-turbesi-3
İstanbul Vefa Şeyh Vefa Türbesi
seyh-vefa-turbesi-1
İstanbul Vefa Şeyh Vefa Türbesi

 

Şeyh Vefa Türbesi

Şeyh Vefa, caminin sol yanına gömülmüş ve kabri üzerine 1490 yılında türbe yapılmıştır. Yay kemerli kapı üstündeki dikdörtgen çerçeveli kitabe: Farsça yazılmıştır.

Türbenin üstü kiremitle kaplıdır ve duvarlarının kalınlığı 80 cm dir. Sekiz pencerelidir. Türbede beş sanduka vardır ve Şeyh Vefanın sandukası ortadadır. Türbede ilginç bir ayrıntıdan söz etmek istiyorum. Mihrabı bulunmayan türbenin kuzey duvarında, sağ pencerede, eşine pek rastlanmayan bir uygulama olarak, altında genişçe bir deliği bulunan, mermerden oyulmuş bir tekne bulunmaktadır.

Bu tekne ne için konulmuştur bilinmemektedir. Ancak günümüzde lavabo olarak kullanılmaktadır. Ancak atık su gideri olmadığından teknenin atık suları, dışarıya atılmaktadır.

Lala Paşalar Türbesi

Şeyh Vefa haziresindedir. Batı hazirede bulunan bu türbede: Lala Mehmet Paşa, Lala Ramazan Paşa ve bir kişi daha yatmaktadır. Türbenin üst örtüsü hakkında bir bilgi yoktur. Ancak bu türbenin sütunlar üzerine oturan kubbeli bir yapı olduğu, mezarlıkta bulunan baklava dilimli sütun başlıklarının da bu türbeye ait olduğu düşünülmektedir.

helvaci-baba-tekkesi-3
İstanbul Vefa Helvacı Baba Tekkesi-Helvai Yakup Tekkesi

 

Helvacı Baba Tekkesi-Helvai Yakup Tekkesi

Önce Helvacı Baba kimdir: Silifke’nin Zeyniye köyünde doğmuştur.

Helvacılık yapan Helvai Yakup Efendi, 60 yıl boyunca, bıkmadan yorulmadan Bayrami-Melami yolunu halka anlatmıştır. Ömrü boyunca, mensup olduğu Bayrami yolunun özellikle İstanbul’da yayılması için büyük çabalar sarf etmiştir. İsmail Maşuri şehit edildiğinde, Helvacı Baba hapsedilmiştir.

Acem seferindeki başarısızlık üzerine, padişah bu zatı serbest bıraktırıp duasını rica etmiş ve daha sonra zafer kazanılınca, Yakup Efendiye, İstanbul’daki ilk Bayrami Tekkesini, Şehzadebaşı civarında, Bozdoğan kemeri bitişiğinde inşa ettirmiştir.

Padişah, Kanuni Sultan Süleyman, bir gün bu tekkeyi ziyaret etmiştir. Bu ziyarette derhal helva pişirilmiş ve padişaha takdim edilince, padişah gönlünden helva geçirmiş olması sebebiyle memnun kalmıştır. Şeyhin lakabı olan “Helvai” buradan kalmıştır. Kendisi 1588 yılında vefat etmiştir.

Tekke binası burada yani Bozdoğan kemerinin yanında olmasına rağmen, Helvacı Babanın mezarının Şehzade Mehmet Camisinin bahçesindeki koca çınar ağacının altında bulunduğu rivayet edilmektedir. Rivayet çünkü: 1982 yılında, burada toplanmayı yasaklayan askeri yönetim, bunu önleyemeyince, bir gece ulu çınarın kıble tarafındaki asırlık kabri: zemin seviyesinden kepçe ile sökerek çınarın çevresini dümdüz etti.

Buradan sökülen türbenin nerede olduğu konusunda net bilgi yoktur. Bir söylentiye göre: aşırı kalabalık nedeniyle, kabir, Şehzade Cami haziresine gizlice nakledilmiştir. Ancak yine bayanlar tarafından aşırı ve yoğun ziyaret olunca, bu kez, ikinci kere, mezar, gizli bir yere defnedilmiştir.

Uzun zaman buraya “Burada türbe yoktur” levhası asılmasına rağmen insanlar gelmeye ve dua etmeye devam ettiler. Ancak, günümüzde burada çınarın çevresinin bir demir çitle çevrildiği ve bu çitin üzerinde ise sarı metal bir levha ile “Burada sahabe-i Kiramdan Ali Tabl-i Kabri Bulunmaktadır” yazısı görülmektedir. Yani, 1982 yılında buradaki mezar sökülmesine ve başka yere taşınmasına rağmen, günümüzde burası yine kalabalıklaşmıştır.

Hatta, öğrendiğime göre, Helvacı Babanın türbesi. Günümüzde Vezneciler tarafında bulunmaktadır. Öte yandan, çınarın çevresindeki demir çitin üzerindeki tabelanın da kaldırıldığı söyleniyor. Ama yine de, çeşitli kaynaklar, askeri dönemde kaldırılan türbenin derinlemesine bir kazı yapılmadan, zemin üstünde yapılan bir harfiyatla geçiştirildiğini söylemektedir.

Yani, aradan yıllar geçmesine rağmen, halk hala buraya rağbet etmektedir. Yani, bu ulu çınarın altı asla boş kalmıyor. Zaten, özellikle Cuma günleri, burası dilekte bulunmak isteyen kadınlar tarafından kalabalıklaştırılmaktadır. Burada adak adayanlardan niyetleri çıkanlar Cuma günü buraya gelip helva dağıtırlar.

Evet, bu yörenin görülebilecek en ilginç yerlerinden biri olan bu tekke ve ulu çınar ağacı ziyaret edilebilir. Bayrami Tekkelerinden, hala zamana meydan okuyan Şehzadebaşı Helvai Yakup Tekkesi günümüzde harap haldedir. Tekkenin duvarları ve çatısı yıkılmıştır.

vefa-lisesi-2
İstanbul Vefa Lisesi

 

Vefa Lisesi

Şehzade Camine giderken, Dedeefendi caddesi üzerindedir.

Bugünkü Lise türünün tam karşılığı olan okul türü idadilerdir. Ana dilde öğretim yapılan ilk mülkiye lisesi yani sivil lise: 1872 yılında Mekteb-i Mülkiyenin bünyesinde idadi sınıfları olarak kurulan bugünkü Vefa Lisesidir.

Okul: 1904 yılında Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa tarafından yaptırılan binanın Maarif Nezareti tarafından satın alınmasının ardından, Vefa’ya taşınmış ve bulunduğu semtten dolayı “Vefa İdadi Mülki Şahanesi” ismini almıştır.

Ardından 1913-1914 yılından itibaren, okul: bünyesinde ilkokul, ortaokul ve lise bölümleri bulunan ve 12 yıllık öğretim verilen sürekli bir eğitim kurumu haline gelmiştir. Okul 1925 yılında bazı liselerle birlikte ortaokula dönüştürülmüş ve Kadırga semtindeki Eczacılık Okulu binasına taşınmıştır.

Ancak 1933 yılında, Vefa Lisesi mezunlarının girişimiyle tekrar Lise statüsüne kavuşmuş ve Vefa semtindeki tarihi binasına dönerek Vefa Erkek Lisesi olarak öğrenimine devam etmiştir.

Okul, uzun süre sadece Mütercim Rüştü Paşa Konağında eğitime devam etmiş, 1949 yılında ise üst bahçedeki binada bulunan okulun Çapa’ya taşınmasıyla, iki binada öğretime başlamıştır.

Okul binasının yetersizliği nedeniyle, alt bahçedeki pavyonlar kaldırılarak 1967 yılında yeni bir okul binası yapılmaya başlanmış ve bu yeni bina 1970 yılında hizmete girmiştir.

Bu arada, harap duruma gelen Mütercim Rüştü Paşa konağı öğretime kapatılmıştır. Bu bina, Vefa mezunları tarafından kurulan bir organizasyon tarafından onarıma alınmış ve 1984 yılında yeniden Vefa Lisesi’ne katılarak öğretime sokulmuştur.

vefa-bozacisi-0
İstanbul Vefa Bozacısı

 

Vefa Bozacısı

Katip Çelebi Caddesindeki bu tarihi bozacı: 1876 yılından beri hizmet vermektedir. Söylenenlere göre, Vefa bozacısını ilk kuran Hacı Sadık Bey, 1870 yılında Arnavutluk Prizren’den İstanbul’a gelmiştir. O yıllarda, boza: sulu kıvamda, esmer renkli ve ekşi lezzetli olarak birçok yerde yapılıp satılmaktadır.

Hacı Sadık Bey: farklı bir yöntem dener ve bugünkü koyu kıvamlı, açık sarı renkli, hafif ekşimsi lezzetli bozayı yapar. Evinin altında kendi imkanlarıyla yaptığı bozayı, kış geceleri sayar ve çevresinde omuzunda taşıdığı bakır güğümler içinde, dolaşarak satar ve böylece yaptığı boza tanınır.

O dönemde: aristokrat ve bürokratların oturduğu Vefa semtinde: 1876 yılında ilk bozacı dükkanını açar. Dükkan Vefa semtinde olduğu için “Vefa Bozacısı” olarak tanınır ve nesiller boyu devam ederek günümüze ulaşır. Burayı ziyaret ettiğinizde, özellikle duvarlardaki çinilere dikkat ediniz. Boza, mayalanmış darı hamurundan yapılan son derece koyu kıvamda bir içecektir ve kışın içilir.

Çünkü içindeki yoğun vitaminlerin kışın girip ve nezleden koruduğuna inanılır. Ayrıca bağırsak florasını düzenler, kabızlığı önler, mideyi rahatlatır. Hafifçe fermente olduğu için, Yeniçeriler içki niyetine de kullanırlarmış. Çünkü bozanın içeriğinde % 1-1.5 oranında alkol olur. Yazları bu dükkanda üzüm suyundan şıra yapılıyor. Burada, Mustafa Kemal Atatürk’ün boza içtiği bardak hala korunmaktadır. Yaz aylarında, boza yerine şıra servisi yapılıyor.

atif-efendi-kutuphanesi-1
İstanbul Vefa Atıf Efendi Kütüphanesi

 

Atıf Efendi Kütüphanesi

Defterdar olan Atıf Efendi, bu olağanüstü sevimli ve bağımsız binası olan kütüphaneyi, 1740 yılında yaptırmıştır. Osmanlı devletinde, bağımsız bir binaya sahip olan ikinci kütüphanedir. Birinci kütüphane, 1678 yılında Köprülü Fazıl Ahmet Paşa tarafından yaptırılan Köprülü Kütüphanesidir.

Bu dönemde: ilk olarak Sultan III. Ahmet, Lale Devrinde, Sarayda bir kitaplık yaptırmıştı. Patrona isyanından sonra tahta geçen Sultan I. Mahmut, Lale Devrinin batılılaşma çizgisini sürdürdü. O da, Ayasofya’da ilk kamusal kütüphaneyi açtırdı. Bundan birkaç yıl sonrada, Atıf Efendi, Aşir Efendi kitaplıkları, daha ileri bir tarihte Ragıp Paşa ve Murat Molla kütüphaneleri yapıldı.

Bunların hepsi, Osmanlı aydınlanma çabalarının ürünüdür. Kütüphaneyi yaptıran Atıf Efendi, ilginç bir şahıstır. Sarayda defterdarlık yapabilmek için, Darüssaadet Ağası Beşir Ağa’ya her ay bin altın verir, bir yandan da el yazması kitaplar toplar, bir yandan da hat sanatıyla ilgilenir.

Kütüphane binasına kaynak sağlayabilmek için çeşitli mülkler vakfeder. Özellikle: 1741 yılında, kütüphaneye vakfettiği kitapların üzerinde bulunan vakfın mühründe “bu kitabı Mustafa Atıf, kütüphaneden çıkarılmaması şartı ile vakfetti” şeklinde ibare bulunması, o dönemde kitap hırsızlığının yoğun olduğunu düşündürmektedir.

Zaten, Atıf Efendinin bu vakfiyesine atfen, bu kütüphanede bulunan kitaplar Süleymaniye Kütüphanesine taşınmamıştır. Yazma eserler taranarak veri tabanına taşınmıştır. Yani, hala buradaki kitaplar kuytu köşelerde okuyucularını beklemektedir.

Sokağa bakan cephede, kütüphane memurlarının oturmaları için yapılmış üç ev bulunur. Ama üç evin ikinci katının altı kanatlıdır ve bu yelpaze gibi uzanır. Bu da Osmanlı asimetrisinin sevimli örneklerinden biridir. Üç evin ayrı kapıları vardır, ancak ana kapı geniş bir koridorla iç avluya açılır. Daha yüksek ve geniştir.

Kütüphane binası da asimetrik bir çokgendir. Bina: 18 yüzyıl Türk sivil mimari sanatının inceliklerini yansıtmaktadır. Türk Barok üslubunun en güzel örneklerinden biridir. Kütüphanenin hemen girişinde bulunan mermere: kütüphanenin çalışma kuralları ve kütüphaneden nasıl yararlanılacağı açıklanmıştır.

Kütüphane: beş oda ve iki salondan oluşmaktadır. Kütüphanenin hemen girişinde, küçük bir hafız odası, altıgen şekilli bir okuma salonu, bu salona açılan bir kitap deposu vardır. Okuma salonu, kemerli tavanıyla son derece şirindir. Binanın altı mahzendir.

Bahçesi, ağaçları, çeşmesi, mütevazi boyutları ve her yönüyle olağanüstü bir binadır. Kurulduğunda 2857 kitap bulunan kütüphanede, günümüzde: 3000 el yazmasıyla birlikte, eski ve yeni yaklaşık 30 bin civarında eser bulunmaktadır.

Süleymaniye Kütüphanesine bağlı olarak çalışan kütüphanede bulunan yazma eserlerin tamamı dijital ortama aktarılmıştır. Kütüphanede: bir kütüphane şefi, bir kütüphaneci, iki güvenlik görevlisi ve bir teknik personel olmak üzere beş kişi görevlidir.

kilise-camii-1
İstanbul Vefa Kilise Camii-Ayios Theodoros Kyriotissa Manastırı/Kilisesi-Molla Gürani Camii
kilise-camii-4
İstanbul Vefa Kilise Camii-Ayios Theodoros Kyriotissa Manastırı/Kilisesi-Molla Gürani Camii

 

Vefa Kilise Camii-Ayios Thedoros Kyriotissa Manastırı/Kilisesi-Molla Gürani Cami

Molla Şemsettin Cami sokaktadır.

Küçük, şirin tuğla duvarlı bir yapıdır. Kilise “Ayios Theodoros” adıyla 10-12 yüzyıllar arasındaki bir tarihte yapılmıştır. Kilise büyük olasılıkla Aziz Theodoros’a adanmıştır. Bizans mimarisinin Komnenos ve Palaiologos dönemlerine ait bir örnektir.

Yunan haçı planına göre yapılmıştır. Bu düşünceler, kilisenin duvar işçiliğinden anlaşılmaktadır. 1204 yılında, şehrin Latin işgali sırasında, kilise, Roma Katolik Kilisesi olarak kullanılmıştır. 1261 yılında ise, yine esaslı bir onarım görmüş ve bazı bölümler eklenmiştir.

Yapının fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet’in hocası, alim Molla Gürani tarafından camiye dönüştürüldüğü bilinmektedir. Bu yüzden, cami onun ismiyle anılmıştır.

Camiye dönüşüm sırasında, Bizans yapılarının mermerleri kullanılmıştır. Örneğin: caminin minaresinin şerefesinde, üzerinde tavus kabartması olan bir taş kullanılmıştır. İslam surete izin vermediği için, bu taş, minare şerefesi gibi gözden uzak bir yerde kullanılmıştır.

Hemen girişte, ön cephede bulunan mermer işlemede: köşelerde dört farklı desen kullanılmıştır. (sebebi meçhul)

Yapıda, Kariye Kilisesindekilere benzer freskler görülmektedir, daha doğrusu freskler varken, bunlar yakın geçmişte badana ile kapatılmıştır.

Cami 1883 yılındaki yangında büyük ölçüde tahrip olmuştur. Özellikle, binanın kuzey ve güney cephelerindeki yan dehlizler, bu yangında yok olmuştur. 1937 yılında ise, burası kısmen dekorasyona tabi tutulur.

Bu dekorasyon sırasında, mozaikler keşfedilir ve temizlenir. Hatta binanın içinde başka yapılara ait izler bulunur ve bu kilisenin bir manastır kompleksi içinde bulunduğu fikri ortaya atılır.

Evet, bu kilise camisi, küçük ama bezeme açısından çok zengin bir yapıdır. Bütün yapı, mozaiklerle bezenmiştir. Zaman içinde meydana gelen yangınlarda, bu mozaiklerin bir kısmı tahrip olmuş ve nedeni belirsiz şekilde üzeri sıva ve badana ile kapatılmıştır.

Bunların bir kısmı, yukarıda sözünü ettiğim gibi, 1937 yılında yapılan dekorasyonda temizlenerek ortaya çıkarılmıştır.

Ancak günümüzde, yakın zaman öncesinden itibaren burada büyük bir bakımsızlık örneği yaşanmaktadır. Mozaiklerin büyük kısmı, bakımsızlıktan dökülmüş durumdadır. Sadece orta nartekste yer alan mozaiğin küçük bir parçası görülmektedir.

Öte yandan, bir gerçek var ki, bu bölge ve çevresi, 1985 yılından bu yana, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek sözüm ona koruma altına alınmıştır.

sibyan-mektebi-00
İstanbul Vefa Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi ve Sebili

 

sibyan-mektebi-sebili-1
İstanbul Vefa Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi ve Sebili

 

Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi ve Sebili

Meşhur Vefa Bozacısının önünde uzanan Cemal Yener Tosyalı caddesi üstündedir. Vefa semtinin en özel yapılarından birisidir.

Önce Sıbyan Mektebinden söz etmek istiyorum. Osmanlı eğitim sisteminin ilk ayağını oluşturan Sıbyan Mektepleri: çocukların evden alınıp okula götürülüşleri, mektepteki eğitim ve öğretim metotları, hoca ya da muallimlerden aldıkları terbiye ve yetiştirilme usulleriyle önem kazanmaktadır. Sıbyan mekteplerine başlama yaşı 4-6 yaş arası iken, Osmanlının son dönemlerinde bu yaş aralığı 6-7 yaşa çıkarılmış ve günümüz ilkokullarıyla aynı şekli almıştır.

Sıbyan mektepleri: genellikle sultanlar, yüksek dereceli devlet memurları ve zenginler tarafından inşa ettirilmiş ve bütün giderlerini karşılamak üzere kendilerine ait mal varlıklarından bir kısmını bağışladıkları vakıflar kurulmuştur. Bu Sıbyan mekteplerinden günümüze ulaşanlardan birisi de Recai Mehmet Efendi tarafından yaptırılan Sıbyan Mektebidir.

Yapı: Rokoko üslubunda yapılmıştır. Recai Mehmet Efendi: 1700’lü yılların ikinci yarısında: Hazine katipliği, Çavuşbaşı, Sadaret Kethüdası, Nişancı, Defterdar Emini ve Arpa Emini gibi görevlerde bulunmuş ve bu yapıyı, 1774 yılında yaptırmıştır. Ancak zaman içinde yolların yükselmesi nedeniyle, yapı, caddenin yaklaşık bir metre alt seviyesinde kalmıştır.

Yapının mermerden dış cephesinde Mahmut Efendi tarafından düzenlenmiş hat yazısı görülür. İki katlıdır. Üst kat Sıbyan mektebi ve alt kat ise sebildir. Üst katın cephesi, önceki dönemlerin özelliklerini taşırken, alt kattaki sebilin cephesi dönemin barok özelliklerini yansıtmaktadır. Sebile gelince: dört küçük ve bir büyük yalaklı çeşmesiyle sebilin cephesi, muhteşem görülmektedir.

Cephenin sağ bölümündeki büyük çeşmenin sol tarafındaki simetrik iz düşüm, giriş kapısı olarak tasarlanmıştır. Böylece cephenin simetrik dengesi sağlanmıştır. Mektep kısmındaki koleksiyonda, önemli eserlerin bir kısmı, Türk şehir tarihine ait kitaplardan oluşmaktadır.

Recai Mehmet Efendi, 1780 yılında ölmüş ve Şehzade Camisi haziresine defnedilmiştir.

Mektep: Cumhuriyet döneminde, Çocuk Kütüphanesi olarak kullanılmıştır. 2009 yılında ise restore edilmiştir. Restorasyonun ardından ise özel bir cemiyet tarafından kütüphane olarak kullanılmaktadır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

İstanbul Balmumcu

balmumcu-genel-1
İstanbul Balmumcu

Beşiktaş ilçesine bağlı bu mahalle: Barbaros Bulvarı üstünde, Yıldız ve Zincirlikuyu kavşağı arasındadır. Günümüzde burası varlıklı kesimler tarafından tercih edilir. Nüfus; 7000 kişi civarında iken, iş yerlerinin sayısının artması nedeniyle 3000 kişiye düşmüştür. Ancak, yine büyük iş yerlerinin bulunması nedeniyle, gündüz nüfusu 9000-10000 kişiye ulaşmaktadır.

OSMANLI DÖNEMİ

Balmumcu Çiftliği

Sultan II. Mahmut döneminde (1808-1839) burada “Balmumcu” isimli bir çiftlik bulunuyormuş. Çiftliğe bu ismin verilmesinin sebebi: Sultan II. Mahmut döneminde, sokak ve bahçelerin mumla aydınlatılmasıdır. Sonraları burada mum imalatı yapıldığı söyleniyor. Çiftliğe bu ismin verilmesinin sebebi ise: çiftliğin bahçelerinin geceleri mumla aydınlatılmasıymış.

Sultan Abdülaziz döneminde ise, buraya “Balmumcu Kasrı” yapılmıştır.

Sultan II. Mahmut: biraz ileride bulunan Zincirlikuyu Kasrına her geldiğinde, buraya da uğrarmış. Sultan II. Abdülhamit döneminde, çiftlik: Veliaht Mehmet Reşat Efendiye tahsis edilmiştir.

Birinci Meşrutiyet döneminde, Sultan V Mehmet tahta çıktıktan sonra, çiftlik arazisi mesire yeri olarak halkın kullanımına açılmıştır. Buranın özellikle, meyve bahçeleri ve özellikle çavuş üzümü ile ünlüdür. Hatta, I. Dünya savaşı yıllarında, 1915 yılına kadar çiftlikteki meyveler, halka ücretsiz dağıtılırmış.

Sultan V Mehmet’in ölümünden (1918) sonra, çiftlik ve buradaki kasır yani köşk: Saniye Sultana verilmiştir.

Göçmenler

19 yüzyıl Osmanlı toplumu için, önemli değişimlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu değişimlere özellikle şehir mekanında meydana gelen büyük alt üst oluşlar eşlik eder. Osmanlı imparatorluğunun Balkan coğrafyasından kaybettiği topraklardan ayrılarak başkente sığınan yoksul muhacirler ve çeşitli nedenlerle yaşadıkları bölgeleri terk ederek İstanbul’a gelen Anadolulu aileler giderek artan bir hızla İstanbul’un merkez ve çevre bölgelerinde yeni yerleşim alanları oluşturmuşlardır.

Balmumcu çiftliği de, 19 yüzyıl Osmanlı İstanbul’unda ortaya çıkan yeni yoksul yerleşimler arasında yer alır. Özellikle: 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının ardından yaşanan göçmen dalgası sonucu şehre akın eden göçmenlerin büyük bölümü, buraya yerleştirilmiştir.

balmumcu-1
İstanbul Balmumcu

CUMHURİYET DÖNEMİ

Savaşta şehit düşenlerin çocukları için, 1923 yılında buradaki köşkte “Balmumcu Darüleytamı” açılmıştır. Burası 1982 yılında kapatılmıştır.

Ardından: çiftlik arazisi ve arazide bulunan yapılar: askeri kurumlara devredilmiştir. Balmumcu köşkü: Jandarma Bölge Komutanlığı olmuş, köşkün diğer yapılarına da Jandarma Okulu yerleşmiştir.

27 Mayıs 1960 askeri harekatından sonra, Balmumcu kışlası, bir süre gözaltı ve tutuklu merkezi olarak kullanılmıştır.

Saniye Sultan Kasrı ise: 1975 yılında yanmıştır. 1960’lı yıllarda, Barbaros Bulvarının açılmasından sonra, bölgenin çehresi tümüyle değişmiştir.

Jandarma Bölge Komutanlığı Sosyal Tesisleri

Burada: yukarıda sözünü ettiğim gibi, Jandarma’ya ait bir sosyal tesis ve misafirhane vardır. Tesis süper manzarasıyla ilgi çekmektedir.