İstanbul Çarşamba

çarşamba.genel.2
İstanbul Çarşamba

Fatih ilçesine bağlı bir semttir. Bizans döneminde, bölgenin ismi “Deuteron” dur. Constantinus surunun hemen dışında kalıyordu. Bizans döneminin en büyük su haznelerinden olan “Aspar Su Haznesi” buradaydı. Bizans döneminde, burada çok sayıda manastır ve kilisenin varlığı bilinmektedir. Bunlardan St Notaire kilisesinin bulunduğu yere, Mehmet Ağa Cami ve hamamı kurulmuştur. Osmanlı döneminde: şehrin ilk yerleşimlerinden birisidir. 1875 yılındaki şehir haritasında, bu bölgede çok sayıda medrese ve tekkenin bulunduğu görülmektedir.

Fetihten sonra, Karadeniz kıyısında Çarşamba’dan getirilen bir gurup insan buraya yerleştirilir. Ayrıca: burada eski dönemlerden bu yana, şehrin en büyük pazarı kurulur. Bu Pazar, çok kalabalık ve her türlü insanla dolu olduğu için “Çarşamba pazarı” deyimi ortaya çıkmıştır.

Çarşamba semtine gitmek için, Fatih külliyesinin batı kanadından çıkıp, Haliç caddesi takip edilmelidir. Günümüzde Çarşamba semti ilginç bir yerdir. 20 bin kişinin yaşadığı semt sakinlerinin çoğunun cemaat üyesi olduğu, geri kalanların ise muhafazakar oldukları söyleniyor.

Yani: burada ev kiralamak, kot pantolonla gezmek, açık kıyafetle gezmek mümkün değildir. Neyse, bizim amacımız İstanbul’un tarihi ve turistik yerlerini gezmek, tanıtmak olduğuna göre, bu konulara fazla girmeden gezimize başlayalım.

mehmet ağa türbesi.1
İstanbul Çarşamba Mehmet Ağa Külliyesi

MEHMET AĞA KÜLLİYESİ

Fatih Çarşamba’da, Hatip Muslihiddin Mahallesi Mehmet Ağa camii sokağındadır.

Külliyeyi yaptıran Hacı Mehmet Ağa: Sultan III. Murat döneminde, harem ağalığı yapmış, ilk Habeş asıllı kişidir. Kendisi III. Murat’a yakınlığı sayesinde nüfusunu arttırmış, Akağalara (Osmanlı sarayında hizmet eden hadım ağalarının unvanıdır) nazaran daha büyük kudrete ulaşmıştır. Akağaların idaresindeki Haremeyn Şerifeyn ve selatin vakıflarının nazırlıklarına atanmasıyla birlikte, gücü daha da artmıştır.

Bu külliye dışında: Üsküdar’da 2 mescit ve Divanyolu’nda medrese, mektep ve sebil yaptırmıştır.

Büyük bir araziye yayılan külliye, 1585 yılında mimar Sinan’ın çırağı mimar Davut Ağa tarafından yapılmıştır. Çünkü külliye çevre duvarının doğu kapısının üstünde bulunan kitabede Davut Ağanın ismi yazılıdır. Ancak Sinan eserlerinin listesini veren “Tuhfet ül Mimarin” de, Sinan cami ve türbenin adını zikretmiştir ve bu yüzden her iki eser de Sinan’ın eseridir diye kabul edilmektedir.

Külliye, Sinan’ın Mekke’de olduğu 1585 yılında tamamlanmıştır. Dolayısıyla Mimar Sinan tarafından katkıda bulunulduğu düşünülmektedir. Çünkü genel olarak Sinan dönemi mimari ayrıntıları korunmuştur. Bu arada bir not, caminin mimarı Davut Ağa, 1619 yılında kötü itikat töhmetiyle Vefa meydanında öldürülmüştür.

Külliye: cami, tekke, medrese, çeşme, türbe ve hamamdan meydana gelir. Medrese ve tekke, günümüze ulaşmamıştır. Külliyenin doğu ve batıda olmak üzere iki kapısı vardır. Bu kapıların yanlarında, sivri kemerli iki çeşme bulunur. Abdest muslukları, son cemaat yeri revağının karşısına, ön avlunun kuzeyindeki çevre duvarına yerleştirilmiştir.

mehmet ağa camii.1
İstanbul Çarşamba Mehmet Ağa Camii

Mehmet Ağa camisi

Giriş mekanının, iki yanına yapılmış ahşap mahfil, tarihi belli olmasa da klasik dönemi çağrıştıran ayrıntıları ve yapım tekniğiyle ilginç bir örnektir. Cami kare planlıdır. 8 ayakla taşınan kubbesinin çapı 11.80 metredir. Kubbe doğrudan beden duvarı üzerine oturmayıp, mukarnas başlıklı, duvarlara bitişik sekiz payenin üzerine oturur. Kubbe tavanına ayet hattı işlenmiştir.

Kubbeyi taşıyan kemerler, her duvarda ikişerden toplam sekiz adet duvar payesine oturmaktadır. 180 metrekarelik kapalı alanı bulunan camide, aynı anda 350 kişi ibadet edebilmektedir. Mihrap: mermerdir, dışarıya taşkındır ve yarım kubbe ile örtülmüş, çevresi çini kaplanmıştır. İç mekandaki pandiflerde bulunan çini rozetler ilgi çekicidir. Bu çiniler: 16 ve 18’nci yüzyıl çinilerinin en güzel örnekleridir.

Sır boyama tekniğiyle yapılmış çinilerin bazıları İznik ve Kütahya, bazıları ise Tekfur sarayı çinileridir. Alt pencerelerin üstünde, çini üzerine hat sanatının güzel örnekleri işlenmiştir. Minber: mermerdir ve geometrik geçmelerle süslüdür. Vaaz kürsüsü: ahşap ve sadedir. Beyaz taşlı minare: yanının sağındadır. Cami: 1744, 1938 ve 1982 yıllarında restore edilmiştir.

mehmet ağa türbesi.12
İstanbul Çarşamba Mehmet Ağa Türbesi

Mehmet Ağa Türbesi

Külliyenin güneydoğu köşesindedir. Kare planlıdır. Türbenin üstü, sekizgen kasnağa oturan bir kubbeyle örtülüdür. Kesme küfeki taşından inşa edilen türbe, taş ve tuğla dizileriyle oluşan almaşık duvarlı camisine kıyasla daha imtiyazlı bir tasarım gösterir. Kuzeydeki basık kemerli kapı, sade olmakla birlikte bir kitabesi bulunmamaktadır.

Türbenin giriş cephesinde, bir zamanlar var olan ahşap direkler günümüze ulaşmamıştır. Türbenin giriş cephesinde kapı, onun iki yanında birer alt pencere, daha yukarıda üç adet tepe penceresi bulunur. Günümüzde badana ile kapatılan iç mekanda, yapıldığında kalem işleri bulunuyormuş. Türbede: 1590 yılında ölen Mehmet Ağanın kabri buradadır. Türbe çok yıpranarak günümüze ulaşmış, yıkılmaması için geçici demir profillerle desteklenmiştir. Kubbesi kurşun kaplıdır.

Mehmet Ağa Kütüphanesi

Kütüphane bölümü, parmaklıklarla harimden ayrılmıştır. Bu kütüphanede bulunan eserler: son olarak 1949 yılında Süleymaniye Kütüphanesine nakledilmiştir. Kütüphane koleksiyonu: Tayfur Ağa, Pertevniyal Sultan ve Mahpeyker Kösem Sultan vakıf kitapları eklenerek oluşturulmuştur. Kütüphane kitapları en son olarak 1949 yılında Süleymaniye kütüphanesine taşınmıştır.

Mehmet Ağa Darul Hadisi-Medresesi

Mehmet Ağa camisinin güneyinde, iki sokağın birleştiği yerdedir. Darul Hadis: içinde hadis ilminin okutulduğu medresedir. En yüksek medrese sınıfındadır. Banisi Haşebi Mehmet Ağa’dır. 10 odalı bu medreseden, günümüzde sadece bazı duvarları ulaşmıştır ve halen odun deposu olarak kullanılmaktadır.

Mehmet Ağa hamamı

Camimin kuzeybatısında bulunan ve Sinan eseri olmayan hamam, 1585-1586 yıllarında eklenmiştir. Bu çifte hamamın ismi tezkirelerde bulunmaz. Hamam, cami içinden parmaklıklarla ayrılmış kısımdadır.

ismail ağa camii.0
İstanbul Çarşamba İsmail Efendi Camii-Medresesi

İSMAİL EFENDİ CAMİİ-MEDRESESİ

Çarşamba semti, bu cami ve medrese çevresinde kümelenmiştir. Bu küçük cami: Manyasızade caddesinde, iki dar sokağın çakıştığı köşededir. Hani küçük kelimesini kullandım da bu kelime aslında büyük anlam ifade etmektedir. Çünkü bu gösterişsiz caminin en büyük özelliği: dünyada “Kabe” ölçülerine göre yapılmış tek cami olmasıdır. Caminin boyutları Kabe ölçülerine göre yani 9 x 11 metre olarak yapılmıştır. Her bir yüzeyin ölçüsü, Kabe gibi farklıdır. Cepheler: 11.68 m, 12.04 m, 10.18 m ve 9.90 m. dir.

Hatta: caminin, camiyi yaptıran Şeyhülislam İsmail Efendinin evi iken camiye dönüştürüldüğü söylenir. Ebu İshak İsmail Efendi: 1645 yılında burada doğmuş ve 18’nci yüzyılda Şeyhülislamlık yapmış ve ardından Şeyhülislamlıktan azledilmiş Osmanlı din adamıdır.

Cami: 1723 yılında yaptırılmıştır. Ancak bu camiyi yaptırırken, buranın farklı bir şekilde olmasını istemiştir ve bunda başarılı olmuştur. Çünkü cami birçok yönden diğer camilerden farklıdır. Kagir ve kubbeli cami, Lale devri Osmanlı mimarisinden barok üsluba geçiş dönemi örneklerindendir. Fevkani olduğundan merdivenlerle çıkılır. İki katlıdır. Caddedeki kemerli kapıdan geçilerek avluya girilir. Avludan merdivenle beş gözlü, üzeri beş küçük kubbeli son cemaat yerine girilir.

Ana kubbenin iyi yanında, küçük üçer kubbe bulunur. Caminin içinde, cemaat bölümünde, sekiz mermer sütunun üstünde, kadınlar mahfili bulunur. Buranın üstünde, beş küçük kubbe vardır. Cami: 1894 yılındaki büyük İstanbul depreminde harap olur, minaresi yıkılır. Ardından bir süre: yöredeki bakırcı ve kalaycılara mekan olur. 1952 yılında ise Vakıflar İdaresi tarafından aslına sadık kalınarak onarılır ve yeniden ibadete açılır.

Bu yenileme sırasında, son cemaat yerinin yanına, harim büyüklüğünde betonarme bir bina yapılarak cami genişletilmiştir. Eski şadırvanın yerine de bugünkü mermer hazneli, barok kabartmalı şadırvan yapılmıştır. 1988 yılında, son cemaat yerinin arkasına, betonarme, tavanı beton, iki katlı, geniş bir ilave daha yapılarak namaz kılma mahalli büyütülmüştür.

Minare: caminin sağ tarafındadır, kesme taştan örülmüştür ve tek şerefelidir. Girişi kadınlar mahfilindendir. Caminin kuzeyinde bulunan, iki katlı ve cephesi dışa taşkın Sıbyan Mektebi, günümüzde misafirhane olarak kullanılmaktadır. 1748 yılında Şeyhülislam Esat Efendinin yaptırdığı bina da günümüzde Kur-an Kursu olarak kullanılmaktadır.

İsmail Efendi, 1723 yılında cami inşaatı bittiğinde hastalandı ve 8 Ağustos 1725 tarihinde öldü. Ertesi günü, cami haziresine defnedildi. (etrafı çevrili, girilmesi yasak bölümde) Bu sülaleden daha sonraki Osmanlı döneminde Şeyhülislamlık yapmış 4 kişinin daha mezarı cami haziresindedir.

darüşşafaka lisesi.0
İstanbul Çarşamba Darüşşafaka Lisesi

DARÜŞŞAFAKA LİSESİ

Darüşşafaka cemiyeti, 1868 yılında Türk tarihinin okul amaçlı ilk binasının inşaatına başladı. Çünkü okul olarak genellikle eski konak ve kışla binaları kullanılıyordu. Okul binası: İtalyan mimar Barironi tarafından tasarlandı ve Dolmabahçe Sarayı mimarbaşı Ohennes Balyan tarafından yapıldı. 29 Haziran 1873 tarihinde okul parasız yatılı ve özel stütü ile kapılarını açtı.

Kız ve erkek öğrenciler aynı çatıda eğitim yapacak şekilde düzenlendi. 1993 yılında Darüşşafaka Lisesi, öğrenci sayısındaki artış nedeniyle, yüzyılı aşkın süredir kullandığı binadan, Maslak kampüsüne taşındı. Okul binası da, yüksek okul yapılmak üzere Ziraat Bankasına satıldı. Aradan geçen sürede, yüksek okul yapılmadı, daha sonra Milli Eğitim Bakanlığına devredilen bina, günümüzde İmam Hatip Lisesi olarak kullanılacaktır.

molla murat kütüphanesi.1
İstanbul Çarşamba Murat Molla Kütüphanesi

MURAT MOLLA KÜTÜPHANESİ

Tevfik Cafer mahallesi, Murat Molla Sokaktadır. Rumeli Kazaskeri Damatzade Şeyh Murat Molla: ilk olarak Sultanselim civarında 1769 yılında önce tekkesini yaptırmıştır. (Bu tekke yangında yanarak yok olmuştur.) Daha sonra: yani tekke bittikten sonra, 1775 yılında kütüphaneyi yaptırmıştır. 1773 yılından itibaren tekke ve kütüphanenin masraflarının yazıldığı olduğu Evkafının hesap defteri bulunur. Kütüphanenin tekke binasıyla yakın ilişkisi vardır. 1896 yılındaki bir sayıma göre, kütüphanede 1836 kitap bulunmaktadır.

1910 yılında bazı vakıf kütüphaneleri binaları yenilenmesi durumunda kitapları buraya taşınmıştır. Çarşambadaki Esad Efendi ve Ali Paşa civarındaki Saliha Hatun kütüphaneleri de buraya taşınmıştır. Cumhuriyet yıllarında da bazı kütüphaneler buraya nakledilmiş, tekke ve zaviyelerin kapatılması nedeniyle daha fazla bağış alınmış ve buradaki kitap sayısı 10.825 olmuştur. 1949-1954 yılları arasında, kütüphanedeki diğer koleksiyonlar Süleymaniye Kütüphanesine devredildi ve burada sadece Murat Molla koleksiyonu bırakıldı.

Bu koleksiyonda 1856 kitap bulunuyor. Kütüphaneyi oluşturan iki binadan, biri küçük diğeri büyüktür. Binalar kare planlıdır. Kapıdan içeri girildiğinde sol yanda: kütüphane memurunun oturması için kubbeli bir büyük oda görülür. Hatta kütüphaneye girilince, insana bir mabet haşmeti ve duygusu verir. Asıl kubbe, 60 cm çapında, dört büyük beyaz mermer sütuna istinat ettirilmiştir. Bu sütunlar da eski Bizans binasından alınmıştır.

Düz devam edildiğinde ise, üstü tonozla örtülü bir Bizans binasının zemin katı üzerine yapılan, kütüphane bulunur. Kütüphanenin üstüne yapıldığı Bizans binası, Bizans yapılarını tetkik eden araştırmacı Mortman’a göre, Aya-Lorya denen bir dini yapıdır. Tekke yıkıldıktan sonra: bahçede bulunan ve uzun zamanın ardından yıkılan Bizans yapısının temelleri üzerine, gerek bu yapının taşları kullanılarak ve gerekse dışarıdan getirilen taşlarla kütüphane inşa edilmiştir.

Kütüphane 12 metre kare civarındadır. Türk-İslam mimarisinin erken dönem örneği olarak önem taşır. Karahanlılar camilerinden başlayarak, ardından Anadolu’da 15’nci yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı cami tasarımında geliştirilen, merkezi kubbeli ve dört yarım kubbeli şemayı yansıtır. Kitapları rutubetten korumak için yapıda küçük pencereler açılmıştır.

Binanın kapısı üzerinde bulunan kitabenin metni, dönem şairi Fitnat Hanıma (Murat Mollanın eşidir) aittir. 1999 depremde yapı hasar görünce, buradaki kitaplar Süleymaniye kütüphanesine taşınmıştır.

Lokmacı dede türbesi.0
İstanbul Çarşamba Lokmacı Dede Türbesi

LOKMACI DEDE TÜRBESİ

İsmail Ağa camisi yakınında, Lokmacı Dede sokağındadır. İsmi: Seyyid Şeyh Ahmet İzzet Efendidir. Ahmet İzzet Efendi: Sultan II. Mahmut döneminin önemli kişilerinden Emin Efendinin oğludur. Çocukluğunda gördüğü bir rüya üzerine: Sineklibakkal’daki, Kuşadalı Halveti hazretleri tekkesine katılmış ve onun gözde halifelerinden biri olmuştur. Ahmet İzzet Efendi: ömrünün son yıllarını imamlık ve şeyhlik yaparak geçirir. Fakirlere ve öğrencilere destek verir, yedirip içirirdi. Önemli özelliklerinden birisi de hastalara bakıp dertlerine deva olmasıdır. Çaresiz insanlara yol gösterirdi.

KOVACI DEDE CAMİİ

Yavuz Selim ilköğretim okulunun yanındadır. Halveti Şeyhi Sevindik Şucaaddin tarafından 15’nci yüzyıl sonlarında yapılmıştır. Aslında zaviye iken 17’nci yüzyılda Vardarlı Kovacızade Şeyh Mehmet Efendi tarafından minber koydurulmuştur. Zamanla harap olan yapı, 1984 yılında tekrar inşa edilmiştir.

aspar.1
İstanbul Çarşamba Aspar Sarnıcı-Çukurbostan

ASPAR SARNICI-ÇUKURBOSTAN

Çarşamba semti içindeki burası “Çukurbostan Parkı” olarak isimlendirilmiştir. Kuzeyinde Sultan Selim caddesi, güneyinde Yavuz Selim caddesi vardır.

Burası İstanbul şehrinde Bizans döneminden kalma açık bir sarnıçtır. Osmanlı döneminde halk arasında açık hava sarnıçlarına “Çukurbostan” denilmiştir. Bu sarnıca Bizans kaynakları “Xerokipion” ismini vermişlerdir. Çünkü: bu sarnıçların üstü açık bırakıldığında, o zamanlar açık havanın suyu temizlediğine inanılıyordu. Ancak yine bazı varsayımlara göre, sarnıçların üstünün açık bırakılmasının sebebi: bu sarnıçlarda, tarlaları sulamak için gereken suyun toplanmasının sağlanmasıdır.

Ancak Belgrad Ormanlarında bazı bentlerin yapılmasının ardından, bu sarnıçlar kullanılmamaya başlanmıştır. Öte yandan, yapılan bazı araştırmalara göre, bu tesislerin su sarnıcı değil, askeri kışla olarak kullanıldıkları da iddia edilmektedir. Bu iddiayı destekleyen ise: bu sarnıçlar yapılırken, suyun dışarıya sızmaması için iç yüzeyleri ve sarnıcın tabanının su geçirmez bir sıva ile kaplanmamış olmasıdır. Duvarların iç yüzeyinde, sıva izine rastlanmamıştır.

Ayrıca su toplama havuzu olarak yapılan tesislerde, tabanda, suyu tutacak şekilde, büyükçe taş plakalar kaplanıyordu. Su sızdırmazlığı için taş plakaların arasına özel bir derz dolgusu yapılıyordu. Ancak günümüzde, bu tür su sarnıcı olarak nitelendirilen yerlerin tabanlarında sadece toprak dolgu vardır ve taş plakalarla kaplanmamıştır. Bu yüzden, bu tesislerin su sarnıcı değil, bir askeri kışla olarak kullanıldığı ileri sürülmektedir. Son bir not, Çarşamba Çukurbostan olarak anılan tesiste, çok önemli bir yapının kalıntılarına rastlanmıştır. Tesisin kuzeydoğu köşesinde bulunan harabenin Geç Roma dönemine ait bir hamam olabileceği düşünülmektedir.

Sarnıcın İmparator Leon I (457-474) yılları arasında General Aspar tarafından yaptırılmıştır. Germen kökenli bir ordu komutanı olan General Aspar, İmparator Leo I emriyle 471 tarihinde idam edildiğinden, sarnıcı yapım tarihi bu tarihten öncedir yani muhtemelen 459 veya 460 yılı olduğu düşünülmektedir. Bizans kayıtlarına göre, sarnıcın çevresinde: Manuel ailesine ait bir saray ve Kaioma ve St Thedosie ailelerine ait manastırlar bulunuyordu. Sarnıcın uzun kenarı 151 metredir. Dikdörtgendir. Derinlik 10.80 metredir. Zemin zamanla toprakla dolduğu için günümüzdeki derinlik 8 metre civarındadır. Duvar kalındığı 5 metredir. Duvar yapımında tuğla ve küçük taş dizileri bir sistem dahilinde kullanılmıştır.

Sarnıç, Bizans’ın son dönemlerinde önemini kaybederek kurumuştur. 1540 yılında İstanbul’a gelen gezgin Gylles’in yazdıklarına göre, o tarihte burası bir bahçedir. Çünkü Osmanlı kültüründe, akan suyun temizliğine, duran suyun pisliğine olan inanış vardır ve bu sarnıçlar kullanılmamıştır. Fetihten sonra, içine evler yapılmış ve bir mahalle oluşturulmuştur. Ama yerleşim yerleri, bir yangında yok oluştur. 1940 yılında burada bir kısım ahşap evler ve bir mescit bulunuyordu.

1950’li yıllarda ise bu ahşap evler ve mescit yıkıldı. Betonarme binalar yapıldı. 1985 yılında buradaki tüm binalar istimlak edildi ve yıkıldı. Sarnıcın zeminine beton döküldü ve bir süre semt pazarı olarak kullanıldı. Ancak pazarcılar bulundukları yeri terk edip buraya gelmediler. Ardından günümüzde buraya basketbol sahası, park ve büyükçe bir otopark yapıldı.

sultan sarnıcı.0
İstanbul Çarşamba Sultan Sarnıcı

SULTAN SARNICI

Aspar sarnıcının karşısında, Darüşşafaka Lisesinin köşesindedir. Ancak burası kapalı sarnıçtır. İstanbul’un en büyük kapalı sarnıcıdır. Yapım tekniği ve bezemeleri değerlendirildiğinde muhtemelen İmparator I. Theodosios (379-395) döneminde yaptırılmıştır. Şehrin 4’ncü tepesinin su ihtiyacı karşılanıyormuş. Ana mekan, düzenli aralıklarla yerleştirilmiş, 7 granit ve 21 beyaz mermer olmak üzere toplam 28 sütunludur.

Bu sütunlarla birbirine paralel beş dikdörtgen bölüme ayrılmıştır. Kalın taşıyıcı duvarlar üstünde, birbirinden farklı olan özenle işlenmiş korint tarzında başlıklar vardır. Birkaç sütun gövdesinde ve başlıkların taşıdığı tuğla kemer ayaklarında haç monogramları ve yapan ustaya ait olduğu düşünülen bazı harfler vardır. Sarnıcın ölçüleri: 29 x 19 metredir. Bizans dönemi için çok önemli olan bu sarnıç, daha sonra uzun yıllar boş kalmış, iplik bükücüler ve marangozlar tarafından kullanılmıştır. Bu esnada yapı tahrip edilmiş ve doğal dokusu kaybolmuş, burası atık malzemelerin depo edildiği bir yer haline dönüşmüştür.

2000 yılında sarnıçta büyük bir restorasyon çalışmasına girişilmiştir. 260 kamyon çöp ve moloz çıkarılmıştır. 7 yıl süren restorasyon çalışmaları sonucunda burası kongre, seminer, konferans gibi toplantılar ve özel organizasyonlara ev sahibi yapacak bir mekan haline dönüştürülmüştür. Ayrıca burada bir restoran hizmet vermektedir.

İstanbul Pendik

pendik.genel.1
İstanbul Pendik

Bölgede; tarihi kaynaklara göre, MÖ 5000’li yıllarda yerleşim başlamıştır.

Tarihi süreçte: İstanbul boğazı ve Sakarya nehri arasındaki bölge, jeopolitik ve stratejik olarak önem kazanmış ve çok sık el değiştirmiş, farklı milletler tarafından ele geçirilmiştir.

Bizans döneminde “Pantikion” veya “Pentikion” ismiyle bilinen yerin, bu bölge olduğu düşünülüyor. Bu kelimenin anlamı “her tarafı surlarla çevrili” demektir. Yani, Pendik egemen olan devletler tarafından bir savunma hattı olarak kullanılmıştır.

Bazı kaynaklara göre ise “Pendik” kelimesi “Beş burun, Beş köy, Beş çıkıntı, Beş balıkçı köyü” anlamına gelir.

Başka yerlerden gelip bu bölgeye yerleşenlerin Farsça “Beş köy” anlamına gelen “Pench-deh” ismini kullandıklarına inanılmaktadır. Bu isim, zamanla “Pendik” ismini almıştır.

İstanbul boğazı ve Sakarya nehri arasındaki bölgeye yerleşen ilk devletlerden biri olan Frigler’in bir kolu Bebrikler, günümüzdeki Pendik’e “Bebrikya” demişlerdir. MÖ 650 yılında bu bölgeye yerleşen ve Bitinya adını veren Bitinler ise Anadolu’ya hakim olmak isteyen Perslerin egemenliği altına girse de bir süre sonra Bitinya krallığını kurarlar. Roma imparatorluğu MÖ 85 yılında, Kalkhedon yani Kadıköy’e ayak bastıktan sonra MÖ 74 yılında Pendik’in de bağlı bulunduğu Bitinya’yı egemenliği altına alır. Pendik, MS 255 yılında Got istilası sonrası diğer bir hükümdarlık olan Perslerin, Kadıköy’e yaptıkları seferlerin de uğrak yeri olur. Pendik’in İslam’la tanışması, 668 yılında Ebu Süfyan komutasındaki orduların Üsküdar’a kadar ilerledikleri seferle gerçekleşir. 941 yılında Rus istilasına uğrayan Pendik ve çevresi, 1071 Malazgirt Savaşında Müslüman Türklerce egemenlik altına alınır.

Pendik: 1328 yılında, Orhan Bey döneminde Samandıra ve Aydos kalelerinin alınmasıyla Osmanlı yönetimine geçmiştir. Kalenin fethini gerçekleştiren Kara Gazi Abdurrahman, Orhan Gazi tarafından Aydos Tekfurunun kızıyla evlendirilir. Yıldırım Beyazıt döneminde, doğuya yapılan seferleri fırsat bilen Bizans, Pendik’i birkaç kere eline geçirmiş olsa da Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fetih etmesiyle Anadolu’dan gelen Türkler: Pendik’teki Kurtköy, Dolayoba, Yayalar, Şeyhli gibi köyleri kurmuşlardır.

İlki 1789 yılında olmak üzere üç büyük yangın geçiren Pendik’te son olarak 1889 yangınında 1200 konut ve ticarethane yanarak yok olmuştur.

Ardından padişahın emriyle, Ayan Meclisi Senato Hariciye Encümen Reisi Azaryan Efendi, Pendik’in yeniden imar edilmesi için görevlendirilmiştir. Paris’ten getirilen mimar ve mühendislerce kasabanın ilk planları çizilmiş, şehrin kurulması için çalışmalara başlanmıştır. Böylece Pendik, Türkiye’nin ilk planlı kasabası olma unvanını kazanmıştır. Azaryan Efendi, bu planı çizdirirken isminin ilk harfi “A” yı, Pendik’in ortasına işler. Harfin ayakları sahile uzanacak şekilde planlanır. Belediye binasının önündeki parkta birleşen Gazipaşa ve İsmetpaşa caddeleri, harfin iki büyük ayağını, Dr. Orhan Maltepe caddesi ise harfin gövdesini oluşturmaktadır.

Pendik yöresindeki yerleşik nüfusun büyük bölümü Rumlardan oluşmakta iken, 1924 yılındaki mübadele sonucunda, Rumlar bölgeyi terk etmişler, yöre, 1960’larda başlayan sanayileşme sürecine kadar küçük bir balıkçı köyü olarak kalmıştır.

pendik höyük.1
İstanbul Pendik Höyüğü

PENDİK HÖYÜĞÜ

Pendik yöresinde tarih öncesi dönemdeki yerleşim kalıntıları burada bulunmuştur. Höyüğün 8400 yıllık olduğu tahmin edilmektedir. Buranın en büyük özelliği, İstanbul’un kısıtlı bilgisi bulunan neolitik dönemi hakkındaki açıklayıcı yüzüdür.

Höyük: Pendik ilçe merkezinin 1.5 km doğusunda, Kaynarca tren istasyonunun 500-600 metre batısında, denizden 50 metre uzaklıktadır. İlk olarak 1908 yılında İstanbul-Bağdat demir yolu inşaatı sırasında, demir yolu çalışanı Millipulos tarafından bulunmuştur. İlk bilimsel kazı ise 1961 yılında yapılmıştır.

Boyutları 280 x 180 metre kadardır.

Buradaki kazılarda: Bizans ve neolitik döneme ait,  1-5 metre çapında, taban düzlemleri olan, oval veya yuvarlak biçimli kulübeler ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca oldukça bol kemik ve boynuz alet bulunmuştur. Yontma taş aletler, çoğunlukla çakmak taşından yapılmış olup, diğerleri obsidiyendir.

Resmi kayıtlara göre burada bulunan buluntular: 34 adet hocker tarzı mezar, 2 adet neolitik kulübe tabanı, 1 adet ocak, 2 adet sığır kafatasıdır. Bizans dönemine ait iki evreli bir mimari kalıntı ve su kanalları görülmüştür.

Bunlar Fikirtepe kültürünü simgelemektedir. Özellikle bulunan çanak-çömlekler Fikirtepe ile benzer özellikler göstermektedir. El yapımı olan çanak-çömlek genellikle siyah, koyu kahve ve kırmızının çeşitli tonlarında nadir olarak da daha açık renklidir. Yüzeyleri düzenli ve iyi açkılıdır. Çanak çömlek biçimleri düz ya da dış bükey kenarlı kase ve çömlekler, dar ağızlı ve hafif S kıvrımlıdır. Üçgen veya yuvarlak ve az sayıda da tüp biçimli tutamaklar mevcuttur. Kil buluntular arasında yer alan bir kadın heykelciği dikkat çekicidir. Küçük buluntular arasında en büyük gurubu oluşturan yontma taş aletlerin çoğunluğu obsidiyenden yapılmıştır. Yerleşmede bulunan kemik aletler çeşitlilik gösterir. Kemik aletler içinde, en önemli yeri, kaşıklar almaktadır.

temenye.1
İstanbul Pendik Temenye

TEMENYE

Pendik merkezinin 1 km doğusundadır. Tarih öncesi bir yerleşim yeridir. Bizans döneminde “Kasilaos” diye adlandırılan Temenye’de: Hz Yahya kilisesi olarak da bilinen St Jean Babtist kilisesi, Ayios İoanis Prodromos Ayazması ve kilisenin arkasında Yunan ve Rum dönemlerine ait mezarlıklar bulunmuştur. Özellikle Hz Yahya kilisesinin 1010 yılına kadar burada varlığını sürdürdüğü bilinmektedir. Arkeoloji araştırmalarda bu kiliseye ait sütunlar, haçlı taşlar ve kıymetli kalıntılar bulunmuştur.

Öte yandan, bu kilise ve ayazmanın ilginç hikayesinden söz etmek istiyorum. Önce Hz Yahya’dan söz edelim. Yeni Ahit’e göre: Filistin’de yaşayan Hz Yahya, dönemin Roma imparatoru Hirodes (5-39) tarafından evliliğini onaylamadığı gerekçesiyle başı ve kolları kesilerek katledilir. Bunun üzerine, peygamberin öğrencileri kendisinin cesedini alıp gözyaşlarıyla kutsal topraklara defnederler. 390 yılına doğru, Bizans imparatoru Valens, Hz Yahya’nın başının Suriye’de olduğunu öğrenir ve emanetlerin İstanbul’a getirilmesini emreder.

İstanbul’a getirilen emanetler, bir süre Kasiliaos’da yani Temenye’de tutulur. Çünkü kutsal emanetleri taşıyan kafilenin katırları Temenye’de dururlar ve ilerlemek istemezler. Buna çok şaşıran İmparator ve yanındakiler, burada Hz Yahya adına Saint Jean Babtist kilisesi ve Ayazması inşa ettirirler ve kutsal emanetler burada koruma altına alınır. Hıristiyan hacıların bu emanetleri ziyaret etmek için Temenye’ye geldikleri söylenir.

Pendikli Bakire Matrona’nın koruyuculuğunu üstlendiği emanetler, daha sonra İmparator Büyük Teodos tarafından Hebdemon’da (günümüzdeki Bakırköy) inşa edilen Büyük Saint Jean Babtist kilisesine getirilir. Hz Yahya’nın başı ve kol kemikleri, günümüzde Topkapı Sarayı kutsal emanetler bölümünde saklanmaktadır.

1924 yılına kadar, her yıl 29 Ağustos tarihinde, Temenne Ayazmasında Hz Yahya adına ayinler yapılmıştır.

pavli adası.0
İstanbul Pendik Pavli Burnu

PAVLİ BURNU

Kaynarca Mahallesindedir. Günümüzde Pavli burnu olarak bilinen buranın eski ismi “Paulo Petriocene” dir. Burada: Pier ve Paul isimli havariler için yapılmış bir manastır ve kilise vardı. Günümüzde ise, yarımadanın Eşek adasına bakan tarafında, bu yapıların sadece duvar kalıntıları görülebilmektedir. 1999 yılı depreminden sonra Gölcük’te bulunan askeri tersane, buraya taşınmıştır.

pavli adası.1
İstanbul Pendik Pavli Adası

PAVLİ ADASI

Kaynarca Mahallesindedir. Eski ismi “Mavronisi” olan ve halk arasında “Pavli adası” olarak bilinen ada: Pavli burnundadır. Günümüzde bilinen ismi “Aydınlı adası” dır. Ada özellikle Bizans döneminde yazlık bir dinlenme yeri olarak kullanılmıştır. Daha sonra burası denizin doldurulmasıyla sahille birleşerek Pendik tersanesini koruyan bir mendireğe dönüştürülmüştür. Bu mendireğin yapımında, Pavli burnundan çıkarılan taşlar kullanılmıştır ve burun daha sonra “Aydınlı burnu” ismini almıştır.

Günümüzde, Pendik açıklarında, İstanbul Tershanesi sahanlığında kaldığı için askeri bölge sayılır ve yapay bir yolla karayla birleştirildiği için pek adalık durumu kalmamıştır. Burada İstanbul Tersane Komutanlığı tarafından yani askeriye tarafından işletilen sosyal tesisler bulunuyor. Yüzme havuzu da bulunan tesis, özellikle düğün organizasyonlarında tercih ediliyor.

Tesis hakkındaki yorumlar: mükemmel mekan, süper manzara, enfes yemekler ve unutulmaz düğünlerdir.

BİZANS MANASTIRI

1974 yılında Çınardere bölgesinde bir vatandaşa ait arazi dozerlerle düzeltilirken, çeşitli duvar kalıntıları bulunmuştur. Bunun üzerine yapılan araştırmalar sonucunda: kalıntıların Bizans dönemine ait bir manastıra ait olduğu ortaya çıkmıştır.

Kazılarda: büyük kilise, şapel, mezar odası, iki oda ve atrium ortaya çıkarılmıştır. Büyük kilisenin: kapalı Yunan haçı tipinde inşa edilmiş olması nedeniyle, yapım tarihinin muhtemelen 842-1204 yılları arasına denk geldiği düşünülmektedir. Yani Orta Bizans dönemi yapısıdır. Buradaki dini yapıların duvar işçiliklerinin aynı olması, dini yapıların aynı dönemde, sosyal yapıların ise daha sonraki dönemlerde yapıldığını gösterir.

Manastırın 1204 yılındaki Haçlı-Latin işgali sırasında tahrip edildiği ve ardından terk edildiği ve imparatorluk 1261 yılında yeniden canlanınca manastırın yeniden önem kazandığı ve ek binalarla genişletildiği, ancak savaşlar sonunda yine terk edildiği ve toprak altında kaldığı anlaşılmıştır. 1329 yılındaki Palekanon savaşı sonrasında, yörenin Osmanlı egemenliğine girmesiyle, zaten bölge önemini yitirerek terk edilmiştir.

fransız katolik kilisesi.2
İstanbul Pendik Fransız Katolik Kilisesi

FRANSIZ KATOLİK KİLİSESİ

Batı mahallesinde yaşayan Fransızlar tarafından 1907 yılında yaptırılan bu küçük kilise, Burla Biraderler korusundadır.

Yazlık kilise olarak inşa edilen yapı: II. Dünya savaşına kadar Katolik kilisesi olarak hizmet vermiş ve 1945 yılında papazın Fransa’ya dönmesi üzerine ilgilenen kimse kalmadığından kapatılmıştır. 1940-1960 yılları arasında Ortodokslar tarafından kullanılan kilise, 1970’lerin başında yine terk edilmiş ve o tarihten bu yana kullanılmamaktadır. Kilisenin mülkiyeti hiçbir kurama ait olmadığı için Kayyum’a devredilmiştir. Çatısı, kapı ve pencereleri sağlam olan kilise, ilgisizlikten sokak çocuklarının barınma mekanı olmuştur.

Daha sonra çıkan bir yangında çatısı, kapıları ve pencereleri zarar görmüştür. 1990’ların sonlarına doğru ise Pendik’te yaşayan Hıristiyanlar bu binanın tekrar kazanılması için çaba göstermeye başlamışlardır. Ama imarda kilisenin bir cami olarak görüldüğü fark edilmiş, başvurular sonucu bina tekrardan imar planında kilise olarak düzeltilmiştir.

Daha sonra bu kişiler de bir kuruma bağlı olmadıklarından ve yasal işlemlerde zorlandıklarından bütün evrakları İstanbul Protestan Kilisesi vakfına devretmişlerdir. 2010 yılında Mülkiyet kayıtlarında Kayyum’dan Hazineye geçmiş ve tüm işlemler sıfırdan başlamıştır. 2010 yılı Kasım ayında, İstanbul Defterdarlığı aracılığıyla kilise binasının rekonstürsiyonu yapmak ve ibadet için kullanılmak üzere Hazine’ye başvurulmuştur.

KUBBELİ SARNIÇ

Eski ismi “Çopani” dir. Kurfalı eteklerinde ve Çınardere yakınlarındadır. Ebatları: 4.80 x 4.70 metredir. Kubbesi 6 tane kolon üzerinde durmaktadır.

SİLİNDİRİK SARNIÇ

Hisar sokaktadır.

Tuğladan yapılmış, silindirik sarnıç, araştırmacılara göre toprak içinde kalmış olmasına rağmen bahçe sulama işlerinde kullanılmıştır. Sarnıcın silindirik olması sebebiyle uzun süre yanılgıya sebep olduğu ve büyük bir hisar burcu olduğu düşünülmüştür. Günümüzde sarnıç kalıntılarının bulunduğu sokak “Hisar Sokak” olarak tanınmaktadır.

aydos kalesi.1
İstanbul Pendik Aydos Kalesi

AYDOS KALESİ

Kale, şehrin en yüksek yeri olarak kabul edilen ve denizden 537 metre yükseklikteki Aydos Tepesindedir. İsmini de bu tepeden almaktadır. Bizans döneminde inşa edilmiş görkemli yapı: halk arasında “Keçi kalesi” olarak da bilinmektedir. Tepenin zirvesinde, Aydos kalesiyle birlikte manastır kalıntıları da vardır.

Kale: Bizans’ın son dönemlerinde Aetos yani Kartal olarak adlandırılan bu dağın kuzeydoğuya uzanan yamaçlarında, 328 metrelik yükseklik üzerindedir. Kale: İstanbul-İzmit arasındaki tarihi sahil yolu ve Üsküdar-Samandıra-Mollafenari-İzmit yolunun uzunca bir bölümünü denetlemek ve gözetim altında bulundurmak için yapılmıştır.

İnşaat malzemesi olarak: taş ve kireç harcı kullanılmıştır. En geniş yeri 50 metre ve uzunluğu 120 metredir. Kale içinde 7.5 x 12 metre ölçülerinde bir de sarnıç bulunmaktadır. Bu sarnıç, günümüzde içinde yüzen balıklar nedeniyle ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.

Evet, günümüze kalenin küçük bir kısmı kalmıştır. Sadece 6 kule ve kalenin batı kıyısında bulunan 2 gizli geçidin giriş yerleri ayaktadır. Bölgede, kaleden 100 metre kadar yüksekte, gözlem kulesi olarak kullanıldığı düşünülen kare şeklinde bir kulenin kalıntıları da bulunmaktadır.

Bizans döneminde yapılan kale, 1328 yılında Orhan Gazi döneminde, Kara Abdurrahman Gazi tarafından fetih edilir.

Aydos kalesiyle ilgili bir sürgün hikayesi: İzmir’de kendisini mesih ilan eden Sabatay Sevi: Osmanlı devletinin azınlıkların dinine müdahale etmeme prensibini suiistimal edip, kendini tüm Yahudilerin kralı ilan etmiştir. Dönemin Sadrazamı Ahmet Paşa: bu durumu öğrenince Sabatay Sevi’nin İstanbul’a getirilmesini emreder. 1668 yılında İstanbul’a getirilen Sabatay Sevi: iddiaları kabul etmez ve kurtulmaya çalışır. Bu arada, İstanbul’daki Yahudiler, Mesih geldi diyerek büyük bir heyecan içine girerler. Hatta: bazıları Sevinin mahkumiyetini protesto için dükkanlarını açmazlar.

Ancak, Osmanlı idaresi, isteyenlerin Sabatay Sevi’yi ziyaret edebileceklerini açıklar. İşte bu ziyaretçilerden birisi de: Sarayda etkili Sadrazam sarrafı olan Mordehay Kohen’in oğlu Yuda Çelebidir. Oğlunun ısrarlarına dayanamayan sarraf: Sabatay Sevinin sıkıntılı hayatını Sadrazam’a anlatınca, Sadrazam Ahmet Paşa: Sabatay Seviyi daha rahat olan Aydos Kalesine sürgüne gönderir.

Sevi: müritleri ve sekreteri Samuel Primo ile birlikte, Aydos kalesine gönderilir. Aydos kalesinde yaşayan Sevinin ziyaretçileri, gün geçtikçe artar ve bu durum Yahudiler arasında, sanki Kudüs’e hacca gitmiş gibi bir durum yaratır. Sabayat Sevi, bir süre sonra Aydos kalesinden, Edirne’ye gönderilir.

BİZANS MEZARLIĞI

Aydınlı ve sahil yolu arasında kalan kısımdadır. Buranın bir nekropol yani Bizans mezarlığı olduğu düşünülmektedir.

sultan konağı.11
İstanbul Pendik Sultan Konağı

SULTAN KONAĞI

Çamlık mevkiinde Kızılay kampında, Osmanlı döneminde, Sultan Abdülmecit döneminde yapılmıştır. İlgi çekici mimari özellikleri vardır. Halk arasında “Aynalı konak” olarak da bilinir. Buranın yapılmasıyla, Pendik yöresinin İstanbul’daki itibarı artmış ve bazı hanedan üyeleri ve vezirler burada ikamet etmiştir. Sultan Abdülaziz dönemi vezirlerinden Hacı Vesim Paşa, burada yaşamıştır.

HİLMİ ABBAS PAŞA CAMİİ

Bahçelievler’de Haydarpaşa-İzmit demir yolunun hizmet ve bakım işlerini yürüten işçilerin ibadet ihtiyaçlarının karşılanması için yaptırılmıştır. Caminin inşaatını Müslümanlığı sonradan kabul eden bir Rum hanımın başlattığı söylense de Hilmi Abbas Paşa tarafından tamamlanır.

ömerli barajı.4
İstanbul Pendik Ömerli Barajı
ömerli barajı.1
İstanbul Pendik Ömerli Barajı
ömerli barajı.2
İstanbul Pendik Ömerli Barajı
ömerli barajı.3
İstanbul Pendik Ömerli Barajı

ÖMERLİ BARAJI

İstanbul’un en önemli içme suyu havzalarından biri olan Ömerli Barajı, Riva çayı üzerinde, 1968-1972 yılları arasında DSİ tarafından yaptırılmıştır. Barajın çevresi, bozulmamış doğal yapısıyla İstanbulluların rağbet ettikleri önemli mesire yerlerinden birisidir.

Ömerli Baraj gölü kıyısında Esenceli isimli oldukça güzel ve küçük bir köy bulunuyor. Sessiz ve sakin bir yerdir. Bakkal, kahvehane ve benzeri yoktur. Ormanın içinde, barajın kıyısında, hiç bozulmamış bir köy görebilirsiniz. Barajın suları çekildiğinde, barajın sularının altında kalan ve 900 yıllık olduğu söylenen mezarlar ortaya çıkıyormuş.

gözdağı korusu.1
İstanbul Pendik Gözdağı Korusu

GÖZDAĞI KORUSU

Pendik Pınar Mahallesi Gözdağı caddesindedir. Pendik köprüsünden geçtikten sonra, tepede dalgalanan kocaman bir bayrak dikkat çeker, o noktada Gözdağı Sosyal Tesisleri vardır. Eski Pendikliler burayı “Ali Vasfi Tepesi” olarak bilirler.

Denizden yüksekliği 206 metre olan Gözdağı korusu, Pendik’in önemli rekreasyon alanlarından birisidir. Buradan Pendik ve çevresine hakim konumuyla, Tuzla’dan Kartal’a ve Maltepe’ye, Adalar’dan Kurtköy’e kadar olan geniş bir çevre görülebiliyor. Hava 35 derece sıcak iken, burası püfür püfür eser.

Burada piknik alanları, seyir terasları, çocuk oyun alanları ve bir restoran bulunmaktadır. İstanbul’un sekizinci saklı tepesi olarak kabul edilen Gözdağı korusu, eşsiz Pendik manzarasıyla ilgi çekmektedir. Tepenin zirvesinde, ahşap mimarisiyle adeta bir kartal yuvasını andıran Gözdağı Sosyal Tesisleri bulunuyor.

botaş parkı.1
İstanbul Pendik Botaş Parkı

BOTAŞ Parkı

Azizoğlu caddesinden başlayıp Yayalar caddesinden Tandoğan’a kadar uzanan park: Fevzi Çakmak, Esenler, Güllübağlar ve Kavakpınar Mahalleleriyle birlikte tüm Pendiklilere hizmet vermektedir. Parkın genişliği 65 metre ve uzunluğu 1136 metredir. Toplam alan 80 bin metre karedir.

Türkiye’nin en büyük park alanlarından biri olan parkta: çocuk oyun olanları, mini futbol, basketbol ve voleybol sahaları, koşu parkurları ve çok amaçlı dinlenme alanları bulunmaktadır.

BALLICA KÖYÜ

Köy, Pendik ilçe merkezine 22 km uzaklıktadır. Pendik köylerinden en ortada olandır. Köy 1920 yılında kurulmuştur. Daha öncesinde çiftlik olarak hizmet vermiştir. Çiftliğin o dönemdeki ismi Üçağaç Çiftliğidir. Bulgaristan’dan gelen göçmenler bu çiftliği satın alarak buraya yerleşmişler ve burası köy statüsüne kavuşmuştur. Ardından buraya köy sakinlerinin Yörük olarak adlandırdığı Konya, Karaman ve Antalya göçmenleri de gelerek yerleşmişlerdir.

1928 yılında köyü ziyaret eden Kaymakam, kendisine ikram edilen bal çeşitlerinin bolluğuna istinaden buranın ismini “Ballıca” koymuştur. Ancak köyde Ömerli barajının bir kolunun olması, arıcılık ve tarımı bitirmiştir. Sadece 2-3 aile arıcılıkla uğraşmaktadır. Çünkü barajdan sonra köyde nem ve sis artmış, arıcılar başka yerlere taşınmıştır.

Köyde, üç adet piknik alanı bulunmaktadır. Ayrıca atlı spor kulübü vardır. Barajda amatör olarak balıkçılık yapılmaktadır. Aynalı savan ve beyaz balık avlanmaktadır. Köyde amatör olarak avcılık ta yapılmaktadır. Çulluk, tavşan ve domuz avlanan hayvanlar arasındadır. Ballıca köyünde turizm gelişmemiştir. Yaz aylarında gelen ziyaretçi sayısı fazla olsa da bunun turizm geliri olarak herhangi bir geri dönüşü olmadığı söylenmektedir.

KURNA KÖYÜ

Bu köyün kurucusu, Fatih Sultan Mehmet’in paşalarından Şevki lakaplı Mehmet Paşa’dır. Fatih İstanbul fetih edildiğinde, fetihte bulunan paşalara toprak hibe etmek ister. Fetih paşalarından olan Şevki lakaplı Mehmet Paşa’ya da Kadıköy’ü teklif eder. Ancak Şevki Mehmet Paşa mütevazi ve sakin yaşamayı seven biridir, kalabalık aileye sahiptir. Bu yüzden, Kadıköy’ü istemez ve Kurnaköy’ü tercih eder ve dokuz çocuğu ve onların aileleriyle birlikte Kurnaköy’e yerleşir.

Burada tarım, bağ, bahçe işleriyle uğraşır ve böylelikle Kurnaköy tarihi de başlamış olur. Köy bölgesi, kurtuluş savaşı yıllarında asker eğitim bölgesi olarak kullanılmıştır.  Pendik merkezine 15 km uzaklıkta olan köyde, 3 tane piknik alanı bulunuyor ve buralar, İstanbul ve civar köylerden gelenler tarafından yoğun olarak tercih ediliyor.

Köyün topraklarına suyu içinde barındıran yer benzetmesi yapılmış ve Kurnaköy ismi verilmiştir. Köyün suyunun eskiden çok meşhur olduğu, köyün adının bu yüzden Kurna olduğu söylenmektedir. Ancak günümüzde kaynak suyunun tükendiği söyleniyor. Buraya yolunuz düşerse: köyün meşhur yemeği ateşte pişen ve kazayak otuyla yapılan pideyi mutlaka tadın.

KURTDOĞMUŞ KÖYÜ

Köy, Pendik ilçe merkezine yakın olmasına rağmen doğal güzellikleriyle ünlüdür. Riva deresi üzerine kurulan Ömerli barajı, köyü üç taraftan çevreleyerek köye bir yarımada görüntüsü vermiştir. Kurtdoğmuş, aynı zamanda Ömerli Barajından önceki son köy olma özelliğini taşır.

Pendik ilçe merkezine 25 km uzaklıktadır. Buradaki ilk yerleşim, 1300’lü yıllara kadar gitmektedir. Söylentilere göre: köy, Orhan Bey’in Bursa’ya yerleştikten sonra batıya açılma politikalarının sonucu olarak kurulmuştur. Bölge halkından edinilen bilgilere göre, Orhan Bey, o dönemde bölgeye hakim konumda olan Keçi Kalesini almak için askeri birliklerini Kurtdoğmuş köyünde eğitmiştir.

Ordunun içinde her bir taburun farklı isimleri vardır. Kurt Asker, Obalı Asker, Yaya Asker, Şeyhli Asker gibi. Kalenin fethinden sonra, her bir askeri birlik farklı yörelere yerleştirilmiştir ve her bir tabur bulunduğu yöreye ismini vermiştir. Kurtdoğmuş köyüne de geri hizmette bekleyenler yerleştirilmiştir ve kurt doğdu, burada meydana geldi manasında bu köye “Kurtdoğmuş” ismi verilmiştir.

Köy içinde otel ve pansiyon yoktur. Buraya yolunuz düşerse, köyün öne çıkan ürünü olan ve pazı ile yapılan meşhur böreği “Kurtdoğmuş Böreği” tatmalısınız. Ağırlıklı olarak pazı ile yapılan börek, ayrıca peynirli de yapılmaktadır. Köyün bir diğer meşhur yemeği ise, Kıvrık böreği ve çarşaf böreğidir. Ayrıca tatlı kabaktan yapılan tatlı böreği de güzeldir.

İstanbul Kartal

kartal.genel.1
İstanbul Kartal

Kartal, Kocaeli yarımadasının bir uzantısı olarak kabul edilir ve tarih öncesi dönemlerden itibaren iskan görmüştür. Ancak MÖ. 2 ve 3 binlerde: Marmara denizindeki su seviyesinin düşmesi ve tuzlanma oranının artması sonucu değişen ekolojik şartlar, Marmara kıyılarının tümünde yerleşimlerin terk edilmesine yol açmıştır.

MÖ. 2 binlerin başlarında: Karadeniz ve Balkanlar üzerinden gelen Trak halklarının göç etmesiyle Marmara kıyıları tekrar iskan görmeye başlar. MÖ 1200 yılında bölge Trak kökenli bir halk olan Bitinyalılar tarafından iskan edilir. Bu döneme ait yazılı kaynaklarda da, bölge Bitinya Trakyası olarak adlandırılır. Bitinya toprakları, MÖ 94-74 yılları arasında veraset yoluyla Roma’ya bağlanır ve MÖ. 74 yılında Roma’nın bir eyaleti olur.

Daha sonra Bizans sınırları içinde kalan topraklara Türklerin gelişi 1080 yılı başlarına rastlar. Ancak 1329 yılında, günümüzdeki Maltepe’de yapılan ve Bizanslıların yenilgisiyle sonuçlana Pelekanon savaşı sonrasında Osmanlılar bölgeyi tümüyle ele geçirirler.

Sonuçta, Kartal ve çevresinde Helenistik ve Roma dönemine ait bilgiler oldukça sınırlıdır. Ancak Bitinya’nın Roma döneminde yoğun bir imar faaliyetlerine sahne olduğu; Genç Plinus’un mektuplarından anlaşılmaktadır. Kartal ve çevresinin tarihine ait bilgiler, daha çok Bizans dönemiyle başlar. Kartal ve çevresinde Bizans dönemine ait birçok manastır ve kilise kalıntısı tespit edilmiştir.

Bizans imparatorluğu  döneminde, 6’ncı yüzyıl başlarında “Kartalimen” isminde burada küçük bir balıkçı köyü kurulmuştur. “Kartal” adını ilk defa, sahilde balık avlamak için gelip buraya yerleşen “Kartelli” isminde bir balıkçıdan almıştır. Bizans zamanında, liman önemi taşıyan bu beldeye “Kartalimen” denildiği de bilinmektedir.

Osmanlı zamanında bu köyün nüfusunun büyük kısmı Rum’du. Rumlar mübadele zamanında buradan ayrıldı ve yerlerine Yunanistan’dan gelen Türk köylüler yerleştirildi.

Kartalda ilk vapur iskelesi 1857 yılında yapılmıştır. O dönemlerde küçük bir yerleşim yeri olarak kalan Kartal, 1873 yılında Haydarpaşa-Pendik banliyö hattının açılmasından sonra hareketlenmeye başlamıştır.

Kartal’ın sanayi bölgesi olması 1974 yılında kesinleşti. Aslında Kartal, bundan önce de komşuları Dragos veya Pendik gibi, tipik bir sayfiye değildi. Zengini daha azdı, ama örneğin iskele çevresindeki sevimli meyhaneleriyle, iddiasız evleriyle sakin bir yerdi.

Rumlardan geriye pek az şey kalmakla birlikte, Surp Nişan Ermeni kilisesi vardır.

1970’lerden sonra sanayi alabildiğine yoğunlaştı. Kirlenme de arttı. Günümüzde Kartal semt olarak herhangi bir özelliği kalmamış bir beton ve tuğla yığınıdır.

İç kısımdaki Yakacık’da hala güzel köşeler vardır. Burası yüksek olduğu için öteden beri havasının sağlıklılığı ile ünlüdür. Yaşlı ve yüksek ağaçlarıyla önem kazanmaktadır.

dragos.1
İstanbul Kartal Dragos

DRAGOS

Dragos: Marmara denizi sahilinde, Kartal-Maltepe arasında bulunan ve denizden 107 metre yükseklikteki Dragos tepe üzerinde kurulu bir semttir. İstanbul sahilinde, Prens adalarına en yakın konumdadır.

Dragos isminin kaynağına gelince: Dragos tepesiyle ilgili bir efsaneden söz edilmektedir. Dragos (Drakos: ejder) adı, bu tepede bulunan hayali bir hazine ile bu hazineye bekleyen ejderha efsanesinden kaynaklanmaktadır. Hatta bu hazinenin yarısının kız, yarısının yılan yaratıklarca korunduğu biçiminde de bir söylenti vardır. Zaten bu dolaylarda Bizanslılardan ya da daha eski zamanlardan kalma eski paraların bulunmuş olması, yakın zamanlara kadar define avcılarının yöredeki tepelerde kazı yapması, halk arasında bu inanışın yüzyıllardır sürdüğünü kanıtlamaktadır.

Coğrafi olarak bakıldığında, Dragos tepesi sanki Yakacık ve Çamlıca tepelerinin denize bir uzantısı ve hatta prens adalarının, özellikle Büyükada’nın devamı imiş gibi görülür. Adının tıpkı “Leandros”, “İmbros” gibi Yunan kökenli olduğu belli ancak buraya son yıllarda yerleşenler, bu mitolojik isim yerine “Orhantepe” ismini kullanırlar.

Kartal Orhantepe mahallesi, Dragos mevkiinde, İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından kazı çalışmaları yapılmaktadır. Dragos kazılarında: kilise, yapı ve hamam kalıntısı, adı bilinen bir saray, özel bir malikane ya da manastırla bağdaştırılmaktadır. Mevcut kalıntıların genel olarak 4-6 yüzyıllar arasında inşa edildiği, çeşitli eklemeler, onarımlar ve düzenlemelerle 13’ncü yüzyıla kadar kullanıldığı anlaşılmıştır.

dragos.kazı.1
İstanbul Kartal Dragos Arkeolojik Kazı Alanı

Dini yapı-Kilise kalıntısı

Hamamın güneyinde, geç Roma ve erken Bizans dönemlerine tarihlenen, MS. 4-6’ncı yüzyıllarda inşa edilmiş kilise tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalara göre, kilisenin ölçüleri 40 x 20 metredir. Üç nefli, üç apsisli bazilika planlı bir kilisedir. Ana nef apsisinin güneyinde ve kuzeyinde, mermer kaplı vaftiz odaları bulunmaktaydı. Yapının batıdan üç, kuzeyden iki girişi vardı.

Yapının duvarları: bağlayıcı olarak horasan harcının kullanıldığı taş ve tuğla ile inşa edilmiştir. Taban ve duvarlarında ise mermer kaplamalara rastlanmıştır. Bu alanda yapılan kazılarda çok sayıda mermer mimari elemanlar ortaya çıkarılmıştır. Bunlar arasında: boya bezemeli mimari elamanlar sayıca fazladır. Erken dönem Bizans mimarisinin yapılarının etkisinin arttırılması için yoğun olarak mermer kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca kilise duvarlarının çevresinde yetişkin ve çocuk mezarları tespit edilmiştir.

Hamam kalıntısı

Dragos hamamı: ilk olarak 1974-1977 yılları arasında yapılan kazı çalışmaları ile ortaya çıkarılmıştır. Hamam yapısından günümüze, hamamın alt yapısı olan ısıtma sistemi ile hamam işlevlerinin yerine getirildiği üst yapıya ait kalıntılara ulaşılmıştır. Hamamın ısıtılması, hypokaust denilen taban altı ısıtma sistemiyle sağlanır. Sistemde praefurnuum denilen odun ateşiyle hamamın ısıtılmasını sağlayan, genellikle kemerli geçişler ile tabanı taşıyan ve sıcak havanın dolaşımını sağlayan pilae denilen küçük ayaklar bulunur. Tabanda ayrıca büyük olasılıkla buhardan kaynaklanan suyun tahliyesi için yapılmış kanallar vardır.

Mezarlar

Hamam ve kilise yapılarının çevresinde basit toprak gömü tipinde mezarlara rastlanmıştır. Bu mezarlardan ilki hamamın doğu duvarının temeli altında bulunmuştur. Doğu-batı doğrultulu bu mezarın üzeri mermer plakalarla örtülüdür ve gömü sırtüstü yatırılmış olup eller göbek üzerinde birleştirilmiştir. Hamamın güneyinde bebek ve yetişkin mezarı olmak üzere toplam 17 tane erken Bizans dönemine ait mezar açığa çıkarılmıştır. Kilise çevresindeki mezarlar ise açılmamıştır.

dragos.sosyal tesisler.1
İstanbul Kartal İBB Dragos Sosyal Tesisleri

İBB Dragos Sosyal Tesisleri

Orhantepe Mahallesi, Turgut Özal Bulvarı üstündedir. Sosyal tesisler, tüm adalar manzarasına hakimdir ve 2007 yılında hizmete açılmıştır. Aynı anda 440 kişiye hizmet verebilmektedir.

aydos ormanı.0
İstanbul Kartal Aydos Tepesi ve Aydos Ormanı Mesire Yeri

AYDOS TEPESİ VE AYDOS ORMANI MESİRE YERİ

Doğal Sit alanıdır. Bu güzel atmosferde çayınızı yudumlayıp göle karşı piknik yapabilirsiniz. Aydos tepesi, 537 metre yükseklikle, İstanbul’un en yüksek noktasıdır. Osmanlı imparatorluğu döneminde av sahası olarak kullanılması, çam ağaçlarından oluşan ormanın ne denli zengin olduğunu ortaya koymaktadır.

Aydos gölü: Aydos tepesinin tam zıttı istikamettedir. 4 farklı giriş bulunan mesire yerindeki gölet, çevresindeki ekolojik bütünlük içinde bir uzun göl manzarası oluşturmaktadır. Piknik sahaları, büfesi ve koşu parkurları oldukça bakımlıdır. Ancak hafta sonları oldukça kalabalıktır, imkan bulursanız hafta içinde gitmelisiniz. Giriş ücretlidir.

SOĞANLIK

Kentsel Sit alanıdır. Kartal ilçesinin kuzeyindeki Yakacık ve Esenkent semtleriyle çevrili bu alanda: askeri birlikler ve askeri lojmanlar bulunmaktadır.

KARTAL CAMİİ

Kartal semtinin merkez camisi konumundadır. Sultan Mahmut Cami ve Hacı Ahmet Cami olarak da bilinir. Caminin ilk olarak 19’ncu yüzyıl başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Ancak 1915 yılında yanınca, Hacı Ahmet Efendinin miras bıraktığı para ile tekrar yapılmıştır. Duvarları kagir, çatısı ahşap ve minaresi tuğladır.