Saroz körfezi kıyılarındaki bu yerleşim yerlerinde: özellikle İstanbul’dan bölgeye: dalgıç eğitimi almak üzere gelen insanlar bulunuyor. Bunun dışında ise, özellikle çadır ve karavan turizmini tercih edenlerin, uğrak yeri.
ULAŞIM:
Erikli’ye İstanbul üzerinden ulaşmak için: Silivri’den Tekirdağ yönüne doğru devam ederek, Malkara ve Keşan geçilir. Keşan’dan Çanakkale yoluna saparak, Erikli’ye ulaşabilirsiniz. Ayrıca: Bayrampaşa-Esenler Otogarı Keşan-Gürel yazıhanesinden her saat otobüs bulmak mümkün.
İbrice-Tekirdağ arası uzaklık: 60 km. İbrice-Malkara arası uzaklık ise: 10 km. dir.
ERİKLİ SAHİLİ
Saroz körfezi içinde, en sosyal ve gelen yerli-yabancı turistleri en iyi şekilde ağırlayabilecek tek bölge Erikli Sahilidir. 1974 yılında: 800-1000 arası bir nüfusa sahip bölge, günümüzde, yaz dönemi içinde, neredeyse 50 binleri buluyor.
Şu anda, Erikli de, Turizm Bakanlığına bağlı, üç otel, Keşan Belediyesi denetiminde yedi pansiyon ve apart oteller olmak üzere, yaklaşık 340 yatak kapasitesi var.
Fakat, ev pansiyonculuğu da çok yaygın. Yani, toplam 3000 yatak kapasitesine kadar ulaşılıyor.
ADİLHAN, SAZLIDERE, GÖKÇETEPE
Sırtını ormana dayamış olan Adilhan köyü: temiz havası, denizi, bitki örtüsü ve en önemlisi ahtapotların yavrulamaya geldiği sahili ile bakir bir köy. Köy: çam, armut, akasya ve zeytin ağaçları ile kaplı. Sahilinin: astım ve nefes darlığı problemi olanlara iyi gelin bir havası var.
İstanbul’a yakınlığı nedeniyle, yazlık gibi kullanılan köyde: ata binmeyi, kış aylarında yaban domuzu ve bıldırcın avlamayı, yürüyüş, kros, bisiklet ve balık tutmayı sevenlere ve dalgıçlara rastlayabilirsiniz.
Gökçetepe:
tam bir balıkçı köyü. Köy girişindeki eski Rum taş evleri ve Bizans kale kalıntıları var. Köy meydanında: eski gelenekleri sürdüren, güler yüzlü köy sakinleri, dibekte bulgur dövmeye devam ediyorlar.
Sahile yönelince; son yıllarda “Kayıp Cennet” olarak anılan Milli Parklar Genel Müdürlüğü Kamp Alanı, önünüze çıkıveriyor.
Danişment; Çevre Bölge Müdürlüğüne bağlı kamp alanı. Hem günübirlik piknik hem de çadırlı kamplar için ihtiyaç duyulabilecek her türlü olanak sunuluyor. Keşan’dan sonra, Erikli’ye gider gibi devam edip, yoldaki “Danişment Orman Kampı” tabelalarını takip ederek, kolayca bulabilirsiniz.
En son 1 kilometrelik bölümü hariç, yol asfalt ve gayet güzel. 1 km.ye yakın stabilize bir yoldan koya iniliyor. Çevre Müdürlüğü, kamp alanını özel işletmeye kiralamış. Bakkal, manav ve restoran var. Orada, hazır çadırlardan kiralayabileceğiniz gibi, kendi çadırınızda da kalabilirsiniz. Duşlar, tuvaletler var, hepsi de tertemizdir.
Günübirlik piknikçiler için, sabah saat: 07.00’de açılan kapı, saat: 01.00’de kapanıyor. Kamp alanında: ahşap masalar, ocaklar ve bir de restoran var. Günübirlik kamp alanında: çadır kurmaya ve karavan turizmine uygun düzenlenmiş: restoran, duş, tuvalet gibi üniteler var.
Kamp alanını büyükçe bir bölümü, çadırlar için parsellenmiş, elektrik veriliyor, yanlarında su var. Bu bölümü, guruplara günlük olarak da kullandırılıyor. Kumsalın belli bir bölümü kumluk, asıl denize girilebilen bölüm burası.
Deniz tabanı çakıllarla kaplandıkça, deniz kestaneleri görünmeye başlıyor. O yüzden ayaklarınızı yere basıyorsanız dikkat etmeniz şart. Dikkatli olduğunuz sürece deniz kestanesi yönünden sorun yaşamazsınız.
İBRİCE LİMANI:
Edirne Keşan İbrice Limanı: Keşan’a bağlı Mecidiye beldesinde yer alan, iki küçük koydan oluşuyor. Tarihi liman, doğanın bir hediyesi olarak, dalgalara kapalı bir haliç çevresinde kurulmuş.
İzmir’den Gökçeada’ya gelen gemiler, geçmiş yıllarda yüklerini bu limana boşaltırlar, develerle Uzunköprü’ye taşınan ticaret malları, buradan trenle, İstanbul’a gönderilirmiş. Limanda gümrük binası, hamam, ticaret mağazası gibi üniteler bulunurmuş.
Şimdi, yalnızca kalıntıları görülen binalar, bölgenin ikinci derece SİT alanı olması nedeniyle yıkılmış.
Günümüzde, ciddi bir balık sirkülasyonu bulunan İbrice Limanı, sayısız balıkçı teknesini misafir ederken, lüks bir restoranda kendilerine balık ziyareti çekmek isteyen aileleri ağırlıyor.
Evet, burası: kısa süre önce, mütevazi bir balıkçı barınağıydı. Artık özellikle yaz aylarında, dalma meraklılarının akınına uğruyor. Denize girmek, dalış yapmak isteyenler, taze balık almak için gelenlerle, limanın ziyaretçisi eksik olmuyor.
EDİRNE KEŞAN İbrice Limanında, WC dalış merkezi var.
Meraklılarına eğitim veriliyor. Çünkü: Saroz körfezi, deniz turizmi yanında, özellikle balık avcıları ve dalma meraklıları için ideal bir yer. Savaştan kalma batık gemiler için yuva görevi yaptığından, bölgenin en iyi balık çıkan yeri buradadır.
Bu nedenle de, dalma meraklılarının yuvaları bozacağından endişe eden yöre balıkçıları ve eski sünger avcıları, dalmak için gelenlere yardımcı olmaktan pek hoşlanmıyorlar.
Hatta: her hafta en az 200 dalgıç gelen yörede, limandaki lokanta bile kapatılmış durumda. Açtırmamak için de uğraşılıyor.
Limanın karşısındaki kayalık alandan denize giren dalgıçların görüntüsü içler acısı. Burada hiçbir sosyal tesis yok. Elbette, son yıllarda gelen dalgıç sayısı azalıyor. İbrice Limanı ve çevresinde; dalgıçlara hizmet için harekete geçilmesi gerekir.
Yoksa: İbrice insanı, dalış turizmini kaybedecek. Dalmak için gelen insanlar: içecek, su, tuvalet, duş istiyorlar. Ücreti karşılığında bu hizmetlerin verilmesinin gerekliliğini düşünüyorum.
Evet, devam edelim.
İstanbul dalgıçlarının ehliyet aldıkları sınav, burada yapılıyor. Çünkü: burası İstanbul’a yakın ve derinliği kolayca bulabilen bir dalış merkezi. Bu yüzden de, tüm dalış okulları tarafından büyük ilgi görüyor.
Özellikle: hafta sonları, dalış okullarının hücumuna uğrayan Kömür Limanında, dalış yerleri, tekne limanını sol tarafındaki kayalıklar arasındaki küçük koylardır.
Edirne Keşan İbrice de, koy, gerek limana doğru ve gerekse diğer yöne doğru güzel bir dip florası sergiliyor. Özellikle, Mayıs ayından Eylül ayı sonuna dek süren dönemde, İbrice Limanında, dalgıçların sertifikalarını aldıkları, açık deniz ile tanıştıkları ilk yer burası.
Cuma sabahı, erkenden İstanbul’dan yola çıkan dalış gurupları, 3.5 saatlik bir yolculuk sonunda buraya ulaşıyorlar.
Liman her iki yanı yüksek tepelerden oluşan bir bölümde bulunuyor. Doğusundaki tepeden bakıldığında iki koy görülüyor. Bu koylarda: mükemmel resif sığlıklar bulunuyor. Koyların dipleri, zaman zaman kaya ve kumluk halinde, meyilli olarak 40 metrelere kadar inen bir su altı yapısına sahip.
Bu koylara yapılan dalışlar sırasında, çok sayıda sübyeye, taşların arasında gizlenen ahtapotlara ve melanur sürülerine rastlamak mümkün.
Limanın batı kıyısındaki sarp ve dik kaya yapısı, Toplarönü Burnuna kadar uzanıyor. Toplar önü, mükemmel gizli koyları olan bir dalış noktası. Ancak, buraya yalnızca deniz yolu ile gidiliyor. Ortalama derinlik ise 20 metre ile sınırlı.
Evet: dalış dışında, limandan içlere doğru, toprak yolla devam ettiğinizde, Deli Liman denilen ve arkası çamlık, önü deniz olan kamp sahalı görülüyor. Burada: kamp ateşi yakmak ve gitarlı geceler yaşamak mümkün.
Kamp yerinden, güneşin batışını, hele hele güneş battıktan sonra, ışık kirliliği olmayan gökyüzünde, saman yolunu izlemek, bir yandan da tüm haftanın yorgunluğunu atabilmek, inanın, muhteşem bir keyiftir.
Eğer, amatör balıkçılığa, olta balıkçılığına merakınız varsa, burası olta balıkçılığı içinde mükemmel olanaklar sunan bir yer.
Özellikle: zargana yakalayabilirsiniz. 4-5 saatlik bir süre sonunda, muhtemelen 50 civarında zargana yakalamanız içten bile değil. İhtiyacınız olan tek şey, birazcık şans. Yoksa, balık bol.
Edirne Keşan İbrice Limanında: balık restoranları, dükkanlar ve pansiyonlar da var. Uskumru, sinarit, levrek, mercan, kefal ve barbunya, çevredeki restoranların muhteşem balık lezzetleri arasındadır.
Osmanlının Rumeli’de kurduğu ilk yerleşim yeri ve dünyanın en uzun taş köprüsünün bulunduğu ve bu özellikleriyle öne çıkan bir ilçedir. 2020 yılı Mart ayı başında birkaç günlüğüne buraya gideceğim, daha ayrıntılı gezi yorumları dönüşte, yine burada.
ULAŞIM
Uzunköprü, İstanbul arası: 250 km. Uzunköprü, Tekirdağ arası: 91 km. Uzunköprü, Edirne arası: 65 km. Uzunköprü, Kırklareli arası: 83 km. Uzunköprü, Lüleburgaz arası: 73 km. Uzunköprü, Çorlu arası: 125 km. Uzunköprü, Silivri arası: 173 km. Uzunköprü, Gelibolu arası: 115 km.
TARİHİ
İlçenin güneyinde, Kırkkavak köyü yolu üzerinde bulunan “Maslıdere” höyükte yapılan araştırmalarda, MÖ 8000-5500 yılları arasına tarihlenen çizgi ve baskı süslemeli çanak-çömlek parçaları bulunmuştur. Ancak resmi arkeolojik kazılar yapılmadığından ayrıntılı bilgi yoktur.
MÖ 1400’lü yıllarda ise Trak kabileleri bölgeye yerleşmeye başlamış ve uzun süre kalmışlardır. MÖ 431 yılında, Makedonya birliğini kuran Kral II. Flip, bölgedeki Trak devletini de bu birliğin hakimiyeti altına sokar. Ancak Roma imparatorluğu, Makedonları yenerek bu bölgedeki hakimiyetlerini bitirir. İmparator Kladius (44-46) tüm Trakya topraklarını ele geçirerek “Trakya Eyaleti” adı altında bir Roma Eyaleti kurar.
Bölgenin bu dönemdeki en önemli yerleşim merkezi ise, Plotinopolis kentidir. Kent, İmparator Trajan (98-117) döneminde ve kendisi tarafından karısı Plotina adına kurulmuştur. Kent kalıntıları: Uzunköprü ve Dimetoka arasında, Meriç nehrinin iki kenarında kurulmuştur. Hatta bazı kaynaklar, Plotinopolis kentini, eski Uzunköprü olarak tanımlar, kentin, Eskiköy, Hamitli ve Çakmak köyleri arasında bulunduğunu öne sürerler.
En son Bizans idaresinde olan bölge, 1363 yılında Edirne’nin Osmanlı Sultanı I. Murat tarafından, Sazlıdere savaşı sonunda ele geçirilmesinin ardından, tümüyle Türklerin egemenliğine girmiştir. Osmanlı Türkleri tarafından burası ele geçirildiğinde, şehirde Rum kültürü ile yaşamış, Hıristiyan dinini benimsemiş Traklar bulunuyordu.
Bu halk fethin şartları gereğince Osmanlı tebaasında olacaklar, Türkler onları koruyacaklar, dillerine ve dinlerine karışmayacaklardı. Ancak bu bilginin, Uzunköprü için geçerli olmadığını savunanlar da vardır. Çünkü birçok Osmanlı tarihçisine göre, Trakya akınları başladığında Uzunköprü diye bir yerleşim yeri yoktur.
Batı kaynaklarında Plotinopolis Uzunköprü olarak tanımlanmak istense de eski ve yeni kent arasında 20 km lik bir mesafe vardır. Yani Uzunköprü, Plotinopols kentinin üzerine değil farklı bir alana, Trakya akınları sırasında belirtildiği üzere bomboş, ormanlık, bataklık ve eşkıya barındıran bir bölgeydi ki bu tarif Uzunköprü’nün inşasını da gerekli gösteren bir tanımlamadır.
Sonradan Uzunköprü kendinin kurulacağı bu bataklık bölge, başkent Edirne’yi Gelibolu üzerinden Anadolu’ya bağlayan güzergah üzerinde bir menzillik mesafededir. Ergene nehri taştığı zaman yolculara ve ordulara yol vermez. Bu yüzden, Sultan II. Murat, 1427 yılında bu arazi üzerine uzun bir köprü inşa edilmesini ve yanına da Ergene adıyla bir şehir kurulmasını buyurur.
Sultan II. Murat tarafından kurulan ve Ergene ismi verilen bu yerleşim yeri, Osmanlı döneminde Rumeli yakasında kurulan ilk Türk kenti olarak önem kazanır.
Sultan II. Murat: Varna seferi dönüşünde, taşkın nedeniyle Ergene nehrini geçememiş, ahşaptan yapılan köprülerin dayanıksız olması nedeniyle, buraya bir köprü yapılmasını istemiştir. 1424 yılında yapılına başlanan ve 3 yılda bitirilen, 360 gözlü köprüyü, Sultan II. Murat yeterli bulmamış ve tümüyle yıktırmıştır.
Bunun üzerine, Uzunköprü olarak isimlendirilen ikinci (günümüzdeki) köprü yapılmıştır. (ayrıntılı bilgi aşağıdadır)
Köprünün yapımının uzun sürmesi nedeniyle: çalışanların ve bölgeyi korumakla görevli askerlerin ihtiyaçlarının karşılanması için: cami, imarethane, kervansaray, medrese, hamam ve iki adet yel değirmeni yaptırılmıştır.
Bu yerlerin bakımı ve imarı için, önce Edirne’nin köylerinden daha sonra da Rumeli’ye geçiş yapan Türkmen aşiretlerinden aileler buraya yerleştirilerek ilçenin temelleri atılmıştır.
Köprü: “Cisr-i Ergene” ismiyle bugünkü ilçenin kurulmasına başlangıç teşkil etmiş ve adını vermiştir.
Sonraki yıllarda iki kez büyük onarım gören ilçe, 19’ncu yüzyılda iki kez Rus işgaline uğradı.
İlçe topraklarını: Birinci Balkan Savaşından sonra Bulgarlar ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında ise Yunanlılar işgal etti. (25 Temmuz 1920-18 Kasım 1922 tarihleri arasında)
Kurtuluş Savaşının ardından, 18 Kasım 1922 tarihinde ilçe düşman işgalinden kurtarıldı.
Yerleşimin ismi “Cisr-i Ergene” olmasına rağmen, 1873 yılında yeni yapılan istasyon binasına “Uzunköprü” tabelası asıldı ve tren tarifelerinde burası Uzunköprü olarak geçti.
1917 yılında ise, İlçenin ismi resmi makamlar tarafından “Uzunköprü” olarak değiştirildi.
GENEL
Uzunköprü, Türkiye’nin en batı sınırındaki ilçedir. Edirne ilinin orta kısmındadır. Kapladığı yer bakımından, Edirne ilinin en büyük ilçesidir. İlçe merkezinde, köprünün bulunduğu yerin rakımı: 18 metredir. İlçe topraklarının yüzde 75’i düzlüklerle kaplıdır. İlçe topraklarının ortasını kaplayan Ergene ovası: Ergene ırmağı taştığı zaman, ovaya bolca mil bırakır.
Bu nedenle ova toprakları çok verimlidir. Her çeşit ürün yetiştirilir. Son yıllarda DSİ tarafından yapılan çalışmalarla Ergene nehrinin su taşkınları büyük ölçüde önlenmiştir. İlçede: deniz ve kara iklimleri arasında bulunan sert bir iklim hakimdir. İlçenin ekonomik etkinliği: buğday, pirinç, ayçiçeği, şeker pancarı yetiştiriciliğidir. Ayrıca mandıra peynirciliği yapılır.
Başlıca sanayi kuruluşları: peynir ve çeltik fabrikalarıdır. Ancak çeltik tarlaları nedeniyle, ilçede sinek boldur. Bu arada: Uzunköprü denilince, Ergene nehrinden söz etmemek olmaz. Istranca dağlarının batı eteklerinden akan bir takım dereleri alan Ergene nehri: ilçenin kenarından geçerek, İpsala ilçesinin Sarıcaali köyünden Meriç nehrine bağlanır.
Ancak özellikle, son yıllarda, Trakya bölgesinde kontrolsüz gelişen sanayi ve bunun sonucu çevre problemleri, Ergene nehrini kullanılmaz hale getirmiş. Öyle ki: Ergene nehri, sanayi atıklarından dolayı, her gün farklı renkte akar olmuş. Nehrin kokusu ise, tam bir felaket.
NE YENİR
Trakya’daki en iyi köfte “Uzunköprü köftesi” burada yapılır. (Benim favorim “Köfteci Niyazi” dir.) Köfte dışında, burada yiyebileceğiniz yöresel tatlar: ciğer kapama, Edirne ciğeri, beyaz yahni, kaşarlı köfte, pırasa pidesi, domates dolması ve yer elması çorbasıdır. Tatlı olarak ise: nektarinli fincan tatlısı, gül ve zerdali tatlısı, cevizli şekerpare denemelisiniz.
NE SATIN ALINIR
Uzunköprü’den: baldo pirinç, ayçiçeği yağı alabilirsiniz.
MESLEK YÜKSEK OKULU
Trakya Üniversitesine bağlı olarak, 1994 yılında öğrenime başlamıştır. İlk programı: Muhasebe ve Pazarlamadır ve Uzunköprü Öğretmen evinde öğretime başlamıştır. 2003-2004 yılından itibaren ise, yeni hizmet binasında eğitim-öğretimi sürdürmektedir.
GEZİLECEK YERLER
ERGENE KÖPRÜSÜ
Köprü 2015 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici aday listesine alınmıştır. Ergene nehri üzerine, Osmanlı döneminde, Sultan II. Murat zamanında, Mimar Muslihiddin tarafından 1427-1443 yılları arasında 16 yılda inşa edilmiştir. 1444 yılında, Sultan II. Murat’ın katıldığı büyük bir törenle açılmıştır.
Dünyanın günümüze ulaşan en uzun taş köprüsüdür. Köprünün yapıldığı yer: Osmanlı devletinin başkenti Edirne ve Gelibolu ve Batı Rumeliyi birbirine bağlayan askeri ve ticari yolların kesişiminde yani oldukça önemli bir stratejik alandadır.
Bu ihtişamlı köprü: Orta Asya’dan, Balkanlara kadar, geniş bir coğrafyada farklı kültürleri bünyesinde barındıran Osmanlının, sanat ve estetik anlayışından motifler taşımaktadır.
Bu anıtsal köprü: kullanılan malzemenin seçimi, ayakların yerleştirilmesi, kemer açıklıklarının belirlenmesi, yükseklik eğimlerinin hesaplanmasındaki mühendislik bilgisi sayesinde: zorlu doğa şartları altında 600 yıla yakın bir süre ayakta kalmıştır.
Köprünün uzunluğu: 1270.41 metredir. Köprünün genişliği 5.24 metredir. Köprünün uzun yapılmasının sebebi: o dönemde bölgede geniş bataklıklar olmasıdır. Köprüde 174 tane kemer vardır. Bu kadar çok kemer yapılmasının sebebi, Ergene nehrinin yağışlı havalarda taşkınlara sebep olmasıdır, köprü yıkılmasın diye gözlere, tahliye delikleri eklenmiştir.
Bu kemerlerden 3 tanesi, bugünkü Uzunköprü ilçe merkezine bağlanan yolun altında kalmıştır. Köprünün kemerleri, çoğunlukla çift merkezli, sivri kemer formundadır. Ancak dairesel ve basık dairesel formlarda kemerler de vardır. Köprünün kanat ve kemerleri: aslan, fil, lale, kartal ve çeşitli geometrik kabartma motiflerle süslenmiştir.
Köprünün yapımında: kireç taşı ve traverten cinsi kesme taş blokları kullanılmıştır. Bu taş bloklar: ilçeye bağlı Eskiköy ve Yağmurca köyleriyle Yunanistan içinde kalan Hasırcıarnavut köyündeki taş ocaklarından getirilmiştir. Bunlar köprü yapılırken horasan harcı ile birleştirilmiştir.
Köprünün alüvyon zemin üzerine oturan temelleri, enerji sönümleyici ahşap ızgara sistemi üzerine inşa edilmiştir.
Yapılmasının ardından, birçok sel ve deprem felaketi geçiren köprü: Fatih Sultan Mehmet, Sultan II. Osman, Sultan II. Mahmut ve Sultan II. Abdülhamit zamanlarında onarımdan geçmiştir. Cumhuriyet döneminde ise, üzerinden motorlu araçların geçişini kolaylaştırmak için, 1964-1971 yılları arasında yapılan restorasyonla, köprü genişletilerek eni 5.24 metreden 6.80 metreye çıkarılmıştır.
KENT MÜZESİ
Müze Pazartesi hariç her gün açık, giriş ücretsizdir.
İlçe merkezinde eski Tekel binasının restore edilerek müzeye dönüştürülmesiyle 2013 yılında ziyarete açılmıştır. Müzenin bulunduğu bina, 1900’lü yılların başında Uzunköprülü Postacı ailesinin oğlu Mustafa Çakmaklı tarafından özel konak olarak yapılmıştır. Eşi Sıdaka ve evlatları Enver, Mahmut ve Maide ile 1930 yılına kadar burada yaşamış, taşınmış 27 Nisan 1939 tarihinde Maliye hazinesine satılmıştır.
Maliye tarafından binanın kullanım halkı Tekel idaresine bırakılmıştır. 1939 yılından sonra ise, Tekel depo ve lojmanı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Uzun yıllar Tekel İdaresinde görev yapan ve 1992 yılında Müdürlük görevinden emekli olan Mümin Soydaner ve ailesi burada yaşamıştır.
1990’larda ise burada Tekel işletmesi kaldırılınca, bina boş kalmış ve yıkılma noktasında iken, 2013 yılında restore edilerek müzeye dönüştürmüştür. 16 Aralık 2013 tarihinde ise Kent Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.
Müze 2 katlı ve 6 odalıdır. Her katın koridorları da teşhir amaçlı kullanılmaktadır. Müzenin birinci katında, 3 odada: tarihi paralar, tüfek ve kılıçlar, daktilo ve hesap makineleri, pikap ve radyolar, fotoğraf makineleri ve bakır kaplar sergileniyor.
Müzenin ikinci katında: koridorda Çanakkale savaşlarında Uzunköprü’nün önemini vurgulayan silikon asker heykeli, koridorun diğer ucunda kahve köşesi bulunuyor. Odalarda ise: Gelin odası, Yaşam odası, dikiş makinesi, ayna, bebek patiği, ibrik, bavul, kömür ütüsü gibi tarihi eşyalar sergileniyor. Burada ilginç bir yer daha var “Cazgır dondurmacısı”. Cazgır dondurmacısının kurucusu Maksut Dondurmacının da silikon heykeli üst katta sergileniyor.
Alt ve üst katın duvarlarında ise, Uzunköprü tarihine ait bilgi panoları ve fotoğraflar görülüyor. Güzel bir müze, güzel düzenlenmiş, bence mutlaka gidin ziyaret edin.
ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ ANITI-HÜRRİYET ANITI-HÜRRİYET ÇEŞMESİ
Ülkemizde bu konuda yapılan ilk anıttır. 20’nci yüzyıl başlarında Osmanlı devleti için zor yıllardı. 1889 yılında birkaç Tıbbiyeli, okulda kendi aralarında bir gizli ihtilal örgütü kurdular. Sonraki yıllarda bu örgüt “İttihat ve Terakki Cemiyeti” ismini aldı ve asker-sivil aydınlar arasında hızla yayıldı ve özellikle Rumeli’deki subaylar, bu ihtilalci örgütün lokomotifliğini yapmaya başladılar.
Çünkü Rumeli’deki askerler, diğerlerine nazaran daha yoğun ateş hattının ortasındaydılar. Fazla uzatmak istemiyorum, 17 Aralık 1908 tarihinde Kanun-i Esasi kabul edildi ve memleketin her yerinde hürriyet rüzgarları esmeye başladı. Bu arada: 1906 yılında Uzunköprü Kaymakamı olan Mazhar Müfit bey, Meşrutiyet heyecanı ile Uzunköprü’de bir anıt yapmaya karar verdi.
Mazhar Müfit: 1919 yılında Bitlis valisi iken istifa etmiş, Milli Mücadeleye katılmış ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşında, sürekli yanında bulunmuştur. Kendisi: 17 Ağustos 1904 yılından, 6 Ağustos 1910 yılına kadar, Osmanlı idaresine bağlı Cisr-i Ergene (günümüzdeki Uzunköprü) ilçesinde kaymakamlık yapmıştır.
Kendisi burada göreve gelir gelmez: aydın ve ilerici bir kadro ile ilçeye yeni eserler ve hizmetler vermeye başlamıştır. O dönemde, Mafhar Müfit bey, Uzunköprü Belediye Başkanı Hafız İsmail efendinin yardım ve destekleriyle ilçe girişinde, köprünün ilçeye bakan sol baş tarafına “Demokrasi Anıtı” yaptırdı.
Anıt 6 metre yüksekliktedir. 2 metre karelik zemin üzerine inşa edilmiştir. İlk yapıldığında, ön tarafına insanların, sol tarafına ise hayvanların kullanması için iki tane çeşme konulmuştur. Ancak 1938 yılında bu çeşmeler kaldırılmış ve üzeri kapatılmıştır. Anıtın dört cephesinde: Fransız Devriminden ilham alan, İttihat ve Terakkinin sloganlaştırdığı: Hürriyet, Adalet, Eşitlik ve Kardeşlik” ilkelerinin yazılı olduğu mermer kaideler vardır.
Evet, bu ilginç anıtla ilgili bir not: 1965 yılında Uzunköprü ilçesinin genişletme çalışmaları sırasında bu anıt sökülerek 1 metre uzağa taşınmış, bu yer değiştirme sırasında depoya kaldırılan mermer kitabeleri kaybolmuştur. Bunun üzerine, bir hat ustasına 4 ilke mermer üzerine yazdırılmış ve anıttaki yerlerine konulmuştur. Anıt son olarak tümüyle yenilenerek restore edilmiş ve 11 Aralık 2012 tarihinde ziyarete açılmıştır.
II.MURAT KÜLLİYESİ
İlçe merkezinde Muradiye mahallesindedir.
Caminin kitabesi: batıda bulunan ana giriş kapısı üzerindedir. Kitabe ünlü Osmanlı tarihçisi Abdurrahman Hibri tarafından yazılmıştır. Kitabede: caminin 1443 yılında Sultan II. Murat tarafından yaptırıldığı ve 1621 yılında ise Sultan II. Osman tarafından tamir ettirildiği yazılıdır.
Evet, cami, 1443 yılında köprü ile birlikte Sultan II. Murat tarafından yaptırılmıştır. İlk yaptırıldığında bir külliye şeklinde tasarlanmıştır. İçerisinde: imaret ve medresesi vardır.
Sultan II. Murat, Ergene kentinde oluşturduğu vakıf külliyesinin açılışında, büyük bir alçak gönüllülükle caminin mumlarını kendi elleriyle yakmış, Edirne’den davet ettiği ve Ergene kentine gelen konuklarına yemeklerini kendisi üleştirmiştir.
Ancak: günümüzde sadece cami ayakta kalmıştır. Cami: moloz taştan yapılmıştır. Uzunluğu 22 metre ve eni 19 metredir. Yüksekliği: 5.70 metredir. Dikdörtgen planlıdır.
İlk yapıldığında kubbelidir. Ancak 1621 yılında Sultan II. Osman döneminde yapılan onarım sırasında kubbesi yıkılmıştır. Bunun üzerine üzeri, çatı ile örtülmüş ve kurşun kaplanmıştır.
Caminin hemen önünde: 3,80 metre eninde ve 22,20 metre uzunluğunda bir son cemaat yeri yapılmıştır. Başlangıçta 12 ahşap direğin taşıdığı bu sundurma, sonradan yapılan onarım sırasında direkleri kaldırılarak, bir duvar örülmüştür.
Caminin minaresi kesme taştan yapılmıştır. Minare gövdesi yuvarlak ve tek şerefelidir.
Camide ilginç bir de şadırvan bulunur. İlk yapıldığında suyu Malkoç yöresinden gelen su şebekesinden sağlanıyormuş, şimdi ise kent su şebekesine bağlanmıştır.
Cami avlusunda ve giriş kapısının karşısındaki şadırvanda, Osmanlılarda ibadetten sonra cemaate ikram edilmek üzere şerbet dağıtma geleneği, ilk olarak buradaki cami şadırvanının musluklarından şerbet akıtılmasıyla başlamıştır.
Caminin arka tarafında, bir mezarlık alanı bulunur.
GAZİ TURHAN BEY CAMİSİ VE TÜRBESİ
İlçe merkezine 8 km uzaklıktaki Kırkkavak köyündedir.
Gazi Turhan Bey: Sultan II. Murat ve Fatih Sultan Mehmet dönemlerinin en önemli komutanlarından biridir. Ayrıca Sultan II. Murat’ın damadı ve Fatih Sultan Mehmet’in kayınbiraderidir.
Adına ilk defa 1423 tarihinde Mora’da süvari komutanı olarak rastlanır. Babası Paşa Yiğit Bey’in 1413 yılında ölmesi üzerine, Üsküp Sancakbeyi olur. Mora’yı Osmanlı topraklarına katar. Arnavutluk üzerine yürümüştür.
Turhan Bey, 1443 yılında Hunyadi Janos’a karşı yapılan Derbendi savaşında yenilince, o tarihlerde ünlü olan Tokat yakınlarındaki devlet hapishanesi Bedevi Çardak’a sürgün edilmiştir. Ömrünün yaklaşık 10 yılını burada geçiren Turhan Bey, Varna zaferi ve Rumeli beylerinin isteği üzerine affedilerek tekrar Mora akıncı beyliğine getirilmiştir.
Kendisi: II. Kosova ve Varna savaşlarında büyük yararlıklar göstermiştir. Balkanlarda fetih edilen yerlere Türkmen aşiretlerin yerleştirilmesinde etkili olmuştur. Oğullarıyla birlikte 1455 yılında Edirne’de görülen Turhan Bey, ilerlemiş yaşlarda, büyük olasılıkla 70 yaşında 1456 yılında ölmüş ve Kırkkavak köyünde kendisi için yaptırılan türbeye defnedildiği bilinmektedir.
Çünkü yaptığı hizmetler nedeniyle, Kırkkavak köyü kendisine vakıf olarak verilmiş, o da buraya köyün hemen dışında bir külliye inşa ettirmiştir.
Günümüzde bu külliyeden geriye sadece cami ve türbe kalmıştır.
Cami
Cami, günümüze minaresinin, üst örtüsünün, kapı ve pencerelerinin büyük bölümü yıkılmış ve harap halde gelmiştir. Yapıda: düzgün kesme ve kaba yontu ve moloz taş ve tuğla kullanılmıştır.
Yine, minare gövdesi ve kemerlerde tuğla kullanılmıştır. Kare planlı ve tek kubbeyle örtülü harim ile bunun kuzeybatı köşesinde bulunan minareyle yapı anıtsal bir görünümdedir.
Minare: caminin kuzeybatı köşesine dıştan bitişiktir ve günümüzde kaidesine kadar yıkıktır. Süsleme bakımından oldukça sade olan eserin tek süslemesi, alçı mihrabında ve köşelerdeki birer gül şeklindeki rozettir. İnşa ve onarımlarına ait herhangi bir kitabesi bulunmayan caminin, 1454 yılında düzenlenmiş ve 1455 yılında yazılmış bir vakfiyesi vardır.
Türbe
Gazi Turhan Bey, öldükten sonra kendisi için aynı yere yaptırılan türbeye gömülmüştür. Ancak günümüze ulaşmayan türbenin, 1930’lu yıllardaki sağlam durumunu gösteren fotoğraflarından anlaşıldığına göre, caminin doğusunda, yapıya 1-1.5 metre uzaklıkta ve sağlam olarak görülür.
1960 yılında dört duvarı ayakta, fakat oldukça tahrip olmuş durumda olan türbe, günümüzde yakın zamanlarda yapılmış bir mezar taşından ibarettir. İlk yapıldığı haliyle türbenin fotoğrafları incelendiğinde: sadece dış görünümü değerlendirilmekte, ne tür süslemeler olduğu bilinmemektedir.
İnşa ve onarımlarına ait kitabe de bulunmamaktadır. Daha da acı bir bilgi: türbenin taşları, 1930 yılında Uzunköprü Kaymakamı tarafından sökülerek yol yapılında kullanılmıştır.
Sonuç olarak: cami ve bahçesindeki türbenin, özellikle 1877-1878 Rus işgali sırasında tahrip edildiği düşünülmektedir.
Son zamanlara kadar oldukça kötü durumda olan cami ve türbe restore edilmiş ve 2008 yılında yeniden ziyarete açılmıştır.
AZİZ İOANNİS (VAFTİZCİ YAHYA) KİLİSESİ
İlçe merkezinde Muradiye mahallesindedir. Günümüzde yapı, işlek bir yolun kıyısındadır ve diğer üç cephesi, tarihi özelliği olmayan binalarla çevrilidir.
Kilisenin kitabesi: batı cephesinde, ana giriş kapısı kemeri üzerinde, duvara gömülü, kare şeklindedir. Kitabeye göre: Vaftizci Yahya adına, 1875 yılında inşa edilmiştir. Kitabe oldukça basit ve süslemesi bile olmayan bir levhadır.
Muhtemelen, ana giriş kapısı üzerindeki kemer boşluğu içinde, daha gösterişli bir kitabe olabilir, ama cemaat buradan giderken onu da söküp götürmüş olma ihtimali yüksektir.
Yapılan karşılıklı mübadele sonucu Rumlar burayı terk edene kadar, kilisede 17 binden fazla kişinin vaftiz edildiği belirtilir. Rumlar giderken, kilisenin çanı dahil, kilise içinde bulunan bütün taşınır eşyaları beraberlerinde Yunanistan’a götürmüşlerdir.
Kiliseye ait çan, günümüzde İskeçe kilisesinde kullanılmaktadır. Buradaki kilise de, 2011 yılına kadar terkedilmiş ve atıl halde kalmıştır. Uzunköprü Belediyesi tarafından yapılan restorasyon çalışmaları 2011-2013 yılları arasında tamamlanmış ve kilise 11 Mayıs 2013 tarihinde yeniden açılmıştır. Kilise, günümüzde Kültür ve Sanat Merkezi olarak hizmet vermektedir.
Gelelim, mimari ve yapısal özelliklere: kilise: narteksi, naos ve yan nefleri ve dışa taşkın apsisi ile tipik bir bazilika planı gösterir. Yapının inşasında: büyük oranda taş ve kısıtlı miktarda tuğla kullanılmıştır.
Apsiste bulunan pencerenin altında, 3 sıra tuğla bulunur. Yarım kubbelidir. Orta nefin duvarlarında: sağda 6 ve solda 6 olmak üzere 12 havari tek tek freskler ile resmedilmiştir.
İLK BELEDİYE BİNASI
Uzunköprü’deki ilk belediye binasının temeli: Kaymakam Mazhar Müfit bey ve Belediye Başkanı İsmail efendi öncülüğünde ve halkın yardımlarıyla 1905 yılında atılmıştır. Bina aynı yıl tamamlanmış ve Padişah II. Abdülhamit’in hükümdarlık tahtına çıktığı günün yıldönümü olan 19 Ağustos’ta hizmete açılmıştır.
İlçenin girişinde bulunan, 2 katlı ahşap bina, zarif demir parmaklıklarla çevrili bahçesi, kurşun kubbeli bir saat kulesi ve bu kulede bir çalar saat varmış. Giriş balkonu üstündeki tabelada “Umur-ı Belediye” yazısı bulunurmuş.
Bu eski Belediye Binası: bugünkü Edirne Belediyesi (Selimiye camisinin hemen yanındaki) binasından daha küçüktür, o binanın bir minyatürüdür.
Evet bu belediye binası, 1953 yılına kadar hizmet vermiş, daha sonra artan personel için yeterli gelmemesi nedeniyle, yeni belediye binası yapılmasına karar verilmiştir. Bu yapılan ilk belediye binasının müze olarak kullanılması önerilmişse de, kabul edilmemiş, Cumhuriyet alanının genişletilmesi için yıktırılmış ve yerine yeni belediye binası yaptırılmıştır.
Haziran 2011 tarihi itibarıyla, UNESCO tarafından, Edirne’de bulunan ve Mimar Sinan’ın ustalık eserim dediği, Selimiye Camii ve Külliyesi: Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek, koruma altına alınmıştır.
Burada dikkat edilmesi gereken, UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesine bir yapıyı alması için birçok kriter bulunduğudur.
Ben şahsen, böyle bir karardan mutlu oldum, çünkü, bundan böyle, Selimiye camii ve Külliyesi, tamamen olmasa da, UNESCO’nun ilgili kurullarının kontrol ve denetiminde olacak ve yüzyıllar sonrasına, gelecek nesillere daha sağlam olarak ulaştırılacaktır.
Evet, gelelim Edirne şehri gezimize. Çarşıları, camileri, köprüleri, tarihi evleri ve özellikle de, muhteşem Selimiye ile, ülkemize gelenleri ilk karşılayan Edirne, kültürel mirasımızın en iyi hissedildiği bir şehir.
ULAŞIM
Edirne-İstanbul arası uzaklık: 225 km. dir. İstanbul’dan çıkışta, özellikle TEM Otoyolu bulunması, Edirne-İstanbul arasındaki ulaşım için büyük kolaylık ve rahatlık. Edirne-Tekirdağ arası uzaklık: 140 km. Edirne-Kırklareli arası uzaklık: 62 km. Edirne-Çanakkale arası uzaklık: 217 km. Edirne-Ankara arası uzaklık: 683 km. Edirne-İzmir arası uzaklık: 534 km.
Edirne’nin ilçeleri ile olan uzaklıkları ise şöyle: Edirne-Havsa arası uzaklık; 27 km. Edirne-Uzunköprü arası uzaklık: 64 km. Edirne-Keşan arası uzaklık: 112 km.
TARİHİ
Edirne yöresinde bilinen en eski halk: Traklar soyundan gelen “Odrisler”dir. Bunlar tarafından: Meriç ve Tunca nehirlerinin kesiştiği ve bugünkü şehrin bulunduğu yerde, antik dönemlerde bir kent kurulduğu bilinmektedir. Bu kentin ismi olarak: Odris, Odrisia, Orestia, Orestas isimleri kullanılmıştır.
MS. 2’nci yüzyılda: Roma imparatoru Hadrianus: Orestia kasabasını görür ve burayı, stratejik önemine atfen, şehir yapar ve kendi adını koyar. Yani: şehir, Roma döneminde: Hadrianopolis, Hadrianupolis, Adrianupolis, Adrianapolis isimleriyle anılır.
Osmanlı dönemi başlarında: Edrinus, Edrune, Edrinabolu, Endriye isimleri kullanılır. 1476 yılında, Osmanlı kayıtlarında, kentin adı: Erdene olarak geçer. 16’ncı yüzyılın başlarında ise: Edirne ismi kullanılır.
Bu arada: şehir, 1361-1453 yılları ( 92 yıl ) arasındaki dönemde: Osmanlı Devletinin başkenti olmuştur. Şehir, bu yıllar içinde, tarihinin en görkemli günlerini yaşar.
Edirne: Osmanlı imparatorluğunun üniversite şehri olarak öne çıkar. 17’nci yüzyılda, dünyanın en büyük birkaç şehrinden biri olan Edirne, 18’nci yüzyılda gerileme dönemine girer. 1745 ve 1751 yıllarındaki yangınlar: Edirne’ye büyük tahribat verir.
22 Ağustos 1829 tarihinde ise, şehir Ruslar tarafından işgal edilir. Daha sonraki süreçte, Bulgarlar ve Yunanlılar da, şehri çeşitli dönemlerde işgal ederler. Tüm bu işgaller: 25 Kasım 1922 tarihinde sona erer.
GENEL
Şehir; deniz seviyesinden, 41 metre yüksektedir. Tunca nehrinin doğusundan başlayarak, doğudaki tepelere doğru gelişir. Evet, Edirne denilince, Meriç ve Tunca nehirleri akla geliyor. Özellikle, büyük su adıyla ünlenmiş olan taşkında, nehre yakın mahallelerde, 1844 yılında, 1200 den fazla ev yıkılır.
İl topraklarının, yüzde 80’de tarım yapılır. Bunun sonucu olarak da: çalışan nüfusun yarısı, tarım sektöründe istihdam edilmektedir.
Bulgaristan ile, 88 km. sınırı bulunuyor. Meriç ırmağı ise, Edirne’nin Yunanistan ile olan sınırını oluşturuyor. Irmağın doğu yakası Edirne, batı yakası ise Yunanistan. Edirne-Yunanistan sınırı uzunluğu ise: 204 km. dir. Bu sınır: Enez’de biter.
Edirne: Karadeniz, Ege ve Marmara denizlerinin etkisiyle, zaman zaman ve yer yer farklı iklim özellikleri gösterir. Kışları, Akdeniz iklimi etkisini gösterdiği zamanlarda: ılık ve yağışlı, kara iklimi gösterdiğinde ise, oldukça sert ve kar yağışlı geçer. Yazlar: sıcak ve kurak, bahar dönemi yağışlıdır.
Turizm: Edirne için önemli bir gelir ve istihdam kaynağıdır. Şehirde, turizm işletme belgeli olarak, 21 konaklama tesisi var. Bunların oda sayısı ise: 800, yatak sayısı: 1604. Bu turizm işletme belgeli konaklama tesislerinde, 2007 yılı rakamlarına göre: 243.316 kişi, 338.889 gece konaklama yapmıştır.
İl genelinde: Osmanlı-Türk kültürünü yansıtan: 612 eser var. Bu eserlerden bir bölümü (Selimiye Camisi, Üç şerefeli cami, Kervansaray, Meriç köprüsü, Eski cami) günümüze kadar sağlam olarak gelmiş olup, halen kullanılmaktadırlar. İl genelinde, ayrıca 29 Sit alanı ilan edilerek korumaya alınmış bölge bulunmaktadır.
SINIR KAPILARI-KAPIKULE-İPSALA-PAZARKULE
Edirne, ülkemizin Avrupa’ya kara ve demiryolu ile bağlantısını sağlayan il olarak öne çıkar. İl genelinde: 5 sınır kapısı var. Özellikle: Kapıkule sınır kapısı: ülkemizin en büyük kara ve demiryolu sınır kapısı olarak öne çıkar. Bulgaristan üzerinden, Avrupa’ya açılan Kapıkule dışında, Yunanistan ile, Türkiye’yi birleştiren İpsala ve Pazarkule sınır kapıları var. Ayrıca: Uzunköprü’den, yine Yunanistan’a giden demir yolu sınır kapısı bulunuyor.
KIRKPINAR
Evet, Kırkpınar denilince, eminim ki, hepimizin aklına, güreş geliyor. Ama, bu spor, burada çok özel şartlarda yapılıyor. Kırkpınar: Edirne-Ortaköy (35 km. lik yol) üzerinde bulunuyor. Simavina ile Sarı Hızır Köyleri arasında bulunan ve Balkan Savaşından sonra, Yunanistan’a bırakılan Nazif Ağa tarlası denilen çimenlik bir yerin adı.
Tarihi gelişimine bakacak olursak: Osmanlılar, 1356-1357 yılları arasında, Süleyman Paşa komutasında Rumeli’ye geçerler. Burada: yaptıkları akınlar sırasında: savaş yapmadıkları ve mola verdikleri günlerde, aralarında, çeşitli sporlar yaparak zaman geçirirlerdi.
Özellikle: bir keresinde, güreşe tutuşan 40 yiğit içinden, iki yiğit, tutuştukları güreşi, gece yarısına dek sürdürdükleri halde, sonuçlandıramazlar ve ikisi de, güreştikleri yerde, yığılıp kalır, ölürler. Arkadaşları: bu iki yiğidi, Edirne yakınlarındaki, güreş yaptıkları yerde bulunan bir ağacın altına gömerler ve Edirne’ye akınlarına devam ederler.
Zamanla: Edirne fethedilir. Edirne fatihleri: Ahırköy çayırlığına geldiklerinde: daha önce güreş tutarken ölen iki arkadaşını gömdükleri incir ağacının çevresinde: bir kaynaktan çıkan suyun, Kırkpınar çayırlığına doğru aktığını görürler. Bunun üzerine: biraz önce hatırlarsanız, 40 yiğidin güreşe tutuştuğundan söz etmiştim, buraya, “Kırkpınar” adını vermişler.
Edirne’nin alınmasından sonra: Sultan I. Murat zamanında: burada bir güreş tekkesi kurulmuş ve takip eden dönemde, her yıl, burada güreş müsabakalarının yapılması, gelenek haline gelmiş. Ancak: 1923-1924 yıllarından sonra, günümüze kadar olan dönemde, yukarıda söz ettiğim yiğitleri anmak için, güreşler: Edirne’nin “Sarayiçi” denilen yöresinde yapılmaya başlanmış.
Günümüzde, güreşler bir “Kültür Etkinliği” olarak ve bir hafta süre ile düzenlenir. Şenlikler kapsamında: çeşitli folklor gösterileri, fuarlar, sergiler, güzellik yarışması ve yöresel yemek yarışmaları düzenleniyor. Şenliklere, yurt dışından çeşitli ülke gurupları da katılıyor.
Şenliklerin son 3 günü, güreşler yapılıyor. Büyük, orta, başaltı ve baş boylarında güreşen pehlivanlardan, baş güreşenlerin birincisine “Başpehlivan” deniliyor ve altın kemerle ödüllendiriliyor. Bu arada: şenliklerin vazgeçilmez simgesi “Kırkpınar Ağası”
Ortaya konan koça, açık arttırmada en fazla parayı veren kişi: Kırkpınar Ağası oluyor. Bir sonraki yılın güreşlerini organize ediyor, daha doğrusu finanse ediyor.
Evet, güreşler ne zaman yapılıyor?
Kırkpınar şenlikleri: her yıl, genellikle Haziran ayının son haftası ile Temmuz ayının ilk haftasını kapsayan günlerde düzenleniyor ve bir hafta sürüyor. Daha önce söylediğim gibi, ilk dört gün çeşitli etkinlikler düzenleniyor ve son üç gün ise güreşler yapılıyor. Haftanın son günü (pazar), başpehlivanlık güreşleri ve bir sonraki yıl için Kırkpınar Ağalığı ihalesi yapılıyor.
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
Trakya Üniversitesi: 20 Temmuz 1982 tarihinde kurulmuştur. Bir bölge üniversitesi olarak: 3 il, 16 ilçeye yayılmış, 8 fakülte, 3 enstitü, 4 yüksek okul, 1 konsertavuar, 20 meslek yüksek okulu, 14 araştırma ve uygulama merkezinden oluşmaktadır. Bölge üniversitesi olma niteliği açısından, Türkiye’nin ikinci büyük üniversitesidir. Trakya bölgesinin tümüne yayılmıştır. Aynı zamanda, Balkan ülkeleri ile de, yoğun ilişkiler içinde olan bir üniversitedir.
NE YENİR
BADEM EZMESİ
Bu muhteşem ve Edirne’ye has lezzetli badem ezmesinin her ısırığında, ağzınızda dağılarak, size bambaşka bir lezzet sunacaktır.
TAVA CİĞER
Yemek seçiminde, Edirne’de ilk sırayı verin. Edirne ciğerinin lezzetini, başka bir yerde bulmanız olanaksız. Çok pişmişi çıtır çıtır olur, az pişmişi bol vitaminlidir. Cacık veya ayranla beraber yemelisiniz. Mutlaka deneyin.
NE SATIN ALINIR
AYNALI SÜPÜRGE
Günümüzde, Edirne’de, bir el sanatı olarak varlığını sürdürüyor.
EDİRNEKARİ
Edirne’de, el sanatı ürünlere: “Edirnekari (Edirne işi)” adı verilir. Günümüzde, bu gelenek: ağaç ve oyma işlemeciliği ile devam eder. Sandık ve dolap gibi, ahşap malzemeler üzerine, boya ile yapılan desenlerle ortaya çıkar. Diğer el sanatı ürünleri ise şunlardır: Lake kap ve kutu yapımcılığı, çiçek ressamlığı, ciltçilik, hattatlık (özellikle talik yazı), ahşap oymacılığı ve mezar taşçılığı.
MİS MEYVE SABUNU
Turistik bir faaliyet haline dönüşmüş, geleneksel el sanatıdır.
Sevdiklerinize yada kendinize bir ev hediyesi almak isterseniz: Edirnekari veya Edirne hatırası mis sabunlarını mutlaka görmelisiniz. Mis sabunları, evinizdeki dekorasyona uyum sağlarken, ferahlatan kokusuyla da bulunduğunuz ortamın havasını değiştirecektir.
GEZİLECEK YERLER
GEZİ PLANI
Edirne gezinize: önce Selimiye Camisinden başlayın. Bulunduğunuz yerden, bir şekilde Selimiye camisine ulaşın ve bu muhteşem mimari harikayı keşfedin. Daha sonra, caminin hemen arka bölümünde bulunan Müzeye gidiyoruz.
Müze gezisinden sonra, tekrar Selimiye camisinin önüne geçiyoruz ve hemen karşısındaki eski caminin yanında bulunan Rüstempaşa Kervansarayı geziliyor.
Sonra, Talatpaşa Asfaltını, batı yönünde takip ederek, Üç şerefeli camiye ulaşıyoruz. Camiyi gezdikten sonra, hemen karşısındaki Alipaşa Kapalı Çarşısını geziyoruz.
Tekrar batıya doğru devam ediyoruz, Tunca nehri üzerindeki Beyazıt Köprüsünden geçerek, II. Beyazıt Külliyesine varıyoruz. Burayı da gezdikten sonra: kuzeye doğru ilerliyoruz, Saray-ı Cedit, Adalet kasrı ve Sarayiçi görülüyor, sonra, şehir merkezine geri dönüyoruz.
SELİMİYE CAMİSİ
Sultan II. Selim tarafından, Mimar Sinan’a yaptırılmış. Sinan’ın 80 yaşında iken yaptığı ve “ustalık eserim” dediği önemli bir başyapıt.
Caminin kapısındaki kitabeye göre: yapımına, 1568 yılında başlanmış. Ancak: II. Selim’in ölümünden sonra: 1575 yılında ibadete açılabilmiş.
Günümüzde: şehir merkezinde bulunan caminin bulunduğu alanda: Edirne’nin ilk sarayı (Saray-ı Atik) ve Baltacı Muhafız Kışlası varmış.
Peki: neden Edirne’ye bu ölçüde büyük bir cami yapılmış? Caminin yapıldığı yıllarda, İstanbul’da, büyük boyutlu yeni bir camiye ihtiyaç bulunmuyormuş. Edirne, Osmanlı egemenliğinin, Rumelide ki merkezi konumu ve Sultan Selim’in gençlik yıllarından itibaren, bu şehre aşırı sevgi beslemesi: bu boyutta büyük bir caminin, Edirne’ye yapılmasına neden olmuş.
Yapı özellikleri de dikkate değer. Cami: bir tepe üzerinde bulunuyor. Bu caminin yapımında: daha önce hiçbir camide ya da antik çağ mabedinde kullanılmayan, bir yapım tekniği kullanılmış. Daha önceki kubbeli yapılarda: asıl kubbe, kademeli yarım kubbeler üzerinde yükselmekte iken, Selimiye camisi: tek bir kubbe ile örtülmüş. Bu kubbenin yüksekliği: 43.25 metre, çapı ise: 31.25 metredir. Kubbe: 8 sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur.
Kubbe: mimaride, evreni temsil eden bir simgedir. Tüm inanç sistemlerinde, bu yüzden, dini yapıların çoğunda kubbesel yapılar tercih edilmiştir. Hıristiyan dünyasının hakim olduğu Avrupa’da, kubbe mimarisi, özellikle İtalya’da, hakim olmuştur.
Ancak, bu eserleri ortaya çıkaran mimarlar, Mimar Sinan’dan farklı olarak, üst üste iki kubbe sistemini benimsemişlerdir. Mimar Sinan ise, inanılmaz bir cüretle yükselttiği tek kubbe ile, hem mekanı örtmüş, hem de dış görünüşün ana hatlarını belirlemiştir.
Avusturyalı İslam ve İran Sanat Tarihi Uzmanı Prof. Dr. Ernst Diez’in yorumu şöyledir.” Selimiye’deki mekan büyüklüğü, yüksekliği, topluluk ve ışık etkisi; yer yüzündeki bütün yapılardan üstündür.”
Minarelere gelince: caminin dört köşesinde, dört minare var. Her minare: 3 şerefeli. Çapları ise: 3.80 metre. Yükseklikleri: 70.89 metre. Üzerlerinde bulunan alemleriyle birlikte yükseklikleri ise: 84-85 metre civarında. Öndeki iki minarenin taş oymaları çukur, ortadaki minarelerin ise, oymaları kabarıktır. Minarelerin kubbeye yakın olması: camiyi, göğe yükseliyormuş gibi gösterir.
Caminin: mermer, çini ve hat işlemeciliği de önemlidir. İçi: İznik çinileriyle süslenmiştir. Çinilerin bir kısmı: 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında, Rus generali Skobelef tarafından sökülerek, Moskova’ya götürülmüştür.
Yapının: kuzey, güney ve avluya açılan, toplam 3 kapısı var. İç avlu: revaklar ve kubbelerle süslü. Avlunun ortasında, mermerden yapılmış bir şadırvan bulunuyor. Dış avluda ise: günümüzde çocuk kütüphanesi olarak kullanılan “Sıbyan mektebi”, müze olarak kullanılan “medrese” bulunuyor.
Yapıldığı dönemde, cami, meşalelerle aydınlatılıyormuş. Meşalelerden çıkan is, hava akımı oluşturmak üzere, özel olarak yapılan bir delikten dışarı çıkıyormuş.
Evet, Selimiye Camisinin en önemli özelliği, Edirne’nin her tarafından görülebilmesidir.
EDİRNE ARKEOLOJİ VE ETNOĞRAFYA MÜZESİ
Selimiye camisinin yanında. Halen bulunduğu binaya: 1971 yılında taşınmış. Müze: 2 bölümden oluşuyor ve pek çok eser sergileniyor.
Girişte: solda, Edirneli bir şahsın hediye ettiği, tuğralı gümüş eserler ile, diğer ev eşyalarından oluşan aile yadigarı bir koleksiyon bulunuyor. Bunun yanında, Selimiye camisinin mihrabına serilmiş olan, Gördes tipi halı seccade ile, 19’ncu yüzyıla ait Şarköy kilimleri sergileniyor.
Aynı sıradaki üç vitrinin, birincisinde: Osmanlı padişahları döneminde basılan sikkeler, ikincisinde temel hafriyatları sırasında çıkan defineler, üçüncüsünde ise, yurt dışına kaçırılırken gümrük kapılarında yakalanıp müzeye getirilen sikkeler bulunuyor.
Salonun diğer önemli bir yeri ise, sünnet ve gelin odasını yansıtan kısım. Sünnet yatağı: 22 adet bindallı bohçanın bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş. Üzerine de, 18’nci yüzyıla ait Atlas üzerine işlenmiş değerli bir yatak takımı serilmiş.
Sünnet ve gelin odasında bulunan, 17’nci yüzyıl sonuna ait Edirnekari yüklük dolabı kapağı muhteşem güzellikte.
İç salon bölümüne girilince, vitrinlerde: sarayda kullanılmış stil örtüsü kahve takımları, kaşıklar (deniz kaplumbağası kabuğundan yapılmış), tombak ibrikler, nargile takımları (billurdan) ve 19’ncu yüzyıl, Edirne erkek ve kadın kıyafetleri, mankenler üzerinde sergileniyor. Buradaki oturma odası ile, Edirnekari tekniğiyle yapılmış para çekmeceleri, yazı çekmeceleri ve sandıklar da ilgi çekiyor.
El sanatları bölümüne geçmeden olan bölümdeki vitrinlerde, Atatürk’ün Edirne’ye geldiği zaman kullandığı battaniyesi ve Balkan Harbinde kullanmış olduğu harita bulunuyor.
Arkeoloji Bölümü
Girişte, duvar boyunca sergilenen taş eserler: üç bölüm. Bunlar: yazıtlar, mimari parçalar ve steller. İlk vitrinde: pişmiş topraktan yapılmış kadın başları sergileniyor. Antik çağdan günümüze kadar, kadınların saç modellerini göstermesi açısından ilginç. Kaçak eserler vitrininde, yurtdışına kaçırılırken yakalanan, çeşitli dönemlere ait eserler sergileniyor.
Trakya kült belgesi vitrininde: harp sanatında ve binicilikte gayet yetenekli olan ve öldükten sonra tanrılaştırılan Trakya süvarilerinin betimlendiği, süvari stelleri bulunuyor.
Duvar boyunca, yine Roma dönemine ait heykeller sergileniyor.
Fosil vitrinlerine geliyoruz. Burada: yörede işletilen kum-çakıl ocakları ile kömür ocaklarından çıkan ve günümüzden bir milyon yıl öncesinden başlayıp, 30-35 milyon yıl öncesine kadar değişik dönemlere tarihlenen, çeşitli hayvanlara ait fosil parçaları sergileniyor.
Büyük bir Trak kabilesi olan Odrislerin Edirne’nin 5 km. kuzeybatısında kurdukları ilk şehir yerleşmeleri, Odrisia’ya ait Prehistorik eserlerden taş baltalar, elle yapılmış kaba hamurlu çentik bezemeli çömlek parçaları, taç el değirmeni salonun ortasında bulunan vitrinde sergileniyor.
Müzenin bahçesinde; İon, Aiol, Korinth, Bizans sütun başlıkları, çeşitli mimari parçalar sergileniyor. Bunlar dışında, üzeri mitolojik varlıklarla süslü Roma dönemine ait ve üzeri Eros kabartmalı sunak ile Lalapaşa Hacılar Köyünden getirilmiş dolmen ve menhirler ilgi çekiyor.
EDİRNE TÜRK-İSLAM ESERLERİ MÜZESİ
Selimiye camisi avlusunda, medrese içinde bulunuyor. 1569-1575 yılları arasında, Mimar Sinan tarafından yapılan medresenin, 14 odasında ve avluda: Osmanlı dönemine ait birçok eser sergileniyor.
Müzenin içindeki bu 14 odanın düzenlemesi şöyle:
Pehlivanlar Odası: Kırkpınar güreşlerinde, baş pehlivan olmuş güreşçiler ile, Kırkpınar Ağalarının resimleri sergileniyor. Ayrıca mankenler üzerinde bir güreşçi ve Kırkpınar Ağası canlandırılmış.
Tekke Eşyaları Odası: Müzenin en önemli odalarından biridir. Tekke kapatıldıktan sonra, bir araya getirilen eşyalar burada sergileniyor. Duvarlarda asılı olarak el yazması hat örnekleri, II. Beyazıt Camisinin kündekari tekniği ile yapılmış 2 adet kapı kanadı, II. Selim’in Selimiye Camisine hediye ettiği, el yazması Kur’an-ı Kerim ile çeşitli eşyalar burada sergileniyor.
Çorap Odası: Yurdun çeşitli yörelerinden toplanmış el örgüsü yün çoraplar sergileniyor.
İşleme ve Levha Odası: Atlas üzerine ipekle işlenmiş levhalar, kumaş üzerine aplike edilmiş pul koleksiyonları, nişler içinde Osmanlıca yazı işlemeli peşkirler, çevreler ve örtüler sergileniyor.
Silah Odası: 17.yüzyıl sonu ve 18.yüzyıla ait Osmanlı çakmaklı tüfekleri, zırhlar, miğferler, süvari kılıçları, teberler, kalkanlar, kolçaklar, oklar, kamalar ile mankenler üzerinde yeniçeri kıyafetleri sergileniyor.
Balkan Harbi Odası: Balkan savaşında kullanılan kanlı sancak, süpürge tohumundan yapılmış ekmek ve Edirne Müdafii Şükrü Paşa’nın resimleri sergileniyor.
Çini ve Seramik Odası: 18’nci yüzyıl sonu ile 19’ncu yüzyıl başına ait, Çanakkale seramik ve testileri, erken Osmanlı seramikleri ve Osmanlı duvar çinileri sergileniyor.
Sarayiçi Odası: 1973 yılında Sarayiçinde yapılan kazıda ortaya çıkan ve Edirne Sarayına ait olan duvar çinileri sergileniyor.
Edirne Misafir Odası: Kristal ayna ve konsol, koltuklar ile duvarlarda ipek böceği kozasından yapılmış resimlikler sergileniyor.
Mutfak Eşyaları Odası: Edirne sarayında kullanılan mutfak araç ve gereçleri sergileniyor.
Ölçü Aletleri Odası: El kantarları, astronomi ile ilgili yükselti tahtaları, kum saati, okka ve arşınlar sergileniyor.
Ağaç İşleri Odası: Edirnakari tekniğiyle yapılmış olan ahşap eserler sergileniyor.
Galeri: 15’nci yüzyıldan sonra yok olmuş, yıkılmış Edirne Camilerinin, hanlarının, hamamlarının, çeşmelerinin ve sebillerinin yazıtları ile, 19.yüzyıl sonlarında yapılmış Edirne evlerinin tavan göbekleri sergileniyor.
İç avlu artık yok olmuş durumda. Vaka-i Hayriye olayını, zarar görmeden atlatabilmiş ve zamanımıza kadar gelebilmiş olan yeniçeri mezar taşları koleksiyonu ise, ayrı bir önem taşıyor.
RÜSTEM PAŞA KERVANSARAYI
Günümüzde, bir kısmı otel olarak kullanılmaktadır. 1554 yılında yapılmıştır. Bu binada yapılan restorasyon çalışmaları, 1980 yılında, “Ağa Han” ödülüne layık görülmüştür.
ÜÇ ŞEREFELİ CAMİ
1443-1447 yılları arasında, Sultan II. Murat tarafından yaptırılmıştır. Merkezi kubbenin çapı: 24 metredir. Kubbe: 6 dayanağa oturmaktadır. Yanlarda: daha küçük ikişer kubbe ile örtülü, kare bölümler var. Yapı: bir yenilik olarak, enine dikdörtgen planlıdır. Bu planı: Mimar Sinan, İstanbul camilerinde daha gelişmiş biçimi ile uygulamıştır.
Ayrıca, Osmanlı mimarisinde, revaklı avlu: ilk kez bu camide kullanılmıştır. Avlunun dört köşesine, minareler yerleştirilmiştir. Bu yapı özellikleriyle, daha sonra yapılan camilere örnek teşkil eder.
ALİPAŞA KAPALIÇARŞISI
Üç şerefeli caminin hemen karşısındadır. İçeriye doğru adım attığınızda: kendinizi uzun bir tünelde sanacaksınız. Geçmişte, burada, altın, gümüş satan esnaf bir arada toplanır ve bunların dükkanları 100 bekçi tarafından korunurmuş. Evet, Ali Paşa’daki gezinizde, siz de, yazın sıcaktan, kışın ise soğuktan korunarak, gezinebileceksiniz.
II.BEYAZIT KÜLLİYESİ
Sultan II. Beyazıt tarafından, 1484-1488 yılları arasında, Mimar Hayreddin’e yaptırılmıştır. Sultan II. Beyazıt, Akkirman seferine çıkarken, 1484 yılında, temelini attığı, yapılar topluluğu, 4 yıl kadar kısa bir süre içinde bitirilerek hizmete açılmıştır.
Şehir merkezinden, 2 km. uzaklıkta, Tunca nehri kıyısındadır.
1682 yılında, Edirne’yi ziyaret eden Evliya Çelebi: “Orada bir Darüşşifa vardır ki, dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz” diye söz etmiştir. Bu: o dönemlerde, Osmanlının en iyi hastanelerinden biri olan, II. Beyazıt Külliyesindeki Darüşşifadır.
Külliyede: cami, tıp medresesi, imaret, darüşşifa, hamam, mutfak ve erzak depoları bölümleri bulunuyor.
Özellikle: cami çok büyük. Kubbesinin çapı: 21 metre ve 2 minaresi bulunuyor. Yanlarında: dokuzar kubbeli, kapıları dış yöne açılan tabhane (kitap basımevi) var. Hünkar mahfili: mermerden ve oldukça güzel. Mihrap ve minber ise: sade bir üslupla yapılmış.
Külliyenin, cami hariç bölümleri: Trakya Üniversitesi ele Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında yapılan bir protokol sonucu, Trakya Üniversitesine devredilmiştir. Trakya Üniversitesinin yoğun restorasyon çalışmaları sonucu, Külliyenin Darüşşifa ve Medrese bölümleri hizmete açılmıştır.
Bu külliye: 1997 yılından bu yana, Sağlık Müzesi olarak hizmet veriyor. 2004 yılında, “Avrupa’nın En İyi Sağlık Müzesi” ödülüne layık görülmüştür. Medrese ise, Trakya Üniversitesi tarafından, halka hizmet veren bir sağlık birimi olarak kullanılmaktadır.
SAĞLIK MÜZESİ
Müzede: hekimliğin geliştirilmesi ve değişik sağlık hizmetleri hakkında, geniş bilgileri içiren bölümler var.
EDİRNE SARAYI
Kırkpınar Yağlı Güreşlerinin düzenlendiği, Sarayiçi semtindedir. Burada, ilk saray: Sultan I. Murat zamanında yaptırılmıştır. 1450 yılında ise, büyük Edirne Sarayının inşaatına başlanır. Ancak, Sultan I. Murat’ın, 1451 yılında ölümünden sonra, oğlu Fatih Sultan Mehmet tarafından saray tamamlanır.
Sultan III. Ahmet’in, 3 Ekim 1718 tarihinde İstanbul’a dönmesi sonucu, Edirne Sarayı terk edilişi yaşar. Bir daha, Osmanlı sultanlarından hiçbiri bu saraya uğramaz. Tabii, saray kullanılmayınca, bütün binalar çürür ve harap olur. 1750 depremi ise, sarayın birçok yapısının zarar görmesine neden olur.
Osmanlı döneminde kullanılan saraydan, günümüze, adaletin timsali olan “Adalet Kasrı” haricinde bir yapı gelmemiştir. Çünkü: Osmanlı-Rus savaşında (93.Harbi), burası cephanelik olarak kullanılmış ve kentin Ruslar tarafından ele geçirileceği anlaşılınca, cephaneler, Rusların eline geçmesin diye, havaya uçurulmuştur. Bu patlamadan sonra, yalnızca “Adalet Kasrı” denilen kısım sağlam kalmıştır.
Evet, Edirne’de gezebileceğiniz diğer yerler, aşağıda. Zamanınız ölçüsünde, buralardan tercih edeceğiniz yerleri gezebilirsiniz.
BARIŞ PARKI-SÜNİ GÖLET
Burada: bir suni gölet yapılmış. 425 bin TL. mal olduğu söyleniyor. Aslında, Edirne’de iki tane barış parkı var. Burası daha çok gölet olarak biliniyor.
LOZAN ANITI VE MÜZESİ
Burada: Lozan ve İsmet İnönü belgeleri sergileniyor. Lozan Barış Antlaşması ve Karaağaç’ın bu anlaşmayla kazanılması anısına, Trakya Üniversitesi ile Edirne Belediyesinin öncülüğünde 1998 yılında yapılmıştır. Üç yüksek sütundan oluşmaktadır. Yanında, bir de Lozan Müzesi bulunmaktadır.
BALKAN SAVAŞI MÜZESİ
Balkan savaşının zor ve acı dolu günlerini anlatan bir müzedir. 2000 yılında ziyarete açılmıştır.
KALEİÇİNDE BÜYÜK SİNAGOG
Bunun, Türkiye sınırları içinde en büyük Sinagog olduğu söylenir. Günümüzde kullanılmamaktadır, restorasyon bekliyormuş.
SARAÇLAR CADDESİ
Edirne’nin sıcak insanını tanımanın en kolay yoludur. Bir aşağı, bir yukarı dolaşabilirsiniz. Saraçlar caddesinde, bir dükkana girdiğinizde: esnaf, sizi tüm doğallığı ile karşılar, hiç bir şey almasanız bile, güler yüzle uğurlar.
GAZİ MİHAL KÖPRÜSÜ
En eski köprü: Tunca nehri üzerindedir. Yapım tarihi: 1420 yılı olarak düşünülmektedir.
TUNCA KÖPRÜSÜ
Kent merkezinden, Karaağaç’a giderken, yol üstünde ilk karşılaşılan köprüdür. 1615 yılında yapılmıştır.
MECİDİYE KÖPRÜSÜ
Edirne’nin en görkemli köprüsüdür. Meriç üzerinde yapılmıştır. 1842 yılında yapıldığı bilinmektedir.
EDİRNE EVLERİ
Bu evler: taş duvar ve sıvalarla örülmüştür. İskelet sistemi ise, ahşaptır. Muhteşem bir simetriye sahiptir. Bütün evlerde “hayat” denilen bölümler bulunmaktadır. Oda kapılarının açıldığı yer olan bu bölüm, doğrudan evin bahçesine bakan yönde: 1.5-2 metrelik direkler üzerine dayandırılmıştır.
YILDIRIM BEYAZIT CAMİSİ
Edirne’nin en eski camisidir. Şehir merkezine, 3 km. uzaklıktadır. 1400 yılında, burada bulunan bir Roma kilisesinin temelleri üzerine, Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Hacı Alaaddin’dir. Yapı: çok kubbelidir.
MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA ÇEŞMESİ
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Selimiye camisinin yanındaki arastanın karşısındadır.