İstanbul Silivri Fatih

İstanbul Silivri Fatih
 

SİLİVRİ FATİH MAHALLESİ

İstanbul Silivri Fatih; eski kale surları içindedir. Kale surları içindeki bu yerleşim Fatih Mahallesi ve Yahudi Mahallesi olarak ayrılmıştır. Fetihten sonra, bölgeye Türkler yerleştirilmiş ve Türkler, Rumlar, Yahudiler ve Ermeniler hep birlikte ve bir arada yaşamaya başlamışlardır. Ancak Cumhuriyetin hemen ardından, mübadele nedeniyle, Rumlar bölgeyi terk etmişlerdir. Bu mübadeleden önce, bölgede 3 Rum ve 1 Ermeni kilisesi vardı. 1960’lı yıllarda ise 1 Yahudi Havrası bulunuyordu. Günümüzde ise, bunların sadece kalıntıları vardır.

İstanbul Silivri Fatih
 

FATİH CAMİİ-ALEXİOS APOKAUKOS KİLİSESİ

İstanbul Silivri Fatih: Fatih Camii Sokaktadır.  

Eskiden kilise olarak yapılmış ve kullanılmıştır.

Kilise olduğu dönemdeki ismi “Alexios Apokaukos Kilisesi” dir. Kilise, bölgedeki dini mimari eserler arasında tarihi ve kültürel önem açısından en öne çıkandır. Çünkü Bizans imparatorluğunun son dönemlerinde yapılmış ve Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fetih etmesinin ardından vakıf haline dönüştürülmüştür.

Ancak bu kilise yapısı bakımsızlık nedeniyle yıkılmıştır ve yerine 20’nci yüzyılda cami yapılmıştır.

Bu cami de, Balkan savaşları sırasında terk edilmiş ve 1980’lerden sonra ise onarımı yapılarak tekrar cami olarak ibadete açılmıştır.

Alexios Apokaukos kilisesinin ihtişamlı sarnıcı: kilisenin hemen altındadır. Bu sarnıç, boyutlar olarak kiliseden daha büyüktür. Kilise, bu sarnıcın üzerine inşa edilmiştir. Sarnıcın boyu toplam 45 metredir. Sarnıcın iki yan duvarı, temel olarak kabul edilmiş ve kilisenin kuzey ve güney duvarları örülmüştür.

Evet, günümüzde sarnıç görülebiliyor. Hatta özenli işçiliği hemen göze çarpıyor. Sarnıcın içinde ise: Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait çeşitli eserler korunmaktadır.

ÇANTUĞA RUM KİLİSESİ-ALEXİOS APOKAUKOS KİLİSESİ

Fatih Camii Sokaktadır. Günümüzde burada adı geçen kilisenin sarnıcı bulunmaktadır.

Kilise: bölge halkı tarafından “Papazlı kilise” veya “Şaraphane kilisesi” olarak tanınır. “Deveciler Hanı” da denilmektedir.

Yapı, mübadele ile bölgeden ayrılmış Rumlardan günümüze sağlam olarak gelebilmiş bir kilise olması açısından önemlidir.

Yapı: tescil edilerek koruma altına alınmıştır.

Günümüzde boş durmaktadır.

İstanbul Silivri Fatih
 

BEŞLİ YONCA HAVUZU

Soğukkuyu Sokaktadır. Bu süs havuzu, beş yapraklı yonca şeklindedir. Oldukça sade olan bu havuz, bulunduğu sokağın simgesi haline gelmiştir.

İstanbul Silivri Fatih
 

SELYMBRİA KALESİ

Kale sokaktadır.

İlçe merkezinden buraya araçla ulaşılmaktadır.

Kalenin: hangi tarihte ve kimler tarafından inşa edildiği bilinmemektedir.

Kale, dikdörtgen şekilde yapılmıştır. Güney bölümünde denize inen kayalıklar bulunduğundan sur duvarı yapılmamıştır. Diğer üç cephesi, sur duvarlarıyla kapatılmıştır. Batı cephesindeki sur duvarları günümüze ulaşmamıştır. Güney bölümde, liman bağlantısı için oluşturulmuş bir kapı bulunuyordu. Kalenin asıl kapıları, kuzey cephesindeydi. Kalenin kuzey yönde bulunan kapısı: İstanbul ile Adriyatik arasındaki “Via Egnatia yolu”na açılmaktadır.

Evet, daha sonraki süreçte, mevcut kale, MS 6’ncı yüzyıldaki Büyük İstanbul depreminde hasar görünce  İmparator Justinyen tarafından onarımı yaptırılmıştır.

Daha sonraki süreçte, 741 yılında İmparator Constantinus, kale surlarını tamir ettirmiştir.

Silivri kalesi surları, İstanbul depreminde büyük zarar görünce, 1481 yılında ise, Sultan Beyazıt tarafından onarım görmüştür.

Daha sonraki dönemde ise, surlar önemini yitirmiş ve herhangi bir onarım yapılmamıştır.

Evet günümüzde kaleyi gezebilirsiniz.

İstanbul Silivri Fatih
 

SİLİVRİ KALE PARKI

Şaban Demiray Caddesindedir.

İstanbul Silivri Fatih
 

Silivri Belediyesine ait, kalede Sosyal Tesisler bulunmaktadır.

Ayrıca, park alanında: açık hava müzesi, restoran ve sahne bölümleri bulunuyor.

İstanbul Silivri Fatih
 

Açık hava müzesi bölümünde: kalenin iç kısmında bulunan saraya ait kalıntıları görmek mümkündür. Ancak bunların bir kısmı günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergileniyor.

Silivri Piri Mehmet Paşa Mahallesi.

Silivri Selimpaşa Mahallesi.

Silivri Fenerköy Mahallesi.

İstanbul Saraçhane ve Zeyrek

sarachane-genel-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek

Fatih ilçesine bağlıdır. Şehzadebaşı semtinin yanındaki Saraçhane: Bizans ve Osmanlı dönemlerinde, İstanbul şehrinin merkezi konumundadır. İstanbul’un fethinden sonra şehirde kurulan ilk semttir.

Bizans döneminde, bu yöreye “Mesomphalos” denirdi. Bu ismin kelime anlamı “şehrin ortası” demektir. O zamanlarda, bu bölgede, ihtişamlı “Dört imparator heykeli” vardı. Ancak bu güzel heykel, 1204 yılındaki Latin Haçlı istilasında çalınarak götürülmüş ve günümüzde Venedik şehrinde San Marco Bazilikası yanında bulunmaktadır.

Bizans döneminde: şehrin ortasından geçen ve Beyazıt’tan sonra Yedikule ve Edirnekapı yönlerine ayrılan Mese yolunun Edirnekapı’ya giden kolu, günümüzde Saraçhane semtinden geçmekteydi. Ayrıca: buradaki önemli su kaynak ve aktarım ana merkezi yani savak da buranın merkez kabul edilmesinin başlıca sebebidir.

Yöre: şehrin fethini izleyen yıllarda ve kısa sürede Bizans kimliğinden sıyrılmıştır. Müslüman yaşamın gerekli kıldığı dini ve sivil yapılarla dolmuştur. Sokaklar Osmanlı konutlarıyla yeniden şekillenmiştir.

Saraçhane, sınırları itibarı ile gayet büyük bir alana yapılmaktadır. Yeniçeri ocağının kaldırılışına kadar, bu sınırlar içinde bir askeri alanın bulunması dikkat çekicidir.

Saraçhane ismi nereden gelmektedir: Saraçhane ismi: deri işleri, at araba koşumları ve meşinden çeşitli gereçler üreten saraçlardan gelir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethedilmesinin ardından: birçok meslek gurubu için çeşitli kararnameler çıkararak, bunları bir disiplin altına almaya çalışmıştır.

Saraçlar için de: günümüzde parkın bulunduğu yerde, içinde pek çok dükkan bulunan bir “Saraçhane” yaptırmıştır. Ayrıca, bu tür işlerin başka bir yerde yapılmaması için de ferman çıkarmıştır.

Bu tür, meslek guruplarının bir çatı altında toplanması geleneği: Anadolu’da 13 yüzyıldan itibaren vardır. Osmanlı da bu geleneği yaşatmıştır. Ama burada sadece saraçlar değil, kırbaççılar ve saraçlara malzeme satan dükkanlar da bulunuyormuş.

1475 yılında yapılan Saraçhane binası, İstanbul yangınlarında hasar görmüş ve son olarak 1673 yılındaki yangın sonucunda yanarak yok olmuştur. İçindeki esnaf ise, Sultanahmet, Beyazıt ve yakın çevrede başka yerlere yerleştirilmiştir.

Daha sonra, ileri gelen esnaf, mahkemeye başvurarak yanan saraçhaneyi kendi paralarıyla kagir olarak yeniden yapmaları karşılığında, saraç esnafının tekrar Saraçhaneye nakledilmelerini istedi. Bir yıl sonra, dükkanların büyük bir kısmı tamamlandı. Üç kapılı olan saraçhanenin dükkanları kemerli olup kepenklerle kapatılıyordu. Ayrıca tam ortada Saraçhane Camii ve lonca yeri bulunuyordu. Buranın içinde bir de Sıbyan mektebi vardı.

Bu mektepte, Saraç esnafının çocukları ve çırakları okuma yazma öğreniyorlardı. Sıbyan mektebinin hocası, Saraçlar tarafından tespit edilip hükumet tarafından atanıyordu. Hocanın ücreti ise saraçhane vakfı tarafından karşılanıyordu. Burada yanmadan önce 320 dükkan bulunuyordu. Her esnaf dükkanının tamirini kendi parasıyla yaptırıyordu. Büyük saraçhane çarşısı, 1908 yılında çıkan Fatih yangınında tamamen yandı.

sarachane-genel-0
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek

 

Bölge Osmanlı döneminin sonlarında da önemli toplum hareketlerine sahne olmuştur. 19 Mayıs 1919 tarihinde Fatih’te, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto için Saraçhanede yapılan iki büyük mitingde, 50 bin kişi toplanmıştır. Özellikle, Halide Edip Adıvar: karalar giymiş bir Türk kadını olarak, bu büyük kalabalığın karşısına çıkarak onları coşturan konuşmalar yapmıştır.

31 Aralık 1961 günü ise, Saraçhane’de yine büyük bir miting düzenlenir. İşçi kesimi tarafından düzenlenen bu miting, Türkiye genelinde ve İstanbul’da gerçekleştirilen ilk ve en büyük miting olarak tarihe geçmiştir.

bozdogan-su-kemeri-000
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Bozdoğan Su Kemeri
bozdogan-su-kemeri-2
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Bozdoğan Su Kemeri

 

 

BOZDOĞAN SU KEMERİ

Öncelikle bu yapının UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alındığına belirtmek isterim. Bu mimari harika su kemerleri: Saraçhane bölgesindeki en önemli yapıdır.

İstanbul şehrinde; çevresi denizlerle çevrili olmasına rağmen hep su sıkıntısı çekilmiştir. Böylece içme suyu sıkıntısı, şehirde büyük mimari ve mühendislik harikalarının yaratılmasına sebep olmuştur. İlk olarak İmparator Hadrian döneminde (117-139) su: kanallarla Trakya’dan getirilerek şehre dağıtılmıştır.

371 yılında ise, İmparator Valens (364-379) bu ünlü su kemerlerini; yaklaşık 250 kilometrelik bir su taşıma sisteminin parçası olarak yaptırmıştır.

Ancak: Oxford Dictionary of Byzantium da:  kemerin Hadrianus tarafından yaptırıldığı ve Valens tarafından restore edildiği iddia edilmektedir.

Kemerleri ismi

İmparator Valens döneminde yapıldığı düşünülerek kemere Valens kemeri denilmektedir. Günümüzde ise Bozdoğan ismi kullanılmaktadır.

Bozdoğan adının kaynağına gelince: bazı tarihçilere göre “Bozulgan Kemer” tabirinin zamanla değişerek Bozdoğan olduğudur. Bu kelime “Buzlugan” olarak da söylenir ve kelime anlamı “Kül renginde, harap olmuş kemerler” demektir. Yeniçerilerin kullandıkları ucu topuzlu sopalara da “bozdoğan” denilmekteydi. Yeniçeri ocakları, erken dönemde Saraçhane’de Belediye Binasının bulunduğu yerdeydi ve o askerlere ait bu silahın üretimi de burada yapılıyordu.

Bir bir başka söylentiye göre ise: “doğan” av partilerinde kullanılan, yırtıcı bir kuş olarak çok değerli kabul edilir ve özenle yetiştirilirdi. Bu kuşun, boz türünü Saraçhane yöresinde yetiştirenler vardı ve adının buradan geldiği de düşünülmektedir. Ancak Fatih vakfiyelerinde, buradan sadece “Kemer” diye söz edilmektedir. Sonuç olarak: su kemerlerinin adının, bu söylentilerden hangisine göre verildiği meçhuldür.

Kemerin yapılma sebebi

Buna bağlı olarak, su, yer altına döşenen borularla önce Edirnekapı’ya getirilmiş ve 4, 5 ve 6’ncı tepelere dağıtılmıştır. Sonrasında ise Bozdoğan Kemerleriyle 3 ve 4’ncü tepeler arasındaki vadiyi geçerek Beyazıt Meydanı yakınlarındaki Nymphaeum Maximum yani Büyük Çeşme denen havuzda toplanmıştır.

Ayrıca eski dönem İstanbul sarayları, Ahileus Hamamı ve Yerebatan Sarnıcının da su ihtiyacını karşılıyordu. 1403 yılında İstanbul’a uğrayan İspanyol sefiri Ruy Gonzales yazılarında Bozdoğan kemeri hakkında şunları yazar “Çevrede bağ ve bahçelerin sulanmasına da yardımcı olmuştur. “

Kemerin mimari yapısı hakkında

Temelleri günümüzde: yer seviyesinden 5-6 metre aşağıdadır.

Kesme taş ve tuğla kullanılmıştır. Taşların: Kadıköy’ü kuşatan surların sökülmesiyle elde edildiği söylenir. Yine bir söylentiye göre: 365 yılında İmparator Valens’e karşı yapılan ayaklanma sonucunda yıkılan Kadıköy (Kalkedon) surlarından alınan taşlar kullanılarak yapılmıştır. Ancak bu sur taşlarından birinde bir yazı vardır ve o yazıda “bu taş sökülüp, suyla ilgili başka bir yerde kullanıldığında, Roma’yı yabancı güçlerin istila edeceği” nin yazılı olduğu rivayet edilmektedir.

Çünkü: Btinyalılar ve çevre halkının (İznik ve çevresi) İstanbul’daki Roma imparatoru Valens’e, böyle bir şey yapmaması yani Kadıköy surlarını yıktırmaması için çok yalvardıkları anlatılır. Ama imparator, onları dinlemeyip Kadıköy’ün sur taşlarını söktürür ve bu suyolunu kurar.

Hemen akabinde, İtalya’daki Roma: kuzeyden gelen Avrupa kavimleri tarafından istila edilir ve Roma, tarihten silinip gider. Burada yine bir kehanetten söz etmek istiyorum.

İlgi çekecektir. Sokrates’in aktardığı kehanete göre: “Sevinçli genç kızlar, şehirde su halkalarını dalgalandıracak dans ettiklerinde, çiçeklerle süslü yollar boyunca, duvar, hamama uğursuz kale olacak.

O zaman çeşitli insanların sayısız halkaları, yabanıl, kızgın, silahlar kuşanmış çok sayıda insan, suları güzel akan Tuna’yı geçtiklerinde, mızraklarıyla, umutla çıldırmış çok sayıda insan Trakya’yı geçtiği zaman, ömrün sonu gelecek”

Aslında dümdüz uzanan kemerin orijinal yapısı, Fatih camisinin inşaatı sırasında bilinmeyen sebeplerden dolayı bükülmüştür.

Kemerlerin uzunluğu 921 metre iken günümüze sadece 875 metrelik kısmı ulaşmıştır. Kemerlerin genişliği: 7.5-8.30 metredir. Sütunlarının kalınlığı: 3.70 metre ve kavislerde ise 4 metredir.

Deniz seviyesinden 60 metre yüksektedir. Yerden yükseklik en yüksek yerde 29 metredir. Büyük bölümü ise, çift katlı ve yerden 18.5 metre yüksekliktedir.

Kemerin en ihtişamlı ve yüksek bölümü, Saraçhane yöresindedir. Kemerin Atatürk Bulvarını kestiği yaklaşık 40 metrelik bölümde ortalama 3 metre derinlikte, kemer ayağına bağlı pervazlar vardır.

Takip eden dönemde kemerin durumu

Fetih sonrasında: şehirdeki su sıkıntısını gören Fatih Sultan Mehmet: bu surları onarttırmış ve kullanmaya devam etmiştir. Su kemerleri: Mimar Sinan tarafından yapılan onarım, takviyeler ve yenilenmeler sonucu uzun süre kullanılmıştır.

Sultan II Mustafa döneminde yapılan onarıma ilişkin kitabe, hemen kemerin yanında bulunan tiyatrosu önünden görülür. 1894 yılındaki depremde ise büyük tahribe uğramıştır. Bozdoğan kemeri son olarak: 1988-1990 yılları arasında onarılmıştır.

Son bir not: eğer Bozdoğan kemerine çıkıp ta gezinmek isterseniz, kemerin en alçak olduğu yer Vefa bozacısının bulunduğu yerdeki otoparktır. Buradan kemere çıkmak mümkündür.

gazanfer-aga-medresesi-0
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Gazanfer Ağa Medresesi

 

GAZANFER AĞA MEDRESESİ

Medrese Atatürk Bulvarında, Bozdoğan kemerinin dibindedir. 17 yüzyıldan itibaren yaygınlaşmaya başlayan, bir camiye bağlı olmaksızın yapılan başlı başına medreseden ibaret küçük külliyelerin ilk örneğidir.

Medrese: 1596 (bu tarih kesin değildir) yılında Mimar Sinan’ın kalfalarından mimar Davut Ağa tarafından yaptırılmıştır. Davut Ağa: ustasından sonra mimarbaşı olmuştur.

Banisi: Sultan III. Mehmet’in kapı ağalarından ve Has Odabaşısı Macar asıllı Gazanfer Ağa’dır. Gazanfer Ağa ve kardeşi Cafer Ağa: Macaristan seferinde esir alındıktan sonra Müslüman olup Şehzade Selim’in hizmetine girerler. Şehzade Selim, 1566 yılında tahta çıkmadan önce, iki kardeşi hadım olmaları şartıyla saraya davet eder.

Cafer ameliyat sırasında ölür. Gazanfer ise, 30 yıl süresince: Sultan II. Selim, Sultan III. Murat ve Sultan III. Mehmet’e hizmet eder. 19 kardeşini öldürten Sultan III. Mehmet döneminde, Akağalar Başı olur.

Burada: yapının özellikleri yanında, Gazanfer Ağanın öne çıkan bir özelliğinden söz etmek istiyorum. Gazanfer Ağa: göğüs saatlerine aşırı düşkündür ve bu saatleri boynuna asarak gezerdi. Bu boyun saatli Gazanfer Ağa: Hoca Saadettin Efendiyle anlaşıp Ceğalzade Sinan Paşanın sadrazam olmasını sağladı. Adı çeşitli entrikalara karışan ve Güzelce Mehmet Paşanın kışkırtmaları sonucu 1608 yılında idam edilen Gazanfer Ağanın boynunda, yine boyun saati vardı ve ölümünden sonra saat Tırnakçı Hasan isimli birine satıldı.

Ancak bir süre sonra o da idam edildi ve boynundaki saat Kasım Ağa’ya geçti. Ancak bu korkunç yazgıdan kaçıp kurtulmak mümkün olmadı ve uğursuz saat, Kasım Ağanın da boynunun vurulmasına sebep oldu.

Halk arasında yayılan bu olayın ardından, tek kurtuluş yolu olarak: akıllara saati kaldırıp denize atmak geldi. Sonunda öyle yapıldı ve saat denize atılarak boyunların vurulmasından kurtuldular. Evet, Gazanfer Ağa: Saraydaki haremdeki güç, zenci harem ağalarına geçmeden öncesi son beyaz harem ağasıdır.

Gelelim yine, külliyeden söz etmeye: külliye şeklinde yapılan yapıda: medrese, türbe ve sebil varken zamanla küçük bir hazire eklenmiştir. Medresenin kapasitesi 25-30 öğrencidir.

Girişte, ön avlunun karşısında medrese hücreleri, kuzeydoğu köşesinde Gazanfer Ağanın türbesi, güneydoğu köşesinde sebil vardır. Gazanfer Ağa 1603 yılında vefat edince bu türbeye gömülmüştür. Türbe: kesme taş kaplı, on iki gen planlı ve kubbelidir. İçi iki sıra pencereyle aydınlatılmıştır. Alt sırada ayrıca pencere arasında dolaplar bulunur. İçinde pencerelerin üstlerinde, kalem işi nakışların kalıntıları görülür. Burada Gazanfer Ağa’dan başka, iki de kadın sandukası bulunmaktadır.

Avlu duvarıyla türbenin arasında ise hazire bulunur. Bunlardan en eskisi 1616 tarihlidir.

Sebil ise: külliyenin dış avlu duvarının kuzeydoğu köşesindedir. Sekiz köşelidir ve bunların beş köşesi dışa taşar. 1943 yılında tamir edilene kadar gayet harap durumdaki sebil üzerine, geniş bir saçak yapılmıştır. Şebekelerin aralarında, çift renkli taşlardan işlenmiş, sivri kemerleri taşıyan, mukarnas başlıklı mermer sütunlar vardır. Kemer içinde, taştan oyma kafesler bulunur. Altlardaki şebekeler ise tunç dökümdür. Sebilin içinde bir de kuyu ağzı vardır. Kubbesinde ise süslemeler görülür.

Medrese: 1782 yılında yangında tahrip olur. Muhtelif zamanlarda yapılan onarımlar sonucunda günümüze iyi bir şekilde ulaşmıştır. Medrese 1908 tarihinde yine bir yangında hasar görmüştür.

1943-1944 yılları arasında Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından onarılan medrese, “Belediye/Şehir Müzesi” olarak kullanılmıştır. Daha sonra bu müzedeki eserler Yıldız Sarayı’na taşınmış ve Medrese, 1989 yılında ise Belediye tarafından Karikatürcüler Derneğine kiralanmıştır.

Bir süre “Karikatür ve Mizah Müzesi” olarak kullanılmış, dünya karikatür sanatının ünlü isimleri kişisel ya da karma sergiler açmışlardır. Müzede özellikle 1871 yılında basılan ilk karikatürlerin örnekleri ilgi çekiyordu. Sergilenen eserler arasında: sarığı ve eşeğe ters binişiyle ünlü Nasreddin Hoca karikatürleri çoğunluktaydı. Ayrıca: Mizah kitaplığı, Arşiv uzmanları tarafından baskı tekniklerinin öğretildiği atölye bölümleri de vardı.

Son olarak İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğunda, 2009-2010 yılları arasında kapsamlı bir onarım geçirir. 2013 yılında ise bir vakfa tahsis edilerek eğitim ve kültür merkezi olarak kullanılmaya başlanır.

Evet, sonuç olarak İstanbul’un klasik Osmanlı medreselerinden en güzeli olan bu mekan, yer seçimi bakımından talihsiz bir yapı olmuştur. Çünkü öğleden sonra güneşini engelleyen Bozdoğan kemeri yüzünden, rutubet yüksektir.

KADINLAR PAZARI

Gazanfer Ağa Medresesinin hemen yanında, Bozdoğan kemerinin hemen arkasında, İMÇ’nin tam karşısındaki bu bölüm, halk arasında “Küçük Siirt” olarak bilinmektedir. Çünkü burada çalışanların çoğunluğu: Güneydoğu bölgesi şehirlerinden gelmiştir. Burası: kasaplar, doğudan gelen peynir çeşitleri ve tandır ekmeği satan bakkallar ve özellikle Büryan kebabı servis eden restoranlarla ünlüdür. Belediye kafe ve restoranların dışarıya masa-sandalye çıkarmasını teşvik ederek bir anlamda Ortaköy havası yaratmış ama Güneydoğu Ortaköyü.

Bir zamanlar: kadınlar burada evde yaptıkları yoğurt ve diğer gıdalar ve el örgüsü kazak ve benzeri ürünleri satarlarmış. Zaten pazarın ismi, bu yüzden “Kadınlar Pazarı” konulmuştur. Ancak buranın tarihi, Haseki civarında kurulan kadınlar pazarı kadar eskiye gitmez. Bu yüzyılın başında kurulmuştur. Hatta 1908 yılında oluşmaya başladığı söylenmektedir.

Çünkü Balkan Savaşları sonunda, İstanbul’a göç eden Müslümanlar: cami avlularında, medreselerde ve Sıbyan mektepleri gibi yerlerde geçici iskan edildiler. Fatih Külliyesi, Zeyrek ve çevresindeki cami ve tekke binaları, bu göçmenlerin geçici barınmalarına tahsis edilmişti. Buralarda geçici iskan edilen göçmenler, bir şekilde mağduriyetlerini gidermek için, özellikle kadınlar ürettikleri el işlerini satarak bir gelir oluşturmak amacıyla Fatih içindeki küçük kavşak noktası kadınlara mahsus bir Pazar yeri olarak belirlenmiştir.

İlk zamanlar Perşembe ve Cuma günleri kurulan Pazar, zamanla sürekli hale gelmiştir. Cumhuriyet döneminde: satıcılar ve alıcıların cinsiyetleri değişse de pazarın ismi aynı kalmıştır. 1950’li yıllarda: Saraçhane semtinin düzenlenmesi sırasında, burası da düzenlenerek küçük tezgahlar yerleştirilmiş ve düzenli pazara dönüştürülmüştür. 1980’li yılların başına gelindiğinde ise, hem satıcılar hem de satılan ürünlerde büyük değişimler yaşanır. İstanbul’un genelinde yaşanan yoğun göç nedeniyle, buranın atmosferi ve insanın da değişmiştir.

Kebapçıların ağırlıkta olduğu, doğu ve güneydoğu usulü yemekler ve kasap dükkanlarının bulunduğu bir yer haline gelmiştir.  Yani bir diğer ismiyle yani “Siirtliler Pazarı” olarak anılmaya başlanmıştır. Siirt, Ağrı, Diyarbakır, Van ve Bitlis gibi illerin küçük birer temsilcisi olan dükkanlar ve kahvehaneler günümüze kadar gelmiştir.

Günümüzde: bu çarşıda her türlü yiyecek satılmaktadır. Ama özellikle Siirt yöresinden gelmiş ürünler satılır. Bunlar arasında: Siirt’in Pervari karakovan balı, Van’ın otlu peyniri, sumak, menengiç, Hatay’ın bıttım sabunu, keledoş yemeği, pancar otu, heliz otu, kavun, kapuz çekirdeği ve Seylan çayı yani kaçak çay sayılabilir.

Özellikle burayı ziyaret edenler, bir süre görev nedeniyle yaşadığım Siirt şehrinin meşhur Büryan Kebabını tadabilirler. Bünyan kebabı aslında kuyu kebabıdır. Kuyunun içinde, geceden yakılan ve sabaha kadar közlenen ateşe, kuzu sarkıtılarak yapılır. Siirtliler bunu sabah kahvaltısında yerler. Ancak öğle yemeğinde yenilmesi uygundur, çünkü sabahın ilk saatlerinde taze taze çıkar.

ataturk-bulvari-0
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Atatürk Bulvarı

 

ATATÜRK BULVARI

Burası, İstanbul şehrinin en hareketli yerlerinden birisidir. Tarihi yarımadayı, Beyoğlu yakasına bağlar.

Bulvar: II. Dünya savaşı sırasında, şehrin planını yapan Fransız Henri Prost tarafından tasarlanmıştır. Aslında o dönemde, şehre birçok plancı davet edilmesine rağmen, sadece Henri Prost’un çalışmaları dikkate alınmıştır. Prost için: İstanbul tarihi bir Avrupa şehridir. Porst’un İstanbul için hazırladığı plan, yeni meydan, bulvar ve caddelerin açılmasına yönelik olmuştur. Planında, şehri fonksiyonlarına ayırarak, ulaşım akslarını şehirsel gelişimin merkezine koymuştur, böylece etkili bir ulaşım sistemi çevresinde, ticaret, endüstri, konut ve rekreasyon alanları planlamıştır.

Hiçbir zaman şehrin bütününe yönelik, stratejik bir plan hazırlamamıştır. İstanbul ulaşımının günümüzde çok önemli bir noktasını teşkil eden Unkapanı-Aksaray arasında bulunan Atatürk Bulvarı aksı, 1941 yılında Henry Prostun Nazım Planı çerçevesinde yapılmaya başlanmıştır.

Tarihi yarımadanın içinde bulunması ve Bizans ve Osmanlıdan izler taşımasıyla, kilit bir konumda olan bu alan, İstanbul modern planlamasıyla, farklı bir işlevselliğe bürünmüştür.

Mevcut dokusundan koparılarak yeni İstanbul pratiğinde, işlev değiştirerek kendine yer edinmiştir. Atatürk Bulvarı açılmadan önce, bulvarın geçeceği alan, Bizans ve Osmanlı mimarisinden örnekler ile şehirde kimlikli bir alan olarak yer almaktaydı.

Bu alan, bulunduğu konum olarak da çok önemliydi. Bizans döneminde sosyokültürel anlamda, şehrin kalbinin attığı Hipodroma yakınlığı, bir taraftan da şehrin ticari kalbi Yenikapı limanlarına yakınlığıyla canlı bir yerleşim yeriydi.

Çevre semtlerinden Zeyrek ve Vefa’da, iki tepenin eteğinde bulunan Zeyrek Pantakrator Manastırı ve Vefa Aiyos Theodoros kilisesi ise, Hıristiyanlığın simge yapıları idi. Fetihten sonra, şehrin İslamlaştırılmasında Fatih, Süleymaniye ve Sultanahmet çevresinde, külliye merkezli gelişimler izlenmişti.

Tüm bunların yanında, bulvarın açılması, İstanbul’un modernleşme deneyimi açısından önemliydi.

Çünkü bir taraftan tarihi yarımadayı, İstanbul’un modern kapısı Beyoğlu’na bağlarken bir yandan ise Vefa ve Zeyrek semtlerinin organik yapısını bozarak, semtleri, birbirinden keskin bir çizgiyle ayırmıştı. Bulvarın her iki tarafında bulunan bu semtler, bulvarın ulaşım ve ticari fonksiyonu sebebiyle etkilenmişlerdir.

Bulvarın her iki yanında açılan dükkan ve iş merkezleri, bu semtlerde aile yerleşimini azaltmış, bekar odalarında artış gözlenmiştir. Ayrıca binlerce göç alarak çöküntü mahallelerle donatılmıştır. Ama en önemli sonuç, plan neticesinde bulvar üzerinde yer alan birçok kimlikli yapının yıktırılmasıdır.

Yıktırılan eserler yerine yapılar yaptırılmış, bu yapılar önceki mevcut işlevinden farklı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Mevcut dokular terk edilerek yapı stokları arttırılmıştır. Meydanlar yitirilmiştir.

Bulvarın yapımı sırasında: Su kemerlerinin zarar görmemesine özen gösterilmiş, ama aynı zamanda şehirdeki birçok Osmanlı eseri de yok edilmiştir. Kırkçeşme ve benzeri birçok eser bu çalışmalar sırasında yıkılır.

Molozlar Yenikapı’ya dökülür. Hatta, yol için ihtiyaç duyulan alandan daha geniş alanda yıkımlar sürdürülür. Böylece kamu kurumlarının yapımı için ihtiyaç duyulan arsalar da temin edilmiş olur. Hatta İMÇ Blokları arsası da bu yıkım sırasında elde edilir.

Atatürk Bulvarı, tıpkı bir viyadük gibi su kemerini taşıyan ayakların arasından geçerek devam eder. Sonuç olarak: Atatürk Bulvarı: şehrin doğal gelişmesine müdahalenin ve var olan şehir dokusunun zedelenmesinin bir örneğidir. Çünkü: zamanın belediye anlayışı, sadece “yol açmak” olarak düşünülmüştür.

Şimdi, Atatürk Bulvarı üzerindeki yapıların bazılarına bakalım:

imc-bloklari-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek İMÇ Blokları-Çarşısı
imc-carsisi-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek İMÇ Blokları-Çarşısı

 

İMÇ BLOKLARI-ÇARŞISI

Atatürk Bulvarının hemen yanında, Bozdoğan Su kemerini geçince görülür.

1954 yılında Sınırlı Sorumlu İstanbul Manifatura ve Kumaşçılar Çarşısı Yapı Kooperatifi kurulmuştur. Kuruluşun ardından mali güce erişen kooperatif, ihtiyaç duyulan çarşıyı inşa etmek için arsa teminine yönelmiş, ilk olarak Haydarpaşa ele alınmıştır.

Ancak zamanın valisi, İstanbul’un geri kalmış semti olan Bozdoğan su kemeri ile Unkapanı arasında, Atatürk Bulvarının bir yanını, baştan başa kaplayan sahayı, çarşı için uygun görerek buranın imarında kooperatiften yararlanmayı düşünmüştür. 4.5 yıllık çalışmanın ardından, bugün çarşının bulunduğu alan istimlak edilerek kooperatife satılmıştır. Arsa: Atatürk bulvarı boyunca ve bulvara dik olarak 800 metre uzunluğunda dar bir şerittedir.

Çarşının yapımı için, 1960 yılında proje yarışması düzenlenir. Kazanan proje belirlendikten sonra çalışmalar başlamış, 1967 yılında birinci kısım ve 1968 yılında ikinci kısım inşaatı tamamlanmıştır. Çarşıda 1120 dükkan, sosyal birimler, restoranlar ve diğer bazı hizmet birimleri bulunmaktadır. Yaklaşık 10 bin kişi çalışmaktadır. Burası İstanbul şehrinin ilk alışveriş merkezi örneklerinden birisidir.

3’ncü blok önünde bir hazire vardır. Bu hazirede: İstanbul’un ilk kadısı ve belediye başkanı Hızır Bey Çelebi, Allame Katip Çelebi ve Şair Necati yatmaktadır.

zeyrek-ssk-tesisleri-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek SGK-SGK Tesisleri

 

ZEYREK SSK-SGK TESİSLERİ

Günümüzde kemerden aşağıya doğru geçildiğinde: sol tarafta “Sosyal Sigortalar Binası” görülür. Bina: 1963 yılında Mimar Sedat Hakkı Elden tarafından, çevredeki binaların eski malzemeleri kullanılarak yapılmıştır. Sedat Hakkı Eldem: Devlet Sanatçısı ödülünü kazanan ilk mimarımızdır. Binanın en özel yanı: 1986 yılında “Ağa Han Mimarlık Ödülü” nü almış olmasıdır.

Zeyrek yokuşunun eğimine uydurulan ve arkasındaki binaları perdelemeyen özellik taşır. Geleneksel Türk mimarlığının yatay çatı çizgisi, geniş saçaklar, sıraya dizilmiş pencereler ve çıkmalar gibi ögeleri kullanılmıştır. Yani: Osmanlı mimarisinin niteliklerini çağdaş bir üsluba taşımıştır. Ödülü almasındaki en büyük etken: eski dokuya dokunmamış olmasıdır. Binanın hemen yanında ise, yer üstündeki tek sarnıç olan “Zeyrek Sarnıcı” bulunur. Zeyrek sarnıcı, turistik bir eser olarak mekanda yer almaktadır.

ibb-binasi-0
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek İBB Binası-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Binası
ibb-binasi-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek İBB Binası-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Binası
ibb-binasi-2
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek İBB Binası-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Binası
ibb-binasi-3
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek İBB Binası-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Binası

 

İBB BİNASI-İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI BİNASI

Belediye Sarayı 1953 yılında açılan bir yarışma sonucu kazanan projenin uygulanmasıyla yapılmıştır. Yapılırken: hemen karşısında bulunan Şehzade Külliyesine görü boyutlandırılmıştır. Yani tarihi çevre ile doğrudan ilişki kurmasa da, onu geriye itmeyen bir modernist uygulamadır.

Temeli 17 Aralık 1953 tarihinde atılmış ve Mart 1960 tarihinde tamamlanmıştır. Bina 26 Mayıs 1960 tarihinde hizmete girmiş, o gün, NATO Bakanlar toplantısı burada yapılmış ve ertesi günü 27 Mayıs 1960 günü ihtilal olmuştur. Yani, o günkü Belediye Başkanı, makamında sadece yarım gün oturabilmiştir.

Yapı iki ana kitleden oluşmaktadır. 11 katlı olan yüksek ve dikdörtgen prizması biçiminde büro kitlesi ve yatık bir dikdörtgen prizma olan 3 katlı başkanlık ve toplantı salonlarının bulunduğu kitledir. Büro kısmının üstünde, çatıda, çalışanların yemek ve sosyal aktivitesi için ayrılmış mekanlar vardır. Toplamda 418 oda ve 9 salon vardır. Başkanlık bölümünün girişinde: yeşil tonların ağırlıklı olduğu figüratif duvar panoları bulunur.

Binanın altında 200 araçlık otopark bulunur. Önünde ise 25×60 metre ebatlarında fıskiyeli bir havuz vardır.

Gelelim en önemli bölüme, yani bu binanın yapılması sırasında temel kazılarında ortaya çıkanlara: Belediye Sarayı inşaat alanında, temel kazıları sırasında Roma ve Bizans dönemlerine ait mozaikler ve Bizans döneminden kalma duvar kalıntıları ortaya çıkmıştır.

Mozaikler: beyaz mermer parçacıklarıyla açık ve koyu yeşil, koyu mavi, pembe, kırmızı, bordo ve sarı renkli taş parçacıklarından oluşmaktadır. Genellikle beyaz zemin üzerine geometrik motifler işlenmiştir. Bunlarda: yaban domuzu avı, oyun oynayan çocuklar, dans edenler, kuzu ve tavuk taşıyan köylüler dikkati çeker. Tüm bu mozaikler İstanbul Arkeoloji Müzesine taşınmıştır. (Gerisi maalesef meçhul) Bu güzel mozaiklerden anladığım kadarı ile burada bir saray veya büyükçe bir yapı kalıntısı olmalıdır.

resat-nuri-guntekin-sahnesi-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Reşat Nuri Güntekin Sahnesi

REŞAT NURİ GÜNTEKİN SAHNESİ

Şehir Tiyatrolarına bağlı olarak bulunan bu mekan: Saraçhane Karakolu yerine yapılmıştır.

ATLAMA TAŞI CAMİ

İMÇ yakınında: 6’ncı blok arkasındadır. Yavuz Sinan Mahallesindedir.

Cami: 1616 yılında Sultan I. Ahmet döneminde yapılmıştır. Camiyi: Halil Attar isimli kişi yaptırmıştır ve onun ismiyle anılır. Tarihte Hoca Halil Attar Mescidi ve Arabacılar Mescidi gibi isimlerle anılmıştır.

Günümüzde, cami özgün yapı karakterini kaybetmiştir. Çünkü 1908 yılında köklü bir tamirden geçmiş, 1939 ve 1969 yıllarında kısmen onarılmıştır.

ayin-biri-kilisesi-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Meryem Ana Kilisesi ve Vefa Ayazması-Ayın Biri Kilisesi
ayin-biri-kilisesi-2
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Meryem Ana Kilisesi ve Vefa Ayazması-Ayın Biri Kilisesi

 

MERYEM ANA KİLİSESİ VE VEFA AYAZMASI-AYIN BİRİ KİLİSESİ

İMÇ arkasındadır. Atatürk Bulvarının doğu tarafında, İMÇ Çarşısının 3’ncü blokunun arkasındadır.

Meryem Ana kilisesi, küçük bir kilisedir. Kilisenin bahçesinde: Bizans döneminden kalan sütun parçaları bulunur. Buna rağmen, kilisenin tarihi hakkında kesin ve net bilgiler yoktur. Bunlar eski bir kilisenin parçaları mı yoksa başka bir kiliseden mi buraya getirilmiştir, meçhuldür. Ancak 18 yüzyıl başlarında yapıldığı düşünülmektedir.

Hz Meryem’in ölümüne yani Panagia Koimmesis tes Thotoku’ya ithaf edilmiştir. Avlu içinde: kare planlı bir yapıdır. Ana girişin iki yanında: yuvarlak kemerli iki pencere vardır. Yanda da görevli girişi bulunur. Pencere yapısı: o cephede de aynıdır, bodrumda Vefa ayazması vardır.

Ayazma

Ayazma: haçlar oyulmuş mermer muhafaza içindeki bir kuyudur. Rivayete göre, kilisenin altındaki ayazma: 1080 yılından beri varlığını muhafaza etmektedir. Ancak, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra kilise ve ayazma yok oluyor. Ancak: 1750 yılında bir Arnavut asıllı Ortodoks Rum bu araziyi satın alır.

Rum’un kızı Maria, rüyasında Meryem Anayı görür ve Meryem Ana, bahçenin altında bir ayazma olduğunu söyler ve babasını, o ayazmayı bulmaya ikna eder. Ayazma 1755 yılında bulunur. Akan suyun kutsal olduğuna, her derde deva olacağına inandıkları için de buraya kendi paralarıyla kilise yaparlar. Sonra da bu kiliseyi İstanbullu Rumlara bırakırlar.

Dilekler

Bu kiliseye: her ayın birinci günü, her dinden dilekleri olanlar gelir ve dua ederler. Kilisenin içinde küçük anahtarlar satılır ve ziyaretçiler anahtar satın alırlar ve dilekleri gerçekleşince bu anahtarı geri getirip iade ederler. Dışarıda ise her dilek için nazarlıklar bulunur. Ziyaretçiler dua ederken, nazarlıkları çeşitli ikonların üzerine iğnelerler. 

Konuyu daha da ayrıntılı yazmak gerekirse, dilek konusu şöyledir: Kilisenin girişinden anahtarlık ve mum satın alınır, bir alt kattaki kilisenin ayazmasından ücretli küçük bir şişe su satın alınır, bir sıraya girilir ve uzunca bir beklemenin ardından: o sırada görevli olan kilise papazı suyu okur, ellerdeki anahtarlarla duvarlarda asılı olan ikonaların kutularının kilitleri açılmaya çalışılır ve sonuçta, eğer dilek gerçekleşirse, alınan anahtar, ayın birinde, kiliseye geri getirilir. Dileği gerçekleşenler: herkese çikolata ve şeker dağıtır.

ZEYREK YOKUŞU

sebsefa-hatun-camii-0
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Şebsefa Hatun Camii
sebsefa-hatun-camii-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Şebsefa Hatun Camii
sebsefa-hatun-camii-2
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Şebsefa Hatun Camii

 

ŞEBSEFA HATUN CAMİ

İMÇ Çarşısının bloklarının arasında, köşede kalmaktadır. Zeyrek camii olarak da anılmaktadır. Küçük bir ibadet makamı olmasına rağmen, mimarisi ve iç dekorasyonuyla göz kamaştırır.

Fatma Şebsefa Hatun: Sultan I. Abdülhamit’in haremindeki önemli kadınlardan biridir. “Şebsefa” kelime anlamı “Gece Sefası” demektir. Kadınlar Pazarı, buraya çok yakın olduğundan, Kadınlar pazarı isminin buradan da geldiği düşünülmektedir. Şebsefa Hatun bu camiyi 1787 yılında yaptırmıştır. Sıbyan mektebi ve yol çalışmaları sırasında, eski yerinden kaldırılmış olan çeşmesiyle düşünüldüğünde, bir külliye olarak tasarlanmıştır. Yüksek bir set üzerine oturtulan cami, yol çalışmaları sonrasında cadde kotunun altında kalmıştır. 

Yapı: almaşık yapısının tuğla renginden dolayı kırmızımsı durur. Yapı barok stille yapılmıştır. Merdivenlerle çıkılan yükseltilmiş girişler, barok stili hemen caminin girişinde yansıtır. Ana mekan üzerinde: altıgen kasnağa oturan bir kubbe vardır. Küp şeklindeki yapı kütlesinin köşelerinde ise kulecikler görülür. Minaresi kesme taştan ve tek şerefelidir. Büyük kubbenin eteğinde 16 pencere vardır. Büyük kubbeyi, köşelerde 4 küçük kubbecik destekler. 

Söylenenlere göre: Şebsefa Hatun külliyesinin bir de mektebi varmış. Kesme taş ve iki sıra tuğla örgülü, tek katlı, dikdörtgen planlıdır. Mektep binası: Şebsefa Hatun’un ölen oğlu Şehzade Mehmet’in hatırası için 1787 yılında camiye bitişik olarak yaptırılmıştır. Taş kemerli bir kapıdan girilen yapıda, girişin solunda bir dershane bulunur. Tonoz örtülü dershane, üç cepheye açılmış pencerelerle aydınlatılmıştır. 1805 tarihli vakfiyesine göre, kız ve erkek çocukların ders gördüğü bir okuldur.

Uzun yıllar boş kalmış olan bina, günümüzde Şebsefa Hatun Camisi Koruma ve Güzelleştirme Derneği tarafından konut olarak kullanılmaktadır. Şebsefa Hatun’un mezarı, caminin haziresindedir. Üzücü bir rastlantı olarak, caminin yapılış yılı ve Şebsefa Hatun’un ölüm yılı aynıdır.

ZEMBİLLİ ALİ CEMALİ EFENDİ MEKTEBİ

Zeyrek Camisinin ve Atatürk Bulvarının çok yakınındadır.

Yapı: Sultan II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde 24 yıl boyunca Şeyhülislamlık yapmış ve sevilen bir Osmanlı aydını olan Zembilli Ali Efendidir. Zembilli Ali Efendi: evinin penceresinden sarkıttığı zembille, kendisinden fetva istemek için gelen halkın dileklerini ve şikayetlerini toplamasıyla tanınmıştır. 

Ayrıca bir olay daha vardır. Kendisi Yavuz Sultan Selim zamanında, Padişahın görüşlerine karşı verdiği bazı fetvalarla tarihe geçmiştir. Rumların özgürlük için Avrupa’dan destek aradıklarına inanan Yavuz Sultan Selim: Rumların Müslüman olmaları ya da Osmanlı topraklarını terk etmelerini ister. Bunun üzerine vezirler durumu Zembilli Ali Efendiye sorarlar.

Bu arada: Fatih Sultan Mehmet’in Patrikhaneye ayrıcalık tanıdığı fermanın aslı, bir yangın sonucu yok olmuştur. Fermanın yenisi: 1520 yılında: iki yeniçerinin tanıklığı ve kulaktan dolma bilgilerle yeniden yazılır. Zembilli Ali Efendi: bu fermana dayanarak, kararını Padişah aleyhine vermekten çekinmez. Yenilenmiş fermanda: “Ekümenik” sözü geçmemesine rağmen, Zembilli Ali Efendi: Fatih Sultan Mehmet’in çok iyi bildiği evrensel dünya görüşüne inanarak, bu fetvayı verdiğini düşünmektedir.

Çünkü, o yüzyılda, ortalama yaş durumu dikkate alınırsa, Fatih Sultan Mehmet ile savaşmış iki yeniçerinin Yavuz Sultan Selim devrine kadar hayatta kalmış olmaları mümkün değildir. Şimdi gelelim yapıyla ilgili bilgilere: yapı duvarlarla çevrilidir. 1525 yılında Şeyhülislam Ali Cemali Efendi tarafından yaptırılmıştır. Yapı yakın zamanda restore edilmiş olup günümüzde çocuk kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Yapının bahçesindeki mezarda: Ali Cemali Efendi gömülüdür.

husambey-tezgahcilar-camii-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Hüsambey Tezgahçılar Camii

 

HÜSAMBEY TEZGAHÇILAR CAMİİ

Cami: Zeyrek mahallesinde, İtfaiye caddesi ve Kovacılar sokağının kesiştiği noktadadır. Mescit, kadınlar pazarına cepheli olarak yapılmıştır.

Cami: 1612 yılında Şeyhülislam Sunullah Efendi tarafından yaptırılmıştır. Ancak yangında harap olmuştur. Ardından Kaptan-ı Derya Ali Paşanın babası Hüsam Bey tarafından cami onarılmış ve minberi konulmuştur ve böylece onun adını almıştır. Giriş kapısının üstündeki kitabeye göre: cami bir yangında hasar görmüş ve 1911 yılında Halil Efendi tarafından yeniden yaptırılmıştır. Cami: emine dikdörtgen planlı, kagir ve düz tavanlıdır.

Çatısı kiremitle örtülüdür. Kapının sol altı çini kaplıdır. Zamanında mihrap alçı, minber ve kürsü ahşap iken bunların hepsi daha sonraki onarımlarda çini ile kaplanmıştır. Tavan ahşap kaplamadır. Caminin hemen yanında, sekiz köşeli bir plan üzerine oturtulmuş mektep bulunur ve bu yapı, cami ihtiyaçları için kullanılmaktadır.

Caminin sol yanındaki taş minarenin şerefesi ve külahı yıkıktır. Minare çıkışı cami içindendir. Bahçede: Sunullah Efendinin orijinal türbesi bulunur. Sunullah Efendinin babası Cafer Çelebi’de caminin haziresinde gömülüdür.

cinili-hamam-2
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Çinili Hamam
cinili-hamam-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Çinili Hamam
cinili-hamam-3
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Çinili Hamam

 

ÇİNİLİ HAMAM

İtfaiye caddesi üzerindedir. Kaptan paşa Hamamı, Zeyrek Çinili Hamamı ve Hayrettin Paşa Hamamı olarak anılır. Buranın en büyük özelliği: yerli ve yabancı birçok filme sahne olmasıdır. Özellikle: 1997 yılında çekilen “Hamam” filmi burada çekilmiştir.

Hamam: Barbaros Hayrettin Paşa Beşiktaş’ta bulunan (günümüzde mevcut değildir) medresesine ve türbesine akar olarak yaptırılmıştır. 16 yüzyılın ikinci yarısında, muhtemelen 1540-1546 yılları arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Hamam: Mimar Sinan tarafından yaptırılan ilk ve en büyük hamamlardan biridir. Suyu sağlayan kuyu ve ahırlar, günümüzde yoktur. Ama hamamı sıcak tutmak için Külhanbey ve ekibin sürekli odun attığı kazan dairesi halen ayaktadır. Günümüzdeki ismini İznik çinilerinden almıştır.

Ancak bu çinilerin sadece erkekler kısmı sıcaklık bölümünde bulunanlar günümüze kadar ulaşmıştır. Halvet kapılarının her iyi yanındaki nişlerin üzerinde, toplam 8 adet dikdörtgen levha ve her kapının üstünde de altıgen, üçgen ve ince şerit halindeki levhaların birleşmesiyle meydana gelen, büyük birer altıgen çini pano bulunur.

Aynı biçimde bir pano da, girişin karşısındaki eyvanda duvarın ortasına yerleştirilmiştir. Çinilerin hepsi, şeffaf-renksiz sır altına beyaz hamurlu olup, mavi ve firuze boyalarla boyanmış, koyu maviyle bezenmiş süslemelere sahiptir. Bunların tamamı, 16 yüzyılın ilk yarısına ait mavi-beyaz İznik çinilerinin firuze eklenerek zenginleştirilmiş en zarif örnekleridir.

Kapıların yanlarındaki dikdörtgen levhaların bitkisel zemin süslemelerinin üzerinde, beyaz renkte çok itinalı bir talik yazı ile yazılmış Farsça “Hammamiyle” mısraları yer alır. Geleneksel Osmanlı mimarisiyle çelişmeyen, çifte hamamın camekanı büyük bir kubbeyle örtülmüştür. Erkekler ve kadınlar kısmı birbirine eşit büyüklüktedir. Zamanla caddenin yükselmesi nedeniyle, günümüzde birkaç basamak merdivenle inilir.

Ortasına İran Şahının hediyesi olduğu sanılan: muhteşem güzellikteki fıskiyeli mermer bir havuz yerleştirilmiştir. Hamamın soyunma odaları, camekanın üst katındadır. Camekan bölümünden ılıklığa geçilir. Ilıklık tonozla örtülmüş ve sonradan mekana dört keselik eklenmiştir. 1782 ve 1833 yıllarında iki büyük yangın geçiren hamam: ardından tamir edilerek şahıs işletmesine devredilmiştir ve vakıf özelliğini yitirmiştir.

Erkekler bölümünün önünde bulunması gereken mermer sütunlu kubbeli revakın bu yangınlardan birinde harap olduğu ve onarımlar sırasında kaldırıldığı tahmin edilmektedir. Hamam: hissedarları tarafından 2009 yılında işletmeciliğinin bitiminin ardından satışa çıkarılmış ve satılmıştır. Muhtemelen restorasyonun ardından turizmin hizmetine sunulacaktır.

MACAR KARDEŞLER CADDESİ

Saraçhane’den Fatih merkeze doğru uzanan caddeye “Macar Kardeşler Caddesi” denir. Balkan savaşı devam ederken, o sırada Avusturya-Macaristan devletinin yönetiminde olan Macar halkına bir sempati gösterisi olarak, caddeye Ağustos 1913 tarihinde “Macar Kardeşler Caddesi” ismi verilmiştir. Amaç: Türk asıllı Macarlarla ittifak kurmaktır. Bu cadde: Edirnekapı ve Vezneciler arasında uzanır ve Bizans döneminde, Mese caddesi olarak adlandırılan aksın üzerindedir.

Bu cadde üstünde bulunan yapılar şunlardır:

amcazade-huseyin-pasa-kulliyesi-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi-Türk İnşaat ve Sanat Müzesi

AMCAZADE HÜSEYİN PAŞA KÜLLİYESİ-TÜRK İNŞAAT VE SANAT MÜZESİ

Macar Kardeşler Caddesinin hemen başlangıcındadır.

Amcazade Hüseyin Paşa: Köprülüler soyundan gelmektedir. Yani: Köprülü Mehmet Paşa’nın kardeşi Hasan Ağanın oğludur. Bu yüzden Amcazade olarak anılır. Amcazade Hüseyin Paşa: Zenta Muharebesinde şehit olan Elmas Mehmet Paşa’nın yerine, Sultan II. Mustafa  döneminde sadrazam olur ve bir süre sonra istifa eder. Ancak: son Köprülü olan Amcazede Hüseyin Paşanın ardından: onun Kanlıca daki ünlü Amcazade Yalısında: 1699 yılında imzalanan Karlofça Anlaşmasıyla birlikte, Osmanlı tarihinde Duraklama devri başlar.

Karlofça Anlaşmasıyla, büyük toprak kaybı söz konusu olmuştur. Beş yıl süren Sadrazamlık döneminde: iç düzeni sağlamaya, vergileri azaltmaya ve donanmayı yeniden kurmaya çalışmıştır. Ancak Sultan II. Mustafa’nın hocası Şeyhülislam Şeyh Feyzullah Efendinin yeniliklere karşı çıkması üzerine, kendi rızası ile 1702 yılında Sadrazamlıktan istifa etmiş, Silivri’deki çiftliğine çekilmiş ve 15 gün kadar süren hastalığının ardından orada ölmüştür.

Gelelim külliyeye:

Amcazade Hüseyin paşa, bu külliyeyi 5 yıllık sürecin ardından 1702 yılında tamamlattırır. Mimarbaşı İbrahim Ağa tarafından inşa edilmiştir. Bu tarihte: mimari de henüz barok başlamamıştı ve Osmanlı klasik mimarisi uygulanıyordu. Külliye: mescit, medrese, kütüphane, mektep ve sebilden oluşuyordu. Ancak hakim bina medresedir.

Bütün halinde güzel olmasına rağmen, ayrıntılar daha da güzeldi. Özellikle: türbelerin parmaklıkları, üst çıkmaları, mezarlar, ağaçlar, kuş evleri dikkat çeker. Medrese hücreleri: dershane, mescit ve kütüphane arasında kalan alanda, avluyu “U” şeklinde çevreler.

Burada 16 medrese hücresi vardır. Medrese hücrelerinin önünde: baklava başlıklı, yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış üzeri kubbeli bir revak bulunur. Medrese hücreleri 4 x 4 metre ebatlarında, kare planlıdır ve üstleri küçük kubbelerle örtülüdür. Bu kubbeler birbirine eşit değildir, büyük olasılıkla değişik dönemlerde zarar gören yapının onarımı sırasında böyle bir durum oluşmuştur. Küfeki taşından, basık kemerli bir kapı ile içine girilen hücrelerin her birinin içinde, iki veya üç dolap nişi ve bir de ocak bulunur.

Dershane bölümü: kare bir mekanın içindeki sekiz kenarlı bir bölümün üstünü örten kubbeli bir yapıdır. Burası mescit olarak düzenlenmiştir. Üç taraftan 22 mermer sütunun çevrelediği bir revakla görkemli bir konumdadır. Bu revakların üstü kubbe, çapraz ve ayna tonozlarla örtülmüştür. Bunların da üstünü düz ve meyilli bir çatı örter. Girişin üstüne, koyu mavi zemine yaldızlı bir sülüsle bir kitabe konulmuştur.

Medrese avlusunun sağında dershane karşısında, iki katlı kütüphane vardır. Ampir üslubuna yakın kütüphanenin üstündeki 1755 tarihli kitabesinden öğrenildiğine göre 1755 yılındaki depremden sonra Amcazade Hüseyin Paşanın kızı Rahmiye Hatun tarafından tamir ettirilmiştir. Kurulduğunda 500 civarında kitaptan meydana gelen bir koleksiyona sahip olan kütüphanenin daha sonraki tarihlerde, yapılan bağışlarla zenginleştiği görülmektedir.

Ancak bunlar zamanla Süleymaniye Kütüphanesine devredildi. Günümüzde buranın kitapları Süleymaniye Kütüphanesinde, Amcazade Hüseyin Paşa Kütüphanesi adı altında muhafaza edilmektedir. Sıbyan Mektebi: Macar Kardeşler caddesine cepheli olarak 1702 yılında Amcazade Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yapı, tuğla hatıllı kesme taştan dikdörtgen planlı bir yapıdır.

Cadde üzerindeki dört dükkan üstüne, fevkani olarak yapılmıştır. Külliyenin diğer yapılarıyla bağlantısı yoktur. Avluya bakan kısmı, yekpare küfeki taşındandır. Ancak 1896 yılındaki depremde yıkılmış ve yeniden yapılmıştır.

Yani, orijinal yapı değildir. Sadece: iki odayı birbirinden ayıran bölme duvarı üstünde, 19 yüzyıl ikinci yarısına tarihlenen stilize edilmiş “Muhammed” yazısı görülmektedir. Sıbyan mektebinin, avluya bakan yan duvarı üzerine: iki kuş köşkü yerleştirilmiştir. Amaç, burayı hareketlendirmektir.

Sebil: Macar Kardeşler ve Horhor caddesinin kesiştiği yerdedir.

Külliyenin yapılışından 40 yıl kadar sonra, buraya bir de çeşme eklenmiştir. Cümle kapısı yanındaki klasik üsluplu çeşme Şeyhülislam Mustafa Efendi tarafından yaptırılmıştır. Çeşme kitabesi: Hattat Mehmet Refi Mustafa imzasını taşır. Tarih ise 1739 dur.

Sebil ve mezarlığın madene şebeke parmaklıkları muhteşem güzeldir. Mermer yüzeylerde işçilik çok başarılıdır.

1702 yılında ölen Amcazade Hüseyin Paşa: külliyenin haziresinde gömülüdür. Hazire üç bölümlüdür. Amcazade Hüseyin Paşanın ölümünden sonra külliyenin idaresini ele alan kızı Rahmiye Hanımın mezarı da buradadır.

Külliye: 1718, 1755, 1872 ve 1896 yıllarında yangın ve depremlerde büyük zarar görmüş ve her seferinde tamir edilmiştir. Son defa 1940 yılında restorasyon yapılmıştır. 1966 yılında ise bazı değişikliklerle, bir müze binası haline dönüştürülmüştür. Günümüzde Vakıflar İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır.

İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi

Müzede: taş kitabeler, mezar taşları, çiniler, ahşap eserler, ölçü aletleri, dekoratif inşaat malzemeleri ve madeni eserler bulunur. Avlu açık hava müzesi olarak düzenlenmiştir. Müzede:  çok sayıda Selçuklu ve erken dönem Osmanlı çinileri sergilenmektedir.

bukagili-dede-turbesi-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Bukağılı Dede Kabri

BUKAĞILI DEDE KABRİ

Saraçhane Karakolunun karşısındadır. (Günümüzdeki Reşat Nuri Güntekin Sahnesi)

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fetih ettiğinde, Saraçhane’de esirleri izlerden, bir yerde, esirlerin zincirleri çözülür. Bu mucizenin ardından, orası kazılınca, bir Hıristiyan ermişin cenazesi ortaya çıkar.

Bu kişinin: İstanbul’da yattığı bilinen İsa’nın havarilerinden Andreas olduğu kabul edilir. Fatih buraya bir türbe yaptırır ve ona “Bukağılı Dede” yani “Zincirli Dede” ismi verilir. Bu efsane, 1891-1918 yılları arasında İstanbul’da bulunmuş Alman gazeteci Schrader tarafından kaleme alınmıştır.

Çünkü Schrader, olaydan 100 yıl sonra türbeyi ziyaret eder, türbenin 90 yaşındaki piri ile görüşür ve gerek Müslümanların ve gerekse Hıristiyanların türbeyi ziyaret edip adak adadıklarını öğrenir. Özellikle hapse düşenler, kurtulmak için bu türbeyi ziyaret ederek adak adarlarmış. Buralar eskiden “Bukağılı semti” olarak bilinirmiş. Günümüzde türbe yok, sadece Bukağılı Dedenin mezarı bulunuyor. 18 Sekbanlar Caminin şehitliğinde, ön sıradadır.

ARKEOLOJİ PARKI

Poliektos Sarayı

Burası: İstanbul’da Ayasofya’dan sonra en büyük Bizans yapısıdır. Yapı kompleksi: 2500 metre karelik alana yapılmıştır. 1204 yılında Haçlı-Latin işgali sırasında, şehirdeki diğer birçok yer gibi, burası da yağmalanır. Kaçırılan birçok değerli eser, günümüzde Avrupa’nın bazı yerlerinde görülmektedir. Bir zamanların büyük Bizans sarayı, günümüzde bir park içinde, çukur bir arazi üzerinde, kalıntı halde durmaktadır. 

Yanından geçerken bu saray kalıntısı hemen fark edilmez. Çünkü: Bizans işi tuğla kemerler, kırılmış sütunlar, taş duvarlar ve dehlizler, yol kodundan biraz derinde kalmıştır. Bu saray kalıntılarında yapılan arkeolojik araştırmalar sonucu bulunan değerli parçaların bir kısmı Arkeoloji Müzesindedir. Kalan bazı mermer parçalar da, burada kalıntılar arasında görülür.

ayios-kilisesi-kalintilari-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Ayios Poliektos Kilisesi

Ayios Poliektos Kilisesi

Anikia İuliana: 524-527 yılları arasında, Saraçhanede, Ayios Polieuktos kilisesini yaptırmıştır. Polieuktos: Malatya’da öldürülen Romalı bir askerdir.

Burada: kilisenin yapıldığı yer seçimiyle ilgili önemli bir ayrıntı gündeme gelmektedir. Anikia İuliana: soylu bir aileden gelir. İmparator II. Theodosius’un karısı Eudokia, Anikia’nın büyük annesidir. Polyeuktos kilisenin yapıldığı yerde, Eudokia zamanında yapılmış, daha küçük bir kilisenin bulunduğu, bu kilisenin Eudokia’nın sarayı ile bağlantılı olduğu bilinmektedir.

Eudokia’nın sarayı Anikia’ya geçtikten sonra: Anikia İuliana’nın yaptırdığı daha büyük kilisenin bu sarayın yakınında, eski kilisenin yerinde olması mantıklıdır. Ayrıca, bu bölge törenler ve ayinlerde kullanılan yol olan Mese üzerinde veya yakınlarındadır.

Gelelim Anikia İuliana’nın kimliğine: kendisi yukarıda söz ettiğim gibi Bizans imparatorluğunda soylu ailelerden birine mensuptu. Kocası önemli bir komutandı ve soy ağacına bakıldığında oğlunun taht üzerinde önemli hakkı vardı. Fakat kocasının askeri alandaki başarısızlıkları ve oğlunun tahta geçememesi, onun yerine soylu olmayan asker kökenli İustinanus’un tahta geçmesi, Anikia Juliana’nın ailesinin soyluluğunu kanıtlama ve sürdürme çabalarına sebep olur.

Anikia, bu amaçla, sadece büyük annesinden daha büyük bir kilise yaptırmakla kalmaz, aynı zamanda sağlık alanında da çeşitli yazılı çalışmalar yapılmasını sağlamıştır. Yapıldığı dönemde, şehrin en büyük kilisesi olan Polyeuktos kilisesini, Anikianın yaptırmasından hemen 10 yıl sonra, İmparator İustinanus, kendisine karşı çıkarılan büyük bir isyanı bastırdıktan sonra 5 yıl gibi kısa bir sürede Ayasofya’yı yaptırır.

Böylece Ayasofya, sadece İstanbul değil tüm dünyanın en büyük kilisesi olma unvanını uzun zaman taşımıştır. Polyeuktos kilisesi, bezemelerinde taşıdığı şiirde bahsedildiği gibi Süleyman Tapınağıyla, yaptıran Anikia İuliana ise Kral Süleyman ile özdeştirilmiştir. Bu yüzden: İmparator İustinanus’un Ayasofya’yı bitirdikten sonra “Ey Süleyman seni geçtim” demesi, Anikia İuliana’ya bir gönderme olarak kabul edilmektedir.

Devam ediyoruz. Bu kilisenin önemini anlamak için yine bir diyalogdan söz etmek istiyorum. Bir gün İustinanus, Anikia’dan bağış toplamak için Polyeuktos kilisesine gelir. İsteğini söylediğinde, Anikia başını kaldırıp yukarı bakmasını ister. İustinanus, yukarı baktığında tavandaki altın bezemeleri görür. Anikia, bütün servetini kiliseye harcadığını belirtir ama hemen ardından, İustinanus’un koluna girer ve onun parmağına bir yüzük takar. Bu yüzük, Anikia’nın atalarından miras kalan taht varisliğini simgeleyen yüzüktür.

İuliana, bu kiliseyi kendi sarayı yakınlarında inşa ettirmiştir. Ailesinin, servetinin ve sanat hamiliğinin kendisine kazandırdığı ün dışında, döneminin dini ve siyasi olaylarında da önemli rol oynamıştır. Emrinde çoğunluğu hadımlardan oluşan çok sayıda hizmetkarı bulunuyordu. Bugünkü Saraçhane’de bulunan konağında veya sarayında: dönemin bilim adamlarını, sanatkarlarını ve din adamlarını ağırlamıştır. Bu açıdan da kilisenin mimarlık anıtı olduğu düşünülüyor. Bu kilise: Bizans tarihinde önemli bir döneme tesadüf eder.

Çünkü: bir mimarlık anıtı olmanın ötesinde, iki büyük yapı olan Sergios Bakkhos ve Ayasofya kiliselerinden hemen önce inşa edilmiştir ve bu yapıların öncülü olarak dönemin mimari gelişiminin önemli bir göstergesidir. Alt yapı planından anlaşıldığına göre: ibadethane, kubbeli bazilika olarak inşa edilmiştir. Ayios Poliektos kilisesi 1964-1965 yılı kazılarında ortaya çıkarılmıştır.

Kurtarma çalışmalarındaki buluntulardan anlaşıldığına göre: buradaki bir çok parça, 1204 yılındaki Haçlı Latin işgali sırasında çalınarak Venedik şehrindeki San Marco bazilikasına götürülmüştür. Hatta sütun başlıkları ve payelerinin Venedik deki San Marco kilisesinin inşaatında kullanıldığı söyleniyor.

Gelelim günümüze: bu kilisenin temel kalıntıları, günümüzde İstanbul Belediye Sarayı yakınlarında görülmektedir. Peki kalıntılar nasıl bulunmuştur?

1960 yılında, bölgede yapılan Haşim İşcan Alt Geçidi temel kazısı sırasında bulunan buluntuların üstündeki yazıların: 10’ncu yüzyılda hazırlanmış bir antolojideki şiirle eşleştirilmesi sonucu, bu kalıntıların Anikia İuliana tarafından Melitene’de (günümüzdeki Malatya şehri) Hıristiyan inançları yüzünden şehit edilen Romalı asker Polyeuktos’a adanarak yaptırılan Polyeuktos kilisesine ait olduğu anlaşılmıştır.

Bu keşfin ardından: Arkeoloji Müzesi tarafından başlatılan kazılar, 1964-1971 yılları arasında sürdürülmüştür. Kazılarda bulunan kalıntılar Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Ancak: 1204 yılındaki Latin Haçlı seferinde yağmalanan bazı parçalar San Marco Kilisesinde, Piazenta’da ve hatta Barselona Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

İstanbul Arkeoloji Müzesinde: kiliseye ait sütun parçaları, sütun başlıkları, niş parçaları ve tavus kuşu biçimli kemer parçaları gibi mimari ögelerin yanı sıra Meryem Ana ile çocuk ve aziz betimlemeli ikonalar, çeşitli heykel parçaları, gümüş kaşık, kemik ikona, sabun taşı, tunç ve kurşun haçlar, haç sarkaçlar, haç biçimli rölyefler, cam hamuru, ametist ve sedef kakma birimleri, kemik ve cam süs ögeleri bulunmaktadır.

Kazıların tamamlanmasından sonra: bölge açık bir arkeolojik park olarak tasarlanmıştır. Ancak bu alan bakım yapılmadan ve güvenlik önlemleri alınmadan terk edilmiş bir tarihi kalıntı olarak günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Bölgede kalıntılar hakkında bilgi veren herhangi bir tanıtım bulunmamaktadır. Ayrıca arkeoloji kotundan daha alçakta kalan, tel örgülerle çevrilmiş bu alan, daha çok çöplerin biriktirildiği ve acil ihtiyaçların giderildiği bir yer halini almıştır.

ÇANDARLI İBRAHİM PAŞA HAMAMI

1475 yılında inşa edilen İstanbul Saraçhanesinin beraberinde getirdiği ticaret hayatını destekleyecek yapılardan olan Çandarlı İbrahim Paşa hamamı da yine bu dönemde inşa edilmiş birçok yapı ile birlikte yıkılmıştır.

Saraçhane semtindeki bu hamamı yaptıran Çandarlı: İkinci İbrahim Paşa (1429-1499), idam edilen Çandarlı Halil Paşanın oğludur.

İbrahim Paşa: ilmiye sınıfına mensuptu. Amasya’ya kadı olarak gittiğinde, o dönemde henüz çocuk yaşta Amasya’da vali olan II. Beyazıt ile yakınlık kurdu ve lalası oldu. II. Beyazıt tahta çıktığında ise, Şehzade Ahmet’in lalası oldu.

1498 yılında ise sadrazam oldu. 1499 yılında İnebahtı seferinde öldüğü için sadrazamlığı kısa sürdü. Buradaki hamam yapısı: Eski Eserleri Koruma Kurulunun koruma kararına rağmen, 1956 yılında Atatürk Bulvarının açılması sırasında yıkılarak ortadan kaldırılmıştır.

Yapının 1494 tarihli vakfiyesine göre, yıllık 22.500 akçelik geliri olduğu söylenir. Hamam: inşa edildiği 1494 yılından yıktırıldığı 1956 yılına kadar bulunduğu kentsel alanda hizmet vermiştir. Ancak hamam hakkındaki kaynakların sayısı çok yetersizdir.

Daha fazla uzatmadan, burayı kapatıyorum, çünkü yıktırılıp yok edilmiş bu eseri görme şansımız yok.

EBU-L FAZL MAHMUT EFENDİ MEDRESESİ

1950 yıllarındaki yıkım sırasında, burası da yıkılıp yok edilmiş eserlerden birisidir. Medrese: İstanbul Belediye Sarayının hemen önündeki alanda bulunuyordu. Banisi Rumeli Kazaskerlerinden Mahmut Efendi, 1652 yılında ölmüştü.

Kitabesi bulunmayan medresenin 17 yüzyıl ortalarında yaptırıldığı düşünülüyordu. Bazı söylentilere göre, yıkım sırasında Mahmut Efendinin mezar taşının, Şehzade Camisi haziresine götürüldüğünü, ancak daha sonra yapılar araştırmalarda orada bulunmadığı görülmüştür.

Gelelim yapının önemine: Medrese, bölgenin önde gelen yapılarından biri olmuştur. Aynı alandaki beş büyük medreseden biridir ve mimari açıdan da en azından planın gösterdiği üzere, özenle tasarlanmış bir örnektir.

Medrese ve Sıbyan mektebi işlevleriyle bir eğitim yapısı, dükkanlarıyla da çevreye uyum sağlayan ve gelirini bu yolla elde eden bir ticaret yapısıdır. Türbesiyle ise, bir hayır yapısı imgesi taşımaktadır. Evet yapının bulunduğu yere, İstanbul Belediye Sarayı inşa edilmiştir.

ANKARAVİ MEHMET EMİN EFENDİ MEDRESESİ

Şeyhülislam Mehmet Emin Efendi, yapılmasını vasiyet ettiği medresenin inşasından 20 yıl kadar önce ölmüştür. Ölüm tarihi 1687 yılıdır. Yani 1686 yılında aldığı Şeyhülislamlık unvanını sadece 1 yıl korumuştur. Mehmet Emin Efendi, ilk derslerini bilim adamı olan babası Hüseyin Efendiden almış, eğitimine İstanbul’da devam etmiştir.

Doğduğu yer olan Ankara’ya özel önem göstermiş, cami, medrese, çeşme, hamam ve kervansaray gibi vakıf yapılarıyla Ankara şehrinin sosyal yaşamına katkıda bulunmuştur. Titiz, araştırmacı, cömert, adil ve mütevazidir.

Medrese: mimarlık tarihinde medrese tipolojisi ve medreseyi yaptıran Şeyhülislam Mehmet Efendinin bilim yaşamında oynadığı rol yönünden, İstanbul’un öncelikli yapıları arasındadır. Yüksek öğretime hazırlık niteliğinde dersler okutulan bir medresedir. Yani orta dereceli eğitimin son aşaması uygulanmaktadır. Medrese: konut alanları içinde ve büyüklü küçüklü kamu yapılarıyla birlikte, kendisine yer edinmiştir.

Taş ve tuğla dizilerinden oluşan duvar örgüsü, medreseyi mimari açıdan belirgin kılan özellikleridir. Medrese birçok başka yapı tarafından kuşatılmıştır.

Bu durum: öğrenci odalarının dışarıya kapalı olması ve sadece avluya dönük yönlerde pencere açılmasıyla ilgilidir. 1950’li yıllarda ise bu yapı değişmiş, Belediye Sarayının inşa edilmesiyle birlikte, medrese, gelip geçerken dikkatlice bakılmayınca algılanmayan, çevresiyle ilişkisiz, boşlukta duran bir yapı karakteri almıştır. Yeni düzenlemeler kapsamında, Belediye Sarayının inşaatına paralel olarak 1958-1960 yılları arasında onarılmış, ancak onarım yapının orijinalliğini bozmuştur.

1918 yılında medrese bir asker kışlası olarak kullanılmıştır. 1930-1940 yılları arasında medrese bir konut olarak kullanılmıştır. Yapı günümüzde “Kaşgarlı Mahmut Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı” merkezi olarak hizmet vermektedir.

teyyare-sehitleri-abidesi-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Tayyare Şehitleri Abidesi

TAYYARE ŞEHİTLERİ ABİDESİ

Anıt Külliyenin karşısında Fatih Parkı içindedir.

Anıt 1916 yılından bu yana, Saraçhane’de şehir algısındaki yerini korumaktadır. 8 Şubat 1914 tarihinden İstanbul’dan İskenderiye’ye yola çıkan ve hayatlarını kaybeden Fethi, Sadık ve Nuri Beylerin anısına dikilmiştir. Türk havacılık tarihinin bu ilk şehitleri için yapılan anıt: Abide-i Hürriyet anıtıyla birlikte, Osmanlı döneminde başka örneği olmayan alan anıtlarından biridir. 

Anıtın temeli 2 Nisan 1914 tarihinde atılmış ve 1916 yılında tamamlanmıştır. Beyaz mermer ve bronzdan yapılmıştır. En büyük özelliği: kırık şekilde duran sütunudur. Ama bu kırık bilerek yapılmıştır ve yarım kalan bir görevi simgeler. Anıtın mimarı: ulusal mimarlığın önemli temsilcilerinden ve dönemin Sermimarı Vedat Tek’tir. Kendisi; Sirkeci’deki Büyük Postane binasını yapmıştır ve kendisine çağdaş Sinan denmektedir.

Anıt: köşelerinde bir ve her köşe arasında ise iki adet olmak üzere, toplam 12 figüratif eleman ve bordürlerle çevrili yeşil bir alanın ortasında yükselir. Yüksekliği 7.5 metredir. Anıtın kaidesi: dört köşesinde de klasik Osmanlı cephe mimarisinde çok sık kullanılan “kademeleşme” ile başlayıp, birer ulusal mimarlık biçimine dönüşmüş babalara sahip yüksek bir podyuma oturmaktadır.

Fatih Kaymakamlığına bakan cephesi ve simetriği olan cephelerde iki madalyon vardır. Madalyonlardan biri kitabeyi içerir. Diğer madalyon ise yolculuğu anlatan bir rölyef taşır. Bu rölyefte: uçağın kalkış yönünde Beyazıt Kulesi, Seraskerat giriş kapısı ve camileriyle İstanbul betimlenirken, sol köşesinde yolculuğun varış noktası olan İskenderiye, Piramitlerle tasvir edilmiştir. Kaide mermer bir halka ile sonlanır.

dulgerzade-camisi-0
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Dülgerzade Şemsettin Habib Efendi Camii

 

DÜLGERZADE ŞEMSETTİN HABİB EFENDİ CAMİİ

Macar Kardeşler Caddesine cephelidir.

Yapı: 1480 tarihinde yani Fatih Sultan Mehmet’in öldüğü yıl: Şemsettin Ahmet Efendi tarafından yaptırılmıştır. İnşa tarihi bilinmemektedir ancak yaptıranın ölüm tarihi 1482 yılı olduğuna göre, bu yıldan önce yaptırılmış olmalıdır.

Caminin vakfiyesinde: caminin tamamı veya bir kısmının “Can alıcı kilisesi” arsası üzerine kurulduğu, fakat o tarihte kilisenin kendisinin mevcut olmadığı yazılıdır. Zamanla harap olan caminin sonradan ilave edilen çatısı ve ahşap olan son cemaat yeri ve muhtelif zamanlarda yapılan tamirler sonucu orijinal hali kaybolmuştur.

Cami: 1974 ve 1981 yılları arasında Vakıflar İdaresi nezaretinde, yapıldığı devirdeki özelliklerine uygun olarak restore edilmiştir. Kubbesi ve son cemaat yeri yeniden yapılmış ve asıl hüviyetine kavuşturulmuştur. Ancak cadde üstüne denk geldiğinden, son cemaat yerinin bir bölümü yapılmamıştır. Caminin iki kapısı vardır. Bunlardan biri ana caddeye, diğeri arka sokağa bakar. Cami: klasik tarzda, kesme küfeki taşından yapılmış ve tek kubbelidir.

Son cemaat yeri, dört küçük kubbeyle örtülmüştür. Revaklar sonradan camekanla kapatılmıştır. Caminin sağ yanında bulunan taş minaresi, son derece kısadır. Minare tek şerefeli olup girişi son cemaat yerindendir. Caminin banisinin yeni kabir taşı, 1482 tarihlidir. Daha önce yan tarafta olan taş, yol açılırken mihrap önüne nakledilmiştir.

Su terazisi

İstanbul’da suyun kaynağı: rakımı yüksek tepelerdi. O alanlardan kemerler ve künklerle, su şehre getiriliyordu. Su kaynaklarından, şehre doğru doğal eğimle hareket eden su, şehir içinde, kulelere çıkartılıp yavaşlatılıyordu. Bu kulelere “su terazisi” deniyordu. Bu caminin kuzeyinde, hemen arkasında bir su terazisi vardır. Ancak günümüzde bu su terazisinin yerinde bir bina bulunduğu söyleniyor.

MİMAR AYAS CAMİİ

Fatih’i Şehzadebaşı’na bağlayan Macar Kardeşler Caddesinin Saraçhane alt geçidi ile kesiştiği yere yakındır.

Fatih Camii mimarlarından olan Mimar Atik Mimar Ayas bin Abdullah tarafından yaptırılan bu camide, İstanbul’un eski müftülerinden Ali Yekta Efendi: 22 yıl imamlık yapmıştır.

Cami 1475 yılı yapımıdır. Vakıf şartı gereği, vakıf evladı kalmayınca mütevellilik, Mimar Ayas Cami imanına geçtiğinden, vakfın adı vakıf şahsiyeti kaydında Mimar Ayas Mescit-i Şerifi Vakfı olarak geçer. Mescit: 1695 yılında büyük bir yangın sonucu hasar görerek tahrip olur, kullanılmaz hale gelir. Hassa Mimar Mehmet Dede bin İshak tarafından caminin tamiri yapılır.

Mehmet Ağa, minber koydurarak mescidi camiye dönüştürmüştür. 1896 yılında, Hacı Ali Ağa tarafından onarımdan geçirilmiştir. Cami 1957 yılında imar faaliyetleri sırasında, Belediye tarafından yıktırılmıştır. Zaten 1948 yılından itibaren cami imamsız ve kadrosuz halde boş bırakılarak yıkıma terk edilmişti. Evet, maalesef günümüzde bu tarihi camiyi görmek mümkün değil, bu yüzden konuyu daha fazla uzatmıyorum.

iskender-pasa-camisi-2
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek İskender Paşa Camisi-Terkim Mescidi

 

İSKENDER PAŞA CAMİSİ-TERKİM MESCİDİ

Sarıgüzel caddesi üzerindedir. Caminin diğer ismi, bu civarda bulunan Yeniçeri kışlasından dolayı Terkim Mescididir. Cami, mahalleye adını vermiştir.

Banisi: Sultan II. Beyazıt vezirlerinden İskender Paşa’dır. Cami 1505 yılında inşa edilmiştir.

Kare planlı, tek kubbeli ve tek minarelidir. Kıble pencereleri renkli, kürsüsü mermerdir. Avlunun çevresinde kurs odaları ve ortasında yeni yapılmış zarif bir mermer şadırvan vardır. Son cemaat yerinde kemerleri taşıyan dört sütun ve köşelerinde kabartma kuşlu monogram bulunan başlıklar Bizans devrinden olup devşirmedir. Ancak tamirden sonra bu başlıklar taraklandığından orijinalliğini kaybetmiştir.

Bunlara dikkatlice bakıldığında kuşların göğüsleri görülür. Kapı kemerleri geçmeli beyaz, siyah ve pembe mermerdir. Kemerin hemen üstünde boya ile 1756-57 tarihi yazılıdır ve bundan başka kitabesi yoktur. Bütün pencerelerin çevresi, mavi zemin üzerine beyaz rengin hakim olduğu kalem işleriyle süslenmiştir. Kubbe göbeğinde ayetler yazılıdır. Bunların çevresi de kalem işleriyle süslenmiştir. Minarenin mukarnas süslemeli şerefesi, özenle süslenmiştir. İskender Paşa, 1506 yılında vefat etmiştir. Ancak memleketi Vize’ye bağlı Çakallı köyünde kendi yaptırdığı mescidin yanına gömülmüştür.

Cami 1756, 1887, 1945 ve 1956 yıllarında onarılmıştır. En son olarak 1999 depreminde kubbesi ve minaresi hasar görmüş ve onarılmıştır. Caminin solundaki bahçede, ufak bir hazire ve uzun süre bu caminin imamlığını yapan son dönem Naşkibendi şeyhlerinden Mehmet Zait Kotku’nun adını taşıyan bir aş evi bulunmaktadır. Cami mimarisi ve tarihi öneminden çok, Nakşibende tarikatının en kalabalık olan kolunun karargahı olarak tanınır.

fenari-isa-camisi-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Fenari İsa Camisi-Konstantinos Lips Kilisesi

 

 

FENARİ İSA CAMİSİ-KONSTANTİNOS LİPS KİLİSESİ

İskender Paşa camisinden sonra, Halıcılar caddesinden yürüdüğünüzde, Vatan caddesine ulaşılır ve yapı bu cadde üstündedir. Eski Lunapark gazinosu yakınlarındadır.

Burada daha önce Bizans döneminde Konstantinos Lips kilisesi bulunuyordu. Bu kiliseden önce ise, burada geç Roma dönemine ait bir mezarlık bulunuyormuş. Konstantin Lips isimli kişi: gerçekten yaşamıştır. Bir amiraldir ve İmparator Bilge Leo ve Konstantin Poryhyrogenitos zamanında sarayda çalışmıştır. Kilise yapısı, tıpkı Pantokrator gibi, değişik zamanlarda çeşitli eklentiler yapılan bileşik bir yapıdır.

İlk kilise-Kuzey kilise-Theotokos kilisesi

İlk kilise: İmparator VI Leo (886-912) döneminde, 907 yılında İmparatorlukta yüksek bir makamda bulunan (Amiral) Konstantinos Lips tarafından yaptırılmış ve “Theotokos Panachrantos” (Tanrının kusursuz annesi) ne adanmıştır. Apsis çıkıntısının üstündeki Grekçe kitabede, kilisenin Meryem’e sunulduğu belirtilir.

Yani Konstantinopolis şehrinin en büyük kurumlarından biridir. Yapımında, eski bir Roma mezarlığındaki mezar taşları kullanılmıştır. Ortodoks azizlerinden Aya İrini’nin kutsal emanetleri burada saklanmıştır. Bu kilise, günümüzde kuzeye bakan kanadı oluşturur.

Bu bölüm: o dönem mimarisinde pek rastlanmayan şekilde inşa edilmiştir. Ana binanın dört köşesinde ve tam ortasında birer kolon bulunur. Bu yapı tarzı, Konstantinopolis şehrinde ilk defa burada uygulanmıştır. Yapı: Orta Bizans döneminin yaygın plan tipi olan “Kapalı Yunan Haçı” formundadır. İç kullanım alanı 13 x 10 metredir.

Yani, kilisenin boyutları küçüktür. Ancak o dönemde, nüfusa yetecek boyutlarda tasarlanmıştır. Yine bu bölümdeki en büyük özellik: kubbenin dört tarafında, dört küçük şapel bulunmasıdır. Bu özellik başka hiçbir Bizans kilisesinde görülmez. Kuzey kilisesi, muhtemelen İstanbul’daki Orta Bizans heykel süslemelerinin en büyük ve en seçkin koleksiyonunu sunuyordu. Süs repertuvarını oluşturan: yeşillikler, palmetler, fantastik bitkiler, rozetler, haçlar, tavus kuşları ve kartallardan oluşuyordu.

İkinci kilise-Güney kilise-Prodromos kilisesi-Perambulasyon

13’ncü yüzyıla gelindiğinde ise: 1282 yılında İmparator Mihail Paleologos’un eşi Theodoro: imparatorun ölümünden bir süre sonra burayı Paleologos hanedanının mezarlığı haline dönüştürmek istemiş ve günümüzde güney bölümde görülen kiliseyi Yahya Peygamber adına yaptırmıştır. Kuzeydeki kiliseye hiç dokunmamış, adeta kuzeydeki kilisenin yanına ikinci bir kilise gibi yaptırmıştır.

İmparatoriçe, burada bir kadın topluluğu kurdu ve burada sayısı elli civarında olan Typikon rahibeleri vardı. Bu rahibelerden 30’u günlük dua ve hizmetlerde çalışırken, geri kalan 20 kişi, ev işlerinden sorumluydu. Ayrıca: bedensel hastalıkların tedavisi için, manastırın yanında, kendi ücretli personeline sahip, 12 yataklı bir hastane yapılmıştı. Kilisenin mezarlığında gömülü olanlar arasında: İmparatoriçe Teodora, oğlu Konstantinos, annesi, kızı ve diğer bazı seçkin kişiler vardır. Zaten, buraya imparatorluk hanedanının üyelerini gömme geleneği, 15’nci yüzyıla kadar sürmüş, hatta şehrin fethinden sonra bile devam etmiştir. 

Kuzey bölümdeki kilise: 10 yüzyıl Bizans mimarisinin özelliği gereği, kilisenin duvarları tuğla ve taş bloklardan yapılmıştır. Bezemede kullanılan keromaplastik bazı tuğlalar özel olarak imal edilmişti. Tuğlalar, kalın bir harç tabakası kullanılarak birleştirilmiştir. Doğu cephesindeki tuğla bezemelerle “Palaelogoslar dönemi” mimarlığının en önemli yapılarındandır.

Ayrıca, yine Bizans döneminin sonlarında ortaya çıkan “dehlizli plan tipi” nin en güzel örneğidir. Ayinlerin yapıldığı naos bölümünde, iki sıra pencere bulunur. Dört yanda: kubbeye dayanak görevi yapan dört çatı duvarı vardır. Sekiz pencereli kubbe, bunların üstüne yerleştirilmiştir. Özgün süslemelerden, günümüze sadece dört merkez taşıyıcı kolondan üçünün dibindekiler kalmıştır. Ayrıca pencere kenarlarında ve kubbe kasnağında da Bizans döneminden kalma, dekoratif süslemeler göze çarpar.

Kuzey ve Güney kiliselerini batı ve güneyden saran L biçimli Paraklesion bölümü, 14’ncü yüzyılda eklenmiştir. Bunun içinde 22 tane lahit vardır.

Osmanlı dönemi-Camiye dönüşüm

1453 yılından sonra, manastır, Fenari ailesine geçmiştir. 1460-1480 yılları arasında: Sultan II. Beyazıt döneminde, güney kilisesi olarak adlandırılan bölüm, Molla Alaeddin Ali Fenari tarafından mescide daha doğrusu bir zaviye yani derviş tekkesine dönüştürdü. Bu sırada, iç dekorasyonlar, büyük ihtimalle sıvandı ve badanalandı. Yapının güneydoğu bölümüne bir minare eklenir. Yarım kubbelerden biri, mihraba dönüştürülür. 

Medreseye ise, baş hatiplerden biri olan İsa Efendinin ismi verilir. Mescit 1633 yılında büyük bir yangın sonucu yanarak yok olur. 1636 yılında Sultan IV Murat zamanında ise onarılır. Bu onarım sırasında: kuzey kilise bölümü Halveti tekkesine çevrilir. Kolonlar payandalarla desteklenir, iki kubbe baştan inşa edilir ve duvarlardaki mozaikler sökülür.

Manastır hücreleri, tekkeye çevrilir. 3 yıl sonra: geriye kalan iç dekorasyon kaldırıldı ve kubbeli ve yapısal destekleri yenilendikten sonra, Sadrazam Bayram Paşa tarafından mescit, normal bir cami olarak restore edilerek kullanılmaya başlandı. Eski kuzey kilise, tekke oldu. 1782 ve 1917 yılları arasındaki yangınlar sonucu bina yine hasar gördü.

Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyet döneminde, 1929 yılında burada yapılan kazılarda; süslü oyma plaklar, kornişler, archivolts, heykelsi kartallar, kakma plakaları ve sırlı çiniler bulunur. Ama özellikle St Eudokia’nın 10’ncu yüzyıldan kalma komple bir simgesi ilgi çeker. Çini ve geometrik süslemelerle boyanmış sırlı fayans, 10’ncu yüzyıla aittir ve büyük ihtimalle, kenarlar ve çerçeveler olarak kullanılmıştır. Tüm buluntular Arkeoloji Müzesine kaldırılır. Aynı kazılar sırasında 22 tane de lahit bulunur.

Yapı: 1947 yılında Ayasofya Müzesine bağlanır. 1960 yılında geniş kapsamlı bir restorasyon yapılır. 1967 yılında yeniden ibadete açılır. 1970-1980 yılları arasında kapsamlı bir restorasyondan geçirilir. Yapı: günümüzde cami olarak hizmet vermektedir. Yakın geçmiş ve günümüzdeki tüm onarım, koruma ve süsleme işleri: Molla Fenari İsa İlim Kültür ve Hizmet Vakfı tarafından yapılmaktadır.

Günümüzde, asırlardır yağmur sularının caminin üstünden toprağa dökülmesini sağlayan taş olukların çoğu kırıktır. Bu kırık veya sağlam tüm taş su oluklarından, aşağıya binanın zeminine kadar plastik su boruları döşenmiştir. Bu taş oluklar ve kubbelerin üzerindeki çatlaklar beton sıvalarla örtülmüştür. Binanın estetik yapısını bozan, caminin önüme yapılan şadırvanın üstü plastik duralitle kapatılmıştır.

Caminin arkasında ise, küçük bahçenin yanına 2 katlı beton bir bina ve onun karşısına umumi tuvalet yapılmıştır. Anıtlar Kurulu, vakfa yazı yazarak gerek beton binanın ve gerekse tuvaletin yıkılmasını istemesine rağmen, buna uyulmaması, tarihi eserlere verilen önemin en büyük kanıtı olarak görülmekte olup, unutmamak gerekir ki, bu eseri bizler de gelecek nesillere aynı şekilde aktarmak zorundayız.

sah-huban-turbesi
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Şah Huban Sultan Türbesi ve Sıbyan Mektebi

ŞAH HUBAN SULTAN TÜRBESİ VE SIBYAN MEKTEBİ

Molla Gürani Mahallesi, Gurebe Hastanesi Caddesi üzerindedir.

Türbe Sinan yapıları arasında geçse de mektep ile ilgili bilgi yoktur. Mektep binası, planı gereği 16 yüzyıl yapısıdır ve kubbeli iki mekandan oluşur. Bu iki mekan yazlık ve kışlık olarak ayrılır. Şah Huban Sultan: Yavuz Sultan Selim’in kızı ve Kanuni Sultan Süleyman’ın kız kardeşidir. Gaddarlığı ile ünlü, Lütfi Paşa ile 1523 yılında evlendirilmiştir. Lütfi Paşa, 1539 yılında Sadrazam olur. Lütfi Paşa: bir fahişeye ceza olarak cinsel organını dağlatmış (bir rivayete göre ustura ile oydurmuştur) ve sonra idam ettirmiştir, Şah Huban Sultan böyle bir cezanın İslamiyet’e aykırı olduğu için buna isyan eder ve çıkan kavgada, Lütfi Paşa, karısına tokat atıp hançer çekince, Padişah olan Kanuni Sultan Süleyman onu azleder ve 1541 yılında kız kardeşinden boşatır.

Lütfi Paşa, Dimetoga’ya sürgüne gönderilir. Ardından Şah Huban Sultan: Konya’ya yerleşerek dini bir hayat yaşamaya başlar ve Merkez Efendi’ye katılır. Hatta Mevlanakapı semtinin dışındaki tekkeyi de yaptırır. Yani bazı kaynaklara göre Mevlevi ve bazı kaynaklara göre ise Merkez Efendinin müridesi olmuştur. 1572 yılında ölür. Ancak cenazesinin gömüldüğü yer bilinmemektedir.

2013 yılında, Yavuz Sultan Selim camisi avlusunda bulunan Ayşe Hafsa Sultan türbesinde yapılan restorasyon çalışmaları sırasında, Ayşe Hafsa Sultanın kabrinin hemen yanında yeni bir kabir bulundu. Bilim adamları tarafından yapılan incelemede, bu kabrin 1572 yılında vefat eden ve üvey annesi Ayşe Hafsa Sultanın hemen yanına gömülen Şah Sultana ait olduğu belirlendi. Yavuz Sultan Selim’in türbesinin yanındaki Şah Sultanın türbesi: bahçe içinde ve sekizgen bir yapıdır.

Türbenin hemen yanında, Mimar Sinan tarafından inşa edilen medrese bulunmaktadır. Çok güzel mimarisiyle dikkat çeken okul, günümüzde akıl hastaları için klinik olarak kullanılmaktadır.

husrev-pasa-turbesi-3
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Hüsrev Paşa Türbesi

 

HÜSREV PAŞA TÜRBESİ

Hüsrev Paşa Sokağında, Balipaşa semtinde, Bali Paşa camisi karşısında evler arasındadır.

Boşnak asıllı Hüsrev Paşa: kaynaklarda korkusuz ve pervasız oluşu nedeniyle “Deli” ve “Divane” gibi lakaplarla da anılır. Suriye Halep valisi iken, 1532 yılında, Mimar Sinan, onun için Halep şehrinde ilk ciddi eseri olan bir cami yapar. Halep şehrindeki Hüsreviyye cami ve külliyesinin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hüsrev Paşa: Bosna Hersek ve Rumeli Beylerbeyi olarak görev yapmıştır. 1541 yılında Sultan I. Süleyman döneminde vezir olmuştur.

1542 yılının Mart ayında, Divanda tartıştığı Sadrazam Hadım Süleyman Paşa yüzünden, görevinden azledilir ve bu aşağılamayı hazmedemez, evine kapanıp kendisini açlığa mahkum ederek, 17 gün sonra 1542 yılında ölür. Hüsrev Paşanın buradaki türbesi 1542 yılı ve Mimar Sinan yapımıdır. Mimar Sinan’ın ilk yıllarına aittir. Türbesi civarında mektebi, çarşısı ve çeşmesi de vardır. Türbe, o zamana kadar sadrazamlık makamına yükselememiş vezir türbeleri arasında, en süslüsü ve gösterişlisidir. 1545 tarihli kitabesinde “Mezar-ı Hüsrev Paşa rahmetullahi aleyh” yazısı bulunmaktadır.

Paşanın ölüm tarihi 1544 olarak bilindiğinden kitabede yazılı 1545 rakamı şaşırtıcıdır. Dış mimarisi ve o dönemdeki türbelerde pek görülmeyen derecede gösterişli ve zengin süslemelerle bezenmiş olan türbenin, ilk yapıldığında bazı kalıntıların gösterdiği gibi, iç duvarları da muhtemelen çinilerle kaplıydı. Kubbedeki kalem işi nakışlar ise geçen yüzyılda yapılmıştır. İçeride kubbeye geçiş mukarnaslı bir korniş şeridiyle sağlanmıştır.

Sinan’ın çok daha ünlü kişiler için yaptığı türbelerin sadeliği görüldüğünde, bu yapının gösterişli oluşu hayret uyandırmaktadır. Burada, Sinan, dış süslemeye önem vermiş, fakat daha sonra bundan vazgeçmiştir. Türbe: Osmanlı dönemi boyunca büyük yangın felaketlerinden etkilenmiş ve zarar görmüştür. Son olarak 1918 yılındaki bir yangında türbe tekrar alevler arasında kalarak hasar görmüştür. 1950 yılında restore edilmiştir. Türbe sekizgendir. Her köşede ince sütunlar vardır. Kubbe tambur üstüne oturur.

Kubbe ve ana gövde arasında, saçak işlemeler ilgi çeker. Yani özellikle binanın tepesindeki taş işçiliği çok güzeldir. Kubbenin ortasında kalem işi bir madalyon vardır. Birbirine geçen taşlardan oluşturulan kemerin altındaki giriş kapısı, iyi durumda değildir. Türbe içinde: Hüsrev Paşa, İlyas Reis ve Hızır Reis gömülüdür. Ancak: iç kısımda hiçbir mefruşat ve sanduka kalmamıştır. Çünkü iç kısımdaki sandukalar bir yangın sonucu yanmıştır. Ancak paşanın sandukasının mermer şebeke ile kaplı olduğu günümüze gelen izlerden anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak, türbe: taşlarını kavurup kemiren, zengin süslemesini, ahşap kapı ve pencere kanatlarını tahrip eden yangınlara ve nihayet yıllarca süren ilgisizlik ve bakımsızlığa rağmen, Osmanlı dönemi Türk mezar mimarisindeki müstesna yerini korumaktadır.

bali-pasa-camisi-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Bali Paşa Camisi-Hüma Hatun Camisi

 

BALİ PAŞA CAMİ-HÜMA HATUN CAMİİ

Hüsrev Paşa türbesinden kuzeye doğru yürüyün, Bali Paşa Sokağına vardığınızda burada Bali Paşa Camisini görebilirsiniz. Akşemsettin Mahallesindedir. Burası: İstanbul’un en klasik mimari eseridir.

Yani Bali Paşa Mahallesine ismini, semtin en gözde eseri olan Bali Paşa Camisi vermiştir. Ancak camiye “Hüma Hatun Camisi” de denir. Yazının hemen başında belirtmek isterim ki, Bali Paşa camisinin yapılış tarihi son derece karışıktır.

Hüma Hatun: bu yapıyı kocası “Bali Paşa” adına yaptırmıştır. Ancak bir varsayıma göre: Hüma Hatun, Sultan II. Beyazıt’ın kızıdır ve camiyi 1504 yılında yaptırmıştır. Diğer varsayıma göre: Hüma Hatun, İskender Paşanın kızıdır ve camiyi 1548 yılında Mimar Sinan’a yaptırmıştır.

Yani: Antalyalı Bali Paşa: ya Sultan damadı ya da İskender Paşanın damadıdır. Hatta, bir söylentiye göre ise: cami inşaatı Bali Paşa tarafından başlatılmış, kendisinin 1495 yılında ölümü üzerine, zevcesi Hüma Hatun tarafından tamamlanmıştır.

Bu varsayımları tetikleyen en büyük etken: giriş kapısının sağındaki kitabede yazılı olanlardır ki, burada caminin Sultan II. Beyazıt’ın vezirinin damadı Bali Paşa tarafından yaptırılmıştır.

Gelelim Hüma Hatun’a: bir varsayıma göre Sultan II. Beyazıt’ın kızı ve diğer bir varsayıma göre ise Sadrazam İskender Paşanın kızıdır. Caminin yapılış tarihi konusunda da çelişkiler vardır. 1504 yılında yapıldı ise, caminin mimari kitabesinde yazılı olduğu gibi, Mimar Sinan olamaz.

Çünkü: Mimar Sinan o tarihte henüz 14 yaşındadır ve İstanbul’a bile gelmemiştir. Bu durumda, caminin mimarı Mimar Acem Ali’dir.

Ancak cami ileri ki yıllarda Mimar Sinan tarafından esaslı bir onarımdan geçirilmiştir ve bu yüzden camiyi yapan olarak Mimar Sinan ismi geçmektedir. Hatta: 1509 yılında küçük kıyamet denen İstanbul’daki büyük depremde bütün yapılar gibi, burası da hasar görmüş ve yine büyük olasılıkla Mimar Sinan tarafından onarılmıştır.

Hatta, yine bir çelişki: caminin son cemaat yeri alınlığında yapım tarihi olarak 1494 yılı yazılıdır. Eğer bu tarih doğru ise, Bali Bey: Kanuni Sultan Süleyman döneminin meşhur ismi Malkoçoğlu Bali Beydir.

Gelelim caminin mimari özelliklerine: yapı: tamamen kesme taştan yapılmıştır. Tek minaresi: sağ yandadır ve şerefesi mukarnas süslüdür. Taştan yapılmış olan minarenin gövdesini süsleyen çubuklarda, Mimar Sinan’ın sanat izlerini sezmek mümkündür. Zaten sadece Mimar Sinan eserlerinde, minarede çubuklu gövde görülür. Beş kemerli son cemaat yeri, altı sütun üzerine oturmuştur ve başlıkları çok güzeldir.

Sağır kubbe 12 metre çapındadır. Dıştan daha alçak bırakılan sekiz köşe bir kaideye oturur. Kubbe çevresi ayet ve hadislerle bezelidir. Giriş kapısının sol ve sağ yanındaki mukarnas süslü niş mihrabiyeler çok zariftir. Caminin son cemaat yeri, mahfil kapısı alınlığında taşa işlenmiş 22 satırlık kısmen Arapça vakfiye bulunur.

Bu belge, İstanbul’da taşa işlenmiş dört vakfiyeden biri olarak önem kazanmaktadır. Caminin minberi 1935 yılında başka bir camiden taşınmıştır, mermerden, mihrabı alçıdandır. Ahşap olan kürsüsü, Ayasofya camisinin müze olmasıyla oradan gelmiştir. Ayasofya’dan şamdanlar da getirilmiştir. Sol yanda, sekizgen ve sekiz sütunlu mermer şadırvanın üstünü kurşun çatı örter.

Kaynaklarda caminin yanında bulunduğu bildirilen, kurucusu Bali Paşa ve zevcesi Hüma Hatun’a ait türbe ve mezar taşları ise günümüzde yoktur. Sadece, soldaki duvarın açıklığında 6 metre kadar uzunluğunda bir temel kalıntısı bulunmuş olup, bunun adı geçen türbeye ait olduğu düşünülmektedir. Hazirede geç dönemlere ait 10 kadar kabir bulunmaktadır. Daha önce yaptırılan şadırvan da yok olmuştur. Bunun temeline de avlunun toprak tesviyesi sırasında rastlanmıştır.

1633 yılındaki yangında cami hasar görmüştür. Ancak en büyük tahribat, 1893 yılındaki büyük depremde olmuş, caminin büyük kubbesi tamamen çökmüş, son cemaat yerinin beş bölümünü örten beş küçük kubbe ve bunları taşıyan kemerler de yıkılmıştır. 1918 yılında, Fatih yangınında da caminin çevresi tamamen boşaltılmış ve yapı uzun yıllar harabe halinde kalmıştır. Bu esnada caminin üstü de açık kaldığından, iç süslemeleri ve eşyası yok olmuştur.

Bugün görülen kalem işi işlemeler, o yıllarda yapılmıştır. 1935 yılında kurtarılması çalışmaları başlamış, ana kubbesi yapılmış, fakat son cemaat yeri olduğu gibi bırakılmıştır. Yıkılan kubbenin yerine yenisi, betonarme olarak yapılmış, ancak kubbeye bir yükseklik verilerek binanın devri ve üslubu bozulmuştur. Ayrıca alçıdan bir mihrap yapılmıştır. 

Ancak 1965 yılından sonra son cemaat yeri, Vakıflar İdaresi tarafından tamamlanmış, orijinalliğini kaybetmiş ve günümüzdeki şeklini almıştır. Son restorasyonda çevre duvarları ve şadırvan da ilave edilmiştir. Yapını sol tarafındaki kuş evini görün. Günümüzde ibadete açıktır.

edited for web use
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Hadim Mesih Mehmet Paşa Camii-Mesih Ali Paşa Camisi
mesih-mehmet-pasa-camisi-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Hadim Mesih Mehmet Paşa Camii-Mesih Ali Paşa Camisi

 

HADİM MESİH MEHMET PAŞA CAMİİ-MESİH ALİ PAŞA CAMİİ

Eski Ali Paşa ve mütercim Asım Sokaklarının birleştiği yerdedir. Halk arasında “Mesih Ali Paşa” diye de bilinir ve cami “Mesih Ali Paşa” camisi olarak da tanınır. Niye bu isim geçmektedir? Bu civarda Hadım Atik Ali Paşa camisi olduğundan ve caminin önünden geçen Eski Ali Paşa isminden dolayı, bu caminin ismi bazı kitaplarda Hadım Ali Paşa camisi olarak da adlandırılmaktadır.

Bulgar asıllı Mesih Mehmet Paşa: Hadım ağası iken devlet adamlığına atanmış ve 5 yıl sürdürdüğü Mısır valisi olduğu dönemde yaptığı zulüm ile ün salmıştır. Sultan III. Murat zamanında, kısa bir süre sadrazamlık yapmıştır. Bu camiyi de, bu sırada yaptırmıştır. Ayrıca, Laleli’deki Mirelaion kilisesini de camiye çevirmiştir. 1592 yılında İstanbul’da ölmüştür.

Klasik dönem yapısı, 1585 yılı yapımı caminin mimarı bilinmemektedir. Mimar Sinan’ın eserlerinin anlatıldığı kayıtlarda bu caminin adı bulunmaktadır, ancak caminin inşaatında, Sinan’ın öğrencisi Davut Ağanın büyük katkıları olduğu bilinmektedir. O dönemde: bazı değişik mimari eserler gibi, bunun da ilginç bir planı vardır. Caminin bulunduğu yerde, daha önce Vezir Hasan Paşanın yaptırdığı bir mescit vardır.

Mehmet Paşa: Hasan Paşa ile anlaşarak, mescidi yıktırır ve yerine bir mescit yaptırır. Hasan Paşanın mescidi, Karagümrük semtine nakledilir. Hasan Paşa: bu caminin haziresindeki kabrinde yatmaktadır. Zaman içinde harap olan mescit, 19’ncu yüzyılda Sultan II. Abdülhamit’in fetva Emini Hacı Nuri Efendi tarafından yeniden yaptırılmış, Muhzir Mehmet Efendi tarafından minberi konularak cami haline getirilmiştir. Cami: eğimli bir zemine oturduğu için, avlunun mihrap kanadı, dükkanlar yapılarak yükseltilmiştir. Ayrıca, binanın kendisi de bir hayli yüksektir. Duvarları kagirdir.

Bütün duvarlar çinilerle kaplanmıştır. Mihrap ve minber, Kütahya çinileriyle süslenmiştir. Ancak: mihrabın her iki yanındaki duvarlar boştur, çünkü çinileri çalınmıştır. Avlunun ortasında: her zaman görmeye alışık olunan şadırvan yerine, Mesih Mehmet Paşa’ya ait olduğu söylenen bir türbe görülür. Bu yüzden, abdest muslukları, revağın yanındadır. Son cemaat yeri: iki revaklıdır, ancak dıştaki revak yıkılmıştır. İç mekanda çok az pencere bulunması nedeniyle karanlık bir cami olarak öne çıkar.

Dolayısıyla herhangi bir şey taşımayan bir sıra sütun durur. Son cemaat yeri, çoğu zaman olduğu gibi, beş gözlüdür. Altı adet granit sütunla beş göze ayrılmıştır. Kayyım ve müezzin odaları da avlunun iki köşesindedir. Demir iskeletli ve 12.80 metre çapındaki kubbe: dörtgen içinde, sekizgen desteklidir. Düzenlemesi ilginçtir. Yan galeriler, duvarlarla ayrılmıştır ve bunlarda içeri bakan pencereler vardır. Mihrap tarafındaki çiniler oldukça güzeldir. Tek şerefeli minarenin gövdesi, tuğladan örülmüş olup, üzeri çimento ile sıvanmıştır. Şerefe korkulukları demir kafeslidir, külahı ilgi çeker.

Yukarıda belirttiğim gibi, avludaki türbe açık bir türbedir. Sekizgen planlıdır ve mermerden inşa edilmiş, demir parmaklıklardan sekiz pencere yapılmıştır. Türbenin, Paşanın ölüm tarihi olan 1592 yılında yapıldığı tahmin ediliyor. Türbenin hemen yanında, birkaç basamakla inilen aşağıdaki sette, abdest muslukları bulunuyor. Osmanlı mimarisinin klasik devrine ait bu eser, 1894 yılındaki depremde büyük hasar görmüş ve 1935 yılında restorasyondan geçirilmiştir. Özellikle bahçesi çok güzeldir.

pantokrator-1
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Pantokrator Kilisesi-Zeyrek Camisi
pantokrator-2
İstanbul Saraçhane ve Zeyrek Pantokrator Kilisesi-Zeyrek Camisi

 

PANTOKRATOR KİLİSESİ-ZEYREK CAMİİ

Atatürk Bulvarı boyunca aşağıya doğru yüründüğünde, SGK binasını geçtikten sonra burası görülür. Haliç’e hakim bir tepe üzerinde, teraslanmış ve düzleştirilmiş bir arazi üzerinde kurulmuştur.

Yazının hemen başında belirtmek isterim ki, burası 1986 yılında UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır. İstanbul’da, Ayasofya’dan sonra ayakta kalarak günümüze gelen en büyük kilisedir. Söylenenlere göre: Bu manastır: “Oniki Havari Kilisesi” bodrum katında mezar için yer kalmayınca telaşlanan İmparator Comnenos ve Eşi İrene tarafından yaptırılmıştır. Pantokrator kelimesi: İsa’nın yaratıcı ve kurtarıcı özelliklerini birleştiren “Evrenin efendisi” demektir. Bu manastır kompleksinin Patrikhaneye değil, doğrudan İmparatora bağlı olması, özel önemini gösterir.

Kilise: iki kilise ve ortalarındaki bir şapelden oluşur. Ayrıca: ruh bazı kayıtlara göre göz hastalıkları hastanesi, normal hastane ve yaşlılar için bakım evi vardır. Yani burası bir kompleks yapıdır. İmparator ve imparatoriçe: manastıra çeşitli yerlerde, pek çok arazi ve mülk vakfettiler.

Bünyesinde 700 rahip bulunduğu rivayet edilen manastırın vakıfları arasında, Marmara çevresinde birçok manastır vardı ve bunlar kendi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, gelir fazlasını panktokrator’a göndermek zorundaydılar. Manastırın sahip olduğu araziler ise: Makedonya’da, Trakya’da, Batı Anadolu ve Ege denizi adalarında bulunuyordu.

İlk Kilise-Güney kilise

Buradaki manastır kompleksi: kilise, kütüphane ve hastaneden oluşur. 1118-1124 yılları arasında, İmparator II. Kommenos’un eşi Macaristan Kralı Ladislavus’un kızı İrene tarafından yaptırılmıştır. Kilise “Hristos Pantokrator” yani “Her şeye kadir İsa” adına yaptırılmıştır. Ancak mabedin tamamlanmasını göremeden 1124 yılında öldü. Yarım kalan inşaat, yani yaşlılar evi ve hastaneler, eşi İmparator Komnenos tarafından tamamlandı. Sütun başlıklarındaki monogramlardan mimarın Nikeforos adlı bir usta olduğu anlaşılmaktadır.

İkinci Kilise-Kuzey kilise

İrene’nin ölümünden sonra, İmparator II. Kommenos: kuzeyde, birinci kilisenin az ilerisinde, birinciye benzer bir kilise daha yaptırır ve bu yeni kiliseyi “Theototos” yani Tanrının Annesi Meryeme adar. Bu yeni kilise: diğer kiliseden biraz daha küçük ama aynı tiptedir.

Üçüncü Yapı-Şapel

Sonrasında, 1136 yılında İmparator her iki kiliseyi birleştirmeye karar verir. Her iki kilisenin arasına: Beş melek Mikail’e adanmış bir üçüncü yapı yani şapel yaptırılır. İki yapı arasındaki mezar şapeli, üstü oval biçimli bir kubbe ile kapatılmış dar ve uzun bir mekandan ibarettir. Bu şapelin altındaki mahzende: Kommenos ve Paleologos hanedanından ünlü şahısların mezarları bulunmaktadır.

Şapel: koridorları olmayan, iki kubbeli ve tek apsislidir. Araya yerleştirilmesi için, oldukça düzensiz formda inşa edilmiştir. Şapelin yapılış amacı: Kommenos ve Palaiologos hanedanlıklarının mezarlık kilisesi olmasıdır. Sonrasında pek çok ünlü ve yüksek rütbeli Bizanslı, buraya gömüldü. İmparator 1142 yılında buraya gömüldü. 1124 yılında ölen İrenenin lahdi de bu şapele yerleştirilmişti.

1204 yılı Haçlı-Latin işgali

1204 yılındaki Haçlı-Latin istilasında, 57 yıl boyunca, manastır kompleksi farklı amaçlarla kullanıldı. Yapının bir kısmı saray olarak kullanılırken, bir kısmı da konuk evi olarak kullanıldı. Katolik rahipler: Ayasofya’da bulunan “Yol gösterici Meryem” ikonasını buradaki kiliseye getirdiler. İrenenin buradaki lahdi açılarak soyuldu. Yağmalanan lahit: geçen yüzyıl ortalarına kadar Pantokrator’un dışında durur ve daha sonra ise buradan alınarak günümüzdeki yerine, Ayasofya’nın dış narteksine taşınır.

Bu yağmalanma sırasında, manastırın hazineleri de çalınmış ve bazıları Venedik şehrine götürülmüştür. Venedik şehrinde, St Mark Bazilikası sunağı olan “Pala d’Oro” nun bir kısmının Pantokrator’dan getirildiği bilinmektedir. Hz İsa’nın çarmıhtan indirildikten sonra, üzerine yatırıldığı tahta sehpanın da bu kilisede olduğu rivayet edilmektedir. İsa’nın gerildiği çarmıhın parçası da, Latin Katolik başrahip martin tarafından manastırın demir kasasından çıkarılarak yine Venedik üzerinden Fransa’ya kaçırılmıştır.

Bunların yanı sıra, Jak Deleon tarafından yazılarında bir de “mermer tabla” dan söz edilmektedir. 1204 yılında bu taşı gördüğünü öne süren Robert de Clari: mermerin üzerinde Meryem Ananın gözyaşlarının izleri bulunduğu öne sürer. Manastırda: Demetrios, Flours ve Lauris gibi azizlerin cesetlerinin kalıntıları bulunmaktaydı. Burada saklanan Aziz Blasius’un kafatası da, Latin Kralı Baudouin (1228-1261) tarafından, Fransa kralı Saint Louis’e gönderilmiştir.

Genel

Kiliseler kompleksi: 1120-1136 yılları arasında tamamlanır. Üç kiliseler birleştirilip ara duvarların bazı bölümleri kaldırılınca, üç bölüm birbirine açılmış ve tek bir mekan ortaya çıkmıştır. Bu mekan yani üç kilise yapısı, o dönemde, İstanbul’da Ayasofya’dan sonraki en büyük dini yapıdır. Kuzey ve güney kiliseleri, haç planlıdır. 

Güney kilisesinin üç apsisi vardır. Kilisenin taban mozaikleri yok olmuştur. Duvar mozaikleri görülür ve bunlarda Hz İsa, genellikle genç ve sakalsız olarak tasvir edilmiştir. Yüksekliği 6 metreyi bulan tavan, her birinde yedi sütun ve üç kare paye olan üç sıra sütun tarafından taşınmaktadır. Duvarların üzerindeki tonozlu dehlizlerden doğuda olanı: 19’ncu yüzyılda konut olarak kullanılmıştır.

1261 yılında Bizans imparatoru görevine katılınca, törenle şehre girerken, tören alayının başında taşınması için “Aziz Luke” un eseri olduğu söylenen ve Eşi İmparatoriçe Eudoxia tarafından Kudüs’ten İstanbul’a getirilen “Yol Gösterici Meryem” ikonasını kiliseden aldırmıştır. Ardından Hodegetria Meryem’inin yani ikinci kilisenin, çok önemli ikonu, yerine konmuştur.

Bu önemli eser: 1453 yılında, günümüzdeki Kariye Müzesine taşınmış ve korumaya alınmıştır. Ayrıca: kiliseler dönemindeki: mermer döşemeler, narteksin hoş kapı kasaları ve apsis ile tüm mermer kaplamalar, özgün dekorasyonun büyük kısmı korunarak günümüze ulaşmıştır. Kraliçe Eirene’nin fakir, yaşlı ve düşkünlere yardım etmek için kurduğu yaşlılar evi ve göz hastanesi gibi yapılar 1455 yılına kadar işlevini sürdürmüş, ancak günümüze ulaşmamıştır.

Manastır hastanesinin kadrosu ve düzeni hakkında bazı bilgiler mevcuttur. Buna göre: hastanenin toplam 50 yatağının 10 tanesi yaralılara, 10 tanesi göz hastalarına, 10 tanesi iç hastalıklarına, 8 tanesi başka hastalıklara ve 12 tanesi kadın hastalıklarına ayrılmıştır. Ayrıca her bölümde, acil durumlar için birer yatak bulunduruluyordu. 6 yatak da yatalak hastalara tahsis edilmişti. Yoksullara hizmet veren hastanede, 10 doktor ve 15 sağlık memuru çalışmaktaydı.

Hastanenin yanında 24 yataklı bir yaşlılar yurdu vardı. Yurdun sakinlerine ekmek, şarap, yağ, peynir ve odun ücretsiz olarak temin edilmekteydi. Akıl hastaları için ise, şehrin başka bir yerinde bir birim oluşturulmuştu. Daha sonraları Sırbistan kralı olacak olan Stefan Decanski: iki oğlu ile birlikte 1313-1320 yılları arasında manastıra kapatılarak göz hapsine alınmıştır.

Evliye Çelebi: 16’ncı yüzyılda Mimar Sinan tarafından  temizlenen ve onarılan camide: kubbe ve kemerler içinde, altın sürülmüş resimler” gördüğünü ve sütunların “kıymetli taşlardan” yapıldığını belirtir. Yine Evliya Çelebi’nin yazılarından bir alıntı yapalım: Evliya Çelebi, Seyahatnamesinin İstanbul’da yaşanan garip ve acayip hadiseleri anlattığı bölümünde: İstanbul halkının, Pantokratok kilisesi yanındaki sarnıçlarda, kışın zemheri geceleri olunca, nice koncoloz denilen cadıların çıkıp arabalara binip dolaştıklarına inandıklarından bahseder, inanışa göre, cadılar seher vakti olunca, hepsi adı geçen mağaraya girerek kaybolurlarmış.

Camiye dönüşüm

Fetihten önce: Türk tehlikesine karşı Ortodoks ve Katolik kiliselerinin birleşmesi için, 1438 yılında yapılan Ferra-Floransa Konseyine, Patrik Gennadios, son imparator XI Konstantin ile birlikte katılmıştır. Ancak, İmparatoru, Roma kilisesine teslim olmakla suçlar ve isyan çıkarır. Bunun üzerine, Patriklikten azledilerek bu manastıra hapsedilir. Fetihten sonra ise: Georgios Kourtesis Scholarios: Fatih Sultan Mehmet ile yaptığı uzun görüşmelerin ardından, tekrar Ortodoks mezhebinin Patriği ilan eder.

Çünkü: Georgios, fetihten önce, Müslümanlara karşı, Katoliklerle ittifak yapılmasına karşı çıkmıştır. Katolik aleyhtarı olan bu kişiyi halk çok sevmiştir. Patrik olmasından sonra, ismini “Gennadios” olarak değiştirmiştir. Fetihten sonra: Fatih Sultan Mehmet tarafından, burası cami ve medrese olarak kullanılmaya başlanmıştır.

İstanbul’da açılan bu ilk medresenin başına “Molla Zeyrek Mehmet Efendi” getirilmiştir ve İlahiyat okulu burada eğitime devam etmiştir. (Zeyrek: hazır cevap anlamındadır) Fatih Külliyesi tamamlandığında ise, medrese kapanır ve burası sadece cami olarak kullanılmaya devam edilmiştir.

Kariye camisinin minberi buraya taşınarak namaz mekanı meydana getirilmiştir. Osmanlı döneminde: kilise sütunlarının yerine, kesme taştan ayaklar konur. Caminin minberinde: Bizans dönemine ait heykel parçacıkları ve baldakenin tavanı kullanılmıştır. Caminin tek şerefeli, bir minaresi vardır. Doğu penceresindeki vitray parçaları: vitray ın Batı değil Bizans tarafından icat edilip geliştirilen bir sanat olduğunun kanıtıdır.

Yapı: 1756 yılında bölgede önemli ölçüde tahribat yapan Cibali yangınından ve 1766 yılındaki büyük depremden sonra: ciddi bir onarım görmüştür. Bu onarım sırasında, kubbeleri taşıyan (18’nci yüzyıla kadar yabancı gezginlerin gördükleri ve anlattıkları, gövdeleri kırmızı renklidir) sütunların yerlerine, bugün mevcut olan barok üslubundaki payeler ile mihrap ve hünkar mahfili yapılmıştır. Bu eklemelerin gösterdiği sanat özellikleri de, onarımın 18’nci yüzyılın ikinci yarısında gerçekleştiğini göstermektedir.

1854 yılında, Alman İmparatoru IV Wilhelm’in İstanbul’a gönderdiği mimar Salzenberg: kilisenin tabanındaki “Samson” un hayatını anlatan mozaiği ortaya çıkarmış ve yayınlamıştır. İlk kilisede bulunan Samsonun aslanlarla dövüşmesini betimleyen mozaik halen görülebilmektedir.

1950’li yıllarda son derece bakımsız durumda olan caminin güneyindeki büyük kısmının ahşap bölümü söküldüğünde, önceden mevcudiyetinden haberdar olunan ancak üstündeki döşeme nedeniyle görülemeyen çok zengin mozaik bir zemin süslemesi ortaya çıkarılmıştır.

Yapının zemin yüzeyinde: renkli taşlardan yuvarlak levhaların çevresine geçmeler yapılmış, köşelerde ise koyu renkli taşların içlerine beyaz taşlardan kakma tekniğinde figürler işlenmiştir. Buradaki mozaiklerin ve ortadaki mezar  şapelinin temizlenmesi sırasında Kariye caminin minberi de buraya taşınmıştır.

1970 yılında yeniden restorasyon yapılmıştır. Günümüzde caminin çevresinde, daha önceleri manastırın altında olduğu anlaşılan, değişik ölçülerdeki sarnıçlar vardır. Manastırın doğusunda  50 x 18 metre ölçülerindeki sarnıcın 12’nci yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir.

1997-1998 yılları arasında yapılan çalışmalarda ise, çatı kaplamaları yenilenmek üzere kaldırıldığında, apsisi örten yarım kubbe ile doğu duvarı arasında bir kısım amfora bulunmuştur. Günümüzde: güney kilise cami olarak kullanılmaktadır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük

edirnekapı.genel.1
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük

 

 

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Burası şehrin 6’ncı tepesidir.

Edirnekapı’nın Bizans dönemindeki ismi “Harisius” tur. Ayrıca: Chariusius, Polyandri, Myriandri olarak da isimlendirildi. Bazı kaynaklara göre: Kodinos, Maviler ve Yeşiller gurubundan, sekizer bin kişi, sur inşaatında çalışmıştır. O dönemde, burası merasim kapısı olarak kullanılıyordu. İmparatorlar sefere çıkarken veya seferden dönerken bu kapıdan geçiyorlardı.

Osmanlı dönemi

İstanbul’un fethi sırasında ise, ilk gedik bu kapıdan açılmış ve Fatih Sultan Mehmet bu kapıdan şehre girmiştir. O yüzden, burası Osmanlı döneminde en çok önem verilen askeri kapı olmuştur. Edirne kapı bir zamanlar Eyüp Caminde kılıç kuşanan padişahların şehre girmek için kullandıkları kapıydı. Eski başkent Edirne’den gelenler de bu kapıdan geçerek şehre girerlerdi. Ayrıca yine Edirnekapı: tören yolu niteliğinde Divanyolu’nu Edirne’ye bağlamaktaydı. Yani payitahtın Edirne’ye açılan kapısıydı.

karagümrük.genel.1
İstanbul Karagümrük

Karagümrük

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Edirnekapı’nın hemen yanında Karagümrük semti vardır. Cerrahpaşa gibi İstanbul’un ilk semtlerinden birisidir.

İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı imparatorluğunun ünlü külhanbeyi Kara Davut yönetiminde: bölgeye giriş ve çıkışlar ile gümrük işlemleri burada yapılmaya başlandı.

Karagümrük ismi: surların bir kısmında, bir çeşit ülke içi, şehir gümrüğü olmasındandır. Karadan gelen mallar, burada gümrükten geçerek İstanbul şehrine giriyordu.

Osmanlı dönemindeki en gözde semtlerden birisiydi. Burada anıtsal eserler yaptırıldı.

1950’lere kadar, semte renk katan Balkan göçmenleriyle, başarılı spor külupleriyle anılırdı.

Bir zamanlar İstanbul Türkçesinin en seçkin aksanı Karagümrük’te konuşulurdu.

İstanbul’u yakan kül eden yangınlar, semtin tarihinde derin izler bırakmıştır. 1639 yılında Balat kapısından başlayan alevler, Karagümrük’ü tamamen yok etmiştir. 1693 ve 1721 yıllarındaki yangınlar da tam bir felakettir. Ancak en büyük yangın, 1782 yılında 22 Ağustos günü başlamış,12 gün sürmüş ve tam 2100 ev yanmıştır.

Cumhuriyetten sonra, mübadeleyle gelen Selanik göçmenlerine, Balkan göçmenleri eklendi ve mahallenin kültürel dokusu zenginleşti. 1950’lerde Siirt ve Bitlis şehirlerinden gelenler, zamanla şehirde uyum sağlayıp Karagümrük’lü oldular. Vatan caddesi ve Fevzi Paşa bulvarlarının açılmasıyla, ahşap evler yerlerini apartmanlara ve bostanlar ise bloklara bıraktı. Kaçak yapılaşma: külliyelerin ve medreselerin arazilerini yağlamadı. Semtin köklü sakinleri, başka muhitlere taşındılar. Ama yine de büyük bölümü mahallelerini bırakmadılar.

SURLAR

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Fatih’in ordularının şehre girdiği sur kapılarının bulunduğu hat: Ayios Romanos Kapısı-Harisius kapısı arasıdır. Lykos Deresinin (günümüzdeki Bayrampaşa deresi) bir yarık meydana getirdiği, günümüzdeki Vatan caddesinin uzandığı hat: doğal bir sınırdı.

Burada: zemin zor olduğundan derin hendekler yapılmamıştı. Böylece kara surlarının en zayıf kısmı burasıydı. Lykos vadisi: bir imparatorluğun bayrağının inmesi ve yeni imparatorluğun bayrağının dikilmesine şahitlik etmiştir.

Konstantinopolis şehrinde: İmparator II. Theodosios döneminde, Praefectus yani vali olan Anthemios: 412 yılında mevcut surları genişletmiş ve daha batıya taşımıştır. Böylece Blakherna ve Exoshionion bölgeleri arasında kalan yerler de sur içine alınmıştır. Bu surların 10 tane ana kapısı ve birkaç tali kapısı vardı.

Son olarak: Edirnekapı-Eğrikapı-Ayvansaray arasında uzanan surlar: Belediye tarafından 1992 yılında onarılmıştır. 1999 Marmara depreminde ise, Edirnekapı’nın güneyindeki kule, büyük hasar görmüştür.

şehitlik.1
İstanbul Edirnekapı Şehitliği
şehitlik.mısır tarlası.1
İstanbul Edirnekapı Şehitliği
şehitlik.mısır tarlası.2
İstanbul Edirnekapı Şehitliği

 

EDİRNEKAPI ŞEHİTLİĞİ

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; 1453 yılında İstanbul’un fetih edilmesi sırasında, surların önünde savaşırken ölüp şehit düşen Müslüman askerleri: Edirnekapı, Topkapı, Maltepe ve Topçular arasında kalan geniş araziye gömüldüler. Osmanlı döneminde “Sır Tekke” denen bu ilk şehitliğin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Osmanlı döneminde, bayram sabahları camiden çıkan cemaat “Sır Tekke” de toplanır ve şehitlerin ruhlarına dua ederlerdi.

E-5 kara yolun, Haliç köprüsüne birleştiren tünelin yapımı sırasında, tünelin üstüne düşen kısımdaki bir kısım şehit kabirleri, buradan alınarak başka yerlere nakledildi. Sır Tekke denilen yer de buraya denk geldiğinden, buranın orijinal görünümü değişikliğe uğradı.

Mezarlıkta eski kabirlerden oluşan bölüm ise “Mısır Tarlası” olarak isimlendirilir. Zamanın tahribatına uğrayan bu bölüm, tamamen eski mezarlardan oluşmaktadır. Yani yeni mezar yoktur. Günümüzdeki Edirnekapı şehitliğinde ise: Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı ve özellikle Çanakkale savaşı sırasında yaralanarak İstanbul’a getirilen ve tedavi sırasında İstanbul hastanelerinde ölen ve şehit olan Müslüman askerler gömülmüştür. Bunların sayısının 13 bin olduğu tahmin edilmektedir. Ama mezarlığın eski kabirlerden oluşan bölümü, yukarıda söylediğim gibi “Mısır Tarlası” denen bölümdür.

mihrimah sultan camii.00
İstanbul Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi

MİHRİMAH SULTAN KÜLLİYESİ

Edirnekapı’da şehrin 6’ncı tepesi üstündedir.

Kale Boyu ile Fevzi Paşa caddelerinin kesiştiği noktadadır.  Külliye: cami, medrese, mektep, türbe ve hamamdan oluşmaktadır. Olağanüstü pandiflere sahip olmasıyla ün kazanmıştır. Medrese 17 hücrelidir, ancak günümüze ulaşmamıştır. Çünkü külliye, ikinci derece deprem kuşağında bulunmaktadır.

Eğimli arazi nedeniyle külliye, tonozlu altyapıların desteklediği bir teras üzerine inşa edilerek zemin seviyesinden yükseltilmiş, böylece çevresine hakim bir konuma çıkarılmıştır. Yapı yüksek bir tepeye inşa edildiğinden, zemini sağlamlaştırmak için Mimar Sinan, yüzlerce kuyu açtırmıştır. Cami ve kuzeydeki U planlı medrese, aynı avludadır.

mihrimah sultan camii.1a
İstanbul Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi Camisi

 

 

Cami

Diğer ismi “Edirnekapı cami” dir.

Cami, bir iddiaya göre: daha önce burada bulunan ve Aziz İoannes adına yaptırılmış “Aya Yorgi” manastırının üzerine inşa edilmiştir. Rivayete göre: bu yörede “Aya Georgios” a adanmış bir kilise vardır. Caminin buraya yaptırılmasına karar verilince, Sultan Süleyman’ın emriyle, yine aynı bölgede ahşap bir “Aya Georgios” kilisesi yaptırılacaktı. (Aşağıda bu konuda ayrıntılı bilgi verilecektir.)

Evet, burada görülen cami: Kanuni Sultan Süleyman’ın çok sevdiği kızı Mihrimah Sultan için 1562-1565 yılları arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Mihrimah Sultan: Sultan Süleyman’ın hayatta kalan tek kızıydı ve bu yüzden babası tarafından çok seviliyordu. Dönemin kaynaklarına göre oldukça büyük bir servete sahip olan Mihrimah Sultan, son derece dindar ve hayırseverdi.

Mihrimah Sultan 1558 yılında vefat etmiştir, yani bu cami onun vefatından sonra yapılmıştır. Zaten naaşı da buradaki türbede gömülü değildir. Kanuni Sultan Süleyman bu külliyeyi, hayırsever kızının ruhuna hediye ettiği içindir ki, onun ismiyle anılır olmuştur.

Camide: Mihrimah Sultana aşık Mimar Sinan tarafından: sarkıt ve minare işlemelerinde, saçları topuklarını döven bir kadın tasvir edildiği söylenmektedir.

Mihrimah Sultan: cami ve külliyelerin yapılacağı yerin seçimini Mimar Sinan’a bırakmıştır. Mimar Sinan’ın camiyi gözden uzakta, ilgiyi çekmeyecek bir yerde inşa ettirmesi, Mihrimah Sultana duyduğu gizli aşkın ifadesi, yansıması olarak yorumlanmıştır.

Mimar Sinan, Mihrimah Sultan için 2 tane cami yapmıştır. Bunlardan biri: Üsküdar sahilinde ve diğeri ise Edirnekapı’daki bu camidir. Ancak Edirnekapı’daki bu külliye ve caminin anıtsal yapısı ve estetik tasarımı, Üsküdar’daki külliyeyi gölgede bırakır.

Mimar Sinan: camileri yapmak için şehirde karşılıklı öyle iki nokta seçmiştir ki, 21 Mart tarihinde (bu tarihin Mihrimah Sultan’ın doğum günü olduğu söylenir) Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camisinden Üsküdar’daki Mihrimah Sultan camisine bakınca:  güneş yani “Mihr” Edirnekapı’daki caminin üzerinden batarken, ay yani “Mah” Üsküdar’daki caminin iki minaresinin arasından doğar.

Mimar Sinan: Mihrimah Sultanın ay ve güneş anlamına gelen ismine gönderme yapmak için bu durumu özellikle seçmiş ve yaratmıştır.

Mihrimah Sultan tarafından iki cami yaptırılmasının sebebi: Mihrimah Sultan Üsküdar’daki camide ilk sabah ezanı okunurken, son sabah ezanı da Edirnekapı camisinde okunacak olmasıdır. Böylelikle İstanbul semalarında ezan sesi daha uzun süre yankılanacaktı.

Sinan’ın eserlerinde: devletin hiyerarşik düzenini dikkate alan ve eserlerin görünümünde bunu yansıtan bir mimari üslup hakimdir. Bu tarz, uzun yıllar klasik Osmanlı mimarisi olarak kabul görmüştür. Bu yüzden şekil olarak Süleymaniye ve Selimiye külliyelerinin andırmasına rağmen, Sinan bu camiyi yaparken, buranın padişah değil de padişah ailesinden birine ait olduğunu, taşlarla anlatma becerisi göstermiştir.

Mimari yapı

Cami dikdörtgen planlı ve fevkanidir. Dış ölçüleri 39.50 x 28 metredir. Caminin kubbesi, dışarıdan bakıldığında tüm ihtişamı ile tek başına yükselmektedir. Ana kubbe 20.25 metre çapında ve 37 metre yüksekliktedir. Kubbe dört büyük payandaya basan pandiflere oturur. Bu payandalar, yapının dışında, kubbe kasnağına kadar yükseltilerek ağırlık kulelerine dönüşürler.

Kıble duvarının iki köşesindeki, ağırlık kulelerine yaslanan basamaklı payandalar, yapısal olmaktan ziyade estetiktir. 7 kubbeden oluşan son cemaat yeri revakları alçak tutulmuş ve böylece cami tepede bir anıt gibi her tarafa hakim yapılmıştır.

İlk defa Fatih Sultan Mehmet’in selatin camisinde kullanılan, dört adet devşirme somaki sütun ve kare baldaken uygulaması: Roma-Bizans mimarlık geleneğindeki imparatorluk statüsünü simgeleyen unsurlar olarak devam ettirilmiştir. Burada dört adet devşirme kırmızı granit sütun kullanılmıştır.

Bu durum, Mihrimah Sultanın statüsünün göstergesidir. İç mekanda kullanılan devasa kırmızı granit sütunların, bir zamanlar Bakırköy’de bulunan “Vaftizci Yahya Kilise” sinden alındığı tahmin edilmektedir.

Cami avlusunda: mermer bir şadırvan, 19 bölmeden ve 2 eyvandan oluşan iç mekan vardır. Şadırvan, Sinan camilerindeki en güzel şadırvanlardan biridir. Caminin güneyinde kalan avlu içinde, beş adet monolit Bizans sütunu vardır. Sütunların boylarının ve çaplarının birbirine yakın oluşu, bunların belirli bir noktada kullanılmak üzere ayrıldıklarını düşündürmektedir. Sütunların, Apsis duvarında kullanılan üçlü formdaki sütunları hatırlattıkları ileri sürülmektedir. Bu sütunlar, muhtemelen cami inşaatında kullanılmak üzere getirilmiş ve kullanılmamıştır.

Pencere dizileriyle şeffaflaşan beden duvarından giren ışık nedimeyle, iç mekan oldukça aydınlıktır. Özellikle aydınlık havada, renkli camlı pencerelerden süzülen ışık, renk cümbüşü yaratır. Caminin içinde toplamda 204 ve kubbede 161 pencere vardır. Sinan tarafından yapılan en aydınlık cami olduğu söylenir.

Mihrap beyaz mermerdir. Minber: mermerden yapılmıştır, geometrik süslemelerle korkuluklar şebekelidir. Kürsü ahşaptan yapılmıştır, geometrik şekillerle dekorlu ve sedef kakma süslüdür.

Minare

Minare: caminin tek şerefeli, kesme taştan yapılmış, kurşun külahlı minaresi, ilk yapıldığı orjinaline göre daha ince yapılmıştır. Yüksekliği 37 metredir. Bu yüzden, günümüzdeki minare, Sinan devri özelliklerine uymaz. Minarenin kürsü ve pabucu, yarıya kadar kalındır. Gelelim niye tek minare, aslında Mihrimah Sultanın statüsü iki minareli cami yaptırmaya uygundu. Ancak Mihrimah Sultan: yalnızlığını simgelemesi için camiyi tek minareli yaptırmıştır.

Ancak bazı kaynaklara göre: Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçen Sultan II. Selim’in, henüz tamamlanmayan cami inşaatında bazı konularda etkili olduğu yazılıdır. Sultan II. Selim’in, kıskandığı ablası Mihrimah Sultanı: statü simgesi sayılan birden fazla minare kullanma ayrıcalığından yoksun bıraktığı iddia edilmektedir. Ayrıca: yine bazı kaynaklara göre, bu uygulama, kişisel nefrete ilaveten, Mihrimah’ın gerileyen statüsünün de işaretidir.

Üsküdar’daki cami yapılırken, kendisini çok seven babası Kanuni ve eşi veziriazam Rüstem Paşa hayattaydı. Bu tercihin yani tek minareli tercihin bir başka sebebi de hanım sultanların sayısı arttıkça azalan iktidarlarının göstergesi olabilir. Çünkü: Üsküdar’daki camiden sonra, Sultan II. Selim’in kızları Şahsultan ve İsmihan Sultan için Sinan tarafından inşa edilen camiler de tek minarelidir.

Sinan, külliye için gereken su ihtiyacını karşılamak için, ayrıca Mihrimah Sultanın ismiyle anılan su yolları inşa etmiştir.

Sonraki dönemde hasarlar ve onarımlar

Cami: 1719 yılındaki depremde büyük hasar görmüş ve kubbeleri çökmüş ve onarıma tabi tutulmuştur. 1766 yılında yine depremden etkilenen cami, Sultan III. Mustafa tarafından tamir ettirilmiştir. Ancak 1894 yılındaki depremde minaresi devrilmiş ve son cemaat yerinin kubbeleri çökmüştür.

Ardından, 1907-1910 yılları arasında Evkaf Nezareti tarafından onarım ve restorasyon yaptırılmıştır. 1967-1969 yılları arasında bütün külliye yeniden elden geçirilmiştir. Son olarak: 1999 yılında Marmara depreminin ardından başlayan restorasyon, 2014 yılında bitirilmiş, minare yarısından itibaren tekrar inşa edilmiştir.

Cami hakkında Evliya Çelebinin yazıları

Evliya Çelebi, Mihrimah’ın camisi ve külliyesinden övgüyle söz ederek camiyi efsanelere, kutsal metinlerde konu olan İren Köşkü’ne benzetir. “Tanrı rahmetini ve merhametini esirgemesin, kızı Mihrimah Sultanın selatin cami: Edirnekapı’nın iç yüzünde bir yüksek zemin üzre yüce bir camidir. Diğer selatin camilerinin direkli İrem Köşküdür. Süleyman Han ……. Tarihinde temiz kızı adına yaptırıp bütün masrafı padişah hazinesinden harcamıştır.

Boyu ve eni … ayaktır. Nurlu mihrabı ve mahfili gayet sanatlıdır, ama hünkar mahfili yoktur. Dış avlusu baştan ayağa yüksek çınarlar ile gölgelenmiş bir avludur. Dört tarafı medrese odalarıdır. Bir cami ve çarşısı vardır, ama aşevi ve hastanesi yoktur. Minaresi bir şerefeli, on iki hane yüksek minaredir.”

Mihrimah Sultan Medresesi

1569 yılında yapılmıştır. Diğer vakıf mülkleri nedeniyle, dar bir sokak üzerinde konumlandırılmıştır. Simetrisi kısmen bozulmuş olsa da, yapı çevresindeki şehir dokusuyla organik olarak bütünleşir. Ama ilk yapıldığında, surlara çok yakın olması nedeniyle asimetrik bir plana sahiptir. Camiyle birlikte tasarlanmamış, sonradan külliyeye eklenmiştir. Ancak cami ve “U” planlı medrese, aynı avluyu paylaşmaktadır.

Medresede 17 oda vardır ama dershane yoktur. Derslerin camide verildiği düşünülmektedir. Odalar batı ve doğu yan kanatlardadır. Kuzeydeki cepheye sadece revaklar yerleştirilmiştir. Medresenin önündeki kubbeli revaklar, avluyu üç taraftan sarmaktadır. Doğu ve batı cephelerde birer, kuzey cephede ise iki kapı bulunmaktadır. Yapı bir dönem hastane olarak kullanılmış olup günümüzde ise, Fatih Müftülüğüne bağlı olarak eğitim amaçlı kullanılmaktadır.

mihrimah sultan hamamı.1
İstanbul Edirnekapı Mihrimah Sultan Hamamı

 

Mihrimah Sultan Hamamı

Muhtemelen 1570 yılı civarında yapılmıştır.

Hamam: külliyenin güneydoğusunda, Fevzi Paşa caddesindedir. Yani ana mekandan daha güneyde kalmaktadır ve muhtemelen 20’nci yüzyılda açılan sokak nedeniyle külliyeden ayrıymış gibi algılanır. Çifte hamam olarak inşa edilen hamamın: erkekler ve kadınlar kısmı, plan ve hacim bakımından birbirinin aynısıdır. Her iki bölüm de, kare planlıdır.

Arka tarafta, tuğladan yüksek bir külhan bacası görülür. Boyutları yaklaşık 30 x 45 metredir. Dikdörtgendir. Bu dikdörtgen uzunlamasına ikiye bölünerek kadınlar ve erkekler bölümü yan yana, simetrik olarak düzenlenmiştir. Erkekler bölümü, soyunmalığına caddeye bakan güney, kadınlar bölümü soyunmalığına ise yan sokaktaki batı cephesinden girilir. Ortasında fıskiyeli bir havuz bulunan soyunmalıkların ikisi de aynı birer topuz çatı ile örtülüdür.

Soyunmalıklardan birer kapıyla soğukluğa geçilir. Aynalı tonozla örtülü, enlemesine dikdörtgen planlı soğuklukların,  dış duvara gelen uçlarına üçer hücreli tuvalet hacimleri yerleştirilmiştir. Soğukluklardan sıcaklıklara doğrudan değil, köşedeki bir halvete girilerek geçilir. Her iki sıcaklık da haç planlıdır.

Haçın kolları arasına yerleştirilmiş, küçük birer kubbeyle örtülü dört halvet mekanı, sıcaklıkların planını kareye tamamlar. Ortada sekizgen biçimli bir göbek taşı vardır. Bu orta mekanın üzeri, daha büyük bir kubbeyle örtülüdür. Sıcaklıkların arkasındaki dar ama bütün yapının enince uzanan bölümün ortasında külhan, iki yanında su hazneleri vardır.

Geçirdiği bir takım doğal felaketler ve dönem müdahaleleri sonucu, yapının bir kısmı tahrip olmuştur. Ama özgünlüğünden çok şey yitirse de, Mimar Sinan hamamı olarak günümüze kadar ayakta kalabilmiş ender hamamlardan birisidir. Türk hamam kültürünün önemli bir eseridir.

Soyunmalık bölümündeki iki katlı ahşap soyunmalık, muhtemelen sonraki dönemlerde eklenmiştir. Ilıklık ve sıcaklık bölümleri, yaklaşık 1.5 metre yüksekliğe kadar beyaz mermerle kaplanmıştır. Halvet ve eyvanlarda: mermer kurnalar, mermer aynalıklı musluklar vardır. Sıcaklıktaki göbek taşı, sekizgen planlıdır. Kullanılan mermerler, Aydıncık ve Marmara adasından getirilmiştir.

Hamam: 1960’lı yıllarda, sahibi özel mülkiyet tarafından onarımdan geçirilerek yeniden işletmeye açılmış olup günümüzde faaldir.

Sıbyan Mektebi

Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Sinan eserlerinin listesini veren tezkirelerde Sıbyan mektebinin ismi yazılı değildir, bu yüzden mektep Sinan eseri sayılmaz. Caminin sağ tarafında: türbenin güney duvarına bitişik inşa edilen Sıbyan mektebi, biri kubbeli ve diğeri ise ayna tonozlu iki mekanlı olup, geometrik geçmeli, mermer söveli kapıdan birbirine geçilmektedir.

Dam örtüsünde üç kubbe vardır. Dershanesi üst kattadır. Dershaneyi aydınlatan büyük yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Bu pencereler, cephede ikişer adettir. Kare formlu olan yapı, Osmanlı Sıbyan Mektebi türüne uyum gösterir. Burada son olarak 2000-2015 yılları arasında restorasyon yapılmıştır.

Çarşı

Külliyenin çarşısının büyük kısmı günümüze ulaşmamıştır. Sadece: 63 dükkandan bir bölümü, avlunun kuzey duvarına bitişiktir.

Güzel Ahmet Paşa Türbesi ve hazire

Türbenin muhtemel yapım tarihi: 1560-1580 yılları arasıdır. Mihrimah Sultanın kabri, külliyedeki türbede değil, çok sevdiği babasının türbesi içindedir. Külliyedeki türbe, Mihrimah’ın damadı kızı Ayşe Hanım’ın eşi Veziriazam Güzel Ahmet Paşa’ya aittir. Kendisi 1580 yılında vefat etmiştir. İçinde Paşa ve diğer aile üyelerine ait 16 adet mermer sanduka vardır.

15.80 x 7.90 metre boyutlarında, dikdörtgen planlı türbenin üstü: ortada bir kubbe ve iki yanında bulunan aydınlık tonozlarla örtülüdür. Türbe yapısı: üç sıra tuğla hatıllı kesme taş duvarlara sahiptir. Uzun cephelerde beşer, dar güney cephesinde üç, kuzeyde ise iki pencere bir kapı bulunur.

Mütevazi türbede, herhangi bir süsleme yoktur. Türbe haricinde bir de hazire yani açık mezar alanı vardır. Buranın en büyük misafiri ise; Hilye-i Şerifesiyle meşhur olan Hakani Mehmet Beydir. Hakani: Rüstem Paşanın kız kardeşinin oğludur ve 1606 yılında vefat etmiştir.

istipol sinegogu.1
İstanbul Edirnekapı İştipol Sinagogu

   

İŞTİPOL SİNAGOGU

Mihrimah Sultan camisinin ilerisinde, Sultan çeşme caddesinde, Salmatomruk denen yerdedir.

Sinagog: 1694 yılında bir fermanla İstanbul’a kabul edilen Makedonya İştip şehrinden göç etmiş Museviler tarafından yapılmıştır. Ancak, bir yangın sonucunda tamamen tahrip olmuş ve kullanılmaz duruma gelmiştir. 1899 yılında  ahşap olarak yeniden yapılmıştır. Yarı ahşap yapı: yüksek duvarların arkasına gizlenmiştir ve camlarına tahta çakılmıştır.

Koruma altına alınmış sinagog, günümüzde ibadete kapalıdır. Sinegogun hemen karşısındaki 3 ahşap binada: cumbaların altında “Davut Yıldızı” görülür ve buna dayanarak bunlarda bir zamanlar Yahudilerin oturduğu düşünülmektedir.

kariye camii.1
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Khora Manastırı Kilisesi-Kariye Camii

 

   

KHORA MANASTIRI KİLİSESİ-KARİYE CAMİİ

Burası: Harisius kapısı yakınında, Petrada ve Konstantinos surlarının dışında kaldığından: Hora (taşra) adını almıştır.

Yapı: Hz İsa’ya adanmıştır. Yapılış tarihi, muhtemelen 7’nci yüzyılın ilk yarısıdır. İmparator Phocas’ın oğlu Krispos tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Ancak: son yapılan restorasyonda, drenaj çalışmaları sırasında, doğu duvar dibinde, ilk yapım dönemine ait temel kalıntıları ortaya çıkmıştır. Bu kalıntılar, erken Bizans dönemine ve 6’ncı yüzyıla tarihlenmektedir. 

Yapının ilk yapım dönemine ait bilgiler yoktur. Ancak, yapı: İmparator Alexios I Komnenos döneminde, annesi Maria Ducaena (1077-1081) tarafından yenilenmiştir. Bu onarımda, kilisenin haç planlı olarak yenilendiği düşünülmektedir. Daha sonraki Bizans dönemlerinde, yapıya 6 kere müdahale yapılmış ve bunların izleri görülmektedir.

1204 yılındaki Latin istilasında tahrip edilen ve kubbesi çöken Hora kilisesi: dönemin deniz kuvvetleri komutanı Theodoros Metokhites tarafından, 1316-1321 yılları arasında onarılmıştır. Bu onarımda: dış narteks ve şapel eklenmiştir.

29 metre uzunluğundaki şapelin altı mezar iken, sonradan sarnıç olarak kullanılmıştır. Bu kısımlarda: mozaik ve fresklerle dekorasyon yapılmıştır. Özellikle narteks mozaikleri iyi korunmuştur. Şapel bölümündeki freskolar ise, dönemin en iyi abidevi örnekleridir. Dış narteksteki İsa mozaiği, Khora’ya özgüdür. İç nartekste Metokhites’in tasviri görülür. İsa ve Meryem’in yaşamından çeşitli sahneler tasvir edilmiştir. Yapının altında bir bodrum bulunmakta olup burası bir sarnıç olarak tasarlanmıştır.

Osmanlı dönemi ve camiye dönüşüm

Konstantinopolis şehrinin fetih edilmesi sırasında, manastır çok bakımlı değildir. Sultan II. Beyazıt zamanında camiye dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm sırasında, camide bulunan mozaiklerin üstü kapatılmıştır. 1766 yılındaki depremde hasar gören yapı, ardından ciddi şekilde restore edilmiştir. Yapıdaki ahşap konstrüksiyonlu kubbe: bu dönemde eklenmiştir. 

1876 yılında yürütülen çalışmalarda: içeride bulunan mozaiklerin bir kısmı temizlenmiştir. 1929 yılında yapılan bir restorasyon çalışmasında, bir mozaik daha ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışmalar, 1959 yılına kadar sürdürülmüş ve günümüzdeki mozaikler ortaya çıkarılmıştır.

aya dimitri kilisesi.1
İstanbul Edirnekapı Ayios Demetrios Kilisesi

AYİOS DEMETRİOS KİLİSESİ

Mihrimah Sultan camisinin yaklaşık 100 metre kadar güneydoğusunda, Muhtar Muhiddin sokağındadır. Kilise: 20.90 x 13.80 metre boyutlarında bir bazilikadır. 1730 yılındaki yangında tahrip olan kiliselerden biridir ve 1834 yılında yeniden yapılmıştır.

Kilisenin kuzey kısmında, kare planlı Ayios Sebastianos ayazması vardır. Avlunun güney duvarındaki üzerinde yazı bulunan stel, Roma dönemine aittir. Diğer bir kireç taşından stelde: sellada oturan annesi ve çocuğun kabartması görülür.

georges kilisesi.1
İstanbul Edirnekapı Ayios  Yeorgios Kilisesi

AYİOS YEORGİOS KİLİSESİ

Ayios Yeorgios: Kapadokyalı bir azizdir ve 5’nci yüzyılda İstanbul’da popüler olmuştur. Bazı kaynaklarda: bu kilisenin Lykos vadisine yakın, Harisius kapısı yakınında bulunduğu belirtilmiştir. Bahsedilen bu kilise: Edirnekapı Hoca Çakır caddesi üstünde ve Mihrimah Sultan camisinin yaklaşık 100 metre kadar kuzeydoğusundadır. 

Kilise: İmparator V. Konstantinos (741-775) tarafından yıktırılan Ayios Yerogios kilisesinin yerine yaptırılmıştır. Kilisenin varlığı, 9’ncu yüzyıldan itibaren bilinmektedir. Kilise, İstanbul şehrinin fethi sırasında sağlam durumdadır. Kilisenin güney duvarında bir Bizans yazıtı vardır. Schneider isimli tarihçi yazar: kilisenin Mihrimah Sultan camisinin yerinde olduğunu, cami yapılırken kilisenin de günümüzdeki yerinde inşa edildiğini yazar. 

Avlunun doğu kısmında okul binası, kuzeyinde yönetim binaları ve bitişik kare planlı bir sarnıç ve güneyinde Ayios Basileios Ayazması vardır. Kitabesinden anlaşıldığına göre, kilise 1726 yılında restore edilmiş ve 1836 yılında yeniden yaptırılmıştır.

aetios sarnıcı.1
İstanbul Edirnekapı Aetios Sarnıcı

AETİOS SARNICI

Tarihi yarım adayı boydan boya geçen Mese caddesinin ve günümüzdeki Fevzi Paşa caddesinin kuzeydoğu bitişiğindedir. Muhtemelen 421 yılında, İmparator Theodosius döneminde (403-450) şehir valisi Aetios tarafından İstanbul’un en yüksek yerinde yaptırılmıştır. Ancak uzun süre: Karagümrük’ün Çukurbostan’ı Aspar su havuzu olduğu sanılmış ve pek çok yayında öyle geçmiştir. Bazı kaynaklara göre burası bir sarnıç değil, Trakya’dan şehre gelen suların toplanarak dağıtıldığı bir merkez havuzuydu.

Kara tarafındaki surların önlerindeki hendeklerin suları, bu depodan karşılanıyordu. Bu merkez havuzun ölçüleri: 245 x 85 metre ölçülerindedir. Derinlik 10-15 metre kadardır. Taş ve tuğla hatıllı çevre duvarlarının kalınlığı ise, 5.20 metredir. Tuğlalar: 40 x 40 x 4 cm ebatlarındadır. Harç 4-6 cm kalınlığındadır. Şehre giren sular, ilk olarak bu sarnıçta dinlendirilirdi. Bu açık hava sarnıcı ile bağlantılı bir kapalı sarnıç ta, günümüzde spor kulüpleri binalarının altındadır. Gezgin Gylles: 1540 yılında buranın kurumuş olduğunu ve kullanılmadığını yazar.

Osmanlı döneminde pek rağbet görmeyen sarnıç günümüzde iyi durumdadır. Sadece güneydoğu cephesi bozulmuş ve buraya 1940 yılında Vefa kulübünün binası yapılmıştır. Osmanlı döneminde, uzun yıllar bölge halkı tarafından bostan olarak kullanılan sarnıç, 1962 yılından sonra Karagümrük Spor tarafından kullanılan Vefa Stadı yapılmıştır.

cedid ali paşa medresesi.0
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Cedid Ali Paşa Medresesi

         

CEDİD ALİ PAŞA MEDRESESİ

Medrese yapısı, Fevzipaşa caddesiyle Testereci sokak ve Hattat Rakım sokaklarının arasındaki alandadır.

Kanuni Sultan Süleyman döneminin Sadrazamlarından Semiz Ali Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Semiz Ali Paşa: şişmanlığı, nüktedanlığı ve hayattan zevk almasıyla tanınırdı. Çok iri ve şişman olduğu için, Osmanlı sınırları içinde kendisini taşıyacak ancak birkaç at bulunduğu söylenir. 1561-1565 yılları arasında sadrazamlık yapmıştır. Hayatındaki en büyük ilginçliklerden birisi de: Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı ve Sadrazam Rüstem Paşanın dul eşi olan Mihrimah Sultan ile evlenmeyi kabul etmemesidir.

Bir külliyeden bağımsız olarak yaptırdığı bu medresenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, muhtemelen 1564 yılı olabilir. Dikdörtgen planlı medresenin hücreleri toplamda 15 oda olarak avlunun çevresine yerleştirilmiştir. Çatı bölümü kurşun kaplıdır. Eski orijinal girişi değiştirilerek Fevzi Paşa caddesine bakan bir giriş kapısı açılmıştır. Bu yüzden medrese ve cadde arasında 1.5 metrelik bir kot farkı ortaya çıkmıştır. Cephesi mukarnaslı bir portal ve her iki yanındaki kemerli pencere nişleriyle zenginleştirilmiştir.

Medresede 1792 tarihinde toplam 14, 1869 yılında 37 ve 1914 yılında ise 20 öğrenci kayıtlıdır. Yangın ve depremlerden büyük hasar gören medrese, daha sonra birçok kez onarılmış, özgün planını kaybetmiştir. 1918 yılında burası bir dönem imarethane olarak kullanılmıştır. Günümüzde “İstanbul Verem Savaş Dispanseri” olarak kullanılmaktadır.

hadim mesih mehmet paşa camii.1
İstanbul Karagümrük Hadim Mesih Mehmet Paşa Camii

HADİM MESİH MEHMET PAŞA CAMİİ

Karagümrük çarşısındadır. Hırka-i Şerif camisinin solundadır.

Gürcü Hadim Mesih Mehmet Paşa: Sultan III. Murat döneminde 1585-1586 yılları arasında sadrazamlık yapmıştır. Bulgar asıllı bir devşirme olduğu söylenir. Sultan II. Selim döneminde, Sarayın kilercibaşısı olarak görev yaparken: Saray’da kilerde çıkan bir büyük yangın, tüm kilerde depolanan yiyecek ve malzemeleri yok eder. Saray kilerinin ihtiyacının Mısır’dan hemen karşılanması için, Akağalardan olan Mesih Mehmet Ağa: Paşa unvanı verilerek Mısır Beylerbeyi olarak tayin edilir. 1579 yılında ise, İstanbul’a çağırılır ve ikinci vezir yapılır.

1585 yılında ise, Sultan III. Murat tarafından sadrazam yapılır. Sadrazamlığı sırasında: Padişahın ve diğer saraylıların devamlı devlet işlerine karışmasından tedirgin olur. 1586 yılında: devlet işlerinde Sadrazam olan kendisinin isteklerini karşılamayan ve yolsuzluk yapan Reis-ül Küttap Hamza Efendinin padişah tarafından azlini ister. Fakat, Sultan III. Murat, bunu kabul etmez. Bunun üzerine: Mesih Mehmet Paşa “İstiklali olmayan vezir-i azam iş göremez” der ve 4 ay kaldığı sadrazamlıktan istifa eder.

Buna çok kızan Padişah: Mehmet Paşanın idamını ister. Ancak kendisini çok seven Karagümrüklülerin isyan edeceğini düşünerek bundan vazgeçer. Ardından emekliye ayrılır ve kendisine başkaca devlet işi verilmez. Çok sevdiği Karagümrük yöresinde yaşamını sürdürür ve 1592 yılında İstanbul’da ölür. Söylenenlere göre: günümüzde Karagümrüklülerin asi ve vakar ruhu: Hadim Mesih Mehmet Paşa’dan kalmadır.

Cami

Mesih Mehmet Paşa camisinin halk arasında “Mesih Ali Paşa camisi” olarak bilinmektedir. Çünkü: Hadim Ali Paşa: Karagümrük’te Zincirlikuyu mevkinde, kendi adına bir cami yaptırır. Camiye gelir getirmesi için de, Mesih Mehmet Paşa camisinin bulunduğu yerin yakınında bir çarşı ve hamam yaptırır. Hadim Ali Paşa camisi adı, bu hamam ve çarşıdan kaynaklanmaktadır.

Ayrıca, Mesih Mehmet Paşa camisi yapılmadan önce, tam caminin yerinde, Vezir Hasan Paşanın kendi adına yaptırdığı küçük bir medrese vardı. Hasan Paşanın rızası alındı, medrese Karagümrük’e nakledildi ve caminin inşaatına başlandı. Hasan Paşa, bu caminin haziresindeki kabrinde yatmaktadır.

Gelelim: Hadim Mesih Mehmet Paşa camisini anlatmaya: Cami: kodlu arazinin batı tarafına inşa edilmiş dükkanların üstünde yükselir. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesinde, bu cami de bulunmaktadır. Ancak caminin inşasında, Sinan’ın öğrencisi Davut Ağanın büyük katkısı olmuştur. 1585 yılında yapılmıştır. Osmanlı mimarisinin klasik dönemine ait bir eserdir.

Enlemesine dikdörtgen plana sahiptir. İnşasında kesme taş kullanılmış, harim kısmı 12.80 metre çapındaki bir kubbeyle örtülmüştür. Kubbe basıncı, kemerlerle sekiz dayanağa yansıtılmıştır. Büyük ana kubbe, altı yarım kubbe ile desteklenmiştir. Dışarıdan görülmekte olan çokgen kesitli ağırlık kuleleri de taşıyıcı sistemin yükünü azaltmaktadır.

Son cemaat yeri: altı tane granit sütunla beş göze ayrılmıştır. Harim, 24 pencereden ışık almaktadır ve böylece aydınlık bir ortam yaratılmıştır. Üst pencere camları renklidir. Alttakiler demir parmaklıklıdır. Doğu ve batıda bulunan ikişer pencere alınlığı: lacivert zemin üzerine sülüs yazılı çinilerle kaplanmıştır.

Mihrap ve minber mermerdir. Mihrap: mukarnaslar, kum saati ve sütunlarla, minber ise ajur tekniğinde geometrik desenlerle işlenmiştir. Cami süslemelerinde İznik çinileri kullanılmıştır. Minaresin mukarnas şerefesi özgündür. Kurşun külahı daha sonra yenilenmiştir. Avlusunda medrese odaları, abdest muslukları ve türbe bulunmaktadır. Merdivenli avlu kapısından çıkıldığında: caminin altında bulunan dükkanlar ve iki yüzlü çeşme görülür.

Çeşme

Caminin güneybatı köşesindedir. Çeşmeler beyaz mermerden yapılmıştır.İkili çeşmelerin üstünde bulunan kitabelerden birinde: 1585 yılında Mesih Paşa tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Diğer kitabede ise: 1817 yılında onarım yapıldığı belirtilir. Onarım Sultan III. Mustafa’nın kızı ve Sultan III. Selim’in kız kardeşi Beyhan Sultan tarafından yaptırılmıştır. Kitabeler yeşil boyalı olup yazılar altın varaklıdır. Zaman içinde caddenin asfaltlanması sırasında, büyük oranda zemine gömülmüş durumdadır.

Türbe

Genelde camilerin avlu kısmında şadırvan olurken bu caminin avlusunda açık bir türbe vardır. Türbe: sekizgen planlıdır ve mermerden yapılmıştır. Sekiz penceresinde demir parmaklıklar bulunur. Davut Ağa tarafından paşanın ölüm tarihi olan 1592 yılında yapıldığı düşünülmektedir. Türbenin hemen yanında, birkaç basamakla inilen aşağı sette de abdest muslukları bulunuyor.

Türbe, alışılmışın aksine, sade görünümlü ve küçük ölçekte yapılmıştır. Üst kısmında bir palmet frizi türbeyi, fırdolayı sarmıştır. Hadim Mesih Mehmet Paşa: yağmuru çok sevdiği için “Rahmetler her daim üstüme yağsın” diye caminin haziresinde üstü açık bir türbe yaptırır ve ölümünden sonra buraya defnedilir.

HADIM ATİK ALİ PAŞA KÜLLİYESİ-ZİNCİRLİKUYU CAMİİ-SEDEFÇİLER CAMİİ

Çemberlitaş’da, Yeniçeriler caddesi üstündedir. Külliye: 1496 yılında Hadım Atik Ali Paşa tarafından Beylerbeyi iken yaptırılmıştır. Külliye: cami, imaret, medrese, tekke, kervansaray ve türbeden oluşmaktadır. Ancak bu yapılardan günümüze sadece: cami, türbe ve medrese kalmıştır.

Atik Ali Paşa

Bosnalı Sadrazam Atik Ali Paşa: Sultan II. Beyazıt’ın Sadrazamıdır. 1511 yılında Şah kulu ayaklanmasını bastırmak için Sivas-Kayseri arasındaki Gökçay’da giriştiği savaşta öldürülür. Böylece savaşta ölen ilk Sadrazam olarak tarihe geçer. Aynı zamanda, Osmanlı tarihinde hadım edilen ilk vezirdir.

Paşa: halkın güvenini kazanmış, cesur, bilgili bir devlet adamıydı. Askerlik alanında da isabetli görüşleri ve büyük tecrübesi vardı. İstanbul şehrinde: 1496 yılında Divanyolu’nda Atik Ali Paşa camii ve medresesini, 1496 yılında Zincirlikuyu camii ve hamamını yaptırmıştır. Ayrıca: Hora kilisesini, Kariye camisine dönüştürmüştür.

Cami

Halk arasında  “Sedefçiler”, “Çemberlitaş” ve “Sandıkçılar” camisi olarak da anılır. Cami: 1496 yılında Atik Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ancak üzerinde yapılış tarihi ve yaptıranı belirten bir kitabe yoktur. Vakıf kayıtları, bu caminin Atik veya Hadım Ali Paşa hayratında olduğunu göstermektedir. Yine vakıf kaynakları: caminin yanında veya yakınında: medrese, kervansaray, imaret ve dükkanların bulunduğunu bildirmiştir. Ünlü tarih yazarı Ayvansarayi, caminin yapılış tarihini 1496-1497 olarak yazmıştır.

Günümüzde: caminin cümle kapısı üstünde bulunan ayet-i kerime yazısı köşesinde, her ne kadar 902 tarihi varsa da, bu levha üzerinde görülen 1314 (1896-97) tarihinden açıkça anlaşıldığı gibi, yazı 1894 depreminden sonra yapılan büyük tamirde yazılmış ve buraya konmuştur. Ali Paşanın böyle büyük bir eseri: ancak veziriazam olduktan sonra yaptırabileceği ve vakfiyenin de 1509-1510 tarihli olduğu göz önünde tutulursa, caminin ve manzumesinin her yerde tekrarladığı gibi 902’de (1496-97) değil en azından 915’e doğru yapılmış olması gerekir.

Aslında eskiden burada camiye bağlı tekke, imaret ve medrese varmış. Ama cadde genişletilirken, bunlar yıkılmış ve geriye sadece caddenin karşı tarafında, medresenin bir parçası kalmıştır. Bu yapı da zarar görmüş olmasına rağmen şehirdeki mevcut klasik dönem öncesi birkaç medreseden biri olduğu için ilgi çekicidir.

Cami: dikdörtgen planlı ve merkezi kubbelidir. Kesme taştan yapılmıştır. Revaklı, beş kubbeli bir son cemaat yerinden sonra girilen harim adlı kapalı mekan, enlemesine gelişen planlıdır. Ana kubbe yerden 24 metre yüksekliktedir. Çapı 13.30 metredir. Kubbe eteğinde, 16 pencere vardır. Diğer kubbelerdeki pencere açıklıkları da değerlendirildiğinde, caminin içi gayet aydınlıktır.

Her iyi yanında, ikişer küçük kubbe vardır ve bunlar ana kubbeyle birlikte, tüm mekanın üstünü örter. Mihrap duvarlarının üstünü de bir yarım kubbe örter. Tek şerefeli minare, caminin sağ kısmındadır. Minare külahının hemen altında, gövde üstünde mavi çiniler vardır ve bunların “nazarlık” olduğu söylenir. 1648 yılında yıkılmış ve yeniden yapılmış ancak orijinalliği kaybolmuştur. Çünkü inanışa göre mavi renk: kötülük getiren yıldızın doğal rengidir. Caminin küçük bir avlusu vardır. Haziresinde ise daha geç dönemden bazı Sadrazamların mezarları bulunur.

Türbe

Kime ait olduğu bilinmemektedir. Hazire cadde duvarının kenarındadır.

Medrese

1880’li yıllarda gerçekleşen yol genişletme çalışmalarında ön kısmı kesilmiş ve üstüne iki oda ilave edilmiştir.

Külliye: 1587 yılındaki yangında, 1648 yılındaki depremde, 1633 ve 1652 yıllarındaki yangında büyük ölçüde zarar görmüştür. 1648 yılındaki depremde: caminin orta kubbesi tamamen çökmüş, minarede şerefesine kadar yıkılmıştır. Bu tarihten sonra cami büyük bir onarım geçirmiştir.

Bu durum, üzerindeki barok izlerden anlaşılır. 1865 yılında yine yangın ve 1894 yılında deprem camiye hasar verir ve 1896 yılında tekrar tamir edilir. Son onarım: 1937 yılında yapılmıştır.

hattat rakım efendi türbesi.3
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Hattat Rakım Efendi Medresesi

 

HATTAT RAKIM EFENDİ MEDRESESİ

Atik Ali Paşa camisinin batısındadır.

Dönemin ünlü hat sanatçısı Hattat Rakım Efendi’ye aittir. Hattat: o güne kadar harflerde sağladığı uyumu, kendine özgü ölçüsüyle yakalamış ve yazılarında özellikle de padişah tuğralarında ideal kabul edilen bir güzellik ortaya çıkarmıştır. Fatih camindeki hatları ve Sultan I. Abdülhamit’in eşi Nakşidil Valide Sultanın türbesindeki süslemeleri de yaptığı bilinmektedir.

Sonuç olarak: Rakım Efendinin eserleri, hat sanatında ulaşılamayacak bir seviye olarak kabul edilmektedir. Hattat Rakım Efendi, 1826 yılında vefat etti; türbesinin bulunduğu yerdeki arsaya defnedildi. Ardından eşi Emine Hanım tarafından mezarının üstüne 19’ncu yüzyılın ilk yarısında türbesi yaptırıldı. Türbenin bulunduğu yere bir de medrese yaptırıldı.

Türbenin kitabesinin dikkat çeken yönü: kitabe sonunda yine Rakım imzasının ve H. 1241 tarihinin bulunmasıdır. Kitabenin Rakım’ın vefatından önce yazdığı, kitabesini dahi kendisinin koyduğu iddia edilmektedir. Ancak yazı ve kitabenin öğrencisi Haşim efendiye ait olması da yüksek olasılıktır. Türbe: kare planlıdır ve avlu cephesindeki duvarlar taş ve tuğla ile örülmüştür. Ölçüleri 4.57 x 4.77 metredir. İki yan duvarı penceresizdir. İçeride yuvarlak kemerli nişler bulunur.

Sokak cephesindeki duvarları ise, kesme taştan yapılmıştır. Kubbe, duvara oturur. Türbenin kuzeydoğu cephesinde celi-sülüs hat ile yazılmış bir mermer kitabe vardır. Türbede: Mustafa Rakım Efendi ve öğrencisi Mehmet Haşim Efendinin kabirleri bulunmaktadır. Rakım efendinin mezarı 1996 yılında yenilenen sanduka, Haşim efendinin mezarı ise, üstü açık barok süslemeli mermer lahit şeklindedir. Bu lahtin baş taşında, iki yönde de aynı metin yazılmıştır.

Mehmet Haşim: Rakım efendinin kölesi iken daha sonra azad edilmiş ve Rakım Efendinin manevi evladı ve en başarılı öğrencisi olmuştur. 1845 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Türbe: her Cuma günü, hemşerisi Ünyelilerin buluşma yeridir.

Gelelim medreseye: Medresenin dershaneleri ve hücreleri günümüzde yoktur. 1869 yılında yapılan bir tespitte medresede 20 öğrencinin ders gördüğü kaydedilmiştir. 1914 yılında yapılan tespitlere göre, medresenin 10 odası ve dar bir avlusu vardır. Yine aynı yıl, yapının çok harap durumda olduğu kayıtlıdır. Çevresini birçok evin sarmış olması nedeniyle tamiri yaptırılmamıştır. 1918 yılında, yangında evleri yananlar tarafından işgal edilen medrese yapısı: bakımsızlık sonucu tamamen harap olmuştur. 

Kuzeydoğu yönünde, köşeye yakın konumda yer alan yuvarlak kemerli açıklıklı bir kapı ile ulaşılan medresenin sadece dış duvarları ayakta kalarak günümüze ulaşmıştır. Medrese avlusunun güneyde, köşeye yakın yerinde mermer bilezikli bir kuyu vardır. Medrese, İstanbul’da geleneksel şemaların uygulandığı son yapılardan birisidir. Günümüzde: “Hattat Mustafa Rakım Efendi Kültür Merkezi” olarak kullanılmaktadır. Günümüzde türbesinin bulunduğu mahalleye yakın bir İlköğretim okuluna “Hattat Rakım İlköğretim Okulu” ve türbesinin bulunduğu sokağa “Hattat Rakım Sokağı” ismi verilmiştir.

canfeda hatun camisi.1
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Canfeda Hatun Camii

CANFEDA HATUN CAMİ

Canfeda cami sokağında, Nureddin Cerrahi tekkesinin hemen yanındadır.

Kahya Kadın veya Kethüda Kadın isimleriyle de tanınır. Caminin kurucusu Canfeda Salih Hatun’dur. Cami 1584 yılında yaptırılmıştır. Canfeda Saliha Hatun; Sultan I. Ahmet döneminde haremde Kethüdalığa (Kahyalığa) kadar yükselmiştir. Kendisi Sultan II. Selim’in hanımı Nur Banu Sultan ve III. Murat’ın hanımı Safiye Sultana hizmet etmiştir.

Nurbanu Sultan, ölümü sırasında oğlu III. Murat’a, kendisinden sonra her bakımdan Canfeda Hatun’a güvenmesini söylemiştir. 1593 yılında yeniçeriler ve sipahiler: ulüfe dağıtımı sırasında paranın yetmemesi üzerine isyan etmişler, Sadrazam Siyavuş Paşa, Başdefterdar Emir paşa ve harem kethüdası Canfeda Hatun’un kendilerine teslim edilmesini istemişler, ancak uzun mücadelelerden sonra, padişah ve saray halkının sert tutumu sonucu olay yatıştırılmıştır.

Canfeda Hatun: İstanbul ve çevresinde çeşitli hayır eserleri yaptırmıştır. Karagümrük semtinde, Çukurbostan yakınında harap durumdaki bir mescidi tamir ettirmiş ve camiye çevirttirmiştir. Saraçhane yakınlarında bir sebil yaptırmış, karşısındaki mescidi tamir ettirmiştir. Beykoz Akbaba’da ve bazı başka yerlerde de çeşitli hayratı vardır. Cami: 1982 ve 1985 yıllarında onarım görmüştür. Bu onarımlarda tavanı yükseltilmiş, büyütülerek yenilenmiştir. Duvarlar kesme taşla örülmüştür.

Sokaktan avluya birkaç basamak mermer merdivenle çıkılır. Küçük bir son cemaat yeri ve ardından ceviz kapı ile harime girilir. Mihrap: çini kaplıdır. Kürsü ve minber: torna işçiliğiyle ahşaptan yapılmıştır. Minare: yapıya sağ taraftan bitişiktir, tek şerefelidir. Son onarımlarda kesme taştan yeniden yapılmıştır.

NURETTİN CERRAHİ TEKKESİ

Derviş Ali Mahallesinde, Fevzipaşa caddesi boyunca yürüyüp Nurettin Cerrahi Tekkesi sokaktadır. Canfeda Hatun camisine bitişiktir.

Tekke: 1703 yılında, Sultan III. Ahmet tarafından, gördüğü bir rüya üzerine Cerrahiliğin Piri Şeyh Seyyid Muhammed Cerrahi adına 1703 yılında Sultan III. Ahmet tarafından yaptırılmıştır.

Kuruluşundan itibaren İstanbul’da büyük ilgi toplamıştır. Burası: Klasik Türk Musikisi ve tasavvuf müziğinin, yasaklandığı dönemlerden beri yaşatıldığı merkezlerden biridir. Saray hekimlerinden Nurettin Cerrahi: Türk mutasavvıfı, Cerrahilik Tarikatının kurucusudur. Nurettin Cerrahi’nin hem anne ve hem de baba tarafından Hz. Muhammed soyundan geldiği söylenmektedir.

Kendisi: Canfeda Hatun camisinde vaaz verdiği dönemde, tarikatını yaymaya başladı. Ardından bu tekkenin şeyhi oldu. 1720-1721 yılları arasında vefat ettikten sonra, bu tekkeye gömüldü. Ancak: “Cennet annelerin ayaklarının altındadır” Hadisi şerifinden kaynaklanan vasiyetine uygun olarak tekkesinde, annesinin ayakucuna gömülmüştür. 44 kişinin yattığı türbede, Şeyh Nurettin Cerrahi’nin sandukası, yüksek tutulmuştur. Sanduka: yaldızlı demir parmaklıklarla çevrilmiştir. 

Yapıldığı zamanki özelliklerini koruyarak günümüze ulaşabilen ender yapılardandır. Türbe ve tevhithane aynı çatı altındadır. Türbe batıda, tevhithane doğudadır. İkisi arasında, kare şeklinde altı dikme bulunur. Dikmelerin araları, demir parmaklıklarla kaplıdır. Türbenin çatısı ahşaptır. İç avluda bir kuyu bulunur. Türbenin içinde bulunduğu tekke, zaman içinde birçok kez yenilenmiştir.

Bu yenilemelerde, orijinal yapıya küçük türbe ve cennet oda denen kısımlar eklenmiştir. Son olarak 1921 yılında dergahın 18’nci postnişi olan Şeyh İbrahim Fehrettin Efendi restore ettirmiştir. Önceleri ahşap olan duvarlar, 1945 yılında betonarme yapılmıştır.

Bir dönemin efsanevi şeyhlerinden Muzaffer Ozak: tasavvufu buradan çıkararak Amerika, Kanada, Fransa, Arjantin ve Meksika’ya yaymıştır. 18’nci yüzyılda kurulan “Cerrahi” tarikatının müritleri arasında, muhtemelen Sultan III. Ahmet, Sultan II. Mustafa ve Sultan Abdülmecit vardır. Burası, günümüzde halen kullanılmaktadır. Buraya günümüzün bir kısım ünlü sanatçısının sık ziyarette bulunduğu söyleniyor ama ayrıntıya girmek istemiyorum.

piyer loti evi.2
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Piyer Loti’nin Evi

PİYER LOTİ’NİN EVİ

Çemberlitaş’dan Beyazıt meydanına doğru yürüdüğünüzde, sol yanda Fransız yazar Pierre Loti’nin 1910 yılında 9 ay kaldığı evi görülür. Burası Pierre Loti’nin İstanbul’da iken yaşadığı evler arasında günümüze ulaşabilen tek evdir. Giriş üstündeki tabelada, bu konuda bilgi yazılıdır. Bu yazı “Türklerin saadet ve felaket zamanlarında necib ve sadık dostu Fransa Encümen-i Danişi azasından Piyer Loti, 1328 tarihinde bu evde ikamet etmiştir, 1910”

nişancı mehmet paşa camisi.1
İstanbul  Karagümrük Nişancı Mehmet Paşa Camii

NİŞANCI MEHMET PAŞA CAMİİ

Karagümrük semtinde Nişancı caddesindedir.

Medrese Mimar Sinan tarafından, Kanuni Sultan Süleyman’ın nişancısı Karamani Mehmet Paşa için 1584 yılında yapılmıştır. Çok esmer olduğu için “Kara” ve “Boyalı” lakaplarıyla tanınan Nişancı Mehmet Paşa, Kanuni döneminin ünlü bilim adamlarından Halep Kadısı Tosyalı Ahmet Çelebi’nin oğludur. 1567 yılında Nişancı olmuştur. Kubbealtı vezirliğine kadar yükselmiştir.

Ama en önemli özelliği, 16’ncı yüzyılın geleneklerine aykırı olarak, vezirlik makamına atanan Türk kökenli ender siyaset adamıdır. Yapı, ünlü mimar Sinan’ın son eseridir. Yapıldığında bir külliye olarak tasarlanan yapıdan günümüze sadece cami ve türbe kalmıştır. Caminin içinde, bir de hazire vardır. Bu hazirede caminin banisinin oğlu Eyüp Kadısı Mehmet Nutki Efendinin mezarı vardır. Evliya Çelebi yazılarında: caminin salatin camileri kadar mükemmel olduğunu yazar. Zaten cami, klasik Osmanlı üslubunun en güzel örneklerinden biridir. Sekizgen şema, değişik bir şekilde uygulanmıştır. Mekan bütünlüğü sağlanmış ve yan odalar tekrar devreye girmiştir.

Nişancı Mehmet Paşa: 1566 yılında, Süleyman’ın ölüm haberini aldığında aldığından üzüntüden ölmüş ve bu medreseye gömülmüştür.

Caminin giriş kapısının üstündeki III. Murat tuğrası, Nişancı Mehmet Paşa tarafından tasarlanmıştır. Harim kubbesi, 14.20 metre çapındadır ve sekiz yarım kubbe ile desteklenmektedir. Mihrap ve iki yandaki çıkıntılar üzerinde, bir yarım kubbe vardır. Mermer mihrap ve geometrik şebekeli zarif minber, ilk inşa devrindendir. Cami içi: çeşitli nakış, hat ve revzenlerle süslenmiştir. İznik çiniciliğinin en parlak dönemlerinde yapılmasına ve aynı döneme ait başka yapılarda zengin çini süslemeler kullanılmasına rağmen, burada hiç çini kullanılmamıştır. 

İki yapının arasında kalan minare, tek şerefelidir ve kesme taştan yapılmıştır. Kaidesi kare, gövdesi silindir şeklindedir. Avluda bulunan şadırvan, onikigendir, çatısı kubbeli ve 8 sütunludur. Yangınlar ve depremlerden etkilenen cami: 1766, 1835 ve 1958 yıllarında onarım görmüştür. Sonraki yıllarda, caminin batı duvarına bitişik yapılan iki katlı, dikdörtgen pencereli ahşap bina: yapılış amacı imam ve müezzin lojmanı olmasına rağmen, zamanla cami yeterli gelmeyince, bu kısım da camiye ilave edilerek ibadete açılmıştır.

Caminin günümüze kadar ulaşabilen türbesi, 1595 yılı yapımıdır ve Mehmet Paşa tarafından sağlığında yaptırılmıştır. Caminin kuzeydoğusunda, iki avlu kapısı arasında bulunan türbe, tamamen kesme taştandır. Birçok kaynakta iki olarak belirtilmesine rağmen, günümüzde türbede sadece Paşaya ait ahşap sanduka vardır. Cami ile birlikte inşa edilen, üzeri açık yazlık sebil, türbenin önündeki avlu duvarındadır.

Dış cephesi mermerle kaplı sebilin pencereleri basit demir şebekelidir. Pencerelerin iç kısımlarındaki mermer kurnalar, günümüze ulaşmıştır. Türbenin güneyinde ve kuzeyinde, birer küçük hazire bulunur.

makios sarnıcı.1
İstanbul Karagümrük Mokios Sarnıcı-Altımermer

 

MOKİOS SARNICI-ALTIMERMER

Nişancı Mehmet Paşa medresesinin arkasında, tepenin üstünde büyük bir sarnıçtır.

Şehirdeki açık su depolarının üçüncüsü ve günümüze kadar sağlam ulaşabilen en büyüğüdür. Sarnıç ismini: yakınlarındaki “Daiocletianus” zamanında şehit düşmüş olan “Aziz Mokios” a adanmış kiliseden alır. İmparator Anastasios döneminde yapılmıştır. Bizans döneminde kullanılmaya başlamıştır.

Dikdörtgen sarnıcın boyutları 170 x 147 metredir. Gerçek derinliğinin, tabanı toprakla dolarak yükseldiğinden tam olarak bilinmemesine rağmen, tahminen 15 metre olduğu düşünülmektedir. Duvarlarının kalınlığı, en üstte 6 metredir. Kapsadığı alan 25 bin metre karedir. Bizans döneminin ardından Osmanlı döneminde sarnıcın içine birkaç ahşap ev yapılmış ve sebze-meyve bahçesine dönüştürülmüştür. Sarnıcın kenarında ise ahşap kahvehaneler yerleşmiştir. Çünkü bu bölgede, toprak altında çok sayıda çubuk lülesi bulunmuştur.

Son olarak ise, 1993 yılında “Fatih Eğitim Parkı” olmuştur. 2008 yılında ise “Sema-Aydın Doğan Eğitim Parkı” ismini almıştır. Bir kıyısına eğitim için atölyelerin bulunduğu 2-3 katlı binalar yerleştirilmiş, bir başka köşesi de spor sahalarına ayrılmıştır. Ayrıca, betondan çeşitli biçim ve büyüklükte havuzlar inşa edilmiştir. Sarnıcın 100 metre kadar batısında, 4’ncü yüzyıldan kalma, kare planlı, tonoz örtülü bir mezar bulunur. Zemin altında bulunan mezarın iç kısmı: dini ve bitkisel motiflerle süslüdür.

KUMRULU CAMİİ

Fatih, Kocadede mahallesinde, Yavuz Selim caddesi ve Nişancı caddelerinin kesiştiği noktadadır. Bu cami ismini, duvardaki Bizans döneminden kalma “kumru” dan alır. Mescidin köşesindeki çeşmenin ayna taşında, bir çift kumru kabartması bulunur. Yapı: Fatih camisinin mimarı olan Atik Sinan tarafından, 15’nci yüzyılda kendi adına yapılmıştır. Yapım tarihi net olarak bilinmemektedir.

Cami: 1963-1964 yılları arasındaki onarım sırasında tamamen farklı biçimde tekrar yapılmıştır. Buranın mezarlığında: Fatih camisinin mimarı ve Fatih Sultan Mehmet tarafından idam ettirilen ünlü mimar Atik Sinan’ın mezarı bulunur. Atik Sinan’ın öldürülmesi olayı, Fatih cami tanıtım yazısında ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Atik Sinan’ın türbesi caminin haziresindedir. Mezar taşından, kendisinin 1471 yılında idam edildiği yazılıdır.

üçbaş camisi.2
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Üçbaş Nureddin Hamza Camii
üçbaş camisi.1
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Üçbaş Nureddin Hamza Camii

 

ÜÇBAŞ NUREDDİN HAMZA CAMİ

Fatih, Beyceğiz Mahallesi, Sarayağa caddesindedir.

Cami: 16’ncı yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Ama: Sinan’ın ilk eseri olması nedeniyle önemlidir. Caminin banisi yani yaptıranı ise: 1532 yılında Amasya kadılığı yapmış olan Ataullah oğlu Nureddin Hamza’dır. İsminin “Üçbaş” olmasının sebebi, camiyi yaptıran kişinin, Adapazarı Karasu kasabası Üçbaş köyünde doğmuş olması ve doğum yerini anmasıdır.

Evliya Çelebi’ye göre: bu camiyi yaptıran Nurettin Hamza: Hz Muhammedi tıraş ettiği için berberlerin piri kabul edilen Selman-ı Pak’ın köçeklerindendir. Köçek: Şeyhlerin ve yaşlı kişilerin hizmetinde bulunan kişi demektir.

Nureddin Hamza efendi: Adapazarı Karasu Üçbaş (bugünkü ismi Üçoluk köyü) köyünden 1530 yılında çıkıp İstanbul’a gelmiş ve Fatih’te berber dükkanı açmıştır. Nureddin Hamza efendi: berber dükkanındaki işini o kadar iyi yapar ki “Sosyete berberi” olarak namı tüm İstanbul ve çevresine yayılır. İşini iyi yapar, ama çok para ister. Adından, çevrede “çok para isteyen berber” olarak söz edilir.

Öyle ki, cami yaptırdığında herkes çok şaşırır ve kimse bu duruma inanamaz “Sen parayı çok severdin, nasıl oldu da cami yaptırdın” diye sorarlar. Bu soruya karşılık kendisi “Parayı çok severim ama öldükten sonra kefenin cebi yok, parayı yanımda götürmek için cami yaptırdım” der. Bir başka söylentiye göre ise, Nurettin Hamza: üç adam başını, bir akçeye tıraş ederek helal mal biriktirmiştir.

Osmanlı döneminde berberler kahvehanelerde çalışırdı. Sultan IV. Murat, dedikoduların yapılması ve yangınların çıkmasında etkisi nedeniyle kahvehaneleri kapattırır. Bu yüzden, berberler seyyar olarak çalışmaya başlar. Sultan IV. Murat ölünce, kahvehaneler yeniden açılır ve berberler kahvehanelerde çalışmayı sürdürür. Ancak Yeniçerilerin kaldırılması sonunda, yeniçerilere ait olan kahvehaneler de kapatılınca berberler, yine yersiz ve işsiz kalırlar.

Gelelim caminin mimari özelliklerine: minare kaidesi ve kitabesi, yapıldığı dönemden kalmadır. Mihrabı mermer kaplı, kürsüsü ahşap, minberi mermerdir. Minaresi: avlu giriş kapısının solundadır. Kesme taştan yapılmıştır. Cami: 1729 yılındaki Balat yangınında yanarak hasar görmüştür. Çatı kısmı çökmeye yüz tutmuşken, 1989 yılında esaslı bir onarım geçirir.

Bu onarımda: eskiyen duvarları tuğla örülerek yenilenmiş, tavan kısmı biraz yükseltilerek betondan düz olarak yapılmıştır. Caminin tam karşısında 1575 yılında yapılan medrese: ilgisizlik nedeniyle yok olmuş, günümüze ulaşmamıştır.

Caminin hemen yakınında: 1682 yılında Edirne Saray Ağası tarafından yaptırılmış ve “Saray Ağası Çeşmesi” denen güzel bir çeşme görülür.

MUHTESİP İSKENDER CAMİ-KABAKULAK MESCİDİ

Edirnekapı Karagümrük Kabakulak sokağına cephelidir.

Fatih Sultan Mehmet döneminin ihtisap ağalarından İskender Ağa tarafından yaptırılmıştır. Camiye girişte akmayan “Kabakulak Ağa Çeşmesi” nedeniyle, Kabakulak Mescidi olarak da isimlendirilir. Bu çeşme yapıldığı dönemde, bütün mahalleye hizmet ediyormuş. Hemen yakınlarda: günümüze kalıntısı kalmayan ve sadece mezarlığı bulunan “Kabakulak Tekkesi” de bulunuyormuş. Bu mezarlıkta İskender Ağa ve Kabakulak Ağanın mezarları vardır.  

1730 yılında çıkan yangın sonucu yanmış, Sultan I. Mahmut tarafından görevlendirilen Kethüda katibi Halil ağa tarafından tamir ettirilmiş ve minber eklenmiştir. İkinci onarım ise, 1834 yılında yapılmış ve Murat Ağa tarafından yapı yeniden yaptırılmıştır. Yapılan boyama ve kapı girişindeki sundurma, caminin görünümünü değiştirmiştir. Rutubet izi, özellikle dış kısımlarda yoğun şekilde görülmektedir. Günümüzde cami: çevresi yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe içindedir.

Avlu kapısından girildiğinde, solda tek katlı imam lojmanı görülür. Caminin giriş kapısı önünde: toz ve soğuktan korunmak için demir çerçeveli bir camlı bölüm bulunur. Giriş kapısının her iki yanında, üzerinde yarım yuvarlak iki pencere görülür. Tavanı düz ve ahşaptır. Mihrap, minber ve kürsüsü mermerden yapılmıştır. Duvarları çimento ile sıvanmış, çatısı kiremitle örtülmüştür. Minare, sağ taraftadır. Kaidesi kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Yuvarlak minare gövdesi, çimento sıvılı ve şerefe korkuluğu demirdendir. Minare girişi, cami giriş kapısının sağ yanındandır.

KASIMAĞA CAMİ

Derviş Ali Mahallesinde, Kasım Odaları sokağındadır. Geç Roma dönemine ait Aetios açık su haznesinin kuzeyindedir.

Buranın: öncesinde bir Bizans manastırına ait yapı olduğu düşünülmektedir. Hatta: kuzeyde kalan ve Odalar Cami olarak bilinen yapı ile aynı komplekse ait ve bunların da Petra Manastırına ait kalıntılar olabileceği ileri sürülmektedir. Ancak asıl işlevi ve yapım tarihi bilinmemektedir. 20 metre kadar kuzeydoğusunda, büyük bir kapalı sarnıç vardır. Sarnıcın, bir yapının alt yapısı olduğu düşünülmektedir. Sarnıç: zaman içinde İpek Bodrum ve Cin Ali Köşkü gibi isimlerle anılmıştır.

İpek Bodrum ismini: 1919 yılına kadar iplik atölyesi olarak kullanılması nedeniyle almıştır. 1919 yangınından sonra boşaltılmıştır. İçi sıvalı, köşeleri kavisli, kagirdir. Kasım Ağa vakfına ait sarnıç, zengin sütun başlıkları nedeniyle 1965 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından korumaya alınmıştır. Sarnıcın üstü, yaklaşık 1 metre kadar doldurularak, spor ve çocuk parkına çevrilmiştir.

Evet, mevcut bu yapının: 1204 yılındaki Latin işgali sırasında, Latinler tarafından kullanılan St Vierge du Rosaire adlı kiliseye ait bir ek olabileceği düşünülmektedir. Son bir iddia ise, bu yapının biraz sonra anlatacağım hemen yakınlardaki “Odalar Cami” sinin manastır olduğu dönemde, bir parçası olarak kullanıldığıdır.

Camiye çevrilme:

Yapı: 1460 yıllarında bölgedeki Hıristiyan nüfus fazla olmasına rağmen, Fatih Sultan Mehmet’in sekbanbaşı Kasım bin Abdullah tarafından camiye çevrilmiştir. Çünkü mahalledeki Müslüman sayısı artmıştır. Caminin avlusunda: güneydoğu yönünde, apsis olduğu iddia edilen ve yönü doğuya bakan bir kalıntı bulunmuştur. 1894 yılındaki depremde çatısı ve bazı duvarları çökmüş, minaresi de yıkılmıştır. 1919 yılındaki yangında ise yapının çevresindeki tüm yerleşim birimleri yanmış ve adeta boş bir arsa haline dönüşmüştür.

Bu yangından geriye sadece duvar kalıntıları ve minaresi kalmıştır. 1950’li yıllarda, yapılaşmaya paralel olarak, mescit arsasının üstünde gecekondular yapılmış, bu sırada da mescit harabe hale gelmiştir. Ardından çeşitli girişimler sonucu, mescit 1977 yılında onarılmıştır. Minaresi, 1989 yılında tek şerefeli olarak yeniden yapılmıştır. Çatı ve tavanı ahşap olup, üstü kiremitle örtülmüştür.

odalar camii.1
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Odalar Camii

 

ODALAR CAMİ

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Kemankeş Mustafa Paşa camisi olarak da bilinir.

Salmatomruk Kasımodaları sokağında, Kasımağa mescidinin hemen yanındadır. İpek sarnıcı olarak bilinen ve 28 tane destekle taşınan sarnıç, Kasımağa mescidi ve Odalar camii yani bu üçlü yapı gurubunun bir manastıra ait kompleksler olduğu düşünülmektedir. Ancak Bizans dönemindeki ismi bilinmemektedir. Yakınlarda bulunan bir sütun başlığının üstünde “Ceba” yazması nedeniyle Sergios-Bakkhos adı ile kilise arasında bir bağ kurulabileceği düşünülmektedir. 

Öte yandan: yapının İmparator Alexios Komnenos I (1081-1118) tarafından yaptırılan ve kendisinin de gömülü olduğu Philanthrophos kilisesi olarak da düşünülmekte ancak kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bu düşünce tamamen bir tahmindir. Binanın kalıntılarına bakıldığında, yüksek bir mahzen üzerinde, birbiriyle irtibatlı, 16 hücreden meydana gelen bir manastırdan söz edilir. Manastır: 1204 yılındaki Latin-Haçlı istilası sırasında yanmıştır. Ardından harabe haline gelen yapı: yeniden yapılmışsa da, 1622 yılında buraya gelen Kardinal Demarchis tarafından yazılan raporda, binanın harap durumda olduğu belirtilmiştir.

Yapının plansal ve yapısal özellikleri dikkate alındığında, ilk olarak 8’nci yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir.

1934-1935 yılları arasında, mahzende meleklerle çevrili tahtında oturan Meryem, alttaki kilisede Aziz Maurikios, çeşitli peygamberler, Deesis, üstte ise Meryem’in yaşamından sahneler içeren freskler görülmüştür. Bu kiliseye ait olan Meryem ikonası, Venedik balyosu tarafından satın alınmış ve Galata’daki Sen Pietro kilisesine verilmiştir. Yapı: 1475 yılında, Kırım’dan getirilen Katolik Ermeniler ve Cenevizliler tarafından, Santa Maria Di Constantinapoli adıyla kilise olarak kullanılmaya başlanmıştır.

O yıllarda bu kilise bir manastıra bağlıydı. Kilise: Sultan IV. Murat döneminde, çevredeki Müslüman nüfusun artması ve Hıristiyan nüfusun azalması nedeniyle, 1640 yılında Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Kemankeşlik: Osmanlı imparatorluğu döneminde yapılan bir okçuluk sporudur. Yapı: bodrumundaki odalar nedeniyle “Odalar Mescidi” olarak isimlendirilmiştir.

1782 yılında, yeniçerilerin Şehzade camisi yakınlarında barındıkları odalar yani binalar, yangında kullanılmaz hale gelince, yeniçeriler buraya, Kemankeş camisi çevresine yerleştirildi. Bu yüzden, caminin adı “Odalar camisi” ne dönüşmüştür. Mescit 1890’lı yılların başlarında viraneye dönüşmüş ve 1919 yılındaki yangında tamamen yanarak yok olmuştur. Ardından 1950-1960 yılları arasında çevresine ve bizzat içine gecekondular yapılmış ve tamamen ortadan kalkmıştır.

nuri paşa şehitliği.0
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Nuri Paşa Şehitliği

 

NURİ PAŞA ŞEHİTLİĞİ

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Nuri Paşa (Killigil) (1890-1949) : Enver Paşanın kardeşidir ve 15 Eylül 1918 günü, Azerbaycan Bakü şehrini Rus ve Ermenilerden kurtaran ordunun başındadır.

Kurtuluş Savaşında, Kazım Karabekir’le birlikte, Türk ordusunun Ermenilerle yaptığı savaşta birlikleriyle orduyu destekledi. Doğu cephesinde Ermenilere karşı kazanılan zaferde önemli payı olan Nuri Paşa, TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile onurlandırıldı. Savaştan sonra, 1923 yılında kardeşiyle birlikte Almanya’da çinicilik eğitimi aldı. 1925 yılında Kütahya’da, Kütahya Çini İşleri Türk Anonim Şirketi ve Kütahya’da bir çini ve seramik fabrikası kurdu.

Zeytinburnu ve Sütlüce’de, silah ve cephane fabrikası kurdu. 1939-1949 yılları arasında İzmir Karaburun’da cıva madeni işletti. II. Dünya savaşında, Türk ordusu için silah ve cephane imal etti. Savaştan sonra ABD’nin Türkiye’ye yaptığı Amerikan Askeri Yardımları gereği “Türk Savunma Sanayinde Özel Sektör” kaderine terk edildi. Nuri Paşa: 1947-1949 yılları arasında Arap ordularından siparişler aldı. ABD’nin İsrail siyasetine karşı, Filistin halkını destekledi. İsrail ile savaşan Araplar için silah ve cephane üretti.

2 Mart 1949 günü, fabrikasında büyük bir patlama oldu. Nuri Killigil, mühendis ve işçileri ve 28 itfaiyeci ile birlikte, on binlerce top ve havan mermisiyle aynı anda ve hep birlikte yok oldu. Sabotaj ihtimalleri hiç araştırılmadı. Böylece çok önemli bir milli endüstri sektörü yok oldu. Nuri Paşa’nın gövdesinin bir parçası, 10 gün denizden çıkarılmış ve Edirnekapı şehitliğine gömülmüştür. Gömüldüğü yerde, 67 yıl aradan sonra “Şehitlik” yapılmıştır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.