2016 yılında Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilen şehir: orta ölçekli bir şehirdir. Oldukça pahalıdır. Nüfus: 186.000 kişidir. İspanya’nın Fransa sınırında (sınıra sadece 20 km uzaklıktadır) Atlantik Okyanusu kıyılarındadır.
Şehrin bulunduğu “Biskaya” körfezi Atlantik Okyanusunun en derin olduğu körfezlerden birisidir. Bu derinlik yüzünden, burada okyanus hırçındır ve pek tekin olduğu söylenemez ve deniz genellikle hırçın ve dalgalıdır. Ama gün ağarıp sular çekildiğinde, muhteşem ve tertemiz plajlar ortaya çıkar.
II. Dünya savaşına katılmadığından, savaştan kaçan Fransız zenginler sayesinde, şehir kalkınmıştır.
Şehir: Bask özerk topluluğunu oluşturan 3 şehirden biridir. Özellikle futbol takip edenler, bu şehirdeki “Real Sociedad” takımını tanırlar.
1980’li yıllarda, yerel örgütler, burada yerel özgürlük için büyük mücadeleler vermişler ve çatışmalar yaşanmıştır.
Şehir: Fransa sınırına 30 km uzaklıkta, İber yarımadasının kuzeydoğu bölümündedir. Şehrin özellikle plajları popülerdir. Bunlar: “Ondarrate” ve “Concha” ile körfezin merkezinde bulunan Santa Clara adası plajlarıdır. Şehir merkezinde diğer önemli bir plaj da “Zurriola” dır.
Burası, dünya çapında ünlü bir sörf merkezidir. Gel-git olaylarının yaşandığı kıyı bölgelerinde, sular çekildikten sonra büyük alanlar ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan, burası Avrupa’nın en önemli film festivallerinden birine de ev sahipliği yapmaktadır.
Şehirde: birçok yer yürüyerek gezilebilir, ayrıca bisiklet şeritleri kullanılarak bisiklete binilebilir.
TARİHİ
Bölgede ilk yerleşimin Roma döneminde “Valduli” isimli bir şehir olduğu düşünülüyor. Bu Roma şehri, mevcut şehrin 10 km doğusundadır. 1014 yılında: Hernani isimli San Sebastian Manastırının: bu bölgede elma suyu için kendi elma bahçelerini kurduğu bilinir.
1200 yılında, şehir: Kastilya kralı Alfonso tarafından ele geçirilir. 1265 yılında, şehrin bölgenin önemli bir liman kenti olduğu anlaşılır.
15. Yüzyıl başlarında, şehrin çevresi basit inşaat duvarları ile çevrilidir. 1489 yılında, büyük bir yangın şehri harap eder. 1521 yılında, İspanya ve Fransa arasındaki savaşlarda: şehirdeki Navarre krallığı, İspanyol yardımı alır ve sınır anlaşmazlıkları nedeniyle, özel bir statü alır.
17. Yüzyılda şehir yeniden inşa edilir. Ancak 1721 yılında şehir Fransızlar tarafından işgal edilir. 1728 yılında, şehirde Amerika ile ticaretin geliştirildiği görülür. 1808 yılında Napolyon, İngilizlerle yapılan Yarımada savaşı sonunda şehri işgal eder.
Evet tüm bu yıkıcı olaylardan sonra, şehrin imarı Gogorza tarafından yapılan imar planının kabul edilmesinin ardından geliştirilir ve modern, sekizgen taslak uygulanan proje gerçekleştirilir.
PARA BİRİMİ
Şehirde “Euro” kullanılmaktadır.
DİL
Şehirde: İspanyolca ve Bask dili resmi dil olarak kullanılmaktadır. Yani, genel olarak bu şehirde İngilizce bilen pek kişiye rastlanmaz ve özellikle sizlere önerim, bu şehirde İspanyolcayı pek tercih etmemenizdir, çünkü bunlar daha öncede sözünü ettiğim gibi Bask milliyetçisi ve özellikle Bask dilini kullanmayı tercih ediyorlar.
İKLİM
Burada genellikle yüksek nem oranı, sık bulutlar ve yıl boyunca yoğun yağış görülür. En sıcak ay “Ağustos” ayıdır ve ortalama sıcaklık 20 derecedir. En soğuk ay ise “Ocak” ayıdır ve ortalama sıcaklık 7.9 derecedir.
Şehir Okyanus kıyısında olduğundan, yağmur yağarken, aynı anda fırtına olması da muhtemeldir ve bu yüzden, yağmur yağarken yerel halkın şemsiye kullanmadığını, çünkü şemsiyelerin fırtınada parçalandığını görebilirsiniz.
Öte yandan, buranın iklimi de pek istikrarlıdır denilemez, çünkü: güneş varken, bir anda yağmur yağdığı görülür ve özellikle geceleri serindir. Özellikle kışın Atlantik okyanusu azgınlığı ile buranın iklimini etkiler ve buz gibi bir hava hakim olur.
Sonuç olarak, burayı ziyaret etmek istiyorsanız en uygun dönem: Temmuz-Ağustos aylarıdır. Çünkü kışlar çok yağışlı geçer. Hatta en ideal ziyaret ayı “Eylül” dür. Temmuz ayında, deniz suyu sıcaklığı yüksektir.
ULAŞIM
Şehrin diğer şehirlere uzaklığı şöyledir. Bilbao 102 km. Madrid 451 km ve Barselona 565 km. dir. THY ile İstanbul-Bilbao uçuşlarını kullanarak buraya ulaşabilirsiniz. Bilbao-San Sebastian arasındaki yolculuk otobüsle yaklaşık 70 dakika sürüyor.
San Sebastian havaalanı: Bidosoa nehri halici üzerinde, Bidasoa ilçesinde şehir merkezinin 22 km kuzeydoğusundadır. Havaalanı ile şehir merkezi arasındaki otobüsleri kullanmak isterseniz, tekli bilet 1.65 euro, aktarmalı bilet ise 2.35 eurodur.
ALIŞVERİŞ
Şehirde ilginç butikler ve fantastik ayakkabı mağazaları bulunmaktadır. Ama özellikle kadın giysi ve ayakkabıları yoğundur. Şehirdeki birçok alışveriş mekanı “Cineplex” denilen alışveriş merkezindedir. Yalnız unutmamak gerekir ki, bu şehir çok pahalıdır, yani sadece gezin, eğlenin derim. Alışveriş zor.
GECE HAYATI
Şehirde 3 ana gece hayatı alanı bulunmaktadır. Ama bunlardan en popüler olanı “Old Town” bölgesidir. Burada: gün boyu, özellikle “txikiteros” (bir tür şarap, aşağıda ayrıntılı anlatacağım) içilebilen barlar bulunmaktadır.
Buen Pastor katedrali arkasında “Calle Reyes Catalicos” denilen yerde: modern barlar ve müzik mekanları bulunur. Buranın sokakları, özellikle 20. Yüzyılın sonlarında farklı atmosferleri olan barları ile ilgi çekmektedir.
Gece hayatının yoğun olduğu son yer “Gros” ilçesidir. Burası: şehrin doğusunda, özellikle spor tutkunları için tercih edilen bir yerdir. Burada: özgün butikler ve spor malzemesi satan dükkanlar bulunur. Aynı zamanda birçok sanat galerisi de görülür.
Ama, buranın en büyük özelliklerinden bir diğeri, biraz önce sözünü ettiğim gibi gece hayatıdır. Burada sayısız “pintxo” barları bulunur ve özellikle yerel halk, burayı popüler bir eğlence merkezi olarak tercih ederler.
NE YENİR-NE İÇİLİR
Bask mutfağı, İspanya’da büyük ün kazanmıştır ve öte yandan uluslar arası gıda eleştirmenleri tarafından da onaylanmaktadır. Şehirde, metre kare başına düşen “Michelin” yıldızı bir hayli fazladır. Paris dışında, üç yıldızlı en fazla restoran bu şehirdedir.
Özellikle: Old Town bölgesinde “Parte Vieja” denilen yer: çok sayıda barları ve bunlarda sunulan küçük aperatifler ile ünlüdür.
Evet, bu şehirde: rakipsiz bir yerel mutfak kültürü vardır. Nefis lokma büyüklüğündeki “pintxos” yani Bask tarzı tapas muhteşem lezzetlidir.
Bu: baget etmek dilimleri arasına her türlü deniz ürünü ve domuz etinin konulması ile hazırlanır ve sopalarla yenilir. Bunu, içki yanında tercih ediyorlar ve genellikle yerel halk, gece eğlencesinde, her bara uğrayarak bir-iki pintxos yemeyi tercih ediyorlar, yani bir bara oturup ta birçok pintxos yemek tercih edilmiyor.
Öte yandan, deniz ürünlerini sevenler için, bunların muhteşem lezzetler olduğunu hatırlatmam gerek. Zaten, şehirde bir de “Aşçılık Okulu” bulunuyor. Bu mutfak okulu ve araştırma enstitüsü: şef Ferran Adrian başkanlığındaki danışma kurulu tarafından işletiliyor ve 4 yıllık lisans eğitimi yanında, gastronomi meraklıları ve profesyonel aşçılar için geçici ve sürekli eğitimler de verilebiliyor.
Bunların haricinde yine bölgeye özgü yemek önerileri isterseniz: “marmitako” olabilir. Orkinos ve patates ile yapılan bir tür güveç, gayet doyurucudur. “Txangurro” ise bir tür soslu, pişmiş örümcek yengecidir. “Bacalao al pil pil” ise sarımsak, zeytinyağı ve sıcak biber ile yapılan morina balığı yemeğidir.
Evet, nerede yenir derseniz: Oditoryum ve kongre merkezi yanında, Zurriola plajının yanındaki “Ni Neu” tercih edilebilir. Ayrıca, şehrin dünyaca ünlü gurme restoranı “Arzak” düşünülebilir. Ancak, Arzak, bu kadar ünlü olmasının yanında, yaklaşık 3-4 ay öncesinden rezervasyon yaptırılarak gidilen bir yerdir.
Yani, gezginler için daha çok sosyete ve zenginler için uygundur. Yine de, şehirde böyle bir yer olduğunu bilmenizi istedim. Restoranlar öğle yemekleri için saat: 13.00-13.30 gibi açılırlar ve saat 15.30-16.00 gibi kapanırlar. Akşam yemeği için ise, saat: 20.30-21.00 gibi açılırlar. Çoğu İspanyol, akşam yemeği için saat 22.00’de evlerinden çıkarlar.
Hani, şehrin en ünlü restoranı olarak “Arzak” tan söz etmiştim ve oranın pahalı olduğunu söylemiştim ya, orta fiyatlı birkaç güzel restorandan daha söz etmek istiyorum. “Kokotxa” Agosta ve Campanario köşesindedir. Hemen Santa Maria Bazilikası yanındadır.
Burada bir yerel “degustacion” menüsü denemek isterseniz, muhtemelen 60 euro ücret ödemeniz gerekir. Bu menü diğer restoranlarda 120 euro civarındadır. Ya da öğle yemeğinde, basit “del dia” deneyin ve sadece 25 euro ödeyin. “Bodegon Alejandro” bu aile restoranı, geleneksel Bask mutfağı ürünleri sunar.
Duvarları geleneksel Bask spor fotoğrafları ile dekore edilmiştir. Hafta içinde öğlen yemeği menüsü 13 eurodur. Son olarak “Juanito Kojua” 1947 yılında açılan bu mekan, yerel halk arasında çok popülerdir.
Tertemiz, sıcak ve ev ortamı vardır. Üst katta, deniz teması kullanılmıştır. Alt kat ise, çiftlik evi şeklinde dekore edilmiştir. Tadım menüleri 40-52 euro civarındadır. “Menü del dia” ise sadece 30 eurodur. Buraya yolunuz düşerse, büyük sütlaç denemenizi öneririm.
Şehirde kahve veya aperatif mekanı önermek gerekirse: San Telmo Müzesinin girişindeki “Cafe San Telmo” tercih edilebilir. Burada: bir kahve molası verebilirsiniz. Ayrıca: çeşitli aperatifler de atıştırmalık için idealdir.
Son olarak “Salt” isimli genellikle sörfçülerin tercih ettikleri bir pintxos ve kahve mekanı önerebilirim. İspanyol tapaslarının, Bask bölgesindeki benzerleri olan pintxos mutlaka burada denenmelidir.
Peki, şehirde ne içilir derseniz: Bask ülkesindeki şehirlerde, özellikle kırmızı şarap, yani “Navarra” ve “Rioja” tercih edilmelidir. Ayrıca, yine favori bir içecek olarak, hafif elma aromalı olan “Sagardoa” denenmelidir.
FESTİVALLER
San Sebastian şehri: her yıl Eylül ayında düzenlenen “Uluslar arası Film Festivali” ile ünlüdür. Bu festival, uzun yıllardır Avrupa’nın en ünlü ve önemli festivallerinden birisi olarak kabul edilir.
1980’li yıllarda “Muhsin Bey” isimli Türk filmi, en büyük ödüle layık görülmüştür. Ayrıca: Alfred Hitchcock, Audrey Hepburn, Elizabeth Taylor, Steven Spielberg, Bette Davis, Gregory Peck, Al Pacino gibi sinema dünyasının birçok ünlü yıldızı, burayı ziyaret etmiştir.
Her yıl “Temmuz” ayında, San Sebastian Caz Festivali düzenlenir. Bu festival de, Avrupa ve İspanya’nın en önemli ve eski caz festivallerinden biri sayılır. Bu festivalde, her yıl milyonlarca müziksever buraya akın ederler. Ayrıca caz müzisyenleri davet edilir ve konserler, şehrin farklı bölgelerinde yapılır. Birçok etkinlik ücretsiz yapılır.
Her yıl “Ağustos” ayında, şehirde bu kez, Klasik Müzik Festivali “Quincena Musical de San Sebastian” düzenlenir. Bu festival, ilk olarak 1939 yılında düzenlenmiş ve günümüze kadar sürdürülmektedir.
Son olarak, her yılın ikinci ayında, ilk cumartesi günü kutlanan “Caldereros” şenliklerinden söz etmek istiyorum. Bu etkinliklerde, yerliler şehir sokaklarında yürürken, tencere ve tavalar ile gürültü yapıyorlar ve bu festival tam olarak gürültü üzerine kurgulanmıştır.
Yürüyüşe katılanların çoğu çingene giysileri giyerler ve gürültüler eşliğinde dans ederek ilerlerler. Festivalin ilk olarak 1884 yılında kutlanmaya başlandığı söyleniyor.
Ana yol güzergahında bulunmaması nedeniyle, kısmen sosyal ve kültürel faaliyetlerden uzak kalmış, ülkemizin bir yöresidir.
ULAŞIM
Dicle ilçesinin Diyarbakır il merkezine olan uzaklığı, 90 km. dir. Ergani üzerinden geçilerek ulaşılır.
TARİHİ
Yörenin tarihine ait ilk bilgiler, 1515 yılına aittir ve bu dönemde, yörenin yerli beylerce idare edildiği görülür. 1951 tarihinde ise, Diyarbakır iline bağlı “Eğil” ilçesinin isminin “Dicle” olarak değiştirildiği görülür.
GENEL
Maden ve Dicle nehirleri arasındaki bir yerleşim yeridir ve denizden yüksekliği: 970 metredir. Yerleşim yeri, 1’nci derece deprem kuşağında olması ile önem kazanır. İlçe topraklarının, yaklaşık yüzde 30’luk bölümü tarıma elverişli, kalan kısım ise çayır-mera şeklinde ve tarıma elverişsizdir. Yer yer bağcılık yaygındır.
GEZİLECEK YERLER
KRAL KIZI TAŞI
İlçe merkezinin 8 km batısında, Diyarbakır kara yolu üzerindedir. Ancak, kral kızı taşının yanına çıkmak mümkün değildir ve yalnızca, uzaktan görülebilir.
Zaten uzaktan bakıldığında, burası, bir evi andırır. Kayanın doğu yanında bir obelisk, biraz daha aşağı bölümünde ise, tek pencereli bir taş mezar bulunmaktadır.
Ayrıca, yine yakınlarda, bir Ermeni kilisesi yıkıntıları görülmektedir.
Söylentilere göre: “bir zamanlar, bölgede egemen olan kral, kızına bir çoban aşık olması üzerine, kızını, buraya hapseder.
Ancak, bir süre sonra: kızın hapsedildiği yerin penceresinden, iki güvercin uçup gider ve bunun üzerine, yapıya giren muhafızlar, kızın, artık orada olmadığını görürler.
YUKARI CAMİ
Burası, ilçe merkezindedir. Yörenin en eski camisidir, ancak: 1925 yılında, yörede başlayan ve sıkıntılar yaratan Şeyh Sait isyanının başlangıç yeridir.
1951 yılında düzenlenen Festival of Britain’ın ardından, yeni yapılan Royal Festival Hall sayesinde South Bank Centre bir sanat merkezi olarak gelişti.
Bir zamanlar çirkin beton yığını olmasıyla eleştirilere hedef olan binada bu bulunan The Hayward, artık şehrin nehir kıyısındaki önemli bir mekan haline gelmiştir.
Bölge üzerine düşeni fazlasıyla yapmakta, öğleden sonraları ve akşamları sanatseverlerle dolmaktadır. National Theatre ve Old Vic tiyatroları, konser salonları, tiyatrolar ve galerilerin yanı sıra South Bank ve Londra’nın en etkileyici sineması olan BFI IMAX de buradadır.
Britanya Festivali geleneğini sürdüren bölge, dünya üzerindeki en yüksek gözlem dönme dolabının (London Eye) South Bank’te yapılması ve burayı 2000 yılının odağı haline getirmesiyle bugün de sürmektedir.
Evet: London Eye ile şehri gök yüzünden izledikten sonra Westminster Bridge’den Tower Bridge’ye doğru yürüyün ve neredeyse limitsiz ve ücretsiz eğlence fırsatından yararlanın. Festivallere katılın, canlı müzik dinleyin, koşu yapın, bisiklete binin, kaykayla gezin veya sadece 4.8 km. lik nehir kenarında yürüyün.
Ücretsiz Tate Modern Sanat eserleri için de gezmeye değerdir. Ücretli eğlenceler arasında Waterloo Bridge civarındaki birçok kültürel merkez, Southbank Centre’ın konser salonu, National Theatre ve British Film İnstitute vardır.
Yeniden yapılmış, ancak oyunların hala Shakesspeare zamanındaki gibi oynandığı Globe tiyatrosunda geçmişe bir yolculuk yapın.
Doğuya doğru devam ettiğinizde Sir Francis Drake’i dünyanın çevresinde dolaştıran geminin birebir örneğini göreceksiniz.
Prison yakınları kalbi zayıf olanlar için değildir. Yemek severler Borough Market’in tamamı açık havada olan tezgahlarına bayılırken, Tower Bridge’in hemen doğu yakasında bulunan Butler’s Wharf’daki restoranlarda pahalı yemekler daha resmi bir ortamda sunulur.
ROYAL NATİONAL THEATRE
Upper Ground.South Bank.SE1 adresinde, Thames South Bank Waterloo köprüsünün yanındadır.
Bir oyun izlemek istemeseniz bile, bu donanımlı tiyatro görülmeye değerdir. Ulusal bir tiyatronun gerekliliği ve yerine dair 200 yıl süren tartışmaların sonunda, Sir Denys Lasdun’un binası 1976 yılında açılmış ve Kraliçe tarafından hizmete sunulmuştur.
Tiyatro gurubu: 1963 yılımda, ülkenin başat 20.yüzyıl aktörlerinden Laurence Olivier (sonradan Lord) yönetiminde kuruldu ve ilk oyun “Hamlet” idi. Bu oyun ulusal tiyatroda: Peter O’Toole tarafından 700’den fazla sergilendi.
Kuruluşundan günümüze kadar, Ulusal Tiyatro, 800’ün üzerinde yapım sunmuştur. 2012-2013 sezonunda, ulusal tiyatro: 3.600.000 seyirciye ulaşmıştır.
Tiyatroda, en büyüğü onun adını taşıyan salondan başka, yöneticilerin adını taşıyan, Cottesloe ve Lyttleton salonları da bulunmaktadır. Olivier salonu: 1100 koltuklu ve bir yelpaze şeklinde oditoryumu ile büyük bir açık sahnesi bulunan salondur. Llttelton salonu: 900 koltuklu ve eskiden Cottesloe olarak bilinen salon 400 koltukludur. Ancak, son sözünü ettiğim salon tadilattadır.
Üçüncü bir performans alanı olarak tiyatronun önüne: Cottesloe salonunun kapalı kaldığı sürede kullanılmak üzere Shed isimli mekan geçici olarak yapılmıştır. Tiyatroda: bu üç salon dışında: aynı zamanda prova odaları set-yapı ve doğal boyama atölyeleri, kostüm ve dijital tasarım odaları bulunur.
5 dönümlük arazi üzerinde yaklaşık 1000 kişi çalışmaktadır.
Tiyatronun: geniş ve nehir manzaralı terasları ve yemek yeme yerleri ve barları güzeldir.
Kimi zaman fuayede konserler düzenlenmektedir. Burayı ziyaret etmek isterseniz: her gün saat:09.30-11.00 arasında açık olduğunu biliniz.
SOUTH BANK CENTTE
South Bank merkezinin tam kalbindedir. Her gün saat: 10.00-23.00 arasında açıktır. Royal Festival Hall ve diğer tüm binalara giriş ücretsizdir. Fuaye boşluğuna girerek bir bilet almadan atmosferi yaşayabilirsiniz.
Merkez: 1951 yılındaki “Festival of Britain” için aslında kalıcı olması düşünülerek inşa edilmiş tek yapıdır. Burada: Clore Balo Salonu, Saison Şiir Kütüphanesi, Southbank Centre Shop, Riverside Teras Cafe, Skylon Restoran bulunmaktadır.
Skylon restoran: çağdaş gıda, orijinal kokteyller ve nehir üzerinde muhteşem manzarası ile beğeni toplamaktadır. 2,4 katlarda ve açık binanın 5 katında bar bulunur. 6.katta bulunan ve muhteşem nehir manzaralı bar ise yalnızca Southbank Merkez üyelerinin girişine açıktır.
The Hayward Gallery
South Bank Centre. Belvedere Soad SE1 adresindedir. Giriş ücretlidir, yetişkinler 11 paund, çocuklar 9 paund.
Büyük sanat sergileri derdiğinde Londra’da hemen akla gelen belli başlı mekanlardan birisidir.
Gri beton, dış duvarları, kimileri için fazla modern olsa da, çoğunluk için 1960’ların “çirkin” mimarisinin simgesidir ve 1968 yılında Kraliçe tarafından açılmıştır.
Dennis Crompton, Warren Chalk ve Ron Herron gibi genç mimarlar tarafından tasarlanan bina, şehirde bu tarz kalan birkaç binadan birisidir.
Hayward Gallery’nin asansör boşluğunun üst kısmı Neon Kulesidir ve bu tanıdık kule, Londra şehrinde mimarinin dönüm noktası olmuştur. Philip Vaughan ve Roger Dainton tarafından tasarlanan bu özel yapılmış bölüm: 1970 yılında Arts Council tarafından (şehir sanat konseyi) bir model başlangıcı olarak gösterildi.
Kuleyi oluşturan: sarı, eflatun, kırmızı, yeşil ve mavi neon şeritler: rüzgarın şiddeti ve yönüne göre değişiklik göstermektedir. Kule günümüzde bir görsel çarpıcı bahçe mobilyaları oturma alanı sağlamak için yenilenmektedir.
Dan Graham tarafından 2003 yılımda tamamlanan yeni fuayede çizgi filmler ve çeşitli sanatçıların video çalışmalarından oluşan güzel bir seçki sunulmaktadır. Galerinin 1946 yılında kurulan Sanat Konseyi Koleksiyonunda ise: dünyada modern ve çağdaş İngiliz sanatının en gözde eserleri bulunmaktadır.
60’dan fazla yıla yayılan döneme ait 7500 üzerinde eser koleksiyonu oluşturmaktadır.
Hayward’daki sergiler klasik ve çağdaş sanat eserlerini kapsar, ama İngiliz çağdaş sanatçılarına ağırlık verilmiştir.
Royal Festival Hall
South Bank Cente adresindedir.
Bu bölüm: Sir Leslie Martin ve Sir Robert Matthew tarafından yapılmıştır. II. Dünya savaşından sonra Londra şehrinde inşa edilen ilk büyük ve halka açık yapıdır.
Asıl yapılış amacı: dünya savaşından sonra, halkın ruh halini ve işleri düzeltmek, halka moral vermektir.
Geçen zaman içinde çok iyi dayanan yapı, Londra şehrinin başlıca sanat enstitülerini bünyesinde toplamıştır.
Birinci katta: 2004 yılında “Festival Riverside” denilen bölümde yeni restoranlar ve mağazalar açılmıştır.
Burası: aynı zamanda: London Philharmonic (Londra Filarmonik) ve London Sinfonietta (Londra Senfoni) gibi dört orkestranın evidir ve daha ufak topluluklar bitişiğindeki “Queen Elizabeth Hall” ve “Purcell Room”da sahne alırlar.
Festival Hall’un ana barı ve Clore Ball-Room genellikle ücretsiz canlı müzik konserlerine ev sahipliği yapar.
Konser salonu, viyolonselist Jacpueline du Pre ve şef Georg Solti gibi ünlü müzisyenleri ağırlamıştır.
Burada bulunan org 1954 yılında getirilmiştir. Alt katlarda kafeler ve kitap tezgahları vardır.
Queen Elizabeth Hall
Southbank Cente sitesindeki ikinci büyük mekandır. Her gün saat: 11.30-17.00 arasında açıktır, bilet almadan fuaye bölümünü gezebilirsiniz.
Birçok etkinlik burada gerçekleşmektedir. Bu etkinliklerde büyük isimlerin yanı sıra, gelişmekte olan sanatçılar da performans sergilemektedirler.
Bu etkinlikler arasında: piyano resitalleri, dans, performans ve konserler vardır. Buradaki “Purcell Room” ve “Front Room” denilen yerler: okumalar, görüşmeler ve konserler için mükemmel mekanlardır.
COUNTRY HALL-SEE LİFE-AQUARİUM
Westminister Bridge Road.SE1 adresindedir. York Road’ın paralelinde nehir kıyısındadır.
Mimar Ralph Knott tarafından tasarlanmış ve barok stilde porland taşı ile yapılmıştır.
İnşaat 1911 yılında başlamış ve 1922 yılında tamamlanmış ve Kral George V tarafından açılmıştır. 1936 ve 1939 yıllarında kuzey ve güney blokları eklenmiştir.
Bir zamanlar: 64 yıl boyunca, Londra’nın ilk seçilmiş hükümetinin yer aldığı görkemli binadır. Ancak: 1986 yılında Margaret Thatcher hükümeti tarafından kullanımdan çıkarılmıştır ve Londra hükümetinin çalışma yeri kimliğini kaybetmiştir.
Bugün turizme yönelik bir eğlence kompleksini barındırmaktadır. Özellikle “Londra Sea Life Aquarium” u barındırmasıyla tanınır. London Eye’de buranın hemen yanındadır ve hatta onun ziyaretçi merkezi bu binadadır.
Ayrıca: Saatchi Gallery (burada bulunan Salvador Dali eserleri buraya önem kazandırmaktadır) buranın sergiler açılan kültürel mekanıdır. “Namco Station” bilgisayar oyunlarıyla dolu bir eğlence merkezidir.
Bir de “Londra Film Müzesi” burada bulunuyor. Binanın bir parçasında ise 5 yıldızlı Marriot ve ayrıca Premier Inn Otelleri bulunur.
Namco Funscape
Burası: video oyun geliştiricisi ve yayımcısı bir Japon şirketi tarafından 2005 yılında kurulmuştur.
Şirketin merkezi Tokyo’dadır. Şirket: video oyunlarının altın çağında: özellikle Pac-Man oyunu ile rekortmen olmuştur. Burada: bowling, tampon-araba, video oyunları ve simülatörler de dahil olmak üzere birçok aile oyunu bulunmaktadır.
London Dungeon
Londra zindanı olarak bilinen bu bölüm: tamamen turistik gösteriler için düzenlenmiştir. Burada: çeşitli kanlı ve ürkütücü tarihsel olaylar kara mizah şeklinde genç kitlelere yönelik olarak yapılmaktadır. Bu gösterilerde, canlı aktörler, özel efektler kullanılmaktadır.
Aslında, burası 1974 yılında açıldığında ürkütücü tarihi bir müze olarak tasarlanmıştır ancak bir aktör burada interaktif denemeler yapmış ve beğenilince, bu tarz bir eğlence yeri düzenlenmiştir. Ancak bu eğlence merkezi, 2013 yılında Tooley Street üzerindeki kendi tesislerine taşınmıştır.
London Film Müzesi
Müze, 2008 yılında Jonathan Sands tarafından kurulmuş ve İngiliz Film Endüstrisine adanmıştır. Burada: uzun metrajlı filimler ve orijinal sahne kostümleri ve setleri bulunmaktadır.
Aquarium
Country Hall merkezinin zemin katında ve London Eye’ye yakındır. Pazartesi-Perşembe günleri arasında: saat: 10.00-18.00 arasında ve Pazar günleri saat: 10.00-19.00 arasında açıktır. Giriş ücretleri: yetişkinler için 20.70 paund, 3-15 yaş arası çocuklar için 15 paund, 3 yaş altı çocuklar ücretsiz ve 2 yetişkin ve 2 çocuktan oluşan aile giriş ücreti 64 paund.
Yalnız burada ilginizi çekebilecek bir durumdan söz etmek istiyorum, London Eye ve Aquarium için birlikte bir bilet alınsanız, giriş ücreti bir miktar düşüyor.
Hatta, birkaç yer daha bu kombinasyona eklenebiliyor, en iyisi internete bakarak gezmek istediğiniz yerlere göre kombine bilet almaktır. (Ankara’daki akvaryum en az bunun kadar güzel ve çeşitli, ama oraya giriş 15 TL. yani buranın parası ile 4 paund)
London Aquarium
1997 yılında açılmıştır ve her yıl yaklaşık 1 milyon kişi tarafından ziyaret edildiği söylenmektedir.
Burada: 14 temalı bölgede, 3 katta, tüm dünyadan 500 tür balık bulunmaktadır. 2 milyon litre su ve derin tanklar, balıkların serbestçe yüzmelerine ve yakından takip edilmelerine izin verir. Balıklar bir dizi bölgeye ayrılmışlardır.
Bu bölgelerin her biri: havuzlar, okyanuslar ve nehirler gibi farklı yerleri betimlemektedirler. Pirinhalar, timsahlar ve denizatı da izleyicilerden büyük ilgi görmesine rağmen, en popüler hayvanlar köpekbalıklarıdır.
Ziyaretçiler özel olarak tasarlanmış bir havuzda: balıklara dokunma ve buz mağarasında: Gentoo penguen kolonisini görme, interaktif besleme ve dalış görüntülerini izleyebilirler.
2012 yılında yapılan yeni “Shark Reef” bölümünde: bir cam yürüyüş yolunda ilerlerken ayaklarınızın altında 16 köpekbalığından oluşan bir sürü geziniyor.
Balık, mercan ve yeşil kaplumbağalar: bir tropikal okyanus ortamında izleyebiliyorsunuz. Yağmur ormanları: egzotik bitkiler ve tropikal bir şelale ile betimlenmiş. Yeni yapılan tarama-through tünelinde, tüm açılardan yengeçleri görmek ve dev bir mekandaki hareketlerini izlemek şansına sahip oluyorlar.
LONDON EYE
Riverside Building County Hall.Westminster Bridge.SE1 adresindedir. Ücretler şu şekildedir: Yetişkinler (16 yaş üstü) 13 paund. Çocuklar (4-15 yaş arası) 7 paund, 4 Yaş altı çocuklar ücretsiz, 60 yaşından büyükler 11.5 paund. Dört kişilik bir aile, 40 paund. Biletinizi internetten satın alırsanız, % 10 indirim oluyor.
Ancak bileti internetten hangi kredi kartı ile satın aldı iseniz, o kredi kartının son dört rakamını girişte soruyorlar yani buna dikkat etmelisiniz.
135 metre yüksekliğindeki London Eye gözlem çemberi, şehrin 2000 yıl kutlamalarının bir parçası olarak yapılmıştır ve kısa sürede Londra’nın gözde turistik yerlerinden biri haline geldi. Tasarım: David Marks, Julia Barfield, Malcom Cook ve Mark Sparrowhawk tarafından yapılmıştır.
135 metre yüksekliği ile, dünyanın en uzun dirsekli gözlem teleferiği olarak bilinir. İsim olarak ise “Millenium Jant” olarak da tanınmaktadır.
Bloklar halinde yükselen binalar arasında öne çıkan çember, büyüklüğüyle de dikkati çeker.
Çemberin kenarı: parça parça Thames’in üzerinde buraya getirilmiş ve burada birleştirilmiştir.
6 km. uzunluğundaki 80 halat: bütün yapıyı dengede tutar ve çarkı destekler.
Çember: ziyaretçilerin inip binmesini aksatmayacak bir hızda sürekli döner, sadece iniş-binişlerde yardıma ihtiyaç duyanlar için tamamen durur.
Her biri 25 kişi kapasiteli 32 kapsül, bir dönüşü 40 dakikada tamamlar. Özel kapsüllerde bulunmaktadır. Aşk Tanrısı Kapsülü, Hotel Chocolat Kapsülü, Şarap Tadım Kapsülü, Şampanya Tadım Kapsülü ve Kendi Kapsülünü oluştur gibisinden özel ücretler ödeyerek binmek mümkündür.
3 ile 25 kişilik bir özel kapsül, 30 dakikalık bir tur için, 4D sinema keyfini de yaşayabileceğiniz bir ortamda, her bir konuk için ücretsiz 360 derecelik mini klavuz eşliğinde 500 paund ücret ödemek gerekir.
Saniyede 25 cm. lik yavaş bir hız olur.
Cam kapsüller: dolabın dış çemberine sabitlenir ve 360 derecelik görüş açısına sahiptir.
Havanın açık olduğu güzel bir günde 40 km. ye kadar ulaşan görüş mesafesiyle ülkenin başkentini, şehri saran kırsal da dahil olmak üzere her yönde görme şansı sunar.
Hareketten 10 dakika sonra: Kraliçenin resmi konutu görülür. 15.dakika sonra: güç istasyonunun iki bacası görüş alanına girer. 17 dakika sonra: Westminster’in muhteşem manzarasını kaçırmayın.
Daha sonra ise: Parlamento evlerinden, güneyde North Downs tepelerine, doğuda Elizabeth II Bridge’den batıda Windsor Castle’a kadar neredeyse 40 kilometrelik bir manzara göster önüne serilir.
Son bir not: Londra şehrine gidip te buna binmemek olur mu diye bir soru daima kafanızda kalacaktır, binmeye niyetlenirseniz, öncelikle birkaç saatlik bir kuyruk beklemeniz gerekecektir, öte yandan: iyi bir biniş ücreti ödeyeceksiniz ve bindiğinizde de pek fazla bir özelliğinin olmadığını düşüneceksiniz.
Yine de, tüm bu olumsuzluklara rağmen, buna yılda 3 milyon kişinin bindiğini düşününce, binmemek elde değil, tercih sizin.
FLORENCE NİGHTİNGALE MUSEUM
2 Lambeth Palace Road adresinde St Thomas Hastanesinin içindedir. Her gün saat: 10.00-17.00 arasında açıktır. Giriş ücretlidir, yetişkinler için 7.8 paund, 16 yaş altı çocuklar için 4.8 paund ve aileler için (2 yetişkin, 5 çocuğa kadar) 18.6 paund.
Bu azimli kadın, ülkenin hafızasında Kırım Savaşında (1853-1856) yaralanan askerlere bakan “Lambalı Kadın” olarak yer almıştır. Nightingale, aynı zamanda 1860 yılında, eski St Thomas’s Hastanesinde ülkenin ilk hemşirelik okulunu açmıştır.
Kendisi: Victoria dönemi İngiltere’sinde, Kraliçe Victoria’nın ardından en etkili kadın olarak tanınır. 1883 yılında Kraliyet Kızıl Haç ile ödüllendirildi. 1907 yılında İngiltere’de “Liyakat Nişanı” alan ilk kadın olarak tarihe geçti. 13 Ağustos 1910 tarihinde 90 yaşında öldü.
Uzak görüşlü fikirleri ve reformları ile sağlık doğasını etkilemiştir. Ama onun en büyük başarısı: kadınlar için saygın bir meslek olarak “hemşirelik” fikrini geliştirmesi ve biraz önce de söz ettiğim gibi, 1860 yılında “St Thomas Hastenesi” bünyesinde ilk hemşirelik meslek okulunu kurmuş olmasıdır.
Onun en ünlü çalışması olan “Hemşirelik Üzerine Notlar, Hemşirelik Nedir, Ne değildir” hala yaygın olarak okunmaktadır.
Burada özellikle dikkatinizi “Scutari Kışlası” olarak düzenlenen yere çekmek istiyorum. Burası: Üsküdar Selimiye Kışlasıdır ve burası hakkında bilgiler verilmektedir. Halen burada 1.Ordu Komutanlığı karargahı bulunmaktadır.
Kırım Savaşı sırasında, kilometrelerce uzaklıktaki Kırım yarımadasındaki çatışmalarda yaralanan askerler gemilerle bu kışladaki İngiliz Hastanesine taşınıyorlardı. Ancak, hastanede, büyük sayıdaki yaralılarla başa çıkmak için yeterli kapasite yoktu.
Korkunç koşullar hakkında İngiliz Askeri Hastaneleri içindeki kadın hemşirelerin önemini tanıtmak için, Florence Nightingale birçok girişimde bulundu.
1923 yılında, savaş kışlası, Türk ordusuna geri teslim edildi. Günümüzde: kışlanın kuzeybatı kulesi “Florence Nightingale” anısına düzenlenen bir müzeye ev sahipliği yapmaktadır. Orada bulunan 2 katlı müzede: ona ait hemşirelik hatıraları sergilenmektedir.
1989 yılında açılan müzede “Athena baykuş” bölümü: 1850 yılında Atina: Yunanistan’ın Parthenon denilen bölgesinde, küçük bir baykuş yuvasından düştü ve kötü çocuklar tarafından bulundu.
Minik kuş: yaramaz bir çocuk tarafından hırpalanırken, Florence Nighthingale isimli bir genç kadın tarafından fark edildi. Florence: kuşu sahiplendi, onu besledi ve eğitti ve ona Yunan Tanrıçası “Athena” nın ismini verdi. 5 yıl sonra Kırım savaşı patlak verdiğinde Florence onu aile üyelerine bırakıp İstanbul’a gitti ve baykuş bir süre sonra öldü. Florence onu tahnit ettirdi (içini doldurttu) ve bu kuş halen müzede sergilenmektedir.
St Thomas’s Hastanesinin girişine yakın bir yerde bulunan müze dikkate değerdir. Burada özgün belgeler, fotoğraflar ve kişisel eşyalarıyla Florence Nightingale’in hayatı gözler önüne serilir. Nightingale’in 90 yaşındaki ölümüne kadar (1910) sağlık alanında yaptığı çalışmalar ve yaşamından kesitler burada canlı görüntülerle ziyaretçilere yansıtılır.
MUSEUM OF GARDEN HİSTORY
Lambeth Palace Road adresindedir. Giriş ücretleri yetişkinler için 7.5 paund, yaşlılar için 6.5 paund, öğrenciler için 3 paund.
Müze: Pazar-Cuma arasındaki günlerde, saat: 10.30-17.00 arasında açıktır. Cumartesi günü ise 10.30-16.00 arasında açılır.
Bahçe tarihine adanmış, dünyanın ilk müzesi: restore edilmiş “St Mary of Lambeth” kilisesi içindedir. Harap durumdaki kilise 2008 yılında çağdaş galeri mekanları yapılarak restore edilmiştir.
Buradaki 3 sergi her yıl İngiliz bahçelerinin yapımının tarihçesini öğrenmek isteyenler tarafından özellikle ziyaret edilmektedir.
Ziyaretçiler: resim, araçlar ve tarihi eserler ile kalıcı bir ekranda interaktif olarak İngiliz bahçe sanatının gelişimini ve geçmişini izleyebilmektedirler. Burada, ayrıca özel sergiler, etkinlikler, konferanslar ve eğitime yönelik programlar da yürütülür. Bahçeyle ilgili her türlü ürünün bulunduğu dükkan da ilgi çekicidir.
Müzenin en önemli objeleri
John Tradescant Portresi
Bu 17.yüzyıldan kalma minyatür portre: gümüş üzerine yağlı boya olarak yapılmıştır. Tradescant ailesinin bir kadın üyesi tarafından kullanıldığı düşünülmektedir.
Sebze Kuzu
Tataristan kaynaklı, kök benzeri bir tür eğrelti otudur ve 18.yüzyıldan kalmadır. İlginç görünümü ilgi çekmektedir.
Kilisenin avlusunda: Kral Charles I ve II döneminde bahçevan olarak görev yapmış olan baba-oğul John Tradescant’ların mezarı bulunmaktadır. Tradescantlar: yeni bitki toplamaya meraklıydılar.
Müzenin bir de bahçesi bulunmaktadır ve bu bahçe 1980 yılında kurulmuştur. Bahçenin merkezinde, Salisbury Markizi tarafından 17.yüzyılda tasarlanmış özel bir bölüm bulunmaktadır. Burası, 17. yüzyılın ruhunu yansıtması nedeniyle ilgi çekmektedir.
LAMBETH PALACE
Saray: Thames nehri karşısında, Parlamentonun güney kısmındadır.
Burası, 13.yüzyıldan bu yana Canterburg Başpiskoposu’nun konutunu oluşturur ve bugünde Başpiskopos’un Londra’daki resmi konutudur. 1200 yılı civarında Başpiskoposluk tarafından satın alınmıştır.
İlk Westminster köprüsü yapılıncaya kadar nehirden geçişi, Lambeth ile Millbank arasında işleyen ve atlı arabaları alan bir tekne sağlıyordu. Ulaşılması zor bir yere yapılması, özellikle düşünülmüştür, çünkü saray 1381 yılındaki köylü isyanında saldırıya uğramıştır.
Buradan elde edilen gelir başpiskoposa veriliyordu. 1750 yılında köprünün açılmasıyla uğrayacağı zararı karşılaması için başpiskoposa belirli bir ücret ödenmiştir.
Bina, sonuncusu 1828 yılında Edward Blore tarafından olmak üzere sık sık restore edilmiştir.
Morton Kulesi
Burası sarayın girişini oluşturan, iki tane, beş katlı, kırmızı tuğla ile Tudor stilinde yapılmış kulelerdir. Bunlar: 1490 yılında Kardinal John Morton tarafından yaptırılmışlardır.
Kardinal Morton: kısa bir süre için kulede yaşamış ve kulenin ortasındaki büyük salonu kullanmıştır. Güneydeki kulenin zemin katındaki küçük bir hücrenin 16.yüzyılda hapis için kullanıldığı görülür. İki demir halka, hala duvarlarda sabit bulunmaktadır.
Günümüzde: Morton kulesi ana girişi bir bekçi ekibi tarafından her gün açılmaktadır. Bekçi yaşam yeri, kule inşa edildiği günden beri kullanılmaktadır. Kulenin geri kalan üst bölümleri ise: kütüphane personeli için depolama ve çalışma odaları olarak kullanılır. Bu depolama alanlarında 230.000 kitap, metin, el yazması depolandığı söyleniyor.
Atrium
Burası: Galler Prensi tarafından tasarlanmış ve Richard Griffith ve Richard Scott tarafından inşa edilmiş ve 2000 yılında açılmış, camlı çatısı olan bir avludur. 13. yüzyıl Şapeli ve Crypt bölümünü: Ana saray binasına bağlamaktadır.
Burası: resepsiyonlar ve yemekler gibi öncelikle eğlenceli bir alan olarak kullanılmaktadır. Ayrıca: haftalık olarak personel ile Başpiskopos burada bir araya gelmektedirler.
Chapel-Şapel
Şapelde ve yer altı kemerinde, 13.yüzyıldan kalma kısımlar bulunsa da, yapının büyük bölümü daha yakın tarihlidir. Erken İngiliz Şapeli örneği olan buranın 17.yüzyılda hapishane olarak kullanıldığı biliniyor.
Doğu duvarının alt kısmının; sitede bulunan en erken yapıdan kaldığı düşünülmektedir. Şapel günümüzde ibadet yeri olarak düzenli kullanılmaktadır.
Lollard Kulesi
Burası resmen “Chichele Kulesi” olarak bilinir ve şapelin batısında yer almaktadır. Birinci katta bulunan oda: 1414 ve 1443 yılları arasında, Başpiskopos Chichele için bir izleyici odası olarak hizmet vermiştir. Kulede ayrıca: 1687 yılına tarihlenen bir çan ve St Thomas heykelini içeren boş bir niş de bulunmaktadır.
Bu heykel: uzun yıllar nehirden geçen kayıkçıların şapkalarını çıkararak saygı duydukları bir obje olmuştur, ancak Kral Henry VIII emriyle kaldırılmıştır. Mayıs 1941 tarihindeki Alman bombardımanında kule büyük ölçüde hasar görmüş ve ahşap cezaevi parçaları günümüzde bir tuğla duvar ile çevrelenerek koruma altına alınmıştır.
Nöbetçi Odası
Buranın 14.yüzyıldan kaldığı düşünülmektedir. Ortaçağ ve Tudor dönemi özelliklerini taşıyan büyük daire: 14., 15 ve 16. yüzyıllarda: sarayın en önemli odalarından birisidir. Başlangıçta: toplantılar ve törenler burada yapılırdı. 1867 yılında 75 piskoposun katılımı ile yapılan ve bugünkü toplantı geleneğinin öncüsü olan ilk “Lambeth Konferansı” burada yapılmıştır.
Daha sonraki süreçte ise, burası silahlı askerlerin toplanma ve silah saklama yeri olarak kullanılmıştır. Odada günümüzde duvarlarda bazı resimler görülmektedir. Ama burada en ilgi çekici obje bir kaplumbağa kabuğudur.
Başpiskopos William Laud’a aittir. Laud: Oxford Üniversitesinde bir konuşma yapmasının ardından kendisine bir evli hayvan olarak 1633 yılında kaplumbağa hediye edilir ve kendisi kaplumbağayı buraya getirir. Sonuçta kaplumbağa 120 yıl yaşadıktan sonra bir yanlışlık sonucu öldürülür.
Pembe Drawing Room
Duvarlarının rengi nedeniyle bu isimle anılan bu oda: günlük toplantılar ve zaman zaman gelen misafirler için yemek odası olarak kullanılmaktadır. Odanın dekorasyonu, 1982 yılında Nijerya’ya yaptığı bir ziyaret sırasında Başpiskopos Robert Runcie tarafından 2 Nijeryalıya yaptırılmıştır. Bu dekorasyon ürünleri: Nijerya Üniversitesinin bir hediyesidir. Odada özellikle: Bristol Piskoposu olmasına rağmen, 1768 yılında St Paul Dekanı seçilen Thomas Newton’un resmidir.
Devlet Drawing Room
Canterbury piskoposları: günlük yaşam için burayı kullanırlar. Günümüzde burası: dini ve siyasi liderler, Kraliyet ailesi üyeleri gibi ziyaretçi misafirleri ağırlamak için bir mekan olarak kullanılır. Bu odada: II. Dünya Savaşındaki bombardıman sonucu yıkılmış ve 1828 yılında yeniden tasarlanmıştır. Son olarak ise 1928 yılında restore edilmiştir.
Kristal avizeler: Waterfrond Glass hediyesidir. Karşı duvarda bir şömine bulunur. Şöminenin solunda: Kral Charles I portresi görülür. Bu resim Van Dyck yapımıdır ve muhtemelen kral tarafından Başpiskopos Laud’a verilmiştir. Şöminenin sağında ise, Kral Charles I’in abisi 18 yaşında iken ölen Galler Prensi Henry portresidir.
Odanın doğu ucunda: Canterbury Katedralinin 17.yüzyıl görüntüsünün bulunduğu bir tablo görülür.
Tudor Geçit Evi
Tudor geçit evi 1485 yılında inşa edilmiştir ve nehir kenarındaki konumuyla Londra’nın en hoş görüntülerinden birini sunar.
Kütüphane
Günümüzde burada: kütüphanede geniş bir koleksiyon bulunmaktadır. Bu kütüphane: Canterbury Başpiskoposunun resmi kütüphanesidir ve 1610 yılında Richard Bancroft tarafından kurulmuştur. Burada: piskoposların arşiv bilgileri ve çeşitli dini kayıtlar, el yazmaları gibi 9.yüzyıla kadar uzanan muhteşem bir koleksiyon bulunmaktadır. (günümüzde burada 12.000 kitap bulunduğu söyleniyor)
St Mary Lambeth Kilisesi-Museum Garden
Son bir not: girişin önünde, çim meydanda bulunan süslü bina da bir kilisedir ve 1377 yılından kalma kulesi bulunan ve 1834 yılında onarılan kilise: günümüzde “St Mary Lambeth” isminde, Bahçe Müzesini barındırmaktadır.
IVM-İMPERİAL WAR MUSEUM-İMPARATORLUK SAVAŞ MÜZESİ
Lambeth Road.SE1 adresindedir. (Müze şu anda kapalıdır ve 14 Temmuz 2014 tarihinde açılacaktır. Çünkü, aynı tarihte I. Dünya Savaşının 100. yıldönümü kutlanacaktır.)
1917 yılında Bakanlar Kurulu: Büyük Savaşta bir müze kurulması için ilgili malzemeleri toplamak ve görüntülemek için bir heyet kurulmasına karar verdi.
1920 yılında Parlamento Yasası ile kurulan bir mütevelli heyeti atandı ve müze: 9 Haziran 1920 tarihinde, Kral George V tarafından Crystal Palace denilen yerde açıldı. 1924-1935 yılları arasında müzenin koleksiyonu:
Eski İmparatorluk Enstitüsü’nde South Kensington’da, bitişik iki galeride muhafaza edildi. 7 Temmuz 1936 tarihinde ise: Bethlem Kraliyet Hastanesi’ne taşındı.
Burası: Bethleam Royal Hospital’ın akıl hastalıkları bölümü için 1811 yılında inşa edilmiştir. 19.yüzyılda ziyaretçiler öğleden sonraları gelerek hastaların türlü gülünçlüklerini izleyip eğlenirlermiş.
Hastane 1930 yılında Surrey’deki yeni yerine taşınınca, bu büyük bina da boş kalmıştır. Binanın yanlarında uzanan iki büyük kanat yıkılmış ve ortadaki merkezi blok 1936 yılında South Kensington’daki eski yerinden buraya getirilen müzeye ev sahipliği yapmaya başlamıştır. 1940 yılında ise müze kapatıldı ve savunmasız koleksiyonlar Londra şehri dışındaki yerlere tahliye edildiler.
31 Ocak 1941 tarihinde Alman bombardımanında müze hasara uğradı, Jutland savaşından kalma ve müzede sergilenen deniz uçağı paramparça oldu. Ardından: 1953 yılında müze genişletilerek büyütülmüş ve tekrar faaliyetlere başlamıştır.
Ana girişi belirleyen iki devasa silaha rağmen, müzenin yalnızca modern savaş makinalarını sergileyen bir yer olduğunu düşünmemek gerekir. Heybetli tanklar, toplar, bombalar ve bir uçağın da görülebileceği müzede savaşın kendisinden çok 20.yüzyıl savaşlarının toplumsal etkilerine ve savaşın sivil halkın üzerinde bıraktığı izlere yer veren sergiler ağırlıktadır.
Yiyecek karnesi, hava saldırılarına karşı alınan önlemler ve sansürle ilgili sergiler ile görülmeye değerdir.
Yüzlerce fotoğraf, Graham Sutherland ile Paul Nash’ın resimlerine, Jacob Epstein’in heykellerine ek olarak savaş zamanındaki film, radyo programları ve edebi eserlerden alınan örneklerle, sanat türlerine geniş bir yer ayrılmıştır.
Şehir sakinlerinin bombalardan korunmak için geceyi metro istasyonlarında geçirdiği 1940 yılındaki hava saldırılarında yaşananlar, Henry Moore’un karakalem çalışmalarıyla belgelenmiştir. Bu savaş sanatları bölümünde, ayrıca Paul Nash’ın da eserleri görülebilir.
En popüler sergi bölümünde: I. Dünya Savaşındaki hendekler canlandırılmış ve II. Dünya Savaşındaki manzara, sek ve kokular ile izleyicilere yansıtılmış “Blitz Experience” bölümündedir. Burada askerlerin savaşta yaşadıkları izleyicilere yansıtılır.
Gizli Savaş Galerileri bölümünde ise: ajanların çalışmalarının tarihi geçmişi, M15 ve M16 ofislerinin yaratılmasına ait objeler, bilgi ve belgeler bulunmaktadır.
Ayrıca etkileyici bir arşive sahip bir kütüphane de vardır. Tarihi belgeler ve orijinal objelerle düzenlenen Yahudi soykırımı sergisi dikkat çekicidir.
THE OLD VİC
The Cut Waterloo Road adresindedir.
Kraliyet Coburg Tiyatrosu: ünlü aktör William Barrymore tarafından 1818 yılında kuruldu.
Bu görkemli binanın tarihi, Royal Coburg Tiyatrosu olarak açıldığı 1816 yılına kadar uzanır. 1818 yılında açılan bina mimar Rudolp Cabanel tarafından tasarlanmıştır. Temeli ise Sakskoburgotski ve Galler Prensi Charlotte Prens Leopold tarafından atılmıştır.
1833 yılında tiyatronun adı: Princess Victoria onurura, Royal Victoria olarak değiştirilmiştir. 1858 yılında tiyatronun üst katındaki yangın sonucu 16 kişi ölmüştür. 1940-1941 yıllarında Dünya savaşı nedeniyle tiyatro kapanır. 14 Kasım 1950 tarihinde tiyatro yeniden açılır.
Burası zamanla: şarkıcılar, komedyenler ve diğer göstericilerle popüler Victoria eğlencelerinin merkezi bir “müzik salonu” haline gelmiştir.
1912 yılında tiyatronun başına geçen Lillian Baylis, 1914 yılından 1923 yılına kadar burada Shakespeare oyunları sahneledi. 1960’larda Ulusal Tiyatro kuruldu.
1997 yılında, Sally Greene, yönetmen Stephen Daldry ve diğerleri tiyatronun geleceğini güvence altına alabilmek için bir yardım vakfı kurdular. Vakıf 2003 yılında Sanat Yönetmeni Katy Spacey ile birlikte yerleşik bir topluluk oluşturdu.
Tiyatroda gençlere daha ucuz koltuk bulunur. Burada Noel’de pandomim gösterileri düzenlenir. Evet “London Old Vic Theatre” dünya üzerinde İngilizce konuşan şehirler içinde en eski ve en ünlüsüdür. Son yüzyılın birçok ünlü sanatçısı, burada gösteri düzenlediler.
GABRİEL’S WHARF
56 Upper Ground adresindedir.
Butikler, el sanatları mağazaları ve kafelerle dolu bu sakin köşe, bir zamanların sanayi bölgesi olan Gabriel’s Wharf’ın geleceğine yönelik uzun tartışmaların bir ürünüdür. Bunlar: Londra’nın South Bank bölgesini: yaşamak, çalışmak ve ziyaret etmek için daha iyi hale getirmeye çalışan bir sosyal girişim ve gelişim gurubudur. Ç
ünkü: 20 yıl önce bu alanda: çirkin, kasvetli birkaç dükkan ve restoran ve ölmekte olan bir yerel ekonomi vardı. South Bank: Thames Nehri kıyısında, City ve West End arasında, Londra’nın göbeğinde yüzyıllar boyunca sel eğilimli, alçak bir bataklık olarak kaldı. Daha sonra ise, Londra şehrinin nüfusu üç katına ulaşınca, insanlar, rıhtım yanında inşa edilen küçük evler ve fabrikalar arasında sıkışıp kaldılar.
II. Dünya savaşında bölge Alman bombalarından etkilendi. Ancak 1951 yılından itibaren, South Bank bölgesine birçok kültürel yatırım (Ulusal Tiyatro, Ulusal Film Tiyatrosu, ITV Londra, IPC Medya gibi) yapıldı. 1970’lerin başında, bölgedeki konut sayısı: 50 binlerden 4 binlere düştü. Okullar ve dükkanlar kapandı. Burası giderek “kasvetli” bir alan olarak anılmaya başlandı.
Yerel sakinler: sahipsiz 13 dönümlük bir araziye, 1984 yılında satın almak için büyük bir kampanya başlatırlar ve arazi satın alındıktan sonra, bu arazi üzerinde: Walkway yürüyüş yolları, Bernie İspanyol bahçelerinden oluşan yeşil alanlar, Oxo Tower Wharf ve Cebrail Wharf gibi tasarım mağazaları, galeriler, restoranlar, kafeler ve barlar yaptılar.
Coin Sokakta bulunan “Colombo Merkezi” eğlence programları ile ortamı hareketlendirdi. 1984-1988 yılları arasında, nehir kıyısındaki metruk binalar yıkıldı ve nehir kıyısındaki park ile birlikte: Thames nehri, St Paul Katedrali ve şehrin muhteşem manzarası ortaya çıktı.
Pazarın hemen yanında küçük bir bahçe ile nehir kıyısı boyunca City’nin kuzeyine uzanan harika manzaralı bir yürüyüş yolu vardır.
Doğu yönündeki 1928 tarihli OXO Tower’ın pencereleri, et suyu markası olan OXO’nun amblemini yansıtır. Bugün burada güzel bir restoran bulunur.
WATERLOO STATİON
York Road adresindedir.
Güneybatı İngiltere’ye giden trenlerin terminali olan Waterloo İstasyonu aslında 1848 yılında yapılmıştı, ama 20.yüzyılın başında yenilendi ve kuzeydoğu köşesine inşa edilen büyük giriş salonuyla genişledi.
İngiltere’de Network Rail tarafından işletilen 17 istasyondan birisidir. Öte yandan: 2011 yılında, 94 milyon yolcu giriş-çıkışı ile, İngiltere’nin en işlek yolcu terminallerinden birisidir. Dünya üzerinde ise en işlek 91. tren istasyonudur.
Bugün geniş yolcu salonunda mağazalar ve kafeler sıralanmıştır ve burası şehrin en kullanışlı tren garlarından birisidir.
İstasyon 20. yüzyılın sonuna doğru şehri Avrupa’ya bağlayan Manş Tüneli trenine de hizmet vermesi için yeniden genişletilmiştir. Eurostar terminali, 2007 sonbaharında Waterloo İstasyonundan St Pancras İnternational’a taşınmıştır.
Waterloo civarındaki alan daha çok yerleşime ayrılmıştır. Buradan mağazalar, yeme içme mekanları ve sokak pazarıyla dikkati çeken Lower Marsh’a güzel bir yürüyüş yapabilirsiniz.
CLİNK STREET
Clink Street.SE1 adresindedir. Southwark Katedrali ve Globe Tiyatrosu arasındadır. Giriş ücretlidir, yetişkinler için 7.5 paund, 16 yaş altı çocuklar için 5.5 paund, öğrenciler için 5.5 paund, 4 kişilik aileler için 18 paund.
Burası, her gün saat: 10.00-21.00 arasında açıktır.
St Mary Overie’s Dock ve Anchor Pub arasında uzanan Clink Street’de: Francis Drake’in 1577-1580 yılları arasında dünyayı dolaştığı gemisi The Golden Hindle’in birebir örneğini görebilirsiniz.
Bu dar, karanlık ve Arnavut kaldırımlı sokak, adını 1150 yılında Bishop of Winchester’s Palace’da kurulan İngiltere’nin ilk hapishanesinden almıştır. Hapishane 1780 yılındaki ayaklanma sonucunda yanmıştır ve günümüzde küçük bir müze ve turistik sitenin bir kısmı olarak ziyaret edilebilmektedir.
Müze: 1144 yılından kalma, İngiltere’nin en eski ve ünlü hapishanelerinden biri olan “Clink Hapishanesi” üzerine inşa edilmiştir.
600 yıl boyunca: İngiltere’deki toplumsal ve siyasi değişimlere tanık: sapkınlar, ayyaşlar, fahişeler ve daha sonra dini rakipler de dahil olmak üzere, çok sayıda insan buraya hapsedilmiştir.
Orijinal Sarayın Great Hall bölümünün batı duvarını ve gül penceresini hala sokaktan görebilirsiniz.
The Clink Prison Museum (Clink Hapishane Müzesi) orijinal hapishane alanındadır ve suç ile ceza konularına yakından bir bakış atmanızı sağlar, eski idam bölümünü de görebilirsiniz.
BUTTLER’S WHARF
Butler’s Wharf.SE1 adresindedir. Butler Wharf: Thames nehrinin doğusunda, Tower Bridge denilen yerdedir.
Tower Bridge’in doğu kısmındaki Shad Thames’de yapacağınız bir tur, sizi 19.yüzyıl tuğla depolarından oluşan yenilenmiş bir kanyona ulaştırır.
Bölge ilk olarak 1871-1873 yılları arasında Londra rıhtımında gemilerden boşaltılan malların konulduğu bir depo olarak yapılmıştır. Hatta: bir söylentiye göre: buranın dünyanın en büyük çay deposu olduğu söylenir.
Ancak 20. yüzyılda bölgedeki depoların popülütesi bitti. 1975-1977 yılları arasında: Derek Jarman isimli sanatçının çağırması ile, bölge: özellikle video ve performans sanatçıları tarafından kullanılan bir alan haline geldi. 1980’leri takip eden yıllarda ise: buradaki binaların zemin katlarında restoranlar ve dükkanlar, lüks daireler oluşturulmaya başlandı.
Günümüzde, burada bulunan başlıca mekanlar şunlardır: Butler’s Wharf Chop House, Cantina del Ponte, Bengal Clipper, Kaptan Tony’s Pizza&Pasta Emporium, Pizza Expres, Tasarım Müzesi, Blue Print Cafe.
Alan yenilenirken: depodan depoya mal taşımak için kullanılan demir köprüler ve kargoların taşındığı büyük vinçlerden bazıları yerinde bırakılmıştır ve günümüzde burayı ziyaret edenler, o dönemin yaşamını ve hareketliliğini anımsayabilmektedirler.
Özellikle Londra’daki en iyi ve özel çay mağazalarına ulaşmak isterseniz, buraya gitmelisiniz. Ayrıca: Tower Bridge köprüsünün gölgesindeki gezinti yerinde, açık havada güzel bir yemek yiyebilirsiniz.