Eskiden her ne kadar “Yeşil Bor” olarak bilinse de günümüzde yeşil özelliği kısmen kaybolmuş olan bu şirin ilçemiz hakkında, mutlaka duymuşsunuzdur “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” şeklinde bir söylenti vardır. Yazının hemen başında, bu söylentiden söz etmek istiyorum.
Haftanın “Salı” günlerinde Bor ilçesinde Pazar kurulur. Ancak, bir gün öncesinde, Pazartesi günleri, hazırlık günüdür ve yöresel deyimle, bu hazırlık günü “Deri pazarı” olarak bilinir. Salı günleri kurulan pazara ise “Ulu pazar” denir.
Uzak diyarlardan, 35-40 km. uzaklardan, Bor ilçesindeki pazara gelecek olanlardan bir ziyaretçi: yazdan kalma bir gün, erken saatlerde, 40 km. uzaklıktaki köyünden yola çıkar ve ilçenin yakınlarındaki bağlar bölümüne geldiğinde mola verir.
Eşeğini dinlendirmek için, yükünü sırtından indirir ve pazardan alacaklarının hesabını yaparken, içi geçer ve derin bir uykuya dalar. Bu sırada eşek, önündeki yiyecekleri bitirir ve bağlı bulunduğu ağacın kabuklarını kemirmeye başlar.
Deri pazarı günü uykuya başlayan pazarcı, Ulu pazar günü ikindi vaktine kadar uyumaya devam eder ve uyanınca, ilçenin pazarının yolunu tutar, ancak pazardan dönenlerle karşılaşır.
Pazar yerinden dönenlere, neden Ulu pazara gitmiyorsunuz, geri dönüyorsunuz diye sorduğunda ise, aslında Ulu pazara uğramış ve Pazar alışverişini yapmış olan bir pazarcı: ertesi günü, Niğde pazarını işaret ederek “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” der.
ULAŞIM
İlçe: Konya-Kayseri, Adana-Kayseri, Niğde-Ankara kara yolları kesişim noktasındadır. Bor, bağlı bulunduğu Niğde il merkezine, 14 km. uzaklıktadır. Ayrıca: Bor İstasyonundan, her gün: Adana-Ankara-Kayseri istikametine tren seferleri bulunmakta olup, yörenin ulaşım problemi yoktur.
TARİHİ
Yörenin tarihi geçmişinin, günümüzden 5000 yıl öncesine kadar gittiği düşünülmektedir. Hititler zamanında, yörede, günümüzdeki “Niğde” şehrinin bulunduğu yerde “Nahita” isimli bir şehir bulunmaktaydı. Hitit devletinin yıkılmasının ardından, bölge, MÖ.8’nci yüzyılda bu kez, Frigler tarafından işgal edilir.
Daha sonra ise, Persler görülür. 333 yılında, Makedonyalı İskender, Persleri yenince, bölge yine el değiştirir. İskender’in ölümü üzerine, bölgede ortaya çıkan Selevkoslar hükümranlığı, Kapadokya krallığı dönemine kadar devam eder.
Daha sonra Romalılar ve ardından, Bizanslılar ve 707 yılına gelindiğinde ise, bu kez Emeviler görülür. Emeviler döneminde, bölgeye “Tavana” ismi verilir.
1476 yılında, bölge, Karamanoğullarından, Osmanlılara geçer. Yıldırım Beyazıt, burayı ve çevresini, Osmanlı idaresine katar.
Evet, gelelim, ilçenin isminin kaynağına. İlçenin isminin bir Rumca kelimeden geldiği söylenmektedir. Rumca “Poros” ve Fransızca “Bore” denildiğinde, “Bor” ismi anlaşılmaktadır. Kelimenin anlamı: tarıma elverişli olmayan toprak demektir. Ama, kelime anlamı olarak, Rumcadan esinlenilmiş ise; Rumca da, kelime anlamı “yol ve deniz limanı” demektir.
GENEL
Burası, 40 bin nüfuslu; Niğde ilinin güneyinde, 1100 rakımlı Bor Ovasında kurulmuş bir ilçedir. Topraklarının büyük bölümü: Obruk Platosundadır. Yörenin, kuzey-güney ve güneydoğusu dağlıktır. Başlıca akarsuları: Küçüköz deresidir.
Yörede yaşayanların büyük bölümü: mübadele sonucu buraya yerleşen: Arnavutluk-Yunanistan ve Bulgaristan göçmenlerinden oluşmaktadır. İnsanların ekonomik etkinliklerinin başında: tarım, halıcılık ve dericilik gelir.
Ancak, genel olarak, arazinin tarıma elverişli olmadığı bir gerçektir. Bunun sonucunda, yöre insanı, okumaya veya yöreden göç etmeye yönelmiştir. Ekonomik etkinliklerden öne çıkan biri de: Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı, Lojistik Komutanlığının Bakım Komutanlığının, burada, Şehit Nuri Pamir Kışlasında bulunmasıdır.
Burada: Türk Silahlı Kuvvetlerinde törenlerde kullanılan: kılıç ve meçler üretilmektedir. Ayrıca: çeşitli ikmal maddelerinin depolandığı, bakım ve dağıtımının yapıldığı bir yerdir. Tüm bu askeri üniteler, yörede, büyük bir kalabalık yaratmaktadır.
Bunun dışında, burada, yine çok büyük bir “Fizik Tedavi Hastanesi” bulunuyor ki, bütün çevrede, bu husustaki rahatsızlıkları olanlar, burayı tedavi için tercih etmektedirler.
Yörede, İç Anadolu bölgesinin step iklimi görülür ve buna bağlı olarak yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise soğuk geçer. İlkbaharda, en fazla yağış görülür.
İlçede, Niğde Üniversitesine bağlı: Bor Meslek Yüksek okulu ve Bor Halil Ataman Meslek Yüksek okulu bulunmaktadır.
Yörede, her yıl: Temmuz ayının son günlerinde “Kemerhisar Kültür ve Turizm Festivali” düzenlenmektedir. Festival bünyesinde: çeşitli gösteriler, halk oyunları şenliği ve paneller ile konserler düzenlenmektedir. Elbette, yörenin ünlü antik kenti “Tyana” nın tanıtılması açısından çok olumlu bir etkinlik olduğu kesindir.
NE YENİR-NE İÇİLİR
Burada, yerel lezzetlerden tatmak isterseniz: Arap aşı yiyebilirsiniz. Koyun-tavuk veya hindi etinden yapılan çorba ve muhallebi kıvamındaki bir yemeğin birlikte yenilmesi.
NE SATIN ALINIR
Bor denilince akla hemen “dabakanecilik” yani “dericilik” geliyor ama eskisi kadar yaygın değil. Bunlar, geleneksel yöntemlerle üretim yapan küçük imalathaneler olarak görülüyorlar. Acıgöl mevkiinde bulunan bu deri imalathanelerinden, hoşunuza gidecek ürünler bulup satın alabilirsiniz. Bunun dışında, köylerde günümüzde de dokunmaya devam edilen halı-kilim bulup satın alabilirsiniz.
KONAKLAMA
Bor Öğretmen evi Belediye Yanı. Bor 388-3116395
GEZİLECEK YERLER:
KEMERHİSAR-TYANA
İlçe merkezine, 1 saat uzaklıktadır. Niğde il merkezinin ise, 25 km. güneyindedir.
Antik kent kalıntılarının bulunduğu höyük: tarihi süreç içinde ilk olarak: 1880’li yılların başında ortaya çıkarılmıştır. Yöredeki ilk yerleşimin, MÖ. 5 ile 6 binli yıllara kadar uzandığı bilinse de, yazılı tarihi daha yakın dönemlere aittir.
Evet, burası: Hititler tarafından, Tuvanuva olarak isimlendirilen şehirdir. Hitit krallığının, ikinci başkenti olarak önem kazanmıştır. Hitit ve Asur metinlerinde şehrin ismi geçer.
Hatta: Asurluların efsanevi kraliçesi ve Babil şehrinin Asma Bahçelerinin kurucusu olan Semiramis’in; bu şehrin kuruluşunda etkin olduğu söylenmektedir.
Ancak, bu isim Romalılar tarafından “Tyana” olarak değiştirilmiştir. MÖ. 42 yılında, Arkelaous, Kapadokya kralı olur. Arkelaous: burada, eski şehir yerine, yepyeni bir şehir kurar ve bu yeni şehri, kendisi için “taht şehri” olarak seçer, aynı zamanda, şehre kendi adını verir.
Daha sonra: MÖ.17’de, yörede, Roma dönemi başlar. MS. 399 yılına kadar süren Roma döneminde, şehir, birçok yapı ve kurum tarafından donatılır ve Romanın ihtişamlı bir ili olur.
Şehir nüfusu hızla artınca, su ihtiyacını karşılamak üzere: sarı trakit taşından su kemerleri yapılarak, köşk pınarı mevkiinden, şehre su getirilir. Bu su kemerlerinin arasından aynı zamanda, şehirdeki, ünlü “Jüpiter Tapınağı”na giden, kutsal yol geçmektedir.
Türkler döneminde ise, buranın ismi, Hıristiyan kasabası anlamında “Kilise Hisar” ve daha sonra ise “Kemerhisar” olarak isimlendirilmiştir.
Günümüzde, burada görebilecekleriniz: Roma döneminden günümüze sağlam olarak gelebilmiş olan “su kemerleri” ve “Roma havuzu” dur. Su kemerleri, 15 adet kemerden oluşmaktadır. Bu kemerlerin: MS. 211-217 yılları arasında, Roma imparatoru Caracella döneminde yaptırıldığı bilinmektedir.
Bu su kemerleri, Roma havuzundaki suyu, antik şehre aktarmaktadır. Bu su kemerleri: Adana-Kayseri yolu ve Roma havuzunun kesişim noktasının, 4 km. kuzeyindedir.
Kaynak suları: yer altı kanalları ile yolculuğuna başlar, daha sonra yüzeye çıkar ve kalıplaşmış beyaz taşlarla döşeli, dikdörtgen şeklindeki Roma havuzunda toplanır ve uzun bir çizgi halinde uzanan kemerler üzerinde taşınır.
Devasa boyutlu bu havuz, suyun kaynağında: 65 metre boyunda ve 22.5 metre enindedir. Havuzun bulunduğu yerde: Tanrı Jüpiter için, bir mermer tapınak yapılır ve tapınağın hemen önünden çıkan bu su, kendisi adına adanır.
Jüpiter Tapınağının yapımında kullanılan ve daha sonra çevrede dağınık olarak bulunan mermer parçalar günümüzde, Kemerhisar açık hava müzesinde görülüyor. Özellikle: su perilerini gösteren alınlık ve friz parçalarından bir kısmı ise, günümüzde Niğde Müzesinde sergilenmektedir. Tüm bunların yanında: Semiramis tepesinde, Dorik tarzda bir mermer sütun görülmektedir.
Şehrin, bu mimari özellikleri yanında, yaşandığı dönemde, başka bir özelliği de, önem kazanmıştır. Çünkü, burası, ünlü düşünür “Apollon” un doğum yeridir. Tynalı Apollon; 1’nci yüzyılda yaşamış, ünlü bir öğretmen ve filozoftur.
Hatta: Batı dünyasının en ünlü filozofu olarak da tanımlanır. Kendisi: Türkiye’nin büyük bölümünü, İran, Hindistan ve Mısır bölgelerini gezmiştir. Bu seyahatlerinde, doğuya özgü mistisizmi öğrenmiştir.
Düşünceleri ve inançları ile, o dönemdeki bir çok lidere karşı gelebilmeyi göze almıştır. Genel anlamda: mucizeler yaratan biri olarak bilinir ve tanınır. Hatta: 80’li yaşlarda iken, hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuş ve böylece, insanlar onun ölümsüz olduğuna inanmışlardır.
Adana il merkezine, 43 km. uzaklıktadır. Otoban bağlantısı ile yaklaşık 20 dakikada Adana il merkezine ulaşılır.
Akdeniz’e ise: 30 km. uzaklıktadır. Avrupa’yı Asya’ya bağlayan E-5 Karayolu, Ceyhan’dan geçmektedir. Yine Pozantı-Mersin-Gaziantep otoyolu da, Ceyhan’ın güneyinden geçmektedir. Ceyhan: Adana hava alanına da 45 km. uzaklıktadır. Deniz ulaşımı için de, Yumurtalık ve İskenderun Limanlarına yakındır.
GENEL
Ceyhan, Türkiye’nin ekonomik olarak en gelişmiş ilçelerinden biridir. Konum olarak Çukurova’nın tam ortasındadır. Bulunduğu ovaya ismini vermiştir.
Ortadoğu petrolleri ve Orta Asya enerji kaynaklarının dünyaya açılmasında, ana kapı görevi görmektedir. Son 20 yılda, bir enerji şehri konumuna gelmiştir.
Ceyhan nehri kıyısında kurulmuştur. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı geçen ilçenin iklimi, Akdeniz iklimidir.
CEYHAN NEHRİ
Akdeniz bölgesinin en uzun akarsuyudur, uzunluğu 509 km. dir. Nehrin ilk kaynak yerleri, Elbistan ovasını çevreleyen dağlardır. Orta Torosların Nur Hak dağından Söğütlü deresi adı ile çıkar.
Elbistan’ın 3 km kuzeyindeki gür kaynaklarla beslenerek büyür. Hurman ve Göksun çaylarının birleşmesinden sonra Ceyhan adını alır.
TARİH
MÖ 1500’lü yıllarda, bölgede Arvaza Krallığı hakimdir. Bunlar, Hititlerden ayrı, doğu kökenli bir guruptur. Hititler bunları yener ve bölgede Hitit hakimiyeti görülür. Anadolu’da 700 yıl egemenlik kuran Hititler, Çukurova’yı Uri Adania bölgesi olarak tanımlar ve Hititler döneminde, bölge zamanın şartlarına göre çok gelişir.
Özellikle Ceyhan yöresinde, Hitit Kralı Muvattali’nin, Mısır seferi sırasında, Ceyhan nehrini geçtiği yere dikilen kaya rölyefi günümüze kadar gelmiştir.
Hitit devletinin yıkılmasının ardından, MÖ 750 yıllarında bölgede Asur hakimiyeti görülür. Asurlular, Çukurova’yı 50 yıl egemenlikleri altında tutarlar. Asur devletinin yıkılmasıyla birlikte, bölgede MÖ 612 yılında Kilikya krallığı kurulur.
Ancak, MÖ 401 yılında, Kunaska savaşını kazanan Persler, bölgede görülür. MÖ 334 yılında, Büyük İskender, Issos civarında Pers ordusuyla karşılaşır ve savaşı kazanır. Çukurova tamamen Makedonyalıların hakimiyetine geçer.
MÖ 11 ile MS 395 yılları arasında Çukurova’da Romalılar vardır. Roma döneminde bölge çok imar görmüştür. İlçe sınırları içinde birçok kale ve höyük, Romalılardan kalmıştır.
MS 395-638 yılları arasında, Çukurova Bizans hakimiyetine girer.
MS 704 yılında, Müslüman Araplar bölgede görülür ve Halife Abdülmelik oğlu Abdullah, Misis yöresinde ilk camiyi yaptırır ve Çukurova’da Müslüman Emevi dönemi başlar.
1352 yılında, Oğuz Türklerinden Ramazan Bey, Ramazanoğulları Beyliğini kurar ve beylik, 1516 yılında Osmanlı imparatorluğuna bağlanır.
Mondros mütarekesinden sonra, İngilizler Ceyhan’ı işgal ederler. Ancak, Fransızlarla anlaşarak, Ceyhan’ı Fransızlara devrederler. Bu dönemde, ilçede, Fransızlardan güç alan Ermeni vahşeti görülür.
Ankara Anlaşmasından sonra 23 Ekim 1921 günü, Ceyhan’a Türk bayrağı çekildi. Ceyhan’ın kurtuluş günü olarak 6 Ocak 1922 tarihi kabul edilir.
İlçenin tarihi geçmişinde hoş bir olay var bundan söz etmeden olmaz. Türk Hava Kurumu, kuruluşunda ilk teyyare alınması için para bulamadığından, bir kampanya başlatılır ve 10 bin Lira toplayıp gönderen şehir, köy ve kasabaya, alınacak uçakların isimlerinin verileceği söylenir.
Bunun üzerine, Türkiye’de ilk para Ceyhan’dan toplanır ve gönderilir, ilk teyyare alınır ve “Ceyhan” ismi verilir. İtalyan malı olan bu uçak, daha sonra teşekkür için, Ceyhan ilçesine gelir ve havada tur atarak ilçe halkına teşekkür edilir.
Ayrıca, Ceyhan, gerek 1998 Adana depremi ve gerekse 1999 Gölcük depreminde etkilenmiş ve hasar görmüştür. Ceyhan depreminde yıkılan evlerin yerine genelde parklar yapılmış ve şehir içi arazi kullanımı da değiştirilmiştir.
Ulus Mahallesinin batısında İnönü Bulvarında Ceyhan Depremi Anıt Parkı vardır.
Diğer bir önemli özelliği ise: Türkiye’nin en klas kebapçılarına sahip olmasıdır. Adana kebabı denilince, artık Ceyhanlı ustalar akla geliyor.
Ceyhan’da bulunduğunuz sürede, mutlaka Adana Kebabını tatmalısınız.
İNCİRLİK TESİSLERİ
Ceyhan denilince, bölgede bulunan İncirlik Tesislerinden söz etmemek imkansızdır. İncirlik kasabası, Ceyhan’a 20 km. uzaklıkta, deniz kıyısında kurulmuş, güzel bir kasabadır. Bütün Türkiye’nin tanıdığı BOTAŞ Tesisleri, bu kasabadadır.
Burası: her ne kadar tam olarak tanıtım ve yatırım faaliyetleri içine alınmasa da: masmavi denizi ve altın sarısı kumsalı ile, iç turizme hizmet etmekte ve yaz aylarında yerli turistlerle dolup taşmaktadır.
İncirlik kasabasında: konaklama tesisi bulunmamaktadır. Yalnızca: balık lokantaları görülür. Güneyin en meşhur balıklarından olan “Lagos” avcılığı, bu sahillerde yapılmaktadır.
Yine bu sahillerde kurulu balık lokantalarının ustaları tarafından hazırlanarak meraklılarına ikram edilmektedir.
İncirlikte tatil yapanlar, genellikle buraları bilen insanlardır. Biraz önce de söylediğim gibi, konaklama tesisi yok. Tatilciler, burada, genelde çadırlarda konaklıyorlar.
İNCİRLİK HAVA ÜSSÜ
Adananın doğusunda, İncirlik yakınlarındaki hava üssü: 1954 yılında: Türkiye ile ABD arasında yapılan özel bir antlaşma ile kurulmuştur.
Amaç: Türkiye’nin ortak savunma önlemlerine katılması için: Amerika Birleşik Devletleri Hükümetine izin verdiği kuruluşlardan biridir.
Hava üssü: Yumurtalık akaryakıt kuruluşunu hava üssüne bağlayan boru hattını, İskenderun limanındaki kolaylıkları, Adana su kuyusu ve bunu İncirlik Hava Üssüne bağlayan boru hattını, İncirlik Hava Üssü ve Ceyhan Irmağı arasındaki kanalizasyon sistemini içeriyor.
Personel için, gerekli bütün toplumsal kurumlar çalışma halindedir.
MERCİMEK HARASI
İşletmenin sahip olduğu arazi, 1898 yılına kadar göçer aşiretlerin ve civar köylerin merası olarak kullanılıyordu. Bu alana ilk yerleşenler ise, 1889 yılında birkaç yüz çadırlık Bozdoğan aşireti oldu.
Daha sonra ise, Kırım Savaşından sonra, Kırım bölgesinden, Türkistan ve Kafkaslardan gelen Müslüman muhacirler buraya yerleştiler ve günümüzde Ceyhan’ın bulunduğu yerde Yarsuvat Kasabasını kurdular. Bir kısım muhacir ise, Mercimek ve Mangıt yörelerine yerleştiler.
Burada bulunan işletme 1898 yılında, Sultan II. Abdülhamit’in emriyle “Anavarza Çiflikatı Hümayun Askerisi” adı altında kurulmuştur.
Bu çiftlik kurulduğunda, Saimbeyli ve Kozan’da yoğun ermeni nüfus vardı. Bunların, Ceyhan ve Misis ovalarına inmeye başlaması karşısında, bu çiftlik bir sivil askeri üs olarak ermeni ilerleyişini durdurması amaçlanmıştır.
İşletmenin kurulmasının ardından, burada ordunun ihtiyaç duyduğu atların yetiştirilmesine karar verildi ve iyi yetiştirilmiş 2 tabur asker gönderildi. Askerler sivildi ve başındaki subaylarda tecrübeli ve tarımı iyi bilen insanlardı.
Çiftlik kurulduktan sonra, burada damızlık aygır ihtiyacını karşılamak için aygır çiftliği kuruldu. 1895 yılında, hara merkezine idari merkez yapıldı. Haranın işletmesi bu şekilde Meşrutiyete kadar devam etti. Meşrutiyetle birlikte, hara kapatılır ve hayvanlar satıldı. 1903 yılında ise 75 yıllığına Fransızlara kiralandı.
Ancak çevredeki köyler ayaklandı ve Fransızların buraya yerleşmesine izin vermediler. Boşluktan istifade eden köylüler, hara arazisini ekip biçiyorlardı. 1929 yılına gelindiğinde ise Mercimek Aygır Deposu tesis edildi ve Atatürk’ün hediye ettiği 2 aygır ile depo faaliyete başladı.
1930 yılında, fazla arazilerin komisyon kurularak köylülere dağıtılmasına karar verildi. 1983 yılında ise, Devlet Üretme Çiftlikleri hara ve inek hanelerinin birleşmesi sonucu, TİGEM’e bağlı ÇUKUROVA Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü adı altında birleşerek, tohumluk ve damızlık üretimine başlandı.
ŞAHMERAN EFSANESİ
Şahmaran Farsça kökenli bir kelimedir. Yılanların şahı anlamına gelir. Başı insan, gövdesi yılan olarak tasvir edilmiştir. Efsanenin özünü oluşturan yılan: derin anlamlar içeren bir semboldür. Bir tarafı kadın, bir tarafı yılan şeklindedir.
Yani bir tarafı iyi, bir tarafı kötü, bir tarafı gece, bir tarafı gündüzü, bir tarafı çirkinliği, bir tarafı güzelliği temsil eder.
Farklı kültürlerden, değişik şeyler anlatır. Ya bilgelikten söz eder ya da şifadan. Şahmeran güzeldir, büyüleyicidir, simsiyah saçları, başında görkemli tacı ve bereket timsali durumu vardır. Rengarenk boyanır, doğanın tüm gizemini, sırlarını kollar.
Efsane-1
Efsanenin: Yılan Kale de geçtiği söylenir. Evet, günümüzden binlerce yıl önce, Yılan Kale’de: yerin 7 kat dibindeki mağaralarda yaşayan yılanlar varmış. Meran adı verilen bu yılanlar: çok akıllı ve iyi yürekliymişler. Arkadaşlığa, dostluğa, sevgiye büyük önem vererek, barış içinde ve mutlu bir hayat sürerlermiş.
Meranların başında: Şahmeran denilen, eceleri varmış. Genç ve güzel bir kadın olan Şahmeran, hiç yaşlanmaz, öldüğü zamanda ruhu, kızının vücuduna geçermiş.
Efsaneye göre: Yoksul bir ailenin oğlu olan Camsab isimli kişi, bir gün Şahmeran ile karşılaşır. Bir gün: Camsab, arkadaşları tarafından; içinde bal dolu olan bir kuyuya bırakılır. Genç; kuyudan çıkamaz ve cebindeki çakıya, kuyuda gördüğü bir deliği genişletip büyüterek, başka bir yere geçer ve burada uyuyakalır. Uyandığında: çevresinin yılan ve ejderhalarla dolu olduğunu görür.
O sırada, yarı insan yarı yılan olan Şahmeran yanına gelir ve konuşur. Camsab, arkadaşları tarafından kendisine yapılan ihaneti ona anlatır. Bunu dinleyen Şahmeran, onu kuyudan çıkaracağını söyler. Fakat geçen ömrü boyunca, asla yerini söylemeyeceğine dair söz vermesini ister. Camsab, Şahmeran’a söz verir ve Şahmeran onu kuyudan çıkarır.
Camsab, köyüne döner. Ülkesinin hasta hükümdarının iyileşebilmesi için, Şahmeran’ın etinin önerildiğini duyar ama ses çıkarmaz. Çünkü; Şahmeran’a söz vermiştir. Ancak, bir gün arkadaşları ile sohbet ederken, Şahmeran’ı gördüğünü ağzından kaçırır.
Arkadaşları, bu durumu, hemen Padişaha bildirirler. Padişah, Camsab’ı huzura çağırır, Şahmeran’ın yerini göstermesini ister.
Fakat :Camsab, bir türlü Şahmeran’ın yerini söylemez. Kendisine altınlar ve vezirlik unvanı verileceğini duyan Camsab, Şahmeran’ın yerini Padişah’ın vezirine gösterir. Vezir, bazı sihirli kelimeler söyleyerek, Şahmeran’ı altın bir tepsi içinde, kuyunun dışına çıkarır.
Vezirin adamları, Şahmeran’ı öldürür ve onun etini Padişaha yedirirler. Padişah sağlığına kavuşur. Efsanenin özünde: Şahmeran’ın insanoğluna olan sadakati ve iyi niyetine karşılık, gördüğü ihanet anlatır. Bir rivayete göre de, yılanlar, hala, Şahmeran’ı yaşıyor biliyorlarmış.
Efsane-2
Efsane: iyilik yapanın iyilik, kötülük yapanın kötülük bulacağı konusunda ders verir.
Bilge Danyal öleceğini anladığı zaman oğlu Danyal’a; ömür boyunca yazdığı 5 bin sayfalık külliyatını, oğluna miras bırakmak ister. Ama bunun çok fazla olduğunu düşünerek, 5 sayfalık bir özet haline getirir.
Bunu da özetler ve 1 sayfaya düşürür. Bu 1 sayfanın içindeki şifreyi çözebilirse, dünyanın en bilge insanlarından biri olacağını ifade eder.
Efsane-3
Şahmeran, Adana Misis’e yakın Yılanlı Kale’de yaşıyormuş. Burası Şahmeran’ın ülkesiymiş ve ne Misis’te yaşayan insanlar kaleye çıkarmış, ne de kaleye yaşayan yılanlar aşağıya inermiş.
Günün birinde bir insan, yılanların ülkesine gitmiş, diğer yılanlar onu öldürmek üzere iken, Şahmeran, oraya gitmeye cesaret eden ilk insan olduğu için onu affetmiş ve bir daha gelmemesi şartıyla onu geri göndermiş. Bu arada Şahmeran’ın arada sırada Taç hamamda yıkandığını öğrenmiş.
Günün birinde Misis beylerinden biri amansız bir hastalığa yakalanmış ve doktor tek çarenin Şahmeran’ın gözleri olduğunu söylemiş. Bey her tarafa haber salarak, Şahmeran’ı getirene veya yerini bildirene servet vaat etmiş.
Bunu öğrenen Şahmeran’ın ülkesine giden kişi, Şahmeran’ın arada sırada taç hamamda yıkandığını söylemiş. Böylelikle Şahmeran yakalanmış ve öldürülerek gözleri Misis Beyine verilmiş. Bu gözleri yiyen bey şifa bulmuş. Günümüzde bu söylentiye inananlar, bir gün Şahmeran’ın intikamını alacağından korkuyorlar.
GEZİLECEK YERLER
ABDULKADİR AĞA CAMİİ-ULU CAMİ
Bu cami, 1868 yılında Ceyhan’a ilk yerleşen Nogaylardan Abdulkadir Ağa tarafından yaptırılmıştır. İlk yapıldığında, kıble duvarına paralel, üç sıra halinde, beşerden on beş kubbeli tuğla bir yapıdır.
Ancak zamanla ihtiyaca yetmez ve 1946 yılında, camiye minare eklenir ve kıble yönünde genişletilerek, iki sıra kubbe daha ilave edilir.
Cami “Ulu cami” olarak da bilinir. Kubbeler içte kürevidir, ancak dıştan hafif sivriltilmiş ve önceden kiremitle kaplıdır. 27 Haziran 1998 tarihindeki Adana depreminde hasar görmüştür ve onarımı halen devam etmektedir.
Caminin çevresinde apartman yığınlarından başka bir şey görülmemektedir.
DURHASAN DEDE TÜRBESİ
Türbenin bulunduğu yerde Türkmen Bektaşilerinin yaşadığı bir köy var. Adana iline 53 ve Ceyhan iline ise 18 km uzaklıktadır.
Durhasan dedenin diğer ismi de Yanyatır’dır. Kendisi Sultan 4’ncü Murat’ın şeyhlerindendir. 4’ncü Murat, Bağdat seferine çıktığında, Durhasan dede, Misis Havraniye bölgesinde otağ kurduğu zaman, Durhasan dede padişahı görmüş, ona seferinde başarılı olması için dua etmiştir.
Türbe, alevi ve Bektaşilerin ziyaret yeridir. Kesin yapılış tarihi bilinmemektedir, muhtemelen 18’nci yüzyılın ilk çeyreğinde yapıldığı düşünülüyor.
Gelelim rivayete: Durhasan Dede, şimdiki köyüne yerleşmiş, köyü sevmiş, köyün ismi “Evci köyü” imiş. Durhasan dede, Misis çevresinde insanları iyiliğe çağırmış ve Misis’te ölmüş.
Vasiyeti gereği, Evci köyüne (bugünkü Durhasan Dede köyü) getirip gömmüşler. Cenazeyi getirenler gömülecek yeri şaşırmışlar, bir ara bir ses “durrr” diye bağırmış, bunun üzerine köyün adı “Durhasan Dede” olmuş.
Türbede Selçuklu mimari tarzı görülür, kare planlı, küçük, kagir ve tek kubbeli bir binadır. Türbenin duvarları, oturduğu yuvarlak ve çok estetik pencerelerle süslenmiştir.
Kapı sundurmasının ilk giriş merdiveninde; Türk aşiret boylarının simgesi olan bir mermerde, bir çizinin sonunda, kaz ayağı şeklindeki üç ayaklı bir sembolü bulunmaktadır. Bu kaz ayağı, Yanyatır Tahtacılarının damgasıymış.
Kubbenin tam ortasına rastlayan sandukanın boyu oldukça büyüktür. Günümüz insan boyunun iki katı uzunluğundadır.
Demir bir koruma ile çevrili olan sandukanın üstünde bayraklar, ayetlerin işlendiği yeşil seccadeler vardır. İçeride, dilek sahiplerinin yaktıkları mumları koydukları taşlar, şamdanlar ayrı bir mistik hava katar.
Onun mezarının ayak ucunda, sandukada, bir insan elinin (40-50 cm kadar) girebileceği bir delik vardır. O delikten, dilek dileyen insanların elini uzatarak toprak alması gerekir. Aldığı toprağı hastalıklı yere sarması gerekirmiş.
Türbenin ana kapısı üzerindeki kitabede, 1871 yılında Abidin Efendi tarafından tamir edildiği yazıyor.
TUMLU-DUMLU KALESİ
İlçe merkezine 17 km uzaklıkta Dumlu köyünün eteğinde bulunduğu bir tepe üzerinde kuruludur. Dumlu köyünün hemen batısında ve 75 metre kadar yükseklikteki sert kalkerli bir tepe üzerindedir. Kalenin 25 km kuzeyinde Anavarza kalesi, 20 km güneyinde ise Yılankale vardır.
12’nci yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Asur, Pers ve Romalılar tarafından kullanılmıştır. Dumlu kalesinin hemen güneyinden Ceyhan nehrinin kolları geçer. Kalenin çevrisi 800 metredir ve sağlam olarak günümüze ulaşmıştır.
Kalenin 8 burcu ve doğuya açılan tek kapısı vardır. Kuzey tarafta, kayalar düzeltilerek merdiven yapılmış olup izleri yer yer hala görülmektedir. Kalenin kuzeyinde yarım haç şeklinde birçok mezar vardır.
Bu mezarlar genelde küçük el yapımı mağaralar şeklindedir. Kuzeybatısında mozaikler bulunan kalede, yakın zamanda bir mağara mezar ve bir toplu mezar ortaya çıkmıştır. Köylülerin anlatımlarına göre, kalenin tarihi dokusu 1989 yılında Amerikalıların petrol arama çalışmaları sırasında bozulmuştur.
Havalandırma pencereleri olan bir tünel, tuvalet çukuru olarak kullanılmış sonradan kapatılmıştır.
Gözetleme kulesi ovaya bakar, ayrıca savunma surları ve hendekleri bulunur. Kale içinde ise bazı yapı kalıntıları görülür. Özellikle 3 su sarnıcı dikkat çeker. Tepenin çevresinde ise kaya mezarları vardır.
KURTKULAĞI KERVANSARAYI
İskenderun yolunda, eski Halep kervan yolu olarak bilinen Kurtkulağı beldesindedir. Ceyhan ilçesine 30 km uzaklıktadır.
Kervansaray, coğrafi konumu nedeniyle bir zamanlar çevresi surlarla çevrili bir menzil yerleşmesiyken, zamanla tarihi dokusunu kısmen kaybetmiş, günümüze sadece cami, kervansaray ve çeşmesi ulaşmıştır.
Adana Müzesinde bulunan kitabesine göre, yapı 1659 yılında Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Mehmet Ağa’dır.
Klasik kervansaray mimarilerinden farklı özellikler gösterir. Doğu cephede, kervansarayın beden duvarlarından ileri çıkıntı yapan cümle kapısı ile buradaki iki yerde bulunan müstakil bey odaları, ayrı bir özellik taşır.
Birer kapı ile giriş eyvanına açılan bu odaların müstakil ocakları, dolapları ve hatta helaları olması, önemlerini gösterir ve mutlaka beylere ve ileri gelenlere tahsis edilmiştir.
Kervansarayın bir diğer özelliği: sağ kanadında bu odaların bir yeraltı dehlizine planıdır. Muhtemelen bu dehliz, kervansaray hücuma uğradığında buradan çıkabilmek için yapılmıştır.
Kervansaray: iç beden duvarlarının üst kısımlarında açılmış olan içte geniş, dışta dar olan mazgal pencerelerinden ışık almakta ve bu yüzden loş ve karanlık kısımlar kalıyordu. Bütünüyle çok değişik bir kervansaray olarak karşımıza çıkan Kurtkulağı Kervansarayı özgün bir mimariye sahiptir.
Ancak süsleme açısından son derece sade olan yapıda fonksiyonellik ön plana çıkmaktadır. Yapının sadece ana mekana açılan kapısı ile giriş eyvanının sağında ve solunda yer alan kapıların üzerinde, yuvarlak kemerler oturtulmuş taş süslemeler ve silmeler görülmeye değerdir. Günümüzde burada çeşitli Etnografik eserler sergileniyor.
Kurtkulağı Camisi
Kervansarayın yanında, kitabesine göre: 1601 yılında Haydar Ağa tarafından yaptırılan ilginç mimarisi olan tarihi bir cami var. Bu cami Osmanlı mimarisinin güzel bir örneğidir. 1659 yılında onarım görmüştür. Bu onarımın mimarı Mimar Mehmet Ağa’dır.
Yapının biri kuzeydoğuda ve diğeri kuzeybatıda olmak üzere iki minaresi vardır. Kuzeydoğudaki minaresi ilk inşa döneminden kalmadır.
Çok küçük boyutta olup, avlu giriş kapısının solundadır. Minarenin şerefesi, beden duvarı hizasında kalır. Çok kısa olarak yapılan petek kısmı, biraz daha incedir ve konik bir külahla sonlandırılır.
KAZANKAYA KALESİ
Kurtkulağı köyü yakınlarındadır. Kale: Asur, Pers ve Roma döneminde kullanılmıştır. Halep kervan yolunu korumak için yaptırılmıştır.
Kalenin kuzeydoğu eteklerinde, Abbasilerden kalma kaya mezar kalıntıları ve çeşmeler vardır. Kalenin bulunduğu yer, günümüzde yeşil alan olarak düzenlenmiş ve mesire yeri olmuştur.
Kurtuluş Savaşı sırasında bölgenin Fransız işgalinde, burası Fransız karargahı olarak kullanılmıştır. Buradaki kaya mezarları ise, halk tarafından ziyaretgah olarak kullanılmaktadır.
YILAN KALE (YILANLIKALE-ŞAHMERAN KALESİ)
Ceyhan nehri kıyısında Adana’dan Ceyhan’a giderken karayolu üzerindedir. Misis tepelerinin uzantısı olan Yılankale Tepesi üzerindedir.
Adana il merkezine 30 km uzaklıktadır. Ceyhan ilçe merkezine 13 km uzaklıktadır. E-5 karayoluna 3 km uzaklıktadır.
Belirli bir mesafeye kadar araçla gidebilirsiniz. Sonra aracınızı park yerine bırakın ve yürümeye başlayın, yol gittikçe dik ve kötüdür. Çocuklu aileler gidemez. Ayrıca kesinlikle spor ayakkabınız olmalıdır.
Evet burası Çukurova’nın efsane kalelerinden birisidir. Toros dağlarını aşarak Antakya’ya giden tarihi İpek yolu üzerindedir.
Yılan kale, Ortaçağ’da Çukurova’nın Haçlı işgali döneminde, 12’nci yüzyılda Ceyhan Nehri kenarındaki hakim tepeye yapılmıştır. Hem ovayı hem de tarihi ipek yolunu kontrol etmiştir. Kalenin hemen doğusundan Ceyhan nehri geçer.
Tarihi 11’nci yüzyıla kadar uzanır. Kilikya Ermeni krallığı döneminde Kral I. Levon tarafından yaptırılmıştır. Boyutları ve karmaşık tasarımı ile, Ortaçağ döneminin en etkileyici askeri yapıları arasındadır.
Çok sarp bir tepe üzerinde, alınması olanaksız bir kale gibidir. Korunması kolay, alınması çok güç bir kaledir.
Son derece zeki biçimde tasarlanan ve yerleştirilen sağlam surları, burçları, kale meydanına üç kapıdan sonra ulaşılması ve kapıları birbirine bağlayan portatif merdivenleriyle fethedilmesi zor bir kale olmuştur.
4 cepheli çevresi 700 metredir. Araları mazgallı 2 katlı, ovadaki diğer kaleleri görüş alanı içine alan ikişer katlı 8 burcu vardır.
Burçlar ve araları, tamamen mazgallıdır, bu mazgalların ortaları ateş etmek için delikli bırakılmıştır. Kalenin güneye bakan, demir bir kapısı vardır. Kalenin beden duvarları, adeta dantel gibi işlenmiştir.
Kale planı, 3 avlulu olarak yapılmıştır. En alt kısımda bulunan 2 avlu: güneydoğudaki kanadı korumak içindir. Avluların her birinin, tek bir giriş kapısı vardır. Üstte, zeminden daha yüksek, korunaklı bölüme: her yönden birer merdivenle ulaşılır ve böylece her yöne gidiş geliş kolaydır.
Bu kısım en yoğun şekilde savunulan ve garnizona ev sahipliği yapan yerdir. Kalenin güneye bakan, demir bir kapısı vardır. Buradan girilince, kalenin içinde iç içe 3 giriş bulunur. Bu girişler arasında portatif merdivenler bulunur.
Birinci kapıdan girildikten sonra, çok rahat tuzaklanacak şekilde inşa edilmiştir. İkinci kapı girişi daha da sağlamdır, bugün kapı bağlantı delikleri görülmektedir. Üçüncü kapıda, üst kısımda bir kabartma görülür.
Bu kabartmada: eli açık bir şekilde tahta oturmuş kralın, her iki yanında aslan motifleri görülür. Kapının iç kısmına girilince, tepede haç vardır. Avlu kısmına ilerlendiğinde ise, havalandırma penceresi bulunur.
Bu pencerenin açıldığı bölüme inildiğinde ise, oldukça serin yüksek bir duvarlı oda vardır. Burası muhtemelen erzak depo edilen yerdir. Su kaynağı olmayan kalede, yağmur sularını biriktirmek için sarnıçlar ve bir şapel vardır. Kalenin teraslarına taş merdivenlerle çıkılır.
Kale, 1357 yılında Ramazanoğulları Beyliği döneminde terk edilmiştir.
Evliya Çelebi
Evliya Çelebi, 1671 yılında buradan geçerken kaleyi “şahmeran” kalesi olarak yazmıştır. Çünkü Seyahatnamesinde, burada ensesi tüylü ve boynuzlu yılanların yaşadığını yazmıştır. Ünlü şahmeran hikayesinin kaynağı da bu kaledir. Daha önce kalenin ismi “Govara” kalesiymiş.
Birçok efsane var. Bazı söylentilere göre, bu kalede yılanları eğiten Şeyh Meram isimli birisi varmış. Bir başka söylentiye göre, kalenin surları yılan gibi kıvrımlı imiş. Ağırlıklı söylentiye göre: vücudunun yarısı yılan, yarısı kadın olan ve Lokman Hekim’e ölümsüzlük iksirini veren mitolojik varlık Şahmeran’ın yaşadığı yer olması nedeniyle, kalenin “Yılan kalesi” olarak isimlendirildiğidir.
Öte yandan, burada zemin serin taşlardan oluşur ve bahar dönemlerinde yılanlar bu taşları mesken edinir, böylece yılanlarla ilgili rivayetlerin gerçek olduğu anlaşılır.
SİRKELİ HÖYÜĞÜ VE SİRKELİ MUVATTALİ KABARTMASI
İlçe merkezine 3 km uzaklıkta, eski Misis-Ceyhan karayolu üzerindeki Sirkeli köyünde, Ceyhan nehri kıyısında Sirkeli höyüğü ve Hititlerden kalma bir rölyef vardır.
Sirkeli höyüğü; 300 x 400 metre boyutlarında ve 30 metre yüksekliktedir.
Buradaki yerleşimin MÖ 3000-1200 yıllarından Roma dönemine kadar yani MS 100’lü yıllara kadar devam ettiği tahmin ediliyor. Hatta höyüğün bulunduğu bu yerleşimin antik kaynaklarda sözü geçen ticaret ve kült merkezi Lawazantiya şehri olduğuna inanılıyor. Lawazantiya şehri: Pudhepa’nın doğup büyüdüğü yerdir.
Puduhepa: Mısır Firavunu II. Ramses ile dünyadaki ilk barış anlaşması olan Kadeş Anlaşmasına imza atan Hitit İmparatoru II. Hattuşili’nin karısı ve aynı zamanda Aşk Tanrıçası ve Sawuska rahibinin kızıdır. Sirkeli höyüğü, 2006 yılından bu yana yabancı bir kazı heyeti tarafından, İsviçre Bern Üniversitesinden Prof Dr Miroslav Novak başkanlığında kazılmaktadır.
Kazılarda bulunan çanak-çömlek buluntuları, bu yerleşimin çevre bölgelerden etkilendiği ve ticari ilişkiler içinde bulunduğunu gösterir. Buluntular arasında: Orta Tunç çağı çanak çömlekleri, gaga ağızlı Hitit kapları ve Kıbrıs malları bulunmuştur.
Ayrıca Demir çağına tarihlenen çift duvarlı bir sur savunma sistemi ortaya çıkarılmıştır. İç sur duvarının iç kısmında, birçok yerleşime ait evler mevcuttur. Dış sur duvarının üzerinde ise, birtakım izler bulunur. Bu izler askerlerin ellerindeki mızraklarla sur duvarına nasıl saldırdığını gösterir.
Yapılan incelemelere göre bu sur duvarının MÖ 9’ncu yüzyıla tarihlenmektedir. Kapının dış cephesindeki izler, muhtemelen Asur Kralı Şalmanes III (MÖ 858-824) tarafından yapılmış kuşatmanın izleridir. Bu durum, MÖ 835 yılında kalenin ayakta olduğunu gösterir. Surlar daha eski zamanda yapılmış, küçük çaplı bir kale üzerine inşa edilmiştir.
Yine burada kazılarda bulunan bir amulet yani muska üzerinde Hitit hiyeroglif ve çivi yazısı ile “Lawazantiyanın Beyi” yazılıdır. Çukurova yöresinin antik dönemdeki ismi “Kizuvatna” dır.
Kizuvatna bölgesinin iki önemli dinsel merkezi vardır. Bunlardan biri Lawazantiya ve diğeri ise Kummanni’dir.
Birçok bilim insanı Kummani’nin Sirkeli ve Lawazantiya’nın ise Tatarlı olduğunu iddia ederler. Ancak burada bulunan amulet nedeniyle, ya burası Lawazantiya ya da oradan gelen birisi, amuleti burada düşürmüş olmalıdır. Sonuç olarak buranın hangi din merkezi olduğu hakkındaki araştırmalar devam etmektedir.
Orta Anadolu’yu, Kilikya kapıları yani Gülek boğazı üstünden, Suriye’ye bağlayan tarihi yol üzerindedir. Yerleşimin güneybatıdan kuzeydoğuya devam eden bölümünde bir kayalık vardır ve bu kayalığın üzerinde ise kayaya işlenmiş bir rölyef bulunur.
Bu rölyef, Anadolu’daki en eski Hitit kaya kabartmasıdır.
Bu rölyef: Hitit İmparatoru Muvatalli, Mısır Firavunu Ramses ile yaptığı Kadeş savaşına giderken buraya uğramış ve buradan Ceyhan nehrini geçmiştir. Rölyefte Hitit İmparatoru II. Mutavalli (MÖ 1290-1272) görülmektedir.
Kabartmaların üzerinde, atalarına ithafen saygı ifadeleri vardır. Bu olaydan sonra, Hititler tarafından buranın kutsallığına inanılmıştır.
Muhteşem güzel bir yer, tam bir doğal cennet ama öte yandan tarih meraklıları için, Kınık bölgesindeki antik şehir kalıntıları ilgi çekiyor. Öyle ki, burada, 100 yıldır kazılan, Hitit başkenti Hattuşaş’da bulunandan daha fazla madeni kap bulunmuştur.
Bence, buralardan geçerseniz, Devrekani için mutlaka zaman ayırın ve tarih meraklıları, mutlaka gidin “Kınık” antik kenti kalıntılarını görün. Çünkü, bir zamanlar burada büyük bir yerleşim yeri bulunduğu kesin, hatta yerin üstü yanında, yer altında da büyük bir şehir kurulmuş, ama henüz bu kalıntılar tam olarak kazılmamış, ileri tarihlerde tam olarak kazıldığında nelerin ortaya çıkacağı meçhul ama büyük bir kültürün kalıntılarının bulunacağı kesin.
ULAŞIM
Devrekani ile bağlı bulunduğu il merkezi Kastamonu arasında, 1200 metre yükseklikte “Oyrak geçidi” bulunmaktadır. Ayrıca, 1985 metre yükseklikteki “Yaralıgöz” geçidi de bulunuyor.
Devrekani il merkezi Kastamonu şehrine, 30 km. uzaklıktadır. Devrekani, Seydiler ilçesine, 12 km. uzaklıktadır. Devrekani-Küre arasındaki uzaklık: 42 km. Devrekani-İnebolu arasındaki uzaklık: 73 km. Devrekani-Bozkurt arasındaki uzaklık: 66 km. Devrekani-Çatalzeytin arasındaki uzaklık: 71 km. Devrekani-Taşköprü arasındaki uzaklık: 71 km.
TARİHİ
Devrekani isminin kaynağı hakkında söylenenler şöyledir: “ İsfendiyar oğulları zamanında, burada, geçici konaklama için bir “Han” yapılmış ve burası “Devlethanı” olarak isimlendirilmiştir. Devlethanı kelimesi, zamanla “Devrekani” olarak günümüze ulaşmıştır.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk: şapka devrimi sırasında, 1925 yılında bölgeye geldiğinde, bu ilçede de 28 Ağustos tarihinde misafir olmuş ve bu günün anısına, her yıl, 28 Ağustos tarihi, “Kültür ve Sanat Haftası” olarak şenliklerle kutlanmaktadır.
İlçe: 1944 yılında, ilçe statüsüne kavuşmuştur.
GENEL
Batı Karadeniz bölgesindedir. Denizden yükseklik 1050 metredir. İlçe merkezinin bulunduğu bölüm kayalık olması nedeniyle, deprem riski yok denilecek kadar azdır.
Devrekani çayı, yörenin en önemli akarsuyudur. İlçenin kuzeyinde, İsfendiyar yani Küre dağları bulunmaktadır. Buralardaki yükseltiler, yer yer: 1250 metrenin üstüne çıkmaktadır. Yani, coğrafi yönden dağlık ve ormanlık bir yapı hakimdir.
Yöre insanının ekonomik etkinliklerinin başında, hayvancılık gelmektedir. Tarımsal faaliyetlerin temelinde ise, şeker pancarı, patates ve yem bitkileri gelmektedir.
Bölgede: kıyıdan itibaren İsfendiyar dağlarının yükselmesi nedeniyle, karasal iklim görülür ve buna bağlı olarak: yazları sıcak, kışları ise soğuk ve yağışlı geçer. Özellikle, gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı çok yüksektir.
Son bir konu, yörede kurulan ve çevrenin yoğun talebi bulunan “Pazar” dır. Pazar günleri kurulan bu Pazar, çevre il ve ilçelerden gelenler tarafından çok tercih edilir ve ilçenin hareketlenmesine sebep olur. Ayrıca: Fatih Sultan Mehmet’in annesinin gelin olduğu Çayırcık Mahallesinde, her yıl “Fetih Şöleni” düzenlenmektedir.
Yörede, buraya has “Devrekani bezi” dokunmaktadır. Bunu beğenirseniz, satın alabilirsiniz. Özellikle, masa örtüsü olarak kullanılıyor.
NE YENİR-NE İÇİLİR
Buralara yolunuz düşer ve yerel lezzetlerden tatmak isterseniz, önerim: etli ekmek, banduma ve cırık olabilir. Etli ekmek: dana kıyması, kuru soğan, nane, maydanoz, kara biber, kimyon ve diğer baharatlar, un ve sıvı yağ kullanılarak yapılan bir tür pide denilebilir.
Banduma ise: haşlanmış hindi suyu, yufka ekmeği, ceviz içi, tereyağı ve hindi eti kullanılarak yapılır.Cırık yani sıkma ise, bir tür hamur işi tatlıdır.
GEZİLECEK YERLER
MERKEZ İSMAİL BEY CAMİSİ
İlçe merkezinde, İsmailbey mahallesindedir. 1231 yılında, İsmail bey isimli bir şahıs tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir, çünkü kitabesi yoktur. Minaresi, tuğladandır. Cami, günümüzde ibadete açıktır.
ÇAYIRCIK CAMİSİ
İlçe merkezinin 1 km. batısındaki, Çayırcak mahallesindedir. Kitabesine göre: 1455 yılında, Candaroğullarından İsmail bey tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde ibadete açıktır.
FATMA HATUN TÜRBESİ
Devrekani yöresinde, Candaroğullarına ait bir mermer lahit mezar bulunmaktadır. Merkeze bağlı Sazyaka köyündeki bu lahidin boyu: 1.40 metre, yüksekliği: 0.60 metredir. Baş kısmında bir yazıt bulunmakta olup, bu yazıtta: Teoman Ece kızı Fatma Hatun’un 1448 yılında öldüğü ve burada yattığı yazılıdır.
ASLAN HEYKELİ
Çayırcık mahallesinde, Roma dönemine aittir. Ancak, daha önceki dönemlere de ait olabileceği değerlendirilmektedir. Aslan: kralın asilliğini göstermektedir. Dolayısı ile, Çayırcık mevkiinde bulunan bu aslan heykeli, eski dönemlerde buranın önemli bir yerleşim alanı olduğunu kanıtlamaktadır.
BEYLER BARAJI-FOSİL
Burası, ülkemizde dinozor fosilinin ilk defa bulunduğu yer olarak önem kazanmaktadır. Evet, 1999 yılı Ağustos ayında, Beyler Barajı çevresinde, günümüzden 65-70 milyon yıl öncesine ait ve denizlerin dinazoru olarak bilinen bir fosil kalıntısı bulunmuştur.
Bu fosil, Türkiye ve Batı Asya bölgesinde bulunan ilk fosil keşfidir. Aynı tür fosil kalıntıları daha önceki yıllarda: Amerika, Hollanda, Belçika, Polonya ve Bulgaristan yörelerinde bulunmuştur.
Fosil kalıntısı, yaklaşık 17.5 metre uzunluğundadır. Kafa bölgesinin uzunluğu ise, yaklaşık 1.5 metredir. Alt çene uzunluğu: 70 cm. dir ve çenede, 10-12 cm. uzunluğunda kesici ve parçalayıcı dişler bulunmaktadır.
BELOVACIK KÖYÜ
İlçe merkezine 17 km. uzaklıktadır.
Burada, bir gölet var ve gölette: Renkli akvaryum balıkları bulunuyor ve yetiştiriliyor. Bu renkli balıklar, bir süre önce bu sulama göletine bırakılmışlar ve zamanla çoğalmışlardır.
Gerçekten ilginç, bu gölette bulunan renkli balıklar, çevreden gelenler tarafından ziyaret ediliyor.
KURTŞEYH TÜRBESİ
İlçe merkezinde, Kurtbey mahallesinde, Tekke sokaktadır. Yapının, kitabesinde, 1028 yılında yapıldığı yazılıdır.
ALAMAN DAĞI
İlçe merkezine 7 km. uzaklıkta, Bozkocatepe-Kurukavak köyleri sınırları içindedir. Burası, güzel bir mesire yeri olarak günübirlik ziyaretçiler tarafından yoğun olarak tercih edilmektedir. Ancak, gerekli piknik ve konaklama alt yapısı bulunmamaktadır.
ANTİK HİTİT ŞEHRİ
Kınık köyündedir.
Burada, 1994 yılında başlayan arkeolojik kazılarda, birçok antik dönem eseri gün ışığına çıkarılmıştır. Hatta, yapılan araştırmalarda, burada bir yer altı ve bir de yer üstü şehri bulunmuştur. Aslında, burası tesadüfen bulunmuştur. Şöyle ki: burada yapılacak bir baraj için yapılan hafriyat çalışmaları sırasında, bir dozer operatörü tarafından, bir grup Hitit madeni kabı bulunur.
Dozer operatörü: bu eserleri uzun süre kendisiyle birlikte bulundurmuş ve daha sonra Kastamonu Arkeoloji Müzesine teslim etmiştir.
Aynı yıl, Prof. Aykut Çınaroğlu, Kastamonu Müzesinde bu eserleri görür ve yazdığı makale ile, bu eserler hakkında, bütün dünyaya bildirimde bulunur.
Hitit başkenti olan Boğazköy-Hattuşa bölgesinde bile, bu kadar çok sayıda madeni kap bulunmaması ilgi çekmiştir.
Dolayısı ile, bu kadar çok madeni kabın bulunduğu buranın derhal arkeolojik araştırmaya alınması düşünülmüştür. Böylece 1994 yılında resmi arkeolojik kazı çalışmalarına başlanmıştır.
Araştırmalarda: bölgede, günümüzden 4500 yıl öncesinde yerleşim bulunduğu öğrenilmiştir. Bu yerleşim ana kaya üzerine kurulmuş ve burada, taş duvarlarla çevrili, birçok odası bulunan küçük mekanlar oluşturulduğu görülmüştür. Ayrıca, yine çok sayıda fırın kalıntısına rastlanır.
Burada yaşayan halk, yakın çevreden ve büyük olasılıkla “Küre” bakır yataklarından elde ettikleri hammaddeleri bu metal eritme fırınlarda eriterek kullanmışlardır. Ayrıca, yine ortaya çıkan besi hayvanı kemik kalıntıları ve orak gibi kalıntılardan, burada tarım ve hayvancılık yapıldığı anlaşılmıştır.
Tüm bunların yanında, dokumacılık da önem kazanmıştır. Çok sayıda dokuma tezgahı ağırlıkları, ip eğirmede kullanılan edevat bulunmuştur. Yani, yöredeki dokumacılığın günümüzden 4500 yıl öncesine kadar uzandığı anlaşılmaktadır.
Ayrıca, yine aynı yerde, bir anıtsal binanın temellerine ulaşılmıştır ki, bu yapının Hitit Beylerini saraylarına benzerliği dikkat çekicidir. Bu yapının: doğu yönündeki dış duvarı, 3 metre yüksekliğindedir.
Uzunluk 65 metre, kalınlık ise, 2.5 metredir. Yapının, günümüze kadar olan süreçte, yalnızca 6 odası gün yüzüne çıkarılmıştır. Yapının tamamı kazılıp ortaya çıkarıldığında, esas işlevinin anlaşılacağı değerlendirilmektedir.
Yazının başında belirttiğim gibi, burada, Hitit dönemine ait çok sayıda madeni kap bulunması ilgi çekmektedir. Çünkü, günümüze kadar, Hitit dönemi bakır kaplarının büyük bölümü, illegal yollardan bulunmuş ve yine birçoğu yurt dışına kaçırılmıştır.
Bu madeni kaplar: değerli metallerden yapılıyordu ve Hitit dini metinlerinde söz edildiği gibi, yalnızca kutsal mekanlara ve de kralların gömüldüğü taş evlere konuluyordu.
Evet, bölgedeki kazılarda bulunan diğer kalıntılar şunlardır: boğa başlı kutsal içki kapları, üzerinde hiyeroglif yazılar bulunan bantlı çanak, boğa başları ile süslü kap ayaklığı, çok sayıda maşrapa.
Özellikle birçok kalıntıda boğa başı bulunması, Hitit baş tanrısı Fırtına Tanrısı Teşupun hayvanının “boğa” olması ile özdeştirilir. Buna bağlı olarak, dini törenlerde, Fırtına Tanrısına, boğa başlı kaplarla sunular sunulurdu. Çanak ise, yine üzerindeki yazı ve resimler nedeniyle, Hitit döneminden günümüze kalan, tek eserdir.
Bu çanak üzerindeki yazıda “Taprammi” ismi geçer ve bu şahıs: Boğazköy-Hattuşaş belgelerine göre, MÖ. 13’ncü yüzyılda, Hitit kralı IV. Tuthalia zamanında yaşamış bir önemli saray görevlisidir.
Çanak üzerindeki yazıt, Kastamonu yöresinde bulunan en eski yazıt özelliği taşımaktadır. Çanak üzerindeki resimlerde ise, av sahneleri resmedilmiştir. Sonuç olarak, bu çanağın: saray görevlisi Taprammi tarafından, Fırtına Tanrısı Teşup’a sunulan bir adak kabı olarak değerlendirilmektedir.
Araştırmalarda, Hitit dönemi devamında, bölgede Frig egemenliğinin kurulduğu anlaşılmıştır. Frig dönemine ait, özellikle 3 bin yıllık dokuma tezgahı malzemeleri, bir mühür ve dini semboller halindeki idoller bulunmuştur.
KAYA MEZARLARI
Mezarlar: Abana-Bozkurt kara yolunda, yoldan 1 km. içeride, İnceğiz köyündedir. Mezarlar: 40 metre boyunda ve 8 metre yüksekliğindeki bir kayaya oyularak yapılmıştır. Mezarlar: birisi altta, ikisi üstte olmak üzere, üç oda şeklindedir.
Alt oda: zemin düz, üstü kubbemsidir.
Boyu: 2.70 metre, eni: 2.50 metre, yüksekliği: 2 metredir. Sağ ve arka duvarda, birer tane ölü sediri bulunmaktadır.
Üst oda: Burada, iki oda var. Odalardan birisinde, bir ölü sediri ve bunun üstünde bir alınlık görülüyor. Diğer odada ise, ölü çukuru bulunuyor. Mezarların tümü, define avcıları tarafından büyük hasara uğratılmış olduklarından, yapılış tarihleri ve yaptıranlar hakkında bilgi sahibi olunamamıştır.
Ancak, Roma veya Bizans dönemi yapıları olduğu sanılmaktadır.