Bugün ülkemizde birçok insanımız: “Dünyanın 7 harikası” denildiğinde, özellikle tarih ve turizme meraklı ise, bir kısım güzellikten söz edildiğini anlar ama sanırım “bunları sayabilir misin” denildiğinde, bu konulara en meraklımız bile, yalnızca birkaç tanesini sayabilir. Ben kesinlikle “7 harikanın” tamamını sayabilecek olduğunu sanmıyorum.
Elbette bu durum: merak olmasına rağmen, bilgiye ulaşmanın yarattığı sıkıntıdan kaynaklanmaktadır. Yani: “Dünyanın 7 harikası nedir, nelerdir, nerelerdedir, özellikleri nelerdir” gibisinden soruların yanıtlarının bulunmaması veya bu soruların yanıtlarının belli bir çerçevede ve kısa-öz notlar halinde bulunmamasıdır.
İşte: ben bu yazı dizimde: siz değerli okurlar için “Dünyanın 7 harikası” hakkında, kısa ve öz bilgiler vermek ve sizleri bu konuda bilgilendirmek istiyorum.
Öncelikle: niye “7” harika, yani niye yedi sayısı: şunu belirtmekte yarar var. “Uğurlu Yedi” denilen 7 sayısı: tıpkı bölünmez 3 sayısı gibi: büyük ve din alanındaki kullanımı sayesinde, önemli rol edinmiştir. İlk on sayının: ne çarpanı ne da çarpımı yoktur. Bu yüzden: Yunanlı matematikçi Pythagoras ve yandaşları tarafından: bu ilk on sayı “bakire tanrıça Athena” ile anılır ve bu yüzden, bu sayılara “bakire sayılar” denir. Özellikle: 7 sayısı, bir sınır koyar ve kendi içinde sınırlayıcı olmasa da, birine öncelik verilmesini önleyen bir eşitlik demektir. Yani: antik dönemde “7” sayısının özel bir önemi ve yeri vardır. Sanırım: bu yüzden Dünyanın 7 harikasından söz edilmektedir. Yoksa: dünya üzerinde, harika olarak nitelendirilen birçok anıt-yapı-kalıntı bulunmaktadır.
Yani: Çin Seddi, Maya-Aztek tapınakları, Taj Mahal gibi birçok anıt, gerçekten muhteşem mimari ve güzellikleriyle dikkat çekmektedir, ama dünya üzerinde yalnızca “7 harika” dan söz edilmektedir. Belki size de ilginç gelen bu özellik: yani niye “7”, halbuki birçok harika daha sayılabilir diye düşünenler için, “7” rakamının bu özelliği etkin olmuş diye düşünüyorum.
Evet: Dünyanın harikaları konusu, tarih sahnesinde ilk kez: MÖ.130 yıllarında yani günümüzden 2140 yıl önceleri gündeme gelmiştir. Bu tarihlerde: Sidon ( günümüz Filistin topraklarındaki antik kent) lu yazar Antipatros: tarafından gündeme getirilmiştir.
Dünyanın bu 7 harikası olarak adlandırılan eserleri, yer olarak gündeme getirildiğinde: bunların 2 tanesinin ülkemizde, 2 tanesinin Yunanistan’da, 2 tanesinin Mısır’da, 1 tanesinin Irak’ta bulunduğu görülür. Yani: Doğu Akdeniz dışında, yalnızca, Irak toprakları sınırları içinde bulunan Babil’in Asma Bahçelerinden söz edilmektedir.
Öte yandan: bu harikalar, konumlandırıldıkları yerlerde kurulan uygarlıklar esas alındığında ise, şöyle bir tasnif yapılabilir: Anadolu, Yunan, Mısır ve Mezopotamya. Evet, bu uygarlıklar tarih sahnesinden silinince, ardından kurulan yeni medeniyetler ve doğal afetler; o muhteşem anıtların günümüze kadar ulaşmasını engellemişlerdir.
Bu 7 harika içinden: yalnızca “Keops” yani Mısır’daki Kufu tarafından yapılan büyük piramit, özgün haliyle günümüze kadar sağlam olarak ulaşabilmiştir. Hatta: bu anıt “Dünyanın 7 harikası” olarak isimlendirilen anıtların en yaşlısıdır.
Bu 7 harikadan: bir zamanlar ülkemiz sınırları içinde bulunan ve güzellikleri antik dönem yazar ve şairlerinin yazıtları ile günümüze ulaştırılan 2 anıt: Ephesos’taki “Diana Tapınağı” ve tarihin babası Heredot’un yurdu olan Halikarnasos (günümüzdeki Bodrum) daki Mausolosun Mezarıdır.
Sidonlu şair Antipatros: “Artemis’in bulutlara yükselen kutsal evini gördüğümde, diğerleri gölgede kaldı. Güneş bile onun dengini görmemişti” diye yazmıştır.
Mausolosun mezarı ise: bir zamanlar Bodrum koyunun üstünde, pırıl pırıl cilalanmış mermerleri ve yüzlerce heykeliyle, özellikle güneş ışıkları vurduğunda, muhteşem bir görüntü oluşturmaktaydı.
Evet: dediğim gibi, fazla uzatarak okuyucuyu bunaltmak istemiyorum. Yalnızca şunu bilmeniz gerek: ülkemiz sınırları içindeki bu her iki harika anıttan günümüze kalan yalnızca: bulunduğu yer ve temel kalıntılarıdır. Yani, esas anlamı ile hiç bir şeydir. Kalıntıların birçoğu, o dönemde arkeolog ismini kullanan hırsızlar tarafından çalınarak yurt dışına kaçırılmıştır.
Kendi ülkelerinde: özellikle İngiltere’de, gidin mahalli bir müzeye: muhtemelen 100-150 yıllık geçmişi olan bir “ütü” nün müzeye kaldırıldığını ve sergilendiğini görebilirsiniz. Çünkü: kendilerine ait bir geçmiş, tarih, kültür söz konusu değildir. Öte yandan: Avrupa, Yunanistan’a ayrı bir ilgi göstermekte ve önem vermektedir. Acaba neden?
Çünkü: kendi kültürleri, en fazla 300-500 yıllık bir geçmişe dayalı iken, Anadolu ve Mısır’da mevcut ve binlerce yıl geriye giden muhteşem kültürlerin baskısı altında ezilmemek için: Yunan toprakları üzerinde kurulmuş, antik “Helen” kültürüne sıkı sıkıya bağlanmışlar ve kendi kültürlerinin temelinin, Helen kültürüne dayalı olduğunu öne sürmektedirler.
Evet: günümüzde, her iki anıttan çıkarılan bir kısım eseri: Londra-British Museum’da görmek mümkündür. Umarım bir gün gelir ve bunların, ait oldukları yerde sergilenmelerine gönülleri razı olur ve geri iade ederler. Yine de, sizler, ülkemiz sınırları içindeki bu “Dünya Harikası” anıtların bulunduğu yere gidip, o havayı teneffüs edebilirsiniz.
Neyse: biz yine Dünya Harikalarına gelelim. Ülkemiz: her ne kadar kalıntıları çalınmış olsa da, dünyanın 7 harikasından ikisine sahip olması nedeniyle şanslıdır. Dünyanın bu 7 harikası hakkında, ayrıntılı bilgi sahibi olmak isterseniz: her biri hakkında yazdığım yazıları okuyabilir ve hatta bulundukları yerlere gidebilirsiniz.
1. Ephesos: Artemis Tapınağı- Türkiye
2. Halikarnasos: Mausoleion- Türkiye
3. Büyük Gize Piramidi- Mısır
4. İskenderiye Feneri- Mısır
5. Olympia: Zeus Heykeli- Yunanistan
6. Rodos Heykeli- Yunanistan
7. Babil’in Asma Bahçeleri- Irak.
Şehir, Uttar Pradesh Eyaletine bağlıdır. İşte, Hindistan ülkesi. Hindistan ülkesine gidenler, eğer bu şehri ve Taç Mahal’i görmezler ise, bu ülkeye gittim dememelidirler, bu nedenle, bu şehri mutlaka gezi planınıza almanız gerekiyor.
Gürkanlı imparatorluğunun merkezi, Taç Mahal ve terk edilmiş Fetihpur Sikri kenti; buradadır. Zaten, Taç Mahal’ın burada bulunması, bu şehri, Hindistan’ın en ilgi çeken şehirlerinden biri haline getirmek için yetiyor. Yani, ülkeye giren turistlerin büyük bölümü, burayı ziyaret ediyorlar. Yani, şehirde hiçbir şey olmasa da, yalnızca Taç Mahal için buraya milyonlarca insan geliyor.
Tarih sahnesinde şehrin ismine ilk olarak: 1501 yılında rastlanır.
Sultan Sikandar Ludi, burayı başkent yapar. 17’nci yüzyılda ise: Cihangir, şehri, İslam dünyasının önemli merkezlerinden biri haline getirir. Oğlu Şah Cihan ise: Taç Mahal tamamlandıktan sonra, şehre pek ilgi göstermez ve 1648 yılında, başkenti, yeniden Delhi şehrine taşır. Hatta: 1857 yılındaki ayaklanmadan sonra: şehri ve hazinelerini, Vandallara terk eder. Şehirdeki tahribat: Genel valilerin başlattığı restorasyon çalışmalarına kadar aralıksız sürdürülür.
Uttar Pradesh eyaletinin bir şehri olan, Agra: Yamuna nehri kıyısındadır. Ancak, şehir kanalizasyonunun büyük kısmı nehre akmaktadır ve bunun sonucunda, muhteşem bir kirlilik söz konusudur.
Agra yöresini ziyaret ettiğinizde, birkaç parça yöresel bir şeyler satın almak isterseniz: bu yöreye has, mermer kakma ve halı satın alabilirsiniz. Şehir merkezinde, mücevher ve giyim mağazaları bulunmaktadır. Özellikle, gümüş ve altın takılar ilgi çekmektedir.
Ayrıca: Agra bölgesinin, Asya kıtasının en büyük SPA kaynaklarını bulundurduğunu da bilmeniz gerekir.
Eğer bu şehri, Şubat ayında ziyaret etmeyi düşünürseniz: o zaman en büyük festival olan “Taj Mahotsav” ı da görebilirsiniz. Bu festival 10 gün sürer ve her yıl Turizm Bakanlığı tarafından organize edilir.
Yeni Delhi ile arasındaki uzaklık: 200 km. dir.
Uttar Pradesh eyaletinin en kalabalık şehri, ülkenin ise 19’ncu en kalabalık şehridir.
Ancak, Agra şehri, yalnız Taç Mahal’dan ibaret değildir. İmparator Ekber’in başkentinde: ayrıca bir kale ve şehir dışında: Sikandra denilen yerde, İmparatorun mezarı bulunuyor.
Ayrıca: Yüce Ekber’in, oğullarından birinin doğumunu kutlamak için yaptırdığı, ancak kuzeybatı sınırında savaşmak üzere terk ettiği batıdaki “Fetihpur Sikri” kenti de buradadır. Şehri terk etmesinin bir nedeni de, susuzluktur.
Evet, bu egzotik şehri, bir gün içinde gezmeyi düşünürseniz hata edersiniz. Yalnızca Taç Mahal değil, kaleyi de mutlaka görmelisiniz. Çünkü: bu şehirde, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmış, üç yer bulunuyor.
Bunlar
1. Taj Mahal
2. Agra Fort
3. Fatehpur Sikri.
TAÇ MAHAL
Mahal: saray demektir. Ama: Taç Mahal kelimesi “sarayın kıymetlisi” anlamına gelmektedir. Yapı: Hindistan ülkesindeki Müslüman sanatının mücevheri ve dünyanın evrensel hayranlık uyandıran mirasıdır. Hatta, dünyanın yedi harikasından birisi olarak kabul edilmektedir.
Şah Cihan: üçüncü eşi olarak kuzeni Mümtaz Mahal ile evlendirilir. Çünkü: dayısının kızı Mümtaz Mahal: tahta çıkmadan önceki dönemlerde de, Şah Cihan’ın sadık yoldaşıdır ve evlendikten sonrada, haremdeki yüzlerce cariye arasında, baş kadın olmuştur.
Şah Cihan ve Mümtaz Mahal’in 19 yıl süren evliliklerinden, 14 çocukları olmuştur. Ancak, Mümtaz Mahal: 1631 yılında, son çocuğunun doğumu sırasında ölür. Söylenenlere göre: karısının öldüğü gece, Şah Cihan’ın sakalları bir gecede beyazlaşır.
İmparator, karısı Mümtaz Mahal için
Taç Mahal’i inşa ettirir. Yapı: İranlı bir mimar ve dünyanın çeşitli yerlerinden getirilen ustalar tarafından yapılır. Babür mimarisinde, Farsça, Türkçe ve Hint mimari tarzının bir karışımıdır. Hatta: 1632 yılında başlayan inşaat: sürdüğü 12 yıl boyunca, imparatorun “İmparatorluğun artık benim için hiçbir cazibesi yok, hayat bütün tadını kaybetti” diyerek üzüntüsünü-elemini ifade etmiştir.
Ayrıca: düz beyaz Müslüman elbisesi giyerek, krallık görevlerini ihmal etmeye başladığı söylenir. 1653 yılında, inşaat tamamlanmıştır. Zaten: 1631 yılında, Babür imparatoru Şah Cihan döneminde, imparatorluk en refah dönemini yaşamaktadır.
Yapının temelinde, çok odacıklı bir mimari tarz hakimdir. Mermer kubbe en büyük özelliktir. Yaklaşık 35 metre yüksekliktedir. Taban uzunluğu aynıdır. Yaklaşık 7 metre uzunluğunda, silindirik bir davul oturur gibi vurgulanmıştır. Kubbe, şekli nedeniyle, genellikle bir demir soğan kubbe şeklindedir.
Üst bölümü süslüdür. Kubbenin şekli, dört küçük kubbe ile vurgulanmaktadır. Kubbenin tepesindeki yarım ay şeklindeki alem, Farsça ve Hindistani dekoratif öğeler taşımaktadır.
Minarelere gelince: 40 metre yüksekliktedir. Her minare, iki balkon ile, üç bölüme bölünmüştür.
Karısının ölüm yıldönümlerinde: beyazlar giyerek, yıllarca yasını tutar.
Taç Mahal
Günün değişik zamanlarında, güneşin ışınlarının vurması ile, değişik güzellikler sunmaktadır. Hatta: yılın belli zamanlarında bile, buranın değişik görünümler sunduğu söylenir. Şöyle ki: musonlardan sonraki ilk dolunay zamanında ve Ekim ayında, bulutsuz bir gecede: ay ışığı vurduğunda, yapıdaki muhteşem romantiklik ortaya çıkmaktadır. Bu durumun, yapının yapıldığı “Makrana” mermerlerinden kaynaklandığı söyleniyor.
Muson yağmurları yağdığında ise, yapının şeffaf mermerleri ve bahçelerindeki su kanalları, yağmur sularının bulanıklaşmış görüntüsüyle değişik bir güzellik sunar.
Hatta: anıt, gün doğumunda “süt” renginde gri ve pembe, günbatımında ise “altın” rengine bürünür. Gün ortasındaki “beyazlık” ise, tam anlamıyla göz kamaştırıcıdır. Ancak, Taç Mahal’ı görmek için en uygun zamanın “dolunay” yani iyi bir ay ışığı altında olduğu söyleniyor. Böyle gecelerde, Taç Mahal, akşam belli saatlere kadar açık tutuluyor. Ziyaret mevsimi ise; Ekim ve Mart ayları arasındaki dönemdir.
Taç Mahal: Cuma günleri hariç, haftanın diğer tüm günlerinde açıktır. Cuma günü sakın gitmeyin. Giriş ücretli, ancak turistler ayrı Hintliler ayrı ücret ödüyorlar. Yabancılar: 110 Rp ödüyorlar.
Evet: mozolenin bahçe tarafından girmeniz önerilir.
Bahçe Ali Mardan Han tarafından dizayn edilmiştir. Su rezervuarları o kadar güzel dizayn edilmiştir ki, çeşmeler için hala su pompalamaktadır.
Buradan girdiğinizde: zarif mermer kemerler, dört köşe kule üzerinde kubbeler ve girişin hemen üstünde, iki sıra halinde sıralanan 11 küçük kubbe görülmektedir. Bunlar, başlı başına bir sanat eserinin karşısında bulunduğunuzun en büyük kanıtıdır. Yani, karşınızda mükemmel bir resim ortaya çıkıyor.
Taç Mahal’ın en önemli yeri: “Çar Bağ” yani “Dört kare” bahçeleridir. Burası: Mümtaz Mahal’in yükseldiği cenneti sembolize etmektedir. Ortadaki geniş seyir platformunda: su kanalları birleşir ve su üzerinde: ikinci bir Taç Mahal görüntüsü yaratırlar. Ayrıca: gökyüzünün yansıması sonucu, burada muhteşem bir manzara ortaya çıkıyor.
Mozolenin en önemli özelliği: mükemmel uyum ve simetridir.
Parçalar: bir geniş ve bir dar olacak şekilde yerleştirilmiştir. Beyaz mermerler ise: Racasthan bölgesindeki Markana taş ocaklarından getirilmiştir.
Terasın dört köşesinde: dört minare yükselmektedir. Bunlar: ortadaki ana kubbeden daha alçak şekilde sıralanmıştır. Ancak, bunların çok büyük bir özelliği var. Bu küçük minareler, dışa eğimli olarak yapılmışlardır. Çünkü, herhangi bir deprem durumunda yıkılırlar ise, yapıya zarar vermeleri istenmez.
Yapının ortasındaki mermer kubbe
35 metre yüksekliktedir. Taban uzunluğu aynıdır ve yaklaşık 7 metre yüksekliğinde, silindirik bir davul gibi durur. Kubbe, şekli nedeniyle “soğan kubbe” görünümündedir. Üstü, lotus çiçeği tasarımı şeklinde süslenmiştir.
İç mekandaki sekizgen anıt odasında
Mümtaz Mahal ve Şah Cihan’ın mermer mozoleleri görülüyor. Çünkü: Taç Mahal tamamlanmasından kısa bir süre sonra, oğlu tarafından, Şah Cihan devrilir ve Agra kalesinde, tam da Taç Mahal’ı karşıdan görecek şekilde ev hapsine alınır. Ölümünden sonra ise, eşinin yanındaki mezara gömülür. Evet, bu salon: kafes işlemeli, mermer paravanlardan yansıyan gün ışığı ile aydınlanır. Mümtaz Mahal ve Şah Cihan’ın gerçek mezarları ise: mozolenin hemen altındaki, başka bir odada bulunmaktadır. Ancak, bu mezarlardaki hazineler, ayaklanma sırasında, Vandallar tarafından yağmalanmıştır. Ancak, yine de duvarlarda: çeşitli kıymetli taşlardan oluşan çeşitli figürler günümüze kadar ulaşmıştır.
Mozolenin her iki tarafında: iki kırmızı renkli bina bulunmaktadır. Bunlar: batıda bir cami ve doğuda ise, bir misafir köşkü bulunmaktadır. Her iki bina, simetrik olup, mimari bütünlük sağlanmıştır. Ancak bunları ziyaret etmek isterseniz, ziyaret için önerilen zamanları değerlendirmelisiniz. Özellikle: camiyi günbatımında ve misafir köşkünü ise, gün doğumunda ziyaret etmek önerilir.
Son olarak
Taç Mahal bölgesinin arkasına dolaşın ve Yamuna nehrine bakan terası görün. Burası: şehrin muhteşem manzarasının görülebileceği bir yer olarak öne çıkıyor.
Evet, bir insanın böyle muhteşem bir yapı yaptırması için, kesinlikle ve mutlaka, büyük bir aşk yaşamış olması ve yapının ithaf edildiği kişiye çok önem vermesi gerekir diye düşünmemek elde değil. Gerçekten muhteşem bir yapı ve bir kadın için yapılmış olması, yapının daha da önem kazanmasına neden oluyor.
Yapı: 1983 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek, koruma altına alınmıştır.
Her yıl: 2 ile 4 milyon arasında turist tarafından ziyaret edilmektedir. Buranın hemen güneyinde, küçük bir kasaba var. Taj Ganji olarak isimlendirilen bu kasaba: ziyaretçilerin ihtiyaçları için inşa edilmiştir. Burada: konaklama tesisleri, çarşılar ve pazarlar bulunmaktadır.
Konuyu kapatmada önce son bir not
Şah Cihan, Yamuna nehrinin hemen karşı kıyısında, kendisi için de, bir anıt mezar inşa etmek ister. Hatta, bu anıt mezarın, siyah mermerden olmasını düşünmektedir. Ancak, söylenenlere göre, oğlu tarafından, bu işlere fazla zaman ve para ayırdığı gerekçesiyle, iktidardan düşürülür ve Yamuna nehrinin hemen karşı kıyısındaki bu düşüncesi, pek fazla ilerleyemeden, küçük bir kalıntı şeklinde (günümüzde de görülmektedir) günümüze kadar kalır.
AGRA KALESİ
Lal Quila ve Red Fort olarak da bilinen Agra kalesi: 1565 yılında, Ekber tarafından yaptırılmıştır. Kalenin üç tarafında savunma hendekleri ve bir tarafında da nehir bulunmaktadır. Kale içindeki saraylar ise, daha sonraki dönemlerde, Ekber’in ardılları tarafından eklenmiştir. Özellikle, Şah Cihan döneminde, kırmızı kumtaşı kale, bir saray haline dönüştürülmüştür. Yani, başlangıçta büyük ve muhteşem bir kale, daha sonra ise daha muhteşem bir saray haline getirilmiş bir yapı düşünün, işte burası. Kale gün doğumundan gün batımına kadar açıktır. Giriş ücreti, yabancılar için: 5 Amerikan doları veya 250 Rp. Dir.
UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek, koruma altına alınmıştır. Ayrıca, 2004 yılında, “Ağa Han” mimarlık ödülüne layık görülmüştür.
Taç Mahal’e, 2.5 km. uzaklıktadır. Hindistan ülkesinin en önemli kalelerinden birisidir. Bir üçgenin düzensiz şekli olarak dizayn edilmiştir. Dört taraftan, 4 kapısı vardır. Kapılardan biri de “Amar Singh kapısı” olarak bilinir. Bu kapı: Ekber ve maiyeti tarafından kullanılmak için ayrılmıştır. Söylenenlere göre: Amar Singh: imparator Şah Cihan önünde, baş veznedarı öldürür ve yüksek kale duvarlarının üzerinden atlamak üzere, atını sürer. Ancak, at ölümcül atlama sonucu ölür ve Amar Singh tutuklanarak öldürülür. Ancak, onun cesareti, imparatorun hayranlığını kazanır ve kapıya, onun ismi verilir. Kapının iki yanında, sekizgen yüksek 2 kule var.
Batı Delhi kapısı:
Dört kapının en önemlisidir. Delhi kapısı: Lahor’a doğru baktığından, halk tarafından kullanılmaz.
Kalenin dışı yasaklanmış olması nedeniyle, içi tam bir cennete dönüştürülmüştür. Hilal şeklindeki kale, Yamuna nehrine bakan düz ve uzun bir duvar tarafından çevrilmiştir. Bu duvar: yaklaşık 2.4 km. uzunluğundadır. Duvar üzerinde, düzenli aralıklarla kumtaşından yapılmış burçlar yerleştirilmiştir. Duvarın dışında ise, 9-10 metre genişliğinde derin bir hendek bulunmaktadır.
Evet, gelelim kale gezimize.
Kaleye çıkmak için: Amar Sigh kapısındaki güney girişten girilir. Girişin hemen sağında, taş ustaları, dokumacılar, marangozların çalıştıkları atölyeler görülüyor. Daha sonra, kaleye olabilecek olası saldırıların hızını kesmek için, bir rampa bulunuyor ve bu rampadan yukarı çıkılıyor.
Daha sonra
Divan-ı Am ( yani halktan seyirciler salonu) içinden yürünerek geçiliyor. Burası: dikdörtgen şeklinde ve sütunlarla süslenmiştir. Burada da, Şah Cihan’ın mermer sevgisi görülüyor. Çünkü, kırmızı kum taşı ile yapılmış bina, beyaz mermer taklidi, beyaz kabuk sıva ile sıvanmıştır. Burası: 1931-1640 yılları arasında yaptırılmıştır.
Burada, Ekber tarafından halk toplantıları düzenleniyormuş. İmparatorun halka hitap ettiği gösterişli bir oda var. Ayrıca: bir toplantı salonu var. Çatı düz yapılmış. Kuzey ve güneyinde, iki kemerli kırmızı kumtaşı ağ geçitleri görülüyor. Cephe ise, kalın kemerli bir arcade ve salon, üç koridora ayrılmıştır.
Burada yapılan oturumlara: işkence ve infaz aletleri ve bir cellat da katılırmış. Bu görüntüler, gerçeğe ulaşmak için en etkili yol olarak kabul edilirmiş. Hatta, bir sütunun dibinde, görevi suçluları ezerek öldürmek olan bir fil bile bulurmuş. Bu sütunun bulunduğu yerde, büyük bir taş halka var. Hemen sağ tarafta, delikli mermer pencerenin ardında ise, kraliyet bayanları törenleri izlerlermiş.
Yine bölgede bulunan “Divan-ı Has” yani “Özel Seyirciler Salonu” bölümünde ise; mermer kakmalar ve zengin oymalar dikkat çekiyor. 1635 yılında, 2 katlı olarak inşa edilmiştir. Tavanda: altın ve gümüş kabartmalar var ve bunlar güneş ışınlarını içeriye yansıtıyorlarmış. Ayrıca: bol bol çiçek desenleri ve oymacılık sanatı ile dekore edilmiş alanlar görülüyor.
Burası, yalnızca imparator tarafından; özel toplantılar, dinlenme, ofis ve çalışma yeri olarak kullanılıyordu. Ayrıca: yabancı krallar, büyükelçiler ve soylular da burada kabul ediliyormuş.
Jehangiri Mahal
Burası, Babür mimarisinin en iyi çarpıcı örneklerindendir. 1565-1569 yılları arasında yapılmıştır. Süslü kemerlerin iki yanında, sekizgen iki kule görülüyor. İç bölümde ise: merkez avlu çevresinde, odalar, salonlar, koridorlar, galeriler var. Yani, karmaşık bir düzenleme görülüyor. Tek katlı meclis salonuna ek bir kat: bir asma balkon gibi görülüyor. Güney tarafından, oturma odası dizileri görülüyor. Batı salonu: düz bir tavana ve ayrıntılı oymalara sahiptir. Kuzeybatı köşesindeki tonozlu bir lotuz tavanı var. Doğu tarafındaki odalar da ise, arabesk desenler hakimdir.
Evet, kalenin ve sarayın birçok odası: Yamuna nehrine bakıyor.
Özellikle: Has Mahal yani Özel Saray’ın: altın yaldızlı kubbeli pavyonları ve şadırvanı görülmeye değerdir. Küçük bir merdiven ile: haremdeki “baş kadın” dairesi olan “Musamman Burcu” na çıkılır. Bu burç yani kule, halk arasında: “Tutuklunun kulesi” olarak isimlendirilmektedir. Evrengzib; babası Şah Cihan’ı Taç Mahal’i izleyebilmesi için, buraya hapsettirmiştir. Buranın en büyük özelliği: Taç Mahal’ın, buradan görülebiliyor olmasıdır. Yani, Şah Cihan, burada tutuklu kaldığı 8 yıl boyunca, Taç Mahal’a bakarak günlerini doldurmuş ve ölünce de, Taç Mahal’a gömülmüştür.
Has Mahal
1631-1640 yılları arasında Şah Cihan tarafından yaptırılmıştır. Şah Cihan: en sevdiği iki kızı olan Jahanara ve Roshanara için, beyaz mermer pavyonlar önünde bir çeşme yaptırır. Yapıda: merkezi salon ve bitişik sütunlu revak, hemen hemen aynı boyuttadır. Kemerli bir girinti, ana salondan yan odalara yol ayırır. Sarayın zengin süslü tavanları, düz, karmaşık ve şık oyulmuştur. Duvarlardaki nişlerde görülen demir halkalar avizeler için ve bir kısmı Babür imparatorlarının portrelerinin asılması için kullanılmıştır. İç mekanlar, bol bol çiçek ve geometrik desenlerle süslenmiştir. Kraliyet renkleri olan altın ve gümüş, burada da bol miktarda kullanılmıştır ve tavanda, hala izleri görülmektedir.
Evet, kale yapısı içindeki gezimize devam ederken, avlunun güneyinde bulunan “Daulat Hane” yani “Şans evi” bölgesine geçiyoruz. Sarayın genel dekorasyonu: Hint etkisini yansıtıyor. Bu etkinin sonucu olarak, sütun başları fil figürlü yapılmıştır. Taş panolar ise, oymalar ile güzelleştirilmiştir.
Avlunun güneydoğu köşesinde: “Hurca-i Anup Talao” olarak bilinen yer görülüyor. Burada da, bütün duvar panoları “hayvan figürleri” ile süslenmiştir.
Avlunun merkezindeki “Pachisi Alanı” nı görmenizi öneriyorum. Burada, bir zamanlar Ekber ve arkadaşları tarafından, insan taşlar kullanılarak satranç oynanıyormuş. Söylenenlere göre: pachisi yani satranç takımları, farklı giysiler giymiş, köle kızlardan oluşuyormuş.
Ayrıca
Sarayın kuzeybatı köşesinde bulunan “Astrologlar Pavyonu”: Ekber tarafından, günlük tahminler alınmak üzere müneccimlerin ziyaret edildiği bir yer olarak kullanılıyormuş. İmparator: Hindu ve İslam astroloji okullarının uzmanlarına, sık sık danışırmış. Buranın hemen arkasında ise, imparatorluk hazinesinin bulunduğu “Hazine Pavyonu” bulunmaktadır. Pavyon: Ekber’in, eşleriyle “saklanbaç” oynadığı düşünülerek “Ankh Michauli” yani “Çıplak körebe” olarak isimlendirilmektedir.
Divan-ı Am salonunun kuzeydoğusunda: Harem’in kendi camisi “Nagina/İnci Mescidi” bulunuyor. Cami, Şah Cihan tarafından yaptırılmıştır. Diğer isimleri: Moti mescidi, Pearl camisidir. 1648-1654 yılları arasında yapılmıştır. Divan-ı Am bölgesinin hemen yanında, doğudan-batıya kuzey yamaçlarda bulunuyor. İç mekanlarda, inci beyazı mermerler kullanılmış olması nedeniyle, İnci mescidi olarak da bilinir. Caminin dış cephesi tuğladan yapılmış gibi görünür. Sekizgen mermer sütun köşelerinden birindeki “güneş saati” oldukça etkileyicidir. Batı tarafından namaz odası, kuzey-güney ve doğu taraflarında ise, avluyu çevreleyen kemerli dehlizler görülmektedir. Caminin ana girişi: doğu tarafındadır. Ana ağ geçitlere, iki merdiven ile ulaşılabilir. Bu geçitler, kırmızı kum taşından yapılmıştır ve dışı mermerdir. Ana salonu, her iki tarafında, kadınlar için dua odaları bulunur.
Nagina Mescidi
Burası, Gem camisi diye de biliniyor. İmparatorun kişisel kullanımı için saf beyaz mermerden 1631-1640 yılları arasında yapılmıştır. Mermer duvarlarla çevrili yapıda, her yönde, dua odası bulunuyor. Ayrıca: dua odasının üstünde, 3 kubbe var.
Şiş Mahal: Buraya, Cam sarayı de deniliyor. Divan-ı Has salonunun altındadır. Burası: 1631-1640 yılları arasında imparatorluk hamamı olarak kullanılmak için, Şah Cihan tarafından yaptırılmıştır. Bu nedenle, şık ve ekstra kalın iç duvarlar var. Saray: geniş bir merkez ve yanlardaki iki büyük odadan oluşmaktadır. Buralardan yalnızca içeriye ışık süzülüyor. Bu odaların her ikisi de, sıcak ve soğuk su çeşmeleri ile düzenlenmiştir. Kapısı mermer olan oda: buhar banyosu olarak kullanılmıştır. İç salonda ise, mum nişleri bulunuyor. Bu mum ışıkları, su üzerine düşerek hoş bir görüntü yaratıyormuş. Dış salon kısmında, siyah ve kırmızı renkler bol miktarda kullanılmıştır.
Chini Ka Rauza
Molla Shukrullah Şirazi: Babür imparatoru Şah Cihan zamanında Başbakanlık yapmıştır. Ama, kendisi aynı zamanda, ünlü bir şairdir. Kendisi: Allami takma adıyla şiirler bestelemiştir. Kendisi: 1639 yılında, kendi türbesini yaptırmıştır. Mezarının çinilerini seçmiş ve parlak renkli çinilerle, bu eşsiz anıtın her bölümünü süsletmiştir.
Burada, ayrıca: 1768 yılı yapımı: Hindu tapınağı “Mandir Raca Ratan” bulunuyor. Cami ve tapınak ortasında ise, tüccarların ipek ve mücevher sattıkları bir çarşı bulunuyor.
Kalenin karşı kıyısında: Mirza Gıyas Bey Türbesi var. Burası: kaleden 15 yıl önce, Cihangir’in karısı Nur Cihan tarafından, babası Gürkanlı veziri için yaptırılmıştır. Türbe yapısı: mermer yapısı, dört minaresi ve kulelerin üzerindeki kubbeli şadırvanı ile ilgi çekmektedir. Kemerler ve pencereler üzerindeki güneşliklerin kafes işçiliği görülmeye değerdir. En büyük özelliği ise, muhteşem mermer kakmalarıdır.
SİKANDRA-İMPARATOR MEZARI
Şehir merkezinin 8 km. kuzeyinde bulunan Sikandra bölgesindedir. Burası, Babür İmparatoru Ekber Büyükün mezarıdır. Delhi-Agra karayolu üzerindedir.
Mozoleyi çevreleyen bahçeler: evcil maymunlar ve siyah ceylanlarla doludur. Mezarın üzerinde, Allah’ın 99 adı yazılıdır. Bu durumu ile, Akbar’ın kişiliğini yansıtmaktadır.
FATEHPUR SİKRİ
Agra şehir merkezinin 43 km. güneybatısındaki bir ilçedir.
Burası, bir iç kalede kurulmuş şehir yapısıdır. Ekber döneminin imparatorluk başkentidir. 3 km. lik kayalık bir sırt üzerinde kurulmuştur. Yerleşimin üç kenarında, toplam 11 km. lik duvarlar ve iç kalenin diğer kenarında ise 8 km. uzunluğunda bir yapay göl bulunmaktadır. Ancak, su kaynağının yetersiz kalması nedeniyle, bu yapay göl, kalenin su ihtiyacını karşılamaya yetmemiştir. Bunun üzerine, Ekber, buraya, sürekli olarak yerleşmeyi düşünmemiştir.
Bölgedeki yapılarda: pembe kumtaşı ve koyu kırmızı taşlar kullanılmıştır. Mimari stil olarak ise: Hindu, Jain ve İslam mimari unsurları hakimdir. Ustalar ise, çeşitli bölgelerden getirilmiştir.
Evet, iç kalede gezimize devam ediyoruz.
Söylenenlere göre, Divan-ı Has denilen yerde: Ekber, burada bulunan ana sütunun dibinde, bilgelerin, kendi aralarında yaptıkları tartışmaları dinler ve bazen de, dinleyiciler arasındaki tartışmaları izlermiş. Ancak, bir kısım araştırmacının ise, bu sütunun, imparatorluk mücevherlerinin saklanması için kullanıldığını iddia ederler. Burada göreceğiniz mermer tahtta görülen çatlak: 1858 yılında, bir İngiliz top güllesinin yarattığı tahribattır.
Avludan geçtikten sonra: “badgir” yani “rüzgar kulesi” denilen yere ulaşıyoruz.
Buradan geçtikten sonra: Panch Mahal sarayına doğru ilerliyoruz. Saray: İran kökenli havalandırma sistemiyle donatılmış olarak öne çıkmaktadır. Rüzgar kuleleri: 3 tarafı açık bırakılarak, rüzgarın aşağıdaki odalara kadar girmesini sağlayacak şekilde dizayn edilmiştir. Bu düzenleme: yani rüzgar kulesi, ısı hafifletmek için inşa edilmiş ve Pers mimarisinin çok popüler bir mimari mekanizmasıdır.
Codh Bai sarayının kuzeydoğusundadır. Burası, 5 katlı, sütunlu bir köşktür. Her kat sütunlarla desteklenmiştir.
Bu sütunların sayısı: zeminden tepeye doğru yaklaştıkça, 84’ten, 4’e kadar düşmektedir. Zemin kattaki sütunların hiçbiri, birbirinin aynısı değildir. Ekber’in: konuklarını, en tepedeki pavyonda ağırladığı sanılmaktadır.
Harem bölümünde, en önemli yapı:
Ekber’in Fetihpur Sikri şehrindeki gözde konutu olan, İmparatorun Hindu eşi için yaptırdığı “Codh Bai Sarayı” dır. Bu sarayın en güzel tarafı da: kuzey ve güney kanatları süsleyen turkuaz renkli çinilerle kaplı tavanlardır. Burası, saray kadınları için özel bir yer olarak yapılmıştır. İyi aydınlatılmış ve havalandırılmıştır. Saray kompleksinde, kadınlar için ayrılan bir bahçe ve cami var. Panch Mahal denilen rüzgar kulesi de, bu kompleks içinde yer almaktadır. Kompleksdeki diğer binalar: konukevi ve kadın bekçi binasıdır.
Kalenin güneyinde “Cuma Mescidi” bulunuyor. Burası: Gürkanlı şehirlerinin, açık avlulu camilerinin ilk örneğidir. Merkezi mihrap, oymalarla süslü olup, kıbleyi gösterir. Avluda: mermer kaplama “Şeyh Salim Çişti Türbesi” bulunmaktadır. Cihangir’in, mutasavvıf olan bu şahıs sayesinde dünyaya geldiğine inanılır ve Cihangir; ona olan minnettarlığı nedeniyle, türbeyi yaptırmıştır.
Evet, kompleksin güney ucunda:
“Buland Darvaza” yani “Büyük kapı” bulunuyor. Buradaki kemer: 54 metre yüksekliğindedir ve kapı: 1576 yılında, Ekber’in Gucerat bölgesini ele geçirmesi anısına yapılmıştır. Anıt, bölgenin birçok yerinden görülebilir yüksekliktedir. Gerçek kumtaşı ve beyaz mermer üzerinde güzel oymalar görülmektedir. Anıtın merkezi yüzünde, Ekber’in dini geniş görüşlülüğünü yansıtan bir yazıt bulunmaktadır.
Şehrin, tarihi süreç içindeki yükseliş ve çöküşü, Babür imparatoru Ekber’in karakterinin göstergesidir. 1568 yılında, 26 yaşında olan imparator, hala bir erkek varise sahip değildir. Bir gün, şehirde: kendini dine adamış ve karşılığında 3 erkek çocuk sahibi olmuş Şeyh Salim Çişti ile karşılaşır.
İmparator: Çişti ye, kendisini koruyup kollayacağını söyler. Şeyh ise, ilk oğluna, kendisinin ismini vermesini ister. Takip eden Ağustos ayında; Ekber’in, Cihangir ismi verilen erkek çocuğu doğar. Bu sırada, başkenti Sikri ye taşımaya karar veren imparator, başarılı bir seferin ardından, şehrin ismine: “Fetihpur” yani “zafer şehri” kelimesini ilave eder. 1581 yılına gelindiğinde ise, imparator, Sikri şehrini terk eder ve şehirde yalnızca Şeyh Salim Çişti ailesi kalır.
Günümüzde de, aynı ailenin ardılları, şehirde yaşamaya devam etmektedirler. 1986 yılında, UNESCO tarafından, buradaki yapılar Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
I’TİMAD-UD-DAULAH
İmparatoriçe Nur Cihan tarafından, babası Mirza Ghiyas Bey için inşa ettirilmiş bir türbedir. Taç Mahal’ın 4 km. kuzeyinde, Yamuna nehrinin sol kıyısındadır.
Türbe, büyük bir bahçe içinde, su yolları ve yürüyüş yolları ile çaprazlama olarak dizayn edilmiştir. Yaklaşık 23 m. karelik bir alanı kaplamaktadır. Üzerine inşa edildiği kaidenin boyutları ise: 50 metrelik bir kare ve 1 metrelik bir yükseklik üzerindedir. 2 katlı mezar, yarı değerli taşlar ve mozaik kakmalarla doldurulmuştur.