Boğaziçi’nin batı yakasında, Bebek ve Baltalimanı arasındadır. Türklerin, 1450 yılında, Rumeli’de ilk yerleştikleri bölgedir. Evliya Çelebi, bu bölge hakkında şöyle demiştir “Yahudisi, Meyhanesi, Bozahanesi dahi bulunmaz” Günümüzde de, burası bu konuda çok zengin sayılmaz. Burada, sadece 1-2 mekan açıktır. Ancak, bir zamanlar: semtin sahil boyunda ve hisar çevresinde, seyyar tektekçiler yani açık hava meyhanecileri geziniyormuş. İlkbaharda Hisar’ın bademleriyle taze meyvelerinin, hele kirazı ve vişnesinin tadına doyum olmaz. Yine Evliya Çelebi: Seyahatnamesinde “diyar-ı Acem” de, bu kirazlara “Gülnar-ı Rum” dendiğini ve “iki adet kirazın bir dövme riyal ağırlığında” geldiğini anlatır.
RUMELİ HİSARI
Bölgenin ismi antik dönemde “Hermaion” olarak bilinmektedir. Bizans döneminde ise, burada: “Foneos” isimli ve balıkçılıkla uğraşılan bir köy bulunmaktadır. Daha arkalarda, tepelere doğru ise yeşil bağlıklar bulunuyordu.
1452 yılında: Sultan II. Mehmet, Boğazın kontrolünü ve kuzeyden Bizans’a gelebilecek yardımları önlemek için bir hisar yapmaya karar verir.
Hisar: “Dua Tepe” ve “Şehitlik Tepe” denen iki tepe üzerine kurulmuştur. Şehitlik Tepe: Rumeli Hisarının inşaatını engellemek isteyen Bizans askerleriyle çarpışarak şehit düşenlerin gömüldüğü yerdir. Buradaki en eski mezar taşları: 1450-1451 yılları arasını kapsamaktadır.
Hisarın yapımına başlandığında: Bizanslılar telaşlanarak önce kaleyi ele geçirmeyi düşünürler. Ancak, Sultan onlara kaleyi; şehri ve Akdeniz-Karadeniz hattında dolaşan tüccarlara saldıran korsanları önlemek için yaptırdığını söyler. Bizanslılar, böylece hisarın yapılmasına göz yumarlar.
İstanbul boğazının en dar yerinde ve Anadolu Hisarının tam karşısında (ikisi arasındaki mesafe 660 metredir) inşa edilen hisarın surlarının uzunluğu: kuzeyden güneye 125 metredir ve üç büyük kulesi vardır. Mimari açıdan, Orta çağ askeri mimarisinin güzel bir örneğidir.
Hisarın yapımında: bizzat Sultan II. Mehmet idaresinde: bin kadar usta ve bunun iki katı kadar da ırgat çalışmıştır. Hisarın projesi, yapılacak surlar, burçların, kapıların yerleri, aralık ve mesafeleri bizzat Sultan II. Mehmet tarafından belirlenmiştir. Mimar ise Muslihiddin Ağa’dır. Kendisi Edirne üç şerefeli cami ve tarihi Uzunköprü’nün de mimarıdır.
Hisarın yapımında: dönemin ileri gelenleri himmette bulunmuş, harcamalara katılmışlardır. Ayrıca: belli bazı kule ve beden duvarlarının da hızlı yapılmasından sorumlu tutulmuşlardır. Fakat, sadece güneydoğudaki kule, üzerindeki kitabeye göre, Zağanos Paşa idaresinde yapılmıştır.
Bir görüşe göre; kuzeybatıdaki kule Saruca Paşa ve kıyıdaki kule Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılmıştır. Sultan’da kalan işlerle uğraşıyordu. Hatta: askerlerin sevgisini, desteğini ve saygısını kazanmak için inşaat sırasında, göstermelik te olsa birkaç kez taş taşıdığı söylenir.
Kıyıda toplanan inşaat malzemelerini ve çalışanları güvence altına almak için, önce kıyıdaki Halil Paşa burcu yapıldı.
Saruca Paşa burcu: 28 metre yükseklikte ve dış çapı 23.80 metre ve duvar kalınlığı 7 metredir. Kıyıdaki Halil Paşa burcu: 22 metre yükseklikte ve dış çapı 23.30 metre ve duvar kalındığı 6.5 metredir.
Zağanos Paşa burcu: 21 metre yükseklikte ve dış çapı 26.70 metre ve duvar kalınlığı 7 metredir. Sarıca ve Zağanos paşa burçları yuvarlak, Halil paşa burcu ise 12 köşelidir. Üstleri kurşunla örtülmüştür.
Surların kalınlığı: taarruza açık batı tarafından her yerde beş metre ve güney tarafında ise üç metredir. Bazı yerlerde dört metredir. Surlar dışında: dışarıya karşı iki metre yükseklikte, seksen santimetre genişlikte mazgallarla korunan bir devriye yolu vardır.
Dünyanın en büyükleri olarak kabul edilen bu üç büyük burçtan başka, küçük kuleler de vardı. Kulelerin içi ahşaptı ve her katta bir ocak bulunuyordu. Hisarın içinde dizdar ve nöbetçi yeniçerilerin evlerinden başka, Fatih tarafından yaptırılan bir mescit, mescidin altında bir sarnıç ve iki de çeşme bulunuyordu.
Hisar: 4 ayda bitirilir. Süleymaniye Kütüphanesindeki bir yazılı esere göre, hisar 139 günde bitirilmiştir.
Boğazdaki akıntı yüzünden, gemiler, Avrupa yakasında kıyıya yanaşmak zorunda kalırlar. Böylece hisarın gücü ve etkinliği daha da artar.
Hisar böylece, kendisine yaklaşan hedefleri, toplarının en uzak menzil mesafesinde karşılayarak, güneyde en uzun mesafeye kadar takip edebiliyordu.
2000 metre uzunluğundaki Rumeli Hisarına 400 yeniçeri ve Firuz Ağa atandı. Hisar, kuvvetli toplarla donatıldı. İlk olarak 10 Kasım tarihinde Karadeniz’den gelen 2 Venedik gemisine ateş açıldı. 26 Kasım tarihinde bir gemi batırıldı. 2 Aralık tarihinde, bir Trabzon gemisi, bu ateş barikatını güçlükle aşabildi. Böylece, hisarın tasarlanan görevi yapabileceği anlaşıldı.
Fatih Kararnamesine göre: Rumeli Hisarında, yatsı namazından sonra ve sabah namazından önce, iki defa nevbet vurulması gerekirdi. Cuma ve bayram günleri, hisara bayrak çekilmesi ve padişahlar Boğaz’da gezintiye çıktıklarında, hisar önünden geçerlerken topla selamlanmaları da kanun gereğiydi. Hisar’dan dizdar ile hisar ustası unvanı taşıyan subaylar sorumluydu.
Nevbent: Osmanlı devletinde, sarayda ve bazı özel yerlerde sabah, ikindi, yatsı zamanlarında çalınan askeri mızıkadır. Buna nevbet-i Sultani de denirdi. Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren gelenek olan bu nevbent, sonraları geniş bir kadrolu mehterhane tarafından icra edilmeye başlandı.
Osman Gaziden, Fatih Sultan Mehmet hana gelinceye kadar, nevbent çalmaya başlanınca, padişahlar ayağa kalkar ve öylece dinlerdi. Fatih Sultan Mehmet, çıkardığı kanunla ayakta dinlemeyi kaldırdı. Nevbent vurma esasları, kanuna bağlandı.
Mehter takımı, her gün padişahın bulunduğu yerde ikindi zamanı çalınır, sonra dua edilerek, nevbent merasimi biterdi.
İstanbul’un alınmasından sonraki dönem
İstanbul’un alınmasıyla birlikte, hisarın görevleri de büyük ölçüde biter. Çünkü: İstanbul’u, Karadeniz’den gelecek tehlikelere karşı koruyabilmek için, fazla güneyde kalır. Zaten, fetihten sonra, burası bir “Devlet Hapishanesi” yapılır.
Suçlu yeniçeriler burada cezalarını çekerler ve Osmanlı ile savaşa giren yabancı ülke elçilik mensupları, burada gözaltında tutulur. Önemli suç işleyen yeniçeriler: Süleymaniye ve Beyazıt arasındaki Paşakapısı denen Yeniçeri Ağası Sarayında muhakeme edildikten sonra: Yemiş İskelesi denen yerde yeniçeri kolluğuna bindirilir ve buradan kayıkla Rumeli hisarına getirilirdi.
Bunlar: hisar muhafızları tarafından gece yarısı boğulur, ayağına gülle bağlanıp denize atılır ve infazın yapıldığı bir top atışı ile duyurulurdu.
Yabancı devletler, Osmanlı devletiyle savaşa girdiklerinde ise, 16 yüzyıldan sonra, savaşa girilen ülkenin bütün elçilik mensupları, Rumeli hisarında enterne ediliyordu. Bu yüzden: burası yani Rumeli Hisarı, Avrupalılar arasında: korku verici olarak şöhret kazanmıştı. Hatta: buraya, yabancı elçilik mensupları için “Karakule” ismini vermişlerdir.
Çünkü siyah bir salyangoz şeklindeki kule, Konstantinopolis şehrinden sadece iki mil uzaklıkta, bir kayalığın üstüne kurulmuştur. Konstantinopolis şehrini fetih etmeden önce, Sultan II. Mehmet, bu kara kulede yani Rumeli Hisarındaki bir odada yaşıyormuş.
Hisar: Sultan II. Beyazıt döneminde: 1509 yılında küçük kıyamet denen depremde zarar gördü ve hemen tamir ettirildi. 1746 yılında ise, hisarda bir yangın çıktı ve hisar tahrip oldu. Yangından dolayı oluşan hasarlar, 1700’lü yılların sonlarında Sultan III. Selim döneminde onarıldı.
Sultan Abdülaziz döneminde: buraya bir saray yaptırılması ve Amerikan Kolejinin isteği üzerine manzarayı kapattığı için hisarın bir kısım duvar ve kulelerinin yıkılmasına karar verildi. Ancak yıkım işçileri, Ahmet Vefik Paşa tarafından bastonla kovalandı ve bu durum, o dönemde halk arasında büyük etki yarattı ve hükumet, yıkım kararından vazgeçti.
1917 yılında Rumeli Hisarında, bir deniz müzesi yapılmasına karar verildi ve bir tasarı hazırlandı ve iş, bir Alman firmasına ihale edildi. Ancak, hemen sonrasında Osmanlı devleti, Mondros Mütarekesiyle yeni bir krize girince, 1918 yılında bu tasarıdan vazgeçildi. Sonrasında ise hisar, kendi haline bırakıldı.
Zamanla: buraya halkın yerleşmesine izin verildi. Önceleri: kale kumandanı ve muhafızların oturdukları ve hisarın ilk yapıldığı zamandan beri var olan avludaki evler de yerlerini küçük bir mahalleye bıraktı. Mahalle, uzun yıllar boyunca iyice kalabalıklaştı ve ahşap yapılarla doldu. Köşkler ve evler, iki mahalle oluşturdu.
İstanbul’un fethinin 500 yıl dönümünde: 1953 yılında: hisarın büyük bölümü: turizm amaçlı olarak tamir edildi ve avludaki evler istimlak edilerek kaldırıldı. İçine bir açık hava tiyatrosu eklendi ve aynı zamanda müze haline getirildi. Böylece Rumeli Hisarı kurtarılmış oldu.
Hisarlar Müzesinde: açık teşhir yapılmakta olup, sergi salonu ve depo yoktur. Döküm toplar, gülleler ve Haliç’i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede teşhir edilmektedir. Ayrıca: Saruca Paşa Müzesi ve Serpuş Müzesi olmak üzere iki müze bulunmaktadır. Geçmiş dönemlerde intihar olayları yaşandığı için, yüksek burçlara çıkmak yasaklanmıştır.
Kale içinde, anfi tiyatro şeklindeki açık hava sahnesi: Hisarlar Müze Müdürlüğüne bağlıdır ve yaklaşık 1350 seyirci kapasitelidir. Yaz aylarında: burada konser, tiyatro ve dans gösterileri düzenlenmekte, tüm dekor ve teknik aksam, etkinlikler için dışarıdan getirilip kurulmaktadır.
Aldığım bir duyuma göre: son çalışmalar çerçevesinde burada sahnenin bulunduğu yere bir mescit yaptırılıyormuş ve bundan sonra burada konser gibi etkinlikler düzenlenmeyecekmiş.
Mescit yapılmasına sebep olarak, 1884 depreminde burada bulunan mescidin yıkılması gösteriliyor. Yine söylenenlere göre: bu mescit: Fatih Sultan Mehmet’in namaz kıldığı ve hisar içinde kalan “Ebu’l Feth” yani “Fethin Babası” isimli camidir. Bu caminin minaresi, virane şekilde halen durmaktadır.
Ayrıca, yine hisarın içinde: yeşil alanlarda ve manzaralı yerlerde, birçok çay bahçesi ve kafeterya bulunmaktadır. Bu manzaralı yerlerden en ünlüsü: Duatepe Parkıdır ve hisarın üst kısmındadır.
Son bir not: Anadolu hisarından bakıldığında, Rumeli Hisarının yerleşiminin Arapça bazı harfleri hatırlattığı söylenmektedir. Bu görüşe göre, hisarın yerleşimi, Arapça “mim-heh-mim-de” harfleri “Mehmet” ismini yazmaktadır.
HİSAR İSKELESİ-ÇINARLI RESTORAN
Bu tarihi vapur iskelesi, Boğaziçi’nin en eski vapur iskelesidir. Yapılış tarihi olarak 1880 yılı belirtilmektedir. Günümüzde, İstanbul Deniz Hatlarından kiralanan bu iskelede, bir balık restoranı bulunuyor.
Bu restoran Çınarlı restorandır. Burası: Rumeli Hisarının demirbaş tesislerinden birisidir. Karaca restoran olarak da bilinir. Tesis 1959 yılında açılmıştır. Restoran, içindeki çınar ağacı ile de çok ünlüdür.
DENİZ ÇAY BAHÇESİ-ALİ BABA
Deniz Çay Bahçesinin müdavimleri, burayı eski Ali Baba diye de bilirler. Müşterileri daha çok gençlerdir. Hatta daha genel anlamda, müşterilerin geneli Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve mezunlarıdır.
MISIRLI YUSUF ZİYA PAŞA YALISI
Dönemin ünlü tüccarlarından olan Yusuf Ziya Paşa: Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa ile aralarındaki rekabet nedeniyle, burada yaptırdığı yalısını: yedi katlı yaptırmıştır. Yalı, kulesiyle birlikte on katlıdır.
Yusuf Ziya Paşa: gemileriyle İtalya’dan Osmanlıya ticaret yapmaktadır. Rumelihisarı’ndaki bu yalının yapımına: Marsilya tuğlaları kullanılarak 1910 yılında başlar. Ancak I. Dünya savaşının başlamasıyla inşaatı yapan ustalar askere alınır ve çalışmalar yarım kalır. Aynı dönemde, paşanın ticaret gemilerinden iki tanesi batar ve paşa ekonomik sıkıntı yaşamaya başlar.
Bu yüzden: inşaat tamamlanamaz ve boş kalan ikinci ve üçüncü katlar nedeniyle, yalı, çevrede “perili köşk” diye anılmaya başlar. Hatta: Yusuf Ziya Paşa, maddi sıkıntıya düşünce ailesiyle birlikte Mısır’a göçmüş ve bu yüzden inşaat ıssız ve başıboş kalmış ve bu yüzden “Perili Köşk” denildiği de rivayet edilir.
Daha sonra: köşkün inşaatı kalfalar tarafından tamamlanır. Hatta, köşkün bulunduğu kayalığın taşları kırılıp tuğla yerine kullanılır. Bu yüzden, köşkün iç yapısında düzgün bir işçilik görülmez. Ancak işçilerin bu çalışmaları sırasında birçok söylenti ortaya atılır. Tadilat ve tamirat sırasında, işçiler çalışırken çok defa Paşanın karısının hayaletini gördüklerini iddia ederler.
Yusuf Ziya Paşa, bir süre sonra Mısır’da ölür. Vasiyeti üzerine, yalının en üst katının taşları sökülerek Mısır’a götürülür ve bu taşlardan Yusuf Ziya Paşanın mezarı yapılır. Böylece, Paşa, yalının cihannüma kulesini, kendisine mezar odası yaptırmıştır.
Yusuf Ziya Paşa: 1926 yılında vefat edene kadar, ikinci eşi Nebiye Hanım ve Nebiye Hanımın ilk eşinden olan kızları Sabiha ve Melek: bu yalıda yaşadılar. Paşanın vefatından sonra da aile, 1993 yılına kadar yalıda oturmayı sürdürdü. 1993 yılında yalı, bir kişiye satıldı ve satın alan kişi tarafından restorasyon çalışmaları başlatıldı. Ancak köşkün kullanılmaz durumda olduğu görülünce, ilk hali göz önüne alınarak yeniden yapıldı.
Dış görünüşü aynen korunurken, iç görünüşü tamamen değiştirildi. Türkiye’de il’ ve tek olan ışık tüpü uygulaması, buradadır. Binanın dört katından geçen ışık tüpü, güneş ışınlarını helistatlar vasıtasıyla büyük aynaya yansıtır ve içeriye doğal ışık verilir. Ayrıca geceleri, 1400’ü aşkın renk çeşidiyle renkli aydınlatma yapılır.
İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.
İstanbul boğazı Avrupa yakası gezi yazısı için.