Ülkenin kuzeyindedir. Hayrana kelimesinin anlamı Tanrının evidir. Hindu tanrısı, Vişnu ve Ayana, yani “yurt-ev” sözcüklerinden türemiştir.
Ülkenin en zengin eyaletlerinden biridir ve kişi başına düşen gelirin büyüklüğü açısından, üçüncü sırada gelmektedir. Eyaletin en büyük ekonomik etkinliğinin başında: binek otomobili, iki tekerlekli motor ve traktör üretimi gelmektedir. Özellikle, otomobil üretimi önem kazanmaktadır. Ayrıca: Asya’nın en büyük kağıt fabrikası, şeker fabrikası ve kereste endüstrisi, bu bölgede bulunmaktadır. Ülkenin en büyük demiryolu atölyesi de buradadır.
Bölgenin coğrafi özellikleri: deniz seviyesinden 200-1200 metre yüksekliktedir. Bölgede, 1553 km. karelik bir orman alanı bulunmaktadır. Yamuna nehrinin doğu sınırı boyunca, Hayrana nehri akar.
Bölgenin iklim şartlarının özellikleri: yaz ayları çok sıcak ve kışlar soğuk geçer. Mayıs ve Haziran ayları çok sıcak, Aralık ve Ocak ayları ise en soğuk aylar olarak dikkat çeker. Yağışlar, özellikle muson sezonunda, yani Temmuz ve Eylül ayları arasındaki dönemde gerçekleşir. Bunlar, bazen yörede, büyük su baskınlarına yani sellere neden olur.
Eyalet başkenti: Chandigarh şehridir.
CHANDİGARH ŞEHRİ
Şehrin ismi: Chandi Mandir isimli tapınaktan gelmektedir. Hint ordusunun batı bölgesi komutanlığı, şehirde konuşlanmıştır.
Şehir: ülkenin ilk planlı ve uluslararası mimari ve kentsel tasarım açısından, öne çıkan şehridir. Şehir: ünlü bir kısım mimar tarafından tasarlanmış projelerle doludur.
Bölgede: nemli subtropikal iklim hüküm sürmektedir. Buna bağlı olarak: yazları çok sıcak ve kışları ılıman geçmektedir. Aralık ve Ocak aylarında, nadir kar yağışı görülür.
CHANDİ MANDİR TAPINAĞI
Şehir merkezinin 10 km. uzağında, bir Hindu tapınağıdır. Navratras festivali sırasında, binlerce kişi tarafından tapınak ziyaret edilir. Tapınak içinde: çeşitli Hindu tanrılarına ait heykeller bulunmaktadır.
SUKHNA GÖLÜ
Burası, ördek ve kazların yoğun olarak bulunduğu ve kış sezonunda, Sibirya ve Japonya bölgelerinden gelen göçmen kuşların konakladıkları bir doğal ortamdır.
CHANDİGARH DEVLET MÜZESİ VE SANAT GALERİSİ
Yapı: 1947 yılında yapılmıştır. Müze ve sanat galerisi, şu bölümlerden oluşmaktadır. Ulusal Tarih Müzesi, Portreler Ulusal Galerisi ve Chanigarh Mimarlık Müzesidir. Müze içinde, ayrıca küçük bir kafeterya bulunuyor. Sergilenen eserlerin sayısı ise, 10 bin civarındadır.
YÜKSEK MAHKEME BİNASI
Külliye, 1951-1957 yılları arasında inşa edilmiştir. Bir şemsiye veya ters şemsiye gibi, ofis bloğu üzerine projelendirilmiş, bir çift çatısı bulunmaktadır. Üst çatı ile, adalet sembolize edilmektedir. Binanın girişinde ise, 60 metre yükseklikte, parlak renklere boyanmış iskeleler görülür.
OPEN HAND-AÇIK EL ANITI
Le Corbusier tarafından dizayn edilmiştir. Şehirde, en çok ziyaret edilen yerdir. Sembolik olarak: rüzgar yönünü göstermek için tasarlanmıştır. Yandan: yükselen bir horoz görünümü vermektedir. Aynı zamanda, bir barış mesajı iletmek için yapılmıştır.
ROCK GARDEN-KAYALIK YERDEKİ BAHÇE
Şehirdeki endüstriyel ve kentsel atıklar: moda sanat nesnesine dönüştürülerek, burada sergilenmektedirler. Turistlerin yoğun olarak ziyaret ettikleri bu park: ormanda, bir açık hava sergi salonu gibidir. Ayrıca: yine bu bölgede, bir tiyatro, minyatür bir labirent ve göl bulunmaktadır. Bahçe: günümüzde, adeta bir kültür merkezi haline gelmiştir. Dünyanın dört bir yanından gelen sanatçılar ve uzmanlar, bu eşsiz ve muhteşem yerin, nasıl yapıldığını incelemektedirler. Bahçeyi yaratanlar: Chandigarh Proje Mühendisliği biriminden Nek Chand’ dır. Kendisi: burayı yaratmadan önce, Shivalik tepesi eteklerinde dolaşır ve kuş, hayvan, insan ve soyut formları andıran taşları toplamıştır. Ayrıca, 1958-1965 yılları arasındaki dönemde, doğal malzemeleri, kentsel ve endüstriyel atıkları toplamıştır. Daha sonra, bu muhteşem koleksiyonunu, 20 bin kaya formunda monte etmiştir. Bunları, küçük bir kulübe çevresine yerleştirir. 1976 yılında, bahçe ziyarete açılır. Evet, burası atıklardan oluşturulmuş objelerin sergilendiği bir yer olarak çok ilgi çekiyor.
ROSE GARDEN-GÜL BAHÇESİ
Zakir Hussain Bahçesi olarak da adlandırılan, 30 dönümlük arazi üzerinde kurulu bu bahçede: 1600’ün üzerinde farklı tür gül bulunmaktadır. Bahçe: Randhawa tarafından tasarlanmıştır. Her yıl, Şubat yada Mart ayında, burada gül festivali düzenleniyor. 20 binden fazla insanın katıldığı bu festival, şehrin en büyük kutlamalarından biri olarak bilinmektedir.
SEKTÖR 17 PLAZA
Şehirdeki en şık alışveriş merkezlerinden birisidir. Bölgede: çeşmeler, heykeller, ağaçlar ve bahçeler bulunmakta olup, bu nedenle, yayalar için, yürüyüş için ideal bir ortam sunmaktadır. Özellikle, akşamları ışıklandırıldığında, ortam daha muhteşem hale gelmektedir. Şehir ziyaretçilerinin yoğun ziyaret ettiğim burayı, sizler de görmelisiniz.
ULUSLARARASI BEBEKLER MÜZESİ
Burada, yaklaşık 25’den fazla ülkeden getirilen bebekler ve kutlalar sergilenmektedir.
WAR MEMORİAL-SAVAŞ ANITI
Ülkenin en büyük savaş anıtıdır. 1947 yılından bu yana, çeşitli savaşlarda ölen 8459 kişi için yaptırılmıştır. Bu kişilerin isimleri anıt üzerinde yazıyor. Anıt: 2006 yılında açılmıştır.
PANİPAT ŞEHRİ
Eski ve tarihi bir şehir olarak öne çıkmaktadır. Chandigarh şehrine 169 km. uzaklıktadır. Şehir: bir tekstil ve halı şehridir. Ülkenin en kaliteli battaniyeleri ve halıları, burada üretilmektedir. Yani, dokumacılık sektörü ileri düzeydedir. Buna ilaveten, şehir, dünya “shoddy” türü ipliklerinin merkezidir. Bu iplikler ile üretilen battaniyeler, özellikle askeri birlikler tarafından kullanılır.
Şeyh Sharafuddeen Ali Panipati Mezarı
Bu şahıs, aslen Azerbeycanlı olup, sufi bir azizdir. Türbesi, şehirde bir hac yeri gibi ziyaret edilmektedir.
Panipat Müzesi
Müzede, özellikle Hint tarihinin dönüm noktasını oluşturan döneme ait: silahlar, zırhlar, heykeller, kitabeler, el sanatları sergileniyor. Ayrıca: arkeolojik dönemlere ait, bölgede bulunan: çanak, çömlek ve sikkeler var.
HİSAR ŞEHRİ
Eyaletin kuzeybatısındadır. Kelime anlamı, Arapçadan gelme olup “kale” anlamındadır. Şehir ilk olarak: 1354 yılında, Firuz Şah tarafından kurulmuştur. Hatta, Firuz şah, ilk kurulduğunda, Yamuna nehrinin sularını, kanallarla buraya getirtmiştir. Şehir, kuzey Hindistan’ın en önemli şehirlerinden birisidir.
Şehirdeki gezilecek yerler:
Agroha Antik kenti
Burada yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan buluntuların, MÖ.13 ve 14’ncü yüzyıllara ait savunma duvarları ve bir kısım konutların kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Bu konutlar: doğu-batı yönünde, dikdörtgen planlıdır. Ayrıca: yapılan kazılarda, pişmiş toprak objeler, taş heykeller, demir ve bakır objeler, taşlar, boncuklar, sikkeler, cam eserler ortaya çıkarılmıştır.
Jahaj Kohti
Bir zamanlar bölgede hükümdarlık yapan şahıs için yapılmış bir anıttır. Anıt: çevresi açık arazide, sanki okyanusta bir gemi gibi görünür.
Barsi Gate
Hansi kasabasının merkezindedir. Günümüzde, bu kapı, antik kalenin ana giriş kapısı konumundadır. Kapının üzerindeki Farsça kitabede, 1304-1305 tarihleri yazılıdır.
Boğaziçi’nin batı yakasında, Bebek ve Baltalimanı arasındadır. Türklerin, 1450 yılında, Rumeli’de ilk yerleştikleri bölgedir. Evliya Çelebi, bu bölge hakkında şöyle demiştir “Yahudisi, Meyhanesi, Bozahanesi dahi bulunmaz” Günümüzde de, burası bu konuda çok zengin sayılmaz. Burada, sadece 1-2 mekan açıktır. Ancak, bir zamanlar: semtin sahil boyunda ve hisar çevresinde, seyyar tektekçiler yani açık hava meyhanecileri geziniyormuş. İlkbaharda Hisar’ın bademleriyle taze meyvelerinin, hele kirazı ve vişnesinin tadına doyum olmaz. Yine Evliya Çelebi: Seyahatnamesinde “diyar-ı Acem” de, bu kirazlara “Gülnar-ı Rum” dendiğini ve “iki adet kirazın bir dövme riyal ağırlığında” geldiğini anlatır.
RUMELİ HİSARI
Bölgenin ismi antik dönemde “Hermaion” olarak bilinmektedir. Bizans döneminde ise, burada: “Foneos” isimli ve balıkçılıkla uğraşılan bir köy bulunmaktadır. Daha arkalarda, tepelere doğru ise yeşil bağlıklar bulunuyordu.
1452 yılında: Sultan II. Mehmet, Boğazın kontrolünü ve kuzeyden Bizans’a gelebilecek yardımları önlemek için bir hisar yapmaya karar verir.
Hisar: “Dua Tepe” ve “Şehitlik Tepe” denen iki tepe üzerine kurulmuştur. Şehitlik Tepe: Rumeli Hisarının inşaatını engellemek isteyen Bizans askerleriyle çarpışarak şehit düşenlerin gömüldüğü yerdir. Buradaki en eski mezar taşları: 1450-1451 yılları arasını kapsamaktadır.
Hisarın yapımına başlandığında: Bizanslılar telaşlanarak önce kaleyi ele geçirmeyi düşünürler. Ancak, Sultan onlara kaleyi; şehri ve Akdeniz-Karadeniz hattında dolaşan tüccarlara saldıran korsanları önlemek için yaptırdığını söyler. Bizanslılar, böylece hisarın yapılmasına göz yumarlar.
İstanbul boğazının en dar yerinde ve Anadolu Hisarının tam karşısında (ikisi arasındaki mesafe 660 metredir) inşa edilen hisarın surlarının uzunluğu: kuzeyden güneye 125 metredir ve üç büyük kulesi vardır. Mimari açıdan, Orta çağ askeri mimarisinin güzel bir örneğidir.
Hisarın yapımında: bizzat Sultan II. Mehmet idaresinde: bin kadar usta ve bunun iki katı kadar da ırgat çalışmıştır. Hisarın projesi, yapılacak surlar, burçların, kapıların yerleri, aralık ve mesafeleri bizzat Sultan II. Mehmet tarafından belirlenmiştir. Mimar ise Muslihiddin Ağa’dır. Kendisi Edirne üç şerefeli cami ve tarihi Uzunköprü’nün de mimarıdır.
Hisarın yapımında: dönemin ileri gelenleri himmette bulunmuş, harcamalara katılmışlardır. Ayrıca: belli bazı kule ve beden duvarlarının da hızlı yapılmasından sorumlu tutulmuşlardır. Fakat, sadece güneydoğudaki kule, üzerindeki kitabeye göre, Zağanos Paşa idaresinde yapılmıştır.
Bir görüşe göre; kuzeybatıdaki kule Saruca Paşa ve kıyıdaki kule Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılmıştır. Sultan’da kalan işlerle uğraşıyordu. Hatta: askerlerin sevgisini, desteğini ve saygısını kazanmak için inşaat sırasında, göstermelik te olsa birkaç kez taş taşıdığı söylenir.
Kıyıda toplanan inşaat malzemelerini ve çalışanları güvence altına almak için, önce kıyıdaki Halil Paşa burcu yapıldı.
Saruca Paşa burcu: 28 metre yükseklikte ve dış çapı 23.80 metre ve duvar kalınlığı 7 metredir. Kıyıdaki Halil Paşa burcu: 22 metre yükseklikte ve dış çapı 23.30 metre ve duvar kalındığı 6.5 metredir.
Zağanos Paşa burcu: 21 metre yükseklikte ve dış çapı 26.70 metre ve duvar kalınlığı 7 metredir. Sarıca ve Zağanos paşa burçları yuvarlak, Halil paşa burcu ise 12 köşelidir. Üstleri kurşunla örtülmüştür.
Surların kalınlığı: taarruza açık batı tarafından her yerde beş metre ve güney tarafında ise üç metredir. Bazı yerlerde dört metredir. Surlar dışında: dışarıya karşı iki metre yükseklikte, seksen santimetre genişlikte mazgallarla korunan bir devriye yolu vardır.
Dünyanın en büyükleri olarak kabul edilen bu üç büyük burçtan başka, küçük kuleler de vardı. Kulelerin içi ahşaptı ve her katta bir ocak bulunuyordu. Hisarın içinde dizdar ve nöbetçi yeniçerilerin evlerinden başka, Fatih tarafından yaptırılan bir mescit, mescidin altında bir sarnıç ve iki de çeşme bulunuyordu.
Hisar: 4 ayda bitirilir. Süleymaniye Kütüphanesindeki bir yazılı esere göre, hisar 139 günde bitirilmiştir.
Boğazdaki akıntı yüzünden, gemiler, Avrupa yakasında kıyıya yanaşmak zorunda kalırlar. Böylece hisarın gücü ve etkinliği daha da artar.
Hisar böylece, kendisine yaklaşan hedefleri, toplarının en uzak menzil mesafesinde karşılayarak, güneyde en uzun mesafeye kadar takip edebiliyordu.
2000 metre uzunluğundaki Rumeli Hisarına 400 yeniçeri ve Firuz Ağa atandı. Hisar, kuvvetli toplarla donatıldı. İlk olarak 10 Kasım tarihinde Karadeniz’den gelen 2 Venedik gemisine ateş açıldı. 26 Kasım tarihinde bir gemi batırıldı. 2 Aralık tarihinde, bir Trabzon gemisi, bu ateş barikatını güçlükle aşabildi. Böylece, hisarın tasarlanan görevi yapabileceği anlaşıldı.
Fatih Kararnamesine göre: Rumeli Hisarında, yatsı namazından sonra ve sabah namazından önce, iki defa nevbet vurulması gerekirdi. Cuma ve bayram günleri, hisara bayrak çekilmesi ve padişahlar Boğaz’da gezintiye çıktıklarında, hisar önünden geçerlerken topla selamlanmaları da kanun gereğiydi. Hisar’dan dizdar ile hisar ustası unvanı taşıyan subaylar sorumluydu.
Nevbent: Osmanlı devletinde, sarayda ve bazı özel yerlerde sabah, ikindi, yatsı zamanlarında çalınan askeri mızıkadır. Buna nevbet-i Sultani de denirdi. Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren gelenek olan bu nevbent, sonraları geniş bir kadrolu mehterhane tarafından icra edilmeye başlandı.
Osman Gaziden, Fatih Sultan Mehmet hana gelinceye kadar, nevbent çalmaya başlanınca, padişahlar ayağa kalkar ve öylece dinlerdi. Fatih Sultan Mehmet, çıkardığı kanunla ayakta dinlemeyi kaldırdı. Nevbent vurma esasları, kanuna bağlandı.
Mehter takımı, her gün padişahın bulunduğu yerde ikindi zamanı çalınır, sonra dua edilerek, nevbent merasimi biterdi.
İstanbul’un alınmasından sonraki dönem
İstanbul’un alınmasıyla birlikte, hisarın görevleri de büyük ölçüde biter. Çünkü: İstanbul’u, Karadeniz’den gelecek tehlikelere karşı koruyabilmek için, fazla güneyde kalır. Zaten, fetihten sonra, burası bir “Devlet Hapishanesi” yapılır.
Suçlu yeniçeriler burada cezalarını çekerler ve Osmanlı ile savaşa giren yabancı ülke elçilik mensupları, burada gözaltında tutulur. Önemli suç işleyen yeniçeriler: Süleymaniye ve Beyazıt arasındaki Paşakapısı denen Yeniçeri Ağası Sarayında muhakeme edildikten sonra: Yemiş İskelesi denen yerde yeniçeri kolluğuna bindirilir ve buradan kayıkla Rumeli hisarına getirilirdi.
Bunlar: hisar muhafızları tarafından gece yarısı boğulur, ayağına gülle bağlanıp denize atılır ve infazın yapıldığı bir top atışı ile duyurulurdu.
Yabancı devletler, Osmanlı devletiyle savaşa girdiklerinde ise, 16 yüzyıldan sonra, savaşa girilen ülkenin bütün elçilik mensupları, Rumeli hisarında enterne ediliyordu. Bu yüzden: burası yani Rumeli Hisarı, Avrupalılar arasında: korku verici olarak şöhret kazanmıştı. Hatta: buraya, yabancı elçilik mensupları için “Karakule” ismini vermişlerdir.
Çünkü siyah bir salyangoz şeklindeki kule, Konstantinopolis şehrinden sadece iki mil uzaklıkta, bir kayalığın üstüne kurulmuştur. Konstantinopolis şehrini fetih etmeden önce, Sultan II. Mehmet, bu kara kulede yani Rumeli Hisarındaki bir odada yaşıyormuş.
Hisar: Sultan II. Beyazıt döneminde: 1509 yılında küçük kıyamet denen depremde zarar gördü ve hemen tamir ettirildi. 1746 yılında ise, hisarda bir yangın çıktı ve hisar tahrip oldu. Yangından dolayı oluşan hasarlar, 1700’lü yılların sonlarında Sultan III. Selim döneminde onarıldı.
Sultan Abdülaziz döneminde: buraya bir saray yaptırılması ve Amerikan Kolejinin isteği üzerine manzarayı kapattığı için hisarın bir kısım duvar ve kulelerinin yıkılmasına karar verildi. Ancak yıkım işçileri, Ahmet Vefik Paşa tarafından bastonla kovalandı ve bu durum, o dönemde halk arasında büyük etki yarattı ve hükumet, yıkım kararından vazgeçti.
1917 yılında Rumeli Hisarında, bir deniz müzesi yapılmasına karar verildi ve bir tasarı hazırlandı ve iş, bir Alman firmasına ihale edildi. Ancak, hemen sonrasında Osmanlı devleti, Mondros Mütarekesiyle yeni bir krize girince, 1918 yılında bu tasarıdan vazgeçildi. Sonrasında ise hisar, kendi haline bırakıldı.
Zamanla: buraya halkın yerleşmesine izin verildi. Önceleri: kale kumandanı ve muhafızların oturdukları ve hisarın ilk yapıldığı zamandan beri var olan avludaki evler de yerlerini küçük bir mahalleye bıraktı. Mahalle, uzun yıllar boyunca iyice kalabalıklaştı ve ahşap yapılarla doldu. Köşkler ve evler, iki mahalle oluşturdu.
İstanbul’un fethinin 500 yıl dönümünde: 1953 yılında: hisarın büyük bölümü: turizm amaçlı olarak tamir edildi ve avludaki evler istimlak edilerek kaldırıldı. İçine bir açık hava tiyatrosu eklendi ve aynı zamanda müze haline getirildi. Böylece Rumeli Hisarı kurtarılmış oldu.
Hisarlar Müzesinde: açık teşhir yapılmakta olup, sergi salonu ve depo yoktur. Döküm toplar, gülleler ve Haliç’i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede teşhir edilmektedir. Ayrıca: Saruca Paşa Müzesi ve Serpuş Müzesi olmak üzere iki müze bulunmaktadır. Geçmiş dönemlerde intihar olayları yaşandığı için, yüksek burçlara çıkmak yasaklanmıştır.
Kale içinde, anfi tiyatro şeklindeki açık hava sahnesi: Hisarlar Müze Müdürlüğüne bağlıdır ve yaklaşık 1350 seyirci kapasitelidir. Yaz aylarında: burada konser, tiyatro ve dans gösterileri düzenlenmekte, tüm dekor ve teknik aksam, etkinlikler için dışarıdan getirilip kurulmaktadır.
Aldığım bir duyuma göre: son çalışmalar çerçevesinde burada sahnenin bulunduğu yere bir mescit yaptırılıyormuş ve bundan sonra burada konser gibi etkinlikler düzenlenmeyecekmiş.
Mescit yapılmasına sebep olarak, 1884 depreminde burada bulunan mescidin yıkılması gösteriliyor. Yine söylenenlere göre: bu mescit: Fatih Sultan Mehmet’in namaz kıldığı ve hisar içinde kalan “Ebu’l Feth” yani “Fethin Babası” isimli camidir. Bu caminin minaresi, virane şekilde halen durmaktadır.
Ayrıca, yine hisarın içinde: yeşil alanlarda ve manzaralı yerlerde, birçok çay bahçesi ve kafeterya bulunmaktadır. Bu manzaralı yerlerden en ünlüsü: Duatepe Parkıdır ve hisarın üst kısmındadır.
Son bir not: Anadolu hisarından bakıldığında, Rumeli Hisarının yerleşiminin Arapça bazı harfleri hatırlattığı söylenmektedir. Bu görüşe göre, hisarın yerleşimi, Arapça “mim-heh-mim-de” harfleri “Mehmet” ismini yazmaktadır.
HİSAR İSKELESİ-ÇINARLI RESTORAN
Bu tarihi vapur iskelesi, Boğaziçi’nin en eski vapur iskelesidir. Yapılış tarihi olarak 1880 yılı belirtilmektedir. Günümüzde, İstanbul Deniz Hatlarından kiralanan bu iskelede, bir balık restoranı bulunuyor.
Bu restoran Çınarlı restorandır. Burası: Rumeli Hisarının demirbaş tesislerinden birisidir. Karaca restoran olarak da bilinir. Tesis 1959 yılında açılmıştır. Restoran, içindeki çınar ağacı ile de çok ünlüdür.
DENİZ ÇAY BAHÇESİ-ALİ BABA
Deniz Çay Bahçesinin müdavimleri, burayı eski Ali Baba diye de bilirler. Müşterileri daha çok gençlerdir. Hatta daha genel anlamda, müşterilerin geneli Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve mezunlarıdır.
MISIRLI YUSUF ZİYA PAŞA YALISI
Dönemin ünlü tüccarlarından olan Yusuf Ziya Paşa: Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa ile aralarındaki rekabet nedeniyle, burada yaptırdığı yalısını: yedi katlı yaptırmıştır. Yalı, kulesiyle birlikte on katlıdır.
Yusuf Ziya Paşa: gemileriyle İtalya’dan Osmanlıya ticaret yapmaktadır. Rumelihisarı’ndaki bu yalının yapımına: Marsilya tuğlaları kullanılarak 1910 yılında başlar. Ancak I. Dünya savaşının başlamasıyla inşaatı yapan ustalar askere alınır ve çalışmalar yarım kalır. Aynı dönemde, paşanın ticaret gemilerinden iki tanesi batar ve paşa ekonomik sıkıntı yaşamaya başlar.
Bu yüzden: inşaat tamamlanamaz ve boş kalan ikinci ve üçüncü katlar nedeniyle, yalı, çevrede “perili köşk” diye anılmaya başlar. Hatta: Yusuf Ziya Paşa, maddi sıkıntıya düşünce ailesiyle birlikte Mısır’a göçmüş ve bu yüzden inşaat ıssız ve başıboş kalmış ve bu yüzden “Perili Köşk” denildiği de rivayet edilir.
Daha sonra: köşkün inşaatı kalfalar tarafından tamamlanır. Hatta, köşkün bulunduğu kayalığın taşları kırılıp tuğla yerine kullanılır. Bu yüzden, köşkün iç yapısında düzgün bir işçilik görülmez. Ancak işçilerin bu çalışmaları sırasında birçok söylenti ortaya atılır. Tadilat ve tamirat sırasında, işçiler çalışırken çok defa Paşanın karısının hayaletini gördüklerini iddia ederler.
Yusuf Ziya Paşa, bir süre sonra Mısır’da ölür. Vasiyeti üzerine, yalının en üst katının taşları sökülerek Mısır’a götürülür ve bu taşlardan Yusuf Ziya Paşanın mezarı yapılır. Böylece, Paşa, yalının cihannüma kulesini, kendisine mezar odası yaptırmıştır.
Yusuf Ziya Paşa: 1926 yılında vefat edene kadar, ikinci eşi Nebiye Hanım ve Nebiye Hanımın ilk eşinden olan kızları Sabiha ve Melek: bu yalıda yaşadılar. Paşanın vefatından sonra da aile, 1993 yılına kadar yalıda oturmayı sürdürdü. 1993 yılında yalı, bir kişiye satıldı ve satın alan kişi tarafından restorasyon çalışmaları başlatıldı. Ancak köşkün kullanılmaz durumda olduğu görülünce, ilk hali göz önüne alınarak yeniden yapıldı.
Dış görünüşü aynen korunurken, iç görünüşü tamamen değiştirildi. Türkiye’de il’ ve tek olan ışık tüpü uygulaması, buradadır. Binanın dört katından geçen ışık tüpü, güneş ışınlarını helistatlar vasıtasıyla büyük aynaya yansıtır ve içeriye doğal ışık verilir. Ayrıca geceleri, 1400’ü aşkın renk çeşidiyle renkli aydınlatma yapılır.
Afyonkarahisar Emirdağ; Emirdağ denince ilk akla gelen gurçetçileridir. Çoğu gurbetçinin memleketi Emirdağ denilebilir. Belçika’da yaşayan Emirdağlıların sayısı çok fazladır. Temmuz-Ağustos aylarında Emirdağ nüfusu 37 binlerden, 200 binlere çıkıyormuş. Bir diğer özellik, Emirdağ, bağlı bulunduğu İl merkezi Afyonkarahisar’dan Eskişehir’e çok daha yakındır.
ULAŞIM
Emirdağ, İl merkezi Afyonkarahisar’a 70 km, Eskişehir’e uzaklık 110 km, İzmir’e uzaklık 397 km, Ankara’ya uzaklık 186 km ve Konya’ya uzaklık 225 km dir.
GENEL
Afyonkarahisar’ın nüfus olarak en büyük ilçesidir.
1960’lı yıllardan itibaren yurt dışına göç başlamıştır. Başta Belçika olmak üzere, çoğunluğu Avrupa ülkelerine işçi olarak gitmiştir. Emirdağlı gurbetçilerin sayısının günümüzde 200 bin kişi civarında olduğu tahmin ediliyor. Belçika’da yaşayan Emirdağlı sayısının 120 bin olduğu söyleniyor. Belçika’da bulunan Emirdağlılar arasında, bakan, milletvekili, belediye başkanı, başkan yardımcısı, iş insanı ve değişik firmalarda üst düzey yöneticilik yapanlar vardır. Emirdağlılar Emirdağ’da ev yaptırırken, bir yandan da Emirdağlıların Avrupa’ya göçü, özellikle evlilikler yolu ile devam ediyor.
TARİHİ
Frigler, uzun süre Emirdağ ve yöresini ellerinde tutmuşlar ve birçok eserler yaratmışlardır.
MÖ 333 ile 30 yılları arasında ise, bölgede Galatya hakimiyeti görülür ve Emirdağ ilçesinin ova parçası, Galatya Salutaris diye isimlendirilmiştir.
1594 yılındaki kayıtlarda, Barçınlı kazasının ikiye ayrılarak Barçınlı ve Nevahi Barçınlı kadılığı olarak geçtiği görülür. Ancak Barçınlı ve Nevahi Barçınlı kaza merkezlerinin nahiyeleri yoktur. Nevahi Barçınlı, günümüzdeki Emirdağ ilçesi olarak bilinir. Ancak o dönemde, bünyesinde Bayat, Kemerkaya ve kısmen Iscehisar’da vardır. Nevahi Barçınlı’nın yönetim merkezi, bazen bugünkü Emirdağ, bazen Bayat ve bazen de Kemerkaya olmuştur. Bu durum, devrin ihtiyaç ve sorunlarından kaynaklanır.
1775 yılındaki yazılı belgelerden, aynı tarihte Emirdağ’ın varlığı biliniyor. Yine yazılı belgelere göre Nevahi Barçınlı’da, 1840-1845 yılları arasında muhtemelen 3200 kişinin yaşadığı biliniyor. 1848 yılına ait belgelerde ise, burası Emirdağı Kazası olarak geçer.
1929 yılında Aziziye (Emirdağ) kazasının nahiyesi Bayat olur.
Aziziye kazasının adı 1 Temmuz 1931 tarihinde Emirdağlarına (Emirdağları ismini bölgeyi Türk iskanına açan Emir Afşin Beyden alır) izafeten Emirdağı olarak değiştirilir. İlçenin isminin Emirdağ olmasının bir diğer sebebi olarak: Antik Amorium şehrinin adının Türkçeleşmesi sonucu Emirdağ olarak söylenmesi de olabilir.
Kurtuluş savaşı döneminde, Emirdağ stratejik rol oynamıştır. Bölge Yunanlılar tarafından 16 Ağustos 1921 tarihinde işgal edilmiş ve 20 Ağustos 1921 tarihinde geri alınmıştır.
Atatürk, 25 Mart 1922 tarihinde, Emirdağ’a gelerek savaşın gidişatını 3 gün süreyle buradan yönetmiştir.
1965’lerden sonra ilçe genelinde Avrupa’ya göç yaygınlaşmış ve ilçe nüfusu azalmıştır.
EMİRDAĞ GURBETÇİ FESTİVALİ
Emirdağ Belediyesi tarafından geleneksel olarak düzenlenen festival, her yıl Temmuz ayı sonlarında yapılıyor. Festival boyunca konserler düzenleniyor. Her gece kurulan pazarla ve konserlerle birlikte, palyaço, sihirbazlık gösterileri ve havai fişek gösterileri yapılıyor.
EMİRDAĞ MESLEK YÜKSEK OKULU
Afyon Kocatepe Üniversitesine bağlıdır. Okul 2 bloktan oluşur. Okul bünyesinde 5 normal sınıf ve 1 ikinci öğretim sınıfı vardır. Öğrenci sayısı 900 civarındadır.
NE SATIN ALINIR
Emirdağ ilçesinin koyun yoğurdu çok meşhur, severseniz buradan yoğurt satın almalısınız.
NE YENİR
Emirdağ’a yolunuz düşerse kıymalı pide yemelisiniz. Ayrıca mercimekli bükme ve kabak tatlısı denemelisiniz.
EMİRDAĞ YAYLALARINDA YILKI ATLARI
Bir zamanlar, yöre halkı yaşlanan ve hizmetlerini tamamlayan atları dağa salarmış ve bu atlar birbirleriyle çiftleşerek üremişler ve yabanileşmişlerdir. Yılkı atları, 10-12 attan oluşan guruplar halinde dolaşırlar. Kışın burunlarıyla metrelerce karı delerek altındaki otlara ulaşıyorlar. Onlar, çam ormanlarında sığınıyorlar. Ancak, bu yılkı atlarına yaklaşmak mümkün değil, biraz yaklaşmaya çalıştığınızda ürküyorlar ve guruplar halinde kaçıyorlar, bu yüzden yılkı atları sadece uzaktan seyredilebiliyor.
GEZİLECEK YERLER
ÇARŞI CAMİSİ
1750 yılında inşa edilmiştir. 1902 yılında ise yıkılıp yeniden aslına uygun olarak inşa edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1965 ve 2011 yıllarında restore edilmiştir. Bahçe içinde bulunan tarihi şadırvan yıktırılmıştır. Çarşı camisinin levhasında, yapılış tarihi olarak 1902 yazılıdır, bu tarih caminin sonradan yeniden inşa edildiği tarihtir.
AMORİUM ANTİK KENTİ
Amorium (Hisar), Ankara’nın 170 km güneybatısında, Afyonkarahisar’ın 70 km kuzeydoğusunda ve Emirdağ ilçesinin 12 km doğusunda yer alan ve MÖ 2000’li yıllardan itibaren Hitit, Phryg, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kesintisiz yerleşim görmüş antik kenttir.
Birçok antik bölgede olduğu gibi, Hisar köyü, günümüzde antik kentin kalıntılarının tam ortasında kalıyor. Hisarköy, 1892 yılında kurulmuştur.
Köyün nüfusu az, ancak evler ve hayvan barınaklarının bulunduğu yerlerde özel mülk olması nedeniyle kazı yapılamıyor.
Amorium eski Yunancada “Amorion” ve Arap-İslam kaynaklarında ise “Ammuriye” olarak geçer. Hitit döneminde ise şehrin ismi “Aura” dır.
Amorium ismi, ilkçağ Hint-Avrupa kavimlerinin dilinde “anne” anlamına gelen “ma” kelimesi kökü ile ilişkilendirilir.
Şehirden ilk bahseden kişi, Roma imparatoru Augustus döneminde (MÖ 24- MS 14) yaşamış olan ünlü coğrafyacı Strabon’dur.
Şehir, MÖ 1’nci yüzyıl başlarında, Doğu Phrygia’da önemli bir konumdadır. Çünkü Roma Senatosu tarafından, bölgede kendi parasını basmasına izin verilen ilk şehirlerdendir. Şehir Geç Helenistik dönemden (MÖ 2-1’nci yüzyıllar) Roma imparatoru Caracalla (MS 198-217) ya kadar olan 300 yıldan fazla süre kendi adına para basmıştır.
330 yılında, İmparator I. Konstantinos, İstanbul’u Roma imparatorluğunun başkenti yaptıktan sonra Anadolu topraklarına doğru uzanan iki ana askeri güzergah belirler. Bunlardan bir tanesi: Eskişehir ve Konya istikametinde, Mut vadisine ve oradan güneye gider. İşte Amorium şehri, bu güneye giden güzergah üzerindedir ve şehirde askeri bir garnizon kurulur. Amaç: Kudüs topraklarına giden Hıristiyan hacıların ve gezginlerin konaklaması ve güvenliğinin sağlanmasıdır.
Kentteki birçok önemli yapı evresi, İsauralı Bizans İmparatoru Zenon (MS 474-491) döneminde yapılmıştır. Surlar ve kentteki iki büyük kiliseden biri, bu dönemde yapılmıştır.
640 yılından itibaren, şehir Anadolu’da Bizans ordusunun askeri karargahı ve yine aynı dönemde “Anatolikon Thema” sının eyalet başkenti olur.
MS 7 ile 9’ncu yüzyıllarda, Arap saldırılarına karşı, Bizans topraklarının korunmasında güçlü bir kale görevi görür. Çünkü bu dönemde şehir, İstanbul’dan Suriye’ye giden karayolu üzerindedir. Öte yandan, yine Bizans döneminde şehir, İstanbul’dan sonra ikinci büyük şehir ve eyalet başkentidir.
668 yılında şehir Araplar tarafından ele geçirilmesine rağmen, kısa süre sonra tekrar Bizanslıların eline geçer.
Amorium şehrinde, masalcı Ezop’un doğup büyüdüğü söyleniyor. Ezop kimdir? Ezop, MÖ 6’ncı yüzyılda yaşadığı düşünülen bir eski Yunan masalcısıdır. Söylentiye göre, Trakya’da doğmuş, köle olarak satılmış, Samos adasında yaşamış ve azat edildikten sonra birçok bölgeyi dolaşmıştır. Bir ezop masalı: Zamanın devlet adamlarının halkın parasını çaldıkları ortaya çıkınca, Ezop’u mahkemede kendilerini savunmak için tutarlar. Ezop mahkemede tilki ve kirpinin hikayesini anlatır. “Sırtındaki kan emici pireler yüzünden, bir tilkinin canı çok yanar. Bu durumu gören kirpi, tilkiye sırtındaki pireleri kovabileceğini söyler. Tilki “sakın böyle bir şey yapma, sırtımdakiler zaten yeterince canımı yakıyor, nasılsa onlar doydu, daha fazla kan ememezler, bunlar giderse yerine daha da açları gelir” der. Bu savunmayı dinleyen mahkeme heyeti, sanıklara ceza vermez ve böylece kurtulurlar.
Şehir 787 yılında Piskoposluk merkezi olur.
838 yılında, Amorium şehri Abbasi Halifesi al-Mutasım ordusu tarafından kuşatılır.
837 yılında, Bizans imparatoru Theofilos, güneydoğu Anadolu ve Abbasi Halifeliği başkentine doğru ordusuyla harekete geçer. Bu ordu Malatya ve Samsat kalelerini fetih eder. Sonra da Suriye’de Mutasım’ın doğum yeri olan Zibatra kalesine saldırır, kaleyi ele geçirir, yakıp yıkarlar.
838 yılında ise, bu kere Abbasi halifesi Mutasım, büyük bir ordu ile Anadolu’ya girer. 211 Temmuz 838 yılında, Anzin savaşında, Abbasi ordusu Bizanslıları yener. Bizans ordusu, Mutasım’ın Anadolu’da ilerleyişine direnç gösteremez. Abbasi ordusu, ilerleyerek 55 günlük kuşatmanın ardından Amoria yani Bizans’ın ikinci büyük şehrini 23 Eylül 838 tarihinde ele geçirir. Saldırıda 30 bin Bizanslının öldürüldüğü ya da esir alındığı kayıtlara geçer. Halife Mutasım, bu başarıdan sonra İstanbul üzerine yürümek istemesine rağmen, ordusu içindeki karışıklıklar nedeniyle geriye yani Samarra’ya döner. Ancak yanında esirler vardır. Amorium şehrinden esir alınan yüksek rütbeli subaylar ve ileri gelen 42 Bizanslı Irak’ın Samarra şehrinde 6 Mart 845 tarihinde idam edilirler. Bu 42 Bizanslıya, 7 yıl boyunca İslamiyete geçmeleri konusunda telkinlerde bulunulmuş ve kabul etmedikleri için Hıristiyanlara gözdağı vermek amacıyla önce idam edilmiş ve sonra Fırat nehrine atılmışlardır. Daha sonra o bölgede yaşayan Hıristiyanlar tarafından, nehirden toplanarak mezara gömülmüşlerdir. O çağlarda esirlerin fidye pazarlığına tabi tutularak geri verilmeleri, sanıldığının aksine idam edilmelerinden daha yaygın bir uygulamaydı. Fidye müzakereleri tamamlanmış ve 42 Bizanslının Halife tarafından idam edilmesi dini gerekçelere bağlanmış ve Amorium’un 42 şehidi, Rum Ortodoks Hıristiyan literatürüne geçmiştir. Aziz mertebesine yükseltilen bu Bizanslılar her yıl 6 Mart günü, dini törenlerle anılırlar.
Bu büyük yıkıma rağmen, Amorium şehri, Bizanslılar tarafından yeniden iskan edildi.
931 yılında şehir, Araplar tarafından yine yağmalandı, MS 10 ve 11’nci yüzyıllarda biraz canlansa da, daha önceki askeri ve stratejik önemine ulaşamadı.
9’ncu yüzyıla girildiğinde, Amorium şehri, Bizans’a bir imparatorluk hanedanı verdi. Bu hanedan, 820-867 yılları arasında 3 imparator çıkardı, ancak Bizans tarihi açısından başarılı icraatları olmadı. Bu imparatorlar: Kekeme 2’nci Mihail, oğlu Teofilos ve torunu Sarhoş 3’ncü Mihail’dir.
Selçuklular ve Bizanslılar arasında yapılan Bolybotum (Bolvadin) savaşını Selçuklular kazanır ve 1116 yılında Amorium, Selçukluların eline geçer. Bu savaş sırasında dönemin Selçuklu Sultanı Müizzeddin Melikşah’ın bir süre çekildiği Bolvadin güneyindeki dağlara “Sultandağı”, komutanlarından Emir Mengücek’in çekildiği dağlara ise “Emirdağ” ismi verilmiştir.
14’ncü yüzyılda kentte Selçuklu hakimiyeti görülür, ancak kent takip eden Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, sadece önemli bir Türk kasabası haline gelmiş, eski ihtişamını kaybetmiştir. Kent sadece kale olarak kullanılmış, Hisarcık (sonradan Hisarköy) ismi buradan gelmiştir.
İslam dönemi ve Selman Farisi
Amuriye, bugünkü Hisar köyü yerleşkesinde bulunan Amorium kentinin İslam kaynaklarındaki ismidir.
Amuriye, İslam kaynaklarında, Anadolu’nun en önemli şehri olarak geçer.
Büyük İslam sahabelerinden Selman Farisi İran asıllıdır. Ateşe tapan Mecusi bir aileye mensuptur. Ailesi tarafından Mecusi inancına bağlı olarak yetiştirildiği halde Hıristiyanlığı tanıdıktan sonra Hıristiyan olmuştur.
Selman Farisi, Amuriye şehrinde yaşarken, Amuriye kalesinin çevresinin hendeklerle çevrili olması, Selman Farisiye, Medine savunmasında hendek kazılması fikrini vermiştir. Selman Farisi, Amorium’da, şu an bulunan kilisede çalışmış, emrinde çalıştığı, talebesi olduğu rahip tarafından İslam dininin hak dini olduğunu söylemesi üzerine, Müslüman olmak için Medine’ye gitmiştir. Asıl ismi Mabeh bin Büzahşah’tır. Selman ismi, Peygamberimiz tarafından verilmiştir. İranlı olduğu için de Farisi denildiğinden Selman-ı Farisi olarak isim almıştır. Selman Farisi, İran üzerine yapılan sefer ve ardından Medain şehrinin alınması üzerine buraya vali tayin edildi. Ömrünün sonuna kadar burada yaşadı ve 655 yılında Medain şehrinde öldü.
Yani şehir Hıristiyanlık kadar olmasa da İslamiyet açısından da önemli bir yerdir.
Antik kent, 2 bölüme ayrılır
Yukarı şehir.
Aşağı şehir.
Yukarı şehir
Yukarı şehir denen höyükte, en eski yerleşim burada görülür.
5 hektarlık bu alan: oval biçimde çok sayıda kule ile desteklenmiş sur ile çevrilidir. Höyüğün kuzeydoğu ve güneybatı yönündeki surları, Aşağı şehir surlarıyla birleşir.
Höyüğün kenarında, Bizans dönemi sur duvarları kalıntıları görülmektedir.
Aşağı şehir
Aşağı şehir tamamen sur içindedir ve büyüklüğü yaklaşık 75 hektardır.
Sur duvarları: Aşağı şehirde bütün şehri kuşatır, ancak günümüzde sadece Yukarı şehirde höyüğün kenarında sur duvarı izleri görülmektedir. Bu sur duvarları, İmparator Zenon (MS 474-491) döneminde yapılmıştır.
Aşağı şehir kilisesinde yapılan kazılarda: 10 ve 11’nci yüzyıllara tarihlenen çok sayıda bebek ve çocuk mezarı ortaya çıkarıldı. İçerisinde çoğunlukla çoklu gömü bulunan bu mezarlar, kilisenin ana binasının kuzeyinde, vaftizhanenin doğusunda yer alan bölümde konumlandırılmıştır. İlk gömünün altındaki bireylere ait olan daha eski iskelet kalıntıları, karışık durumda ele geçirilmiştir. Bu alandaki 36 mezardan ele geçen toplam 128 bireye ait iskelet kalıntısı, topluluğun demografik özellikleri ve genel sağlık durumunun anlaşılması için incelenmiştir. Bu iskelet topluluğunda doğum öncesi, doğum sırası ve doğumdan hemen sonra hayatını kaybedenlerin toplamı % 50 kadardır. Yani, şehirde Bizans döneminde yetersiz hijyen ve yetersiz beslenme koşulları olduğu ve bu durumda annelerin enfeksiyon kaparak doğum sıkıntılarının olduğu anlaşılır.
Kazılar
Antik bölge, koruma altına alınmadan önceki yıllarda define avcıları tarafından yoğun şekilde kazılmış ve yağmalanmış ve de maalesef önemli ölçüde tahribata uğramıştır.
Evet, Amorium şehrini ilk ziyaret eden batılı gezgin 1836 yılında William Hamilton’dur. İlk araştırmalar ise, 1987 yılında Prof Martin Harrison tarafından başlatılır. Bu araştırmalarla: şehrin güneybatısındaki şehir surlarında, şehrin güneyinde kalan ve Geç Roma ile Erken Bizans dönemlerine tarihlenen “Büyük Bina” olarak adlandırılan alanda, Aşağı şehir Bazilikasında ve Yukarı şehir bölümünde kazı çalışmaları yapılmıştır.
1996 yılına gelindiğinde, yapılan kazı çalışmaları sonunda: ana kilise, vaftizhane ve birçok mezar ortaya çıkarılmıştır. Kilise ilk olarak, kuzeybatı tarafında bir vaftizhane ile birlikte, koridorlu bir bazilika olarak, erken Bizans döneninde (5-6’ncı yüzyıllar arasında) inşa edilmiştir. Tüm kompleks, kilisenin ahşap çatısının muhtemelen alev aldığı 838 yılında büyük hasar gördü. Ancak dikkat çekici bir gelişme, kilise daha sonra terk edilmedi. Ancak tamamen yeniden inşa edildi ve nefin merkezi üzerinde büyük bir kubbeyi desteklemek için iskeleler ve payandalar verildi. Yeni kilise, özenle yenilendi. Yeni bir mermer opus sectile zemin döşendi, tavanlara cam mozaikler yerleştirildi ve duvarlar azizleri ve diğer kutsal figürleri gösteren fresklerle döşendi. Birçoğu iyi korunmuş ipek tekstilleri ve deri ayakkabıların yanı sıra kolye haçları ve mücevher eşyaları içeren birçok mezar da eklendi. Bulgular sadece dindar değil, onuncu ve onbirinci yüzyıllardaki Amorium sakinlerinin zenginliğini ve sofistikeliğini de gösteriyor.
Kilisede yapılan kazılarla birlikte hayatta kalan dokusunun uzun süreli korunmasını ve restorasyonunu amaçlayan bir program, enerjik olarak ilerletilmiştir. Kilisenin güneyinde, sütun, pencere, kapı bölümleri ve diğer parçaların tanımlanabileceği ve yeniden montaj için hazırlanabileceği bir taş avlu oluşturuldu. Onarım çalışmaları sırasında ağır mermer blokların kaldırılması ve tutulması için bir portal temin edildi.
Aşağı şehir surlarında, üçgen planlı kulenin batısında bulunan kapıda, Aşağı şehir kilisesinin kuzeyinde, Büyük Mekan olarak adlandırılan alanda çalışmalar sürdürülmüştür.
2001 yılında yapılan kazılarda: MS 6-9 yüzyıllara tarihlenen bir Bizans dönemi hamamı ve döşemesiz bir sokak bulunmuştur. Bizans hamamlarının ayakta kalan çok az örneği vardır ve Orta Anadolu’daki bu örnek hem Bizans imparatorluğunda yıkanmanın sürekliliği hem de bu geleneklerin İslam dünyasına aktarılması için önemli bir delildir.
Ayrıca hamamın çevresindeki alan, üzümleri bastırmak için bir dizi kurulumla doluydu. Bu; önemli miktarda şarap üreten büyük bir endüstri olduğunu gösterir. Bu tür faaliyetleri kentsel bağlamda bulmak oldukça sıra dışıdır. Çünkü eski şarap ve yağ preslerinin çoğu kırsal alanlardaki çiftliklerde bulunuyordu. Yani, bu alanın şehrin şarap üretim merkezi olduğu anlaşılmıştır. Kazılarda bulunan şaraphane, bu civarda üzüm bağlarının çok olduğunu ve şarap üretiminin yapılarak Amurriye ve civardaki yerleşim yerlerinin şarap ihtiyacının buradan karşılandığını göstermektedir. Günümüzde: Suvermez, Karacalar ve diğer köylerdeki üzüm yetiştirme kültürü, o dönemlerin bu güne yansımalarıdır.
2014 yılındaki kazılarda, çalışmalar antik kentin Yukarı Şehir diye adlandırılan bölgesinde yoğunlaşmıştır. Ekipler, tarihi kale surlarının en üst kısmını gün ışığına çıkardılar. Surlardaki bir şehir kapısı aranmış, bulunması halinde kent için önemli bir keşif olacağı gündeme getirilmiştir.
SUVERMEZ ŞEHİTLİĞİ
İlçe merkezine bağlı Suvermez köyünde Yarım Hatıl Mevkiindedir.
Kurtuluş savaşında, düşman keşif uçaklarının açtığı ateş sonucu şehit olan iki er adına, 1963 yılında, Suvermez köyünde, yol kenarına bir şehitlik anıtı yapılmıştır. Küçük bir şehitlik olup kitabesinde “İstiklal Savaşı Şehitleri” yazılıdır. İsmi tespit edilebilen sadece bir tanesinin ismi yazılıdır o da “Niğde Aksaray’dan Er Ali Oğlu Hasan 21 Ekim 1922” yazılıdır. Her yıl 18 Mart tarihinde burada anma töreni yapılmaktadır.