İstanbul Beykoz

geziyorum-beykoz-3
İstanbul Beykoz

Bu yörenin adı konusundaki araştırmalar, henüz net sonuçlar vermemiştir.

Bazı kaynaklarda: sözcükteki “koz” ekinin “ceviz” anlamına geldiğini ve buradaki “bey”e ait bahçelerde çok miktarda ceviz bulunduğu savunulur. Diğer kaynaklarda ise, bu isim ekinin yani “kos” sözcüğünün Farsça dilinde “köylük yer” anlamına geldiğini ve yörenin “Beyin Köyü” diye anıldığını belirtirler. Çünkü Beykoz ismi, Osmanlı döneminde buraya verilmiştir.

Hatta bazı kaynaklara göre: bir zamanlar “Kocaeli Valileri yani Beyler” burada ikamet ediyorlarmış. Bizans döneminde: buraya “su çanağı” anlamına gelen “Philae” denilmiştir. Belki de su çanağı, buradaki büyük boy bir eski “vaftiz çanağı” olabilir.

Burada ilk köşk: Sultan II. Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Bu köşkte dinlendiği bir gün: Tokat şehri fethedilince, bu sevinçli haberi burada alan Sultan: köşke o zaferin anısına “Tokat Köşkü” ismini vermiştir. Hatta: yine bu köşke “sevinçli” anlamında “Ferhanabad köşkü” denilmiştir. Burası: halk arasında: çevresindeki yemyeşil araziler ile yüzyıllar boyunca “Tokat Bahçeleri” diye anılmıştır.

Osmanlı yönetiminde, Beykoz arazileri genellikle müneccimbaşılarına (falcılara) bırakılmış ve özel topraklar olarak değerlendirilmiştir.

Tarihimizdeki ilk kağıt fabrikası “Hamidiye” adıyla burada kurulmuştur. Avrupa kalitesinde kağıtlar üreten bu fabrika, 1892 yılında “Erkan-ı Harbiye Feriki” Şakir Paşa huzurunda yapılan, şatafatlı bir törenle hizmete açılmıştır. Beykoz, ürettiği camlarla da ünlenmiştir. 19 yüzyıl başlarında, ilk cam atölyesi, Sultan III. Selim döneminde burada açılmış, cam ustaları Venedik’e gönderilmişlerdir.

geziyorum-beykoz-ishak-aga-cesmesi-1
İstanbul Beykoz İshak Ağa Çeşmesi

İshak Ağa Çeşmesi

Buraya halk arasında “On parmak çeşmesi” denilmektedir. Eski anıtsal yapı olarak Beykoz semtinin en gözde eseridir. Sultan I. Mahmut döneminde, gümrük şefi olan ve gümrük işlerinden zenginleşen İshak Ağa tarafından 1746 yılında yaptırılmıştır. İstanbul’da bu türden başka bir örneği bulunmaz. Meydanda bulunan ve günümüzde faal olan bu çeşme: kagir, kare planlı, saçaklı ve revak kemerlidir.

İstanbul’da günümüzde faal olan nadir çeşmelerden biridir. Hatta semtin isminin, bu ünlü çeşmenin hemen yanındaki ulu bir ceviz ağacından kaynaklandığı söylenmektedir. Çünkü bir zamanlar Beykoz yöresi: cevizleriyle ünlüymüş ve cevizin eski isimlerinden birisi de “koz” imiş. Beykozlular: bu çeşmenin çevresinde oturarak zaman geçirirler. Özellikle sıcak yaz günlerinde burada dinlenirler.

geziyorum-beykoz-beykoz-hamami-1
İstanbul Beykoz Beykoz Hamamı

Beykoz Hamamı

Çeşmenin hemen yanında, Sultan Süleyman döneminde, Has odabaşı Behruz Ağa tarafından 1560 yılında yaptırılmıştır. Tarihi yapı, Beykoz hamamı olarak bilinir. Fatih Saraçhane’deki “Horhor Hamamı” da Behruz Ağa tarafından yaptırılmıştır.

Kethüda Çeşmesi

Sahile yakın yoldaki bu eski mermer çeşme: 1533 yılında Kethüda Defterdar İskender Çelebi tarafından yaptırılmıştır.

Cami

Meydanda bulunan cami: 1700’lü yıllarda Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştır. Ama takip eden süreçteki onarımlar sonucu, orijinal formu değişmiştir.

geziyorum-beykoz-1
İstanbul Beykoz Hünkar İskelesi
geziyorum-beykoz-5
İstanbul Beykoz Hünkar İskelesi
geziyorum-beykoz-4
İstanbul Beykoz Hünkar İskelesi

HÜNKAR İSKELESİ

İncirliköy’ün kuzeyinde: Sultan II. Beyazıt tarafından, İran seferi dönüşünde, yanında getirttiği bazı mimari parçalar kullanılarak, Sultaniye Çayırı denen yerde, İran üslubuyla ahşap bir köşk yaptırılmıştır. Bu köşkte: bağ bozumunu betimleyen eski bir sütun kullanılmıştır. Bu parça: büyük bir ihtimalle antik dönemden kalma bir tapınaktan kalmadır ve 17 yüzyıla kadar köşkte duruyormuş. Daha sonraki tarihlerde ise: bu köşk, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yenilenmiştir.

Devrin sultanları: ahşap köşke gelmek için, saltanat kayıkları ile bu iskeleyi yani Hünkar İskelesini kullanırlarmış. Tarihi süreçte, Hünkar İskelesi Antlaşması, Ekim 1833 tarihinde buradaki ahşap köşkte imzalanmış ve ardından Türklere destek veren İngiliz ve Fransızların katılımı ile Ruslara savaş açılmış ve 1853 yılında Kırım Savaşı başlamıştır.

Yalı Köyü Camii

Hünkar İskelesi tarafındaki bu cami: Bostancılardan Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır. Yapım tarihi bilinmemektedir.

geziyorum-beykoz-beykoz-kasri-1
İstanbul Beykoz Hünkar İskelesi Çevresi

Hünkar İskelesi Çevresi

Çevredeki “Akbaba köyü” ve “İncirliköy”: Osmanlı döneminde mesire alanı olarak kullanılmıştır. Günümüzde de piknik alanıdır.

18 yüzyılda ise: Sultan III. Mustafa döneminde, İncirliköy: sarayın ileri gelenlerinden Tahir Ağa tarafından imara açılmış ve böylece İstanbul halkının kullandığı piknik mekanlarından biri haline gelmiştir. 1854 yılında ise: Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa: Sultan Abdülmecid adına “Beykoz Kasrı” nı yaptırmıştır.

Sultanın adından dolayı buraya “Mecidiye Kasrı” da denilmiştir. Ama Mehmet Ali Paşa, bu kasrın tamamlanmasını göremeden ölmüş, projeyi oğlu Sait Paşa tamamlamıştır. 20 yüzyıl başlarında: Mısır Hidiv’inin İstanbul temsilciliğini yapan, Ermeni asıllı ve çok zengin Abraham Paşa: buralardan Karadeniz kıyısına kadar uzanan arazilerin sahibidir ve 1918 yılında ölmüştür.

geziyorum-beykoz-yusa-tepesi-1
İstanbul Beykoz Yuşa Tepesi
geziyorum-beykoz-yusa-tepesi-2
İstanbul Beykoz Yuşa Tepesi

 

YUŞA TEPESİ

Beykoz ilçesi sınırları içinde, denizden 200 metre yükseklikteki bir tepedir. Boğazın en yüksek tepesidir. Ancak bu tepenin üzerinde bulunan bir yatır: bu tepeyi önemli hale getirmektedir.

Yatırın ne zamandan beri burada bulunduğu bilinmemektedir. Çeşitli söylentiler vardır. Ancak tahminlere göre: Bizans’tan önceki dönemlerden kalmadır. Çünkü aynı tepe üzerinde, muhtemelen Zeus’a adanmış, antik bir tapınak izlerine rastlanılmıştır. Muhtemelen Bizans’ın altın çağlarında, İmparator I. Justinianus döneminde, bu antik tapınak kalıntıları üzerine “Aziz Misel” gömülmüş ve mezarının üstüne bir kilisenin yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İstanbul’un fethinden sonra ise: burada bulunan mezar elden yeniden düzenlenmiş ve günümüze kadar devam eden mescitte: Kadiriler tarafından sahiplenilen bir tekke kurulmuştur.

“Yuşa” nın gerçekteki adı “Yesu” dur. Hz. Musa’nın yeğenidir ve Tevrat’da adı geçen bir Yahudi Peygamberidir. Ancak: tarihçilere göre, burada yatan Yuşa hazretlerinin, Tevrat’da adı geçen Yuşa ile ilgisi yoktur. Çünkü, burada yatan kişinin Hıristiyan bir din adamı veya Müslüman bir şeyh olduğu ileri sürülmektedir. Osmanlı dönemi eski kayıt defterlerine göre: burada 1755-1757 yılları arasında “28 Çelebizade Mehmet Sait Efendi” nin sadrazamlığı döneminde inşa edilen bir tekke varmış. Ancak bu tekke: yangında yok olmuş ve Sultan Abdülaziz döneminde, yeni bir mescit inşa edilmiştir.

Mezar yeri 17 metrelik boyutu ile dikkat çekmektedir. Ancak büyük ihtimalle, burada yatan ermiş kişinin tam olarak nerede gömüldüğünün bilinmemesi için mezar büyük düzenlenmiştir. Bir diğer görüşe göre ise: bir saygı göstergesi olarak, kabrin büyük boyutlarda düzenlendiği düşünülüyor.

Son yıllarda, yatırın çevresinde, yol üstüne kurulmuş çeşitli dini objelerin satıldığı tezgahlar ve otopark: rant kavgasına dönüşerek, çeşitli kurumları karşı karşıya getirmiş ve buranın mistik özelliği zarar görmüştür. Çünkü dertlerinden, sıkıntılarından kurtulmak isteyen veya dileklerinin gerçekleşmesini isteyenler, burayı çok sık ziyaret etmektedirler.

geziyorum-beykoz-6
İstanbul Beykoz
geziyorum-beykoz-4
İstanbul Beykoz
geziyorum-beykoz-3
İstanbul Beykoz

 

Günümüzde Beykoz

Günümüzde: Beykoz, tarihi kimliğinden büyük ölçüde uzaklaşmış olsa da, hoş köşeleri, doğanın güzelliklerini sunan çayırları ve mesire yerleriyle ilgi çeker. Osmanlı döneminde burada kurulan cam, deri ve kundura endüstrileri, yakın döneme kadar devam etmiş ve Beykoz sınırlarından çıkıp uluslar arası ticaret alanında rakipleriyle boy ölçüşen ürünler yaratılmıştır.

Bunlar arasında en göze çarpanları: Topkapı ve Dolmabahçe Sarayları koleksiyonlarında bulunan Türk camcılığının göz nuru ve dünyaca ünlü “Çeşmi Bülbüller” sayılabilir.

Ayrıca: mesireleri, kaynak suları, av sahaları, kalkan balığı, paçası ve cevizi ünlüdür. Zaten: Beykoz’a girişte, sağ yanda “Beykoz Korusu” görülür. Dar bir kapıdan araba ile girilebilen koruda: lokantalar ve havuz başında çay bahçesi vardır. 

Beykoz: sadece mesire yerleriyle değil sularıyla da ünlüdür. Yörenin en çok beğenilen suyu “karakulak” aslında “kara ulak” tır. Gerçek adı “Mehmet” olan bu ulak, fetih şehitlerinden biridir.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için. 

 

 

İstanbul Cibali

cibali-genel-1
İstanbul Cibali

Cibali semtinin ismi: İstanbul’un fethiyle ilgili bir efsaneden kaynaklanmaktadır. Fatih’in ordusunda “Cebe Ali” isimli bir derviş varmış. Bu dervişin, kuşatma sırasında elindeki postu denize atıp üstünde ayakta durduğu rivayet edilmektedir. Hatta: yanındaki müritleri de aynı şeyi yapmışlardır. Böylece: su üstünde yürüyerek karşı kıyıya varmışlar ve surlardaki Bizanslı askerleri dehşet içinde bırakmışlardır. Cebe Ali’nin mezarı: Nejat Uygur’un meşhur ettiği “Cibali Karakol” unun içindedir.

Evet, burası önceki yıllarda Haliç kıyısında Müslüman nüfusun daha fazla olduğu bir semt olarak dikkat çekmektedir. Günümüzde bu mütevazi semtte caddelerden içlere girildiğinde, dar sokaklar, küçük ve yıpranmış evler görülür.

cibali-sigara-fabrikasi-1
İstanbul Cibali Sigara Fabrikası

SİGARA FABRİKASI

Deniz kıyısından yürüdüğünüzde, Abdülezel Paşa Caddesi üzerinde bu bina görülür. Yapı: 1880 yılında Reji İdaresi yani Fransız sermayesi tarafından kurulmuştur. Fabrika binası: o dönemde yapılan binalardaki özeni göstermesi açısından ilginçtir. Yapı günümüzde: Kadir Has Üniversitesi mülkiyetindedir. Fabrika içinde: bir sigara üretim müzesi vardır.

cibali-cibali-kapi-1
İstanbul Cibali Kapısı ve Cibali Karakolu
cibali-cibali-kapi-2
İstanbul Cibali Kapısı ve Cibali Karakolu
cibali-cibali-karakolu
İstanbul Cibali Kapısı ve Cibali Karakolu

 

CİBALİ KAPISI VE CİBALİ KARAKOLU

Unkapanı’ndan Cibali’ye gelirken görülür. Bizans döneminden kalan yarı yıkık Haliç surlarında, Bizans döneminden günümüze kalan tek kapıdır. Kapı: arabaların geçebileceği büyüklüktedir. Kapı: ismini Fatih Sultan Mehmet’in komutanlarından “Cebe Ali” adında, Bursalı bir subaşından almıştır. Cebe Ali: fetih sırasında, şehre girmek için askerleriyle birlikte, surun bu bölümünde bir gedik açmış, bu gedik daha sonra bir kapıya dönüşmüş ve kapıya bu kahramanın adı verilmiştir. Böylece semtin adı da “Cibali” olmuştur.

Evliya Çelebi, yazılarında: “Cebe” isminin, cüppeden geldiğini, Subaşı Ali’nin at çulundan bir cübbe giydiğini, bu yüzden kendisine “Cebe” ismi verildiğini yazmıştır. Öldüğünde: Cebe Ali, anısını taşıyan bu kapının yanı başına gömülmüştür ve zaman içinde, mezarı bir türbeye dönüşmüştür.

Ancak: 20 yüzyılın başlarında: kapının hemen yanında bir karakol inşa edilmesi düşünülmüş ve buraya üç katlı, minik ve şirin bir karakol binası inşa edilmiştir. Ancak: Cebe Alinin türbesi karakol binasının içinde kalmıştır. Böylece, içinde türbe bulunan bu ilginç karakol binası: zamanla özellikle Muammer Karaca ve Nejat Uygur tarafından sahnelenen oyunu ile ülke çapında ünlenmiştir.

Cibali kapısının üstünde, fetih olayını anlatan eski yazı bir kitabe görülür. Ama bu kitabe, 1453 yılında değil, 1953 yılında “İstanbul Fetih Cemiyeti” tarafından buraya konmuştur. Eski Türkçe olduğu için, okunması ve anlaşılması mümkün olmayan kitabede, bir efsane, yani fetih tarihi olgu içinde anlatılmaktadır.

ABDÜLKADİR DEDE MEZARI

Hemen Cibali kapısının yanındaki bu mezar: Fatih Sultan Mehmet’in Sekbanbaşısı Abdülkadir Dede’ye aittir.

cibali-aya-nikola-kilisesi-1
İstanbul Cibali Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi-Ayios Nikolaos

AYA NİKOLA RUM ORTODOKS KİLİSESİ-AYİOS NİKOLAOS

Hemen cadde üstündedir. Burası: aslında biri küçük olmak üzere iki kiliseden ve bir de ayazmadan oluşan dini yapıdır. Aya Nikola: denizcilerin ve balıkçıların koruyucu azizidir. Bu yüzden, Ortodoks kültüründe Aya Nikola adına yapılan kiliseler, genellikle denize yakın yerlerde yapılırdı. Denizciler de azize şükranlarını sunmak için bu kiliseye armağanlar bırakırlardı. Kilisenin narteks tavanına asılı kalyon modeli: bu tür bir armağandır. Zaten kilisenin en belirgin özelliği: bir avlu içinde, kilise kapısının hemen üstündeki bu kristallerle süslü gemi maketidir.

YENİ AYA KAPI

Aya Nikola kilisesinin biraz ilerisindedir. Bu kapı: sur içinde yaşayan halkın, sur dışındaki hamama rahat gidip gelmesi için, fetihten sonra Türkler tarafından açılmıştır. Kapının hemen yanında: Fatih Sultan Mehmet’in ordusunda “Horoz Baba” (Horoz Mehmet Efendi) ya ait olduğu sanılan bir mezar yeri vardır. Sur dışında kalan, Mimar Sinan yapımı hamam ise, günümüzde tamamen harabe halindedir.

cibali-gul-camii-1
İstanbul Cibali Azize Aya Theodosia Kilisesi-Gül Camii
cibali-gul-camii-2
İstanbul Cibali Azize Aya Theodosia Kilisesi-Gül Camii

 

AZİZE AYA THEODOSİA KİLİSESİ-GÜL CAMİİ

Aya Nikola kilisesinden hemen sonra, caddenin yanında küçük meydana açılan “Aya kapı” dan geçip yaklaşık 50 metre ilerleyince, buraya ulaşılır. Cibali’nin en göze çarpan yapısı; bugünkü adıyla: Gül Camii. 1499 yılında camiye çevrilmiş Eski Bizans kilisesi: Aya Teodosia’dır. Türk’ler zamanında bir hayli çok tamirat görmüş bu görkemli yapının; 9’ncu yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor. Ancak yapılan kapsamlı değişimlere rağmen, özgün formunu yani eski görünümünü günümüze kadar korumayı başarmıştır.

Azize Teodosia

Yaşadığı dönemde: İmparatorluk sarayının giriş kapısı üstündeki “İsa İkonu” nun kaldırılması; Teodosia isimli bir kadının önderliğindeki halk tepkisine yol açtı ve bunun üzerine Teodosia öldürüldü. Daha sonra: öldürülen bu kadının bir azize olduğu anlaşıldı ve tüm eşyalarıyla birlikte, ismini vereceği bu kiliseye gömüldü. Bir anda önemli olan bu kişiyi ziyaret etmek için, kiliseye pek çok insan gelmeye başladı. Ancak 1204 yılındaki Haçlı-Latin işgali sırasında: bu kilisede tahrip edildi. İşgalden sonra: kilise restore edildi ve ardından “29 Mayıs” tarihleri, her yıl Azize Teodosia yortusu olarak kabul edilerek dini törenler yapılmaya başlandı. Azize Theodosia’nın simgesinin “gül” olduğu söylenir. Adının anlamının da “solmayan gül” olduğu rivayet edilir. Bu yüzden, bu kutsal yortu günlerinde kilise güllerle donatılırmış. Ayrıca: kilise: zamanla adeta bir şifa merkezi durumuna dönüştürüldü. Dilsiz birinin gelmesi ve dilinin çözülmesi, kilisenin bu özelliğini daha da kuvvetlendirdi.

Efsaneler

Kiliseyle ilgili iki efsane vardır. Bunlardan birincisi: “Gül Cami” ismiyle ilgilidir. Azize Theodosia’nın yortu günü “29 Mayıs” günüdür. 1453 yılında, Theodosia’nın şefaatini istemek ve şehri Türklere karşı koruması için Tanrı’ya dua etmek üzere kilisede, kalabalık bir cemaat toplanır. Kilise: yortu sebebiyle güllerle süslenir. Şehir düştükten sonra, yani ertesi günü kiliseye giren Türk askerleri, hala orada duran gülleri görür ve böylece kiliseye “Gül” ismi verirler.

İkinci efsane: Azize Theodosia kilisesinin son Bizans imparatoru XI. Konstantinos Dragas’ın mezar yeri olduğu hakkındadır. İmparatorun ölümüne ve nereye gömüldüğüne dair değişik rivayetler vardır. Ama eski kuşak Rumlar, Azize Theodosia kilisesinin güneydoğu payesinde gömüldüğüne inanırlar. Gerçekten de burada bir mezar yeri vardır. Payenin içinden çıkan bir merdivenle mezara ulaşılır. Odada, yeşil örtülü sanduka bulunur. Ancak süre giden bir Türk söylentisine göre: bu Konstantinos’un değil “Gül Baba” isimli bir Müslüman ermişin, camiye ismini veren Gül Babanın sandukasıdır. Son bir teori: mezar hücresindeki eski Türkçe bir levha, burada İsa’nın havarilerinden birinin yattığını yazmaktadır. Bu levhada yazılı olan metinde “Havarinin mezarı, İsa’nın öğrencisi, selameti onunla olsun” yazılıdır. Evet, bu mezarda kimin yattığı konusunda söylentiler kanıtlanmış değildir.

Genel özellikleri

Bina: şehirdeki en görkemli Bizans kiliselerinden biridir. Ayasofya’dan sonraki en büyük kilisedir. En büyük özelliği: yüksekliğidir. Çünkü kilise, bir set üstünde durmaktadır. Yerden bayağı yüksek kaide şeklinde duran bir zemine oturtulmuştur. Altında, günümüzde kullanılmayan bir sarnıç ve kriptası yani mezarlığı vardır. Bina: dıştan bakıldığında ağır ve yüksektir. Üst kısmı, Osmanlı döneminde önemli ölçüde değiştirilmiştir. Böylece: bir kale benzeri görünüm kazanmıştır. Yani, oldukça görkemli ve iyi bir yapı izlenimi vermektedir. Dış görünümün en güzel yanı: kilisenin camiye dönüştürülmesi aşamasında eklenen, orantılı minaresidir. Kilisenin içine girmeden önce, çevresini dolaşmanızı öneririm. Böylece: duvarlardaki gayet güzel tuğla işçiliği görebilirsiniz. Zaten bu yapının eski bir kilise olmasının en büyük ispatı: duvarlarda kullanılan örgü tuğla işçiliğidir ki, bu işçilik Bizans yapılarında görülür.

Yapı: haç planlı ve kubbelidir. Yan sahınlarının üstünde galeriler vardır. Merkezi kubbeyi destekleyen sivri kemerler ve pencerelerin çoğu, Türkler tarafından sonradan yapılmıştır. Kilisenin duvarlarındaki süslemeler içinde “altı köşeli sion yıldızları” dikkat çekmektedir. Her ne kadar bu yıldızların Yahudilere ait simgeler olduğu ileri sürülse de, genel olarak birçok yerde ve medeniyette ve burada da bu tür yani yıldız şekli süslemeler kullanılmıştır.

Kripta ve Camiye dönüştürme

Bizans döneminde: ölün kişiler, toplumdaki sınıflarına göre belli alanlara gömülülerdi. Alt tabakaya mensup halk: sur dışına, yüksek sınıftaki kimseler ise sur içine gömülürdü. İmparatorlar için: sur içi kilise mezarları vardı. Bu kilise mezarlarından birisi de buradaki Aya Teodosia kilisesi kriptasıdır. Kilisenin altı, mezar odalarıyla doludur. Yukarıda: efsaneler bölümünde, buradaki bir mezarın öneminden söz etmiştim. Yine yukarıda efsaneler bölümünde belirttiğim gibi: kutsal yortu gününün hemen ertesinde, şehir ele geçirilince, Türkler, kiliseye girdiklerinde, her yerin güllerle dolu olduğunu gördüler ve burayı “Gül Camii” olarak anmaya başladılar.

cibali-hamam-1
İstanbul Cibali Küçük Mustafa Paşa Hamamı
cibali-hamam-2
İstanbul Cibali Küçük Mustafa Paşa Hamamı

 

KÜÇÜK MUSTAFA PAŞA HAMAMI

Gül caminin karşısındaki bu yapı: şehirdeki en eski ve en büyük Türk hamamlarından birisidir. Hamam: Sultan II. Beyazıt’ın vezirlerinden Küçük Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1512 yılından önce yaptırılmıştır. Planı ve kubbelerinin yapısı: gerçekten de bayağı eski dönemlere ait olduğunu göstermektedir. Camekan bölümü: 14.5 metredir ve şehirdeki hamamlar içinde, benzerlerinin en büyüğüdür. Ortasında güzel bir mermer havuz vardır. Hararet bölümünün yapısı son derece güzeldir. Orta kubbenin mukarnasının derin kornişleri incelikle oyulmuştur. Haç şeklindeki yapılın kolları: farklı biçimdeki kubbelerle kapatılmıştır. Ama bunların en güzeli: sağdaki, deniz kabuğu biçimindeki yarım kubbedir. Üçüncü halvetteki yer döşemesi parlak renkli mermerden yapılmıştır.

cibali-sinan-pasa-mescidi-2
İstanbul Cibali Sinan Paşa Mescidi

 

SİNAN PAŞA MESCİDİ

Hamamdan çıkıp, Küçük Mustafa Paşa Sokağında ilerlediğinizde, küçük bir Bizans kilisesinin, ağaçlar arasında kalmış, kırık dökük kalıntılarını görebilirsiniz. Bu yapının yani kilisenin apsisinin çok küçük bir bölümü günümüze kadar ulaşmıştır. Bu kalıntılarda: kıvrımlı ve zikzaklı duvar işçiliği hemen göze çarpmaktadır. Ancak, kilisenin kimliğini saptama çalışmaları sonuçsuz kalmıştır. Buraya: yerel olarak “Sinan Paşa Mescidi” denilmektedir. Muhtemelen 13 veya 14 yüzyıldan kaldığı düşünülmektedir.

ADİLE SULTAN MEKTEBİ-HALK KÜTÜPHANESİ

Gül camisinin girişinin hemen karşısındadır. Yapı: Sultan II. Mahmut’un kızı Adile Sultan tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde “Halk Kütüphanesi” olarak kullanılmaktadır.

ABDİ SUBAŞI CAMİİ

Abdi Subaşı Sokaktaki bu caminin, günümüze sadece minaresinin kaidesi ulaşmıştır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

İstanbul Haliç kıyısı tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

İstanbul Beşiktaş

besiktas-genel-2
İstanbul Beşiktaş

 

Bizans döneminde, Yaşka isimli bir rahip, Kudüs şehrinden dönüşünde, Hz. İsa’nın vaftizde yıkandığı taştan beşiği getirdi. Beşik: taştan yapılmış, insan biçiminde ve lahit benzeridir.

Beşik, buradaki bir kilisede muhafaza edilmeye başlandı. Bu taş beşik, daha sonra Ayasofya’ya götürülmüştür. Ancak 1204 yılındaki Latin Haçlı işgali sırasında çalınmıştır.

Günümüzde nerede olduğu bilinmemektedir. Bu yüzden, Bizanslılar: buraya “Taş Beşik” ismini vermişlerdir. Bu isim, günümüze “Beşiktaş” olarak gelmiştir.

Yörenin ismine ait bir diğer söylenti: burada sahilde tekneleri bağlamak için iki sütun vardı. Bu sütunların varlığı: merkezde, pazarın yanındaki kilisenin karşısında bulunan okul binasının kapısındaki yazıttan anlaşılmaktadır.

Ayrıca: Bizans imparatoru Romanus Lakepanus: Boğaziçi’nde kazandığı bir zaferin anısına buraya bir anıt taş diktirdi.

Daha sonra, yöne, bu taşın adıyla anılmaya başlandı. Yörenin ismi “Diplokonion” ve “Kionia” olarak bilindi.

Bizans döneminde, bölgenin en önemli yapısı: Aya Mamas manastırı idi.

Bizans’ın ardından, Türkler İstanbul’u fetih ettikten sonra: Boğaziçi kıyılarında yayılmaya başladılar ve buralarda yaptıkları birçok inşaatta, özellikle yıkılan Bizans yapılarının kalıntılarını kullandılar.

besiktas-genel-3
İstanbul Beşiktaş

 

Osmanlı döneminde: Beşiktaş kıyılarında, Hayrettin iskelesi denen ve donanma gemilerinin bağlandığı bir yer vardı. Donanma sefere çıkmadan önce, gemiler burada toplanıyordu. Bu yüzden, yöreye denizciler semti de denir.

Günümüzde, yörenin tam merkezindeki meydanlık bölüme, Osmanlı döneminde “Deve meydanı” denir. Deniz: Barbaros Türbesinin bulunduğu yere kadar gelirdi. Bu yüzden, türbenin bulunduğu yere “Hayrettiniye Meydanı ve İskelesi” denir.

Ancak, yörenin önemi ve ünü: burada yaptırılan “Beşiktaş Yalısı” ile arttı. Günümüzdeki Dolmabahçe Sarayının bulunduğu yerde yaptırılan bu yalı: 1746 yılı yapımıdır ve sonrasında birçok Osmanlı sultanı saraydan çok bu yalıyı kullanmayı tercih ettiler.

Özellikle 1748 yılında, Sultan I. Mahmut, sürekli olarak burada yaşamaya başladı.

Yalının özellikle geniş bahçeleri “Hadaik-i Hassa” olarak isimlendirildi. Ağaçlar içindeki Boğaziçi kıyılarının bu bölümümün sorumlu ve bakıcıları, Sarayın Bostancıbaşılarıdır.

En güzel bölümü: Sultan IV Murat tarafından yaptırılan Çinili köşktü. Burada: yedi kubbe bulunur ve yapının pencerelerinin önündeki çeşmelerden, şadırvanlara sular akar.

Sultan Murat, kendisini hicveden şair Nefi’yi, bu köşkün odunluğunda boğdurarak öldürtmüştür.

Beşiktaş yalısı haricinde, bir Türk mahallesi olarak yerleşime açılan burada, 20 yüzyıl başlarına kadar birçok ahşap konak ve konut yapıldı.

Bu ahşap konakların birisi: falcılığı çok meraklı olan Sultan II. Abdülhamit’in muskacısı Ebulhüda Efendiye aitti. Muskacı Ebulhüda, burada paşalar gibi yaşar ve sık sık Müslüman mahalle halkına ücretsiz yemek verirdi.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

Beşiktaş Sinanpaşa mahallesi tanıtımı ve gezilecek yerler hakkındaki yazım için.