Petersburg şehrinin en güzel manzarası: Vasilyevksi Adasının doğu ucundaki, yöre halkının “Strelka” olarak isimlendirdiği yerden görülür.
Strelka: adanın Büyük ve Küçük Neva’yı ayıran doğudaki en uç noktasındadır.
STERLKA
Burada: ışıl ışıl parlayan Neva Irmağının üzerinden görünen Kışlık Saray ile Petro-Pavel kalesinin manzarası muhteşemdir.
Strelka: bir zamanlar, Petersburg limanının ticaret merkeziymiş. Yani: uzun bir zaman, ana ticaret limanı olarak kullanılmış. Rostral Sütunları ve granit taş döşeli rıhtımı içine alan mimari ahengi: Mimar Toma de Tomon sağlamıştır. Eski Yunan ve Roma tapınaklarını andıran dekoru ve kompozisyonu ile: Birja, Vasilyevski Adasının Strelkası’nın başlıca noktasıdır.
Bina: Rus Donanması ve ticaretinin gelişimini canlı bir şekilde tasvir eden heykel guruplarıyla süslenmiştir. 1940 yılından bu yana, burada Merkez Askeri Deniz Müzesi bulunmaktadır.
Buradaki, gemi burnu figürleriyle süslenmiş, iki “Rotsal Sütun” deniz feneri olarak kullanılırmış.
Sütunların kaidelerindeki taş figürler: Rusya’nın ticaret yolu görevi gören dört ırmağını temsil eder. Bunlar: Dinyeper, Volga, Volkov ve Neva.
Strelka üzerinde kümelenmiş diğer müzelerden bazıları şunlardır:
ZOOLOJİ MÜZESİ:
Burada: ünlü Sibirya Mamutu sergileniyor. Diğer ismi: Antartika ve Arktika olan Müzede: Kuzey ve güney kutuplarına yapılan ekspedisyon ve çalışmalar sergileniyor. Kutupların doğasını tanıtan müze, dünyada tek olma özelliğine sahip.
TAHIL MÜZESİ:
Antartika ve Arktika Müzesinin yanındadır. Burada bulunan 14 bini aşkın numune, burayı dünyanın en ünlü tahıl müzesi haline getiriyor.
MENDELEYEV MÜZESİ:
Öncü Rus kimyageri Mendeleyev’e ithaf edilmiştir.
KUNTSKAMMER:
En sondaki yapıdır. Mavi ve beyaz renkleriyle dikkat çeker. Buradaki sergiler arasında: Büyük Petro’nun orijinal koleksiyonundan alınan canavarları ve ucubeleri görebilirsiniz.
Zaten: Kunstkammer, Almanca “nadir bulunan şeyler odası” anlamına gelmektedir.
Burada özellikle: Petro yıllarından kalma, ispirto içinde saklanan sakat bir bebek var. Çar şöyle demiş: ” İnsanlar bunlara bakıp öğrensinler istiyorum”. İlk yıllarda müzeyi ziyaret eden kişilerden ücret talep edilmiyor ve hatta tam tersine hazineden bilhassa ziyaretçiler için ayrılan para ödeniyormuş.
DOSTOYEVSKİ MÜZESİ:
Ünlü yazarın Karamazov Kardeşleri yazdığı ve öldüğü daire, müze haline dönüştürülmüş.
DONANMA MÜZESİ:
Burası, eskiden borsa binası görevini sürdürüyormuş. Sütunlarla çevrili, beyaz klasik bir yapıdır. Burada sergilenen başlıca eser: Büyük Petro’nun yelken açmayı öğrenirken kullandığı ve daha sonra “Rus Donanmasının Büyükbabası” adını verdiği, küçük sandaldır. (botik Petra)
Irmağın batısındaki, Kutuzovski Prospekt üzerinde: dairesel “Borodino Savaşı Panaromik Müzesi”var.
BORODİNO SAVAŞI PANAROMİK MÜZESİ
Kutuzov Avenue’dedir. Rus sanatçı Rubo’nun sanat dünyamıza sunduğu en büyük eserlerden biri. Fransız ve Rus ordularının, 26 Ağustos 1812 yılında karşılaştığı: Moskova’nın 130 km. batısındaki Borodino Ovasında gerçekleşen ve 50 binden fazla insanın ölümüne neden olan bu savaşın, 115 x 15 metre ölçülerindeki devasa tablo üzerinde, 3 boyutlu görünümü, ziyaretçileri şaşkına çevirecek güzelliktedir. Ziyaretçilerine: 360 derece, savaş alanında bulunma şansı sağlar.
Bu; Napolyon’a karşı yapılan, 1812 tarihli savaşta önemli bir muharebeydi ve çatışmanın sonunda Mareşal Mihail Kutuzov: Moskova’yı düşmana bırakma kararı aldı. Savaşın: 100. yıldönümü şerefine, 1912 yılında yapılan bu resmi en iyi şekilde anlayabilmeniz için: rehberli bir tura katılmanız şart. Müzenin tam arkasında bulunan “Kutuzov Kulübesi”; Mareşal Kutuzov’un, başkenti terk etme kararı almadan önce, generalleriyle birlikte bir savaş konseyi düzenlediği köy kulübesinin bir kopyasıdır.
Yakında: anayol üzerinde bir zafer takı, Napolyon’a karşı 1812 yılında elde edilen; Patriotic Savaşı Zaferini kutlamak için 1827 tarihinde inşa edilmiştir.
Ayrıca, bu kanlı savaşla ilgili bilgilerin toplandığı giriş bölümü de bir o kadar ilgi çekicidir.
İZMAİLOV PARKI
Her hafta sonu açılan pazara: 20 dakikalık bir metro yolculuğu ile gidilebilir. Metro çıkışından: sağa dönüp, 10 dakika kadar, kalabalığı takip ederseniz, pazarın girişine ulaşırsınız.
Moskova’nın batısında yer alan park içine girildikçe, dev bir orman havası yaratır. 1931 yılında inşa edilmiştir. Dünyanın en büyük parklarından biridir. 1534 hektarlık alanı: New York’daki “Central Park” alanının altı katı büyüklüğündedir.
Tecrübeli, hediyelik eşya avcıları ziyaretçiler: bu parka gitmelidirler. Burada: şaşırtıcı derecede, çok çeşitte eşyanın satıldığı, yüzlerce tezgah göreceksiniz. Halılar, boyanmış tahta yumurtalar, semaverler, Palekh kutuları, eski Sovyet asker şapkaları ve ceketleri, madalyalar, madeni paralar, pullar, kehribardan yapılma mücevherler, fosiller ve mineraller, fotoğrafçılık malzemeleri, bayraklar, pankartlar, uçak maketleri, Lenin büstleri, sigara tabakaları, yassı cep şişeleri, eski bilimsel malzemeler, kitaplar, resimler, lolipop çubuklarından yapılma ahşap kilise maketleri vs. ve bu liste sonsuza kadar uzayabilir. Yani: zamanı olan turistlerin en önemli hediyelik eşya alışverişi yaptıkları yerdir.
Ciddi koleksiyoncular: burada, hediyelik eşyalardan öte, özellikle II. Dünya Savaşından kalma eşyalar olmak üzere, ilgilerini çekebilecek çeşitli nesneler bulabilirler. Hiçbir şey almayı düşünmeseniz bile, bu pazar, mutlaka görülmesi gereken büyüleyici bir yerdir, mutlaka zaman ayırın ve gidin. Ama: alışveriş sırasında pazarlık etmeyi sakın unutmayın.
Varlıklı Şeremetev ailesinin malikhanesi, Moskova’nın doğusundaki: Kuskova’dadır.
KUSKOVA
Moskova’nın güneydoğusunda bulunan bu ihtişamlı malikanenin bulunduğu parka gitmek için : Ryazanski Prospekt’e kadar metroyla gelip, sonra da bölgeye gelen bir otobüse binerek buraya ulaşabilirsiniz.
Müze haline dönüştürülmüş: Kont Şeremetevler çiftliğidir. Malikane ve parkın tarihi: 18. yüzyıla dayanıyor. İnanılmaz derecede zengin olan; Kont Earl Sheremetyev; nefes kesici bir saray yapılmasını ve çevresinin fıskiyeler ile süslenmesini ister ve bu malikane oluşturulur. Çiftlikteki Saray ve Bahçeler, mimarlar Argunov, Mironov ve Dikuşin tarafından Mimar Blank’ın da katılımıyla, 18’nci yüzyılın ortalarında yapılmıştır.
Yazlık olarak kullanılan malikanenin çevresi: Fransız bahçeleriyle süslenir. Bunun sonucunda: gözde olduğu zamanlarda, 32 hektarlık bu süslü bahçelerle çevrili, heybetli ahşap sarayı ile, “Moskova’nın Versailles”i olarak bilinirmiş.
Zengin süslemeleriyle dikkati çeken saray, Kont Şeremetev’in konuklarını eğlendirmek amacıyla, sahte deniz çarpışmaları sahnelediği göle, yukarıdan bakmaktadır. Gölün diğer tarafında: plajlar, çocuk bahçeleri, gölgeli patikalar ve büyük bir park var.
Rus ve İtalyan usta heykeltıraşların yaptığı mermer heykellerin süslediği caddede yürürken, karşınıza küçük pavyonlar çıkıyor. Bunların her biri bir ülkeyi temsil ediyor. İtalyan evi (Oranjereya) , Hollanda evi (Ermitaj) gibi. Bu evlerin her birine çok iyi bakılmakta ve ziyaretçilere açıktır.
Büyük taş portakallık olarak adlandırılan bina: ana sergi salonu olarak kullanılmaktadır ve burada çok zengin Rus ve Doğu seramik koleksiyonu sergilenmektedir. Yani bir anlamda: Seramik Müzesidir.
Müzenin dışında, mutlaka görülmesi gereken yerler arasında: Grotto yani Saray yapısı ve Fransız üslubunda inşa edilmiş “inziva evi”ni görebilirsiniz.
Evet: diğer bir gezi bölgesi de: Kolomenskoe.
KOLOMENSKOE
Kremlin’in yaklaşık 10 km. kadar güneyinde, ırmağa bakan bir uçurumda, Moskova Nehrinin yüksek bir kıyısında kuruludur. Kolomenskoe istasyonuna kadar metroya binip, oradan 10 dakikalık bir yürüyüşle buraya ulaşabilirsiniz. Burası: Moskova’nın güney kıyısında yer alan şehir içindeki bir cennettir. Şehir içindeki parkların en güzelidir. Yalnızca bir park değil, aynı zamanda bir açık hava müzesidir.
İçindeki pek çok mimari eser; 16. yüzyıldan kalmadır.
Mimari eserlerin yanında, parkın doğası da çok görkemlidir. Birçok çiçeğin süslediği parkta: 700 yıllık meşe ağaçları ile 200 yıllık dişbudak ağaçları özel koruma altındadır. 350 hektarlık bir alanı kaplar. Özellikle: hafta sonlarında tüm Moskovalıların gezi parkurlarının başlıcalarından biridir. Burada: Rus mutfağından örnekler tadabileceğiniz ve özellikle Rus krepi olarak bilinen ürünün en güzelini tadabileceğiniz, küçük ahşap restoranlar ve barlar da var.
16. ve 17. yüzyıllarda: burası Rus çarlarının gözde bir inziva köşesi olarak kullanılmış bir çiftliktir. O günlerden beri, mimari bir müze olarak korunmuştur. Burada: tabiat güzelliği yanında, görülmeye değer birkaç yapı daha vardır.
Bunlar: Miraç kilisesi, Aziz George Çan kulesi, Kazan kilisesi ve Büyük Petro’nun kulübesidir.
İSA’NIN GÖĞE YÜKSELİŞİ (MİRAÇ) KİLİSESİ
Diğer ismi: Miraç kilisesidir. Rus Çarı Korkunç İvan’ın doğumunu kutlamak amacıyla yapılmıştır. Bu yapı: ahşap kiliselerde geliştirilen şekil ve formların, taş yapılarda denenmesinin ilk örneğidir. Büyük, beyaz taşlarla yapılmıştır. Çadır çatılıdır. 1532 yılında yapılmıştır. 70 metrelik, zarif bir külahı, güneyden saldıran Moğollara karşı, bir gözlem kulesi olarak kullanılmıştır.
Giriş kapısına daha yakın bir noktada: altın yaldızlarla süslü, zarifçe orantılanmış gök mavisi kuleleriyle 17. yüzyıl tarihli güzel “Kazan Kilisesi” bulunmaktadır.
Kolomenskoe’nin bir kısmı: bir ahşap mimari müzesi haline getirilmiştir ve bu müzenin en önemli parçası “Büyük Petro’nun Kulübesi”dir. Ayrıca: park içinde: Diyakov şehrinin kalıntıları da bulunuyor.
BÜYÜK PETRO’NUN KULÜBESİ
Rus ahşap mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. Bu küçük ahşap ev: buraya, Petro’nun 1702 yılında bir süre kaldığı, kuzey kıyılarındaki Arhangelsk’ten taşınmıştır.
Bu yapıları gördükten sonra: 600 yıllık meşe ağaçlarının bulunduğu ormanlık arazide, kıvrılarak uzanan patikalar boyunca, zevkli bir yürüyüşe çıkabilir ya da ırmak kıyısında piknik yaparak Rus kırsal bölgesinin tadını çıkarabilirsiniz.
Günümüzde: park içinde, her Ruslar ve hem de turistler için Rus Kültürü etkinlikleri düzenleniyor. Bu etkinlikler arasında: çeşitli festivaller, dans ve müzik gösterileri ile Rus kültürüne ait kostüm, yemek ve oyunlar ilgi çekici.
Ayrıca: küçük bir açık hava tiyatro sahnesi de bulunan parkta, hafta sonları at kiralamak mümkün.
Adriyatik denizinde, dünyanın en güzel 25 koy’undan biri olarak kabul edilen Boka koyunun sonundaki Kotor körfezi: Adriyatik denizindeki, en girintili parçalardan birisidir. Akdeniz’in ve güney Avrupa’nın en büyük fiyord’u (yani derin ve kapalı körfezi) buradadır.
Zaten, bu yüzden yani derin ve kapalı bir körfez konumu nedeniyle, bir zamanlar bütün bölgeyi teslim almış Osmanlı denizcileri, burayı ele geçirememişlerdir.
Kotor şehri, Kotor körfezinde, Karadağ ülkesinin bir sahil şehridir. Ancak, Adriyatik denizinin en büyüleyici yerlerinden birisi olarak kabul edilir. Dubrovnik şehrinin bir boy küçüğü olarak benzetilir.
Şehre vardığınızda: muhteşem bir tarihi yapı olan ve günümüze kadar sağlam gelmiş surlar ve kale yapısı ile karşılaşacaksınız. Özellikle: bu surların hemen dışında, kara yönünde, yine büyük ve içi su dolu hendekler, gerçekten buranın teslim alınmasının olanaksız olduğu konusunda hemen fikir sahibi olmanızı sağlayacaktır.
Tarihi
Efsaneye göre: şehir, Altın post peşinde olan Fenikeliler tarafından kurulmuştur. Ancak, Fenikeliler, Akdeniz’de ticareti idare ederken, burada yani yeni kurduklarını belirttikleri şehrin yerinde, daha önceleri de “Hotor” olarak isimlendirilen bir yerleşim yeri bulunduğunu belirtirler.
Yani, şehrin geçmişi çok eski dönemlere kadar gider. İlk yerleşimcilerin, MÖ 3 ve 2’nci yüzyıllarda, İliryalılar olduğu söylenir.
Fenikeliler tarafından kurulan şehir, başlangıçta “Katareo” olarak isimlendirilir. Romalılar, MÖ 168 yılı ile MS 476 yılları arasındaki 644 yıllık süreçte, burada egemen olurlar. Ardından gelen Bizanslılar, MS. 1185 yılına kadar şehirde kalırlar. Bizans döneminde şehrin ismi “Dekaderon” dur.
1185-1371 yılları arasında Sırplar görülür. Bu dönemde: şehir, Sırp Nermanjic hanedanı yönetiminde bir kıyı şehri olarak, ekonomik ve kültürel yönden oldukça zenginleşir.
1391-1420 yılları arasında, Kotor bağımsız bir cumhuriyet olur. Ancak, yörede, Osmanlı etkisi görülünce, Kotorlular, şehrin yönetimini Venedik Cumhuriyetine verirler. Venedik hükümranlığı, 1797 yılına kadar sürer. Osmanlı denizcileri, çevredeki tüm yerleri ele geçirmelerine rağmen, konumu nedeniyle, bu şehri alamazlar.
1813 yılında Karadağ hükümdarı Petar I Petroviç: Kotorluların Fransız monarşisine karşı olan direnişlerine yardım eder ve Karadağlılar ile Kotorlular arasında birliktelik kurulur. Ancak bu birliktelik kabul görmez ve Boka koyu ve çevresi, 1814-1918 yılları arasında yüz yıllık süreç için Avusturya tarafından ele geçirilir. 1918 yılında Kotorlular bağımsızlarını kazanırlar. 1944 yılında ise, şehirde Nazi işgali görülür.
Şehrin önemi
Şehir, Ortaçağ d öneminde, Adriyatik denizi kıyısında, doğal limanı, surları ve yapılarıyla önemli bir sanat ve ticaret merkezi olur. Özellikle, hızlı şekilde 1500 metreye kadar yükselen dağlar, birbiriyle bağlantılı iki koy ve bunların yarattığı doğal koruma ve manzara ilgi çeker.
Günümüzde, şehirde mimari olarak öne çıkan yapılar: 4 Romaneks kilise ve şehir surlarıdır.
Kilise denince, burada ilginç bir husus var. Kotor şehri aslında uzun yıllar Venedik ve İtalyan etkisiyle Katolik olmasına rağmen, bir zamanlar Karadağlılar ayni Ortodokslar, Osmanlı korkusuyla kaçarak bu şehre o kadar çok gelmişlerdir ki, zengin Kotorlular, şehre bir Ortodoks kilisesi yaptırmışlardır.
Ancak, şehirdeki anıtların ve binaların birçoğu 1979 yılındaki depremde hasar görmüştür. Bunun üzerine, şehir UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmış ve tüm yapılar ve anıtlar yeniden yaptırılmış ve restore edilmiştir.
Şehirde İtalyan etkisi vardır. Çünkü, burası bir İtalyan şehri, bir Venedik şehri gibidir. O yüzden şehrin tüm yapıları, Venedik şehri özellikleri taşır. Ayrıca, burası uzun yıllar bir ticaret şehri, serbest ve bağımsız bir şehir olarak kalmıştır.
Günümüzde, eski şehirde yani surların içindeki şehirde yaklaşık 600-700 kişi yaşamaktadır. Şehrin kalan nüfusu (13 bin kişi civarında) ise, şehrin yeni bölümünde, surların dışında yaşamaktadır. Tito döneminde, surların içinde yani eski şehir bölümündeki yerler kamulaştırılmış, sahipleri başka yerlere göç etmiştir.
Tito dönemi bitince, surların içindeki bölümler, özellikle İtalyanlar tarafından iskan edilmeye başlanmış, eski sahipleri yıllar sonra buraya geldiklerinde ise, yeni iskan edenlerle karşılıklı anlaşma sağlanmış ve sonuçta, günümüzde burada yukarıda söz ettiğim gibi 600-700 kişi yaşamaktadır.
Ulaşım
Kotor şehrine ulaşmak için: Budva şehrinden buraya gitmek isterseniz, 3 Euro ücret ödenen otobüsleri kullanabilirsiniz. Ayrıca, buraya ulaşmak için Tivat, Podgorica ve Dubrovnik hava alanlarını kullanabilirsiniz. Titav hava alanı çok küçüktür, ancak şehre 15 dakika uzaklıktadır. Dubrovnik hava alanı ise, arada sınır geçişi olduğundan, şehre 2 saat uzaklıktadır.
Alışveriş
Eski Kotor’un iç kısmında, çok fazla sayıda mağaza ve butik bulunmaktadır. Hatta, bunların bir kısmının, Türkler tarafından işletildiğini göreceksiniz. Özellikle: deri ürünlerin satıldığı dükkanları Türkler işletiyor. Ayrıca: yine burada tanınmış Avrupalı ve dünya tasarımcılarının ayakkabı ve kıyafetlerini sunan küçük dükkanlar ve satıcılar bulabilirsiniz.
Ancak, tahmin ettiğiniz gibi, bu butiklerin ve diğer dükkan ve mağazaların ürünlerinin fiyatları çok yüksek, ben burada gezdiğim sürede hiç alışveriş yapmadım. Sanırım siz de sadece birkaç buzdolabı magnetinden başka satın alınacak bir şey bulamayacaksınız. Çünkü Kotor şehri alışveriş değil, turizm yönüyle öne çıkıyor. Buradan mutlaka satın alın diyebileceğim bir ürün yok.
Spor
Kotor’da, limana doğru yürüdüğünüzde, surların dışında, denizde açık bir su topu sahası göreceksiniz. Kotor şehrinde su topu çok ünlüdür. Çünkü uzun süre boyuncu, su topu okulu “Primorac” bu şehirde etkin olmuştur. Ayrıca, yine burayı ziyaret ettiğinizde, denize girmeyi düşünürseniz, bu su topu sahasının bulunduğu yerden denize girebilirsiniz.
Çünkü burada denize giren birçok insan göreceksiniz. Ancak, unutmayın, soyunma kabini, duş yok. Ayrıca yine bu bölgede: deniz kıyısında, birçok kano ve kürek sporcusu göreceksiniz. Çünkü çoğunlukla Rusya’dan gelen takımların kürekçiler, burada antreman yaparlar. Çünkü burada su sakindir.
Şehir merkezinde gezilecek yerler
Evet: Adriyatik denizi kıyısındaki en ünlü ve güzel turizm ve cazibe merkezlerinden olan Kotor şehrinin turizm yönünü anlatıyorum.
Günümüzde: nakış gibi işlenmiş kalesi ve surlarıyla inanılmaz güzel ve etkili bir turizm merkezidir. Buna istinaden: her yıl buraya yaklaşık 800-900 tane büyük yolcu gemisi (Cruise) geldiği söyleniyor.
Zaten: şehri uzaktan gördüğünüzde, büyük gemileri de göreceksiniz. Bu gemilerin yüzlerce, binlerce yolcusu, yakın yerlerden (Makedonya, Sırbistan gibi) karayolu ile gelenlerle birlikte, surların içindeki dar şehir bölgesine giriyorlar.
Yani: öncelikle şehir gezinizde muhteşem bir kalabalıkla karşılaşacağınızı bilin. Ama, yine de ne kadar kalabalık olursa olsun, bu muhteşem güzel şehri görmenizi mutlaka öneriyorum.
Balkan turlarıyla buraya gidildiğinde, yerel uygulamalar gereği, yerel rehber almak gerekiyor. Ama, inanın alınan yerel rehber, sizin tur rehberiniz kadar bilgili değil, sadece fon teşkil ediyor.
Eski şehir kapısına geldiğinizde, muhteşem surlarla karşılaştığınızda: etkileneceksiniz. Bu surların yapımı, ilk olarak 9’ncu yüzyıla kadar dayanıyor. Sveti Ivan dağı tarafından çevrelenen görkemli surların toplum uzunluğu, yaklaşık olarak 5 km imiş. Günümüzde görülen surlar, Venedik döneminde yapılmıştır. Duvar kalınlıkları 10 metre, yükseklikleri ise 20 metredir.
Bunlar, Avrupa sur mimarisinin eşsiz örnekleri olarak tanımlanır. Surlar üzerinde, halkın giriş çıkış için kullandığı 3 kapı vardır. Yüzyıllarca, insanlar bu kapıları kullanarak şehre girip çıkmışlardır. Surların hemen dibinde ise, düşman saldırılarından korunmak için yapılmış, içi su dolu hendekler görülür.
Şehre girmeden sağ yanda: yüksekten aşağıya baktığınızda, surların dibinde kano ve küçük kürekçi teknelerini göreceksiniz. Bunlar yukarıda sözünü ettiğim gibi, kürek sporu ile ilgilenen sporcuların antreman tekneleri, birlikte denize açıldıklarında, surların çevresinde güzel bir görüntü oluşturuyorlar. Yine, sol yanda, surların dibinde, içi su dolu, büyük hendekleri göreceksiniz. Bunları görünce, şehrin neden ele geçirilemediği zaten hemen anlaşılıyor.
Sonra şehrin kapısına geliyoruz. Kapıda: rehber giriş ücreti için bilet satın alırken, jest olarak bir de şehrin tek sayfalık Türkçe haritası veriliyor. Ben kullanmadım, siz bu satırları okuyunca zaten bu haritaya ihtiyaç kalmayacak. Belki hatıra olarak saklayabilirsiniz.
İlk dikkatimi çeken, şehrin ana giriş kapısının üstünde, sur duvarlarındaki bir yazı oldu “HERKEZİN İYİLİĞİ”. İlk anda bu söz pek anlamlı gibi gelmiyor, anlamını sorduğunuz da ne kendi tur görevliniz ne de yerel rehber size bilgi vermiyor, zaten kapıda büyük bir kalabalık, karmaşa var.
Ben size bu sözün anlamını anlatmak istiyorum. Dünyayı dolaşan iki gezgin, gri denize yani Boka körfezine gelirler. Uzun yolculukları nedeniyle oldukça yorulmuşlardır. Dinlenmek için deniz kıyısında bir kayaya otururlar. Bir tanesi, biraz yana hareket ettiğinde, kayanın üstünde bir yazıt olduğunu görür.
Yazıtta “10 uzunluğu ölçün ve durun” yazar. Yazıyı okuyunca; bunun ne olduğunu bilemezler, merak ederler ve çeşitli tahminlerde bulunurlar.
Daha sonra, yazıtın bulunduğu plaketten gereken uzunluğu yani 10 uzunluğu ölçerler ve ölçtükleri yerde küçük bir delik bulurlar, bu delikte ise küçük bir sandık vardır. Sandığı açtıklarında ise, sandığın içinde “HERKEZİN İYİLİĞİ” yazısını görürler.
Yazıyı okuduktan sonra, uzun süre ne yapmaları gerektiğini düşünürler. Yolculuklarına devam mı etmek, yoksa burada mı kalmak konusunda kararsızdırlar. Yine de, bunun bir mesaj olduğuna karar verirler ve mesajın bulunduğu yerde kalmaya karar verirler.
Aynı yerde, hızla bir konut yaparlar ve akşam olunca bu konutta uyumaya giderler. Gece boyunca tuhaf şeyler olur. Tahta sandıkta, bazı yeni parlak harfler ışıldar. Yeni mesaj şöyle der “UYUMADAN ÖNCE, DİLEDİĞİNİZİ DİLEYİN”.
Her iki gezgin de, uyumadan önce, güzel taş evler ve güzel eş dilerler. Sabah uyandıklarında ise, pencereden denize baktıklarında, güzel taş ev ve güzel birer kadın görürler. Hemen yeni eve taşınırlar ve rahatça yaşamaya devam ederler.
Bundan sonra, her gece uyumadan önce, her sabah ortaya çıkan başka güzel evler dilerler ve böylece Kotor şehri yakınlarındaki Dubrota, bu şekilde kurulur. İşte, giriş kapısında gördüğünüz yazının anlamı budur.
Girişten önce, kapının sağ ve sol yanını gezdikten sonra, giriş ücretinin ödenmesinin ardından: surların içindeki şehre giriyoruz.
Hemen karşımıza bir meydan çıkıyor. Burası “Silahlar Meydanı” dır. “Trg Od Oruzja” olarak isimlendirilen bu meydan: Kotorlular için bir toplanma yeri imiş. Burada çeşitli toplantılar yapılıyormuş.
Meydanda: hemen arkanızda, eski “Muhafızlar Binası” (günümüzde Hırvat elçiliği) görülür. Bunun yanında ise yine meydana bakan, uzun balkonlu bina, şehirde Venedik şehrinin temsilcisinin oturduğu konuttur.
Konutun balkonu boydan boya uzanır, çünkü Venedik temsilcisi, şehrin içinde olup biteni bu balkondan gözetliyormuş, her şeyin yolunda olup olmadığını bu uzun balkondan izliyormuş.
Hemen karşıda, saat kulesi görülüyor. Bu saat kulesinin hemen altındaki meydan ise Kefaret Meydanıdır. Eskiden suçlular veya suçlananlar, bu meydanda zincire bağlanıyor ve yerel halk tarafından aşağılanıyorlarmış. İsim, bu yüzden verilmiş.
Yine bu meydanda çevreyi inceliğimizde, şehrin tek fırını görülüyor. Günümüzde oradan yöresel lezzette “börek” satın alabilirsiniz. Saat kulesinin hemen yanındaki yapı: 14’ncü yüzyılda yapılmış Palace Bizantidir.
Evet: Silahlar meydanından ayrılıyor, ana kapının sağındaki yolu takip ederek ilerliyoruz. Solda fırın kalıyor. Burada, arkada, bir villa yapısı görülüyor. Bu villa bir aileye aittir. Villanın özelliği: buradaki özel hayatın, kamusal hayata açıldığı görülür.
Yani, villada dışarıya yani sokağa açılan oldukça büyük bir balkon var. Bu villa, sokağa yani kamusal alana açılan balkonu olan ilk sivil yapıdır.
Yürümeye devam ettiğimizde, yol üstünde, bir İtalyan dil okulu (günümüzde Turizm okuludur) görülür. O dönemde burada bir dil okulu olmasının sebebi: burada yaşayan yerliler, çocuklarının çok iyi bir dil konuşmasını (İtalyanca) ve yüksekokul okumasını isterler.
Bu dil okulundan mezun olan öğrenciler, Roma şehrindeki Üniversitelere doğrudan kabul edilirlerdi. Yani, 16-17’nci yüzyıllarda, burada olağanüstü bir dil eğitimi veriliyordu.
Rotamızın devamında “Kilise Meydanı” vardır. Meydanda hemen karşıda görülen kilise “Aziz Tryphon” için adanmıştır.
Kendisi, buralı değil, Anadolu’dan Kapadokya’dandır. Cenevizliler, bir zamanlar Noel Babanın kemiklerini, Anadolu Myra şehrinden çalarak İtalya Bari şehrine kaçırırlar ve burada yani Bari şehrinde futbol stadyumunun hemen yanında kocaman “Sen Nicola” kilisesi yaparlar.
Venedikliler de, buna benzer şekilde, 3’ncü yüzyılda Roma imparatoru Decije döneminde şehit edilen (Hıristiyanlığın ilk şehididir) Aziz Tryphon’un kemiklerini, Kapadokya’dan çalarak Venedik şehrine götürmeye niyetlenirler.
Ancak, Kotor önlerinde fırtınaya yakalanırlar ve sahile çıkarlar. Kotorlu tüccarlar, Venedikli denizcilere ne taşıdıklarını sorarlar ve Aziz Tryphon’un kemiklerini taşıdıklarını öğrenince, Venedikli denizcilere büyük paralar vererek Aziz Tryphon’un kemiklerini satın alırlar ve burada kendisi için bu devasa kiliseyi yaptırırlar.
Evet, Aziz Tryphon, şehrin koruyucusu ve hamisidir. Burada ilk kilisenin, 809 yılında, İstanbul’dan gelip buraya yerleşen biri tarafından yaptırıldığı söyleniyor. Takip eden dönemde ise, 1166 yılında kilise kutsanmıştır.
1667 yılında depremde yıkılan kilise, daha sonra yeniden inşa edilmiştir. 1979 yılında depremde yine büyük hasar gören kilise, daha sonra restorasyon çalışmalarıyla yeniden ayağa kaldırılmıştır. Kilisenin iç bölümlerindeki restorasyon çalışmaları halen devam etmektedir.
Katedral, günümüzde şehrin en iyi korunmuş ve en güzel Ortaçağ yapılarının başında gelir. Romaneks mimari stilin en eski ve en güzel örneklerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Dıştan giriş ve hemen yanında yükselen iki kule, girişin üstündeki balkon kısmı ve taç pencere görülmeye değerdir.
İç mekanda bulunan fresklerde, 14’ncü yüzyılda Aziz Tryphon’un hayatı tasvir edilmiştir. Ana sunak üzerindeki taş süslemeler ilgi çeker. Katedralin sanat eserleri koleksiyonunda ise, çeşitli gümüş süsler ve figürler ile haçlar görülmeye değerdir.
2016 yılında: kilisenin yapılışının 850 yılı anısına bir anma töreni düzenlenmiştir.
Gezimize devam ediyoruz.
Şimdi “Müze Meydanı” karşımıza çıkıyor. Meydanda bir “Deniz Müzesi” bulunuyor. Malum burada yaşayan insanların geçim kaynağı denizdir. Geçimini denizden ve deniz ticaretinden kazanan şehirde, bir deniz müzesi olması gayet doğaldır.
Müze, Barok tarzda yapılan “Grgurin Sarayı” ndadır. Barok saray, 18’nci yüzyıl başlarında inşa edilmiştir. Kotor şehrinde yelkencilik, Orta yüzyılda gelişmeye başladı ve Boka filosu, 9’ncü yüzyılda kuruldu.
Kotor müzesinde: ünlü Kotorlu denizcilerin, sanatçıların, gemi ustalarının, zanaatkarların, devlet adamlarının ve diplomatların, batı ve doğu arasında arabuluculuk yapanların başarıları, hatıralarının izleri görülür.
Ayrıca ünlü kaptanların portreleri, eski galeriler ve yelkenli tekneler, seyir araçları ve daha birçok denizcilikle ilgili obje bulunmaktadır. Müzede: 1168 yılından kalma, Boka bölgelerinde, Navigasyonla ilgili en eski belgenin kopyası da bulunmaktadır.
Yürümeye devam ettiğimizde, hemen solda “emme-basma tulumba” görülüyor. Bu çeşmenin ismi “dedikodu çeşmesi” dir. Şehrin kadınları, gündüzleri, burada, çeşmenin başında oturup dedikodu yapıyorlarmış.
Burada iki kilise görülüyor.
Sağda Aziz Nikola’ya adanmış bir kilise vardır. Giriş ücretlidir. (4 euro) Bu kilise, Kotor şehrindeki en önemli Ortodoks kilisesidir.
Yukarıda sözünü ettiğim gibi: Osmanlı korkusuyla kaçarak Kotor şehrine sığınan Karadağlılar için, Kotorlu zenginler tarafından yaptırılmış Katolik şehirdeki Ortodoks kilisesidir.
Yani, şehrin zenginliğini düşünün, 16’ncı yüzyılda, kendisine sığınan azınlık için kilise yaptırıyorlar. Kilise, 19’ncu yüzyıldaki bir yangında harap olur, 20’nci yüzyıl başlarında aslına sadık kalınarak yeniden inşa edilir. Kilisenin hazinesinde: çoğunluğu Kotorlu zenginler tarafından hediye edilen değerli eşyalar, ikonlar, el sanatı eserleri, belgeler ve çeşitli giysiler vardır.
Solda ise, İncil yazarlarından Aziz Luka’ya adanmış kilise vardır. Kilise, 12’nci yüzyıl başlarında Sırp hanedanı Nemanjic hükümdarlığı döneminde inşa edilmiş Katolik kilisesidir. 17’nci yüzyıl ortalarında ise Ortodoks kilisesine dönüştürülmüştür.
Çünkü o dönemde, Kotor şehrindeki Ortodoksların sayısı hızla artmış ve yeni bir kiliseye ihtiyaç duyulmuştur. Yine de, 19’ncu yüzyılın ilk yarısına kadar, bu kilisede Katoliklerin sunaklarının bulunduğu söylenir.
Rotayı takip ederek 85-90 metre yürüdüğümüzde, yine Silahlar Meydanına yani şehrin ana giriş kapısına ulaşıyoruz.
Evet, turla, birlikte gezi bitiyor. Ben size ısrarla şunu öneriyorum. Hemen doğru karşıya, deniz kıyısına doğru gidin, oradan sağa doğru, surların dış kenarından, deniz kıyısındaki yolu takip ederek ilerleyin. Bu sırada, solunuzda, kıyıya bağlı çok güzel tekneler göreceksiniz.
Surların dibinden yürümeye devam ettiğinizde ise, uç bölümde yani yaklaşık 200 metre sonra, daha güzel bir görüntüyle karşılaşacaksınız.
Burada: yerel halk, denizin kıyısına yapılmış su topu alanında spor yapıyor, kano ve kürek çekenler, denize girenler, muhteşem yüksek surların hemen dibinde, güneşlenenler, gezinenler çok güzel bir ortam, bu ortamı mutlaka görün.
Sonra geri dönün ve meydanlardaki kafelerde oturup bir şeyler için. Ben, meydanlardan birinde (Kefaret meydanı) restoranda pizza yemeyi tercih ettim, gayet büyük pizza, 6 euro idi, yani porsiyonları gayet büyük.
Restoranın tuvaletini ve wifi de kullanma şansınız olur. Alışveriş önereceğim bir şey yok, ara sokaklara girin, tarihi yapıların arasında gezin dolaşın, sokaklar o kadar dar ki inanamayacaksınız, yerel rehberin söylediğine göre, kendi evi için bir büyük eşya satın aldığında, dar ara sokaklardan eşyanın eve götürülmesi bayağı sorun yaratıyormuş. Şehirdeki en geniş sokak, un deposunun bulunduğu sokakmış.
Son bir not: bazı gezginler, kaleye de çıkmayı düşünebilirler. Kotor kalesi, orijinal ismiyle “St John kalesi”, deniz seviyesinden yaklaşık 400 metre yükseğe kadar çıkıyor. Kalede “Fortification” denen bir yer var.
Buraya ücret ödenerek giriliyor. (20 Euro) Ancak, sadece ücret ödemek değil, girişte bir süre sıra beklemek ve girişten sonra yaklaşık 500 basamak merdiven tırmanmak gerekiyor. Yani: özellikle tur yolcuları eğer kaleye çıkmak istiyorsa, buraya en az 2 saat zaman ayırmak zorundalar. Öte yandan, böyle bir zaman çoğu turda kalmıyor.
Yine de mutlaka kaleye çıkmayı düşünürseniz: daracık merdivenlerden tepeye tırmandığınızda, körfezin ve şehrin muhteşem manzarası, mutlaka ilginizi çekecek ve hatta sizi büyüleyecektir. Benden size öneri: öğlen sıcak saatleri haricinde çıkın ve ayağınızda spor ayakkabısı olsun.
ŞEHİR YAKINLARINDA GEZİLECEK YERLER
Kotor şehrine, tur haricinde müstakil gidip, zamanı olanlar için şehir yakınlarında gezilmesini önereceğim diğer yerler şunlardır:
Perast
Burası minik bir köydür, körfezin kıyısına kadar sokulmuştur. Karadağ ülkesinin en şirin yerlerinden biridir.
Perast’ta, denize bakan Boka Kotorska körfezinde iki muhteşem güzel ada vardır. Kotordan her iki adaya turist mavnaları kullanılarak gitmek mümkündür.
Ada Gospa od Skrpjela: (Our Lady of the Rocks)
Efsaneye göre: bu ada Perast ve Kotor şehrinden yelkenli tekneleriyle büyük taşlar getiren bir denizci tarafından yapay olarak yapılmıştır. Adada bir kilise vardır.
Yine bir efsaneye göre: Perasttan gelen balıkçı, adanın yakınında, bir enkazından sonra, bir deniz kayası üzerinde: Meryem Ana ve İsa’nın ikonunu bulur.
Bunun üzerine, adada bir kilise inşa eder. 1630 yılında kilise yapılır. Denizci taşları getirmeye devam eder, böylece gelenek günümüzde de devam eder, adayı ziyaret edenler, taş getirirler. Kilisedeki anma etkinlikleri, her yıl “Fesinada” ismiyle 22 Temmuz günü yapılır.
Ada Sveti Djordje
Bu adaya “Ölü kaptanlar adası” da denir. Çünkü: bir Fransız askerinin efsanesine göre: “Perasttan, buraya bir Fransız askeri tarafından top ateşi yapıldığında, top mermisi askerin kızının evine isabet eder ve kızını öldürür. İsviçreli ressam Beklin, buranın resmini çizmiş ve “Ölüler adası” olarak isimlendirmiştir.