Haliç, yüzyıllar boyunca, İstanbul’un aranılan ve seçkin bir semti olmuştur. Ekonomik durumu yerinde olanlar; Haliç kıyılarında ve sırtlarında oturmayı tercih etmişlerdir. Deniz kıyısı, ama sakin bir kıyı.
Havadar ama rüzgara karşı korunaklı bir bölgede olması, tercih sebebi. Gemilerin kıçtan, doğrudan karaya yanaşabildikleri bir liman olması nedeniyle de, ticaret oldukça hareketli bir yer yapmış Haliç’i. Bu hareketliliğe; çeşitli dinlerden ve milletlerden insan toplulukları da eklenince, zengin bir mozaik ortaya çıkmış.
Özellikle: Bizans döneminde; şehrin Rum Ortodoks topluluğu ve Yahudi azınlığı olan “Karaimler” , Bizans imparatorlarının izniyle İstanbul’da koloni kuran Akdeniz’in tüccar ve denizci şehir devletlerinin temsilcileri de Haliç kıyılarına yerleşmişler.
İstanbul’un fethinden sonra, şehir nüfusunda, köklü değişiklikler olmuş. her şeyden önce; Müslüman-Türk ahali yerleşmeye başlamış. Zengin Türkler; Haliç sırtlarında, bugün birkaç tanesini görebildiğimiz konakları yaptırmışlar.
Haliç: güney ve kuzey kıyısı olmak üzere iki bölümde gezilecektir.
Önce: gezimize güney kıyıdan yani Cibali’den başlayalım. Bulunduğunuz mekandan; bir şekilde Cibali Semtine gidin.
Eyüp; İstanbul fetih edildikten sonra şehirde sur dışında kurulan ilk Türk yerleşim yeridir.
Burada önce: İslam dünyasının saygın kişisi Sahabe Halid bin Zeyd Ebu Eyyüp el-Ensari’nin mezarının bulunduğu rivayet edilen yere: Fatih Sultan Mehmet’in emriyle bir türbe yaptırılmıştır. Ardından, türbenin çevresinde yerleşimler sonucu semt oluşmuştur.
Eyüp semti: İslam dünyasının en çok ziyaret edilen yerlerinden biri olan “Eyüp Sultan Türbesi” yanı sıra tekkeleri, türbeleri ve mezarlıklarıyla, 20 yüzyıl ortalarına kadar, başta Pierre Loti olmak üzere batılı gezginlerin egzotik buldukları yerlerin başında gelmiştir. Evet, Eyüp İlçesi, Eyüp Sultan ile ilgili ayrıntılı gezi yazısını yine bu sitede bulabilirsiniz.
HALİÇ KUZEY KIYISINDA GEZİLECEK YERLER
RAHMİ KOÇ SANAYİ MÜZESİ
Haliç’in karşı kıyısı, kıyı bandı yeniden kazanılarak parklar ve bahçelerle donatılmıştır. Burada en fazla rağbet gören yerlerden birisi de iş adamı Rahmi Koç’un adını taşıyan Sanayi Müzesidir. Müze: Haliç’in kuzey yakasında, Hasköy semtinde 1994 yılında ziyarete açılmıştır.
Haliç turu içinde görülmesi gereken bu müzede, sanayinin gelişimi gözler önüne serilirken, aşina olduğunuz birçok eski markayı tekrar görme imkanı bulabilirsiniz.
Müze üç bölümden oluşmaktadır.
Lengerhane
Lenger: Osmanlı döneminde, gemiyi sabitlemek için denize atılan zincir ve ucundaki çapaya denirdi. Bunların yapıldığı yere ise “Lengerhane” denilmiştir. Bu bina: Sultan III. Ahmet döneminde, daha önce burada bulunan bir Bizans binasının temelleri üzerine inşa edilmiştir. Evet, burayı gezdiğinizde: ahşap çatılı ve taş duvarlı küçük bir bina göreceksiniz. Ama biraz önce söylediğim gibi, yapının tarihi çok eskilere kadar gitmektedir. Binanın müze olarak tasarımında: iç avlu ve dış mekanın özel dokusuna dokunulmamıştır.
Hasköy Tersanesi
Lengerhane binasının hemen karşısında: harap durumdaki bu 14 binadan oluşan tersane restore edilerek 2001 yılında ziyarete açılmıştır.
Yapı: endüstriyel arkeoloji açısından, büyük önem taşımaktadır. Çünkü: Hasköy tersanesi: 1861 yılında kurulmuştur. Kuruluş amacı: Şirket-i Hayriye tarafından, kendi gemilerinin bakım ve onarımının sağlanmasıdır. Başlangıçta küçük bir atölye olarak kurulmasına rağmen, zamanla genişletilmiştir. Tersanede: 45 metrelik ahşap bir çekme kızağı kurulmuştur. Bunun çekme gücü: istimle çalışan bir ırgattan sağlanıyordu ve bu ırgat, 1910 yılında elektrikle çalışır duruma dönüşmüştür. 1938 yılında ise, bazı şehir hatları vapurları burada inşa edilmiştir. Ardından birkaç kez el değiştiren bu yapılar, 1980’lere gelindiğinde harap halde iken Vakıf tarafından satın alınarak restore edilmiştir.
Açık Hava Sergileme Alanı
Müzenin koleksiyonunun bir kısmı: Hasköy caddesindeki ana girişten, Haliç kıyısına kadar ulaşan açık alanda sergilenmektedir. Burada: uçaklar, klasik otomobiller ve bir vinç sergilenmektedir. Ayrıca: Haliç’e demirli Fenerbahçe vapuru ve bir denizaltı da gezilmektedir. Fenerbahçe vapuru: 1952 yılında İskoçya Glaskow Dumbarton şehrindeki tersanede inşa edilmiştir. Uzun yıllar boyunca Sirkeci-Adalar-Yalova-Çınarcık hattında çalıştıktan sonra 2008 yılında hizmet dışı kalmıştır.
Ardından: halka açık, geçici sergiler ve eğitim etkinlikleri için bir mekan olarak kullanılıyor. TCG Uluç Ali reis Denizaltısı ise 1944 yılında ABD Portsmout Tersanesinde ABD Deniz Kuvvetler denizaltısı olarak inşa edilmiştir. Uzunluğu 93 metre ve ağırlığı 2400 tondur. Pasifik okyanusunda, II. Dünya savaşı sırasında görev yapmıştır. 1971 yılında Türk Donanmasına katılan gemi: 30 yıllık hizmetinin ardından 2001 yılında hizmet dışı kalmış, Rahmi Koç Müzesine alınmıştır.
Diğer bölümler
Planetaryum
Burası: astronomi hakkında öğretim için tasarlanmıştır. 60 metrekarelik alana sahiptir. 8 metre çapında ve 5.5 metre yüksekliktedir. 40 kişi kapasitelidir. Burada: gökyüzündeki cisimler, yavaş hareketleriyle izlenebilir. Modern dijital teknoloji sayesinde ekran görüntüleri gerçeği aratmayacak kalitededir.
MİNİATÜRK
Haliç’in kuzey kıyısında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, 2003 yılında açılan Miniatürk’te Türkiye’nin çeşitli yerlerinden en meşhur 105 eserin minyatürü bulunmaktadır.
Burası gezildiğinde, kendinizi küçük bir Türkiye gezisi yapmış gibi hissedeceksiniz. Gezi için minimum 2 saat ayırmalı, tam anlamıyla gezilmek isteniyorsa da 5 saat gözden çıkarılmalıdır.
HALİÇ KONGRE MERKEZİ
Haliç’in kuzey kıyısındaki bu büyük toplantı merkezi: Haliç kıyısındaki eşsiz konumu ile muhteşem bir tarihi İstanbul manzarası sunar.
Yapı: Sadabat, Kuleli, Pera ve Haliç adıyla bilinen ve birbirine bağlanan dört ana binadan oluşmaktadır. Ayrıca bir de balo salonu (Galata Balo Salonu) vardır.
Belgrad Ormanı: Çatalca yarımadasının en doğu ucundadır. Doğusunda İstanbul Boğazı ve Kuzeyinde Karadeniz vardır. Şehir merkezine yakınlığı değerlendirildiğinde: Taksim merkeze 20 km, Büyükdere’ye 6 km ve Çayırbaşı’na 5 km uzaklıktadır. Buraya gitmek istediğinizde: Taksim-Sarıyer-Kilyos hattını takip etmelisiniz. Şehir merkezinden buraya en çabuk ulaşım: Çayırbaşı-Bahçeköy istikametinden sağlanır. Ayrıca, ikinci bir seçenek: Alibeyköy-Kemerburgaz-Terkos hattıdır.
GİRİŞ ÜCRETİ
Araç girişi: hafta sonu 11 TL, hafta içi 5 TL. dir. Yaya veya bisikletle gelindiğinde giriş ücreti alınmıyor. Evet Belgrad ormanlarına giriş ücretli, ancak burayı ziyaret ettiğinizde göreceğiniz gibi: bu alınan ücretin karşılığında hiçbir sosyal hizmet verilmiyor. Emniyet ve sağlık ekiplerinin bulunmaması ve özellikle otopark sorununa acil önlem alınması başlıca sıkıntılardandır. Oturacak masaların birçoğunun zamanla kırık olması, çöplerin çevreye atılması, çeşmelerin çevresinin çamur dolu olması ve en kötüsü bunları takip edecek bir görevli ekibinin bulunmaması, buraya akın akın gelen insanların birçok sıkıntı yaşamasına sebep olmaktadır. Bu yüzden: burayı mümkünse hafta içi ziyaret edin, yoksa hafta sonu büyük bir kalabalık ve aksaklıklarla yüz yüze gelmeyi kabul etmelisiniz.
ÖNEMİ VE TARİHİ GEÇMİŞİ
Trakya’da Istıranca dağlarından başlayıp Karadeniz’e kadar uzanan Belgrad Ormanları, geçtiğimiz yüzyılda bugünkünden çok daha büyüktür. Çünkü denizden çok yüksek olmamasına rağmen, yoğun yağış alan bir bölgedir. Orta Avrupa ve Akdeniz iklimleri arasında bir geçiş yeridir.
Ormanın içinde bulunan; geçmişi Romalılar dönemine kadar uzanan su kemerleri ve su bentleri ise o zamanki su dağıtım sistemini açıklamaktadır.
Orman ismini: bir zamanlar burada bulunan Belgrad köyünden almıştır.
Köyün ismi ise: Kanuni Sultan Süleyman’ın 1521 yılında Belgrad’ı (günümüzdeki Sırbistan’ın başkenti) aldıktan sonra buraya getirttiği ve şehrin su dağıtım sisteminin sorumluluğunu verdiği göçmenlerden gelmiştir.
18’nci yüzyılda bazı yabancı Büyükelçilikler, yazlıklarını bu köy civarında yaptırmışlardır.
Lady Mary Wortley Montagu, diplomat eşiyle birlikte 1717 yılında birkaç gününü burada geçirmiş ve bu ziyaret “Türk Sefareti Mektupları” isimli kitabında yazılmıştır.
19’ncu yüzyılda yazlıklar Tarabya ve Büyükdere kıyılarına taşınınca, Belgrad köyü, yavaş yavaş küçülmeye başlamıştır.
1826 yılında ormanda saklanan yeniçerilerden kurtulmak için yeni ve modern ordusuna, ormanı yakma emri veren Sultan II. Mahmut: köye son darbeyi böylelikle vurmuştur.
1898 yılında geriye kalan birkaç kişinin de başka yere taşınmasıyla, burada bir zamanlar bir köy olduğuna dair neredeyse bir emare kalmamıştır.
İstanbul’un akciğerleri bir zamanlar şehir dışındayken günümüzde neredeyse şehrin göbeğine gelmiştir.
Belgrad: tarih boyunca sadece mesire yeri olmakla kalmamış ve şehrin su ihtiyacını karşılamıştır.
Günümüzde: kayın, meşe, akkavak, çam, çınar ve kayın ağaçlarıyla dolu orman, piknik için gelinecek en popüler yerlerden birisidir. Burada göl manzaralı, 6.5 kilometre parkurda yürüyüş ve koşu yapmak mümkündür. Yol boyunca spor aletleri de bulunuyor.
KIRKÇEŞME SU DAĞITIM YERİ
Mimar Sinan genellikle camilerle tanınır. Ancak 1554-1563 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle birçok su kemeri de yapmıştır. Zamanın bu büyük su tesisi ve Sinan’ın en muazzam eserlerinden olan bu kemerler, hassas eğimleriyle “Tarihi Yarımada” ya su taşımıştır. Sistem: 4 su bendi ve 33 su kemeri vasıtasıyla suyu kara surlarındaki Eğrikapı’nın hemen dışına kadar getirmiştir.
Kırkçeşme sistemi iki kola ayrılıyor, bir kol Ayvad Bendi’nden, diğeri ise Büyük Bend’den geliyor ve Galata Kulesi yüksekliğinden derinliği olduğu söylenen bir taş sarnıçta, Başhavuz’da birleşiyor. Aynı dönemde Süleymaniye ve Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan külliyeleri inşaatlarıyla da uğraştığı düşünülürse, mimarbaşının zekasının yanı sıra çalışkanlığı ve azmi de şaşırtıcıdır.
Kırkçeşme sisteminin günümüze ulaşan en muhteşem yapısı: iki katlı Mağlova Kemeri ya da diğer adıyla “Muallakemer”e ulaşmak ne yazık ki çok da kolay değildir.
Yolu olmayan, ormanın derinliklerindeki kemer Alibey Deresi’ni ikiye bölüyor.
Mağlova kemeri dünyada kendi türündeki eserler arasında bir başyapıttır. Sadece bu eseri bile Sinan’ın bir dahi olduğunu kanıtlamaya yetiyor. Mağlova’nın merkezdeki dört kemeri, dünyadaki en geniş kemerler olarak biliniyor. Kemer açıklıklarının farklı boyutlarda olmasının nedeni, yapının yüzyıllarca su baskınları ve depremlere dayanmasını sağlamak içindir.
Alibey Deresi üzerinde 165 metre uzunluğundaki iki katlı Güzelce Kemeri’ni de 1563-1564 yılları arasında Mimar Sinan yapmış, ancak burada tabandan yukarı çıktıkça daralan farklı bir t arz uygulamıştır.
Bahçeköy’den Kemerburgaz’a direkt olarak gelirseniz: 12’nci yüzyılda İmparator I. Andronicos Kommenos tarafından yaptırılan ve daha sonra Sinan tarafından onarılan 102 metre uzunluğundaki Paşa Kemer’den geçersiniz.
Yolun sonunda, sağa döndüğünüzde yol sizi 711 metre uzunluğunda iki katlı heybetli Uzunkemer’e götürür.
Kemer 2009 yılında restore edilmiştir.
Eğer sağ yerine sola, yani Kemerburgaz’a doğru dönerseniz, Romalılar döneminde yapılmış ama 1564 yılında Sinan tarafından yeniden inşa edilmiş 342 metre uzunluğundaki Eğrikemer’e varırsınız.
Kemer: biri üç katlı ve 216 metre uzunluğunda, diğeri ise sadece tek katlı ve 126 metre uzunluğundaki iki kolundan ötürü bu adı almıştır.
Kırkçeşme sisteminin dört büyük su bendi vardır. 1620 yılında Sultan II. Osman tarafından yaptırılan Karanlık Bent; Topuz Bendi veya Kömürcü Bendi olarak da bilinir.
Büyük Bent: 1724 yılında Sultan III. Ahmet, Ayvad Bendi 1765 yılında Sultan III. Mustafa ve Kirazlı Bent: 1818 yılında Sultan II. Mahmut tarafından yaptırılmıştır.
Tüm bu yapılar, bir mühendislik projesinin sanatsal yönü olabileceğini göstermesi bakımından da ayrı bir önem taşır.
Nitekim birçok 18’nci yüzyıl resmi, bentlerde doğanın keyfini süren, nargile içip müzik dinleyen insanları tasvir etmektedir.
TAKSİM SU DAĞITIM SİSTEMİ
Ormanın içindeki su sisteminin ikinci kolu, suyu şehrin bugünkü merkezine götürür ve Taksim Meydanın’da biter. Bu sistem: 1731 ve 1839 yılları arasında Pera’nın artan nüfusuna hizmet etmek için yapılmıştır. Sistemden günümüze ulaşmış en ünlü su kemeri Sultan I. Mahmut tarafından 1732 yılında yaptırılmış, 490 metre uzunluğundaki I. Mahmut Kemeri: günümüzde Bahçeköy girişinde durmaktadır. Üstüne çıkmanıza izin verilmiyor ama teorik olarak en tepesinden Boğaz’ın Karadeniz’e açılan yeri görülüyor. Geçmişte inşa edilen ve suyu tutmaya yarayan, üç bent 88 metre uzunluğundaki Topuzlu Bendi, Sultan III. Selim’in annesi Mihrişah Sultanın 1796 yılında yaptırdığı Valide Bendi ve 1839 yılında yaptırılan II. Mahmut Bendi (Yeni Bent olarak da tanınır) günümüzde ayaktadır.
ATATÜRK ARBORETUMU
Burası ile ilgili tanıtım yazısı, yine bu sitede, bu isim altında ayrı bir başlıkla açıklanmıştır.
MESİRE YERLERİ
Ormanın geneline yayılmış 11 mesire yeri vardır. Ayrıca piknik alanlarına yakın yerlerde, sayısı az da olsa kır bahçesi ve lokantalar bulunuyor.
Ayvat Bendi Mesire Yeri
Alanı 50 hektardır. Kağıthane deresinin kollarından biri olan Ayvad Deresi üstünde kurulmuştur. Tarihi Bent: 1765 yılında Sultan III. Mustafa tarafından yaptırılmış olup, yerden yüksekliği 13.45 metredir. Uzunluğu ise, düz hat olarak 63 metredir. Burada: Belgrad Ormanlarındaki en güzel manzara izlenir. Giriş yerindeki düzlükler: piknik ve dinlenme için uygundur.
Bentler Mesire Yeri
Alanı 16.3 hektardır. Belgrad ormanlarındaki en güzel mesire yeridir. Burada Osmanlı döneminde inşa edilen 3 su bendi bulunur. Piknik alanında büfe bulunmaktadır. Yürüyüş parkuru ve bisiklet yolu, ormanın derinliklerine kadar uzanmaktadır. Bahar ayında yeşil örtü, yaz aylarında serinlik, sonbaharda ise sarıdan kırmızıya dönen renkler ve kışın bembeyaz bir ortam ziyaretçileri beklemektedir.
Binbaşı Çeşmesi Mesire Yeri
Kemerburgaz ya da Belgrad Ormanları içinden rahatlıkla ulaşılır. Burası zengin bir ağaç ve bitki örtüsüne sahip piknik yeridir. Yürüyüş parkuru ve oturma yerleri vardır. Burası hakkında anlatılan bir efsaneden söz etmek istiyorum. Osmanlının son dönemlerinde, savaşlarda, bir bölük asker bölgeye yani buralara sığınmak zorunda kalırlar. Açlık ve susuzluk giderek artar. Asker huzursuzdur ancak kamp yerinden ayrılmak da mümkün olmaz. Bunun üzerine, günlerce çare arayan bölük komutanı binbaşı, geceden sabaha kadar açtığı kuyudan su çıkarmayı başarır ve bölgeye de adını verir. Mesire yerinin girişinde bir kafe bulunuyor.
Irmak Mesire Yeri
Alanı 10 hektardır. Burası küçük bir ırmak boyunca yükselen, anıt değerindeki ağaçların rengini ve havasını verdiği önemli bir dinlenme sahasıdır. Hemen girişteki düzlükte tahta masalar, piknikçiler için idealdir. Suyunun berraklığı ve çevresinin temizliği dikkat çeker. Neşet Suyundan başlayan koşu parkuru, bu mesire yerinden de geçer. Ayrıca patika yollarla ormanın derinliklerine ulaşmak mümkündür. Özellikle burası hafta sonlarında aşırı kalabalık olmaktadır.
Kirazlıbent Mesire Yeri
Alanı 19.14 hektardır. Yüksek ağaçları, ince patika yolları ve tarihi Kirazlıbent ile mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisidir. Piknik alanlarının üst kısmı benttir ve mimarisiyle büyüleyicidir. Sultan II. Mahmut’un 1818 yılında Kirazlı Deresi üzerine yaptırdığı bu güzel bendin yerden yüksekliği 11.25 metredir. Tepe uzunluğu ise 59 metredir. Ağaçlarla örtülü düz sahası piknik için uygundur.
Kömürcübent Mesire Yeri
Alanı 2.9 hektardır. Burada bulunan Karanlıkbent: Sultan II. Osman tarafından 1620 yılında Kağıthane deresiyle buluşan Topuz Deresi üzerine inşa edilmiştir. Küçük su havzası, aynı zamanda birçok canlıya ev sahipliği yapmaktadır. Hemen bitişiğinde bulunan geyik üretme sahasında, geyikleri izleyebilirsiniz. Burada 66 geyik bulunduğu söyleniyor. Arazi biraz engebeli olmakla birlikte, göğe uzanan ağaçlarıyla farklı bir güzelliği sahiptir. Piknik ve oturma sahaları oldukça bakımlıdır.
Kurtkemeri Mesire Yeri
Belgrad ormanlarının devamıdır. Suyunun bolluğu, ağaçlarla çevrili geniş alan ve çok sayıda piknik bölümüyle ilgi çekmektedir. Eyüp, Kağıthane, Kemerburgaz ve Göktürk sakinleri ve yöresel derneklerin etkinlik programları, burada düzenlenmektedir. Mesire alanının bütün bölümlerine ulaşan patika yol, koşu ve yürüyüş imkanı verir. Ortasından asfalt yol geçer.
Neşit suyu Mesire yeri
Alanı 67.3 hektardır. Neşet Suyu, ismini öğretmen Neşet Bey’den almıştır. Neşet Bey: 1881 tarihinde Resne’de doğmuş ve 1929 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Orman Mektebi müdürlüğüne kadar yükselmiştir. Ağaca ve ormana emsalsiz bir aşkla bağlı, idealist biriydi ve bu mevzudaki üstün çabaları nedeniyle, arkadaşları ve öğrencilerinin sevgisini kazanmıştır. Orman Genel Müdürlüğü: 21.09.1953 tarihinde üzerinde bu yazıt bulunan bir çeşme yaptırmıştır.
Evet, bu mesire yeri, adını Neşet Bey’den almıştır. Serin suyun çevresinde kurulan önemli konumuyla, yılın dört mevsimi, haftanın 7 günü, tabiat severlerin akınına uğrar. Güzel suyunun yanı sıra, Büyükbent çevresinde ring yapan 8 kilometrelik koşu parkuru, uygun piknik alanları, kafeteryası ve otoparkı vardır. Spor kulüplerinin kros ve nefes açma çalışmaları için da tercih ettikleri yerdir. Buraya ulaşmak için: Levent-Maslak-Bahçeköy ya da Kemerburgaz istikametinden Belgrad ormanları tabelaları takip edilmelidir.
1980’li yıllarda su sıkıntısı olduğunda, İstanbullular bu çeşmenin önünde uzun su kuyrukları oluşturmuştur. Neşet Suyunun hemen girişinde, bir de köy pazarı kuruluyor. Burada Kilyos köylüleri ürünleri sebze ve meyveleri satıyorlar.
Öncelikle şunu belirtmemde yarar var, Kadıköy, İstanbul’un en büyük ilçelerinden birisidir. Ben size ayrıntılı bir gezi yazısı hazırladım, sizler bu yazıyı incelediğinizde ilginizi çeken yerleri seçmeli ve ona göre kendinize bir gezi planı yapmalısınız, yoksa Kadıköy’ün tamamını gezmek için uzunca bir süreye ihtiyacınız olacaktır.
Kadıköy’ün kuruluşu, İstanbul’un kuruluşundan çok daha eskilere dayanmaktadır.
Yörenin antik çağdaki ismi “Kalkedon” dur. Bu kelime, Yunancada “Bakır” anlamına gelir. Yöreye bu ismin verilmesinin sebebi olarak bazı kaynaklarda: aynı dönemde Yunanistan’da “Euboea” da bakır madenlerine yakın konumlanmış ve aynı isimle anılan bazı şehirlerin bulunmasından gelmektedir.
Yunanlı tarihçe Heredot: Pers yazar Megabazus’un buradaki şehri kuranların kör olması gerektiğini anlattığını yazar.
Bu konudaki efsane şöyledir: “İstanbul şehrini kurmak üzere, Megara dan gemiye atlayan kolonici Byzasa kahinler “körlerin karşısına yerleş” diyerek öğüt verirler.
Bunun üzerine, İstanbul’a ulaşan kavim, buldukları boş tarafın karşısındaki kıyıda bir yerleşim olduğunu fark ederler. Kendi bulundukları yerin güzelliklerini fark edemeyen karşı kıyıdaki bu insanların “kör” olabileceklerini düşünerek, günümüzdeki İstanbul’un çekirdeği olan tarihi yarımadaya yerleşirler. Böylece surlar içindeki eski şehir “Byzantion” kurulmuş olur.
Karşılarındaki yerleşim yerine ise “körlerin yeri” anlamında “Kalkedon” ismini verirler.
Daha sonraları: Fenikeliler tarafından günümüzdeki Fikirtepe’de kurulan Karhadon ve Moda burnunda kurulan Kalkedon şehirleri: İyonya’dan gelen ve Yunanistan’dan inen Akaların bir kolu tarafından MÖ 676 yılında ele geçirildi. Böylece: Kalkedon şehri genişletildi ve kısa sürede İzmit’e kadar olan bölüm ele geçirildi. Bu bölgede, başkenti Kalkedon yani Kadıköy olan bir ülke kuruldu ve ülkenin ismi “Kalkedonya” oldu.
İstanbul’un fethinden sonra: Kalkedon isimli bu bölgenin yönetimi, Sultan II. Mehmet tarafından, İstanbul kadısı Hızır Beye verilir. Bu yüzden, yöreye “Kadıköyü” ismi verilmiştir. Hızır Bey: fetihten 6 sene sonra genç yaşta vefat etmiştir.
KUMLUK OLARAK BİLİNEN ALAN
Şehremaneti
Kadıköy sahilinde, iskelelere kadar olan alan, semtin eskileri tarafından, sonradan deniz doldurularak yapıldığı için “Kumluk” olarak bilinir.
Kadıköy’ün: idare, ulaşım ve tedarik merkezi de bu alana inşa edilen “Şehremaneti, iskele ve hal binasıdır. Bu üç yapı: Osmanlının son yıllarından Cumhuriyetin ilk yıllarına miras kalan “1’nci Milli Mimari” akımın örnekleridir. Şehremaneti: 1500’lü yıllardan sonra şehir idaresinin sorumlu makamı iken, modernleşme sürecinde günümüzde “Belediye” olarak bilinen kuruma dönüşmüştür.
1869 yılında İstanbul 14 alt birime bölünürken, bunlardan 13’ncüsü Kadıköy dairesi olmuştur. Burada görevli ilk şehremini ise: Arkeoloji Müzesi kurucusu ressam Osman Hamdi Beydir. Belediye binası: 1912-1914 yılları arasında, Ermeni mimar Yervant Terziyan tarafından yapılmıştır. Yakın geçmişte: Belediye’nin Söğütlüçeşme ye taşınmasının ardından: sanat, edebiyat, tarih ihtisas kütüphanesine dönüştürülerek kamu kullanımına açılmıştır.
Kadıköy İskelesi
Bu iskele: Moda ve Beşiktaş da ki kadar gösterişli olmasa da aynı mimari akımın bir örneğidir. Haydarpaşa’ya karşı uzanması nedeniyle manzarası eşsizdir.
2003 yılında hizmete giren balonun rengi önceleri sarı iken sonra beyaz üzerine Türk bayrağı motifleriyle hizmet vermeyi sürdürmüştür. 2005 yılında rüzgarın etkisiyle savrulan balon ve içindeki 8 kişinin yere indirilmesi için 15 dakika uğraşılmıştır.
Dünyada sadece 22 tane olduğu belirtilen ve sabit olarak platforma bağlı olan balon Fransız-Alman ortak yapımıdır. Sepeti 30 yolcu ve bir de pilot olmak üzere 31 kişi alır. Çelik halatlarla yere bağlı olan 22 metre çapında ve 5 milyon metreküp helyum gazı alan balon, hava durumuna göre 200 metreye kadar yükselebilmektedir.
1 dakikada 150 metreye çıkan sabit balon, havada 15 dakika kalıyor. Yılın dokuz ayı boyunca, gece saat 24.00’de kadar hizmet veriyor. Balon kafe, deniz manzarasını ayaklarınızın altına alıyor.
2006 yılında kötü hava koşulları nedeniyle uçuşlarına ara veren 2 milyon dolar değerindeki dev balon sökülmüş ve bakım için Almanya’ya gönderilmiştir. Dönüşünde Kapadokya’ya götürülmesi düşünülmektedir. Yani şu anda balon bulunmuyor.
Hal Binası-Konservatuar-Haldun Taner Sahnesi
1920’li yıllarda iskele ile birlikte bir de hal binası yapılır. “Hal” kelimesinin kökü Paris şehrinin merkezindeki meşhur “Les Halles” dir ve muhtemelen buraya yapılması düşünülen yerin de oraya benzemesi düşünülmüştür. 1925-1927 yılları arasında İtalyan mimar Ferrari’nin yine 1’nci Mimarlık üslubundaki binası, borçla yaptırılır.
Ancak, ticaret erbabı, kiracı olmak istemez ve bina uzun süre boş kalır. 1940’lardan itibaren, 30 yıl kadar hal olarak kullanılan bina: 1980’lerdeki restorasyon sonrasında İstanbul Üniversitesi Konservatuvarı ve zemin katı da “Haldun Taner Sahnesi” olur. Hal binası: İçerenköy’e taşınmıştır.
İskele Cami
Dolgu zeminin dışında, Kadıköy meydanında, Sultan III. Mustafa tarafından yaptırılan “İskele Cami” bulunmaktadır. Sultan Mustafa: 1760-1770 yılları arasında 17 yıllık saltanatı süresince dört cami yaptırır. Ama burada yaptırdığından daha prestijli olan diğer camilerine kendi ismini veremez ve sadece burada yaptırdığı camiye ismini verir.
Öte yandan, bu caminin ismi de “İskele Camisi” olarak bilinir. Zaten: yapıldığı dönemde Kadıköy düşünüldüğünde, burası bir Sultan camisi için hiç de prestijli değildir. Hatta günümüzde bile, caminin çevresi apartmanlarla çevrilidir. Caminin inşaatı 1760 yılında tamamlanır. Kapısındaki kitabeye göre, 1859 yılında onarım geçirmiştir.
Cami, tek kubbelidir, kubbesi 15 metre yüksekliktedir ve kurşun kaplıdır. Kesme taştan yapılan minaresi, bir şerefelidir. Son cemaat yeri, yolun konumuna göre yerleştirildiğinden, kıble sağ çaprazdadır. Şadırvanı vardır.
MÜHÜRDAR CADDESİ
Mühürdar caddesi, Moda’ya kadar tüm Kadıköy’ü dolaşan sivil mimari koleksiyonuyla ilgi çeker. Bu cadde üzerinde: Ayia Efimia Rum Ortodoks ve Surp Takavor Ermeni kiliseleri görülür.
Ayia Efemia Rum Ortodoks Kilisesi:
Efemia antik Kadıköy’ün (Chalcedon) ilk Hıristiyan figürlerinden birisidir. İçende yaşadığı pagan toplum tarafından baskı ve işkence görüp öldürülmüştür. Daha sonraki yüzyıllarda, İstanbul Hıristiyanları için bir azize olarak kabul edilmiş ve adına bir kilise yaptırılmıştır.
Hayatını resmeden, o zamanlar bu kilisede asılı birçok rölyefin, birçok badireden sonra günümüzde Fener Rum Patrikhanesinde saklandığı söyleniyor. Evet, günümüzde kilisenin bulunduğu yerde ilk olarak 1694 yılında bir kilisenin bulunduğundan söz ediliyor. 1830 yılında yeniden yapılan kilise, 1990’larda yapılan restorasyon sonucu yeniden ibadete açılmıştır.
Surp Takarov Ermeni Kilisesi
1858 yılı yapımı bu kilise, daha önce 1722 yılı yapımı başka bir isimle (Surp Asvadzadzin) kayıtlarda geçen başka bir kilisenin yerine yapılmıştır. Eski kilise bir yangınla yok olmuş ve yeni kilise Erzurumlu Muradyan ailesinin yardımlarıyla inşa edilmiştir. Mimarı Mıgırıç Kalfadır.
Yapı, geleneksel Ermeni kiliselerinin dışında haç planlıdır. Ortanın üstü kubbeli, kolları kiremitlidir. Eskiden bir okul binası da varmış ancak daha sonra Moda Aramyan Okulu açılınca, buradaki okul kapanmıştır. Avludaki lahitler, Muradyan Efendi ve Sultan Hanım’a aittir.
OSMANAĞA CAMİİ
Burası, tüm mahalleye ismini vermiş bir yapıdır. Balık pazarının hemen yanında, Altıyol’a çıkan yol üzerindedir.
Burada: Fatih Sultan Mehmet döneminden kalma “Mehmet Efendi” adına bir mescit varmış. Cami, bu mescidin yerine 1612 yılında Sultan I. Ahmet döneminin Topkapı Sarayı ağalarından Mısırlı Osman Ağa tarafından yaptırılmıştır. Osman ağa: Mekke ve Medine ahalisine gönderilen hediyeler arasında bulunan ve kendi icadı olan emsalsiz buhurdan nedeniyle “Buhuri Osman Ağa” olarak da anılır. Caminin mimarı belli değildir.
1878 yılındaki yangının ardından, cami yenilenmiştir. İstanbul’un genel cami profiline göre oldukça sadedir. İçindeki en dikkat çekici unsur, ahşap malzeme kullanımıdır. Tavan, minber, üst galeriler ve sütunlar dikkat çekicidir. Burada girişteki panel eskimiş olması nedeniyle, kitabe yoktur. Ancak: avludaki çınara “1880’de imam Asım Efendi diktiği” bilgisi işlenmiştir, yani tam bir anıt ağaçtır.
Caminin kubbesi yoktur. Duvarları üç sıra tuğla ve bir sıra kesme taş sıralarıyla yapılmıştır. Küçük tek şerefeli bir minaresi vardır. Son cemaat yeri, tamamen kapalı olup, sonradan ilave edilmiştir. İki katlı olarak yapılmıştır. Caminin içindeki bayanlar mahfiliyle bağlantısı yoktur. Kıble duvarı tamamen çini kaplıdır. Sağ ve sol yandaki duvarlar yerden tavana kadar çini kaplıdır.
Çiniler Kütahya çinileridir. Harimin üç yanı galeriyle kaplıdır, bu galeriye paralel olarak tam üstünde bayanlar mahfili bulunur. Caminin kubbesi olmadığı için çatısı düzdür, tavan ahşap çıtalarla, kare ızgara halinde bezenmiştir. Aynı şekilde caminin minberi ve vaiz kürsüsü de ahşaptır. Caminin sol yanında: duvar üzerindeki galeride, oldukça geniş ve düzenli bir kütüphane vardır.
Avlu girişinin tam ters yönünde, bir çeşme görülüyor. Hekimoğlu Ali Paşa tarafından 1732 yılında yaptırılmıştır.
KADIKÖY ÇARŞISI
18’nci yüzyıldan itibaren buradaki ticaret: Türkler, Rumlar ve Ermeniler tarafından hareketlendirilmiştir. Yani burası tarihi bir çarşısıdır. 200 yılı aşkın süredir, onlarca mesleği temsil eden yüzlerce küçük esnafın bulunduğu çarşı, tarihi dokusunu kaybetmeye başladı. Esnafa göre, dükkanlardan çıkartılan kiracıların yeri, çok daha yüksek kirayı verebilen markalara veriliyor.
Günümüzde de hem alışveriş yeri ve hem de turistlerin yoğun ilgi gösterdiği bir yer olarak popülerliğini korumaktadır. Ancak AVM kültürü etkin oldukça buradaki pasaj kültürü sona ermeye çok yakın, Kadıköy çarşısının bir daha eski günlere tamamen dönemeyeceği kesin gibidir.
Öte yandan buradaki mekanların birçoğu kahveci dükkanı olmuş ve Ortaköy’deki kumpirciler gibi müşteri kapma peşinde olan çalışanlar yüzünden, sokakta yürümek bayağı zor oluyor. Kaza ile kafanızı bir yöne çevirseniz, üstünüze atlayacak gibi oluyorlar. Son bir not: esnaf burada sadece içkili lokantaların kalacağını söylüyor yani çarşının dokusu yakından yok olacak gibiye benziyor. Çünkü yüksek kira bedellerini sadece içkili lokantaların ödeyebildiği söyleniyor.
Zaten tarihi Kadıköy çarşısında pek çok dükkan, Ermeni Vakfı’nın mülkiyetindedir. Bazı dükkanlar Rum vakıflarına ait iken, eskiden beri ilçede yaşayanlara ait dükkanlar da hayli fazladır. Yüzyıllarca Kadıköy’ün kültürel mozaiğini oluşturan gayrimüslim vatandaşların vakıflarına ve eski Kadıköylülere ait dükkanlarda artık sadece uluslar arası zincir restoran markaları ve içkili lokantalar bulunuyor.
Beyaz Fırın
Çarşının hemen çıkışındadır ve 1927 yılından bu yana hizmet vermektedir. Burada: kuru poğaça ve limonata ve sonrasında çilekli tart tatmalısınız.
Baylan Pastanesi
Muvakkithane Caddesindedir. Pastahane 1961 yılında açılmış ve 2010 yılına kadar olan yaklaşık 50 yıllık süreçte, bir Rum (Lenas ailesinin temsilcisi Harry Lenas) tarafından işletilmiştir. Sonrasında el değiştirmesine rağmen popülerliğinden bir şey kaybetmemiştir.
Harry Lenas: benim çocuğum yok, Baylan’ı meslekten anlayan, bizim kadar sahip çıkacak birilerine devretmek istedim, bu bir bayrak yarışıdır, sıra şimdi yeni nesilde” demiştir. Günümüzde Baylan’ı devrettiği ailenin en genç ferdiyle birlikte Baylan’ın geleceğini planlamakla meşguldür.
Pastaneye yolunuz düşerse mutlaka ünlü “tatlıkı kup griye” ve “vanilyalı dondurmayı deneyiniz. Arka bahçesine oturun ve bunları mutlaka tadın. Dondurma üzerine karamel ve badem döktürmeyi unutmayın.
BAHARİYE CADDESİ
Yazışma adı General Asım Gündüz Caddesidir. 1992 yılında yaya yolu haline getirilmiştir. Burası mağazaların ve yemek yerlerinin bulunduğu pasajlar ve sinemalarla ünlüdür. Özellikle gündüzleri çok kalabalık olan cadde, Kadıköy’ün en çok ziyaret edilen yeridir.
Caddenin çevresindeki sokaklarda, hediyelik eşya satılan dükkanlar, giysi ve kıyafet satılan mağazalar, her zevke uygun yemek yerleri, kafeler, eğlence yerleri bulunur. Ortasından 2003 yılından bu yana Kadıköy-Moda tramvay hattı geçtiği için Anadolu yakasının, İstiklal Caddesi olarak da adlandırılır.
Süreyya Opera Binası
Bahariye caddesi üstündedir. Hatta Bahariye caddesinin en göze çarpan yapısıdır. 1924 yılında yapıldığında, opera, bale ve müzik gösterileri düzenlenmesi için planlanan yapı, uzun yıllar sadece sinema salonu olarak kullanılmıştır. Yapı Süreyya ve Adalet İlmen tarafından yaptırılmıştır.
Süreyya Paşa: aslında ne bir general ne de üst düzey bir bürokrattır. Askeriyeyi bırakıp, iş hayatına atılsa da Sultan Abdülhamit döneminin Seraskeri (Ordu komutanı) olan babası Rıza Paşanın ardından herkes kendisini bu şekilde “Paşa” olarak anmıştır.
Cumhuriyet döneminde “Limen” soy adını alan Süreyya Bey, işgal yıllarında okullara bağış toplamak için opera düzenlemek istediğinde, bugün Reks Sinemasının bulunduğu yerdeki “Apollon Tiyatrosu” mekanı vermeye yanaşmamış ve bunun üzerine kendisi bu tip bir yer yaptırmak istemiştir. Almanya ve Fransa’da örnekler gezen İlmen, özellikle o sıralarda daha onuncu yılına bile gelmemiş yenilikçi Champs-Elyses (Şanzelize) Tiyatro binasından çok etkilenmiştir.
Ancak hem operanın bazı sahne ve kulis ihtiyaçlarının karşılanamaması, hem de ülkede operadan ziyade yükselişte olan sinema ağırlık kazandığı için, projenin akıbeti Süreyya Sinemasına dönüşmüştür. İlk yıllardaki müdürü, Nazım Hikmet’in babası Hikmet Beydir. Uğradığı haksızlık nedeniyle, Nazım, Süreyya Paşayı şiirlerinde neredeyse lanetlemiştir.
İlmen, binayı miras olarak Darüşşafaka ya bırakır. Bu yüzden, 1950’lerden sonra burası farklı amaçlarla kiraya verilir. En son olarak ise 2005 yılında Darüşşafaka’dan 45 yıllığına binayı kiralayan Kadıköy Belediyesi, restorasyon yaptırır ve bir opera gibi faaliyete sokar.
Yapının tavan freskleri, kabartma heykelleri ve mimari güzelliği mutlaka görülmelidir. Heykeller: ilk Türk heykeltıraş İhsan Özsoy’a aittir. Champs-Elysees’den ön cephe ve fuaye model olarak alınmış, iç mekan daha çok Alman operalarından esinlenilmiştir.
Nazım Hikmet Kültür Merkezi
Osmanağa, Ali Suavi Sokak yani Sanatkarlar Sokağındadır. Kültür Merkezi, 16 Ekim 2004 tarihinden itibaren bugün bulunduğu yerde faaliyet göstermektedir. Kültür Merkezinin bulunduğu bina: Ermeni Katolik Rahibe Manastırı ve İnan Mektebine ait vakıf binasına yerleşmiştir. Merkezde: Ruhi Su Salonu, Açık hava Sahnesi, Kışlak Bahçe, Atölye Salonları, Yılmaz Güney Sinema Salonu, Nazım Hikmet Kütüphanesi, Piraye Kafe ve Nazım Hikmet Akademisinden oluşmaktadır.
Ruhi Su Salonu: 150 seyirci kapasitelidir ve gelişmiş ışık ve ses sistemleriyle: konser, tiyatro, konferans ve panellere ev sahipliği yapmaktadır. Salonda film gösterimi de yapılır. Piraye Kafe: açık ve kapalı alanlara sahip kafe, Kültür Merkezini ziyaret eden tüm ziyaretçilerin biraz soluklanabilecekleri bir yer olarak önem kazanmaktadır.
Aya Triada-Kutsal Üçleme Ortodoks Kilisesi
Semtin en büyük Ortodoks kilisesidir. 1902 yılında inşa edilmiş yapı, tıpkı Beyoğlu’na bulunan benzeri gibi Islahat Fermanı sonrası mümkün olabilen Gayrimüslim ibadethanelerinden biridir.
Reşit Paşa Köşkü
Bahariye Caddesi, Kuzu Kestane Sokaktadır. Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’ya ait olan ev: vefatından sonra, Bahariye ilkokulu olarak kullanılmıştır. Daha sonra Kadıköy Kaymakamlığı ve Milli Eğitim Müdürlüğüne tahsis edilmiştir.
Mustafa Reşit Paşa: 11 Kasım 1918 tarihinde Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa kabinesine, Hariciye Nazırı olarak atanmıştır. 2 ay 1 gün süren Hükumet: 12 Ocak 1919 günü, I. Dünya savaşı siyasi ve ekonomik maliyetinin büyüklüğü yüzünden doğan bunalımlara dayanamayarak istifa edince, Reşit Paşanın ikinci Hariciye Nazırlığı da sona erer.
Padişah: Ahmet Tevfik Paşayı, tekrar sadarete getirir. 13 Ocak 1919 tarihinde kurulan yeni hükumete Reşit Paşa, üçüncü kere Hariciye Nazırı olarak atanır. I. Dünya savaşının müttefik kuvvetleriyle Osmanlı arasındaki sürtüşmeler, gerginlikler devam etmektedir. Müttefikler karşılarında buldukları Mustafa Reşit Paşanın tavrından şikayetçiydi. Tevfik Paşa’dan daha anlayışlı bir Hariciye Nazırı atanmasını isterler.
Tevfik Paşa, kabinede değişiklik yapmak zorunda kalır. Reşit Paşanın yerine Levanten Yusuf Franko Paşa getirilir. Ama bu da yeterli olmaz. 3 Mart 1919 günü, Ali Rıza Paşanın kurduğu kabineye 4’ncü kez Hariciye Nazırı olarak atanır. Münih şehrinde bulunduğu sırada tedavisi uzayınca, para sıkıntıları başlar. Yanlarındaki kıymetli eşyaları dahi satarlar. Hatta, Paşanın nişanlarını süsleyen kıymetli taşlar dahi satılır.
Hastalığı sırasında paşanın üç büyük oğlu, babalarının yanında değillerdir. Hasan Basri Bey Ankara’da Hariciye Vekaletinde görevlidir. Müfitzade Şefik Bey İsviçre’de, Müfitzade M.K. Yusuf Bey Amerika’daydı. 2 Nisan 1924 günü, 66 yaşındaki Mustafa Reşit Paşa, Münih’te kaldığı otel odasında vefat etti. 1930’ların başında hükumet özel izniyle naaşı, Türkiye’ye getirildi. Mezarı, İstanbul İçerenköy, Merdivenköy Bektaşi Tekkesi Mezarlığındadır.
KADIKÖY BOĞA HEYKELİ-HOUİLLAV DIR ISIDORE BONHEVR
Osmanağa, Söğütlüçeşme caddesinde, Altıyol denen yerdedir.
Boğa heykelinin tarihi: Fransa-Almanya arasındaki Alsace bölgesine dayanır. Alsace bölgesi, tarihte birçok kereler Almanya ve Fransa arasında el değiştirmiştir. 1860 yılında yapılan bir savaşta: Fransızlar Almanları yenerler. Bunun anısına: Almanları, kızgın bir boğa olarak temsil eden: boğa heykeli, 1864 yılında Fransız heykeltıraş Isıdore Bohhevr tarafından yapılır. Kızgınlığı ve iriliğiyle Fransızların gücünü simgelediği söylenir.
1870 yılında ise, bu kere; Sedan muharebesinde Alman general Bismarc tarafından Alsas Loren yeniden alınır. Fransızların gücü de Almanya’ya gider.
Almanya kralı II. Wilhelm: 1917 yılında, Alman ve Osmanlı imparatorluğu arasındaki dostluğun sembolü olarak (bir diğer görüşe göre Enver Paşa’ya güç simgesi olarak) bu heykeli: Osmanlı imparatorluğuna hediye eder.
Heykel, İstanbul’da ilk olarak Yıldız Sarayı bahçesine koyulur. Daha sonra: Taksim bölgesinde ilk olarak Hilton oteli bahçesine ve sonrasında günümüzde gezi parkı olarak bilinen yere ve Lütfi Kırdar Kongre merkezinin bulunduğu yere konur.
1970’li yılların sonunda ise, Anadolu yakasına geçer ve ilk önce Kadıköy Belediyesinin önüne ve ardından 1990 yılında günümüzde bulunduğu Altıyola getirilip konulur.
Balıkçılar Çarşısı
Kadıköy postanesinin arkasındadır. Bu sokağın başında balık satan dükkanlar bulunmakta olup sokağın sonunda ise güzel balık restoranları bulunur. Sokakta ayrıca kafe, bar ve restoran tarzı yapılar da yoğundur.
Özellikle akşamları, Kadıköy’ün en kalabalık yeridir. Ancak burayı ziyaret ettiğinizde dikkat etmeniz gerekenler var. Burada: bir tezgahta balığın kilosu 15 TL. iken, biraz ötede aynı balık 40 TL. ye satılmaktadır. Yani buradan balık satın almak isterseniz, mutlaka yanınızda balıktan anlayan biri olmalıdır ve kulağınızın dibinde bağrışan satıcılardan etkilenmeye çalışmalısınız.
Barlar Sokağı
Kadıköy sahili ve Bahariye caddesi arasındadır. Hafta sonlarında çok kalabalıktır. Burada çok sayıda gece kulübü, kafe tarzı yerler vardır.
Akmar Pasajı
Caferağa caddesindedir.
Burada her türlü yeni ve eski ikinci el kitap, poster, cd, antika eşya gibi ürünleri uygun fiyata bulup satın alabilirsiniz. Özellikle sınavlara yönelik ikinci el kitap satışı yoğundur. Kitaplar arasında dolaşmak, kitapları sevenlerle sohbet etmek, önerilere kulak asmak ve hediye olarak kitap almak isterseniz, burayı mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Ancak, son yıllarda koridorlarda satıcıların cazgırlığı ziyaretçilerin buraya karşı olan ilgisini bir hayli azaltmış durumdadır. Son bir not, burada korsan kitap yoğunluğunun fazlalığını da bilmek gerekiyor.
YOĞURTÇU PARKI
Kadıköy Osmanağa Şükrü Saraçoğlu Stadyumunun alt tarafındadır.
Bir zamanlar burası, hiç ağaç bulunmayan, Kalamış koyuna kadar uzanan ve Kurbağalı dereyi de içine alan bir çimenliktir. Burada sadece yazları açık olan bir kahvehane bulunuyordu. Derenin suyu temiz ve berraktı. İstanbul’un düşman işgali yıllarında, süvariler burada at koşturuyordu.
I. Dünya savaşından sonra kurulan Hilal-i Ahmet Kadıköy Şubesi Başkanı Süreyya İlmen (Süreyya operasını da yaptırandır) bulunduğu teşkilatı harekete geçirmiş ve yoğurtçu çayırını kurutmayı ve bataklıktan kurtararak bir orman haline getirmeyi planlamıştır. Buna bağlı olarak yoğurtçu köprü başında bir çadır kurdurmuş ve iki kazık üzerine, derenin ileride alacağı manzarayı gösteren bir tablo astırarak halka yardım çağrısında bulunmuştur.
Dereden çıkarılan toprakla, rıhtımın arkası doldurulmuş ve bataklık olan yerler drenajla kurutulmuştur. Çayıra çam, çınar, ardıç fidanları dikilmiş ve rıhtım boyunca kanepeler yerleştirilmiştir. Böylece günümüzdeki yoğurtçu parkının temelleri atılmıştır.
Günümüzdeki yoğurtçu parkı, modern çocuk oyun alanları, yürüme ve koşu parkurları, spor sahaları ve dinlenme yerleriyle tamamen yenilenmiş, çağdaş bir anlayışla düzenlenerek 11 Nisan 2010 tarihinde hizmete açılmıştır.
Burası halen Kadıköy semtinde yaşayanların dinlenme ve spor alanıdır. Bahariye ve Fenerbahçe Stadyumunun arasındadır ve Kurbağalı derenin denize döküldüğü yerdedir. Parkın girişinde, orta büyüklükte, kaya görünümlü taşlardan yapılmış bir süs havuzu bulunuyor. Havuzun hemen ilerisinde, yiyecek ve içeceklerin satıldığı, kapalı ve açık oturma alanları bulunan bir kafeterya vardır.
Parkın içinde 5 farklı bölgede çocuk oyun alanları da bulunuyor. Yürüyüş yolu: antik granit küp taşla döşenmiştir ve 5300 metre uzunluğundadır. Koşu alanı ise 1200 metredir. Tam ortada büyük bir basketbol sahası vardır. Moda sahili yönünde parkın sonlarına yaklaşıldığında ise iki büyük saha daha bulunuyor. Bunlardan biri tenis kortu, diğeri ise squash yani duvar tenisi kortudur. Sahalar tamamen ücretsiz ve günün her saatinde kullanıma açıktır.
Fenerbahçe Spor Kulübüne yakınlığı nedeniyle efsane futbolcular Lefter ve Alexin heykeli buradadır. Ayrıca burada yine ünlü tasavvuf şairi Yunus Emre’nin sembol haline gelen heykelleri görülür.
Bu parka gittiğinizde, kedi, köpek ve kuşları görebilirsiniz. Ayrıca, park alanında küçükbaş hayvan kümesi oluşturulmuş, kafeslerde horozlar, tavuklar, ördekler ve civcivler bulunuyor. Böylece çocuklara hayvan sevgisi aşılamak hedeflenmiştir.
Son bir not: her Pazar günü öğleden sonra burada Çapulcu Pazarı kuruluyor. Bu pazarda, insanlar kullanmadıkları ama başkalarının ihtiyaçlarını giderebilecek eşyaları makul fiyatla satıyorlar.
Lefter Heykeli
Yoğurtçu parkının hemen karşısındaki küçük park alanına inşa edilen heykel: 3 Mayıs 2009 (Fenerbahçe kulübünün 102’nci kuruluş yıl dönümü) tarihinde dikilmiştir. Heykelin açılışına, Lefter ve ailesi de katılmıştır. Heykel genç heykeltıraş Dağhan Yürürler tarafından yapılmıştır.
Alex Heykeli
Yoğurtçu parkındaki bu heykel, 15 Eylül 2012 tarihinde Alex’in 35’nci yaş gününde dikilmiştir. Lefter heykeliyle arasında 50 metre mesafe vardır.
Alex heykeli: kaidesi 80 cm ve heykelin yüksekliği 3 metredir. Kaidenin bir yanında Alex ve kariyeriyle ilgili bilgiler, bir tarafından Alex ile ilgili düşünceler, diğer tarafında da Alex’in taraftarlara yönelik sözleri ve heykelin yapımına katkı verenlerin isimleri bulunuyor.
Yapım malzemesi olarak birinci kalite fiber malzeme kullanılan heykel bronz renklidir. Heykel, heykeltıraş Aşan Akın tarafından yapılmıştır.
SALI PAZARI
117 yıllık geçmişe sahip olduğu söylenen Pazar, Kadıköy’ün, İstanbul’un belki de Türkiye’nin en bilinen pazarıdır. İlk olarak Altıyol’da kurulan Pazar, yaklaşık 6 yıl önce, kentsel tasarım projesi kapsamında Altıyol’dan D-100 kara yolu, Hasanpaşa mevki, Akasya AVM hemen karşısındaki yeni yerine taşınmıştır. Ama, son olarak Salı pazarı 2015 yılında yine yer değiştirdi ve geçici olduğu söyleniyor.
Fikirtepe istikametinde bulunan bu Pazar, günümüzde Ataşehir yolu üzerine, Medeniyet Üniversitesinin yanına taşınmıştır. Ancak yine de büyük ilgi görmeye devam etmektedir. Burada her türlü aradığınız uygun fiyatla bulabilirsiniz. Pazar Salı ve Cuma günleri açılmaktadır.
FİKİRTEPE
Fikirtepe’de Karhadon şehri kurulmuştur. Bu şehrin Fenikeliler tarafından kurulduğu ve Karadeniz kıyılarında kurulan şehirlere yapılan yolculuklarda ihtiyaç karşılama yeri olarak kullanıldığı anlaşılmıştır.
Fikirtepe’de 1940-1950 yılları arasında yapılan kazılarda: MÖ. 3000 yıllarına ait aletler ve insan iskeletleriyle birlikte köpek, balık, koyun ve keçi kemikleri bulunmuştur. Ayrıca: yine buluntular arasında: taştan çekiç, keramik, bronz parçalar, inci taneleri ve firuze taşlı objeler dikkat çeker.
Evet günümüzdeki Fikirtepe: Kadıköy ilçesi sınırları içinde bir semttir. 1975 yılında artan nüfus nedeniyle 3 mahalleye bölünmüştür. Semte ismini veren Fikirtepe mahallesi, Mandıra ve Hızır Bey caddeleri arasında kalan bölümdür.
Çapa’da bulunan Yüksek Kız Öğretmen Okulunun 1966 yılında Fikirtepe’ye taşınmasıyla bölge gelişmeye başlamış ve Eğitim Mahallesi adıyla kurulan mahalle, Fikirtepe’nin en modern kesimidir. Fikirtepe ve Dumlupınar mahalleleri, Kadıköy sınırları içinde bulunan tek gecekondu yerleşimidir.
Evet fazla ayrıntıya girmeyeceğim, buranın en büyük özelliği yazının başında da belirttiğim gibi, burada binlerce yıl öncesi yaşam sürdürülmüş olmasıdır. Buradan çıkarılan bulgular, İstanbul Arkeoloji Müzesinde görülebilir.
MODA
Moda Burnunda, Kalkedon kenti kurulmuştur.
Burada yapılan araştırmalarda, Fenikeliler döneminden kalma vazo kırıkları, kandiller, heykeller ve pişirilmiş balçıktan yapılmış bir erkek başı ve Kalkedonya Kitabesinin yazıldığı bir bronz levha bulunmuştur. Yani buranın MÖ. 2000’li yıllarda Fenikelilerin bir ticaret iskelesi imiş.
Evet tarihi özelliklerinden söz ettikten sonra gelelim yakın geçmişe. Moda: günümüzde Kadıköy ilçesinin tarihi yarımadanın karşısında bulunan bir semtidir. Semt ismini: Yusuf Kamil Paşa sokakta bulunan “All Saints Moda Kilise” sinden almıştır.
Ama öte yandan: Katip Çelebi’nin Cihannüma isimli eserinde bulunan İstanbul haritasında, buranın ismi olarak “Moda” ismi yer almaktadır. Sözü edilen bu kilise, Kırım Savaşı sırasında 1878 yılında inşa edilmiştir. Yani: buraya “Moda” ismi çok daha önceleri verilmiştir.
Bir zamanlar tüm İstanbul’a yetecek kadar sebze ve meyve yetiştirilen Moda, Kadıköy profilinde küçük bir burun olarak yerleşmiştir ve tıpkı İstanbul gibi 7 tepe üzerinde kurulmuş olan Kadıköy’ün en şık tepesi Moda’dır.
Günümüzde Moda’yı gençlerin tercih etmesinin başlıca sebebi bahçeleri ve dondurmacılarıdır. Moda çay bahçeleri, yazın muhteşem güzeldir. Karşıda Marmara denizi, solda Fenerbahçe feneri, kısmen adalar, sağda Haydarpaşa, h atta bir ucundan tarihi yarımada manzaraları görülebilir.
Dondurma konusunu biraz önce söylemiştim. Burada her ne kadar küçük te olsa bir dondurmacılar meydanı bulunuyor ve burada her çeşit dondurmayı bulmak mümkündür. Özellikle Dondurmacı Ali Ustanın dondurmaları mutlaka tadılmalıdır. Kışın ise, en iyi salep yine burada içilir.
Moda Caddesi
Bu cadde üzerinde minyatür, poster ve çizgi roman satan ve Avrupa markası ihraç ürünlerini satan mekanları göreceksiniz. Oyun Atölyesi isimli tiyatro sahnesi de buradadır. Oyun Atölyesi, Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer tarafından 1999 yılında kurulmuştur.
Tarihi Moda İskelesi
Moda iskele caddesindedir.
Haydarpaşa iskelesinin mimari, Vedat Bey tarafından 1916-1917 yılları arasında yapılmıştır. 1910 yılında Moda’da yaşayan İngilizlerin kurduğu İngiliz Yat Gurubu, tarihi moda iskelesinde faaliyete başladı. Bu kulüp daha sonra, Türk üyelerin de katılımıyla Türk-İngiliz kulübü adını almıştır. Türk-İngiliz kulübü: bir süre sonra Van valisi Tahir Paşa’nın oğlu Cevdet Bey tarafından kagir bir ev haline dönüştürülen binaya taşınır.
Kulübün terk ettiği vapur iskelesine: Moda Su Sporları kulübü yerleşir. 8 Nisan 1935 tarihinde ise, Büyük önder Atatürk’ün talimatıyla “Moda Deniz Kulübü” kurulur. Bu dönemlerde: Atatürk, İsmet İnönü, İngiltere kralı Edward, İran Şahı Rıza Pehlevi, Irak kralı Faysal gibi önemli kişiler iskeleyi ziyaret ettiler. Uzun yıllar, sportif ve sosyal aktivitelerin yaşandığı mekan, zamanla sosyal yönünü kaybetti. 1937 yılında şiddetli bir lodosta, yapının üst katı yıkıldı.
1986 yılında yolcu azlığı nedeniyle vapur seferleri kaldırıldı. Ardından yapı kaderine terk edildi ve harabeye dönüşmeye başladı.
2000 yılında ise iskelenin kurtarılması için çalışmalar başladı. 1 Temmuz 2001 tarihinde Kabotaj Bayramında tarihi Moda iskelesi yeniden hizmete girdi. Günde 2 sefer de olsa, kültürel dokunun önemli bir parçası olarak Kadıköy sahnesinde yerini almıştır.
İskelenin ortasına sağa doğru dirsek yapan taş bir yoldan geçilerek ulaşılır. İskele, zarif Kütahya çinileriyle süslüdür.
Nostaljik Tramvay
2003 yılında hizmete giren bu tramvay: Kadıköy-Moda arasındaki 2.6 kilometrelik hatta hizmet vermektedir.
Kadıköy Anadolu Lisesi-Maarif Vekaleti Kolleji
Cumhuriyet döneminde eğitime başlayan ilk 6 okuldan birisidir. Okul 1955 yılında Maarif Kolejleri projesi kapsamında açılmıştır. Bu projede: yabancı dil bilen, yurtsever yetişkin insan gücünün oluşturulması hedeflenmiştir. İlk yıllarda sadece erkek yatılı okulu iken, 1964-1965 eğitim yılından başlanarak kız ve erkek gündüzlü öğrenciler de alınmaya başlamıştır.
1968 yılında okulun pansiyon binası hizmete girmiştir. 1975 yılında diğer Maarif Kolejleriyle birlikte, Anadolu Lisesi statüsüne girerek Kadıköy Anadolu Lisesi ismini almıştır. Okul birçok ulusal başarıya imza atmış olup halen eğitim sürdürülmektedir.
Barış Manço Müze Evi
Moda, Yusuf Kamil Paşa Sokakta Anglikan kilisesinin karşısındadır.
Burada, önceleri birbirinin benzeri yan yana iki kagir ev varmış. 1895-1900 yılları arasında Dowson isimli bir İngiliz tarafından, Mimar Paya’ya yaptırılmıştır. Binalara çok özen gösterilmiş, bütün malzemeler Avrupa’dan getirilmiştir. Pencereler, kapılar, merdivenler en iyi tahtalardan yapılmış, ahşap cilası sürülerek bırakılmış, boyanmamıştı. İçeri girince ahşabın sıcaklığı hissedilirdi. Panjurları yeşildi.
İlk binada bir Alman oturuyormuş. Daha sonra Zühtü Paşa’nın torunu Afife Pelin hanım satın almış. 1965 yılında James Whittall’a geçen evde, pek çok değişiklik yapılmıştır. Whittall panjurları kaldırtır, dış görünüşünde göze çarpan bir değişme olmamasına rağmen, içinin özelliği kısmen kaybolur.
20 yıl sonra Barış Manço burayı satın alır ve aslına uygun olarak restore ettirir. Zemin, birinci kat ve bodrum kattan oluşan yapının ön cephesinde, sıvasız tuğla kullanılmıştır. Hani başta burada iki ev yapıldığını söylemiştim, diğer ev yani Dowson’un oğlu için yaptırdığı ev, 1903 yılında Necip Çaysev’e satıldı. Necip Bey’in çocukları bu evde büyüdü.
Fakat babaları ölünce hisseler dağıldı ve ev 1967 yılında yıkılarak yerine 38 daireli bir apartman yapıldı.
1 Şubat 1999 tarihinde ölümünden sonra müzeye dönüştürülen evinde, sanatçının tüm eşyaları ve eserleri sergilenmektedir. Manço, bu evde 18 yıl yaşamıştır. Barış Manço bu evi 1984 yılında satın almış ve aslına uygun olarak restore ettirmiştir.
Müzenin bölümleri şöyledir.
Giriş katı: Burada salon, yemek odası ve kıyafet odası vardır. Salonda sergilenen objeler arasında Barış Manço’nun Avusturya’dan aldığı piyanosu ilgi çeker. Burada: son akşamında cep telefonunu, ajandasını ve araba anahtarını bıraktığı köşe olduğu gibi korunmuştur. Ajandanın tam köşesinde Doğukan’ın babası için yazdığı son not vardır. Girişte ziyaretçileri Venüs heykeli karşılıyor.
Birinci kat: Burada yatak odası ve misafir odası bulunur. Yatak odasında: yatak, tuvalet masası, sandalye ve armut ağacından yapılmış bir gardrap ilgi çeker.
İkinci kat: Buradaki odaya “Adam Olacak Çocuk Odası” denilmiştir. Barış Manço’nun yıllar önce yayınlanan ve büyük ilgi çeken televizyon programından esinlenilmiştir ve bu bölüm sadece çocuklar için düzenlenmiştir.
En Alt kat: Giriş katının altındaki bu bodrum katında: kiler ve çamaşırhane olarak kullanılan bölümler, sonradan büro olarak düzenlenmiştir. Sanatçı tarafından “Şövalye odası” ve eşi tarafından kullanılan bu oda: günümüzde ofis binası olarak kullanılmaktadır. Barış Manço, Belçika’nın verdiği şövalyelik unvanından sonra, evin alt katında bir yeri Şövalye odası yapmıştır.
Bahçede, yazlık ve kışlık iki bahçe bulunmaktadır. Yazlık bahçede çok şık bir kafe bulunuyor. Burada masalar plak şeklinde, sandalyeler ise nota şeklinde tasarlanmıştır.
Moda Çay Bahçesi
Muhteşem manzarası için burayı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Burada muhteşem gün batımı ve deniz manzarası izlenmektedir. Ağaçlar her ne kadar manzarayı biraz kapatsa da mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yerdir, ancak unutmamak gerekir ki, fiyatlar yüksektir, yani bir bardak çay son gittiğimde 3.5 TL idi, umarım fiyatları biraz makul tutarlar.
2018 Temmuz ayında burada bulundum, fiyatlar yine aynı, bir özellik dikkatimi çekti, başka yerde rastlamadım. Çay veya kahve istediğinizde masanıza geliyor, bittiğinde garson bardakları topluyor, tabaklar masada kalıyor ve hesabı bu tabakların sayısına göre kesiyorlar. İlginç, Bu arada, ağaçlar yine deniz manzarasını kapatıyor, bence manzarayı görebileceğiniz yer seçmelisiniz.
Moda Deniz Kulübü
Moda caddesi Ferit Tek Sokaktadır.
Moda ve Kalamış Koyunun güzelliğini yaşayan Atatürk, çevrenin sosyal ve kültürel yapısını da göz önünde tutarak, dönemin İktisat Vekili Celal Bayar’a, 1934 yılı sonbaharında Kulübün kuruluş talimatını verir. Böylece çalışmalara başlandı ve Türk-İngiliz Yat Kulübü ile temasa geçilerek Moda Deniz Kulübü kuruldu. Bina olarak: 1910 yılından beri faaliyetini Moda İskelesinde sürdüren Türk-İngiliz Yat kulübü: hemen iskelenin yanında bulunan, Van valisi Tahir Paşa’nın oğlu Cevdet Tahir Bey tarafından betonarme bir ev haline dönüştürülen binaya, kiracı olarak taşındı.
Önceki yıllarda odun deposu olarak kullanılan ve hemen deniz kenarında bulunan bu araziye Mimar Emin Onat tarafından yapılan bina: gerek mimarisi ve gerekse konumu olarak etkileyici bir yat kulübü görünümü veriyordu. Fakat, yeni kurulacak kulüpte, oraya kiracı olarak taşınacak ve bu statü uzun yıllar bu şekilde devam edecektir. Ardından kulüp binası, birçok kez özel kişiler arasında el değiştirmiştir.
Rıza Paşa Sokak
Sokağa adı verilen Rıza Paşa, Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz’in padişahlık dönemlerinde sivrilmiş ve 93 Osmanlı-Rus savaşında gösterdiği varlık nedeniyle, Sultan II. Abdülhamit tarafından Seraskerlik makamına yükseltilmiştir. Rıza Paşa Sokaktaki 10 ve 12 numaralı evler, aslına uygun olarak restore edilmiştir.
Sarıca Konağı
Moda caddesindedir.
1903 yılında yapılan, zengin taş işçiliğe sahip yontma taş konak, Rum asıllı mimar Constantin Pappa’nın bilinen ilk büyük ölçekli yapısıdır. Sarıcalar: Sultan II. Abdülhamit döneminde sarayda mabeynci olan Ragıp Paşa ve Yıldız Sarayı doktoru olan kardeşi Arif Paşa’dır.
Pappa: Sarıca konağını, hem Arif Paşa’nın prestijine yakışır bir konak, hem de bir aile apartmanı gibi tasarlamıştır. Neo-klasik cephesi ve anıtsal girişiyle konak imgesini yakalayan, bahçe içindeki mütevazi girişi ve kat sayısının fazlalığıyla, apartman formatına yaklaşmaktadır.
Cadde cephesinde iyonik başlıklı yüksek kolonlu, mermer korkuluklu giriş, Arnavut kaldırımlı eğrisel yollarla cadde üzerindeki simetrik kapılara bağlanır. Köşkün katları arasındaki farklı tipteki kornişler, düşey etkiyi dengeler. Bodrum, zemin, üç normal kat ve çatı katından oluşan anıtsal ölçeğiyle çevresine hakim yapı, yüzyıl başında yabancıların çoğunlukta olduğu bir yerleşim bölgesinde, sarayın temsilcisi gibidir.
Eş zamanlı diğer köşk ve yalılardaki gibi orta sofalıdır ve cephe kurgusu batı klasizminin etkisindedir. Ana merdivenlerin kat sahanlıklarındaki büyük çift kanatlı kapılar katları birbirinden ayırır.
Mimar Papa: konağın sahibi Arif Paşa: kullanıcıları Sarıca Ailesi ve hizmetlilerin konak içi trafiğini çok iyi çözümlemiştir. Arif Paşa, zemin katta cadde cephesinden girişi olan bölümde yaşamıştır.
Bahçe içindeki saçaklı ikinci kapıdan ulaşılan diğer katlar ise, ailenin diğer üyeleri tarafından kullanılmıştır. Bodrum katta yaşayan hizmetlilerin kullandığı servis merdiveni, her katta mutfağa, sofaya ve ana merdivenin ahşap köprü gibi yapılan kat sahanlığına açılır.
Moda caddesinin genişletilmesi sırasında konağın girişin önündeki boşluk yola katılarak, yapının bahçe içindeki konumu bozulmuş, kolonlu ana giriş kapısının önündeki merdivenler dökme demirden yaya ve araç giriş kapıları ve üzerlerindeki topuz çatılı saçaklar ortadan kaldırılmıştır.
1’nci Dünya Savaşı sırasında, İstanbul işgal edildiğinde, İngilizlerin müsaadesiyle köşk boşaltılarak 2 yıldan fazla Ermeni okulu olarak kullanılmış, işgal bittiğinde okul kapanıp Arif Paşa, evine geri dönmüş ve bütün eşyalar yenilenmiştir. Konakta günümüzde dünyaca ünlü piyanist Ayşegül Sarıca ikamet etmektedir.
Arif Paşa Apartmanı
Ağabey Sokak ve Ruşen Ağa sokak köşesindedir. Apartman 1906 yılı yapımıdır. Sarıca ailesi, köşkün inşaatını takip eden yıllarda, oldukça geniş olan ailenin bir kısmının ikametini sağlamak için ya da kiraya vermek üzere, yine Moda’da: Arif Paşa Apartmanını yaptırmıştır.
Yapı: zemin, 4 normal kat ve çatı katından oluşan, her katında 3 konut bulunan bitişik nizam bir apartmandır. Yapıyı özgün kılan yönü: giriş hölüne açılan, üzeri metal konstürsiyonlu camla örtülü aydınlık boşluğudur. Mimar Papa’nın, yapının hemen hemen ortasında yani en karanlık noktasında tasarladığı aydınlık, düşeyde olduğu kadar yatayda da yarattığı etkiyle görülmeye değerdir.
Arif Paşa Apartmanı cephelerinde sağlam bir simetri kurgu vardır. Giriş cephesindeki geniş çıkma üzerinde, her iki pencereni bir odaya denk geldiği dörtlü bir düzen vardır. Oldukça saydan olan cephelerde çıkmaların her iki tarafında taş konsollu, Fransız pencereler bulunur.
Fredericilerin Evi
Fazıl Paşa Sokaktadır. Burası Sarıca köşkü gibi Moda’daki birçok güzel yapıda imzası bulunan mimar Papa tarafından yapılmıştır. Papa’nın kendi evi de bu sokağın köşesindedir.
Frederici ailesi, 1800’lü yıllarda İstanbul’a yerleşmiş İtalyan asıllı tüccar bir ailedir. Moda’da başka binaları da vardır. Moda burnuna yerleşen ilk Levanten aile Tubini’lerdir. Kızları Anet Tubini, hayatını Fransuva Frederici ile birleştirince, Fredericiler de Moda’da yaşamaya başlamışlardır.
Mahmut Muhtar Paşa Köşkü
Hacı İzzet Sokakta, Kadıköy Kız Lisesi bahçesindedir.
Konak: 1886 yılında bir Levanten tarafından yaptırılmıştır. 1896 yılına kadar 3 yıl İngiliz James Baker ailesi tarafından konut olarak kullanılmıştır.
93 Osmanlı-Rus harbinde, Doğu cephesi komutanı ve Sadrazam olan Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın oğlu Mahmut Muhtar Paşa: Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde İzmir valiliği ve Bahariye Nazırlığı görevlerinde bulunmuştur. 1896 yılında ise Mısır Hidiv’i İsmail Paşa’nın kızlarından Prenses Nimetullah Hanım’la evlenir.
Konağı 1897 yılında Rum asıllı Dimitri Veldemi’den satın alıp buraya yerleşir. Kültür düzeyi o günlerde, topluma göre yüksek olan aile, burada görkemli bir hayat sürdürür. Buna bağlı olarak, konağa merkezi ısıtma sistemi ve şebeke suyu tertibatları yapılır.
Üstü kabartma desenli kalorifer petekleri, günümüze kadar kullanılmıştır. 1908 yılında Anadolu yakasına henüz elektrik gelmemişken, Paşa kendi özel girişimleriyle bahçeye bir makineyle dinamo yerleştirmiş ve köşk ile bahçeye elektrik sağlamıştır. 31 Mart 1909 tarihindeki ayaklanmada, toplarla kuşatılan köşk, son anda ateşe tutulup yıkılmaktan kurtulmuştur.
1’nci Dünya savaşı sonunda, İstanbul işgal edilince konağın selamlık binası, 2 yıl 7 ay İngiliz askerlerine tahsis edildi.
1929 yılında, Paşa, savaş öncesi hatası yüzünden hazineyi zarara uğratmak suçlamasıyla “Yüce Divanda” yargılandı ve suçlu bulundu. Çünkü, 1’nci Dünya savaşından önce, Bahariye Nazırı iken, İngilizlerden gemi almak üzere peşin ödeme yapmış, ancak savaşa Almanların yanında girilince İngilizler gemileri vermemişti. Bu suçlamanın üzerine: 22 bin altını kendi servetinden ödeyen Paşa “Adaletin olmadığı bir ülkede yaşayamam” diyerek geri dönmemek üzere ülkeyi terk etti ve Mısır’a yerleşti.
1935 yılında Napoli’ye giderken yolda öldü. Prenses Nimetullah, büyük bir servetin sahibi olmasına rağmen, bir daha Moda’ya dönmedi. 1945 yılında vefat etti. 1952 yılında Mısır’da gerçekleşen ihtilal sonrası, hanedanlığa ait her şeye el konulunca tüm varlığını kaybeden ailenin hayattaki fertleri İstanbul’a köşke döndü. 1956 yılında borçları ödemek için, köşk içindeki eşyalar ile birlikte satıldı. O yıl köşk, 1.5 milyon lira bedelle kamulaştırılıp Milli Eğitim Bakanlığına devredildi.
Heykeller, çeşmeler, tüm eşyalar da müzayede ile satıldı. Bahçede çiçeklerle bezeli göbeğin ortasında duran Fransız heykeltıraş Louis Doumas tarafından yapılan ve 1864 yılında Paris’te dökülen bronz at heykeli: Hacı Ömer Sabancı, arka bahçedeki geyik heykeli de Vehbi Koç tarafından satın alındı. Paşa’nın beyaz Steinway piyanosunu ise, İlham Gencer satın aldı. 118 yıllık piyano hala kullanılıyor.
1999 yılı depreminde zarar görünce boşaltılan mermer köşkün, ahşap zeminindeki okulun ilk öğrencileri, ayakkabılarını çıkarıp özel keten bez pabuçlar giyerek geziyordu. İskelesinde kız öğrenciler yüzme dersleri alıyordu. Zamanla bahçedeki manej, meyvelikler, büyük sera, heykeller, ağaçlar tarihe karıştı. Köşk duvarlarındaki ince işlemeleri, mitolojik figürlerle süslü camları, ipek perdeleriyle bugüne kadar orijinal haliyle kalabilmiştir.
Doktor Mahmut Ata Bey Evi
Şifa Sokaktadır.
1930’lu yıllarda, iki kapılı, kırmızı sandık gibi, ufacık arabasını hangi evin kapısına çekse, o evde doğum olduğu anlaşılırdı. Aynı arabanın yıllar sonra, lacivert renklisini kullanmaya başlayan Dr. Mahmut Ata bu köşkte oturuyordu. O dönemde, denize inen bir çayırlık olan bu arazide yaptırdığı yüksek tavanlı, geniş koridorlu binanın bir katında, 6 yataklı bir hastane kurmuştu.
Ameliyathanesi de vardı. Rüzgar güllü çatısındaki odaya bazı aletler koydurmuş, ufak çapta bir rasathane gibi kullanıyordu. Yıldızları gözlerdi. Bahçesi, denize kadar inen setlerden oluşur, kanepeler, son derece zevkli işlenmiş demir döküm iskemleler, mermer masalar bulunur, deniz kenarında motorları, sandalları havaya kaldırarak denizden oldukça yüksekte kayıkhaneye çeken bir vinç bulunan çevresi kapalı iskele vardı.
Mahmut Atabey’in adeta çılgın bir süratle kullandığı, o zamanlar pek nadir bulunan Chris Craft’ı, Kalamış Koyunda çok meşhurdu. Muhteşem bahçede tavus kuşları dolaşır, ortadaki şahane havuzun içinde cins balıklar olur, renkli fıskiyelerin, nadide çiçeklerin, çardakların, mermer oyma masaların denizden görüntüsü bir cenneti andırırdı.
1963 yılında Mahmut Ata Bey hekimliği bırakır. Köşkünü Yaşar ve Pakize Trak’a satar. Onlar da yapıyı 1965 yılında “Özel Moda Koleji” olarak eğitime açarlar. 1967 yılında vefat eden Ata Bey’in ailesi: görkemli bir hayat sürdükten sonra geride hiç kimse kalmadan yok olup gitmiştir.
Aga Bey köşkü:
Safa Sokaktadır.
Bu köşkün ilk sahibi Agah Bey’dir. Köşk: Tekel’de görevli Rıza Bey adında gerçek bir İstanbul beyefendisi ve ailesi tarafından uzun yıllar, konut olarak kullanılmıştır. Daha sonra 1990 yılında satılmış ve harap vaziyette olan bina, yeni sahipleri tarafından boyatılıp tamir ettirilmiştir.
Bir süre sonra köşk tekrar el değiştirir. Bugünkü güzelliğini, o dönemde yeniden yaptırılan tamirata borçludur. 4 katlı ahşap köşke bir mini asansör konulmuş ve bahçesinin köşesine garaj ilave edilmiştir.
Yeni sahibi genç, çalışkan ve güzel bir iş kadınıydı. Bahçedeki küçük şadırvan ve güller, köşke masalsı bir hava veriyordu. Ancak, köşkün mutluluğu uzun sürmedi. Güzel sahibesi, geçirdiği bir bunalım sonucu intihar etti. Köşk, günümüzde beyaz cephesinin ve bahçesinin oluşturduğu asaleti ve sırlarıyla sessizce varlığını sürdürüyor.
Kirkor Mutafyan Evi
Ressam Şeref Akdil Sokaktadır.
Bu bina, fotoğrafçı Mutafyan Efendi (1908-1995) nin hem atölyesi hem de eviydi. 1962 yılında Foto Moda ismini verdiği dükkanı açmış, siyah beyaz fotoğraf çekiminde çok ustalaşmıştı. Son derece eski bir makine ile harikalar yaratır, küçücük vitrinindeki fotoğraflarla herkesi kendisine hayran bırakırdı. Ölümünden birkaç ay öncesine kadar atölyesi açıktı.
1935 yılında Moda Deniz Kulübüne gelen Atatürk ve İngiltere Kralı Edward gibi birçok önemli şahsiyetin fotoğraflarını çekmiştir. Büyükbabası Biliktanyan Efendi, İstanbul’un sayılı tüccarlarındandı. Dayısı Haçık Biliktanyan Efendi’nin bütün servetini yok etmiş, torunu Kirkor Mutafyan’a hiçbir şek kalmamıştır. Hızlı yaşayan Haçik, genç yaşta öldü. Kirkor Mutafyan ise, fotoğrafçılık mesleğinde çok başarılı oldu.
Cem’in evi:
Cem sokaktadır.
Bulunduğu sokağa adını vermiştir. Cem: Türk karikatürünün başlangıç dönemine imza atmış Cemil Cem’dir. 1937 yılında satın aldığı bu ev, 1909 yılında: Romanya seferi Miltiyadi Patos’un kızları Katerin Cizmel ve Mari Mesko için, 1909 yılında yaptırılan iki köşkten birisidir. Diğer köşk, günümüze ulaşmamıştır.
Cem: 9 Nisan 1950 tarihinde öldü. Ailesi köşkü yaşatmaya çalıştı ama zorlandılar. 2006 yılında Cemil Cem’in gelini, köşkü içindeki eşyalarla birlikte Dikran Masis’in müzayede evi Eskidji’ye sattı. 2 yıllık restorasyon çalışmalarının sonunda, köşkün içinde birçok değerli antik eşya “Eskidji Müzayede Evi” tarafından satıldı. Günümüzde, burada “Saklı Restaurant” isimli bir firma hizmet vermektedir. Yapının mülkiyeti ise, Eskidji iştiraki İnmas Turizm’e aittir.
FENERBAHÇE
Çok eski zamanlarda: yani Kadıköy yöresinin “Khalkedon” olarak anıldığı dönemlerde: Fenerbahçe semtinin ünlü bahçelerinin yerinde: Erion isimli büyük bir mezarlık varmış. Bu mezarlığın varlığı, bu bölgede yapılan inşaatların temel kazılarından çıkan insan kemiklerinden anlaşılmaktadır. Daha yakın geçmişe geldiğimizde ise, karşımıza, bir deniz feneri ve futbol çıkmaktadır.
Bizans döneminde, burada yükselen bir kule üzerinde ateş yakılarak, uzaklardaki gemilere yol gösterilirmiş. Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise, bahçelerin, bostanların ve saray ve köşklerin bulunduğu bu minik yarımadaya daha güzel bir fener kulesi yaptırılır. Ardından semt ve bölge “Bağçe-i Fener” ve daha sonraları ise Fener Bahçesi olarak adlandırılır.
Yine aynı dönemde, buradaki muhteşem yapılar arasında “Şadırvan” ve “Derya Köşkleri” özellikle güzellikleriyle dillere destan olur.
İstanbul’un düşman işgali altında bulunduğu 1919-1922 yılları arasında, bu semtin yakınlarındaki sporcu gençler bir futbol takımı kurarlar. Bu futbol takımı, İngiliz işgal ordusunun futbol takımı ile çeşitli kereler maçlar yapar. Bu maçlar: ulusal karşılaşmalara dönüşür ve çoğu kez, sarı lacivert formalı oyuncular galip gelirler.
Fenerbahçe Feneri
Yukarıda sözünü ettiğim gibi, Fenerbahçe burnunda bulunan fenerin geçmişi Bizans dönemine kadar gitmektedir. Burada: Hera ve İreas olarak isimlendirilen kayalıklara yakın yerde, tanrıça Heraya adanmış bir tapınak bulunuyormuş. Bu kayalıkların üzerinde ise, bir ateş kulesi varmış.
Fener binası: 1562 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından ahşap malzemeden yaptırılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın bu fenerin inşa edilmesiyle ilgili Üsküdar Kadısına verdiği ferman, halen Topkapı Sarayı arşivinde muhafaza edilmektedir.
Fenerin bir parçası olan “Süs Düdük Binası” ise, 1932 yılında yaptırılmıştır.
Osmanlı döneminde yaptırılan ilk olma özelliğini taşıyan fener: Şile feneri, Anadolu feneri ya da Rumeli feneri gibi heybetli kayalıklara konuşlandırılmamıştır. Bu yüzden diğer fenerlere nazaran çok görkemli sayılmaz. Ancak Osmanlı devletinin inşa ettiği ilk fener olarak önem kazanır.
Zeminden 21 metre yükseklikteki yuvarlak kulesinin üzerinde, iki ayrı kat halinde çevresi parmaklıklı gezinti yeri vardır. Kulenin dibinde ise, fenere ait depo ve lojman olarak kullanılan tek katlı bina bulunur.
Mercek yapısı: sabit kristaldir ve fenerin ışığı: 15 deniz mili kadar uzaklığa gitmektedir. Mercek yapısı, sabit kristaldir.
Fenerle ilgili ilginç bir hikayeden söz etmek istiyorum “İngiliz işgali sırasında, fener kulesine çıkmak isteyen İngiliz askerleri, Fenerci Mediha ve kızları tarafından sopalarla kovalanmıştır. “
Bir diğer hikaye: “Fenerin kristali, II. Dünya savaşı sırasında, bir perdeyle karartılmış ve bu yüzden birçok gemi yolunu şaşırarak zor anlar yaşamıştır.”
Yine bir başka hikaye: “1707 yılında, Sultan III. Ahmet’in kubbe veziri olan Seyyid Firari Hasan Paşa: Fenerbahçe fenerinin fenerci odasında, fenere çıkan kapının dibinde boğdurulmuş ve başı kesilerek vücudu buradan denize atılmıştır. Kesik baş, önce saraya götürülmüş ve sonra da Sarayburnu’ndan denize atılmıştır.
Günümüzdeki fener binası, 1837 yılında Sultan II. Mahmut zamanında yenilenmiştir.
Bağdat Caddesi
İstanbul’un en ünlü caddelerinden birisidir. Cadde Kızıltoprak’dan başlar ve Cevizli’ye kadar uzanır.
Cadde geçmişte, Bizans döneminde: şehri Anadolu’ya bağlayan yol olarak ticaret kervanları ve ordular tarafından kullanılırmış.
Osmanlı yönetiminde ise, Anadolu’ya doğru yapılacak sefer hazırlıkları da Haydarpaşa çayırında toplanılması ve hazırlıkların yapılması ve ardından buradan geçilerek yola çıkılmasıyla olurmuş.
Bağdat caddesinin ismi, Sultan IV. Murat zamanında verilmiştir. Bağdaş şehrinin alınması için, Bağdat seferi düzenlenir ve Osmanlı bu seferden zaferle döndükten sonra, sefere giderken kullanılan bu yola “Bağdat” ismi verilir. Yine o dönemde cadde üzerinde çeşmeler ve namazgahlar bulunuyordu.
Sultan II. Abdülhamit döneminde, Padişahın sarayına yakın oturmak isteyen paşalar ve diğer devlet erkanı ile zengin tüccarlar, Kadıköy’de arazi satın alarak konaklar ve köşkler yaptırırlar.
Cadde: 1934 yılında Kızıltoprak’tan başlayarak Pendik’e kadar uzanan bölümde “Bağdat caddesi” ismini almıştır. Cadde, I. Dünya savaşı öncesinde Arnavut kaldırımı taşlarla döşeliyken, arabaların daha rahat hareket edebilmesi için daha sonraları asfalt dökülmüştür.
Gelelim günümüze, günümüzde Türkiye ve dünyanın birçok tanınmış markalarının, Bağdat caddesinde mutlaka bir mağazası bulunmaktadır. Kiraları ise oldukça yüksektir. Trafik, Bostancı’dan Kadıköy’e kadar tek yönlü akar. Sonra bariyerlerin ayırdığı çift yönlü yol olur.
İstasyon Binası
Burası 1872 yılında Avusturyalılar tarafından inşa edilen ve 1936 yılına kadar varlığını sürdüren ilginç mimari yapılardandır. Günümüzde sadece fotoğrafları görülen iki katlı güzel yapı, daha sonraları yıkılarak ortadan kaldırılmıştır.
Belvü Otel-Gazinosu
Zühtü Paşa Mahallesi, Fener Kalamış caddesindedir.
Belvü sözcüğü, Fransızca da güzel manzara anlamına gelir. Bu yüzden, İstanbul şehrinde birçok güzel manzaralı yere “Belvü” ismi kullanılmıştır. Hatta bunlar arasında gazino olanlar bile birkaç tanedir. Harbiye, Emirgan ve Fenerbahçe’de farklı zamanlarda faaliyet göstermiş Belvü gazinoları vardır.
Ama bunlardan Fenerbahçe’deki tarihi Belvü Otelinin gazinosu en ünlüsüdür. Belvü gazinosu: 1900’lerin başlarında “Ralli” soy isimli Levanten bir aile tarafından yaptırılan avcılık kulübünün, mütareke yıllarında “Hristo” isimli bir rum tarafından gazinoya çevrilmesiyle oluşmuştur.
Cumhuriyet döneminde, 1960’lı yıllara kadar her türlü eğlence ve toplantı burada yapılmıştır. Hatta: o dönemin divası “Deniz kızı Eftelya” burada sahneye çıktığında, Kalamış koyu onu dinlemeye gelenlerin kayıklarıyla dolarmış. Atatürk, 1927 yılında ilk İstanbul gezisinde, Belvü gazinosuna gidip, eskiden beri tanıyıp sevdiği “Eftelya” yı dinlemiştir.
Günümüzde de yaşayan Belvü Gazinosu: lüks bir eğlence kompleksine dönüşmüştür. Burada: Deniz Balık Restoran, Belvü Ocakbaşı Et Mangal Restoran ve Jardin Bistro olarak hizmet verilmektedir.
KALAMIŞ
Kalamış koyunun tarihi geçmişi: antik Halkedon tarihine paralel olarak MÖ. 7’nci yüzyıla kadar gider.
Bizans’ın altın çağının yaşandığı dönemlerde: İmparator Justinianus eşi Theodora için, burada “Hieria” isimli yazlık bir saray yaptırır.
Bu saray: eski Fenerbahçe plajının bulunduğu yerdeymiş ve İmparatoriçe buradan denize girermiş. Sarayın hemen yanında ise, bir kilise yaptırılmış ve Meryem Ana’ya adanan kilisenin ismi “Theotokos” yani “Tanrının Anası” imiş.
Kalamış koyu: uzun yıllar boyunca, ince kumu, ılıman suyu ve temizliğiyle geçmişin İstanbul kıyılarından en önemlilerinden birisi olmuştur.
Evliya Çelebi: Seyahatnamesinde Kalamış koyu hakkında “buranın güzelliğini, beyazlığını, denizini över, burada serinlemek için suya giren ademleri, deniz melaikelerine yani deniz kızlarına benzetir”
Sonraki dönemlerde: Bağdat caddesi ve deniz kıyısı arasında kalan diğer bütün semtler gibi, buraya da vapurların yanaşması için bir iskele ve demir yolu yapılır ve ardından Kalamış şehrin seçkin sayfiye yerlerinden biri haline dönüşür. Elit ve varlıklı Osmanlı aileleri buraya yazlık köşkler ve konaklar yaptırırlar.
Yaz aylarında Aşot Efendinin işletmesini yaptığı deniz banyoları, yıllarca dolup taşar.
Jean Botter Köşkü
Kalamış caddesine cepheli, dört köşk inşa edilmiş olup, bunlardan sadece 2 tanesi günümüze ulaşmıştır. Diğer köşklerin yerine apartmanlar yapılmıştır. Bu 4 köşkün yapılış tarihi belli değildir. Yapının mimarı ise Raimondo D’Aranco’dur.
Sultan II. Abdülhamit’in terziliğini yapan Jean Botter kendisi ve kızları için bu 4 yapıyı yaptırmıştır. Binalardan bir tanesi kagir ve 3 tanesi ahşap köşklerdir. Bu köşkler, her biri ayrı tarzda olan dört sayfiye köşküdür. Günümüze ulaşan köşkler Jean Botter ve kızı Louisa için yapılan köşklerdir. Botter’in diğer kızları Marie ve Josephine için yapılan köşkler yıkılıp apartman yapılmıştır.
Jean Botter köşkü ilk yapılan köşktür. Aynı zamanda en büyük olanıdır. Köşkün giriş katı kagirdir. Bu kürsü katı üzerindeki 3 kat ahşaptır. Bütün köşkte, beyaz renk hakimdir. Bütün köşklerin giriş katı salon ve yaşam bölümleridir. Üst katlar ise, yatak odası katlarıdır. Giriş katının tamamı bir veranda ile çevrilidir.
Buranın muhteşem bir İstanbul manzarası bulunur. Yapının önündeki giriş kapısının en üst katı, üçgen bir çatı alınlığı olan bir konsol mekanıdır. Burası, köşkün bir çeşit cihanmümasıdır. Bu kısmın üçgen alınlığında bir genç kız başının çiçeklerde süslendiğini gösteren kabartmalar bulunur. Köşkün bahçesinde mitolojik tanrılara mahsus heykeller bulunmaktadır.
Jean Botter köşkünün yanında, kızı Loisa’nın köşkü bulunur. Kızı Louise: Sezar Geoffreyd ile evliydi. Bu yapıda, kagir kürsü katı üzerine 3 ahşap katlıdır. Botter köşkü gibi kaloriferlidir. Yapının sekizgen bir kulesi bulunur. Kız kardeşi Louisa’nın köşkünün yanında pembe kagir bir köşk vardır.
Bu köşk Josephine aitti. Josephine ise bu yapıyı 1929 yılında satarak İngiltere’ye yerleşti. Bu ev daha sonra çok defa el değiştirdi. 1981 yılında bir gecede yandı. Yerine apartman inşa edildi. Bu köşkün bahçesinde bir köpek ve çocuk heykeli bulunmaktaydı. Bu köşkün sahipleri arasında Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Dahiliye Vekali Şükrü Kaya vardı.
Dördüncü köşk ise, Marie Botter’e aitti. Kagir bir kürsü katı üzerine 3 kat ahşap bir yapıydı. Köşkün kapı ve pencerelerinde kurt başı arması bulunuyordu. Köşkün çok şık bir kulesi vardı. Marie Botter, İngiliz Smith Lte ile evliydi. Hatta köşkün arkasında bir de bir tenis kortu bulunuyordu. Bu yapının da bahçesinde insan boyunda mitolojik heykeller vardı. Bu köşkte sebepsiz yere yıkılıp yerine apartman yapıldı.
Arap Paşa Köşkü-Cavit Paşa köşkü
Kalamış Fener caddesindedir.
Denize nazır, 4 katlı, büyük, görkemli beyaz köşkü Arap Paşa diye bilinen Züheyrzade Ahmet Paşa yaptırmıştır.
Aslen Basralı olan paşa: Mirimiran rütbesiyle Şurayı Devlet azalığına yükselmiştir. Arap Paşa; ayrıca Kalamış’daki köşkün önündeki denizin içine doğru, taştan bir yol yaptırarak, en ucuna tek katlı camlı bir oda inşa ettirmiştir. Paşa, burada kahvesini ve çayını içer, denizi seyrederdi. 4 katlı, 16 odalı köşkün ilk katı kagirdi. Mutfak, odunluk, çamaşırlık bu kattadır. Bundan sonraki katlarda büyük salonlar bulunuyordu. Kapılar ve pencereler ceviz ağacından yapılarak, üzerleri oymalarla süslenmişti. Tavanlar da aynı şekilde oymalı motiflerle bezenmişti. Bu muhteşem konağı yabancı bir mimarın yaptığı söylenirdi.
Evet, her ne kadar köşk, Züheyrzade Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış olsa da bu muhteşem yapı “Cavit Paşa Köşkü” olarak tanınır. Cavit Paşa: iki kızından birini Fuat Köprülü, diğerini Albay Cemal Bey ile evlendirmiştir. Cemal Bey, son halife Mecid Efendi’nin yaveri olup, Osmanlı halifesini yurt dışına çıkarılırken, Ankara’nın emri ile Mecid Efendi’yi Edirne hududuna kadar götürmüştür.
Celal Bey: Züheyrzade Ahmet Paşa’nın köşkünü satın aldı. O yıllarda Acıbadem’de oturan kayınpederi Cavit Paşa, gelip konağı görmüş, çok beğenerek damadından almış, Cemal Bey’de selamlıkta oturmaya başlamıştır. Cavit paşa’dan sonra gerek Cemal Bey, gerekse Fuat Köprülü aileleri konakta yaşıyorlardı. Atatürk’ün Yalova’da oturduğu bir gün köşke gelen haberle Cemal Bey, Yalova’ya çağrılır. Bu ani çağrılış, köşkte bir endişe uyandırır ve sonuç çok başka çıkar. Atatürk, Cemal Bey’i, mebus yapmıştır. Cemal Bey ailesi, bundan sonraki yıllarını Ankara’da geçirmeye, Fuat Köprülü’nün eşi ise Cavit Paşa Konağında kalmaya başladı. 1945 yılının kış ayında elektrik kontağından çıkan yangınla, muhteşem konak birkaç saat içinde yanıverdi. Kalamış-Fener caddesinin simgesi olan bu eşsiz konak yok olmuş ve yerinde günlerce dumanları tüten, kapkara bir enkaz kalmıştı. Birkaç yıl sonra konağın yanmayan kagir birinci katı üzerine tek katlı bir inşaat yapıldı ve Cemal Bey’in oğlu Prof. Turan Esener bu evde evlendi. Ancak takip eden süreçte, o muhteşem köşkün yerinde de apartmanlar yükseldi.
Haldun Taner Evi
Fener yolundadır.
Usta yazan Haldun Taner’in Fener yolu’ndaki evinin müze olarak kullanılması planlanmaktadır. Kadıköy Belediyesi: Gazete Kadıköy’e, ev sahipliği yapan 110 yıllık tarihi binayı “Haldun Taner Müzesi” haline getirecektir. Evin bulunduğu yer: yani Faruk Ayanoğlu caddesini takip eden demir yolunun sağ tarafındaki dikdörtgen şeklindeki büyük bahçeye “Deli Fuad paşa Bahçesi” deniyordu.
Deli Fuat Paşa, bu araziyi 1900 yılında satın alarak, burada çeşitli inşaatlar yaptırdı. Üzeri demir parmaklıklı yüksek duvarlarla çevrili, Fuat Paşa bahçesinin birisi Gazete Kadıköy’ün hazırlandığı binanın hemen önünde, diğeri de Fuat Paşa caddesinde, üçüncüsü de Fener-Kalamış caddesinde olmak üzere çift kanatlı demir kapıları vardı. Deli Fuat Paşa’nın 1900 yılında satın aldığı kapının hemen yanında bulunan iki katlı, üstü teraslı binada, ilk zamanlar askerler sonraları bekçiler oturur ve köşkün emniyeti sağlanırdı.
İşgal yıllarında Gazete Kadıköy’ün binasına bir süre İngilizler’in de yerleştiği görüldü. Cumhuriyetin ilanından sonra ise, Fuat Paşa ailesi bir daha Fener yolu’na gelmedi. Elde kalan binalar temizlenip, kiraya verildi. Kapılar zincirlenip, üzerine kocaman kilitler asıldı. Böylece Fuat Paşa Bahçesi, kendi kaderine terk edildi.
Kilercibaşı Köşkü
Fener yolundadır.
Sultan Abdülhamit’in kilercibaşısı Osman Bey’e aittir. Kilercibaşı Osman Bey: yazları bu köşkte oturur, kışları ise Ortaköy’deki konağında geçirirdi. 12 odalı köşkün iki tarafındaki hava gazı fenerleri, her gece yakılarak, oldukça tenha ve karanlık olan sokak aydınlatılırdı. 20 dönümden fazla olan bahçenin arka sınırı Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın bahçe duvarında biterdi.
Köşk, Osman Bey’in 1907 yılında ölümünden sonra, 1928 yılında Bedros efendiye satıldı. Bu köşke kızı ile yerleşen Bedros efendi, köşkü tamir ettirdi. Bedros efendinin ölümünden sonra kızı Zaruhi, Stephin Malli ile evlenerek burada yaşamaya devam etti. Bu çiftin ölümünden sonra da köşk satıldı. Restore edilen köşk, bir dönem “Gönülçelen” televizyon dizisine ev sahipliği yaptı.
GÖZTEPE
Göztepe semtinin ismi: Merdivenköy Şahkulu dergahının posnişi olan “Gözcü Baba” nın türbesinin bulunduğu tepeden almıştır.
Osmanlının kuruluş yıllarında, Orhan Bey Bursa’yı fetih ettikten sonra: 1329 yılında Bizans imparatoru Pabolokos ve Orhan Bey komutasındaki ordalar: Palekonon yani günümüzdeki Maltepe yakınlarında karşılaşırlar ve Orhan Bey, Bizanslıları yener ve kaçan Bizans ordusunu, günümüzde Göztepe olarak bilinen yere kadar takip eder.
Buradaki barış görüşmeleri; Bizans imparatoru Andronikos’un av köşkünde yapılır. Orhan Bey, barış şartı olarak bu köşkü ister ve köşkü alınca, burayı “Merdivenköy Dergahı” olarak bir ahi dergahına dönüştürür.
Çelebi Sultan Mehmet zamanında tekkenin Ahi Baba şeyhlerine: Bizans’ı gözetleme görevi verilmiştir. O dönemden sonra Ahi Baba Şeyhlerine “Gözcü baba” denmeye başlanmıştır.
Yakın zamana kadar, buradaki taş binada, tekkenin şeyhleri oturmuştur. Son sahibi Hasan Tahsin Baba’dır. Şu anda “Şahkulu Sultan Dergahı” olarak, daha çok Alevi Cemaatinin ve Kültürünün yaşatıldığı merkezlerden biridir.
Dergahın doğusunda kurulan namazgah “Gözcü Tepesi” ismini almıştır. Devamında, Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt, Timur’a yenilince, Bizanslılar bu fırsatı kaçırmamış ve bölgedeki ve buradaki Türklere saldırmışlar, bir kısmını katletmişler ve kalanlarını ise Tekirdağ’a sürmüşler, Merdivenköy dergahını yıkmışlardır.
Bu esnada “Gözcü Baba” şehit edilir ve mezarı: yukarıdaki namazgahtadır. “Mah Baba” da öldürülür ve mezarı: aşağıdaki ayazmanın yanındadır. Kaçan babalardan “Erne Baba” Erenköyü’nde şehit edilir. “Kartal Baba” ise Kartal’da şehit edilir.
Göztepe 60. Yıl Parkı
Parkın bulunduğu alan: yıllar önce bir kadın tarafından, yeşil alan olarak kalmak koşuluyla, İstanbul belediyesine bağışlanmıştır. Ancak park uzun süre atıl olarak kalmıştır.
2013 yılında hizmete açılmıştır. Yazıya başlamadan önce, bu parka neden “60’ncı Yıl Parkı” isminin verildiği konusunda, tüm araştırmalarına rağmen bir sonuç elde edemedim, bilen lütfen yorum bıraksın.
Parkın güney bölümü yani sahil yolu tarafı, lale yani renk bahçesi olarak tasarlandı. Kuzey yani Bağdat caddesi tarafı ise Karadeniz yöresine ait şimşir bitkisi kullanılarak ve budama ile simetrik şekiller verilerek barok bahçe tarzında düzenlendi. Avrupa kültüründe çok sık rastlanan ancak Türk kültüründe bu güne kadar hiç denenmemiş “barok bahçe tarzı” ilk kez burada uygulandı.
Bu bahçenin ortasında bir havuz ve çevresinde oturma yerleri bulunuyor. Parkın güney tarafında ise, çok büyük bir gül bahçesi oluşturuldu. Özellikle çocuk oyun alanları buraya yoğun olarak çocukların ilgisini çekiyor. Benim için bu park alanının en özel yeri: Kadıköy yöresinde ilk çağda kurulan “Kalkhedon” şehrinden kalma sütun ve başlıkların, burada çiçeklerin arasında sergilenmesidir.
Tarih meraklıları bunları görmelidir. Son bir not: burası mezbelelik bir alan iken, buraya cami yapılacağının ilan edilmesi üzerine, uzun süre yörede yaşayanlar tarafından çeşitli protesto gösterilerine sahne oldu. Bunun ardından, park alanı yeni yatırımlar yapılarak Tematik Parka dönüştürüldü.
Günümüzde park: ligustrum ağacına form verilerek yapılan semazenleri, çeşitli renklerde balıkların yaşadığı özel tasarım akvaryumları, lale ve gül bahçeleri, tik ağacından oyun teknesi ve 1200 metrekarelik kendi kendini temizleyen doğal göletiyle dikkati çekiyor.
Tik ağacından yapılmış oyun teknesi: özel bir çalışmadır, ahşap ustaları tarafından geliştirilmiş ve çocukların rahat oyun oynayabilecekleri görsel özellikleri de olan özel tasarım bir teknedir. Tamamen dış mekana dayanıklı malzemelerden yapılmıştır. Emirgan korusundakinden daha büyük olan bu parkın içindeki doğal biyolojik gölette ise: su bitkileri ve renkli balıklar bulunuyor, göletteki suyun altında bulunan filtre sisteminin içinde canlı bakterilerin bulunduğu, canlı bakterilerin sudaki mikroorganizmaları, kirlilikleri yiyerek temizledikleri belirtiliyor.
Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Hastane 9 katlı ana blok ve personel lojmanları, İntaniye ve çocuk yuvalarıyla birlikte 5 yan bloktan oluşmaktadır ve 1972 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır. 1982 yılında Eğitim ve Araştırma Hastanesi statüsüne geçilmiştir. 1997 yılında, Merdivenköy bölgesinde 5 yıldız konforundaki 8 bloklu Özel tip poliklinikler hizmete açılmıştır.
BOSTANCI
Burası hakkında: Bizans öncesine ait herhangi bir yerleşim bilgisi bulunmamaktadır. Bizans döneminde ise, yörenin isminin “Poleatikon” olduğu bilinmektedir. Bizans imparatorları, Anadolu içlerine sefer düzenlendiğinde, dönüşlerinde şehir başkanı tarafından, burada karşılanırmış. Bu yüzden burada küçük te olsa bir saray veya köşk bulunduğu tahmin edilmektedir.
Günümüzde İstasyonun bulunduğu yere yakın bir Bizans kilisesine ait sütun gövdesi bulunuyordu. Poleatikon yerleşimindeki limanın son kalıntıları ise, 1990 yılında sahil yolunun yapımı ve kıyının doldurulması sırasında yok edilmiştir.
Osmanlı döneminde, İstanbul şehrini Anadolu’ya bağlayan ana yol buradan geçiyordu. Bu yolun bir bölümü sonradan “Bağdat caddesi” olarak isimlendirilmiştir. Şehrin doğu sınırını teşkil eden bu bölgede: bir “Bostancı Derbendi” yani “Karakolu” kurulmuş ve İstanbul şehrine giriş ve çıkışlar, burada bostancılar tarafından kontrol altına alınmıştır. Semtin isminin bu yüzden “Bostancı” olduğu bilinmektedir.
Osmanlı döneminde, yörede yerleşim bulunmaz. Ancak 19’ncu yüzyıl sonlarında Bağdat demir yolunun buradan geçmesiyle yöre yerleşime açılmıştır. I. Dünya savaşı sırasında, Cihangir yangınında evleri yanan aileler de buraya göç ettirilmiş ve burada evler ve köşkler yaptırılmıştır. 1930’lu yılların sonlarında, tramvay hattı buraya kadar uzatılmıştır.
Günümüzde ise, deniz otobüsü ve şehir hatları vapur iskeleleriyle, deniz taşımacılığında önemli noktalardan biridir. Bostancı’dan İstanbul’un herhangi bir yerine gitmek için yüzlerce farklı seçenek bulunmaktadır.
BOSTANCI GÖSTERİ MERKEZİ
Minibüs yolu üzerinde, Bostancı Lunaparkının hemen yanındadır.
Anadolu Yakasının en büyük gösteri merkezi olan bu çadır mekan 1991 yılında açıldı. 3000 koltuk kapasitelidir. Ancak ilk yapıldığında yapılış amacı: Lunaparkın kış aylarında içeriye taşınması ve kapalı lunapark olarak kullanılmasıydı. İlk zamanlar bir dönem kapalı lunapark alanı olarak da kullanılmıştır. Yani, buraya girdiğinizde kendinizi bir sirk çadırında hissedebilirsiniz.
BOSTANCI LUNAPARK
Bostancı Gösteri Merkezinin hemen yanında olan bu park alanı yaklaşık 30 yıldır hizmet vermektedir. Lunapark: 1983 yılında özel bir şirket tarafından kurulmuştur. Bünyesinde bulunan bütün oyuncaklar “İtalyan” yapımıdır. Her yaşa hitap eden bir çok oyuncağı içerisinde bulunduran parkta: atlıkarınca, zincir, uçak, çarpışan araba, ahtapot, korku tüneli, star fire, gondol ve çocuk treni ile keyifli zaman geçirmek mümkündür.
BOSTANCIBAŞI DERBENDİ KÖPRÜSÜ
Çamaşırcı deresi üstünde, kervan ve sefer yollarının geçişini sağlamak üzere yapılmıştır. 19’ncu yüzyılın ortalarına kadar Anadolu’dan İstanbul’a gelenler, incelemeden geçirilir ve şehre girecek olanlarda “mürur tezkiresi” aranırdı. Böyle kontrol merkezleri: Küçükçekmece köprüsü ile Göksu deresinin başında da vardı.
Bostancıbaşı Köprüsünün yanına: bir karakolhane ve bir çeşme ve namazgah yapılmış ve bunları gölgelemesi için sonradan her biri birer ulu ağaç olan fidanlar dikilmiştir. Çeşmenin kitabesinde köprünün adı “Cisr-i Derbent” olarak geçmektedir. Eski Şam-Bağdat yolu üzerinde, önemli bir menzil yeri olan Bostancıbaşı Köprüsü’nün çevresi de sefer sırasında ikmal malzemesinin toplandığı bir yerdi.
1730 yılına tarihlenen bir belge, köprübaşındaki araziden nelerin ve ne miktarda toplandığını gösterir.
1121 yılında, şiddetli bir fırtınada, yağan yağmur ve dolu sonucu taşan dere, köprünün yıkılmasına sebep olur. Sonra Sadrazamlığa yükselen Bostancı Hacı Halil Ağa, yeniden ve daha güzel bir köprü yaptırır.
Küçüklüğüne rağmen, güzel yapısıyla dikkat çeken Bostancıbaşı Köprüsü: bazı yabancı gezginlerin yazılarında Roma köprüsü olarak bildirilir. Ancak köprünün temelinden itibaren bir Türk eseri olduğu, mimarisinden açıkça görülmektedir. Mimari bakımından tam bir Türk klasik devri üslubunda bir yapıdır. Ortasında kitabe köşkü bulunmakla birlikte, kitabesi yoktur. Kitabenin çok önceleri, bilinmeyen bir sebepten yerinden çıkarıldığı veya düşüp kaybolduğu sanılmaktadır.
Köprünün uzunluğu 37.5 metre, genişliği 6 metredir. Köprünün orta göz açıklığı 6.40 metredir. Yan gözlerinin açıklığı 4 metredir. Bunların her üçü de sivri kemerlidir. Orta gözün iki yanında mahmuzlar vardır. Tamamen kesme taştan yapılan üç gözlü köprünün ortası yüksektir ve bu kısmın menba tarafında mihrap biçiminde bir kitabe köşkü bulunur.
Köşkün kitabe yeri boşluğunun üstü, son tamirde kötü bir biçimde yapılan tomurcuklu bir taçla süslenmiştir. İki başında, tepelerinde kavuk biçiminde birer topuz bulunan ikişerden dört baba vardır. Köprünün iki yanında, 50 cm yüksekliğinde taştan korkuluklar bulunur.
Evliya Çelebinin yazdıklarına göre: 1651 yılında köprü kanlı bir olaya tanık olmuştur. Melek Ahmet Paşanın sadareti sırasında, Anadolu’da ayaklanan Celaliler: Kara Abdullah Paşa tarafından esir alınır ve İstanbul’a getirilirken, tam Bostancıbaşı Köprüsünün önünde, Sadrazamdan, ele geçirilen asilerin derhal idam edilmesi emri gelir.
Fakat, Abdullah Paşanın adamları, asilerin canlarının bağışlanmasını rica ederler. Bunun üzerine, esirlerden bazıları, çevredeki bostanlar içine saklanırlar. Birçoğu ise kıyafetlerini değiştirerek serbest bırakılır. Fakat ayaklanmanın ele başlarından Dasnik Emirze ile Halife ve 40 kadar adamları, köprünün yanında idam edilerek, başları İstanbul’a götürülür, gövdeleri ise köprü başına gömülür.
Ahşap karakol binasının: Sultan II. Mahmut döneminde, köprünün batı ucundaki birkaç ağacın altında ahşap olarak inşa edildiği düşünülüyor.
Köprü ise, motorlu kara taşıtlarının çoğalması ile tahrip olmaya başlamıştır. Kamyonların çarpması sonucu önce iki uçtaki babalar devrilmiş, arkasından 1970’lere doğru da yine bir kamyon tarafından kitabe köşkü ile yanındaki korkuluklar tamamen yıkılmıştır.
Daha sonra korkuluklar ve kitabe köşkü, aslına tamamen uygun biçimde olmasa da yeniden yapılmıştır. Fakat bu değerli yapı: 1987 yılından itibaren de önce birkaç dükkana yer almak bahanesiyle, sonra da arazi kazanmak için yan gözleri tamamen kapatılıp önleri toprakla doldurularak adeta görünmez duruma sokulmuştur. Yani, tamamen yok olmadan, tarih meraklıları bu köprüyü ziyaret etmelidir.
Köprünün Kadıköy tarafındaki ucunda bulunan Bostancı Polis Merkezi olarak kullanılan eski Bostancıbaşı Derbendi 1980’li yıllarda yıkılıp ortadan kaldırılmıştır. Deniz tarafında bulunan namazgahın kıble taşı da yine arazi kazanmak için, 40 yıldır durduğu son yerinden sökülüp geriye alınmıştır. 1831-1932 tarihli uzun bir kitabesi olan eski çeşmenin yerine, Şam Kapı Kethüdası Şeref Efendi tarafından yaptırılan, yeni menzil çeşmesinin hayvanlara mahsus yalakları ortadan kaldırılmıştır.
1983 yılında burada büyük bir göbek yapılarak, çeşme ve namazgah taşı bunun ortasına konulmuştur. Ancak 1988 yazında, bunlar yeniden sökülmüş ve çeşme, yüzü denize dönük olarak göze hoş görünmeyen bir biçimde yerleştirilmiştir. 1938’den beri en azından 5-6 kere yeri değiştirilen namazgah taşı ise ilerideki bir ağacın dibine atılmıştır.
ÇATALÇEŞME
Bağdat caddesi kenarındadır. Çeşme, bulunduğu yöreye “Çatalçeşme” semti isminin verilmesine sebep olmuştur. Çeşme: 1550 yılında yapılmıştır. Banisinin tarihi şahsiyeti bilinmeyen İhsan Ağa’dır. Bu durum kitabesinden anlaşılmaktadır. İkinci bir kitabeye göre, çeşme 1766 yılında Hace Nerkerap Kalfa tarafından tamir ettirilmiştir.
Ancak, 1946-1947 yıllarında caddenin genişletilmesi sırasında, çeşme sökülerek geri yani günümüzdeki yerine alınmıştır. Günümüzde: Bağdat caddesinde, Suadiye ve Bostancı arasında, Cavit Paşa Köşkü önündeki kaldırımdadır. Suyu yoktur. Yer değiştirirken, ardında namazgah bırakılmıştır.
Bu namazgah da, Bostancı’nın diğer namazgahı gibi yıkılıp yok edilmiştir. Çeşmeye gölgelik yapan asırlık ağaç ise, 1991 yılında kesilmiştir. Çeşme: üç yüzlü bir sokak çeşmesi olması nedeniyle çatal çeşme ismini almıştır. Klasik üslupla yapılmıştır. Kemer taşlarından, ayna taşlarına kadar asıl parçaları değiştirilmiştir.
Mimar Ahmet Kemaleddin Bey tarafından Evkaf Nezareti tarafından 1911-1913 yılları arasında yaptırılmıştır. Bostancı Deresinin iki yanındaki geniş arazi üzerinde, avlusundaki okulla birlikte inşa edilmiştir.
Okul kısmı, günümüzde “Halk Eğitim Merkezi” olarak kullanılmaktadır. Kubbesinin dört ağırlık kulesi, harimin kare planlı olduğunu işaret eder. Üst katı bayanlara ait olan caminin minaresi, tek şerefelidir. Bahçesinde şadırvan vardır.
Bostancı tren istasyonu
Haydarpaşa’dan gelen demir yolu, Bostancı yöresinde iyice denize yaklaşır. Burada: Bağdat Demir yolu İdaresi tarafından bir istasyon yaptırılmıştır. Prusya mimarisi üslubunda olan Bostancı Tren İstasyonu: bölgenin en eski yapıları arasındadır. 1912-1913 yılları arasında yaptırılmıştır.
Bostancı iskelesi
Günümüzde Bostancı vapur iskelesinin bulunduğu yerde, antik dönemde bir liman bulunduğu tahmin edilmektedir. Limanın girişini daraltan, uzunca bir taş iskelesinin ucunda: 1912-1913 yıllarında, bugünkü yığma kagir İskele inşa edilmiştir.
İskele: Adalar hattı vapurlarının başlangıç noktası olarak kıyının en önemli iskelelerinin başında geliyor.
İskele binası: yığma kagir olup üstünde de inşa edildiği yılların modasına uygun olarak, küçük bir kubbe bulunmaktadır. Bu değerlendirildiğinde iskelenin mimari stilinin mimar Vedat Teke ait olduğu düşünülmektedir. Tek katlı binanın küçük bir hol çevresinde, karşılıklı sıralanmış 4 odasından sağ koldaki ikinci odası bekleme salonu olarak, diğer üç odası ise personel odası olarak kullanılmaktadır. Binanın deniz cephesinde, üç gözlü kemer dizisinden oluşan yarı açık bir mekan bulunur.
Ortadaki kemerin hizasında ise, çatıda yükseltilmiş ve konsollarla desteklenmiş bölüm üzerinde, kasnaklı bir kubbe bulunur. Bunun dışında, bina kırma çatı ile örtülüdür. Binanın iç kapılarında ve dış cephede, pencerelerde profilli Bursa kemerleri kullanılmıştır. Hem iç mekandaki alçı tavan bezemeleri ve hem de sütun başlıkları, kemer aralarındaki çini panolar ve bitişlerinde kabaralar bulunan saçak payandalarıyla bina, yapıldığı dönemin milli mimari anlayışının tüm özelliklerini yansıtır.
İskele: 1978 yılında onarılmış ve 2006 yılında bir kez daha elden geçirilmiştir. Bu onarımlarda bazı kısımlardaki çiniler, badana ile kapatılmıştır.
İskelenin sağlı-sollu iki yanaşma yeri vardır. İskelenin sudan yüksekliği 1.5 metre ve iskelenin önündeki derinlik 4 metredir.
Kadıköy-Kartal Metrosuna, otobüs seferlerine, deniz otobüsüne yakınlığıyla merkezi konumda olan Bostancı Vapur İskelesi, yoğun olarak kullanılmaktadır. Eminönü ve Adalar seferleri, Bostancı Vapur iskelesinden yapılmaktadır.
CADDE BOSTAN
Osmanlı döneminde, Bostancı-Göztepe arasındaki bölgeye suçlular yerleştiriliyordu. Bu yüzden, bu bölgeye “Cadı Bostan” ismi verilmişti. Ardından, bu bölge suçlulardan temizlendikten sonra “Caddebostan” olarak isimlendirildi.
Günümüzde bu bölge: Bağdat caddesi ve Caddebostan kültür merkezi gibi tesislere ev sahipliği yapması nedeniyle gözde semtlerden biridir. Ayrıca yine burada birçok ünlü markanın alışveriş mekanları görülür.
Caddebostan Kültür Merkezi-CKM
Bağdat caddesi, Haldun Taner Sokaktadır. Merkezde iki salon bulunuyor. Büyük salon 655 ve küçük salon 126 seyirci kapasitelidir. Burada: tiyatro oyunları, caz ve klasik konserleri, sinema gösterileri, ulusal ve uluslar arası sanatçıların sergileri ve panelleri düzenleniyor. Kültür merkezi bünyesinde, salonlar yanında ayrıca: 8 sinema salonu, kitap evi, restoran, spor salonu, butik sanat kütüphanesi, sanat galerisi bulunuyor. Burayı yılda 1 milyon kişinin ziyaret ettiği söyleniyor.
Caddebostan Plajları
Caddebostan sahilinde, toplam 900 metre uzunluğunda 3 plaj vardır. Plajlarda şemsiye, şezlong, soyunma kabini, duş alanları ve cankurtaran kuleleri vardır. Büyük plaj, sahil yürüyüş yolunda Büyük Kulübün hemen altındadır.