Hong Kong Tarih

Hong Kong Tarih

 

Bölgenin bilinen tarihinin, 1841 yılında, İngilizlerin burayı işgal etmesiyle başladığı düşünülmektedir. Ancak: yakın geçmişte yapılan arkeolojik araştırmalarda, bölgenin tarihinin, çok daha eskilere gittiği anlaşılmaktadır.

1992 yılında, havaalanının yapım çalışmaları sırasında, yeraltından, 2 bin yıllık “Pak Mong” köyü kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.

MS.900 yıllarında, Hong Kong adaları: Pearl nehri deltasında gemileri yağmalayan korsanların sığınma yeriydi. Küçük korsa gurupları, 20’nci yüzyıla kadar, burada varlıklarını sürdürdüler. Bu aradaki dönemde “Klanlar” bölgeye gelerek yerleşmeye başladılar. İlk gelen “Tank klanı”: New Territories’te, bugün de varlığını sürdüren ve çevresi duvarlarla çevrili köyleri inşa ettiler. Duvarları günümüze kadar kalan “Kat Hing Wai” ve “Lo Wai” köyleri halen gezilebilmektedir ki, bunlar 16’ncı yüzyıldan kalmadır.

1447 yılında,

Macau’ya gelerek yerleşen Portekizliler, bölgeye gelen ilk Avrupalılar olarak bilinirler. Bunlar: birkaç yüzyıl boyunca, bölgenin ticaretini ellerinde tuttular. Macau: bölgenin en önemli bir ticaret merkezi haline geldi.

17’nci yüzyıla gelindiğinde ise,

Qing hanedanı döneminde, bölgede, bu kez İngilizler görüldü. Bu tarihte, sınırlı ticaret yapmalarına izin verilen İngilizler, Çinlilerle aralarında herhangi bir sorun çıkmadan, bir süre ilişkileri sürdürdüler. Ancak, Çin İmparatoru tarafından gitgide getirilen sınırlamalar sonucunda ticaret durma noktasına gelince, İngilizler, 1793 yılında, sıkıntılar arttı. İngiliz tüccarlar, 18’nci yüzyılın sonunda; buraya, Hindistan’da yetiştirilip, getirilen ve satılan “afyon” ticaretine yöneldiler. Ancak, afyon ticareti, yasaktı, öte yandan yöresel kanton yetkilileri, para kazanmak adına, bunu görmezden geliyorlardı.

1839 yılında, Çin imparatoru, bu afyon ticaretini engellemek için, Lin Tsehsu isimli bir yerel yönetici görevlendirdi. Lin: çok sert önlemler aldı. Kanton bölgesindeki İngiliz tüccarların afyon depolarını kuşattı, bunun sonucunda İngiliz tüccarlar, depolarda bulunan sandıklar dolusu afyonu: kanton yöneticilerine teslim etmek zorunda kaldılar.

1840 yılına gelindiğinde, bu kez İngiltere, misillemeye girişti. Birkaç çatışma ve çok sayıda görüşmenin ardından, barış yapıldı. Hong Kong adası, İngiltere’ye verildi. 26 Ocak 1841 tarihinde, Hong Kong, İngiltere kolonisi olarak ilan edildi.

Ancak, barış anlaşması uzun ömürlü olmadı ve savaş yeniden başladı.

Üstün bir silah ve taktik gücüne sahip İngilizler, sayısal üstünlükleri olmasa da, Çinlileri yendiler. Ardından, Şanghay şehri düştü. 1842 yılında imzalanan barış antlaşması ile, Çinliler, yabancıların ekonomik ve siyasi nüfusunu kabul etmek ve hatta afyon kaçakçılığından oluşan kayıplarını karşılamayı kabul ettiler. Bu anlaşma ile, Hong Kong’un İngiltere kolonisi ve serbest liman statüsü de kabul edildi.

Evet, bölgedeki bu zehir ticareti, 1907 yılına kadar sürdü. 1946 yılına kadar, şehirde, kamuya açık yerlerde, afyon içilmesine izin veriliyordu. Çin anakarasında ise, 1949 yılında, Komünist yönetim afyon içilmesini yasakladı.

Bu arada: şehrin yani koloninin ilk valisi Sir Henry Pottinger: şehrin büyük bir ticaret merkezi haline geleceğini tahmin ediyordu. Böylece, yönetimi sırasında, bölgenin refahı için önemli adımlar atıldı. Bölge: gemilere sunduğu doğal limanı sayesinde, büyük bir gelişme gösterdi ve ticaret üssü haline geldi.

Nüfus arttı, ekonomi hızla büyüdü. Ancak, koloniye, büyük bir Çinli göçmen akını da aynı dönemde başladı. Yine de, kolonideki Çinli çoğunluk ile Avrupalı azınlık genelde sıcak ve dostça yaşamaktaydılar.

15 Ocak 1857 günü, şehir tarihinde önemli bir olay meydana geldi. Koloninin en büyük fırınında, ekmek hamuruna, arsenik karıştırıldı. Çinliler, her günkü gibi pirinç yerken, ekmek yiyen İngilizler öldüler. Panik içinde, binlerce Çinli sınır dışı edildi. Günümüze kadar geçen süreçte, bu olayın nedeni ve failleri bulunabilmiş değildir.

Ancak, 19’ncu yüzyılda, Çinlilerin kolonideki yaşamlarının iyi olduğu söylenemez. İngilizler; Victoria sahillerinde ve Victoria Peakin yamaçlarında yaşıyorlardı. Ancak, bu bölgeler Çinlilere yasaktı. Çinliler, koloninin, kalabalık mahallelerinde, çok zor şartlar altında yaşıyorlardı. 1894 yılında veba bölgeyi etkiledi ve vebanın tamamen temizlenmesi, yaklaşık 30 yıl sürdü.

1911 yılında, Çin devrimi sırasında, ülkeden kovulan Mançuryalılar, Honk Kong’a sığındılar. Bunların çoğu: ellerinde hiçbir şey olmadan gelmiş olmalarına rağmen, çalışkanlıkları ve fırsatlardan yararlanma hırslarıyla öne çıktılar. 1930 yılında, Japonya, Çin’i işgal ettiğinde, yine, yüz binlerce Çinli, Hong Kong’a sığındılar. II. Dünya savaşının hemen öncesinde, Hong Kong nüfusu, yaklaşık 1.5 milyon üzerindeydi.

1941 yılında, Japonlar,

Hong Kong şehrine çıkartma yaptılar. İşgal güçlerinin yönetimi altında geçen, 3 yıllık süreç, açlık ve eziyet dolu olarak hatırlanmaktadır. Bu işgal sırasında, şehirde bulunan anıtlar yok edildi. St. Johns Cathedral’i bir asker kulübüne dönüştürüldü. Valinin Peak’daki malikhanesi yıkıldı. Koloni valisinin köşkü, Japon tarzında yeniden inşa edildi.

II. Dünya savaşının sonuna gelindiğinde, şehir nüfusunun, 1.5 milyon dan, 500 binlere kadar indiği görülür. Ayrıca, şehirde, bu dönemde ne sanayi, ne balıkçılık filosu kalmamıştı, geriye kalanlar yalnızca birkaç ev ve kamu binasından ibaretti.

Dünya savaşını takip eden süreçte, Çin’deki iç savaş sonucu, Çin orduları güneye ilerlerken, şehre yönelik mülteci akınında, büyük artış ortaya çıktı. 1949 yılında, anakarada, Çin Halk Cumhuriyeti ilan edildiğinde, buradaki nüfus sayısı 1.5 milyon civarına kadar yükseldi ve hatta 2 milyona çıktı. 1949 yılında Şanghay şehri düşünce, yine büyük bir mülteci akını ve bu sırada, şehrin günümüzdeki tekstil sanayisinin kurucusu olan, Şanghaylı sanayiciler, buraya geldiler.

Yani, bu göçmen akınında: nispeten varlıklı, zengin ve vasıflı insanlar şehre göçtüler. Ancak, konut sayısındaki yetersizlik, ilk olarak bu dönemde ortaya çıktı. 1953 yılı başında, denetim altına alınamayan bir yangın sonucu “Kowloon” daki bir gecekondu mahallesi yanıp yok olunca, bir gecede 50 bin mülteci sokakta kaldı.

Bu felaket üzerine, yerel yönetim, toplu konut yapımı projelerini aktif hale getirdi. Yüz binlerce mültecinin başını sokabileceği: gösterişsiz, ucuz ve ateşe dayanıklı bloklar yapılmaya başlandı. Ancak, bu yeni konutlar aşırı kalabalık oldular.

1962 yılında yönetim Çin sınırını kapatarak, şehre mülteci akınını önlemeye çalıştı. Ancak, yine de başarılı olamadılar çünkü bu kez Vietnam’dan tekneler yolu ile mülteciler gelmeye devam ettiler.

1970-1980 li yıllara gelindiğinde, Hong Kong ekonomisinin büyük gelişme gösterdiği görülür. Bunun sonucunda ise, kolonideki yaşam standardı hızla yükselir.

1997 yılında, 99 yıllık kira sözleşmesinin bitiminin yaklaşması nedeniyle, Çin yönetimi aksi tavrını ortaya koyar. 1984 yılında görüşmelere başlanır ve 1997 yılında, Hong Kong’un tamamının Çin yönetimine devredilmesine dair “Çin-İngiliz Katılım Bildirgesi” imzalanır. Çin: Hong Kong’un “Özel Yönetim Bölgesi” olduğunu ilan eder ve kamusal ve toplumsal sistemin, 1997 yılından itibaren, en az 50 yıl değişmeyeceği garantisini verir.

Çin Anayasası:

Şehrin mevcut yasalarını ve sivil özgürlüklerini koruyacağı garantisini verir. Ancak, şehirde yaşayanlar, İngiltere vatandaşı olamadıklarından, şehrin Çin’e devredilmesinin öncesinde, gelecek kaygısıyla, başta Kanada ve Avustralya olmak üzere, başka ülkelere vatandaşlık müracaatında bulunurlar.

1 Temmuz 1997 tarihinde, olaysız bir şekilde devir-teslim yapılır. Ancak, takip eden süreçte, Asya ekonomisinin çökmesi, Hong Kong ekonomisini de olumsuz etkiler. Temmuz 2003 tarihinde, yıkıcılık karşıtı yasakları protesto etmek için, 500 bin kişi, olaysız bir yürüyüş gerçekleştirir. Mart 2007 tarihinde ise, Hong Kong şehrinin, ilk çok adaylı liderlik seçimi yapılır ve bu seçimde Pekin yönetiminin desteklediği Tsang: ikinci kez, yerel yönetici olarak seçilir. 2008 yılında ise, Pekin Olimpiyat Oyunlarının binicilik yarışmaları, Hong Kong şehrinde yapılır.

Disneyland

Yeme İçme

 

Bali Tarih

Bali Tarih

MÖ.3000-1000 yılları arasındaki dönemde: Güney Çin’den çıkıp, Malakka Yarımadasından geçerek: Cava, Bali, Lombok ve öteki adaların oluşturduğu adalar zincirine yayılan insanlar: günümüzdeki Endonezyalıların atalarıdır.

Bölgede yapılan arkeolojik araştırmalar: MÖ.1000-100 yılları arasındaki dönemde, Bali ve Lombok adalarında, gelişmiş bir “Bronz Çağı” kültürü yaşandığını göstermektedir.

MS.100 yılı civarında, Hindistan ile ticaret ve kültürel alışveriş yapıldığının izleri görülmektedir. Zaten, sulu pirinç tarımı da, bu sıralarda bölgeye getirilmiştir. Böylece, kırsal alanın görünümü değişmiş, bugünkü çeltik tarlaları ve teraslar oluşmuştur.

Hindistanlı tüccarlar: buraya pirinç yanında, Budizm’i de getirmişlerdir. Böylece: dağların, ırmakların ve diğer doğal güçlerin ruhlarına taparak eski inançlarını sürdüren Balililer, yeni dinin yapısından derinden etkilenmişlerdir.

MS.8 ve 9’ncu yüzyıllarda: Cava adasındaki birkaç hükümdar, Hinduizmi kabul ettiler ve Şiva-Buda kültürünü yarattılar. Sonunda: Bali’deki halk ta, aynı şeyi yaptı. Kendi inandıkları yerel tanrıları ve ruhları, kalabalık Hindu inancı içinde rahatlıkla barınıyordu.

MS.930 civarında: Cava kraliçesi, Bali kralı ile evlendi. Böylece: Bali’deki din değiştirme süreci hızlandı. Üçlü Hindu kavramı getirildi. 1019-1042 yılları arasında: Bali kralı Udayana’nın oğlu Airlangga: aynı zamanda “Cava” ya da hükmetti.

12 ve 13’ncü yüzyıllara gelindiğinde ise, Bali: Cava’daki iç çekişmelerden dolayı, çoğu zaman bağımsız olarak kaldı.

1320 yılına gelindiğinde ise: Majapahit isimli bir kral: tüm “Cava” yı birleştirdi. 1343 yılında, Bali’yi de ele geçirdiler. Böylece: Endonezya takım adalarının büyük kısmı: birleşik bir krallık bünyesinde toplandı. Hindu sanatı ve öğretisi: adalara yayıldı. Ancak: birleşik krallığın son hükümdarı, 1389 yılında ölünce, bu kez imparatorluk gerilemeye başladı.

Müslüman tüccarlar: özellikle kıyı bölgelerinde, Cava’nın bazı prenslerinin ve halkın, Müslümanlığı kabul etmesini sağladılar. 14 ve 15’nci yüzyıla gelindiğinde, Müslümanlığın bu yayılışı, adaların iç bölgelerine doğru ilerledi. 1500 yılında ise: bilim adamları ve rahiplerin büyük bölümü, Bali’ye taşındılar. Bu nedenle, İslamiyet, Bali’de etkinlik gösteremedi. Çünkü: resiflerin çokluğu ve limanların olmaması, buranın ele geçirilmesini önledi ve bölge istila edilemedi.

Bali adasına ilk Avrupa gemileri: 16’ncı yüzyıl başlarında baharat aramak üzere bölgeye gelen Portekizlilerdir.

1550 yılına gelindiğinde, Bali’de: Hükümdar Batu Reggong yönetimi altında, altın bir dönem yaşanır. Bu dönemde: Bali’nin gücü, kültürü ve etkisi, doruk noktalara çıkar. Tapınak inşaatı, heykelcilik ve ahşap oymacılığı sanatkarlığında patlama olur.

Takip eden, 250 yıllık süreçte ise, bu kez, Bali hükümdarları, kendi aralarında çatışırlar. Bunun üzerine, ada: parçalanarak “Raca” lığa bölünür. 1789 yılına gelindiğinde, Racaların, Hollandalılar ile birliktelikleri görülür.

18’nci yüzyıl boyunca, Endonezya takımadalarında, Hollanda nüfusu yayılır. Ancak, bu nüfus yayılması, Bali adasını etkilemez.

1811-1817 yılları arasında, İngilizler, Bali adasını istila ederler. Vali vekili unvanını alan İngiliz yönetici Stamford Raffles; Bali’de bir ticaret istasyonu kurar. Ancak, savaşın ardından, İngilizler burayı Hollandalılara bırakırlar ve Singapur’a çekilirler, yatırımlarını oraya yaparlar.

Hollanda; Cava bölgesine yerleşir yerleşmez, etkinliğini arttırmaya yönelir. 1841 yılında, Balililerin, kıyıda batmış bir gemiyi yağmalamaları üzerine, Hollandalılar, çoğu diğer adalardan toplanmış, 1600 kadar asker ile, Bali adasının kuzeyini istila ederler. 1841 yılındaki bu olay üzerine, Balililer, Hollandalılara tazminat ödemeyi kabul ederler. Fakat, çok geçmeden anlaşma bozulur.

1848 yılında, Hollanda, Bali’nin kuzeyine, ikinci bir askeri harekat düzenlerler. Ancak: Bali adasının içlerinde yapılan bir savaşta, Balililer galip gelirler. Bozguna uğrayan Hollandalı istilacılar, geri çekilirler. Ancak, bir sonraki yıl, yeniden adaya gelirler. Bu kez, Balililer yenik düşerler ve binlercesi katledilir, kralları öldürülür. Böylece: Bali adasının tümü, Hollandalıların egemenliğine girer.

19’ncu yüzyılın kalan bölümünde:

Hollandalılar, racaları ve diğer aristokratları, kral naibi olarak kullanırlar. Bali’nin büyük bir kısmında, denetimi ele geçirirler.

1904 yılına gelindiğinde, Sanur açıklarında bir geminin batıp, Balililer tarafından yağmalanmasının ardından, Hollandalıların tazminat talebi, Balili racalar tarafından reddedilir. 1906 yılında, Hollanda ordusu tekrar adaya asker çıkarınca, Racaların direnişiyle karşılaştılar. Ancak, bu direniş, 1908 yılına kadar sürdü.

Racaların kahramanca direnişi, Hollanda halkı üzerinde olumlu etki yaptı. Hollandalılar, sömürge dışında, Bali adasında turizmi teşvik edici ve geliştirici önlemler aldılar. Bölgeyi ziyaret eden yabancı ziyaretçiler, adanın olağanüstü kültürü ve doğal güzelliklerini görerek, ülkelerine dönüyorlar ve bunları anlatıyorlardı. 1936 yılına gelindiğinde, Amerikalı bir çift tarafından, Kuta sahilinde ilk otel açıldı.

1920-1930’lu yıllara gelindiğinde ise:

Ubud hükümdarı Cokorda Gede Sukawati; Batılı sanatçıları ağırlayarak, uzun süreli bir geleneğin, sanat hamiliğinin öncülüğünü yaptı. Batıdan etkilenen genç sanatçıların oluşturduğu Pide Maha Okulu ortaya çıktı. 1900 başlarından II. Dünya savaşının başlangıcına kadar devam eden süreçte, birçok Endonezyalı genç, Hollanda’da eğitim gördü. Aynı dönemde, Endonezya milliyetçiliği ve Hollanda’dan bağımsızlık talep eden hareket güç kazandı.

1942 yılına gelindiğinde, II. Dünya savaşı başında, Japonlar, petrolünü ve pirincini sömürmek için Endonezya’ya saldırdı ve işgal etti. 1945 yılına kadar süren Japon işgali, Endonezya’nın bağımsızlığı ile sonuçlandı. Ancak, Hollandalılar, yine bölgede etkinlik kazanma yarışına girdiler.

1946 yılında; Bali’de, Endonezyalı milliyetçiler, Hollanda kuvvetleri tarafından pusuya düşürülerek yok edildiler. Ancak, II. Dünya savaşından aşırı olumsuz etkilenen Hollandalılar, bölgedeki etkinliklerini sürdüremediler.

17 Ağustos 1949 yılında: Endonezya Cumhuriyeti, bağımsızlığını ilan etti ve Birleşmiş Milletler tarafından tanındı.