Bugünkü gezimize: halicin denize birleşmeden önce, yay çizdiği bölümden yani Deira’nın karşısındaki bölümden başlayacağız.
Bur Dubai denilen bu bölüm: kentin ticaret merkezidir. Buradaki en eski iş merkezi: Beit Al Wakeel; 1930’lu yılların başında: İngiliz acenteleri ve ticaret misyonlarının ofisleri olarak inşa edilmiş. Aynı zamanda: 1946 yılında kurulan; kentin ilk bankası British Bank of the Middle East’in genel merkezi de burada.
AL FAHİDİ FORT
Burası bir kale. Kenti: kara saldırılarına karşı korumak için: 1787-1799 yılları arasında yapılmıştır. Bu büyük kalede: Portekiz etkisi görülür. Geçmişte: saray, askeri garnizon ve hapishane olarak kullanılmış.
Bir süre de: Emir’in ikametgahı ve yönetim merkezi olarak da kullanılmış. Ama: herhangi bir saldırı durumunda: kıyı sakinleri, burayı sığınak olarak kullanmışlar.
Evet kalenin içinde gezimize devam ediyoruz. Kalenin yanında bulunan açık alanda: inci avlarında kullanılan, ahşap bir “dhow” teknesi var.
Kalenin içinde bir müze var.
DUBAİ MUSEUM
Haliç kıyısından içte kalıyor. Al İbn Talip Street üzerindedir. 1971 yılında, kale içinde bu müze hazırlanmış. Köşe kuleleri: çamur sıvalı. Basit ve yüksek duvarlı, kare bir yapı. All Fahidi Street üzerinde bulunuyor. Cadde üzerindeki modern apartman bloklarının ve iş yerlerlerinin arasında: hemen gözünüze çarpacak bir yapı.
Müze: 2 bölümden oluşuyor. Bahçede: eski Dubai yaşantısından günümüze kalan; kayıklar, ev örnekleri ve silahlar sergileniyor. Ama müzenin asıl önemli bölümü: kalenin altında yapılan ve soğutmalı yeni müze bölümü. En son teknolojik olanaklar kullanılarak, Dubai’nin geçmişten bugüne, bütün geçirdiği aşamalar burada, ışık ve foto gösterimleriyle, adım adım anlatılıyor.
Çöl yaşamından, geleneksel Arap evine, camilere, çarşıya, hurma bahçelerine varana kadar, Dubai ile ilgili her şey, kalenin altında yapılan müze bölümünde sergileniyor. Çölde yapılan arkeolojik çalışmalar, bir köşede anlatılıyor. Bir başka köşede: balmumu heykeller, Dubai’nin ilk kurulduğu yıllarda başlayan, Bedevi kabilelerinin yaşantılarını gözler önüne seriyor.
Tüm bunların yanında: yer altı galerilerinde; eşsiz parçalar da sergileniyor. Burada sergilenen nesneler arasında: El Ghusais ve Jumeira’da yürütülen arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan: Demir Çağı buluntuları ve 6’ncı yüzyıldan kalma parçalar var.
En sonda ise: bir alışveriş merkezi var. Burada: Dubai ile ilgili, aklınıza gelebilecek her türlü hediyelik eşya bulmanız mümkün. Peçeli yüzleriyle kadın görüntülerinin bulunduğu buzdolabı süsleri, Burj Al Arap oteli süsleri, en ilgi çekenler.
Müzeden çıkınca: hemen karşıda, her türlü ipek ürünü bulabileceğiniz bir yer var. Çünkü: Hintliler, en kaliteli Hint ürünlerini burada satıyorlar. Her dükkanda: farklı güzellikle: sariler, ipekler, elbiselik kumaşlar görecek ve inanın kendinizi alışveriş yapmamak için zor tutacaksınız ama aslında alışveriş yapmamak mümkün değil.
Kale ve haliç arasında: bir cami var.
JUMA GRAND MOSQUE
Kentin simgesi. Hemen haliç kıyısında, Dubai Museum önündedir.
En eski camilerden biri. İlginizi çekerse girebilirsiniz. Yalnızca, Müslümanların girmesine izin veriyorlar. Caminin: 9 büyük ve 45 küçük kubbesi var. Minaresi: 70 metre yüksekliğinde ve kentteki en yüksek minare özelliğine sahip. 1900’lü yıllarda yapılan cami: 1200 kişi kapasiteli ve 1998 yılında, yeniden inşa edilmiş.
BURJ DUBAİ HALİFE
Yeryüzünün en yüksek binasıyla, Arap dünyasını da onurlandırmış oldular. Sanırım uzun süre de bu onuru muhafaza edecek. Çünkü: dünyada, şu anda yapımı süren gökdelenlerin hiçbirinin bu yüksekliği geçeceği planlanmamış. Zaten: Mısır piramitleri 400 yıl, Amerika-Chicago’daki Sears Tower; 20 yıl süresince, dünyanın en yüksek yapıları olma özelliklerini korumuşlar.
828 metrelik yüksekliği ile, dünyanın en yüksek binası unvanına sahip. İğneye benzeyen, çelik ve camdan oluşan gövdesi ile “dikey şehir” olarak anılıyor. Dünyanın, kendi başına ayakta duran en yüksek binası. İnşaat: toplam, 1325 günde tamamlanmış. Maliyeti: 4.1 milyar dolar.
Burj Dubainin baş mimarı: George Efstathiou.
Ağırlığın dengeli bir şekilde dağıtılması için: 3 kanat halinde “Y” şeklinde inşa edilmiş. Yapımında: 33 bin metreküp beton ve 31 bin ton çelik kullanılmış.
Rüzgarlarda: 1.8 metreye kadar esneme özelliğine sahip. Ayrıca: çeliğin güneşte genleşmesi nedeniyle de, 0.9 metreye kadar genişleyebileceği belirtiliyor.
Kulenin, en yüksek ve en alt noktaları arasındaki sıcaklık farkı: 10 dereceye ulaşabiliyor.
Kulenin tepesi: yaklaşık 96 km uzaklıktan görülebiliyor. Binanın 124. katındaki gözlem yerinden: 80 km. uzaklıktaki İran toprakları görülebiliyor. Evet, bina, dünyanın gözlem bölümü en yüksekte bulunan binası özelliğine de sahip.
Evet, binada 200 kat var. 160 kat yerleşim yeri olarak kullanılırken, diğer katlar hizmetler için ayrılmış. 122. katta restoran, 123.katta jimnastik salonu ve 143.katta gece kulübü bulunuyor.
Binada kullanılan klimaların, günde 12 ton uzu eritecek kadar güçlü olduğu ve su sisteminin günde 250 bin galon su sağlayacağı belirtiliyor.
Kuledeki 57 asansör, 1044 daire ve ofislerin yer aldığı 49 kata servis sağlıyor. Asansörlerin çalışmaması halinde: kulenin tepesine, 3000 basamak merdivenle çıkılıyormuş. Asansörler: dünyanın en uzun asansörleri özelliğine sahip. 2 dakikada 500 metre hızla yol alıyorlar.
Otel kısmı ise
7 yıldızlı ve 160 odalı. İsmi: George Armani. İtalyan modacı Armani tarafından döşenen otelde: 8 restoran, spa, yüzme havuzu, kütüphane, jimnastik merkezi ve toplantı salonu ve ziyafet salonları bulunuyor. Tabii: fiyatları, muhteşem uçuk.
BASTAKİYA
Müze ile haliç kıyısı arasında kalan bölge: Burası: 1990’ların ortasına kadar, az sayıda insanın bir arada yaşamak zorunda kaldıkları, yıkık-dökük evlerle dolu, harap bir yerleşim alanıymış. Ancak: Dubai Belediyesi Tarihi Yapılar Müdürlüğünün yürüttüğü restorasyon çalışmaları sonucunda: yeni bir görünüm almış ve kentsel dönüşüm konusunda, Arap dünyasına örnek olmuş.
Buradaki dar sokaklar: fotoğraf çekmek için ideal yerler.
Evet, burası: haliç kıyısında ve Emiri Divan (Yönetici Sarayı) civarında bulunuyor.
Burada göreceğiniz, 15 metreye kadar yükselen rüzgar kuleleri: daha çok İran’da kullanılan, eski bir havalandırma yöntemidir. Kare şeklindeki kulenin, açık dört tarafı, rüzgarı yakalayıp, ev halkının yemek yediği, oturduğu ve uyuduğu, aşağıdaki odalara yönlendirir. Evlerin: gözenekli yapısı nedeniyle, ısı etkinliği düşük olan mercan taşı duvarları içindeki ısıyı; en düşük seviyede tutar.
Zemin katta: mahremiyet ve güvenlik nedeniyle: birkaç havalandırma deliği dışında, pencere yok. Bu delikler: kahverengi sıvalı binaların arasındaki dar sikka yollarına, ayrı bir hava veriyor.
Tarihi Bastikiya evleri arasında: özellikle şunlar ön plana çıkıyor.
MAJLİS GALLERY
Bir İngiliz göçmeni olan Alison Collins’in; 1989 yılında, kendi evinde kurduğu bir mekan.
XVA GALLERY
Huzur verici avlusunun çevresinde; bir kahve dükkanı var.
BASTAKİAH DİSTRİCT
Ortadoğulu avangard tasarımcıların ürünleri sergileniyor. Eski bir Dubai, geleneksel binasıdır. Sanat galerileri ağırlıklı. Bölgenin en eski ve en büyük evlerinden biri. Burada aynı zamanda, 2005 yılından bu yana hizmet veren bir Arap-İran restoranı var.
ARABİC CALLİGRAPHY MUSEUM
Yine bir müze.
STAMP MUSEUM
Bir pul müzesi.
Evet, Bastakıya bölgesindeki gezimiz bitiyor. Haliç kıyısındaki yolu takip ederek, Juma Grand Mosque’nin hemen yanındaki, bir alışveriş merkezine gidiyoruz.
BUR DUBAİ SOUK
Halice paralel şekilde, Al Fahidi Fort ve Juma Grand Mosque’tan; aşağıya doğru uzanıyor. Dokuma dükkanları ve tezgahların arasında: kentin ilk iş hanı olan “Beit Al Wakeel”i göreceksiniz.
BEİT AL WAKEEL
Bina: 1930 yılında Şeyh Said tarafından yaptırılmış. İngiliz deniz nakliye şirketi buraya yerleşince, adı: Gray Mackenzie Building olarak anılmaya başlamış. 1995 yılında restore edilmiş ve geleneksel bir sahil restoranı olarak, günümüzde faaliyetini sürdürüyor.
DUBAİ OLD SOUK ABRA STATİON
Hemen Bur Dubai Souknun yanında. Haliçteki yoğun tekne trafiğini seyredebileceğiniz, güzel bir yer. Buradan: bir abra (deniz taksisi) ya binebilirsiniz. (ücreti 1 dirhem) Bu abra ile: halicin Deira kıyısındaki Al Sabkha Abra Station’a gidebilirsiniz.
Evet, bu deniz yolculuğu boyunca: haliç kıyısının korunmuş binalarının, muhteşem manzarasını görebilirsiniz. Deira bölgesine geçmek için, buradan abrolara binmek gerekiyor.
Evet gezimize devam ediyoruz.
Daha modern ürünlerin satıldığı “Al Fahidi Street” : bütün elektronik markaların da bulunduğu ve uygun fiyatla satıldığı bir yer. Burada ayrıca: Hint yarımadasından gelen çeşitli ipekli kumaşlar ve dokumalarla dolu dükkanlar var.
İç tarafta kalan, Bur Dubai anayolu “Khalid Bin Al Waleed Road” üzerinde: bilişim teknolojisine yönelik dükkanlar var.
AL-AİN CENTER
Burada: özellikle bilgisayar ürünleri satılıyor. Bilgisayarla ilgili aradığınız her şeyi buradan bulabilirsiniz. Her türlü aksesuar, PC, harici sabit diskler, USB gibi ürünleri bulabilirsiniz. Ayrıca: dijital fotoğraf makinaları da bulabilirsiniz.
Evet, burası bilgisayar tutkunları için tam bir cennet. Zaten diğer adı: Computer Plaza. Kime sorsanız gösterir.
Bu cadde üzerinde ilerleyin, Trade Centre Road ile kesişen kavşakta, yine büyük bir alışveriş merkezi var. Burası: Dubai’nin en büyük alışveriş merkezi.
BURJUMAL CENTRE
It Halid bin El yakınlarındadır. Bölgenin en nezih alışveriş merkezidir. Diğerleri: nispeten daha kozmopolit.
Çok büyük bir yer, gez gez bitmeyecek bir yer. Bu alışveriş merkezinde: genellikle lüks butikler var. Bunlar: Dolce&Gabbana, Cartier, Calvin Klein ve Tiffany gibi. Premium marka ve mağazalar ve lüks butikler, burada müşterilerini bekliyor.
Özellikle: yiyecek bölümü çok iyi. Bütün dünya mutfaklarını tatma şansınız var. Çin, Japon, Tayland, Kore, İran mutfakları, fast-food markaları, hepsi burada.
Bu alışveriş merkezinin önünden: Dubai’nin en sıra dışı gezi araçlarından olan “Wonder Bus” hareket ediyor.
AL SEEF ROAD
Burası: balıkçılar, yürüyüş severler ve koşu yapanlar için ideal bir yer. Burada: 125 metre yüksekliğinde “National Bank of Dubai Building” bulunuyor. Uruguaylı ünlü mimar Carlos Ott tarafından tasarlanmış. Yelkenli biçimindeki, ilgi çekici cam ön cephesi: özellikle gündüzleri güzel bir görüntü oluşturuyor.
Güneş ışınları ön cam panellere vurduğunda: göz alıcı bir parlaklık oluşuyor.
Bankanın hemen yanında: mavi renkli: Dubai Chamber of Commerce Building var.
Şehir: Lehistan İmparatorluğuna, 700 yıl boyunca “Krakow Voyvodası” na başkentlik yapmasıyla önem kazanmaktadır.
Polonya’nın eski krallarının burada yaşamış olmaları: şehre ayrı bir anlam kazandırmaktadır. Polonya ülkesinde: bu şehir, başkent Varşova’dan daha gözdedir.
Çünkü: bu şehirde gerek kültür ve gerekse eğlence ve tüm bunların yanında uygun fiyatlar dikkati çekiyor.
Şehrin diğer bir öne çıkan yönü: Papa II Jean Paul’ün: rahip olarak vaazını verdiği Wawel katedrali ve daha sonra buradan Papa seçilmesidir. Katedral, yaklaşık 900 yıldır ayakta durmaktadır.
Şehir: tarihi süreç içinde, devamlı olarak ülkenin kültür ve sanat kenti olarak öne çıkmıştır. Bu yüzden: 2000 yılında “Avrupa Kültür Başkenti” olarak seçilmiştir.
Bunun yanında, şehirde UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmış yerler şunlardır:
1. Old Town
2. Wielliczka Salt Mine.
3. Kalwaria Sanctuary
4. Auschwitz
5. Ahşap mimari dini yapıları
Krakow; Prag şehrine yakın olması nedeniyle, burayı ziyaret edenler tarafından da uğranılan bir yer olarak değerlendiriliyor.
Şehir nüfusu 800 bin kişidir. Deniz seviyesinden 219 metre yüksektedir. Vistula nehrinin her iki kıyısında yayılır.
Evet, bu şehre vardığınızda büyük olasılıkla pek yabancılık çekmeyeceksiniz, çünkü bu şehirde çok sayıda, Erasmus nedeniyle eğitime gelen Türk öğrenci bulunuyor.
TARİH
Arkeolojik kalıntılar, Wawel Tepesinde, Taş Devrinde iskan olduğuna ait kanıtlar ortaya koymuştur. Krakus ve Wanda Höyükleri: Vistulans ve Slav kabileleri tarafından, muhtemelen 7’nci yüzyılda iskan edilmiştir.
Gelelim, tarihi ayrıntılara:
Krakow şehri ile ilgili yazılı kaynaklardaki ilk referans: Cordovalı tüccar İbrahim ben Yakup tarafından, 965 yılındaki kayıtlarda görülmektedir. Kendisi, şehir hakkında bilgi verirken: ticaret yollarının kesiştiği, ormanlarla çevrili zengin bir kasabadan söz etmektedir.
990-999 yılları arasında yani 10’ncu yüzyılda ise: Boleslav Brave Mieszko döneminde, şehrin kurulduğu belirtilmektedir.
O zamanlar: Wawel tepesinde bir kale ve çevresinde toprak bir duvar bulunduğu anlaşılmıştır. 10 ve 11’nci yüzyıllarda: ilk tuğla yapılar yani katedral ve bazilikaların (St.Feliks ve Adaukt kiliseleri) inşa edildiği görülür.
1000 yılında, şehirde bir piskoposluk kurulur. 1150 yılında ise: üniversitenin kuruluşundan önce, şehirde bir katedral okulu kurulur ki Polonya’nın en iyi eğitim kurumu olarak bilinir.
1142 yılında, Bishop Robert tarafından Romanesk kilise inşa edilir. 1241 yılında Tatar istilası sırasında tahrip olan binalar, Gotik tarzda yeniden inşa edilir. 13’ncü yüzyılda: şehir duvarları, kuleler ve müstahkem şehir kapıları: yeni bir sus sistemiyle sağlamlaştırılır. Bu sistem, takip eden dönemde yavaş yavaş büyütülür ve yüzyıllar boyunca modernleştirilir.
20 Ocak 1320 tarihinde, ilk taç giyme töreni yapılır ve devamında yüzyıllar boyunca törenler sürdürülür. Katedral, aynı zamanda kraliyet mezar sitesi olarak kullanılır. Bu dönemde: şehir yakınlarında Krakow ile bağlantılı iki yeni şehir (Kazimierz ve Kleparz) kurulur. Fransisken ve Dominik kiliseler inşa edilir.
1368 yılında: Polonya ülkesini 200 yıl boyunca yönetecek Litvanyalı Grandük hanedanı başlar. Krakow şehri: Polonya topraklarında bulunmasına rağmen: Litvanya-Rusya arasında yayılan monarşinin başkenti olur. Almanya ve İtalya başta olmak üzere, dünyanın birçok yerinden ünlü hümanistler, sanatsal ve kültürel yaşamı desteklemek üzere, şehre gelirler. Bu dönemde yapılan Wawel kalesi Zygmuntowska paşeli, Rönesans mimarisinin en güzel eserlerinden biri olarak önem kazanır.
1683 yılında: Viyana kuşatmasına katılan askerler tarafından, şehir kuşatılır. 17’nci yüzyılın ortasında “veba” şehir nüfusunu etkiler ve muhtemel ölü sayısı 20 bin üzerindedir. Daha sonra ise, İsveç ordusu: Kazimierz ve Kleparz gibi şehrin varoş yerleşim yerlerini yok eder. Bu dönemde: şehir küçük ölçekli ticaret ve zanaat şehri haline gelmiştir.
1702 yılında, şehir yine İsveç ordusu tarafından ele geçirilir ve talan edilir. Wawel kalesi yıkılır. Prusya ve Rus askerleri de, bu istilaya katılır ve şehir tamamen imha edilir. 1772 yılında bu kez Avusturya ordusunun istilası görülür. 1794 yılında ise şehirde isyan çıkar ve şehre “serbest şehir” statüsü verilir.
Bundan sonra ise, şehir hızla gelişir. Surlar yeniden kurulur ve yeni ilçe: şehrin eteklerinde gelişir.
1918 yılında Rusya’ya karşı bağımsızlık savaşı kazanılınca, sanayi hızla gelişmeye başlar. II. Dünya savaşında ise, şehrin tarihi eserleri yok edilmez, ancak şehir başka yönlerden perişan edilir. 1939 yılında: Jagiellonian Üniversitesi Profesör ve kentin entelektüel seçkinleri tutuklanır ve toplama kampına gönderilirler. Savaş sırasında, Krakow ayrıcalıklı konumunu kaybeder.
Ardından gelen komünist yönetim ise: işçi sınıfının egemenliğine dayalı bir yönetim tarzı oluştururlar.
ULAŞIM
Uluslar arası Krakow Havaalanı: yolcu büyüklüğü ve sayısı bakımından, Polonya ülkesinin ikinci büyük havaalanıdır ve “Krakow-Balice” olarak isimlendirilir.
Ancak: buraya ulaşmak için İstanbul-Varşova arasındaki 2.30 saatlik bir havayolu yolculuğu ve ardından, Varşova-Krakow arasında 45 dakikalık bir havayolu yolculuğu yapmak gerekiyor.
Havaalanı ile şehir merkezi arasındaki ulaşım için otobüs kullanırsanız: yolculuk yaklaşık 20 dakika sürer. Tren düşünürseniz: ana tren istasyonundan her yarım saatte bir hareket eden trenler, T1 terminaline 200 metre yakınlarında bir durakta durur ve durak ile terminaller arasında ücretsiz otobüs seferleri yapılmaktadır.
İKLİM
Krakow: ılıman bir iklime sahiptir. Diğer bir deyişle: Atlantik üzerindeki hava sistemleri nedeniyle, nispeten yazın soğuk, kışın ise nemli hava kütleleri, bölgede egemendir.
Bu şehrin her güzelliğinin yanında, maalesef kötü bir havası var. Ekim ayı sonunda, ciddi kar yağışı ve muhteşem soğukları başlar. Bunun dışında kalan zamanda da, güneşi gökyüzünde pek nadir görebilirsiniz. İnanmak mümkün olmasa da, her gün yağmur yağmaktadır veya yağabilmektedir.
Evet, bu şehirde sıcaklık kışın bazen eksi 20 derecelere kadar düşmektedir. Yaz aylarında ise, genellikle 30 dereceyi aşmaktadır. Noel dönemi, şehir genellikle tamamen karlarla kaplıdır. Temmuz ayı, en sıcak dönemdir. Nisan ve Mayıs aylarında, hoş kokulu çiçekler, şehrin havasını değiştirir.
PARA
Polonya Avrupa Birliğine girmesine rağmen, halen Euro kullanıma sokulmamıştır. Bu yüzden ülkede eski para birimi yan “zloty” kullanılıyor. Ancak, bazı işyerlerinde, hipermarketlerde de, Euro ödenmesi kabul edilmektedir.
1 Euro = 4.2 zloty.
1 ABD doları= 3.2 zloty.
Para değişimleri: “kantor” adı verilen küçük döviz bürolarında yapılmaktadır.
DİL
Ülkede yerel lisan olan “lehçe” konuşuluyor. Zor bir dil. Özellikle genç nüfusun büyük bölümü İngilizce biliyor.
ŞEHİR İÇİ ULAŞIM
Şehirde güzel işleyen bir trafik vardır. Genellikle, medeni ülkelerde olduğu üzere, burada da sürücüler gayet kibar şekilde yayalara yol veriyorlar. Öte yandan, şehirdeki toplu ulaşım araçlarına sakın biletsiz binmeyin çünkü biletsiz yakalandığınızda 250 Euro ceza kesiyorlar ve bu cezayı ödemeden asla bırakmıyorlar.
Evet: faytonların ve bisikletlerin çok olduğu şehir.
Otobüs
Belediye Taşımacılık hizmetleri tarafından çalıştırılırken ve bir yolculuk için bilet ücreti: 2.80 zlt. dir. Aynı bilet otobüs ve tramvaylarda geçerlidir. Otobüs biletleri: yerel büfeler, otobüs duraklarındaki bilet makineleri ve ana tren istasyonlarındaki kabinlerden satın alınabilir.
Taksi
Şehirdeki taksilerde belli bir standart olmadığını düşünüyor. Çünkü: aynı mesafelerde, farklı taksilerde, farklı ücretler ödemek zorunda kalınıyor ki, aynı mesafeye aynı ücret ödenmesi gerekirken bu durum ilgimi çekti.
Ama: zaten sokak veya caddeden bindiğiniz taksilerin birçoğunun da korsan olduğu söyleniyor. Bu yüzden: taksi kullanımı için en iyi yol “telefonla” taksi çağırmak imiş ki bunların fiyatları standartmış.
GECE HAYATI-EĞLENCE
Şehirde: hareketli bir gece hayatı için mutlaka “old town” bölgesine gitmelisiniz. Burada, sudan ucuz içkiler içerek, bar ve kulüpleri gezerek sabahlara kadar eğlenmeniz mümkündür.
Bu kulüpler arasında gitmeniz için önereceklerim: shakers, rewolucja, frantic, goraczka olacaktır. Özellikle “clup frantic” mutlaka gitmeniz gereken bir yer olarak öne çıkıyor.
Evet, şehirdeki birkaç gece kulübünden söz etmek istiyorum.
Tabu
Old Town Florianska bölgesinde, şehir merkezindeki en büyük gece kulübüdür. Burada: profesyonel dansçıların gösterileri ilgi çekiyor. Burası bir anlamda “Strip Club” de denilebilir. Güzel bir yer, eğlence düşünenler gitmelidirler.
Gold Club
Old Town Jagiellonska bölgesindedir. Burada da: seksi dansçılar ilgi çekiyor.
NE YENİR
Polonya ülkesinin en meşhur yerel lezzetlerinden sayılan “zapiekanka” yı, burada mutlaka tatmalısınız. Bunun şehirde en iyi yapıldığı yer ise “kazimierz” bölgesidir.
Yine yerel lezzetlerden “pierogi” denilen bir tür mantı denemelisiniz. Bunu özellikle öneriyorum, sakın unutmayın.
Güzel bir kahvaltı için “old town” meydanında bulunan cafeteryaları tercih edebilirsiniz. (Özellikle no7 öneririm) Burada yapacağınız kahvaltıda “cottage cheese” demelisiniz.
TURİZM
Yaklaşık 7 milyon turist, her yıl, şehri ziyaret etmektedirler.
Şehirde: Wawel tepesi: imparatorluk sarayını barındırır ve yerleşim tepenin çevresinde gelişmiştir.
Kazimierz denilen bölge ise: şehrin merkezindedir ve Pazar meydanı çevresinde de yerleşim yaygındır. Bu yüzden: Ortaçağ mimarisinin seçkin örnekleri: şehirdeki bu dört alanda, yani görülmektedir.
13’ncü yüzyılda: şehirde Avrupa’nın en büyük Pazar meydanı, çok sayıda tarihi evler, saraylar ve kiliseler de bulunuyordu. Şehrin en büyüleyici tarihi bölümü ise: güney bölümdeki: Jagellonian Üniversitesi ve Polonya krallarının gömüldüğü Gotik katedral, 14’ncu yüzyıl surlarının kalıntıları ve Kazimierz bölgesidir.
MİKOLAJ KOPERNİK
Nicolas Copernicus (Mikolaj Kopernik): astronom, matematikçi, ekonomist, avukat, hekim, astrolog ve stratejist olarak bilinir ve tanınır. Aynı zamanda, Katolik bir din adamıdır. Kendisi başka şehirde doğmuş olmasına rağmen, 1491-1495 yılları arasında Krakov Akademisinde okumuştur.
Daha sonra, İtalya’ya gitmiş ve doktorasını tamamladıktan sonra, yeniden Polonya’ya dönmüştür. Bu çalışmalarında: güneş sisteminin güneş merkezli modelini geliştirmiştir.
Evet, ünlü astronomun evi: şehir merkezindedir. Ayrıca: Jagiellonian Üniversitesi bahçesinde de bir anıtı bulunmaktadır.
GEZİLECEK YERLER
OLD TOWN BÖLÜMÜ
Şehrin bu bölümü: UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Eski şehir meydanı
Şehrin en gözde ve hareketli yeri burasıdır. Kocaman bir meydan bulunan bölgede, sokak sanatçıları çeşit çeşit gösteriler yapıyorlar. Bunlar: koro ve pandomim gösterileri, kukla şovları olarak öne çıkıyor. Yani: tek başına şarkı söyleyen, bir şeyler çalandan öte, bunlar daha organize olmuş topluluklardır.
Evet, 14’ncü yüzyılda, şehirde 42 sokak bulunduğu biliniyor. Yazılı belgelerde adı geçen en eski sokaklar: Grodzka, Wisina, Florianska, Bracka ve Slawkowskadır. 19’ncu yüzyılın başlarında bu sokak isimleri, şehir sakinleri tarafından değiştirilmiştir.
All Saints-Azizler Meydanı
Bu meydan: Fransisken kilisesi ve Grodzka caddesi arasındaki bölümü kapsamaktadır. 1257 yılında, komşu Dominikanski Meydanı ile birlikte, şehrin ticari faaliyetlerinin yürütüldüğü bir yer olarak önem kazanmaktadır.
Burada: 13’ncü yüzyıldan kalan bir kilise vardı, bu kilise yıkılınca meydan 19’ncu yüzyılda bugünkü şeklini almıştır. Son zamanlarda: meydana yapılan bölge kilisesi, bu yıkılan kilisenin bir modeli gibi durmaktadır.
Meydanın biraz ilerisinde: Wielopolski Sarayı bulunmakta olup, burası 1864 yılından bu yana, Belediye merkezi olarak kullanılmaktadır. Yine meydanda görülen: konferans ve sergi merkezi “Wyspianski Pavilion”: Ingarden tarafından tasarlanmış ve 2007 yılında yapılmıştır.
Belediye ofisinin: ana girişinin önündeki yeşil alanda duran heykel: Belediye Başkanı Mikolaj Zyblikiewicz’e aittir ve 19’ncu yüzyılda yapılmıştır. Heykel: 1887 yılında buraya yerleştirilmiştir. Ancak, 1953 yılında kaldırılmış ve 1985 yılında yeniden konulmuştur.
Gözetleme Kulesi-Barbican
Şehir surları içindeki bu kapı: yaklaşık 500 yıllık olup, ortaçağ döneminin askeri mühendislik başarısı olarak görülmektedir.
Şehri saran surların içinde bulunan Gotik mimari stildeki “Barbican” 15’nci yüzyılın sonlarında: artan Tatar tehdidinden korku nedeniyle inşa edilmiştir. 1498-1499 yıllarında: Kral John Albert tarafından yapımı emredilmiştir.
Avrupa’nın en güzel Gotik eserlerinden biri olan kule: taş ve tuğla kullanılarak yapılmıştır. Kulenin iç çapı: yaklaşık 25 metre olup, tuğladan yapılmış duvarlar 3 metre kalınlığındadır.
130 tane mazgal bulunur. Tepe mazgalında: saldırganların üzerine kaynar zift ve su dökmek için açıklıklar bulunmaktadır.
İletişim: sivri kemerli ve su dolu hendek üzerinde, bir asma köprü ile giriş kapısına ulaşılarak sağlanmaktadır. Bu hendek: 25 metre genişliğinde ve yaklaşık 4 metre derinliğindedir. Böylece: saldırganlar için önemli bir engel olarak kullanılmıştır.
Zaten, bu özellikleri nedeniyle, yüzyıllar boyunca Barbican çok sayıda saldırıya rağmen, asla doğrudan ele geçirilememiştir. 1768 yılında, şehir Rus birlikleri tarafından kuşatıldığında: tuhafiyesi Marcin Oracewicz: tüfeği ile bir atışta, Rus birliklerinin komutanı Genaral Panin’i öldürmüştür. Bu olayın anısına, Barbican’ın duvarında bir plaket asılıdır.
Evet: Barbican’ın en önemli görevlerinden biri: şehir cephaneliği ile sur hattı arasındaki bölümün korunmasıdır.
1817 yılına gelindiğinde: yapılan surlar yıkılırken, Barbican’da yıkılmak istenilmiştir. Ancak: Senatör Feliks Radwanski’nin yoğun çabaları sonucu: Barbican ile birlikte St.Florian kapısı ve 3 kule daha yıkılmaktan kurtulmuştur.
Evet günümüzde, gerek Barbican ve gerekse St. Florian kapısı: sur kalıntılarıyla birlikte, tarihi Avrupa savunma yapılarının güzel bir örneği olarak gösterilmektedir.
Son bir not: günümüzde, ayakta kalan 3 tane Barbican bulunmaktadır. Bunlar: Carcassonne (Fransa), Görltz (Almanya) ve Krakow şehrindekidir.
Carpenter Kuleleri
Şehir surları üzerinde bulunan bu üç kule: yaklaşık 1300 yılında kireçtaşından inşa edilmiştir ve 15’nci yüzyılda altıgen üst kısım ilave edilmiştir. Şehrin cephaneliği, binanın arkasında gizlenmiştir.
1241 yılına kadar Avrupa’da bilinmeyen Tatarlar, aynı yıl işgalci olarak bölgede hüküm sürmeye başlamışlar ve şiddetli ordularını, güney Polonya’ya yaymaya başlamışlardır.
Bu saldırılar sırasında: toprak bent ve ahşap parmaklıklarla çevrili Krakow şehri, kendini savunmayı becerememiştir.
Şehirdeki: Wawel ve St Andrews kiliseleri, taştan yapıldıkları için şehir halkı tarafından barınak olarak kullanılmıştır.
Ancak: Tatar akınları devam edince: şehirde surların yapımı zorunla hale gelmiştir. Şehir surları, 1298 yılında Krakow Prensi Leszik Siyah tarafından yapılmaya başlanmış ve 15’nci yüzyıl sonlarına kadar sürdürülmüştür.
Sonunda: şehirde, iki sıra sur ortaya çıkmıştır. Bunlar: Altemurale diye bilinen dış surlar ve iç duvardır. Dış surlar: yaklaşık 2.5 metre yüksekliğe ulaşmıştır. Taş ve tuğladan oluşan iç sur duvarları ise, 7 metre yüksekliğe kadar ulaşmıştır.
Tüm sistem ise, 6-8 metre genişliğinde, geniş bir hendek ile çevrilmiştir. Savunmanın son aşamasında ise, dayanıklı koridor, Barbican binası ile duvarlara bağlanmıştır.
Duvarlı şehrin 7 giriş kapısı bulunmaktadır. Bu kapıların çoğu: bulundukları sokaklardan isimlerini almışlardır. En eski kapı: Dominik Sisters manastırının duvarındaki “Na Grodku” kapısıdır.
Kapıların açılması ve kapanması için: St Mary kulesinin tepesindeki gözcü tarafından, boru ile verilen sinyaller kullanılmıştır. Kapılar kapanmadan şehre ulaşamayanlar, şehir duvarlarının dışında konaklamak zorunda kalırlarmış.
Evet: zamanla savunma ihtiyaçlarına cevap vermek üzere, kule sayısı arttırılmış ve son olarak 47 kule yapılmıştır. Bu savunma duvarları: 17’nci yüzyıldaki İsveç işgaline dayanmamıştır.
Çünkü: duvarlar, geçen süre zarfında modernize edilmemiştir. Yıkık duvarlar: şehir toplumunun yoksul bölümü tarafından ev yapımında kullanılmıştır.
19’ncu yüzyıla gelindiğinde ise: 1810-1818 yılları arasında, şehir yetkilileri, şehrin modernleşmesi ve güzelleşmesi için surları ve kuleleri yıkma kararı alırlar.
Ancak, yukarıda da söz ettiğim gibi, Senatör Feliks’in olağanüstü gayretleri sonucu: St Florian kapısı, Barbican ve 3 kule yıkılmaktan kurtulur.
Günümüzde: St Florian kapısı ve bitişik üç kule dahil olmak üzere, bu ortaçağ surlarından yalnızca 200 metre kalmıştır.
RYNEK GLOWNY CENTRAL SQUARE
Eski şehrin tarihi bölgesinde: 13’ncü yüzyıldan kalma ızgara düzenli sokakların arasında kalan bu meydan: Krakow ana Pazar yeri olarak şehrin merkezini oluşturmaktadır.
10 dönümlük meydan: tüm Avrupa’nın ortaçağ şehirleri içindeki en büyük meydandır ve aynı zamanda, dünyanın en güzel plazalarından birisi olarak kabul edilmektedir.
Evet, bu tarihi meydanda bulunanlar şunlardır:
Cloth Hall
1257 yılında, burada inşa edilen bina, kısa sürede taştan yapılmıştır. Ancak, günümüzde, bu yapının izleri, yalnızca mahzenlerinde görünmektedir. Ana meydanın merkezinde: 14’ncü yüzyılın ikinci yarısında: sağlam bir salon inşa edilmiştir.
Burada: şehre gelen tüccarlar, yalnızca kendi mallarını satmak için bulunuyorlardı ve bu imtiyaz, Kral Casimir tarafından kendilerine verilmişti.
Salonun içi: tezgahlarla doluydu. Bir bölümde kumaş, bir bölümde ise ayakkabıcılar ve deri tabakhaneleri bulunuyordu ve hemen hemen her şey burada takas ediliyordu. Ancak, bu zengin tezgahlar, 1555 yılındaki büyük yangında yanarak yok oldular.
1559 yılında, yeniden bir bina yapıldı ve Rönesans mimari tarzında yapılan binaya “Cloth Hall” ismi verildi. Gotik salon ikiye bölündü ve üst kat: malların ticareti, alt kat ise üretim için ayrıldı.
1875-1879 yılları arasında: bina büyük revizyonlar geçirdi. Tasarımcı Tomasz Prylinski tarafından: buraya zarif mağazalar ve kafeler eklendi. 1883 yılında üst katta: bir resim galerisi ve Polonya Ulusal Müzesi açıldı.
Burayı gezerken: binanın orta kesiminde bulunan pasajda, bir zincir üzerinde büyük bir demir bıçağın asılı olduğunu göreceksiniz. Bu bıçak: hırsızları korkutmak için asılmıştır, söylenenlere göre hırsızlık yapanların, bu bıçakla kulakları kesilirmiş.
Bu bıçağın bir hikayesi daha var. Yukarıda sözünü ettiğim bir efsane vardı, St Mary kuleleri, hatırlayanlar olabilir, bu kuleleri iki kardeş yapmış, biri kısa biri uzun olunca, kısa kuleyi yapan büyük kardeş, diğer kardeşi bir bıçakla öldürmüş, en sonunda kendisi de aynı bıçakla intihar etmiştir, işte bu bıçak, söylenenlere göre o bıçak imiş.
Sonuç olarak: burasının dünyanın en eski alışveriş merkezi olduğu söyleniyor. Hatta yukarıda sözünü ettiğim tezgahların uzunluğunun 108 metre, genişliğinin 8 metre olduğu da belirtiliyor. Günümüzde: zemin kat ve üzerindeki katta bulunan tezgahlarda ve dükkanlarda, birçok hediyelik eşya satılmaktadır. Üst katta ise: 1880 yılında kurulan Krakow Ulusal Müzesinde: 19’ncu yüzyıl Polonya sanatının eşsiz örnekleri sergilenmektedir.
Fransisken Kilisesi
Yapı, 13’ncü yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiştir. Yapımını sağlayan Prens Boleslaus: öldüğünde gömülmek için bir kilise yapılmasını emretmiş, burası yapılmış ve 1279 yılında öldüğünde buraya gömülmüştür. 15’nci yüzyıla gelindiğinde ise, kilise genişletilmiştir.
1655 yılındaki İsveç işgalinde yanan kilise: daha sonra tamamen yeniden inşa edilmiştir. 1850 yılındaki büyük yangında, bu yeni yapılan kilise de yanmıştır. 1912 yılında, kilise yenilenerek hizmete açılmıştır. Kilisenin batı cephesindeki pencereye özellikle ilginizi çekerim.
St Florian Kapısı
Kapının ismi, yakınındaki kiliseden gelmektedir. Burası, savunma duvarları üzerinde bulunan 7 ana giriş kapısından birisidir. Onun diğer adı “Zafer kapısı” yani Porta Gloriaedir. Çünkü: krallar muzaffer zaferlerden sonra bu kapıyı kullanarak şehre girerlermiş.
Ayrıca: diplomatlar ve ünlü şahsiyetler şehri ziyaretinde, bu kapının yanında törenle karşılanırlarmış. Kraliyet taç giyme törenleri ve cenaze alaylarında da bu kapı kullanılmaktadır.
Evet, kapı yaklaşık 1300 yıllarında inşa edilmiştir. 15’nci yüzyılda ise taş konsollarla desteklenmiştir. Kapı: 34.5 metre yüksekliğiyle şehir manzarasına güzel bir özellik katmaktadır.
St Mary Magdalene Meydanı
İşte şehrin ilginç yerlerinden birisi daha. Burada: Wawel Tepesi ve Dominikianski Meydanı arasında uzanan bölümde, ilkel ve ahşap binalar olan Ortaçağ kentsel yerleşim bulunuyordu. Burada: esnaf, küçük tüccarlar ve muhtemelen şehrin Prensi: zaman zaman bir araya geliyorlardı.
Evet, bu dinamik yerleşim zamanla yıkılmış ve 1241 yılındaki ilk Tatar baskınında tamamen yakılarak yok edilmiştir. İnsanlar: bu saldırılarda ve baskınlarda, St Andrew ve Sturdly kiliselerine sığınmışlardır. 1325 yılında burada bulunduğu öğrenilen St Mary Magdalene kilisesi ise, 1811 yılında yıkılmıştır.
St.Mary Magdalene meydanının, bugünkü meydanın merkezinde bulunduğu düşünülüyor.
St Mary Kilisesi
Bölgenin en önemli tarihi yapılarından birisi olan kiliseye giriş ücretlidir ve 10 pln ödemek gerekir. Ayrıca: saat 11.30-18.00 arasında kiliseye girilebilmektedir.
Gelelim kilise hakkında bilgiler vermeye:
Bu kilise hakkındaki yazılı kaynaklarda ilk bilgi, 1222 yılında geçmektedir. Ancak, yapı Tatar akınları sırasında tahrip edildi ve daha sonra yapılan ikinci kilise, 14’ncü yüzyılın sonuna kadar son şeklini aldı. 1423-1446 yılları arasında yapı, 6 şapelle zenginleştirildi. Yaldızlı taç, 1666 yılında eklendi. Takip eden süreçte, kilise, şehrin ana kilisesi olarak, zengin ailelerden sürekli bağış aldı.
Kilisede, iki kule bulunmaktadır, ancak bunların yükseklikleri farklıdır. Ancak, kulelerin bu farklı yüksekliklerini, yani neden farklı yükseklikte olduklarını açıklayıcı herhangi bir mimari plan söz konusu değildir. Ancak, bu konuda anlatılan bir efsaneden söz etmek istiyorum.
“Kral Boleshaus: saltanatı sırasında, burada bulunan kiliseye iki kule eklemek istedi ve bu amaçla: iki kardeş görevlendirildi. Kuleler bittiğinde: daha yaşlı olan kardeş, kendi yaptığı kulenin diğerinden kısa olduğunu fark etti ve kıskançlık nedeniyle, diğer kardeşini öldürdü.
Bunun üzerine inşaat durdu. Ancak: bir takım gizli güçlerin: öldürülen kardeş adına, onun yarım bıraktığı kuleyi tamamladıkları söylenir. Efsanenin devamında: kardeşini öldüren katil kardeş; pişmanlık duyar ve kilisenin takdis edileceği gün, kardeşini öldürmek için kullandığı bıçakla, kendini öldürür ve kulenin üstünden aşağıya düşerek ölür.
Kilisenin en önemli yanlarından birisi de:
81 metre yüksekliğindeki kulesinden, boru ile yapılan çağrılardır. Yani, şehirde, çevresindeki dört mahalleye, yaklaşık 600 yılı aşkın bir süredir, buradan boru ile melodiler çalınmaktadır.
Sinyal:
Görevli bekçiler tarafından önceleri itfaiye için yani yangınları belirlemek için kullanılırken, ayrıca zamanı belirleme ve düşman saldırılarını ikaz etme gibi amaçlarla da kullanılmıştır. Yaklaşan Tatar ordularını görünce, görevli bekçi boru çalarak sinyal veriyormuş.
Burada anlatılan bir efsaneden söz etmek istiyorum. Bir Tatar saldırısı sırasında, saldırıyı şehir halkına bildirmek üzere kulede görevli bekçi, boru çalmaya başlar, ancak bunu fark eden bir Tatar okçu tarafından, ok ile vurularak öldürülür ve boru çağrısı yarım kalır.
Bunun anısına: günümüzde de boru ile işaret verilirken, melodi tam ortada kesilir. Özellikle, şehir surlarındaki kapıların açılıp kapanması da, bu kuleden boru ile verilen sinyalle çevreye bildirilirmiş ki, surlardaki kapılar kapandıktan sonra dışarıda kalanlar, geceyi surların dışında konaklayarak geçirmek zorunda kalırlarmış.
Kilisenin diğer alt yani daha kısa olan kulesinde ise: 1438 yılı yapımı bir dökme çan bulunmaktadır. Yine efsanelere göre, bu çan: diktatör Stanislav Golek’in oğlu Mazowsze tarafından, herhangi bir yardım almadan kuleye çıkarılmıştır.
Gelelim günümüze: özellikle şunu bilmeniz gerekir ki, 2013 yılı boyunca, kulede restorasyon nedeniyle ziyaret yasaklanmış bulunuyor. Bu restorasyon olmadığında ise, uzun kuleyi ziyaret etmek mümkündür. Buraya tırmanmak için 239 basamak merdiven çıkmanız gerekir ki, bu da yaklaşık 2.5 dakika sürmektedir.
St Michael ve St Joseph Kilisesi ve Manastırı-Arkeoloji Müzesi
Buraya giriş ücreti, 7 pln. Dir.
1610-1636 yılları arasında, rahipler burada, bu kilise ve manastırı inşa ettiler. 1797 yılında, Avusturya hükümeti: kalın duvarları, dar koridorları ve küçük pencereleri ve tek tek hücreleri olan burayı, hapishane haline getirdi.
Bunun üzerine, rahipler, yakınlarda bulunan Czerna manastırına taşındılar. St Michael: Habsburg monarşisinin en sıkı dönemlerinde ve ardından Polonya döneminde de ve aynı zamanda II. Dünya savaşından sonra da, Avusturya zamanlarında olduğu gibi siyasi mahkumlar için hapishane olarak kullanılmaya ve devam edildi.
Manastır binası, 1958-1966 yılları arasında Arkeoloji Müzesinin ihtiyaçlarına uygun olarak restore edilmiştir. Müzenin koleksiyonunda, yaklaşık 500 bin obje bulunduğu söyleniyor.
Bunlar: Palaelitik dönemden, günümüze kadar olan süreci kapsamaktadırlar. Müze aynı zamanda: Akdeniz Havzası (Mısır) ve Güney Amerika (Peru) medeniyetlerine ait bir sanat galerisine de ev sahipliği yapmaktadır.
Müze aynı zamanda: Akdeniz Havzası (mısır) ve Güney Amerika (peru) medeniyetlerine ait bir sanat sergisine de ev sahipliği yapmaktadır.
Town Hall Tower
Kule: Krakow Town Hall binasının günümüze kadar gelebilen tek kalıntısıdır. Ortaçağ döneminden, 19’ncu yüzyıla kadar, Town Hall: Belediye yetkililerinin merkezi olarak kullanılmıştır.
Yapı: gerek savunma amaçlı ve gerekse hizmet, zarafet ve güç sembolü olarak: bir kule ve 2 katlı taş yapı olarak, 1300 yılı civarında inşa edilmiştir.
Daha sonraki tarihi süreçte ise, belediye binası ve kule, tekrar tekrar yeniden inşa edilmiştir. 18’nci yüzyıla gelindiğinde ise, yapılan küçük ve geçici onarımlar nedeniyle: yapının gittikçe bozulduğu görüldü. Yeniden yapılması mümkün olmasına rağmen, 1817-1820 yılları arasında, bina terk edildi ve yalnızca kule, hatıra olarak bırakıldı.
Gelelim kule hakkında bilgiler
Krakow şehir merkezinde, 70 metre yükseklikteki bu kule: 55 santimetre yana eğiktir. Bu eğikliğin nedeni ise, 1703 yılındaki güçlü bir rüzgar olduğu söyleniyor.
Kare bir temel üzerinde yükselen kulenin duvarları, dikey çizgiler şeklindeki taşlarla dekore edilmiş, kireçtaşı ve tuğlalarla örülmüştür. Tepesinde barok tarzı bir taç bulunur. Ortaçağ Polonya’sının en zengin kulelerinden birisi olarak bilinir.
Evet, bu büyük gotik kule: 13’ncü yüzyılın sonlarında, taş ve tuğladan inşa edilmiştir. 1524 yılında ise, kuleye saat takılmıştır. Takip eden süreçte, çeşitli yangınlardan olumsuz etkilenen kule: 150 yıllık süreçte iyice zayıflamış ve batı duvarı, 1680 yılında üçüncü kata kadar ulaşan bir destekle kuvvetlendirilmiştir.
1685 yılına gelindiğinde ise, kulenin 6.5 metre yükseltildiği görülür. Günümüzde görülen barok çatı ise, 1686 yılında yapılmıştır.
Kulenin altındaki geniş kiler bölümü: bir zamanlar zindan ve işkence odası olarak kullanılıyor iken, günümüzde popüler bir birahanedir. Kulenin derin yer altı bölümlerinde, ayrıca bir kafe ve tiyatro bulunuyor. Zemin katta, ayrıca 1444 yılından kalma, taş ustalarının kullandıkları zanaat işaretleri ve aletlerinden oluşan bir koleksiyon sergilenmektedir.
Kuleye tırmanmak isterseniz: dar ve dik merdivenleri kullanmanız gerekir. Kulenin üstünde, şehrin gayet güzel panaromik bir manzarasını izleyebilirsiniz. Ayrıca: yine kulenin üstünde; Belediyeye ait “Krakow Tarihi Müzesi” bulunuyor.
Meryem Bazilikası
Burada: dünyanın en güzel kilisesi olarak kabul edilen “Azize Meryem Kilisesi” bulunuyor. Yapı: farklı kuleleri ve Hejnal melodisiyle ünlenmiştir. 13’ncü yüzyıldan bu yana, Krakow şehrinin başlıca tapınağıdır.
Dünyanın en büyük Gotik heykel sanatı eserleri burada görülmektedir. Bu heykeller: 1440-1533 yılları arasında, Veit Stoss ve Witt Stwosz tarafından yapılmıştır.
42 metre yükseklikte ve 36 metre çapındaki Veit Stoss isimli eser: biraz önce de sözünü ettiğim gibi, dünyanın en büyük gotik heykelidir. Eser: çeşitli renkler ve altın renkli varaklarla süslenmiş, 200 inci limewood heykelden oluşmaktadır.
Orta kesimde: büyük ve canlı aziz heykelleri, havariler arasında Meryem ana gösterilmektedir. Kanatlar; kutsal aile hayatından sahnelerle kaplıdır.
WAWEL BÖLÜMÜ
Wawel Tepesi ve Kalesi
Dik ve kalker tepe: Vistual nehri seviyesinden 25 metre yüksektedir. Eskiden nehir, bataklıklar ile çevriliymiş ve burası için iyi savunma koşulları yaratıyormuş. Arkeolojik araştırmalara göre, tepede ilk insan varlığının, geçmişe dönük olarak 100 bin yıl öncesi yaşadığı anlaşılmıştır.
9’ncu yüzyılda ise: burası, burada kurulan bir aşiret devletinin ana merkezi olmuştur. MS.990 yılında, Wawel bölgedeki gücün ana merkezi haline gelmiştir.
10 ve 11’nci yüzyıllarda ise: burada bir dizi Romanesk yapılar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak, bu yapılarda, yapı malzemesi olarak ahşap yerine, taş kayalar oldukça beceriksiz bir şekilde kullanılmıştır.
Daha sonraki süreçte, burada bir kale kurulmaya başlanır. Başlangıçta pek de etkileyici olmayan kale, 11 ve 12’nci yüzyıllarda, Polonya hükümdarlarının burada yerleşmeleri sonucunda, güney ve doğu yönünde uzatılarak daha etkileyici hale getirilmiştir.
Özellikle 14’ncü yüzyılda, Kral Diersek döneminde, kale büyük ölçüde genişletilmiştir. 1499 yılında kalede büyük bir yangın görülür. Yenileme çalışmaları, 1504 yılında başlar. Yenileme sırasında, İtalyan ve Macar stilleri kullanılır. Eserlerin çoğu İtalyan mimarlar tarafından yapılır.
Ancak, mimar Bartolommeo, bilinmeyen bir nedenle bir suikastçı tarafından öldürülünce, 1537 yılında yapı savunma rolü üstlenmesine rağmen aynı zamanda bir etkileyici konut yani saraya dönüştürülür.
1655-1657 yılları arasındaki İsveç işgali sırasında, kalenin hemen hemen her şeyi talan edilir. Sonraki Avusturya döneminde, kale askeri kışla haline getirilir.
1905 yılında ise, büyük bir ıslah çalışması yapılır ve yavaş yavaş eski ihtişamına kavuşur. 1918 yılında Polonya bağımsızlığını kazanınca, ıslah çalışmalarına hız verilir ve işgalciler tarafından buradan taşınan objeler, buraya geri döner.
Bunlar arasında: Polonya krallarının Coronation kılıcı, Flaman duvar halıları sayılabilir.
Gelelim günümüze: günümüzde kalede çeşitli sergiler düzenlenmektedir. Wawel kalesi: Polonya’nın en büyük müzelerinden birisidir.
Kalenin/Sarayın gezilebilen bölümler ise
Devlet/Kraliyet Odaları
1502-1540 yılları arasında inşa edilen eski kale, Kral Sigismund döneminde, Rönesans tarzı bir saraya dönüştürülmüştür. 2 katlı saray bölümü, günümüzde müze olarak ziyaret edilmektedir. Müzede görülebilecek orijinal karakterli ve orijinal mobilyalı odalar, kalenin doğu kanadında bulunmaktadır.
Birinci kattaki odalar:
Bunlar, özel kraliyet dairesi olarak kullanılmıştır. Özellikle, merdivenin sağındaki oda dikkat çekmektedir. Güzelce boyanmış ahşap tavanını ve bunların altındaki duvarlarda bulunan, Lehçe frizleri mutlaka görmelisiniz.
Bu bölümün köşesindeki oda: Kral Sigismund’un yatak odasıdır ve kral son nefesini bu odada vermiştir. Daha sonra, burada kralın oğlu Sigismund Augustus barınmıştır.
Merdivenin diğer tarafında yer alan odalar ise: II. Dünya savaşında Polonya Cumhuriyeti Başkanı Ignacy Moscicki tarafından kullanılmıştır.
Hatta, II Dünya Savaşında, Nazi vali Hans Frank da burada kalmıştır. Bu odaların en ilgi çekeni: tek bir sütun üzerinde bulunan “Alchemia” bölümüdür.
Atölye olarak kullanılan burada, kral Sigismund III Vasa, simyacı Sedziwoj ile gizemli deneyler yapmış ve metalden altın üretmeye çalışmışlardır.
İkinci kattaki odalar:
Burada büyük salonlar bulunmaktadır ve bu salonlarda heyetler ağırlanmıştır. Burada mutlaka görmenizi önereceğim ilginç bir yer var. Bu katın güneydoğu köşesindeki bir oda, “kabul salonu” ve “elçiler salonu” olarak isimlendirilmektedir.
Burada: tavan kirişleri boyunca, 1540 yılından kalma 194 tane olduğu kabul edilen kafa frizleri bulunmaktaymış ve bunlardan yalnızca 30 tanesi günümüze ulaşmıştır.
Bu frizler: 1540 yılında Sebastian Tauerbach isimli bir sanatçı tarafından, odanın tavanına ahşap oyma olarak yapılmıştır. İnsan kafası şeklindeki bu oymaların: hayatın her kesiminden gelen 194 erkek ve kadın olduğu ve yüzyıllar boyunca Polonya kralına yukarıdan bakarak kendisini denetledikleri söylenir.
Evet, burası Avrupa’nın en güzel Rönesans tavanıdır.
Kalenin kuzey kanadındaki odalar, 1595 yılındaki yangında yanmış ve daha sonra Barok tarzda yeniden yapılmıştır.
Burada, kuşlar odası ilgi çekmektedir. Bu odada: tüm odayı çevreleyen boyalı kuş frizleri ilgi çekmektedir.
Kuzey kanadın ucunda bulunan en büyük oda ise, Senatörler odası olarak isimlendirilir. Burada, büyük toplantılar, resepsiyonlar ve kutlamalar yapılırmış. 1518 yılında, Sigismund Bona Sforza’nın: kraliyet düğünü burada yapılmıştır.
Günümüzde, buranın halıları ünlüdür. 350 tane halı, 1550-1560 yılları arasında özel sipariş olarak Flanders atölyelerinde yapılmıştır. Özellikle, İncil’den sahneler bulunan halılar ilgi çekmektedirler. Duvar halılarında, ayrıca: manzara ve hayvan sahneleri, Adem ve Havva, Nuh hikayesi, Babil kulesi dönemi betimlenmektedir.
Taç Hazine ve cephanelik
Burada: kraliyet nişanları, elbiseler ve değerli başkaca objeler, bir araya toplanmıştır. Evet, bu hazinede bulunan değerli taşların bir kısmı, İsveç işgali sırasında çalınmış, bir kısmı ise 1673 yılında Polonya Parlamentosu tarafından ekonomik bunalım sırasında satılmıştır.
18’nci yüzyıl boyunca, hazine uğradığı zararlara rağmen, günümüzde, 120 parçadan oluşmaktadır. 1795 yılında ise, Prusyalılar tarafından, hazine çalınmıştır.
Ancak: 1921 yılında Sovyet Rusya ile yapılan anlaşma ile, hazinenin bir kısmı geriye alınmıştır. 1930 yılına kadar tamamlanan koleksiyon, bu tarihte halkın ziyaretine açılmıştır.
Günümüzde, hazinenin en ilgi çeken parçası: Piast hanedanına ait, 13’ncü yüzyıldan kalma bir kılıçtır. Çentikli kılıç, özellikle taç giyme törenlerinde kullanılırmış.
Son olarak birkaç cümlede cephanelikten bahsetmek gerekir. Caphenelik: kiler olarak kullanılan üç odadan oluşmaktadır. Bu odaların biri Gotik, ikisi ise Rönesans mimari stilindedir. Burada, Polonya’nın en büyük zırh, kalkan ve kask ve silah koleksiyonu sergilenmektedir.
Wawel Katedrali
Bu muhteşem kilise, Polonya’nın en etkileyici dini yapısıdır. Polonyalı krallar ve onların aile üyeleri katedralde gömülüdürler. Öte yandan: bu katedral: Leh hükümdarlarının taç giydikleri yer olarak bilinir. Wawel Kraliyet Sarayına yakındır.
Evet: MS.1000 yılında, burası bir piskoposluk olunca, Wawel tepesi üzerinde, katedral kilisenin yapımına başlanır. Onun başlatıcısı ve kurucusu, büyük olasılıkla Kral Cesur Boleslaus.
Ancak, yapılan arkeolojik çalışmalara rağmen, ilk katedral hakkında çok az bilgi ve alt bölümde yalnızca sunak masası bulunabilmiştir.
Çünkü, kilisenin, 1038 yılında, Bohemian Duke Bretislaus’un burayı işgalinde tahrip edildiği düşünülmektedir.
Ardından: 11 ve 12’nci yüzyıllarda dikilen kilise: 1305 yılında, bir kaza sonucu çıkan yangın sonucunda tahrip olmuştur. Bu yangın sonucunda, kalıntılar yine kullanılmış ve on yıllık süreçte, burada ayinler yapılmıştır.
1320 yılına gelindiğinde ise, kral Ladislaus’un taç giyme töreninde, buraya yeni bir kilise-katedral yapılmasına karar verilmiştir. Çalışmalar 40 yıl sürer ve yeni kilise, Kral Ladislaus’un oğlu döneminde, yani 1364 yılında tamamlanır.
Sigismund Şapeli
Buranın altın kaplamalı kubbesi: Rönesans sanatı ve mimarisinin en güzel örneklerinin başında gelmektedir. Burası: 1519-1533 yılları arasında: Kral Sigismund Ben tarafından, kendisi ve ailesinin gömüleceği bir kilise olarak inşa ettirilmiştir.
Taş duvarlar ve kubbenin her santimi: mükemmel heykeller, ince çiçek ve yaratık süslemeleri ve mitolojik sahnelerle bezelidir.
1530-1532 yılları arasında, Nürnberg atölyesinde Hans Vischer isimli sanatkar tarafından yapılan bronz giriş ızgarası: tam bir sanat harikası olarak ilgi çekmektedir.
Kraliyet Mezarları
Burası, Polonya ülkesinde kendi türünde tek mezarlıktır. 1533 yılına kadar, hükümdarların organları, lahit mezarlarda ya da kilisenin zemini altında bulunduruluyormuş.
Kraliyet ikametgahı, Varşova şehrine gidene kadar, burada son gömülü kral 1733 yılında ölen kral Augusto’dur.
Toplamda, buradaki mezarlıkta: 15 Polonya kralı ve 12 kraliçe gömülüdür. Ülkenin en büyük savaş kahramanları da, buraya gömülerek ödüllendirilmişlerdir.
Dev Sigismund Bell-Çanı
2.5 metre çapında, 2 metre yüksekliğinde ve 11 ton ağırlığındaki “Zygmunt” çanı: şehirdeki en ağır çandır. 1520 yılında, Krakow’da döküm olarak yapılmış ve Krakow, Polonya’nın başkenti iken, Sigismund tarafından Wawel katedraline bağışlanmıştır.
Evet: boyutu ve ağırlığı düşünüldüğünde, bu çan, dünyanın en büyük çanları arasında yer alır. Çanın üstü: St Stanislav ve St Sigismund kabartmaları ve Polonya ve Litvanya kolları ile dekore edilmiştir. Çan: 1521 yılında, 14’ncü yüzyıldan kalma kulenin tepesine asılmıştır.
Çan: şehrin birçok uzak bölümünden de duyulabilmektedir, ancak her Noel, Yılbaşı ve Paskalya Pazarında, 10 adam gücü ile çalınabilmektedir.
Evet: günümüzde, ziyaretçiler katedralin çan kulesi girişinde bilet alarak kulenin merdivenlerini tırmanarak kuleye çıkıyorlar ve çanın yanına ulaşıyorlar.
Özellikle, çanın 660 kiloluk tokmağına dokunmak, bir gelenek olarak kabul ediliyor. Ayrıca: yine çan kulesinden şehrin muhteşem güzel manzarasını izleyebilirsiniz.
Son bir not: bu çan ile ilgili bir efsaneden söz etmek istiyorum. Bu çan: krallar ve çanların çanı olarak bilinir ve zaten Polonya’nın en büyük çanıdır. Söylenenlere göre, çan kulede asılı olduğu sürece: Krakow, hiçbir kötü kaderi yaşamayacaktır.
Çanın “kalp” olarak isimlendirilen tokmağı: bugüne kadar 3 kez kırılmıştır. Bunlar: 1860 yılında, 1939 yılında ve 2000 yılı Noel arifesinde.
Kalp yani çan tokmağının kırılması: efsaneye göre Polonya için kötü bir alamettir. Ama: yukarıda da belirttiğim gibi, bu tokmağa dokunmak, insanlara şans getirir diye de inanış vardır. Tokmak: deri kayışı ile birlikte 365 kg ağırlıktadır.
Dragon Den
Efsaneye göre: Wawel tepesinin altındaki mağaralarda, 270 metre uzunluğa ve 10 metre yüksekliğe erişen koridorlar bulunmaktadır. Buralarda: Wawel Dragon’un yaşadığına inanılırmış.
Canavarın yaşadığına inanılan bu ine: eski bir Avusturya su kuyusundan aşağıya doğru merdiven yapılmış ve 1918 yılında ziyarete açılmıştır. Buradaki turistik rota uzunluğu yaklaşık 81 metredir ve bu yolculukta, son derece farklı karstik oluşumlardan meydana gelmiş, üç kaya oda görülür.
Girişin hemen yanında ise, 1972 yılında, Bronislaw Chromy tarafından yapılan “Wawel Dragon” heykeli görülmektedir.
Gelelim ejderha ile ilgili anlatılanlara:
Söylenenlere göre: Kral Krak tarafından, tepenin altında bir ejderha bulunduğu söylenerek şehir halkı tehdit edilirmiş. Bu ejderha, birçok şövalye tarafından öldürülememiş ve sonunda, şehirdeki genç bir ayakkabıcı olan Dratewka tarafından ejderha yenilmiştir.
KAZİMİERZ BÖLÜMÜ
Kazimierz Tarihi
1335 yılında: Kral Casimir, Mağdeburg kanunu nedeniyle, Kazimierz şartını imzaladı ve böylece, bu bölge, ekonomik ve stratejik öneme sahip oldu.
Aslında, Kazimierz bölgesi: Vistula nehrinin bataklıkları yakınında, pek de hoş olmayan bir arazide bulunmaktaydı. İlk olarak, 11’nci yüzyılda, Romenesk kubbeli küçük bir kilisenin çevresinde kurulan yerleşim hakkındaki ilk yazılı kaynaklar, 1198 yılında geçmektedir.
1495 yılına gelindiğinde ise, şehirdeki Yahudi cemaati hızla büyümeye başladı ve Yahudiler, ticaret, el sanatları ve bankacılık sektörlerinde şehirde önemli yerlere geldiler. Onlar, şehirde: ayrı bir din, gelenek ve kültür oluşturdular.
Özellikle: Bohemya ve Moravya bölgelerinden gelen Yahudi göçmenler: bölgenin iyice genişlemesine neden oldu. Böylece: burada büyük evler ve Sinagoglar inşa edildi.
Ancak, II. Dünya savaşında, Nazilerin toplu katliamlarına uğrayan Yahudiler: 1939 yılında burada 58 bin kişi olarak yaşıyorken, savaş sonunda yalnızca 3 bin Yahudi, burada hayatta kalmayı başarmıştır.
Günümüzde, burası: insanlarla sohbet edebileceğiniz, yiyip-içebileceğiniz bir yer olarak öne çıkıyor. Ayrıca: burada otantik eşyalar da bulabilirsiniz. Çünkü: II. Dünya Savaşı ve Nazilere ait birçok ilginç eşyalar satan tezgahlar bulunuyor.
Eski Sinagog-Tarih Müzesi
Bu müze: bir zamanlar şehirde yaşamış Yahudilerin tarih ve kültür merkezi olarak kurulmuştur. Müze: Polonya’da korunmuş en eski Sinagog içindedir.
Bu Sinagog: 15’nci yüzyılda inşa edilmiştir. Mimar Worms Regensburg: Prag şehrinde bulunan Gotik koridorlu Sinagogu örnek alarak burayı yapmıştır. 1570 yılında ise: Matteo Gucci tarafından yeniden inşa edilmiştir.
16’ncı yüzyılın ikinci yarısında ve 17’nci yüzyılın başlarında: antre, kadınlar için dua odaları ve Yahudi Komün Konseyi eve eklenerek, mevcut Sinagog genişletilmiştir.
1904 yılında, I. Dünya savaşını izleyen yıllarda ise: Zygmunt Hendel tarafından restore edilmiştir. 1941 yılında, Naziler tarafından Krakow gettosu oluşturulurken: sinegog bu kez: bir depolama alanı ve ofis olarak kullanılmıştır.
Ancak: 1944 yılında, yapının çatısı çökmüştür.
Evet: sinegog, uzun yıllar: Yahudi cemaatinin dini ve idari merkezi olmuştur.
1956-1959 yılları arasında: sinegog; Müze olarak hazırlanmak üzere yeniden inşa edilmiştir. Müzede: Judaica koleksiyonu Profesör Stanislaw Fischer tarafından toplanmış olup, 1958 yılında açılan koleksiyonda: Yahudi ritüel sanat objeleri bulunmaktadır.
Daha sonra ise: yine toplama ve satın alma yoluyla Yahudi Sosyal ve Kültür Derneği tarafından elde edilen objeler ve eserler de müzede sergilenmeye başlamıştır. Bu arada: İsrail Devleti ve özel bağışçılar tarafından da, çok sayıda obje müzeye bağışlanmıştır.
Günümüzde, müzeyi ziyaret ederseniz görebilecekleriniz şunlardır: portreler, resimler, fotoğraflar, Yahudi çeyrek ikonografi ile ilgili fotoğraflar, resimler, baskılar. Ayrıca: sikke koleksiyonu da bulunuyor.
Judaica koleksiyonunun en değerli öğeleri ise: Krakow Yahudi Tarihi ve Kültürü isimli kalıcı bir sergide görülmektedir. Burada: ritüeller ve yıllık törenler, özel ve aile yaşamına ait objeler, 3 ana tematik guruplar halinde ziyaretçilere sunulmaktadır.
Müzenin birinci katındaki 2 oda: portre ve Kazimieri Yahudi ilçesinden görüntülerin sunulduğu bir yerdir.
Müzede düzenlenen geçici sergilerde ise: 1939 yılından önce, Polonya’da yaşayan Yahudilerin çeşitli yönlerini anlatan objeler sergilenmektedir.
ŞEHİRDE GEZİLECEK DİĞER YERLER
OSCAR SCHİNDER FABRİKASI
Oskar Schindler’in Fabrikası: günümüzde savaş deneyimlerine adanmış, modern bir müze haline getirilmiştir. Çünkü: şehir, II. Dünya savaşı sırasında, 5 yıl süreyle Nazi işgali altında kalmıştır. Zablocie bölgesinde Lipowa denilen yerdedir.
Evet: Schindler: Eylül 1939 tarihinde şehir Almanlar tarafından işgal edildiğinde: Nazi partisinin bir üyesi ve Alman istihbaratının bir ajanı olarak görev yapıyordu ama aynı zamanda, 1937 yılında Yahudi bir gurup işadamı tarafından kurulmuş olan fabrikayı da yönetiyordu.
Yani, fabrikanın sermayesi: iki Yahudi işadamı tarafından kendisine sağlanmıştı. Fabrikada: Alman ordusu için tencere ve çeşitli metal kaplar üretiliyordu. Savaş döneminde ise, fabrika: bomba ve top mermisi için kovan üretmeye başladı.
Kendisi: Nazi işgali sırasında: Yahudi gettosu üyelerini, Polonyalı personel ile değiştirerek, onların Nazilerden uzak tuttu. 1943 yılında, Almanlar, gettoda geride kalan Yahudileri tasfiye ettiler. Kızıl Ordunun, II. Dünya savaşı sonunda şehre gelmesiyle: fabrika boşaltıldı ve 1200 Yahudi esir, Mayıs 1945 tarihinde Sovyetler tarafından serbest bırakıldı.
Bu 1200 Yahudi’nin: Alman-Nazi katliamından kurtuluşu: 1993 yılında Steven Spielberg tarafından “Schindler’in Listesi” ismiyle beyaz perdeye aktarılınca: Schindler’in fabrikası da ölümsüzleşmiş oldu.
Haziran 2010 tarihinde, Schindler’in fabrikası: Krakow Tarihi Müzesinin bir kolu olarak ziyarete açılmıştır. Günümüzde, burada 3 bölüm halinde, kalıcı sergilerde 1939-1945 yılları arasında, Krakow halkının durumunu yansıtan filmler, konferanslar, toplantılar ve çeşitli kültürel ve eğitici etkinlikler düzenlenmektedir.
KRAKOW HİPOLİT HOUSE
Plac Mariacki bölgesindedir.
Burası: 1540 yılında yapılmıştır ve adını 17’nci yüzyıldaki sahiplerinden almaktadır. Yapıya dar bir merdivenle çıkılıyor. 3 katlıdır ve üst katlarda merkezi bir giriş salonu bulunuyor.
Evet: Krakow bölgesinin geleneksel evlerini görmek isterseniz, burayı ziyaret etmeniz gerekir. Özellikle: birinci kattaki sıva dekorasyonu: 17’nci yüzyılda Baldassare Fontana tarafından yapılmıştır ve halen korunmaktadır, görmelisiniz.
Bunun dışında, günümüzde müze olarak değerlendirilen evde: çeşitli dönemlere ait antik saatler, dekoratif sanat objeleri ve günlük kullanılan mobilyalar görülüyor.
Saatler arasında: bir Nünberg saati ilgi çekiyor. Ayrıca: 19’ncu yüzyıl başlarında, Patek isimli bir İsviçre firması tarafından yapılan saatler de önem kazanıyor.
KATEDRAL MÜZESİ
Zamek Wawel bölgesindedir.
Papa II John Paul: Krakowludur. Bu yüzden, bu müzedeki daimi sergide: Krakow Başpiskoposu olduğu dönemde kullandığı: bir cüppe, bir biretta ve ayakkabı ve diğer kişisel eşyaları sergilenmektedir.
Ayrıca: yine burada kraliyet pelerinleri, göz alıcı kıyafetler, kadehler gibi objeler de sergileniyor.
GALİCJA JEWİSH MUSEUM
UL.Dajwor bölgesindedir.
Müze: yenilenmiş bir Yahudi fabrikasında bulunur ve 2004 yılında ziyarete açılmıştır. Müze: Chirs Schwarz tarafından kurulmuştur.
Bu büyük bina içinde: büyük bir sergi alanı ve 40 kişilik koltuk bulunan kafe olabilecek bir alan bulunmaktadır. Burada: Yahudi yaşamı ve kültürünü yansıtan: edebiyat kitaplarının satıldı bir de kitapçı bulunuyor. Evet: Yahudi kültürü ve Polonya Galiçya uygarlığına ait yayınlar, fotoğraflar, resimler ve objeler görmek isterseniz, burayı ziyaret edebilirsiniz.
CZARTORYSKİCH MÜZESİ
Bu müzenin en büyük özelliği, bu müzede bulunan bir yağlı boya tablodan gelmektedir.
Leonardo da Vinci tarafından, sadece 3 kadın portresi yapılmıştır. Bunlar arasında en güzeli ise, bu müzede sergilenmektedir.
Resimde, sanatçının patronunun metresi, hoş ve genç bir güzel olan Cecilia Gallerani gösterilmektedir. Tablonun, 1482-1485 yılları arasında yapıldığı tahmin ediliyor. Yani, Paris şehrinde bulunan ünlü Mona Lisa resminden yaklaşık 20 yıl önce yapılmıştır.
Bu çarpıcı resmin genişliği: 54.8 cm, yüksekliği 40.3 cm dir. Bu portre: İtalya’da Prens Adam Jerzy Czartorysi tarafından satın alınmış ve 1800 yılında Czartoryskis aile koleksiyonuna dahil edilmiştir.
WİELİCZKA SALT MİNE-TUZ MADENİ MÜZESİ
Burası: dünyanın tek Tuz Madeni Müzesidir ve UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Bu nedenle: Polonya ülkesinin en önemli turistik yerlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Milyonlarca ziyaretçi: oyma kristal tuz ve zengin süslemelerden oluşan heykellerin bulunduğu, labirent pasajlarda, yer altı dünyasında dev mağaralar, yer altı gölleri ve şapelleri keşfetmek için gezerler.
Evet: bu müzeyi gezmek için, yerin 135 metre altına inmek gerekiyor. Bu derinliğe indiğinizde: her yerin tuz ve ahşaptan oluştuğu, ilginç bir müze gezebileceksiniz. Ayrıca: yine yerin 100 metre altında, bir yer altı gölünü göreceksiniz. Madenin en derin yeri 325 metredir.
Maden bölgesinde: yaklaşık toplam 300 km. yürüyüş alanı ve 3000’den fazla galeri bulunmaktadır. Ancak: turistler tarafından gezilmesine izin verilen alan: 64 ile 135 metre derinlikteki 24 galeri ve 2 km. lik yürüyüş alanıdır.
Bu gezide: yerin 90 metre altında: maden işçileri tarafından yapılan “Azize Kinga Şapeli” ve tuzdan yapılmış muhteşem heykeller ve tuz üzerine işlenmiş, muhteşem kabartmalar görebilirsiniz.
Burayı ziyaret ettiğinizde, hatıra olarak “tuz” almanızı öneririm.
KALWARİA ZEBRZYDOWSKA CALVARY SANCTUARY
Polonya’nın ilk Calvary kutsal yapısı: Karpatların 33 km .güneybatısında bir kasabada 1600 yılında kurulmuştur. Çünkü: aynı dönemde, Kudüs, Müslümanlar tarafından ele geçirilmiş ve kullanılamaz hale gelmiştir.
Burada: merkez kilisesi ve çeşitli büyüklükteki 42 kilise ve şapel oluşturulur. Bu yapılar: 527 metre yükseklikteki Zar yağının yamaçlarında, ağaçlıklar arasında dağınık binalar şeklinde, büyük bir dini kompleks oluşturacak şekilde düzenlenmiştir.
Böylece: bu kompleks: Avrupalı hacıların uğrak yeri haline gelmiş ve yüzyıllar boyunca milyonlarca hacı tarafından ziyaret edilmiştir.
Hacılar, buraya büyük guruplar halinde gelirler ve kutsal Cuma şenlikleri düzenlerler. Özellikle, 15 Ağustos gününde, burada büyük kalabalıklar oluyor.
Ayrıca, yine buradaki Kalwaria Zebrzydowska kasabasında: 1500 esnaf, şık mobilyalar üretmektedirler. Her yıl Temmuz ayında, burada mobilya fuarı düzenlenmektedir.
KRAKOW AHŞAP MİMARİ GÜZELLİKLERİ
Krakow şehrinin Malopolska denilen bölgesinde: yüzlerce asırlık ahşap kiliseler, fabrikalar, endüstriyel tesisler, köylü evleri, misafirhaneler bulunmaktadır. Ancak, 2003 yılından bu yana: bunlardan, özellikle 4 tanesi, UNESCO tarafından koruma altına alınmıştır. Bunlar:
1. Sekowa
2. Binarowa
3. Lipnica Murowana
4. Debno Podhalanskie
Ayrıca: şehrin sınırları için de de, özellikle Salwator mahallesinde, Blogoslawionej Bronislawy sokakta, 1690 yılı yapımı, St Margaret Şapeli, ahşap mimarinin öne çıkan eserlerinden birisi olarak ilgi çekmektedir.
Unesco’nun Dünya Mirası Listesinde, Malopolska ahşap mimarisi eserleri:
St Leonar Kilisesi
Şehir merkezinin yaklaşık 50 km. güneydoğusundaki Lipnica Murowana köyündedir. Tahta kiremitli çıkıntılı çatısı bulunan, tek nefli kilisenin 15’nci yüzyılın sonlarından kaldığı düşünülmektedir.
İç kısım çoğunlukla Barok tarzda dekore edilmiştir. Tavan resimleri, 15’nci yüzyıla tarihlenir. Evet, bu geleneksel kilisenin daha önce burada bulunan, dört yüzlü bir pagan tapınağı yerine inşa edildiği bilinmektedir.
St Archangel Michael Kilisesi
Şehir merkezinin 90 km. güneyinde, Debno Podhalanski köyündedir. Karaçam ve köknardan inşa edilen çatı, kiremitle kaplıdır ve yapının 15’nci yüzyıldan kaldığı bilinmektedir.
Yapının içinde, 16’nci yüzyıldan kalmış güzel duvar resimleri görülmektedir. Bu resimler arasında, özellikle haç ve çarmıha germe sahneleri ilgi çekmektedir.
St Archangel Michael Kilisesi
Şehrin 115 km. güneydoğusunda Biemarowa köyündedir. Yapının 1500 yılında inşa edildiği bilinmektedir. Kulesi, 1596 yılında eklenmiştir. Kilise, 16 ve 17’nci yüzyıllardan kalma, değerli ve zengin mobilyalar barındırmaktadır.
SS Philip ve Jacob Kilisesi
Şehir merkezinin 155 km .güneydoğusunda Sekowa köyündedir. Kilisenin ana gövdesi karaçamdır ve 1520 yılında inşa edilmiştir. Kısa bir kule, bir çan kulesi 18’nci yüzyılda eklenmiştir.
Kilisenin tavan ve duvarları, zona ile kaplıdır. Kilisenin içindeki heykeller ise 16’ncı yüzyılın sonlarında, Rönesans sanatını temsil etmektedir.
Tokyo; nüfus ve coğrafi olarak, dünyanın en büyük şehridir. Şehrin kuzeyden güneye uzunluğu: 24 km. iken, doğudan-batıya olan uzunluğu ise: 88 kilometredir. Yani: bir soğan gibi, sayısız katmanları olduğu söylenir.
İdari yapı olarak, merkezde 23 bölge bulunmakta olup, bunlarda yaşayan nüfus; 8.5 milyondur. Bu 23 bölge: iç şehir: şi (şehirler), ço (ilçeler) ve son (köyler) olarak ayrılan kalabalık banliyöler ve kırsal alanlarla çevrilmiştir.
Bu muhteşem yayılma sonucu: 33 milyondan fazla nüfusu ile ülkenin % 26’lık nüfusunu barındırır ve dünyanın en büyük şehri özelliğini kazanır.
Şehrin en büyük özelliği: birçok Avrupa şehrinde olduğu gibi; şehre hakim mimari stillere aykırılık teşkil edecek ve uyumu bozacak anıtsal bir merkez bulunmamasıdır.
Şehrin: her yeri gökdelen doludur. Özellikle akşam olduğunda, bu gökdelenler görünmez olur ve bu kez: parıltılı neon ışıkları ile: alışveriş merkezleri ve kültür kompleksleri görünür hale gelir.
Evet, Tokyo şehrinin en önemli özelliklerinden birisi de: dünyanın en pahalı şehri olmasıdır.
HAVAALANI
Tokyo şehrinde: uluslar arası uçuşlar için 2 tane havaalanı bulunmaktadır. Bunlar: Narita ve Haneda havaalanlarıdır.
Her iki havaalanının altından kalkan JR Narita Express trenleri: Tokyo istasyonuna gider ve buradan istediğiniz yere rahatça ulaşabilirsiniz ama bu trenler, akşam saat: 22.00 ye kadar çalışıyorlar ve bilet fiyatları, otobüslere göre biraz daha pahalıdır.
İstanbul’dan uçağa bindiğinizde, muhtemelen 11 saat sonra Tokyo şehrine varıyorsunuz. Ancak: bu süre hava durumu ve pilota bağlı olarak, bazen 12-13 saate kadar çıkabiliyor. Dönüş ise, dünyanın dönüsü nedeniyle gidişten daha kısa sürüyor. Tabii 9000 kilometrelik bu uzaklığı, aktarmalı yapayım derseniz, ulaşım saatleri iyice uzamaktadır.
Narita Havaalanı-NRT
Tokyo şehrinin en büyük havaalanıdır.
Kuzeydoğuda, Narita kasabasındadır ve şehre 80 km. uzaklıktadır. Havaalanı ile şehir merkezi arasındaki uzaklık, yaklaşık 120 dakikadır. Taksi ile havaalanından şehir merkezine ulaşmak isterseniz muhtemelen 30.000 yen ücret ödemeniz gerekebilir.
Bunun dışında, Narita havaalanından kalkan Airport Bus ve Airport Express Bus otobüsleri, şehir merkezine giderler. Bu otobüslere, üzerinde kalkış saati yazan biletlerle binebilirsiniz ki, biletler gümrük bölümünde satın alınır. Şehir merkezine ulaşmanın en ekonomik yolu bunları kullanmaktadır.
Haneda Havaalanı-HND
Tokyo şehrinin bu havaalanı, şehir merkezine 16 km. uzaklıktadır ve aynı zamanda tüm Asya kıtasının en işlek havaalanı olarak da bilinir.
Burada bulunan “Monoray” ile, Tokyo şehrinin birçok yerine ulaşabilirsiniz. Şehre ulaşmanın en ucuz yolu ise, tek raylı tren hattını kullanmaktır. Bunlar: Tokyo şehrinin Hamamatsu istasyonuna, 20 dakikada ulaşırlar.
İKLİM
Şehirde: yazlar sıcak ve nemli, kışlar ise ılık geçer. Ağustos: yılın en sıcak ayıdır. Bu ayda, ortalama sıcaklık 27.5 derecedir. Ağustos ayında, sıcaklık ve nem, en üst düzeydedir.
Ocak ayında ise, ortalama sıcaklık 6 derecedir ama kış aylarında kar yağışı da görülür. . Hani iklim nispeten yumuşak ve ılıman dedim ama, öte yandan, Tokyo şehrinde, genellikle her yıl “Tayfunlar” da görülebilmektedir.
Tokyo şehrine gitmenin en iyi zamanı: Nisan ortasından, Haziran ayı ortasına kadar olan zamandır. Ayrıca: Ekim ayı da iyi bir tercih olacaktır.
Haziran sonu ile Temmuz ortası arasındaki dönem, Tsuyu denilen yağmur sezonudur. Ağustos ayı, yukarıda da söz ettiğim gibi, sıcak ve fazla nemlidir. Kış ise, kazak ve palto gerektirecek kadar soğuk geçer ama genellikle fazla kar yağışı olmaz.
Son bir not: Tokyo’nun iklimini düşünürseniz, şöyle bir değerlendirme yapılabilir. İstanbul’un ikliminden, 3 hafta gerideki iklim şartlarını düşünün.
ELEKTRİK
Tokyo şehrinde, standart elektrik akımı 110 volttur. İki yassı uçlu fişler kullanılır. Otel odalarında, toprak hatlı üçlü prizler bulunmaz. Yanınızda mutlaka adaptör bulundurmanız veya ilk fırsatta adaptör satın almanızı öneririm.
PARA
Tokyo şehri: modern bir şehir olma statüsüne rağmen, hala büyük ölçüde nakit ekonomisi üzerine çalışır. Oteller ve üst düzey restoranların bir çoğu kredi kartı kabul ederler, ancak: birçok yerde kredi kartı kabul edilmez ve nakit ödeme tercih edilir, bu yüzden yanınızda kesinlikle belli ölçülerde nakit bulundurmanızı öneririm. Zaten, şehir yeterince güvenlidir, yani yanınızda nakit bulundurmak sorun yaratmaz.
Peki ne kadar nakit taşımak gerekir derseniz: günlük harcamalarınız için (yemek, tren, ulaşım masrafları): 5000-8000 yen arasında nakit bulundurun. Evet: Japonya’da: “yen” kullanılmaktadır.
Banknot yani kağıt para olarak: 1000-2000-5000-10000 yen kullanılır. Demir para olarak ise: 1-5-10-50-100 yen kullanılır. Bronz renkli 5 yen ve gümüş renkli 50 yen üzerinde: ortasında açılmış bir delik bulunur.
ATM lere gelince: Tokyo şehrinde birçok yerde, ATM bulunmasına rağmen, bunların birçoğu yabancı ülkelerden alınmış kredi kartlarını kabul etmezler. Master Card veya Visa logoları bulunmasına rağmen, dediğim gibi, Japonya dışından alınan kredi kartlarına işlem yapmıyorlar.
DEPREM
ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu: Japonya ve çevresindeki adaların: “tektonik” plakalar üzerinde bulunduğunu belirtmektedir. Bu alan 2200 km. uzunluğundadır. Bölgedeki bu karmaşık yapı: depremlere sebep olmaktadır ve bu depremler, genellikle yerin, 40-60 km. derinliklerinde meydana gelmektedir.
Evet: 1900’lü yılların başından bu yana: Japonya ülkesi, bu şekilde birçok depremden etkilenmiştir. 1933 yılında: 8.4, 2003 yılında 8.3 ve 2011 yılında: 9 büyüklüğündeki depremler, bu sarsıntıların en öne çıkanlarıdır.
Bu ülkeyi ve Tokyo şehrini ziyaret edenlerin de, deprem olasılığını hep akıllarında bulundurmaları şart, sonuçta depremin ne zaman olacağı belli değil, ama ziyaretçilerin de, yıllardır eğitilen bir Japon gibi deprem anında ne yapacaklarını bilmelerinde yarar var.
GÜVENLİK
Şehrin en büyük özelliği: muhteşem bir güvenlik ağının bulunmasıdır. Günün hangi saatinde olursa olsun, şehrin herhangi bir bölgesine gittiğinizde: bir hırsızlık veya gasp olayıyla karşılaşmayacağınıza emin olabilirsiniz.
Çünkü: şehirde “koban” denilen küçük polis karakolları, bir ağ şeklinde merkezi sarmıştır. Bu polis karakollarında, 24 saat üzerinden, en az 2-3 polis bulunur.
Şehirde: her 2 kilometre kareye: bir polis düşmektedir. Hatta: alışveriş ve eğlence mekanlarında, bu polis yoğunluğu daha da artar. Ancak, öte yandan, şehirde nadir olarak polis arabası görülür. Çünkü: bu polisler, genellikle caddelerde dolaşırlar. Hatta: şehirde yolunuzu kaybettiğinizde, bu polislere rahatlıkla yol danışabilirsiniz. Zaten: bu karmaşık şehirde, mutlaka kaybolacaksınız.
İNSANLAR
Japonya’nın birçok yerinde: üç kuşağın birlikte yaşadığı evler veya konutlar görülmez, ancak yalnızca “Şitamaçi” bölgesinde bir istisna söz konusu dur ki, burada ebeveynleriyle birlikte yaşayan çok sayıda insan bulunmaktadır.
Ancak: nüfustaki yaşlılık oranı sürekli olarak artmaktadır ve buna bağlı olarak: şehirdeki bina ve yapıların tümü: tekerlekli sandalye kullanan insanlara uygun şekilde yapılmıştır. Kaldırım kenarları, metro platformları, istasyon tuvaletleri gibi birçok yerde, bu özelliği yani fiziksel engelli insanlara yardımcı olacak bu özellikleri göreceksiniz.
Evet: şehirde, gezintiye çıkmış insan göremezsiniz. Herkes: bir yerlere yetişme telaşı içindedir.
Şehrin dış semtlerine çıkarsanız: burada göreceğiniz insanlar, genellikle: herhangi bir yerde doğmuş-büyümüş olabilirler.
Özellikle: “Şitamaçi” bölgesindeki insanlar “Edokko” olarak nitelendirilirler. Edokko insanları: en az üç kuşaktan bu yana (yani 300 yıllık bir süreç) “Tokyo” şehrinde yerleşiklerdir.
Bunlar: açık yürekli, hareketli ve konuşkan olarak tanınırlar. Öte yandan: aynı zamanda “savurgan” olarak da bilinirler. Duygusallık ve kayırmacılık ve şefkat diğer özellikleridir.
TOPLU TAŞIMA
Şehirde: 13 adet metro hattı bulunur. Bu hatlar ilaveten: “Yamanote” dairesel demiryolları hattı, şehri bir uçtan öbür uca geçen “Çuo” ve “Kanagava”, “Saitama” ve “Şiba” gibi, özel “feribot” hatları bulunur. Bu hatların kesiştiği noktalarda ise: şehrin ticari, kültürel ve eğlence merkezleri bulunur.
Özellikle: 8 metro ve tren hattının kesiştiği “Şincuku” istasyonu: günde yaklaşık 3 milyon insana hizmet vermesiyle önem kazanır.
Evet, genel olarak söz etmek gerekirse, şehirde mükemmel bir toplu ulaşım sistemi bulunduğunu söylemek gerekir. Bu ulaşım sistemi: renk kodlaması yapılmış ve iyi işaretlenmiştir. Otobüsler hariç, yabancı ziyaretçiler, bu sistemi rahatlıkla anlayabilirler.
Trenler
Japon demiryollarının (JR olarak kısa isimlendirilir) Yamanote hattı trenleri: gümüş renkli ve yeşil şeritlidir. Bu trenler: merkezin çevresindeki hatta: yaklaşık 35 km. lik parkurda sürekli sefer yaparlar. Bu hat üzerinde, 29 istasyon bulunur ki, bunlardan ana istasyon olanlar: Şibuya, Şincuku, Ueno’dur.
JR Çuo olarak isimlendirilen turuncu hat ve Sobu olarak isimlendirilen sarı hat: Tokyo şehir merkeziyle uzaktaki banliyösü Takao güzergahı boyunca, doğudan-batıya ilerler.
Keihin Tohoku olarak isimlendirilen mavi hat: kuzeydeki Saitama bölgesini, güneydeki Kanagava bölgesine birleştirir.
Tren biletleri, otomatik makinalardan satın alınır ve alındığı gün geçerlidir. Biletler gittiğiniz istasyondaki turnikelerden çıkarken, turnike tarafından yutulur. Ön ödemeli kartlar ise: Suica olarak bilinir ve 500 yen karşılığında yine istasyonlardan satın alınabilir.
Otomatik makinaya, kartı sokup gideceğiniz istikametin düğmesine bastığınızda, ücret, otomatik olarak kartınızdan kesilecektir. Bazı trenler, bazı istasyonlarda durmayabilirler.
Metrolar
Tokyo şehrinde, 13 tane metro hattı bulunur. Metrolar: her gün saat: 05.00’den, gece yarısına kadar, her 5 dakikada bir sefer yaparlar. Her istasyonda, İngilizce metro haritası bulunur. Her istasyonda: en yakın bina, cadde ya da kavşağı gösteren numaralı çıkış tabelaları bulunur. Birçok istasyonda İngilizce tabelalar ve asansör de görülür.
Otobüsler
Tokyo şehrinin otobüs hatları, oldukça karışıktır ve bunlarda İngilizce harita veya yol şeması bulunmamaktadır. Bu yüzden: kesin olarak bilip tanımadığınız otobüs hattını kullanmamanızı öneririm.
Taksi
Tokyo şehrinde taksi ücretleri aşırı pahalıdır. Hatta: her gün saat: 23.00-05.00 arasında, ücretler, % 30 daha pahalıdır. Ancak: taksiler temiz ve rahattır. Şöförler gayet kibardır ve taksilerin üzerindeki ışıklar, içinde yolcu bulunup bulunmadığını belirtir. Yeşil yandığında yolcusu vardır, kırmızı yandığında ise boştur.
ÇİÇEKLER
Mevsim hangisi olursa olsun, Tokyo şehrini ziyaret ettiğinizde çiçek görebilirsiniz. Tsubaki (Japon gülleri), ume (Japon kayısıları), karin (ayva ağaçları) kış sonunun donukluğuna renk katarlar.
Mart ayı ile birlikte: bahar gelir ve yollar, bembeyaz sakura (kiraz) çiçekleri bulunan ağaçlarla şenlenir. Tsutsuci (açelyalar) ve mor fuji (salkımlar) açtıktan sonra, yağmur sezonunda şobu (süsenler), kuçinaşi (gardenyalar) ve acisai (ortancalar) çıkar.
Yaz ortasında ise: tapınakların göletlerinde nilüferler (hasu) ve evlerin önlerinde asagao (gündüz sefaları) görülür.
Kasımpatıların (kiku) açmasıyla birlikte gelen sonbahar mevsiminde, özellikle kızıl akça ağaçlarının ve parlak sarı gingkoların sararan yaprakları muhteşem güzellik yaratır.
Hatta yerlerin karla kaplandığı kış mevsiminde bile, küçük saçaklar altında şakayıkları (botan) görebilirsiniz.
SUMO
Sumo güreşleri bir dinsel törendir. İlk kez bir karşılaşma izleyen kişi: bunun bir sanat gösterisi olduğunu hemen kabullenir.
Bu spor dalı: yaklaşık 4.5 metre çapında, kum pistte yapılır. Güreşçiler birbirlerine saldırırlar ve ringden ilk çıkan ya da ayak tabanı dışında, herhangi bir yerini yere dokunduran güreşçi yenik sayılır.
Ağırlık sınırlaması olmayan güreşçiler: mücadele sırasında belden aşağıya vuramazlar, yumruk atamazlar, diğerinin saçını çekemezler. Bunların dışında, her şey serbesttir.
Evet: Sumo yarışmaları, ülkenin çeşitli yerlerinde, çeşitli tarihlerde düzenlenen turnuvalar ve gösteriler ile gündeme gelir. Her güreşçi: emekli bir güreşçinin kurduğu ve “heya” denilen bir “ahır” mensubudur. Ahırlar, Tokyo şehrinde: Kokugikan’dan, yürüyüş mesafesinde bulunan “Sumida Nehri” nin iki yakasındaki “Asakusabaşi” ve “Ryogoku” bölgelerinde bulunurlar. Bu ahırlar: her sabah saat: 07.00-11.00 arasında, antreman yapan güreşçileri izlemeye gelenlerle doludur.
Her yıl: Ocak-Mayıs-Eylül aylarında turnuvalar düzenlenir. Bu dönemlerde: caddelerde, tahta ayakkabıları ve kimonolarıyla dolaşan Sumo güreşçileri görebilirsiniz.
Evet, bu spor ile ilgili el sanatı ürünleri, sumonun tarihi ve adetleri, Kokugidan bölgesinde bulunan Sumo Müzesinde sergilenmektedir.
Bir turnuva sırasında, Tokyo şehrinde iseniz: sumo güreşi seyretmek için “Ryogoku”da, Sumida Nehri’nin batı yakasındaki “Kokugidan” denilen Ulusal Sumo Stadyumunda bulunmanız gerekir.
TURİZM
Tokyo şehrinde, turizm: ekonomiye katkıda bulunmaktadır. Örneğin: 2007 yılında, şehre, 4.81 milyon yabancı ziyaretçi, 430 milyon Japon ziyaretçi giriş yapmıştır.
Şehir gezinizde, şehri iyi anlamak için: şehri ikiye ayırarak gezmenizi öneririm. Bu iki bölüm: Ginza ve İmparatorluk Sarayı olabilir. Aralarında kalan “Marunouçi” finans merkezi olarak önem kazanır.
Her iki bölgede de: farklı mimari yapılar ile değişik yaşam tarzları görmek mümkündür. Hatta: gece ve gündüz bile, ayrı farklılıklar gösterir.
Şitamaçi bölgesinin arka sokaklarında, geçmişi hissedebilir ama şehrin öte yanında ise geleceği yaşarsınız. Süper hızlı trenler ile birlikte, tek raylı trenler, gökdelenlerin arasından geçerek şehri dolaşırlar. Kavşaklarda, dev video ekranlarını görebilirsiniz.
Evet bu şehri ziyaret ettiğinizde: geleneksel “sumo” güreşlerini izleyebileceğiniz gibi “Kabuki” tiyatrosunu da özleyebilirsiniz. Hatta: huzurlu tapınaklar ve geleneksel çay törenlerini de görebilirsiniz. Burası: doğu ile batının harmanlandığı bir yerdir.
Evet: bu şehirde, Japon devleti tarafından “Ulusal Servet” ilan edilerek koruma altına alınmış yapı-bina ve objeleri mutlaka görmenizi öneriyorum ki, yazılarımda, ulusal servet ilan edilenleri mutlaka belirteceğim.
FESTİVALLER-ETKİNLİKLER
Tokyo, birçok uluslar arası festival ve etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır. Bu festivaller yerel kültür hakkında ziyaretçilere iyi bir fikir verir. Evet: Tokyo şehri, yıl boyunca çok sayıda festivale ev sahipliği yapar. Asakusa Tapınağında düzenlenen Sanno ve Sanja Festivalleri, şehrin dört bir yanından gelen insanları bir araya getirir.
Mayıs ayında yapılan Kanda Matsuri, iki yılda bir gerçekleştirilir. Matrusi: ülkenin birçok şehrinde düzenlenen festivallere verilen ortak bir isimdir. İlkbaharda kiraz ağaçlarının çiçek açmasıyla, yüzbinlerce insan, kiraz ağaçlarını görmek ve görüntülemek için parklarda toplanırlar. Gelelim, ayrıntılı bir yıllık festival ve etkinlik takvimine:
Ocak
1-3 Ocak: İnsanlar “Shogatsu” yılbaşı kutlamak için, ibadethaneler ve Senso-ji ve Maiji-Jingu tapınaklarına akın ederler. Yani, yeni yıl ziyaretleri yapılır.
2 Ocak: İmparatorluk ailesi, saray bahçesinde halkı kabul ederler.
6 Ocak: Harumi bölgesinde geleneksel itfaiyeciler geçit töreni yapılır.
Ocak ayının ortasında: Yılın ilk “sumo” turnuvası düzenlenir.
Seijin-no-Hi: Meiji-Jingu de: geleneksel okçuluk yarışmaları, 15 Ocak tarihinde yapılır.
Şubat
3-4 Şubat tarihlerinde, baharın ilk günü etkinlikleri düzenlenir.
3 Şubat: Setsubun yani kışın son günü festivali düzenlenir. Bu festivalde: büyük tapınak ve mabetlerde fasulye atma törenleri yapılır.
Mart
3 Mart günü: Hina Matsuri (Kızlar günü) etkinlikleri düzenlenir. Mart sonu veya Nisan ayı başında ise: Tokyo Uluslar arası Anime Fuarı düzenlenir.
Nisan
Nisan ayı başında, şehir genelinde, kiraz çiçeği görüntüleme partileri düzenlenir. Yine bu ay içinde: Tokyo Sanat Fuarı açılır. Bu fuarda: Japonya ve Asya ve diğer ülkelerden gelen sanatçılar eserlerini sergilerler.
17 Nisan: Ueno’daki Toşogu Tapınağında törensel müzikler ve danslar tertip edilir.
21-23 Nisan tarihleri arasında: Yasukuni tapınağında bahar festivali düzenlenir.
Mayıs
5 Mayıs tarihinde: Boys Day günü kutlanır. Mayıs ayı ortalarında ise, 3 gün süreli: Sanja Matsuri etkinlikleri düzenlenir ve bu etkinliklerde: kalabalıklar sokaklarda yürürler. Mayıs ayı ortalarında ise: tasarım festivali yapılır. Sanatçılar, bu festivalde, tasarımlarını sergilerler.
Mayıs ayı ortasında: Sumo turnuvası düzenlenir.
Mayıs ayı sonunda: Sanca Matsuri tapınağında renkli şenlikler başlar ve geleneksel danslar ve müzikler tertip edilir.
Haziran
Bu ay içindeki en canlı etkinlikler, ağaçların çiçeklenmesidir ve bahçelerde bu çiçeklenme kutlanır.
10-16 Haziran tarihleri arasında: Akasaka’ki Sanno Hiecica tapınağında, Sanso Matsuri etkinlikleri düzenlenir, geçit törenleri yapılır.
Temmuz
Temmuz ayı sonlarında, Fuji Rock Festivali, düzenlenir. Bu festivalde, ormanlık alanda, açık hava konserleri verilir. Temmuz ortalarında: Tokyo Uluslar arası Lezbiyen ve Gay Film Festivali düzenlenir. Temmuz ayının son Cumartesi günü ise, Sumide nehri üzerinde havai fişek gösterileri yapılır.
Ağustos
Ağustos ayının son Cumartesi günü, Asakusa Samba Festivali düzenlenir ve bu etkinliğe yarım milyon izleyici katılır. Ağustos ayı ortalarında ise, Tokyo Pride Parade denilen etkinlik düzenlenir ve sokaklarda geçit törenleri yapılır.
Çeşitli yerlerde: O-bon yani Tüm ruhlar dansları düzenlenir.
Eylül
25 Eylül tarihinde, bebek isteyen çocuksuz çiftlerin katıldığı, Ningyo-Kujo denilen etkinlik düzenlenir.
Eylül ayı ortalarında: Kokugikan stadyumunda, 15 günlük sumo turnuvası düzenlenir.
Ekim
Ekim ayı sonunda, 10 gün süreli Tokyo Uluslar arası Film Festivali düzenlenir. Ekim ayı ortalarında ise, Koyo etkinlikleri düzenlenir ki, bu etkinlik, sonbahar yaprakları görüntüleme etkinliğidir.
17-19 Ekim tarihleri arasında: Yasukuni tapınağında sonbahar festivali düzenlenir.
18 Ekim tarihinde: Sensoji tapınağında, Asakusa Kano Matsuri etkinlikleri düzenlenir.
31 Ekim-3 Kasım tarihleri arasında: Meiji Tapınağında, yıllık festival düzenlenir.
Kasım
15 Kasım tarihinde yapılan Shinchi-Go San etkinliğinde, tapınak ve türbeler ziyaret edilir.
Asakusa yakınlarındaki Otorijinca’da Tori no festivali düzenlenir.
15 Kasım tarihinde: 3-5-7 yaşındaki çocuklar, kimono giydirilerek takdis edilirler.
Aralık
23 Aralık tarihinde imparatorun doğum günü kutlama etkinlikleri düzenlenir.
31 Aralık tarihinde: Coya-no-kane bölgesindeki Budist tapınaklarındaki çanlar, 108 kez çalarlar.
BÖLGELER
Şitamaçi
Bu bölge: şehrin kuzeyi ve doğusu boyunca uzanır. Burada: şehirdeki geleneksel yaşama tutunmaya çalışan işçi sınıfı, atölyeler ve küçük fabrikalar bulunur.
Burada: bir yada iki katlı ahşap evler ve dükkanların oluşturduğu diziler: arka arkaya dizilmiş yatay bloklar halindedir. Özellikle: bunların birçoğunun, 1945 yılındaki bombalamadan önceki görünümleri esas alınarak yeniden inşa edilmiştir.
Öte yandan: şehirde, halka açık hamamların birçoğu bu bölgede bulunur.
Yamanote
Şehrin: batı ve güney bölümlerinde bulunan bu bölgede: elçilikler, güzel restoranlar, lüks oteller, konser salonları, butikler, çarşılar, devlet kurumları ve güzel kafeler bulunur. Ancak: tüm bunların yanında, bu bölgenin en büyük özelliği: gökdelenleridir.
İnsanlar: genellikle devasa bu gökdelenlerde yaşarlar, alışveriş yaparlar ve hatta çalışırlar. Yani: bütün hayatları, bu gökdelenlerde geçer.
Bunun yanında: yine şehirdeki tapa barları, eğlence kulüpleri, evcil hayvan otelleri de buradadır.
Şincuku-Roppongi Semtleri
Bölgedeki bu semtler: uyumayan yerler olarak bilinir. Buralardaki: diskolar ve barlar; sabahın ilk saatlerine kadar açık kalırlar.
Asakusa
Burası: Taito ilçesinin bir bölümüdür ve tapınaklarıyla ünlü bir yerleşim alanı olarak bilinmektedir. Burada bulunan “Asakusa Kano) şehrin en ünlü ve büyük Budist tapınağıdır. Tapınak: hem yerli ve hem de yabancı turistler için önemli bir ziyaret yeridir.
Evet; Tokyo şehrinde çok sayıda ulusal park da bulunmaktadır. Zaten: çiçek düzenleme sanatı “ikebana” ve Japon bahçesi peyzaj alanında, dünyaca ünlüdür. Şehirdeki önemli parklar arasında: Taito-ku bölgesinde bulunan “Ueno” park başta gelmektedir.
Burada, ayrıca çok sayıda tapınak ve müze bulunmaktadır. Japonya ülkesine has: kiraz ağaçlarının çiçeklerini görmek isteyenler, 1000’den fazla kiraz ağacı bulunan bu parkı ziyaret ederler. (Mart ayı sonu, Nisan ayı başlarında)
Mitaka-shi’de bulunan Ghibli Müzesi: özellikle karikatüristik mimari stildeki binasıyla öne çıkar. Müzenin içindeki sergiler, video gösterileri ve galeriler, ziyaretçileri hayran bırakır.
Taitö-ku bölgesinde bulunan: Tokyo Ulusal Müzesi, şehir ziyaretçilerinin mutlaka görmesini önereceğim yerlerden biridir ki, müzenin mükemmel koleksiyonu bulunmaktadır. Özellikle Japon ve Asya sanatına ait örnek çalışmalar, müzenin koleksiyonunda yaklaşık 70 bin obje bulunmasını sağlamıştır.
Turizm denilince, elbette gezme-görme yanında: kültürel etkinlikler ve eğlence de gelmektedir. Japon kültürü: oldukça zengin ve özgündür. Geleneksel el sanatları, geleneksel giysiler, dövüş sanatları ve festivaller, Japon kültürünün önemli özellikleridir.
Çok çeşitli otantik el sanatları, Tokyo kültürünün önemli yansımaları olarak öne çıkmaktadır. Murayama-Oshima Pongee (güzel desenlerle süslenmiş ipek ve pamuk elbiseler), Golden Hachijo (bir tür elbisedir), oyuncak bebekler, gümüş eşyalar, ipek iplikler, mihraplar, lake eşyalar, saç süsleri, fildişi eşyalar, kesme cam eşyalar, nakış işleri, oyma ağaç eşyalar ve Shamisens ( üç yaylı bir tür enstrüman) Tokyo şehrinin öne çıkan el sanatları olarak dikkati çeker ki, hediyelik eşya satın almak isteyenler için de, bu söylediklerim değerlendirilebilir.
Tokyo: Japon ülkesinin sahne sanatları merkezidir. Noh ve Kabuki gibi geleneksel Japon dramaları, şehir tiyatrolarında yaygın olarak sahnelenir.