Başkent Budapeşte şehrine 46 km uzaklıktadır. Otobüsle yaklaşık 45-50 dakikada ulaşılıyor. Trenle de ulaşım mümkündür. Yazının hemen en başında şunu belirtmekte yarar var, burayı gezmeyi düşündüğünüzde, hani karşınıza muhteşem bir kale yapısı çıkmasını beklemeyin.
10-13’ncü yüzyıllar arasında, Macaristan kralları burada ikamet ediyorlardı ve 13’ncü yüzyılda Buda şehrine taşındılar. 1526 yılında Mohaç savaşının ardından, Estergon 1 aylık kuşatmanın ardından, 1543 yılında, Sultan Süleyman idaresindeki Osmanlı güçleri, burayı ele geçirdiler.
Ardından, burası Budin Beylerbeyliğine ait bir sancak merkezi olmuş ve başına Yahya Paşazade Mehmet getirilmiştir. 1664 yılında Evliye Çelebi: Ordu ile birlikte Macaristan seferine gittiğinde, Estergon kalesini uzun uzun anlatır.
Bu anlattıklarında benim de ilgimi çeken bölüm: 2 Macar birbirlerine beddua etmek isterse “Estergonlu belasına uğrayasın” derlermiş. Kalenin suyu: Tuna nehrinden, at koşulu dolaplarla gelir ve sarnıçlara doldurulurmuş.
Yine Evliye Çelebi tarafından, kalede 200 tane bir ve iki katlı ev bulunduğu yazılıdır. Ama bahçe bulunmamaktadır. Kalenin büyük dış kapısının önünde, asma demir zincirleri olan bir köprü vardır.
Bu köprü, her gece bekçiler tarafından kaldırılır ve kapıya siper edilirmiş. Evet, Evliya Çelebi, kale hakkında daha birçok bilgi vermiş, ancak ben okuru bunaltmamak adına, ayrıntıya girmiyorum.
1593 yılına gelindiğinde, kalenin içindeki Sokullazade Lala Mehmet Paşa komutasındaki 5000 Türk muhafız, Alman, Leh, Çek ve İtalyanlardan oluşan 80.000 kişilik haçlı ordusu tarafından kuşatılır.
Macaristan Estergon kalesi ve çevresi:
Yardım alma ihtimali olmamasına rağmen, kalede bulunanlar, kaleyi düşmana teslim etmeyi kabul etmezler. Ancak günler geçtikçe kalede susuzluk ve kıtlık baş gösterir ve yapacak fazla bir şey kalmaz.
Son olarak, yeniçeri askerlerinin ayaklanması üzerine, teslim olmaktan başka çare bulunmadığı kabul edilir ve teslim olunur. Esirler Tuna nehrindeki gemilere bindirilerek Visegrad şehrine götürülürler.
Estergon kalesinin elden çıkması ve orada verilen şehitler, bütün milletimizi yürekten yaralar ve nesilden nesle gelen ünlü “Estergon Türküsü” söylenir. Burada hassas husus: olaya bizzat tanıklık eden Osmanlı tarihçesi İbrahim Peçevi tarafından savunmanın destanlaştırılmasıdır.
1605 yılında, Estergon kalesi, yine Türkler tarafından kuşatılır ve 1 aylık kuşatmanın ardından ele geçirilir. Burada ilginç olan husus, bir önceki sefer kaleyi teslim etmek zorunda kalan Sokulluzade Lala Mehmet Paşa, bu kere Sadrazam olarak ordunun başındadır ve kaleyi ele geçirmiştir.
Takip eden süreçte, 78 yıl daha Osmanlı hudut boylarını savunan mücahitler tarafından kullanılan kale, 1863 yılında yine elimizden alınır ve “Estergon Türküsü” tüm ülkede, keder ve hüzünle birlikte, insanların hafızalarına işlenir. Kalenin bulunduğu yer, günümüzde Macarların en büyük dini merkezi konumundadır.
Macaristan Estergon kalesi ve çevresi:
Tuna nehri kıyısında, hemen karşı kıyıda Slovakya ülkesi toprakları bulunuyor. Burada, 2 ülkeyi Maria Valeria Köprüsü birbirinden ayırıyor. Köprü II. Dünya savaşında, Naziler tarafından 1945 yılında yıkılmış ve 2001 yılında yeniden inşa edilmiştir.
Burayı ziyaret ettiğinizde, önce bu köprüden karşıya yani Slovakya topraklarına geçin ve buradan, Estergon kalesinin tam karşıdan muhteşem manzarasını izledikten sonra, aynı yoldan geri dönerek Estergon kalesine çıkmanızı öneriyorum.
Zaten burayı ziyaret ettiğinizde, eminim ki, Tuna üzerinden göreceğiniz manzaraya bayılacaksınız ki, fotoğraflardan bunu görebilirsiniz.
Esztergon Kalesi
Estergon kalesi: tam Tuna nehrinin bir “S” çizdiği yerde bulunuyor, yani konumu stratejik, bir zamanlar Tuna nehri üzerinden geçen bütün gemiler, tam bu dönemeç noktasındaki Estergon kalesini tutanlara, vergi ödüyorlarmış ve kalenin değeri bu yüzden çok fazla imiş.
Günümüzde, kaleden pek bir şey kalmamış görünüyor. Sadece, Bazilikanın aşağısına bakılınca, tepenin kenarında eski duvarlar ve burç kalıntıları görülebiliyor.
Osmanlı döneminde inşa edilmiş saray ve kalenin bir bölümünün kalıntıları, 1930’lu yıllara kadar tamamen toprak altında kalmış ve halen arkeolojik çalışmalar sürdürülüyor. Hatta: Bazilikanın hemen altında bir minare göreceksiniz.
Burası eski bir cami kalıntısı, duyduğuma göre, burası bir özel şirket tarafından alınmış ve restorasyon çalışması yapılıyormuş. Zaten burada Osmanlının ardından gelen Avusturyalılar öyle bir yıkım yapmışlar ki, Estergon tamamen yıkılıp tüm Osmanlı izleri yok edilmiş ve yeniden yapılmış, Osmanlıdan günümüze sadece bir yıkık cami ve hamam kalmıştır.
Bazilikanın bahçesinde dolaştığınızda, bir kuyu göreceksiniz. Bu kuyudan, kaleye Tuna nehrinden su temin ediliyormuş.
Ayrıca, yine kalenin bir metalden yapılmış maketi görülüyor. Bazilikanın yeşil büyük kapının bulunduğu yerdeki kale duvarları yok edilmiş, çünkü bazilikanın kapısının çok uzaklardan görülmesi istenmiş.
Ayrıca Macar Kralı St Stephen’in taç giymesinin anısına yapılmış bir heykel görülüyor. Bu heykelde, krala tacı, Papa tarafından takılıyor ve kutsanıyor.
Kale hakkında son bir not: hemen kalenin girişinde bir Macar flüt çalıyor. Türk olduğunuzu söylediğinizde veya öğrendiğinde: flütle, Türk ezgilerini muhteşem icra ediyor, inanamayacaksınız, her şehre göre çalabildiği parçalar var, hatta 10’ncu yıl marşı, İstiklal Marşı. Dinledikten sonra elbette birkaç bozukluk atmak adet olmuş.
Esztergon Basilica
Giriş ücretsizdir. Macaristan ülkesinin en büyük kilisesidir. Avrupa’nın ise 3’ncü büyük kilisesidir. İlk Macar kralı Stephan, MS 1000 yılında buradaki katedralde taç giymiştir.
Aynı zamanda Macar Klasizm mimari stilinin en güzel anıtsal örneğidir. Yapı 1822-1870 yılları arasındaki dönemde inşa edilmiştir. Elbette daha önce burada ilk yapı, kilise, sonra cami, sonra yine kilise var, bu son kilise yıkılarak günümüzdeki muhteşem yapı yapılıyor.
Bir önceki kiliseden tek kalan, Bazilikaya girdikten sonra, hemen ileride sağ bölümdeki bir alanda, bu alanda hemen kapının solunda, gerek II. Viyana kuşatmasında ordusu ile gelerek şehri kurtaran Polonya kralının resmi var.
Bu kral, aynı zamanda bu Bazilikanın yapımına da büyük para yardımında bulunmuştur. Bu küçük bölümde, içeri girdiğinizde, sağ bölümde duvardaki bölüm, eski kiliseden alınarak buraya aktarılmıştır.
Bu kalıntılar, yani Güney kanattaki Bakocz Şapeli, ortaçağdan günümüze gelen bu kalıntıyı barındırıyor. 1600 yılından kalma bu kalıntı, duvara monte edilmiş ve orijinal yani bir önceki kiliseden kalmadır. Burası Macar Rönesans’ının en önemli kalıntısıdır.
Dikkatle bakın ve biz yani Türklere ne gözle baktıklarını ve duygularını düşünün. Bu duvar kabartmasındaki meleklerin gözleri oyulmuş, çünkü Müslümanlar bu şekildeki suretler önünde namaz kılmayı günah kabul ederek, bunların gözlerini oyuyorlarmış. Görüntü maalesef kötü.
Gelelim yapıya, kubbe 71 metre yüksekliktedir. Kubbenin bir özelliği de, burayı yapan İtalyan mimarlar, bu tür yapılarda kubbenin dışarıdan ve uzaktan daha haşmetli görülmesi için, kubbenin üstüne, dışarıdan bir ek kubbe yapıyorlarmış, burada da aynı teknik kullanılmış.
Hemen girişteki sütunların yüksekliği 22 metredir. Hemen üstte en sağda gördüğünüz ve bazilikanın duvarındaki büyük tablo, iki kısımdan oluşuyor. Aslında tek parça olarak görünmesine rağmen, üstteki ve alttaki bölümlerin renk farklılığını hissedeceksiniz, çünkü üst ve alt bölümler 2 farklı ressam tarafından, farklı zamanlarda yapılmıştır.
Bazilikanın ücret karşılığı girilen bir de “Hazine” bölümü bulunuyor. Burada ben girmedim ama koleksiyonda, 9’ncu yüzyıldan kalma bir elmas ve gotik tarzın en güzel örneklerinden bir suki kadehi bulunduğu söyleniyor. Ayrıca, yine ortaçağ döneminden kalma tekstil örnekleri varmış.
SZENTENDRE
Tuna nehrinin kıyısındaki bu küçük yerleşim yeri, Pilis Tepesinin eteklerine kurulmuştur. Budapeşte şehrine çok yakın olması nedeniyle, çok sayıda ziyaretçi çekmektedir.
Osmanlı işgalinden kaçan Sırplar, bu şehre yerleşmiş ve şehirde Akdeniz karakteri korunmuştur.
Arnavut kaldırımlı dolambaçlı sokaklarda yürürken, 18’nci yüzyıl Barok mimari yapı örneklerini görebilirsiniz.
Şehrin hemen ortasında, diğer birçok yerde olduğu gibi “Veba Anıtı” bulunuyor. Anıt 1763 yılında yapılmıştır.
Arnavut kaldırımlı sokaklarda, Tuna nehri kıyısında nehir manzarasını izleyerek gezinebilirsiniz. Ancak buranın en büyük özelliği: tabiat güzelliği yanında, alışveriş olanaklarıdır. Burada: Tuna nehri kıyısına paralel bir iç cadde, tamamen alışveriş mekanlarıyla doludur.
Buralarda: Budapeşte şehir merkezinden daha uygun fiyatlı birçok hediyelik eşya bulup satın alabilirsiniz. Benim önerim: bu caddede, birbirine 400 metre mesafede 2 Türk alışveriş mağazası bulunuyor.
Bunlar zaten kapılarına astıkları Türk bayrakları ile kendilerini tanıtıyorlar. Ama maalesef aralarında rekabet var, yani birinden ucuz diye ki, gerçekten diğer dükkanlara bakarak ucuz bir şey satın aldığınızda ve öbür dükkana gittiğinizde, satıcı, sizin önceki dükkandan alışveriş yaptığınızı bilerek, yani almayacağınızı düşünerek, fiyatı iyice aşağıya çekiyor.
Bu yüzden, bence, hoşunuza giden ve satın almak istediğiniz ürünlerin her iki dükkandan da fiyatlarını alıp, sonra satın alma faslına geçmenizdir.
Ayrıca, bu Türk dükkanlarından biri, yani caddenin sonundaki dükkanda, sıcak Türk çayı içebilir, tuvaleti ücretsiz kullanabilir, aldıklarınızı, gezinizin sonunda teslim almak üzere emanet bırakabilirsiniz.
Peki ne satın alınır? Buranın bir tür kırmızı toz biberi meşhur, (Paprika Haz) bu kırmızı biberler acılı ve acısız olarak, küçük şişelerde satılıyor. Acı biber meraklıları düşünebilir. Ayrıca: yine burada, buraya has içki türleri var.
Tokaji denen şarap cinsi, ünlü ama esas buraya has ve sert bir içki türü var. Palinka denen (bir tür Brendi) ve içinde, içkinin yapıldığı meyvenin bir parçası bulunuyor ve gözle görülüyor, ama bunun çok sert olduğunu duydum.
Başkaca: yine hoşa gidebilecek yüzlerce hediyelik çeşidi ve magnetler var. Ama söylediğim gibi, hediyelik bir şeyler satın almayı düşünenler, burayı ziyaret edeceklerse, alışverişi buraya bıraksınlar çünkü fiyatlar gerçekten uygun.
Bunun dışına: burada şehir meydanında hemen sağda bulunan dondurmacıdan dondurma almanızı, özellikle taze naneli dondurma almanızı öneririm, değişik bir tat, denemelisiniz.
Bunların dışında, burada yapabileceğiz fazlaca bir şey yok, Tuna nehrinin kıyısında banklar var, oturup nehri izleyebilirsiniz.
VİSEGRAD
Szendtenre şehrinden sonra, yine Tuna nehri kıyısındaki bu yerleşim yerine gidebilirsiniz. Tur şirketleri, Estergon turunda, aslında 3 yer satıyorlar ama buraya uğramıyorlar, çünkü bir önceki Szendtenre şehri, daha çok ilgi çekiyor ve insanlar orada alışveriş için daha uzun zaman istiyorlar. Visegrad ise, tepede kalıyor yani ana yoldan uzak ve tarihi kalıntılarıyla dikkat çeken bir yer.
Tuna nehri kıyısında, kayalık tepelerde konumlandırılmış ve bir zamanlar stratejik konumuyla önem kazanmış bir yerdir. Özellikle Romalılar döneminde, burada büyük bir kale inşa edilmiştir. Bu ilk kale, 1241-1242 yıllarındaki Moğol saldırıları sırasında imha edilmiştir. 1235-1270 yılları arasında ise, Macar Kralı Bela IV. Tarafından burada yeniden kale inşa edilmiştir.
Günümüzde, burada kale ve 1320 yılında yapılan kral sarayı kalıntıları gezilebiliyor. Özellikle, 1458-1490 yılları arasında Kral Matthias tarafından yeniden yapılan muhteşem Rönesans sarayı ilgi çekiyor. Bunun hemen ortasındaki Herkül heykeli bulunan havuzu mutlaka görün.