İsfanbul Tema Park: bir zamanlar “Vialand” olarak hizmete giren eğlence merkezinin yeni ismidir.
Evet ülkemizdeki ilk “Tema Parkı”: Eyüp ilçesinde Yeşilpınar Mahallesi Şehit Metin Kaya Sokaktadır.
İsfanbul bünyesinde: Alışveriş Merkezi (Avm), Otel, Tema Park ve gösteri merkezi bulunmaktadır.
Yani burası alışveriş merkezi olmasının yanında, eğlence ve yaşam konseptidir.
Park 2013 yılında hizmete açılmıştır. Açılmasının ardından, Avrupa’da bulunan 800 Tema Park arasından, en iyi ilk 10 Tema Parktan birisi olarak seçilmiştir. Ayrıca, açılışından sonra birçok ödül de kazanmıştır.
Evet ülkemizin ilk “Tema” parkı açıldı ve parkı ziyaret ettiğimde gördüklerimi ve yaşadıklarımı aşağıda sizlerle paylaşacağım. Öncelikle: park, tabii AVM de birlikte olması nedeniyle, şehrin içine yapılmış ve çevresindeki yerleşim alanlarını büyük ölçüde etkilemiş, keşke daha şehir dışına bir yerlere yapılsaydı.
Zaten, yurt dışında bu tür parklar genellikle şehir merkezi dışına yapılmaktadır. Çünkü: parkın konsepti gereği, bu tür parklar ziyaretçilerini gerçek dünyadan alıp, hayal dünyasına götürürler.
Yani, park alanı dışarıdaki hayattan izole olmalı, dışarıdan içeri girince dışarıdaki hayatla bağlar koparılmalıdır, bunun için de, bu tür parkların şehir merkezi ve yerleşim yerlerinin dışında olmasına ve/veya dışarıdan bağların koparılması için ağaçlandırma veya büyük setler çekilmesine dikkat edilmektedir.
Ama, bizim bu temalı park alanımız, tam şehir merkezinde ve yerleşim yerlerinin arasında konuşlandırılmıştır, yani bu tür bir gerçek hayattan izolasyon mümkün olmuyor. Hatta, duyduğuma göre, Alibeyköy semtindeki temalı park alanı olmadan önce, buradaki ev kiraları ucuz iken park alanı ve AVM bittikten sonra, çevre şenlenmiş ve kiralar hızla yükselmiştir.
Sonuç olarak, keşke, şehir merkezinin dışına yapılsaydı dememek mümkün değil. Zaten: yörenin insanı, buraya doluşmaya başlarsa, büyük olasılıkla İstanbul’un büyük bölümü ve yurt dışından gelenler ve Türkiye’nin farklı şehirlerinden gelenler, buraya girmekte zorlanacaklardır.
Çünkü, park alanı gerek konumu ve gerekse giriş ücretlerinin nispeten düşük olması sebebiyle, bu söylediğim büyük olasılıkla kısa zamanda gerçekleşecektir.
Park alanı: yaklaşık 100 futbol sahası genişliğindedir. Yani, toplam 600 bin metre karedir. Bir dönem taş ocağı olarak kullanılan park alanı: daha sonraki dönemde, Haliç’i kurtarma çalışmalarında gündeme gelmiş, Haliç’ten buraya petrol hattı gibi boru hattı döşenmiş ve Haliç’in çamuru buraya akıtılmıştır.
Yani, tema parkının yapıldığı alan, Haliç’in çamurundan oluşturulmuş 650 bin m. Karelik alanda kurulmuştur.
Alanda çimlendirme ve ağaçlandırma çalışmaları sürdürülmektedir. Yakın gelecekte, buranın daha da yeşilleneceği söyleniyor. Çünkü, şu an için park alanında gölgelik bir yer yok, gölgede biraz oturayım derseniz yalnızca lokanta var.
Lokanta demişken, park alanında lokanta ve büfeler bulunuyor ve bunlar park alanının çeşitli yerlerine dağılmışlar. Ancak, bunlar da henüz inşaat çalışmaları gibi tamamen açılmamışlar, belki de ramazan nedeniyle açılmadılar. Tuvaletlere gelince, park alanının çeşitli yerlerindeki tuvaletlerin temiz olduğu görülüyor.
Park: günde 10 bin kişiye hizmet verebilecek şekilde düzenlenmiştir. Yılda ise, 30 milyon kişinin ziyaret etmesi bekleniyor. Park alanında, 4 bin kişinin istihdam edildiği söyleniyor.
İSFANBUL AVM
Tema parkın hemen yanında “İsfanbul AVM” bulunuyor ve burada: oyuncaktan giyime, dekorasyondan çeşitli yemek ünitelerine kadar birçok mekan bulunuyor. 110 bin metrekarelik kiralanabilir alanda: alışveriş caddeleri üzerinde, 109 farklı cephe, 250 mağaza bulunmaktadır.
Üst kat mağazaları ise: üstü açık sokaklarda bulunuyor.
Ancak siz bu üstü açık sokakları görüyorsunuz ve derken bir den yağmur yağıyor. Yağmur yağdığında bu üstü açık sokakların üstüne garip şemsiyeler yerleştiriyorlar, ancak yine de yağmur sularını engelleyemiyorlar.
Üstü açık sokaklarda nostaljik bir tramvay geziniyor.
Alışveriş merkezinin önünde, bir de suni göl bulunuyor. Görsel olarak, İstanbul’daki en iyi alışveriş merkezlerinden biri olmaya adaydır. Alışveriş merkezinin tam ortasında ise, büyük bir havuz var ve havuzda kurbağalar görünüyor.
Alışveriş merkezinin yeme-içme alanında ise, Türk ve dünya mutfağının eşsiz lezzetleri yan yana sunuluyor. İsfanbul Sineması ise “Cinemeximum” tarafından çalıştırılıyor. Burada, son teknolojiyle donatılmış ve dijital ekranlı 11 salon, I-MAX teknolojisi ve toplamda 1650 koltuk kapasitesiyle sinema keyfi yaşayabilirsiniz. Sinema salonunda 3d filmlerde: koltuklar oynuyor, havalanıyor.
İSFANBUL HOLİDAY HOME SUİTS
İsfanbul Alışveriş ve Eğlence Dünyası içinde bulunan otel, eğlence ve alışveriş merkezinin sunduğu tüm etkinliklerin hemen yanındadır. Ayrıca, yine çevredeki birçok turistik mekana oldukça yakındır. 5 yıldızlı bu otelde, 250 oda ve 12 suit bulunmaktadır.
AÇIKHAVA KONSER VE ETKİNLİK SAHNESİ
100 bin metre karelik büyüklükteki “Gösteri Merkezi” içinde: 10 bin kişilik konser salonu, geniş yeşil alanlar ve daha birçok aktivitenin yürütüleceği aktivite alanı bulunuyor. Yine burada, Türkiye’nin en büyük açık hava ekranı bulunuyor. Burada: konserler, maçlar, turnuvalar ve festivaller düzenleniyor.
KONUMU-YERİ
İsfanbul : Eyüp-Alibeyköy’de : Yeşilpınar Mahallesi Şehit Metin Kaya Sokaktadır. Arazinin kuzeyinde “TEM Otoyolu” ve güneyinde ise “E-5 karayolu” bulunmaktadır.
ULAŞIM
İsfanbul Tema Parkına; kendi özel aracınız ile ulaşabilirsiniz. Özel araçlar için, park alanında 5000 kapalı ve 3000 açık alanda otopark bulunuyor ve ücretsizdir.
BİLET ÜCRETLERİ
Giriş bileti satın aldıktan sonra: İsfanbul Park’a giriyorsunuz, Park girişinde aldığınız günlük bilet ile, içeride tüm ünitelerde, kapanış saatine kadar sonsuz binebilirsiniz. Günlük bilet ücretleri: 3-14 yaş arası çocuk için 99 TL, 14-60 yaş üstü için 99 TL dir.
Ayrıca 1 yıl geçerli “Yes Clup Kart” satın alabilirsiniz. Yes kart satış fiyatı, yıllık 399 TL dir.
Yine park alanında sıraya girerek kuyruklarda beklememek isteyenler için “Fast Pass” bileklikleri satılmaktadır.
Yani, Avrupa ve Amerika’nın çeşitli yerlerinde olduğu gibi, girişte yalnızca bir bilet satın alıyorsunuz ve park alanı içindeki tüm ünitelere, istediğiniz kadar ayrı bir ücret ödemeden binebiliyorsunuz, ancak: elbette o ünitelerin önündeki uzun kuyrukları-sıraları unutmayın.
Sonuç olarak, burada normal bir bilet satın alıp girdiğinizde oyuncakların önünde uzun kuyruklarda sıraya girmeniz gerekiyor ama sonuçta Avrupa ve Amerika’da benzeri park alanlarında da girişte belli bir ücret ödedikten sonra park alanı içinde oyuncaklarda ve etkinliklerde sıraya girip beklemek gerekiyor. Yani 2 dakikalık bir oyuncağa binmek için 45 dakika sıra beklemek zorunda kalacağınızı unutmayınız.
AÇILIŞ-KAPANIŞ SAATLERİ
İsfanbul “Tema Park” bölümü: her gün saat 11.00 de açılmakta, hafta içinde 20.00 ve hafta sonunda ise 22.00 de kapanmaktadır.
İsfanbul “Alışveriş Merkezi” bölümü ise: her gün saat 10.00-23.00 arasında açıktır.
Park alanında, ziyaretçileri bu şato karşılıyor. Şatonun içinden geçerken, park alanında karşılaşacağınız eğlence dünyasına ait bilgiler veriliyor. Şato: 2000 m. Karelik bir alanda tüm görkemiyle yükselmektedir. Ancak: bu tür şatolar genellikle yurt dışında “Disneyland” türü yerlerde bulunmaktadır çünkü Disneyland kültüründe bu tür şatolar bulunmaktadır. Ama, İsfanbul, Disneyland kültürüyle yapılmamıştır, bence keşke burada böyle bir şato yerine, bir Türk mimari kültürünü anımsatan saray yapılsaydı. Evet, Şatodan çıkınca, eski İstanbul’un günlük yaşamını günümüze taşıyan ana cadde, farklı mimari özelliklerle ilgi çekiyor.
Evet, Şatodan çıkınca ise, ziyaretçileri “atlı karınca” karşılıyor.
MACERA DÜNYASI
Burada: tünellerden geçebilir, şelalelerden düşebilir, hız limitlerini zorlayan ve yükseklere çıkmaya hazır olan ünitelere binip, macera dünyasını yaşayabiliyorsunuz.
Nefeskesen-Speed Coaster
Bu Avrupa’nın altıncı hızlı trenidir. Hız treni: 3 saniyede 110 km. hıza ulaşmaktadır. Yani, yolculuğa başlamak için muhteşem bir hız sağlanıyor.
Maceraperest
Bu bir roller coaster dır.
Saatte 80 km. hızla yapılan yolculukta: 30 metre yüksekliğe çıkılıyor. Bu 30 metre yüksekliğe çıkılması ,saniyeler sürüyor. Ancak: elbette buna binebilecek olanların belli bir boy standardının üstünde yani 120 cm. den uzun olmaları gerekiyor, ama parka gittiğimde, buna pek uyulmadığını gördüm, umarım burada bir sıkıntı çıkmaz çünkü yolcuların hareket sırasında güvenlik kemerinden kayıp uçmamaları için en az 120 cm. uzunluğunda olmaları gerekiyor.
Viking-Splash Coaster
Sulu eğlence sevenlerin tercihi, 15 metreden aşağıya beklenmedik bir anda düşüş ve sonucunda biraz ıslanıyorsunuz, ama adrenalin doruklarda. Evet, bir tekneye biniyorsunuz ve su dolu bir kanalda ilerliyorsunuz. Tekneler 20 kişiliktir. Yolculuk sırasında, 45 derecelik bir eğimle: 10 ve 15 metrelik iki ayrı bölümden aşağıya kayıyorsunuz ve ıslananlar için çıkışta özel kuruma bölümleri bulunuyor. Burada kurumadan çıkarsanız ve hatta “maceraperest” e binerseniz, ıslak ıslak rüzgarın çarpmasına tahammül etmeniz gerekir.
Viking’in toplum uzunluğu 480 metredir. Maksimum hızı saniyede 15 km. kadar ulaşıyor. Ünitenin yapımında, 500 metre ray ve 2800 m. Küp su kullanılmıştır.
360
28 metre yükseklikte, İsfanbul parkının tersten nasıl göründüğünü merak edenler için. Alet, oturanları kendi çevresinde döndürüyor ve biraz önce de söylediğim gibi, 28 metre yükseklikten, park alanını 360 derece izlemek mümkün oluyor.
Evet bu ünite, meraklılarını bir hortum gibi gökyüzünde evire çevire savuruyor.
Çılgın Nehir-Rafting Ride
700 metrelik bir parkur boyunca: coşkuyla çağlayan bir şelalenin ortasında, 9 kişilik botlarla yapılan muhteşem bir nehir yolculuğu.
King Kong
Yerden 15 metre yüksekte, bir Hollywood efsanesi canlanıyor. Çocukların hayal dünyasının bu kahramanı: ağzından dumanlar çıkararak sizi bekliyor.
Otobüsün içine giren ziyaretçiler, otobüsle birlikte havada King Kong tarafından sallanıyorlar. Yani, bir anlamda filmdeki sahneler gerçekleşiyor. King Kong maketinin yüksekliği 12.7 metre, genişliği ise 11.5 metredir. Toplam kütle ağırlığı ise 35 tondur. Otobüs her seferde 35 yolcu kaldırma kapasitesindedir.
Safari Tüneli
Karanlık bir tünel, saatte buraya 500 kişi girebiliyor ama karanlık olması nedeniyle, yalnızsınız ve yolunuza çıkabilecek sürprizlere hazırlıklı olmanız gerekiyor. Evet vahşi bir ormanda, arkadaşlarınızla birlikte oyun oynayabileceğiniz eğlenceli bir yer.
Zindan
Burası korkuya meydan okumak isteyenlerin girebilecekleri bir yer. Tünelin derin karanlıklarında sizi nelerin beklediğini görmek isterseniz ve korkmayacağınıza emin iseniz, buraya girin.
Hayal Perdesi
Burası bir sinema salonu ve 5D film gösterimi sırasına, kendinizi filmin içinde hissediyorsunuz.
Jet Ski
İstanbul’da şehrin ortasında jet-ski yapmak mümkün. Bunlara çocuklar aileleriyle birlikte binebiliyorlar ve direksiyona geçtiklerinde, dönen araçların yönünü çocuklar belirleyebiliyorlar, istedikleri hızda ve yönde gidebiliyorlar.
OYUN DÜNYASI
Burada: tüm aile bireylerinin birlikte zaman geçirebilecekleri oyun aletleri bulunuyor.
1. Minik kaşifler (burası hemen girişte, atlı karıncanın karşısındadır. Yanınızda çocuk olmasa da, burayı mutlaka deneyin, etkileneceğiniz kesin)
2. Minik yarışçılar
3. Gelin oynayalım
4. Neşeli çiftlik
5. Mini kule
6. Kahraman itfaiyeciler
7. Küçük madenciler
8. Hayal makinası
9. Atlı karınca
10. Çarpışan arabalar
11. Uçan çocuklar
EFSANELER DÜNYASI
Fatihin Rüyası
Burada: İstanbul’un fethi canlandırılacakmış ve henüz bu bölüm açılmamıştır. Söylenenlere göre, burada biraz önce söylediğim gibi, Fatih Sultan Mehmet tarafından, İstanbul’un nasıl fethedildiği uygulamalı olarak gösterilecekmiş.
Saray Salıncağı
Burada: 20 metre çapında bir daire çizerek uçan salıncakta, aynı anda 40 kişi bulunabiliyor.
Adalet Kulesi
İsfanbul tema parkı içinde, ziyaretçilere en büyük adrenalin yaşatan yerlerden birisi de burasıdır. 12 yaşından büyük ziyaretçiler buraya kabul edilmektedirler.
Burada, ziyaretçileri bir kadı ile katip karşılıyor. Çünkü, kulenin hikayesi gereği: cezanıza karar veren kadının sizi aşağıya bırakarak cezalandıracak olması.
Burada: ziyaretçilerin bindiği ünite, yerden 50 metre yükseğe çıkıyor ve çevrenin muhteşem manzarası izlenirken, 10 saniye sonunda, hızla yani serbest düşüşle, ünite yere düşüyor, bu düşüş yaklaşık 3 saniye sürüyor.
Bu düşüşün bir diğer özelliği, düşüş sırasında “4G”kuvvetine maruz kalınmasıdır.
Bir Zamanlar İstanbul
Burada, geçmiş yılların İstanbul’undaki yaşanmışlıklara ve olaylara, bir yolculuk yapılıyor.
Fener semti: tarihi yarımadada “İlk İstanbul” veya “Suriçi İstanbul” olarak bilinen bölgede, Fatih ilçesinin kuzeydoğusunda ve Haliç’e bakan bir semttir. Doğusunda “Cibali” ve kuzeybatısında “Balat” semtleri vardır.
Bu semtler: İstanbul’un ilk kuruluşundan günümüze kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Fener semtinin tarihinin, İstanbul’un ilk kuruluş yıllarında başladığı söylenir.
Ermeni yazar Farbl Lazar’ın yazdıklarına göre: İmparator Konstantinus: Bizanstion adını taşıyan bu küçük yerleşim yerine geldiğinde: buranın çok güzel olduğunu ve yerleşmeye çok elverişli olduğunu gördü. Çünkü buranın batı tarafındaki ufak bir kara kısmı yanında, diğer üç bölüm denizle çevriliydi. Bu yüzden, İmparator derhal faaliyete başladı ve yarımadanın iç kısmında bulunan tepeleri düzelttirdi ve surların inşa planını hazırladı.
Roma döneminde yerleşilen bu bölgeye, Bizans döneminde “Petrin” yani “Kaya” isminin verildiği biliniyor. Bu bölge: İstanbul’un yedi tepesinden birinin zirvesine çıkan, oldukça dik bir yokuşun çevresinde kuruluydu. Hatta: burada sadece surlar değil, aynı zamanda şehir merkezinden ayrı bir iç kale vardı.
Bu kalenin surlarındaki kapıya ise “Porta Phanari, Porte del Pharo” yani “Fener kapı” deniliyordu. 1351 tarihli bir belgede ise, bu kapının yanındaki mahalleye, Bizans döneminde “Fanari” ismi verilmişti. Çünkü, bu mahalle yani kapının bulunduğu yerde, limana yakın bölümde bir zamanlar bir deniz feneri vardı. Ancak bu sözü edilen deniz feneri, günümüze ulaşmamıştır. Büyük ihtimalle: İstanbul’un uğradığı büyük depremler, kuşatmalar ve saldırılar sırasında yok olduğu kesindir.
Zaten: sadece fener değil, gerek surlar ve gerekse bir zamanlar burada bulunduğu söylenen kapıdan da herhangi bir kalıntı, günümüze ulaşmamıştır. Ancak kapının yeri tahmin edilmektedir. Çünkü bütün sokaklar, kapının bulunduğu tahmin edilen yere açılmaktadır.
Evet: surlarla çevrili bu iç kale bölgesinin ismi, Bizans döneminde “Petrion” olarak bilinmektedir. Şehir merkezinden ayrı, bağımsız bir bölüm gibi olan Petrion’un ilginç bir tarihi geçmişi vardır.
1204 yılındaki işgalde, Latinler yani Haçlılar: ilk önce Petrion bölümünü ele geçirmişler ve ardından şehre girmeyi başarmışlardır. Çünkü: başlangıçta Haçlı donanması düşman gibi görülmemiş ve Haliç girişindeki ünlü zincir açılarak, donanmanın Haliç’e girmesine izin verilmiştir. Ardından, Haçlılar, Haliç kıyısında bulunan ve diğerlerine göre daha zayıf surlara saldırmışlar ve Petrion’u ele geçirmişlerdir.
Ama Türklerin şehri kuşatmasında bunun tam tersi olmuş, şehrin birçok bölümü ele geçirilmesine rağmen, Petrion’da bulunanlar, burayı uzun süre savunmuşlardır. Buna istinaden, Fatih Sultan Mehmet, buranın yağmalanmasını yasaklamış ve hatta sonradan buraya bazı ayrıcalıklar vermiştir. Bu yüzden: tarihi süreçte, İstanbul’da yaşayan Rumlar ve özellikle “Feneriyot” olarak isimlendirilen varlıklı aileler: bu bölgede toplandılar. Semtin iç bölümlerinde Rumlar, sahilde ise Yahudiler karışık olarak yaşıyorlardı.
Evliya Çelebi yazlarında: şehrin alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet’in Mora Rumlarını, Fenerkapıya yerleştirdiğini yazar. Ayrıca: yine o dönemlerde Fener semtinde; meyhaneleri ve balıkçılarının ünlü olduğunu belirtir.
Ermeni tarihçi Sarraf Hovannesyan tarafından yazılarında: Cibali Ayakapı’dan Fener’e kadar uzanan yerde, Rum zenginlerinin ve Eflak-Boğdan Beylerinin sıra sıra evlerinin bulunduğundan söz eder. Çünkü: bir zamanlar Osmanlı yönetiminde olup günümüzde Romanya’nın parçaları olan Eflak-Boğdan voyvodaları, geleneksel olarak Fener Rumları arasından seçilirdi. Ayrıca: Osmanlı Hariciyesinde tercümanlık görevleri de hep Fenerli Rumlar tarafından yürütülürdü.
Sonuçta: Rumlar ellerine geçen yüksek paralarla, Fener semtinde muhteşem evler ve saraylar yaptırdılar. Ancak, bu saraylar günümüze ulaşmamıştır, evlerin ise bir kısmı kalmıştır.
Günümüzde burada sanki zaman durmuş gibidir. Ayrıca: tam bir kültür mozaiği vardır. Cadde ve sokaklarda gezinirken karşınıza bir anda bir Ermeni kilisesi, sonra bir Yahudi havrası, ardından bir cami ve hatta bir Rum kilisesi çıkar.
Biraz önce sözünü ettiğim, gibi, semtin güzel dönemlerinden günümüze saraylar kalmamış olmasına rağmen, bazıları çok güzel onarılmış ve bazıları ne yazık ki metruk evler görülmektedir.
PATRİKHANE
Sadrazam Ali Paşa caddesi üzerinde bulunan Patrikhane: 1601 yılında buraya taşınmıştır. Patrikhanenin: 450 milyonluk Ortodoks dünyasının merkezi olduğu iddia edilmektedir. Ancak: pek çok kişi tarafından bilinen bu durumun aksine: Patrikhane, tüm dünyadaki Ortodoksların değil, sadece 125 bin kişilik bir cemaatin dini liderliğini yapmaktadır. Yunanistan Kralı Konstantin’in vaftiz töreni burada yapılmıştır. Patrikhane Kütüphanesi: dünyanın en önemli arşivlerinden birisi olarak kabul edilir. Buradaki: el yazması eserler, Padişah fermanları, minyatür, resim, gravür, fotoğraf gibi dokümanlar özenle korunmaktadır.
Patrikhane bölgesine üçlü bir kapıdan girilir. Basamaklardan yukarı doğru çıkıldığında: karşıya ana kapı gelir. Bu ana kapının solundaki kapıdan kilise tarafına, sağındaki kapıdan ise 1941 yılındaki yangından sonra yapılan ve 1980’den sonra yenilenen Patrikhane binasına girilir.
Ana Kapı
Patrikhanenin ana kapısının tatsız bir hikayesi vardır. 1821 yılında, Yunanistan’ın bağımsızlık hareketleri başlayınca, Patrik V. Grigorios, Osmanlı devleti tarafından, bu bağımsızlık hareketlerini ve özellikle Mora İsyanını körükleyenler arasında sayılmış ve bu hareketleri durdurmak için yeterince çaba göstermediği gerekçesiyle üç metropolitle birlikte idam edilmiştir.
Patrik Gregorios; idam edildikten kısa süre sonra, Türklerin, Yunanlı kurbanlarından biri olarak kabul edilmiş ve aziz ilan edilmiştir.
Bu idam olayından sonra: Patrikhanenin ana kapısı kapatılmış ve bir daha açılmamıştır. Kapının üstündeki idam çengeli hala durmaktadır. Çünkü, söylentilere göre: onlar “burada bir Türk büyüğü asılmadan bu kapıyı açmayacağız” diye diretmektedirler. Yani: bu din kapısı, bir kin kapısı haline sokulmuştur. Halbuki: asılan Patrik: o zamanlar, gerçekten Yunanistan’ın bağımsızlığı ile sonuçlanan Mora isyanının baş tetikleyicisidir.
Yine bu konu ile ilgili bir kanıtlanmış olaydan söz etmek istiyorum. İdam edilen Patrik: Rus Çarına bir mektup göndermiş ve Türklerin nasıl yenileceği konusunda bazı önerilerde bulunmuştur. (Bu mektup hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler: www.tarihinizinde.com sitesinden mektubu ve hikayesini öğrenebilirler) Osmanlı yönetimi, bu mektuptan haberdar olunca, Patrik’in idam kararı kesinleşmiştir.
Soldaki Kapı-Aya Yorgi Kilisesi Kapısı
Ana kapının solundaki kapıdan girildiğinde: Patrikhane kilisesi “Aya Yorgi” (Ayios Yeoryios) ye geçilir. Patrikhanenin tarihi ibadet yeri olan mevcut binanın ilk yapısı “Burç Kilisesi” diye anılan “Kadınlar Manastırı” dır.
Kilise: Patrik II. Timoteos zamanında: 12 havariyi temsilen 12 sütun (bu sütunların üstünde havarilerin tasvirleri görülür) üzerine 1614 yılında inşa edilen yapı: Ortodoks Rum Patrikhane Kilisesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Yapı: bazilika tipinde inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde, Tanzimat dönemine kadar, kiliselerin kubbeli olmasına izin verilmiyordu. Bu kilisenin kubbesi de: bir söylentiye göre 1701 yılında Sultan Mustafa ve bir başka söylentiye göre ise 1704 yılında Sultan III. Ahmet döneminde baş vezir emriyle yıkılmıştır. Yapı: 1798 yılında yapılan onarımın ardından, 1930’larda yine onarım görmüştür.
Günümüzde görülen yapı: mimari bakımdan, oldukça mütevazidir ve bir zenginlik göstermez.
Ancak: bu kilisenin esas önemi, mimari yapısından öte Rum Ortodoks cemaatinin elinde kalmış değerli dini eşyaların birçoğu burada muhafaza edilmesiyle bağlantılıdır.
Bunlar arasında bulunanlar: Patrik tahtı ve üzerine İncil konulan iki masadır.
Bu tahtın: İstanbul’da fetih sırasında Patrik ve Aziz olan İoannes Hrisostomos’tan kaldığı varsayılmaktadır. Taht: sedef kakmalıdır. Ancak; Bizans süsleme sanatında sedefe pek rastlanılmaz, sedef süsleme, genellikle Selçuklu dönemine tarihlenir. Bu yüzden: bu tahtın, söylendiği kadar eski olması mümkün değildir.
Yine burada: sedef işlemeli bir sehpa, altın yaldızlı ve taşınabilir “Meryem Ana Tablosu” ve birçok güzel ikon bulunmaktadır. Taşınabilir Meryem Ana Tablosu: mozaik bir ikondur ve bu tür ikonların, dünya üzerinde sadece on-onbeş tane kaldığı söylenmektedir.
Kilisenin ikonostasionunun tahta oymacılığı gerçekten muhteşem güzeldir. Söylenenlere göre: iki usta, bunun yapımında kırk yıl çalışmıştır.
Sağ köşede: bir sütun vardır. Bu sütunun demir kaplamasının üzerinde bir delik görülür. Bunun: İsa’nın gerildiği çarmıh olduğuna inanılıyor. Yine sağ tarafta: üç azizenin biri gümüş tabutları görülüyor. Gümüş olan tabut, Rusya’dan hediye edilmiştir. Bu üç azize: Eufemia, Teofano ve Omonia’dır.
Sağdaki Kapı-Patrikhane Kapısı
Patrikhane: İstanbul’un fethinden kısa süre sonra Çarşamba semtindeki “Pammakariston Kilisesi” (Günümüzde Fethiye Cami) ne yerleşmiştir.
1586 yılından sonra, Patrikhane, Fener semtindeki çeşitli kiliseleri dolaşmış ve 1601 yılında günümüzdeki yerine taşınmıştır.
Ancak: burada bulunan ahşap Patrikhane binası: 1941 yılında yanmış ve ardından günümüzdeki kompleksin sağ bölümünde bulunan kagir Patrikhane binası yapılmıştır.
Patrikhane: uzun yıllar bu kagir binada bulunmuştur. 1980’lerde ise Türk-Yunan ilişkileri yumuşayınca, mevcut kagir bina beton bina şeklinde yenilenmiş, ancak bölgenin ikinci derece Sit alanı olması nedeniyle, mevzuata uygun olarak ahşapla kaplanmıştır. Yani: dış görünüm korunmuştur.
Günümüzde, bölgedeki Fener Lisesinden sonra, Patrikhane binası oldukça sade görünümlüdür.
DİMİTRİ CANTEMİR EVİ
Maria kilisesinden aşağıya doğru, kıyıya doğru yüründüğünde, Yuvakimion Kız Lisesi yanındaki dar yolda, bir bina görülür. 1700’lü yıllardan kalma bu bina: eskiden adı gene Yuvakimion olan Erkek Lisesinin Jimnastik Salonuydu. Sonradan kızlara verildi. Kapısında: bir tarihle birlikte güzel servi ağaçları ve tavus kuşları kabartmaları görülür.
Bu büyük binanın hemen solunda: yan yana iki güzel Rum evi vardır. Bunlardan biri: zamanında Ksantopulos isimli birine aitmiş ve tavan süslemeleri güzeldir. Günümüzde burası “Kur-an Kursu” olarak kullanılıyor. Her iki evin bahçesinde: Yunancada “koine” denen: siyah ve beyaz taşlardan mozaikler görülür.
Buradan sonra: dar yoldan aşağıya doğru inilince; solda bir kapı görülür. Burada, duvara çakılı mermer kitabede : Rumca ve Türkçe olarak “Burada Dimitir Kantemir” in yaşadığını anlatan satırlar görülür.
1673-1723 yılları arasında yaşayan Dimitri Kantemir: Boğdan voyvodolarından biriydi. Kültürlü, yedi sekiz yabancı dil bilen ve zengin bir kişidir. Siyasetçiliği yanında, Klasik Türk Müziğine yaptığı katkılarla hatırlanır. Osmanlı tarihi ve klasik Türk müziği üstüne, ilk sistematik ve bilimsel kitabı yazmıştır. Yaklaşık 300’den fazla şarkıyı: notalarıyla birlikte kağıda geçirerek günümüze dek gelmelerini sağlamıştır.
1710 yılında ise, Rus Çarı Petro ile ittifak içinde bir komplo hazırladığı öğrenilen Kantemir, yakalanmadan önce Rusya’ya kaçar. Boğdan voyvodalığını, üç kuşak boyunca yapan Kantemirler: Boğdan bölgesini günümüzde toprakları içinde barındıran Romanya ülkesinde de tanınır ve sayılırlar.
Ancak, Kantemirlerin ihanetinin ardından: Eflak-Boğdan voyvodalığının: yerli halktan seçilmesi geleneğine son verildi ve bu iş Fener semtinde oturan Rumlara kaldı.
Günümüzde: Kantemir Evinin bulunduğu bahçe: Fener semtinin en büyük ailelerinden Kantakuzenoslar’a aittir. Bu aile: eski Doğu Roma İmparator sülalelerinden birisidir. Bu gayet büyük bahçenin içinde, bir de Aya Yorgi kilisesi vardır. Ortodoksların bir geleneği olarak: bu kilise, Kudüs Patrikliği kendi Metohion’u yani bir çeşit şubesi olarak yaptırmıştır. Yani: bu kilise, idari olarak günümüzde de Fener Rum Patrikliğinin yetkisi dışındadır. Bazilika tipindeki bu kilise: büyük mimari özelliği olmamasına rağmen, yapımında bolca mermer kullanılmasıyla önem kazanmaktadır.
MERYEM ANA KİLİSESİ-KANLI KİLİSE-MOĞOLLARIN MERYEMİ
Fener Lisesinin öbür yanından yokuş aşağı inerken solda kalan kilisedir. Genellikle “Kanlı Kilise” veya “Muhliotissa, Moğolların Azize Meryem Kilisesi” olarak bilinir.
Günümüzde kullanılan, Bizans döneminden kalan tek kilise olarak önem kazanmaktadır. İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmeyerek ayin yapılan bir kilise olarak bırakılmıştır. Yani: fetihten sonra Rumların elinde kalan tek Bizans kilisesidir.
Önemi
Kilise: “Theotokos Panayotissa” yani “Tanrı’nın Kutsal Annesine” adanmıştır.
1282 yılında Bizans imparatoru VIII. Mihail Paleologos’un gayrimeşru kızı Prenses Maria Paleologina tarafından yaptırılmıştır. VIII. Mihail, İstanbul’u Latinlerin işgalinden kurtararak geri alan imparator olarak bilinir.
Başka bir kayda göre: Kilise, 1261 yılında İmparator VIII. Mihail’in dayısı İsaakios Dukas tarafından yapılmış, Moğolların kraliçesi Maria: bu yapıya sonradan bir takım eklentiler ve süslemeler ilave ettirmiştir. Hatta bazı tarihi kaynaklara göre: burada çok daha önceleri bir kilise bulunduğu belirtilmektedir. Yine gerçekliği kanıtlanmamış söylentilere göre: 7 yüzyıl başlarında burada Bizans imparatoru Maurikios’un kızı Prenses Sopatra ve arkadaşı Eustolia tarafından bir manastır inşa ettirilmiştir. Ancak bu manastır, 1204 yılındaki Haçlı Latin işgali sırasında yıkılmıştır.
Azize Meryem-Maria
Öncelikle: kiliseyi yaptıran veya hikayeye konu olan kişinin yani Prenses’in ismi “Meryem” değil “Maria” dır.
Uzakdoğu’da tanıştıkları Nasruti Hıristiyanlarının etkisiyle, çevrelerindeki Müslümanlara karşı, Hıristiyanları daha yakın müttefik görürler. 13 yüzyıl başlarında: Moğollar Hülagü Han önderliğinde, İran’a kadar gelerek Bizans’a komşu olurlar.
1261 yılında İstanbul şehrini, işgalci Haçlı Latinlerden geri alan Bizanslılar: Moğol akınlarını önlemek için zamanın alışkanlıkları gereği, evlilik yolu ile Moğol Hanı Hülagu’nun saraya akraba olmasını isterler.
Bunun üzerine, 1265 yılında Prenses Maria, çeşitli hediyelerle birlikte, babası imparator tarafından Moğol Hanı Hülagu’ya gelin olarak gönderilir. Ancak yolculuğun uzun sürmesi ve Hülagu’nun iyice yaşlanması sebebiyle, Prenses Maria, Moğol sarayına ulaşmadan Hülagu ölür. Prenses Maria Moğol sarayına vardığında ise, ölen Hülagunun oğlu ve halefi Abaka Han ile evlenir.
Maria: İran’daki Moğol sarayında yaklaşık 15 yıl kadar yaşar. Bu dönemde, onun etkisiyle: Han ve saray halkının birçoğu Hıristiyanlığı seçer.
1281 yılında ise: Abaka Han, kardeşi Ahmet tarafından öldürülür: Maria bir başka Moğol hanı olan Karabanda’ya gelin olarak sunulur ancak Maria bunu kabul etmez ve Konstantinopolis’e dönmek zorunda kalır.
Bu sırada: günümüzde görülen kilise ve beraberinde bir kadınlar manastırı kurar. Manastırı “Panaghia Muhliotissa” ya yani “Moğolların kraliçesi” ne yani bir anlamda “kendine” adar. Çünkü: kendisi bilindiği adıyla “Panaghia Muhliotissa” yani “Moğolların kraliçesi” dir.
Sonuç olarak: Moğolların kraliçesi Muhliotissa yani Maria: rahibe olur ve son yıllarını bu manastırda inzivaya çekilerek geçirir. Günümüzde, Moğolların Meryem’i olarak anılan Maria Palailogos’un tek tasviri, Kariye Kilisesinde “Deisis” mozaiğinde görülür. Burada: İsa’nın ayaklarının dibinde resmedilmiştir.
Fetihten Sonra
Fetih sırasında: İstanbul Müslümanlar tarafından ele geçirildiğinde, daha önce sözünü ettiğim gibi “Petrion” denen Fener bölgesinde çok şiddetli çatışmalar yaşanmış ve bu kilisenin hemen yanında, İstanbul şehrinin en dik yokuşu kabul edilen yokuştan aşağıya oluk oluk Ortodoks kanı akarak Haliç’e karışmıştır. Bu yüzden: kilisenin bir adı da “Kanlı Kilise” dir.
Fetihten sonra, Fatih Sultan Mehmet, Fatih Camiini inşa eden Rum mimarı Hristodulos’un ricası üzerine bu kiliseyi onun annesine bağışlamıştır. Ayrıca: cami olmaktan muaf tutulacağına dair bir ferman yayınlar.
Böylece, kilisenin mülkiyeti Rumlardadır. Bu durum: Fatih Sultan Mehmet’in, Petrion yani bu bölgeye verdiği imtiyazlarla da ilgilidir. Çünkü: hatırlanacağı üzere, bu bölge yani Petrion, kuşatmada uzun süre dayanarak şehir merkezinden sonra ele geçirilmiştir ve Fatih, buranın yağmalanmasını engellemiş, buraya bazı imtiyazlar vermiştir.
Fatih Sultan Mehmet’in bu konudaki fermanları ve Yunanca çevirileri: hala kilisenin duvarında asılıdır. Çünkü: ardından zaman zaman Osmanlı gelenekleri devreye girmiş ve kilise camiye çevrilmek istenmişse de, Fatih Sultan Mehmet’in fermanı buna engel olmuştur.
Mimari
Yapının duvarları: kırmızı aşı boyalı yani gül pembesi rengindedir.
Kilisenin özgün planı: içten dört ve dıştan üç yapraklı yonca şeklindedir. Yani, İstanbul şehrindeki yonca tipli mevcut iki kiliseden biridir. Diğer yonca tipi kilise, Heybeli ada dadır. Dışarıdan bakılınca: yoncanın üç yaprağı görülür. Dördüncü yaprak ise nef kısmıdır. Kubbe kasnağı biraz deforme olmasına rağmen alışılmadık ölçüde yüksektir.
Modern zamanlarda: kilisenin tüm güneyi yıkılarak yerine tarihi hatlarıyla uyumsuz olan karemsi narteks bölümü konulmuş ve binanın uyumu bozulmuştur. Zaten geçirilen onarımlar sonucu bu yonca planı da hayli bozulmuştur. Özellikle, içine girildiğinde bu bozulmayı yaratan simetrisizlik hemen göze çarpar. İçeride: içbükey ikonlar bulunuyor.
Günümüzde: kilise, hala Bizans döneminin bir sanat hazinesine sahiptir. Theotokos Pammakaristos tarafından yapılan “Tanrı’nın Esen Annesi” ne ait portatif yani taşınabilir güzel mozaik ilgi çeker. Bu mozaik: Aya Nikola ve Aya Yorgi Patrikhane Kiliselerindeki mozaiklerle benzerlik taşımaktadır. Yani: bunların hepsinin 11 yüzyılda aynı dönemde yapıldığı düşünülmektedir. Ancak, bu mozaikler, şehirde günümüze kadar ulaşmış, üç mozaik olarak bilinir ve dünya üzerinde bunlardan sadece on tane kaldığı tahmin edilmektedir.
Kilisenin bahçesinde: duvardaki nişte, Uzakdoğulu yüz hatları olan bir kadın heykelciği vardır. Bu da “Moğolların Meryem’inin heykeli” olarak kabul edilir. Bu heykelcik, yakın zaman önce, Patrikhane’ye korumaya alınmıştır.
Kilisede: günümüzde ayin yapılmıyor. Sadece her yıl 15 Ağustos günü: Meryem’in göğe yükselmesi onuruna ibadet yapılıyor.
FENER RUM ERKEK LİSESİ-MEGALİ SCHOLİO
Moğolların Meryem’i kilisesinin hemen yanında, sağ bölümdedir.
Haliç kıyısında konumlu yapı: olağanüstü ve masalsı bir şatoya benzemektedir. Şehrin bu bölgedeki panoramasını belirler. Günümüzde görülen bina: 1881 yılında, mimar Dimadis tarafından; Zarifis, Evyenidis ve Zafiropulos gibi zengin Rumların bağışlarıyla yapılmıştır. Mimari özellikler: Endülüs ve Bizans stilleri karışık Bizantino-Marok özellikler göstermektedir. Arkadaki kulelerden birinde, yapılış tarihi olarak 1881 yılı ve mimarın ismi olarak “Dimadis”yazılıdır. Binanın özgün yapısı: sonraki onarımlar sonucu yok olmuştur. Rumların dini eğitimi zamanla Heybeliada’ya kaydırılınca: din dışı eğitim burada kurumsallaştırılmıştır. Yani: okul, ilk laik okul olma özelliği göstermektedir. Günümüzde okul açık olmasına rağmen, öğrenci sayısı yok denecek kadar azdır.
DARUL MESNEVİ (MESNEVİHANE ŞEYH MURAT) CAMİ-MESNEVİHANE TEKKESİ
Fener semtinde Mesnevi sokakta ve Rum Lisesinin hemen arkasındadır. Camiye “Darul Mesnevi” yani “Mesnevihane” denmesinin sebebi: yapının Mesnevi okumak ve anlamak, tasavvuf bilimi ve Farsçayı öğrenmek için yapılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Yapı: Mehmet Murat Efendi tarafından; 1844 yılında yaptırılmıştır. Kendisi; dönemin önde gelen Mesnevi sarihlerinden ve Mesnevihanlarından biridir. Bu tekkeyi: özellikle Mesnevi eğitimi vermek amacıyla yaptırmıştır. Mehmet Murat Efendi 1848 yılında ölünce, buraya türbesi de inşa edilmiştir.
Yapı: moloz taş ve tuğladan, dikdörtgen planlı ve çatılı olarak inşa edilmiştir. Minberi ahşaptır. Öndeki avluda: beton kubbeli ve süslü, altı köşeli mermer hazneli şadırvan vardır. Avludaki büyük sarnıç ise: 1852 yılında Sultan II. Mahmut’un baş kadını Nevfidan Hatun tarafından yaptırılmıştır. Yapının ilk talebelerine icazet verilirken: devrin padişahı Sultan Abdülmecit de bu törene katılarak icazet alanlara hediyeler vermiştir. Çünkü: Mesnevi okumayı teşvik etmek softalar arasında ilim öğrenmenin önemini göstermek istemiştir.
1925 yılına kadar Nakşibendi tarikatının denetiminde kalan yapıdaki tesisler: 1925 yılında Tekkelerin kapatılmasının ardından: buradaki yapılar özgün kullanımlarını yitirmiş ve harap olmaya başlamıştır. 1868 yılında: onarım gören mescit-dersane bölümü: günümüzde cami olarak kullanılmaktadır. Mescitten geriye kalan orijinal kısımlar ve avludaki büyük sarnıç, 2000 yılında yapılan yeni inşa yıkım faaliyetlerinde ortadan kaldırılmıştır.
AYA YORGİ METOHİON KİLİSESİ-AYİS YEORYİOS KİLİSESİ
Vodina caddesi üzerindedir.
Yüksek duvarlarla çevrili bu alan, ilk Feneriyot bürokratlarından Mihail Kantakuzenos’a aittir. Kendisi: Türkler tarafından “Şeytanın oğlu” olarak tanınır. Yüksek duvarlarla çevrili arazisi içinde gerek kendi sarayı ve gerekse bu kilise bulunmaktadır. Kilise 1132 yılında yapılmıştır.
Kilise: 1640 yılında yanmış ve Kürkçüler Loncası tarafından onarılmış ve Kudüs Patriği Khrisanthos döneminde, 1708 yılında Pavlos tarafından yeniden yapılmıştır. Yine aynı dönemde, kilise, Kantakuzenos tarafından: Kudüs Patrikliğine bağışlamış ve Kudüs Patrikhanesi Metohionu yani Kudüs Patrikliğinin bir şubesi olmuştur. Kilise: 1728 yılında yeniden yanmış ve 1730 yılında yeniden yapılmıştır. Kaba yontu taşla ve çatılı olarak inşa edilmiştir. Bazilika planındadır. Gümüş ikonalar ve yağlı boya tasvirlerle bezenmiştir. 18 yüzyılın sonunda, Kudüs Patriği, burada yaşamıştır. Kudüs’ten gelen kilise mensupları da burada misafir edilmiştir.
Kilisenin içinde bir kütüphane bulunmaktadır. Kantakuzenos: servetini kullanarak şehirdeki antik el yazmalarının birçoğunu toplamış ve bunlarla geniş bir kütüphane kurmuştur. Bu kütüphanenin koleksiyonundaki en önemli eser: Archimedes’in 10 yüzyılda yazılmış “Mekanik Problemlere Çözüm Yöntemleri” adlı eserinin tam ve mükemmel durumdaki parşömen kopyasıdır. Bu eser; antik çağın en büyük fizik ve matematikçisinin; tek nüshasıdır ve antik dönem bilimine ait bilgilere büyük katkıda bulunmuştur.
PANAVİA PARAMİTYAS-AVUTAN MERYEM ANA KİLİSESİ
Bahçe duvarının sonundan sola dönüp yürüdüğünüzde, gene aynı bahçenin içinde yıkık bir kilise kalıntısı görülür. Patrikhanenin “Pammakaristos”tan taşınmasının ardından: 1586-1596 yılları arasında, burası Patrikhane Kilisesi olarak hizmet vermiştir. Kilisenin girişindeki mermer taşta “çift kartal” oyması ilgi çekmektedir. Bu amblem; hem Paleologos hanedanının hem de Rum Ortodoks Patrikhanesinin sembolüdür. Kilise: eskiden Eflak-Boğdan voyvodaları olan Kantakuzenos ailesinin yaşadığı sarayın hemen bitişiğinde olması nedeniyle: “Eflak Sarayı” olarak da anılır. Ancak, bu kilise: 1976 yılında çıkan yangın sonucu tahrip olmuş ve geriye sadece yanmış kalıntılar kalmıştır.
Cami: Fatih Sultan Mehmet döneminde, Abdi Subaşı tarafından yaptırılmıştır. Abdi Subaşı isimli çelebi: Mevlana soyundandır, Emir Buhari ile “pirdas” tır ve mescit civarında gömülüdür. Ancak: yapı zamanla yıpranmış ve vakıf tükendiğinden: Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Mahmut Ağa tarafından mimar Sinan’a tekrar yaptırılmıştır. Cami: 1941 yılında yanmış, 1989 yılında hayırseverler tarafından yeniden yaptırılarak 1996 yılında ibadete açılmıştır. Minare: ana yapıdan ayrı olup sol bölümdedir. Minareye çıkan müezzinlerin, eskiden seslerini Haliç’in karşı kıyısına ulaştırmaları gelenekselleşmişti.
SEMTİN HALİÇ KIYISI
Fener semtinin Haliç kıyısında: üç eski bina göze çarpar. Bunlar: PTT Binası, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bulgar St Stephan Kilisesidir.
Kadın Eserleri Kütüphanesi
Fener meydanında, Fener vapur iskelesinin karşısındadır. Binanın yapılış tarihi ve mimarı hakkında bilgi yoktur. Ancak: Bizans dönemi eseri olduğu tahmin edilmektedir. Bu kütüphane binası harap halde iken: İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1989 yılında restore edilmiş ve 1990 yılında kütüphane olarak hizmete açılmıştır. Kütüphanenin en önemli özelliği: sadece kadınlara ait eserlerin bulunmasıdır. Osmanlı döneminden günümüze kadar olan süreçte: kadınlar hakkında yayınlanmış her türlü kaynak burada bulunmaktadır.
Fener Vapur İskelesi
Bu küçük vapur iskelesi: hemen yanındaki komşusu iki katlı tarihi ve ahşap binada bulunan “Fener Polis Karakolu” ile birlikte tarihe meydan okumaktadır. Sadece iki vapuru bulunan iskeleden, bu vapurlarla birlikte: Üsküdar, Eyüp, Kasımpaşa, Balat, Sütlüce ve Ayvansaray’a gidilebilir.
Süzgeççi Yusuf Camii
Haliç kıyısındadır. Fatih Sultan Mehmet döneminde “Surlarda görevli askerlerin namaz kılması için” yaptırılmıştır. Kendisinin de burada namaz kıldığı bilinmektedir. Ancak, cami: bir yangında yanarak harap olduktan sonra: Süzgeçti Yusuf tarafından 1891-1892 yılları arasında yaptırılmıştır. Mimar: Hacı Reşit’dir. Yapı; kagir ve çatılıdır. Altında dükkanlar vardır. Kadınlar mahfili, iç tavan ve minber ahşaptır. Tuğla ve kurşun kaplı minarenin girişi, içeridendir.
Fener semtindeki sur kapıları
Fener Kapısı: Haliç’te: Balat ve Petrion arasında bir sur kapısıdır. Burada bir dönem deniz feneri bulunuyormuş ve bu fener nedeniyle kapıya “Farikapı” denilmiştir.
Petrikapı (Petro/Demir): Haliç’te; Petrion ve Aya kapı arasında bir sur kapısıdır. Kapı, günümüzde yoktur. Abdülezzel Paşa ve Mürsel Paşa caddelerinin birleştiği yerdedir. Latin işgalinde ve Fetih’te bazı askerler bu kapıdan şehre girmiştir. Kapı: günümüzde mevcut değildir.
Theodosia (Eski Aya) Kapısı: Haliç’te: Petrion ile Aya kapı arasında bir sur kapısıdır. Gül Camiinin (Aya Thedosia Kilisesi) giriş kapısıdır. Fetih’te, Aya Dede burada şehit düştüğü için, bu isimle anıldığı rivayet edilir.
Ayvansaray: Balat ile Haliç surları arasında kalan yerdir.
Bizans döneminde: burada “Blaherna Sarayı” varmış ve semtin isminin buradan geldiği düşünülüyor. Saray 5 yüzyıl başlarında, İmparator II. Teodosius’un genişlettiği surların içinde kalan oldukça geniş arazide: 451 yılında İmparator Marcianus’un dul kalan eşi Pulceria tarafından yaptırılmıştır.
Sarayın oldukça geniş arazisi: Balat’taki Tekfur Sarayına kadar uzanıyordu. 627 yılında: İmparator Heraklios döneminde: bu sarayı çevreleyen surlar şehir surlarına eklenerek bölge iyice genişletildi. Bu bölge, Bizans döneminde, şehrin 14 bölgesinin büyük kısmını işgal ediyordu.
Sarayın: eyvan şeklinde yani üstü kemerli, dev bir kapı görünümünde portalı yani girişi vardı. Özellikle: eyvan şeklindeki bu giriş: daha sonra saray sözcüğü ile birleştirilerek semtin ismi “Ayvansaray” ortaya çıkmıştır. Bu büyük ve göz kamaştırıcı güzellikteki saray: 1204 yılındaki Haçlı-Latin işgali sırasında, şehirdeki birçok yanıp yıkılan bina gibi, talana uğradı.
Gelelim günümüze: yukarıda söylediğim gibi, sarayın kalıntıları günümüze ulaşmamıştır. Sadece sarayın ayazması görülebilir. Kuyu sokaktan girildiğinde, Blaherna sarayının ayazmasına ulaşılır. Zamanında: bu ayazma üstünde, İmparatoriçe Pulceria tarafından yaptırılan bir kilise vardı. Kilisenin yapılışından birkaç yıl sonra: Kudüs şehrinden gelen iki Bizanslı “Meryem Ana” ya ait elbiseler olduğu iddiasıyla, yanlarında getirdikleri giysileri bu kiliseye verdiler. Giysiler bu kilisede saklanmaya başladı ve kilisenin önemi arttı. Ancak, fetihten bir süre önce, bu kilise içindeki Meryem’in elbiseleriyle birlikte yanarak yok oldu. Günümüzde, aynı yerde 1900’lü yıllarda yapılmış bir kilise bulunuyor. “Vlaherna Meryem Ana Kilisesi” aşağıda daha ayrıntılı anlatılacaktır.
Şehirdeki çingene loncası bu semttedir. Çingene yerleşimleri: Ayvansaray’dan Balat’a doğru uzanan sahil yolundadır. Bu yüzden, semt eğlence ve meyhane diyarına dönüşmüştür. Bu semtin eğlence yerine dönüşmesinin bir başka sebebi de burada Yahudi cemaatinin de yaşamasıydı. Yahudilerin, çalgılı eğlenceleri çok ünlüydü ve döneminde Galata ve Samatya’daki eğlence mekanları kadar ünlenmişti. Bu eğlence kültürü, 20 yüzyıl başlarına kadar devam etmiştir. Ayvansaray semtindeki ayazmaya “Çingene Ayazması” denir. Buradaki çingeneler: süpürge imal ederek geçimlerini sağlandı. Osmanlılar: uzun süre, bu çingeneleri zaman zaman gayrimüslimlere uyguladıkları yasaklarla yönettiler. 1585 yılında çıkarılan bir ferman: bu durumu ortaya koymaktadır. Bu fermanla: çingenelerin ata binmesi yasaklanmış, gerektiğinde eşeğe veya arabaya binmeleri emredilmiştir.
Kara ve Haliç surları, bu semtin batısında birleşerek, tek duvar haline dönüşür ve Haliç kıyısı boyunca, doğuya doğru uzanır. 8 yüzyıl başlarında, Emevilerin akınlarına uğrayan surların önünde ve içinde, birçok türbe vardır. Sokak aralarında, cami hazirelerinde, bir yapı içinde, bir köşe başında gibi yerlerde, birçok basit görünümlü kutsal mekan bulunur. Fetih’ten bir kadar önce, Fatih Sultan Mehmet: karşı kıyıdaki Hasköy taraflarından bu yakaya, burçların dibine, fıçılar üzerinde bir tahta ve “Sefer Köprüsü” isimli bir köprü yaptırmıştır. Bu köprü ile ilgili bir kitabe, Fener taraflarında sur kulelerinden birinde mevcuttur. Ancak bu köprünün yeri konusunda net bilgi yoktur, Fener taraflarında da olabilir.
Eskiden: küçük çapta bir tersane bulunan semtte, günümüzde de kıyıda ve hatta bazı ara sokaklarda: motorlar, kayıklar ve sandallar görülür. Zaten: gerek Bizans dönemi ve gerekse Osmanlı döneminde, tekne yapım atölyeleri burada bulunuyordu. Zenginler: teknelerini, bu sahildeki küçük tersanelerde yaptırırlardı. 1980’lerde ortadan kaldırılıncaya kadar, bu küçük tersaneler burada görev yapmıştır. Günümüzde ise, ara sokaklarda bulunan birkaç tekne yapım atölyesi bulunmaktadır.
MARUL SOKAĞI
Eski çingene loncası buradaymış. Bu yüzden, burada: o sosyal yaşamın tipik göstergesi olan basit mimari yapılaşma görülür. Yukarıdan yamaçlar halinde inen sokaklarda: yer yer Bizans döneminin Blaherna Sarayı kompleksinin izleri, kemerli dehliz tarzı boşluklar ve ayazma duvarları görülür.
ATİK MUSTAFA PAŞA CAMİ-HAZRET-İ CABİR CAMİSİ-PETRUS MARKUS KİLİSESİ
Burası bir zamanlar Bizans kilisesiymiş. Bazı kaynaklara göre, burada 9 yüzyıldan kalma “Aya Tekla Kilisesi” varmış ve bu kilise Petrus ve Markus adındaki azizler adına yaptırılmıştır. Surlarla bu kilise arasındaki mahallenin ismi de “Tekla” kelimesinden türetilerek “Toklu Dede” olarak kullanılmaktadır.
Yapı tarzı: Bizans haçı tarzındadır. Kısa kollu, haç planlı ve merkezi kubbelidir. Doğu yönünde, dışa doğru çıkıntı yapan üç apsis bölümü vardır. Sol yanda sonradan yapılmış ve bakımlı bir avlu görülür. Duvar örgü biçimi, taş ve tuğra sıralamaları: Bizans mimarisini hatırlatır. Yapı: camiye çevrildiği ilk yıllarda “Atik Mustafa Paşa Camisi” olarak bilinmesine rağmen, sonradan adı “Hazret-i Cabir Camisi” olmuştur.
Bu isim değişikliği: caminin hemen yanında hatta içinde bulunan, Hz Muhammed’in sahabelerinden “Cabir Hazretlerinin” mezarına bağlanmaktadır. Atik veya Koca Mustafa Paşa diye bilinen Sadrazam: Sultan II. Beyazıt döneminde, 1490 yılında bu kiliseyi camiye dönüştürmüştür. Paşa: 150 metre kadar güneyde, bir de hamam yaptırmıştır. Ancak bu hamam 19 yüzyılda yıkılır. Koca Mustafa Paşa: Cem Sultanın zehirlenmesi olayında göstermiş olduğu başarıdan ötürü Beylerbeyi olarak terfi ettirilmiş, ancak ardından 1513 yılında Bursa’da idam ettirilmiştir.
1000 yıldan fazla yaşı bulunan bu kilisenin bazı duvarlarında, bir zamanlar çeşitli freskolar bulunuyormuş, ancak bunlar günümüze ulaşmamıştır. Caminin ön tarafında, eskiden bir vaftiz havuzu varmış ve sonra bu havuz “İstanbul Arkeoloji Müzesine” kaldırılarak koruma altına alınmıştır. Caminin minaresi sağ ön köşededir. Çünkü iç mekanda büyükçe bir sanduka vardır ve dışarıdan görülmez. Ancak, genellikle camilerde, bu şekilde içeride mezar geleneği yoktur. Bu mezar: sahabelerden Hz. Cabir’e aittir. Caminin ön kısmındaki dar sokak üzerinde bulunan çeşme: Ahmet Ağa tarafından 1682 yılında yaptırılmıştır.
VLAHERNA MERYEM ANA KİLİSESİ
Hazret-i Cabir camisinin hemen yakınındadır. Kilise: adından da anlaşılacağı üzere, bir zamanlar burada bulunan “Vlaherna Sarayı” nın kilisesidir. Günümüzde, bu saraya ait herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır. Eskiden yani ilk yapıldığında: bu kilisede Meryem Ananın giysilerinin bulunduğu söyleniyor. Kilise 1434 yılında yanarak yok olmuştur.
Daha sonraki dönemde yani 19 yüzyılda yenilenen ve günümüzde görülen kilise, son derece bakımlı bir bahçe içindedir. Geniş ve hoş bir bahçe içinde bulunan bu kilise: özellikle ayazması ile ünlenmiştir. “Vlaherna Ayazması” olarak bilinen ve kutsal kabul edilen bu ayazmada, şifa aramak için sadece Hıristiyanlar değil, aynı zamanda Müslümanlar tarafından da ziyaret edilmektedir.
AYA DİMİTRİ RUM ORTODOKS KİLİSESİ
Balat yönünde, sahil yolunun hemen iç kısmındadır. Burası: 19 yüzyılda yenilenmiş haliyle günümüze ulaşan, 13 yüzyılda yapılmış bir eski Doğu Roma kilisesi binasıdır. Kilise: camiye çevrilmeden önce, 1597-1601 yılları arasında, Sultan III. Mehmet döneminde, Ortodoks Rum Patrikhanesi olarak kullanılmıştır. 1601 yılında ise, Patrikhane günümüzdeki yerine taşınmıştır. Yapı: dikdörtgen, uzunlamasına mekanları ve çatı örtüleriyle, dıştan bakıldığında üçgen gibidir. Çatı örtüleri: düz dam şeklindedir.
BALİNO KİLİSESİ
Mahkeme altı caddesindedir. Giriş kapısında Yunanca yazılar bulunur. Yapılış tarihi olarak 16 yüzyıl belirtilmesine rağmen, yapı büyük olasılıkla 18 yüzyıldan kalmadır. 1730 yılında yapılmıştır ve sonrasında birçok onarımdan geçmiştir.
AYİOS MENAS RUM KİLİSESİ-AYİOS KARPOS VE PAPİLOS ŞEHİTLİĞİ
Samatya caddesindeki burası, İstanbul şehrinin en eski Hıristiyan tapınaklarından birisidir. Ayios Menas Rum kilisesinin; herhangi bir mimari özelliği yoktur. Ancak: kilisenin altında; 1935 yılında çok önemli ve antik temeller bulunmuştur. Bu temellerin: 250-251 yılları arasında, Dekius kovuşturmaları sırasında öldürülen: Ayios Kapros ve Papilos Martyrion isimli iki azize ithaf edilen mezar yerine ait olduğu düşünülüyor. Bu kripta yani mezar yeri: daire şeklinde ve büyük kubbeli bir oda şeklinde düzenlenmiştir. Yapı: 4 ve 5 yüzyılların mükemmel tekniğiyle, tuğladan örülmüştür. Doğuda: derin bir apsis vardır. Odanın çevresini: tuğladan yapılmış tonozlu geçitler çevrelemektedir.
İVAZ EFENDİ CAMİİ
Meryem Ana kilisesinden yokuş yukarı çıkılınca, buraya ulaşılır. Anıtsal bir Türk yapısıdır. Yapının, Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı söyleniyor. Ancak: Sinan’ın eserlerinin yazılı olduğu “Tezkirede” bu caminin adı geçmemektedir. Muhtemelen, Sinan’ın kalfalarından biri tarafından yapılmıştır. Cami: Blaherna sarayının teraslarından birinin üstüne yapılmıştır. Bu terasta yani caminin bahçesinde: sura bitişik olan sarayın “İzak Angelos Kulesi” kalıntıları görülür. Manzara izlemek için yapılan bu kulenin: 1188 yılında, Bizans döneminde önemli bir görevde bulunan İzak Angelos tarafından yaptırılmıştır.
Caminin iki kapısı vardır. Bütün camilerin genel olarak kapıları ortada bulunurken, bu caminin cephesinde, iki kenarda, ikişer küçük kapı vardır. Günümüzde, sağdaki kapının önünde biçimsiz bir baraka eklenmiştir. Böylece, yapının başlıca mimari özelliği kapatılmıştır. Ama özellikle minaresinin ters yönde olması ilgi çeker. Yani minare geriye doğru kaymıştır. Mimari, bütünüyle değişiktir. Kubbe, altı desteğe oturmaktadır. Dört yarım kubbeyle desteklenmiştir. Ortada pencereler sıralanır. Taş ve tuğla duvarlar ve pencereler; çok güzel İznik çinileriyle bezenmiştir.
ANEMAS ZİNDANLARI
İzak Angelos kulesinin altında ünlü “Anemas Zindanları” vardır. İvaz Efendi camisinin yapıldığı terastaki çukurdan, bir merdivenle aşağıya inilmektedir. Buradaki bir kapıdan, bu zindanlara girilir. Kıvrılarak inilen bir koridordan sonra, 60-70 metrelik geniş bir koridorun başına gelinir. Burada, surlardaki mazgallardan içeriye ışık vurur ve dramatik bir görüntü ortaya çıkar. Bu koridorun üstünde: kemerli kapılarıyla yan yana hücreler sıralanır. Bizans imparatorluğunda görev yapmış bir komutan olan; Arap asıllı “Anemas” ın ismiyle anılan bu zindan 60 metre uzunluğundadır ve yer yer 15 metre genişliğe kadar ulaşır. Söylenenlere göre: Anemas zindanlarında, 6 Bizans imparatoru hayatını kaybetmiştir.
LEON SURLARI
Anemas zindanlarından aşağıya inildiğinde, Haliç kıyısında “Leon Surları” görülür.