Olympia Zeus Heykeli

Olympia Zeus Heykeli

Bütün dünya “Olimpiyat” oyunlarını bilir. Ancak: antik dönemde, onuruna bu oyunların düzenlendiği tanrının heykelinin, aynı zamanda Dünyanın 7 harikasından biri olduğunu kimse bilemez.

 

OLİMPİA VE OLİMPİYAT OYUNLARI

Burası: Güney Yunanistan’ın batı kısmında; bir tapınma yeriydi. Hatta: Tanrılar kralı Zeus’un tapınağı ve sunağı oradaydı. İnsanlar, Yunan dünyasının her yerinden, bu kutsal yere hac ziyaretine geliyorlardı. Burada yapılan dinsel törenlerin önemli bir parçası ise, spor yarışmalarıydı.

Haberciler: oyunlara davet etmek için, Yunan uygarlığının en uzak yerlerine kadar giderlerdi. Sicilya-Kyrene-Suriye-Mısır-Makedonya-Asya: bilinen dünyanın her köşesinden gelen sporcular: bu oyunlar için “Olmpia” da toplanırlardı.

Ancak: oyunların kökeninde dinsel törenler bulunduğundan, oyunlara katılanların Yunan soyundan olmaları şarttı. Yunanlı olmayanlar, Zeus tapınağında tapınamazlar ve oyunlara katılamazlardı. Oyunlar süresince: Yunan şehir devletleri arasındaki savaşlara ara verilirdi.

 

PELOPONNESOS-PELOPS ADASI

Yunanistan’ın güneyindeki kara parçası, bu isimle bilinirdi. Olimpiyat oyunlarının ortaya çıkışı: Pelops’a bağlanır. Bölgenin batısındaki “Pisa” isimli küçük krallıkta: söylenenlere göre:
“Kral Oinomaos hüküm sürüyormuş.

Tanrıların kralı Zeus ile Toprak Ana’ya adanmış verimli Olmpia arazisi: onun toprakları içindeymiş. Bu tanrılara tapan birçok kişi: oraya gidip, hasatlarının bereketi için tanrılardan yardım dilerlermiş. Bu sırada: kral Oinomaos: bir kahin tarafından “damadı” tarafından öldürüleceği yolunda uyarılır. Bu yüzden, kral kızının, evlenme çağına gelmiş olması nedeniyle huzursuzdur.

Bunun üzerine, kral kızı için gelen her talipten: Olympia’dan deniz tanrısı Poseidon’un tapınağına kadar kendisiyle araba yarıştırmasını şart koşar. Tapınak: 80 mil kadar kuzeydoğuda, Korinthos yakınında İsthmia’dadır. Yarışı kazandığında Hippodameia ile Pisa tahtını da kazanması; ama yarışı kaybederse yani kral onu geçerse, ölmesi kararlaştırılır. Bu işi kabul eden 13 talibin, hepsi yarışı kaybeder ve öldürülür.

Sonunda: genç Pelops ortaya çıkar. Kimileri: Pelops’un: tanrılaştığını, kimileri ise dingil milini balmumundan bir mille değiştirmesi için seyise rüşvet verdiğini söyler. Sonuçta: kral Oinomaos araba kazasında ölür, Pelops ise Hippodameia ile evlenerek tahta çıkar. “

Evet: pek çok Yunanlı; diğer oyunlarla birlikte Olympia’da başlatılan araba yarışlarının, Pelops’un tahta çıkışına yol açan zaferin anısını kutlamaya yönelik olduğuna inanırlar.

Günümüzde: bu sportif oyunların, çoğunlukla cenaze törenleriyle ilgili olduğu bilinmektedir. Bu oyunlar, yas tutanların kederlerini dağıtırdı. Çünkü: Olympia’daki oyunlar, büyük ihtimalle Pelops’un mezarı civarındaki bölgede yaşayan Yunanlılar tarafından bir anma töreni olarak başlatıldı.

Bu insanlar: böylece tanrılarının gözüne girmiş oldular. Pelops’un mezarı: kutsal yapı gurubunun tam ortasındaydı. Zamanla ise durum değişti, oyunlar Zeus’un onuruna kutlanır olunca Pelops’un payı azaldı.

 

YUNANLILARIN TANRI GÖRÜŞLERİ

Yunanlıların kendilerine özgü bir tanrı görüşleri vardır. Onlara göre, tanrıların insanların işine doğrudan karışması gayet normaldi.

Tanrıların evinin: Olympia’nın 175 mil kuzeyinde, Teselya’daki Olympos Dağı’nın zirvesinde olduğuna inanılırdı. Tanrıların kralı Zeus; sınırsız bir doğa gücü olan, adil ve sevecen bir baba idi. Bir taraftan, elinde yıldırım demetleriyle göklerde gürler, diğer taraftan karşı cinse düşkünlüğüyle kraliçesi Hera’yı çileden çıkarırdı.

Ama, aynı zamanda ziyafetlerde kendisine adaklar sunulan konuksever tanrıydı. Olympia: Zeus’un ikinci eviydi ve oyunlar nedeniyle, bin yılı aşkın bir zamandır, Zeus’un dinsel merkezi olmuştu.

Günümüzde: Alpheios ırmağının Kladeos ırmağı ile birleştiği yerdeki verimli vadi: Zeus Kutsal Alanının korusunu barındırır ve burayı yöre insanı tarafından uğrak yeridir. Buraya günümüzde de akın eden turistler, bu büyük kutsal yerin kalıntılarına hayran kalırlar.

1829 yılından bu yana: arkeologlar; bu bölgedeki bazı yerleri ortaya çıkardılar. Bunlar: dört yılda bir oyunlar için toplanan sporcuların işlevsel gereksinimlerini karşılayan yapılar ve dinsel anıtlardır. Gymnasion ile Stadion: dinsel tapınakların hemen yanındadır. Kazanan sporcuların ve sponsorların minnettarlıklarını belirtmek için sundukları adaklar, kutsal alandadır.

Olympia: bir şehir değildir; tapınmaya ve oyunlara katılmaya gelenlerin gereksinimlerini karşılayan yapılar kümesinin bulunduğu kutsal bir yerdir.

Yunanlılar: oyunların ilk olarak MÖ.776 yılında başladığına inanırlar ve bu tarihi, geçen yüzyılları saymak için temel alırlar. Ancak; arkeologlar, insanları Olympia bölgesinde, çok daha eski tarihlerden itibaren tapındıklarını ortaya çıkarmışlardır.

En eski yapılar: tahta ve kerpiçten yapılmıştır. Uygarlıklar gelişip eski yapılar çökünce: bunların yerini, daha büyük ve taş yapılar ve anıtlar almaya başlamıştır. İçlerindeki en görkemlisi ise “Zeus”a adanan tapınaktır.

 

ZEUS TAPINAĞI

Tapınak: MÖ.466-456 yılları arasında inşa edilmiş, heybetli bir yapıdır. Mimarı “Libon” dur. Libon: yapıda kullanmak için; değişik bir yerel taş seçmiştir. Bu yerel taş: fosilleşmiş deniz kabukları içeren konglomera’dır.

Bu taş: doğa tanrısı Zeus’un şanına yakışan doğal bir oluşumdur. Mimari tarzı ise: Atina şehrindeki ünlü “Parthenon” dur. Yani: Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen; Efes şehrindeki “Artemis Tapınağı” kadar ihtişamlı değildir.

Tapınak, tanrının kutsal yeridir. Ama tanrıya tapanların, içeride toplanması için yapılmamıştır. Kurban töreni: tapınak dışındaki büyük sunakta yapılır. Olimpiyat oyunlarının ortasına rastlayan günde: sunakta, 100 öküz boğazlanıp yakılarak Zeus’a sunulurdu.

Alpheios ırmağının sularıyla karışan öküzlerin külleri; dev bir tepe halinde, sunağa yığılmış ve muazzam boyutlara ulaşmıştır.

Tapınak yapısı içinde: en kutsal yerde bulunan kült heykeli, kendisine tapanlar için “Zeus” un yerini tutardı. MÖ.5’nci yüzyılda: tapınak için etkileyici bir heykel gerekiyordu. Tapınak heyeti: görkemli bir heykeli yapabilecek heykeltıraşı uzun süre ararlar. Sonunda bu önemli görev için; Atinalı Pheidias seçilir.

 

ZEUS HEYKELİNİN YAPIMI

Pheidas: Atina şehrindeki Akropolis için, zaten iki tane büyük heykel yapmıştır. Bunlardan birincisi: açık havada duran dev bir tanrıça Athena heykelidir. Yaklaşık 10 metre yüksekliğinde olan bu heykelin altın miğferini, açık denizlerdeki gemicilerin görebildiği söylenir. İkincisi ise: Atina Akropolis’inde Parthenon için altın ve fildişinden yapılmış kült heykeliydi.

Kendisi: Atina şehrinde, altın ve fildişinden çok büyük heykeller yapmaya imkan veren bir teknik geliştirmişti. Önce heykelin duracağı noktaya, heykelin bitmiş haline tıpatıp uyan ahşap iskelet dikilirdi. Ten bölümlerine takılacak ince fildişi levhalar yontulur, kumaş kıvrımları ile diğer ayrıntılarda kullanılacak değerli madenler, kalıpta şekillendirilirdi.

Bunlar, sonra iskelet üzerinde birleştirilir, heykelin dış kaplaması ortaya çıkardı. Bitmiş heykelin: yekpare bir görünüm vermesi için, her bir parça dikkatle yanındakine uydurulur, ek yerleri özenle gizlenirdi.

Pheidas: MÖ.438-437 yılları arasında; gözden düştü ve Atina şehrini terk etmek zorunda kaldı ve Olympia şehrine geldi.

Zeus heykelini nasıl tasarladığı sorulduğunda, şöyle anlatır; heykeltıraş; destan şairi Homeros’un bir baş hareketiyle bütün Olympos Dağı’nı sarsan sert bir Zeusu anlatan dizelerini aktarır” Bu dizelerden: Zeus’un bilinen sıfatları sıralanır ki bunlar: baba ve kral, kentlerin koruyucusu, dostluk ve arkadaşlık tanrısı, yakaranların koruyucusu, bolluk veren….”

Evet: Zeus’un bütün bu yönleri heykelde bulunur ve Pheidias’In yaptığı portre seçimiyle, tanrının değişken karakteri vurgulanmaktadır.

 

HEYKELİN GÖRÜNÜMÜ HAKKINDAKİ VERİLER

Bu heykelin, antik dönemdeki görüntüsü hakkında yapılan araştırmalarda, komşu Elis kentinin sikkeleri üzerindeki resimler yol gösterir.

Strabon

Sinoplu ünlü gezgin: heykel hakkında, MS.1’nci yüzyıl başlarında şunları yazmıştır:
“ Tapınak çok büyüktür, ama fildişinden yapılmış heykel öyle bir iriliktedir ki, oranlamayı doğru yapmadığı için heykeltıraş eleştirilebilirdi. Zeus’u oturur durumda göstermiştir, ama tanrının başı neredeyse tavana değer. Öyle ki, Zeus yerinden kalkacak olsa tapınağın çatısını delip geçer.”

Kallamakhos

Heykelin yapılışından, (MÖ.305-240) 200 yıl sonra, bu şairin bir şiirinde, heykel hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“ Heykelin toplam uzunluk ve genişliği: kazılmış tapınağın tabanı üzerinde de ölçülebilir. Kaide 6.65 metre eninde, yaklaşık 10 metre derinlikte ve yüksekliği 1 metrenin üzerindeydi. Heykelin kendisi 13 metreydi ve 3 katlı bir yapı kadar yüksekti. Tapınağın batı yakasını kaplayan ve kutsal alanın her yanında varlığı hissedilen, dev bir heykeldi.”

Pausanias

MS.2’nci yüzyılda yaşamış bu Yunanlı: gördüğü şehirlerdeki anıtlar hakkında ender bulunur bir belge bırakmıştır. Bu şehirler artık yok olduğundan, onun yazdıklarını değerlendirmek gerekir.
“ Başında zeytin dallarından bir çeleng vardır. Sağ elinde fildişi ve altından yapılmış bir “Zafer Tanrıçası” heykeli tutar. Tanrının sol elinde, üzerine türlü türlü madenler kakılı asası vardır. Asanın yanına bir kartal tünemiştir. Tanrının sandaletleri de giysisi gibi altındandır. Giysisine hayvan ve zambak figürleri oyulmuştur. Taht, altın ve değerli taşlarla, abanoz ve fildişiyle süslenmiştir.”

Tapınağın batısında: ana kutsal alanın hemen dışındaki bir yapı: bu dev heykeli yaratan Pheidias’ın atölyesi olarak, MS.174 yılında, Pausanias’a gösterilmiştir. 1958 yılında yapılan kazılarda, bu yapıya ait kalıntılar bulundu. Bu kalıntılar arasında: bu tür bir heykel üzerinde çalışmaya uygun aletler bulundu. Yapı kalıntısının temelinde: MÖ.5’nci yüzyılın özenli harfleriyle “Pheidias’a aitim” yazan kırık bir testi bulunmuştur.

Evet, biz yine, Pausanias’ın anlattıklarına bakalım. Onu en çok taht etkilemişti. Çünkü: sanatçı, tüm yontuculuk yeteneğini, tahtta bol bol kullanmış olmasının yanında, tapınağın iç kısmının loş ortamında, tahtın daha kolay seçilmesinin de kuşkusuz payı vardır. Yapının çatısı, yarı saydam mermerlerle kapatılmış olsa da, Zeus heykelinin üst tarafını ayrıntılarıyla görmek zor olmalıydı.

Tahtın ayaklarını, sırt sırta konmuş kanatlı Zafer Tanrıçası figürleri süslüyor. Öndeki her iki ayağının üst tarafında “Sfenks’in kaptığı Thebai’li çocuklar” konulu sahneler bulunuyor. Kadın başlı, aslan gövdeli ve kartal kanatlı bir canavar olan Sfenks: Orta Yunanistan’daki Thebai’li delikanlıları, bilmecesine yanıt vermezler se öldürürdü. Sorduğu bilmece şuydu: “ iki ayaklı, üç ayaklı ve dört ayaklı olan ve en çok ayağı olduğu zaman en güçsüz durumda bulunan yaratık hangisidir?”

Tahtın diğer destekleri üzerinde: Herakles ile arkadaşlarının, Amazonlarla savaşması gösterilmiştir. Bu desteklerin: heykeltıraşlık süslemelerinin gerçekten etkileyici parçaları olduğunu vurgulamış, orada iki gurup halinde 29 figür bulunduğunu belirtmiştir. Bu figürlerdeki dalgalı hareketler ve savaşanların giysilerindeki kıvrımların dönüşü, Pheidias’ın ince yontu sanatının da özelliğidir.

Zeus heykelini taşıyan büyük kaide: mavi-siyah Eleusis mermerinden yapılmıştır.
Pausanias’ın anlatımı: heykeli gerçek bir Yunan mitolojisi hazinesi olarak gösteren ayrıntılarla doludur.

Heykel hakkındaki son tanımlaması şu şekildedir

“ Heykel: yapıldığı andan başlayarak, klasik heykeltıraşlığın altın çağının başyapıtı olarak hayranlık toplamıştır. Heykelin bakım işleri: Pheidias’ın soyundan gelen “cilacılar”ın elinde bulunuyordu. Heykelin üstüne zeytinyağı dökme adeti; tapınağın nemli ortamında oluşan fildişi çatlakları nedeniyle ortaya çıkmış olabilir.

MÖ.2’nci yüzyıl ortalarında, durum kötüleşince; heykelin onarılması için, güneydeki Mesense şehrinden heykeltıraş Damophon çağırılmıştır. Tahtın altına, üstteki muazzam heykelin ağırlığı ile çökmemesi için dört sütun yerleştirilmiştir.

 

HEYKEL BİTTİKTEN SONRA YAŞANANLAR

Heykel tamamen bittiğinde, Pheidias, yapıtı beğendiyse bir işaret göndermesi için yakarır Zeus’a. Söylenenlere göre: bugün tunç bir sürahinin kapladığı noktaya, hemen bir yıldırım düşer. Heykelin önündeki tüm zemin: siyah mermer döşelidir. Paros mermerlerinden, daire biçimindeki bir çerçeve çekilerek kenarları yükseltilmiştir. Burası, heykelin üzerine dökülen zeytinyağı için, havuz görevi yapmıştır.

 

SONUÇ

Heykel: uzun yıllar, Zeus’a inananlara korku ve hayranlık uyandırmayı sürdürdü. Yapılışından 450 yıl sonra: bölgeyi yağmalayan Romalılar arasında, Roma imparatoru Caligula (MS. 37-41) heykeli, Roma şehrine götürmek istedi. Hatta: heykeli taşıyacak araçları kurmak için ustalar gönderdi, ama heykel, ansızın “ öyle bir kahkaha koy verdi ki, yapı iskelesi çöktü, işçiler de kaçtı”
Ancak, heykel, dokunulmazlığını sonsuza kadar sürdüremedi. MS.391 yılında: Hıristiyan kilisesinin rahipleri: İmparator I. Theodosius’u: pagan kültlerini yasaklatmaya ve tapınaklarını kapatmaya razı ettiler. Olympia’daki oyunlar durduruldu, büyük Olympia kutsal alanı terk edildi.

Takip eden süreçte: 800 yaşını geçen kült heykel: sonundan Constantinopolis’teki bir sarayı süslemek üzere tapınağından taşınmıştır. Pheidias’ın atölyesi ise; bir Hıristiyan kilisesine çevrildi. Tapınak: 425 yılı civarında, bir yangında ağır hasar gördü. MS.6’ncı yüzyıla gelindiğinde ise; Alpheios ırmağının yatağı değiştirildi.

Bakımsız kalan Olympia kutsal alanı; toprak kaymaları, depremler ve taşkınlar sonucu yerle-bir oldu ve 1000 yılı aşkın bir süre: kalın bir kum, çamur ve döküntü tabakasıyla kaplı kaldı.

Heykel, biraz önce söylediğim gibi, başka yere götürülmüştü ve bu felaketlerden korunmuştu. Ama, 462 yılında: Constantinopolis şehrinde, büyük bir yangın çıkınca, heykelin bulunduğu saray yıkıldı. Olympia kutsal alanı Peloponnesos’ta bakımsızlıktan toprağa karışırken, klasik heykeltıraşlığın en büyük yapıtı olarak görülen bu olağanüstü heykel de Boğaziçi kıyılarında yok oldu.

Evet: son not: heykelin ayrıntılarını görebilmek için hiçbir kopyası bulunmamaktadır. Heykelin bıraktığı izlenimi: Pausanias gibi yazarların yazıları aracılığıyla paylaşma olanağı bulmak bile büyük şanstır.

Yolu buralara yani Yunanistan ülkesinin güneyinde, Olympia bölgesine düşenler, bu kutsal alanı ziyaret edebilir ve bir zamanlar, antik dünyanın en büyük sanat yapıtı olan heykelin bulunduğu yeri, heykel olmasa da görebilirler.
Bu arada: Olimpiyat oyunları: 1896 yılında yeniden hayata döndürülmüştür.

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi

Bu piramidin bulunduğu yerde, aslında 3 piramit var, ama bunların üçü de dünya harikası olarak kabul edilmemektedir. Piramitlerden, yalnızca “Keops Piramidi” dünya harikası olarak kabul edilir. Keops piramidi: aynı zamanda, dünya harikalarından günümüze kadar ayakta kalarak gelebilmiş tek hazinedir.

Piramit: IV hanedanlık zamanında, MÖ.2560 yılında, Firavun Khufu (Keops) tarafından yaptırılmıştır. Keops: piramidin yapımının muhtemelen 20 yıl sürdüğü sanılıyor.

Yapıldıktan sonra, 4300 yıl boyunca: dünyadaki en uzun yani yüksek yapı olarak önemini korumuştur.

Evet: MÖ.2560 yılında tamamlanan piramit: IV Hanedan firavunu Kufu (diğer adı Keops) için yapılmıştır. Kendisi firavun olarak: MÖ.2579-2556 yılları arasında hüküm sürmüştür. Karısı Henutsen Meretites, kendi piramidinin yanındaki küçük piramitte gömülüdür.

Keops: Snefru’nun oğludur ve babasının mezarıyla ilgili: mimari ve lojistik sorunları çok iyi biliyordu.

Fravun Keops

Ne gariptir ki

Mezarı olarak yapılan büyük piramit binlerce yıldır durmasına rağmen, sahibinin günümüze kalmış tek bir betimlemesi bulunmaktadır.

Bu da: 1903 yılında: Petrie-Abydos-Osiris Tapınağı temellerinde bulunan “fildişi” bir heykelidir.
Bu heykelinde, firavun: sağ elinde kırbaç, başında “Aşağı Mısır” ın kızıl tacı ile görülür. Oturduğu tahtın önüne iliştirilmiş saray biçimindeki Mısır krallık sembolünün içine, kralın adı kazınmıştır. Boyutunun küçüklüğüne ve malzemeye karşın, karakteristik bir portredir.

Peki: niçin piramit? Mısır firavunları neden piramitler içine gömülmeyi arzulamışlardır?

Piramit şekli: Güneş Tanrısı “Ra” nın tapınımıyla ilgiliydi.

Piramitler: yaradılış efsanelerindeki “Benu” kuşunun üzerine konduğu, uzun bir dikilitaş olarak bilinirler.

Ayrıca: güneş ışınlarının, yeryüzüne düşerken değdiği en yüksek noktayı temsil ederler. Bu doğal olay: uygun hava koşullarında hala görülebilmektedir.

Başka yerlerde: özellikle “Yeni Dünya” da piramit biçimli yapılar bulunmakta ise de, piramit yapımı aslen Mısır’a özgüdür. Mısır piramidi dışındakiler, genellikle farklı amaçlara yönelik ve farklı mimari yapılar olup, en son Mısır piramidinden 1000 yıl sonra yapılmıştır.

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi Özellikleri

KEOPS PİRAMİDİNİN ÖZELLİĞİ

Keops piramidinin diğerlerinden ayrı tutulan en önemli özelliği: Gize’de; en üst noktasına ulaşan, ondan sonra da düşüşe geçen bir mezar gelişim sürecinin doruk noktası olmasıdır.

Mimari gelişimin: bu piramitte zirveye çıktığı gözlenir.

Keops: mezarı için yeni bir yer seçti: Libya Çölü kıyısındaki Giza platosu. Dördüncü Hanedanın, başlıca iki ardılı da, burada onu izleyecekti. Bunlar: Kefren (Kafra) ve Mikerinos (Menkaura) dır.

Mimar Hemon

Keops’un mimarı, daha doğrusu inşaat şefi: kuzeni Vezir Hemon’dur.
Hemon’un oturan heykeli, geçtiğimiz yüzyılda, Gize’deki bir mezarda bulunmuş ve halen Almanya-Hildersheim-Pelizaeus Müzesindedir. Anlamak mümkün değil, Sayın okurlar, Mısır’da bir mezarda bulunan heykelin, Almanya’da sergilenmesi. Çalındı, satıldı ve utanmadan bunu kendi malları, kendi kültür ürünleri gibi sergileyebilen insanlar. Neyse: bu heykel, yapılı bir adamı tasvir ediyor. Zaten, Mısır kültüründe, yüksek mevkideki itibarlı kişiler, iri yapılı olarak betimlenirdi.

Çünkü, çoğu heykel, kişileri idealize etmeye yönelikti. Kişiler, hayatlarının en güzel dönemlerinde gösterilmişlerdir. Ancak: Hemon’un heykelinde: canlı gibi görünen kakma gözler, mezar soyguncuları tarafından sökülmüş ve heykele nispeten zarar verilmiştir. Gözlerdeki canlı etki: göz bebekleri olarak obsidyen ve kristal, irisler için ise beyaz kireç taşı kullanılıyor ve bunlar tunç bir çerçeve içine oturtuluyordu.

Yapım İşleri

Yapım işlerine başlamadan önce, arazinin hazırlanması gerekiyordu. Arazi düzeltilmeli, tasarlanan piramit kenarlarının konumu, pusulanın dört ana yönüne göre dikkatle belirlenmeliydi. Düzeltme için belirlenen alan: dört alçak kerpiç duvarla sınırlandırılıyor ve sonra da içi su dolduruluyordu. Tabii, su yüzeyi düz olmalıydı. Söz konusu alan yeterince oyulduğunda, bu su akıp giderdi. Hendeklerin arasındaki kayalar kesilerek, düz bir yüzey oluşturulurdu. Ancak, bu piramidin yapımı sırasında, inşaat alanının ortasında büyük bir kaya bloku çıkmış ve bu kaya çıkıntısı öylece bırakılmıştı. Bu kaya blokunun parçaları, geçit düzeneği içinde görülebilmektedir.

Piramidin taban kenarının doğru yöne oturtulması için yıldız gözlemleri kullanılırdı. Çünkü, o zamanlar pusula bilinmiyordu. Dört kenardaki hiza hatasının, bir dereceden az olması düşünülürse, eski Mısırlıların, ne ölçüde doğru hesaplama yaptıkları anlaşılabilir.

Kare kaidenin, dört kenarının en uzunu ile, en kısası arasındaki uzunluk farkı: yalnızca 20 cm. dir. Aslında, yapı alanının tam ortasında bırakılan büyük kaya bloğu nedeniyle: köşegenlerin karşıdan karşıya doğru olarak ölçülmesi imkansızdı. Ölçü, yalnızca kenarlardan alınabiliyordu. Öte yandan, tüm bu ölçüler: metrik sistem bilinmediğinden, keten liflerinden yapılmış lifler veya esnek hurma lifleriyle yapılabiliyordu. Yani: ölçümlerin hassasiyetinin hangi şartlar altında gerçekleştiğini bilmemiz gerek.

Evet, tüm bu hazırlık aşamaları tamamlandıktan sonra, piramidin yapımına başlanır.

Ama: her türlü bilimsel ve teknolojik araştırmaya rağmen, piramitlerin tam olarak nasıl yapıldığı, hala meçhuldür. Eski Mısırlıların, bu piramit yapıldıktan 2500 yıl sonra, Roma döneminde: makara ya da palanga bilgisine sahip olduklarını unutmamak gerekir. Ellerindeki tek mekanik destek: silindir kazıklar ve kaldıraçlardı. Eski Mısır’da; tüm yapılar, heykeller ve dikilitaşlar: bu iki ilkel aracın yardımıyla dikilmiş ya da taşınmışlardır.

Gelelim piramidin nasıl yapıldığı hakkındaki teorilere

Birinci Teori

Yapı yükseldikçe, çevresini dolaşan rampalar kullanılmıştır.

İkinci Teori

Piramidin yükselişiyle birlikte; gerektikçe yükseltilip uzatılmış, çöle yayılan uzun bir inşaat rampası kullanılmıştır.

Bunların ikisi de: doğurucu kanıtlarla desteklenememiştir. Bunun üzerine, akla gelebilecek üçüncü bir teori üretilmiştir.

Üçüncü Teori

Taş bloklarının, muhtemelen salıncak iskelelerle kaldırıldığı bir tür yapı iskelesi kullanılmış olmalıdır. Ancak, bu teorinin de, kanıtlanamayan iki sıkıntısı bulunmaktadır. İskeleler için, muazzam miktarda tahta gerekecekti. Ama, eski Mısır’da, buna uygun çapta ahşap-tahta bulmak mümkün olamazdı. Ayrıca: taş bloklarının çok büyük ve çok ağır olması ( en hafifi 5 tondur) bu düşünceyi çürütmektedir.

En ağır basan teori

yapının çevresini dolaşan rampa teorisidir. Yapım ilerledikçe: piramidin dört yüzünün her biri çevresinden kerpiç rampalar çıkarılmıştır. Silindir kızaklar üzerindeki dev bloklar: bu yolla yukarıya getirilmiştir. Taş blok: gerideki silindirin üstünden geçtiğinde; kızak serbest kalacak ve önde yeniden doldurulacak, blok işçi ekiplerince ileri doğru çekilecektir. Bu sistem: tümüyle çok iyi uygulanabilirlik göstermektedir. Ama, sistem olarak uygulanabilir denilse de: uygulamaya gelince sıkıntılar doğmaktadır.

Tüm yüzlerden çıkan ve taşların ağırlığından dolayı fazla dik olmayan bir yokuş; sorunlar yaratır.

Birinci sorun:

Köşe virajlarını alan ve kontrol altındaki kızaklar üzerindeki bloğun dengesine göz-kulak olan ekiptir.

İkinci sorun:

Üst düzeylere ulaşmak için, blokların, yapının çevresinde döne-döne yukarı taşınması: bu durum, aşırı sayıda işçi ve blokları çeşitli düzeylerde yokuş yukarı taşıyan pek çok ekip üzerinde denetim gerektirmektedir, rampalarda aşağı ve yukarı akan insan seli akıl almaz olacaktır.

Büyük piramidin yapımı ile ilgili diğer bir teori ise: İngiliz yapı ustası Peter Hodger tarafından ortaya atılmıştır. Hodger: 2 tonluk bir yükle deneme yaparken: bir ucuna metal bir parça giydirilmiş kısa açılı bir ayağı bulunan uzun kaldıraçlar kullanarak, iki adamın, bu yükü oldukça kolay taşıyabileceğini kanıtlamıştır.

Bu metalli uç: bloğun altına sokularak, bloğun bir ucu kaldırılabiliyor ve altına destek-dolgu konuluyordu. Aynı işlem: diğer uçta da yenileniyor ve bu tür dolgular kullanılarak, bloklar yukarı taşınıyordu. Böylece: büyük bir taş blok: kolayca, makul bir yüksekliğe kaldırılıyordu.

Evet, gelelim piramidin yapımına:

Piramit: her bir basamağı, oldukça enli ve ortalama yükseklik 1 metreden fazla olmayacak düzeyler halinde yapılıyordu. İngiliz Hodger prensibine göre: bazı işçi gurupları, blokları dört piramit yüzü üzerinde birden, aynı zamanda bazılarının da her bir yüz boyunca kaldırılmasına imkan veriyordu. Piramit sivrilip, yüzey daraldıkça, işçi sayısı azalıyordu. Gereken düzeye ulaşan her blok: kızaklar üzerinde, yüzeyden geçirilip kendine ayrılan yere taşınıyordu.

Bu arada devreye “Tarih” isimli kitabında, Heredotos tarafından piramitler hakkında yazılanları sokmak gerekebilir.

“ Kaide taşlarını dizdikten sonra, diğer taşları kısa tahtalardan yapılmış makinelerle kaldırdılar.

İlk makine; taşları yerinden alıp birinci basamağa kaldırıyordu. Birinci basamakta, gelen taşı karşılayıp ikinci basamağa ileten bir diğer makine, oradan da daha yükseğe ilerleten üçüncü bir makine vardı.”

Temel yapı bitirildikten sonra: piramit parlak beyaz “Tura” kireçtaşı ile kaplanacaktı. Kaplama işi, tepeden aşağıya doğru yapılacaktı. Basamaklar: kireç taşı bloklarıyla dolduruluyor, sonra da uygun açıyı vermek ve parlak bir görüntü sağlamak için yontulup düzeltiliyordu. Günümüzde, bu piramitte, zirvedeki kireçtaşı kaplamasının bir kısmı korunmaktadır. Ancak, diğer pek çok piramitte olduğu gibi, kaplamanın geri kalan kısmı: ortaçağ Mısır mimarisinde kullanılmak için sökülerek götürülmüştür.

Büyük piramidin ana boyutları hakkında şunlar söylenebilir

Piramidin eğim açısı: 54 derece 54 dakikadır ki, diğer tüm piramitlerde de bu oran sabittir.
Yükseklik: 145.75 metredir. Ama, üstten 10 metre yitirildiğinden, günümüzdeki durumda, tepesi kesiktir. Ancak, yine de belirli bir uzaklıktan, kaplamasının veya tepesinin eksikliği hissedilmez.
Kare kaidenin her bir kenarı: 229 metredir ve en uzun ile en kısa kenar arasındaki uzunluk farkı, 20 cm. den azdır.
Yapı: 5.37 hektarlık bir alanı kapsar.
Ortadaki doğal kaya blokunun büyüklüğü bilinmediğinden, kullanılan taş miktarını hesaplamak mümkün değildir. Ancak, her biri 2 ile 15 ton arasında değişen, yaklaşık 2.300.000 adet blok kullanıldığı kaydedilmiştir.

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi Giriş-Kapı

Giriş-Kapı

Piramidin girişi: kuzey yüz üzerindedir, çünkü kuzey yıldızlarına dönük olarak konumlandırılmıştır. Kuzey yüzünde, yaklaşık 17 metre yükseklikte, merkez noktanın 7.5 metre doğusunda alçak bir giriş bulunmaktadır. Bu girişin üzerinde, yukarıdaki blokların baskısını azaltmak için, ikişer çift halinde, piramit biçiminde yerleştirilmiş dört büyük taş blok vardır. Piramidin günümüzdeki girişi ise: bu özgün girişin hemen altında, biraz sağındadır. Bu giriş: Halife Memun tarafından, 9’ncu yüzyılda açılmıştır. Memun girişi olarak isimlendirilen bu giriş: hazine aramak için “Memun” tarafından açılmıştır.

İç bölümün mimari planları

Gelelim büyük piramidin iç yapısına: piramidin iç geçitleri ve odaları, diğerlerine nazaran daha çoktur.
Birinci planda: girişten itibaren: merkezde ve toprak düzeyinin altındaki mezar odasına inen bir geçit vardı. Ancak bu geçit bitirilmedi ve ikinci planda: piramit gövdesinden yukarıya, zirvenin altında daha merkezi bir konuma yerleştirilmiş olan başka bir odaya çıkan geçit yapıldı. Ancak, bu oda da bitirilmedi. Üçüncü planda: çok daha gösterişli bir düzenleme yapıldı. Piramidin derinliklerine tırmanan yeni bir galeri yapıldı.

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi Büyük Galeri

Büyük Galeri

Büyük galeri olarak bilinen bu galeri: 47 metre uzunluğunda ve 8.5 metre yüksekliğindedir. Kireç taşı duvarlar 2 metre dik yükselir ve daha sonra üstteki 7 tabaka azar-azar içeri doğru ilerleyerek, bindirme tonoz şeklini alır. Üstte ise: eni 1 metreden fazla olan tek bir taş dilimiyle kapatılmıştır.

Galerinin başında: çatısına üç yarık açılmış olan kısa, alçak bir geçit vardır. Bu yarıklar: bir zamanlar geçidi ve ötesindeki mezar odasının girişini kapatmak üzere indirilen, granit blokları tutuyordu. Galeri aynı zamanda: çıkış geçidini kapatmak üzere kullanılan granit tıkaçların depolandığı yerdir. Bu tıkama taşları: alan içinde, başka hiçbir yere konulamayacak kadar büyüktür. Bu büyük granit levhalar: cenaze geçeceği zaman, bunlar: tahta kirişlerle desteklenerek galerinin tavanına, altlarına ve cenazenin geçişini engellemeyecek yerlere konuluyorlardı. Rahipler çekildikten sonra, arkada kalan işçiler taşları sallayarak düşürürler, müthiş bir hızla inen bu bloklar, yerde kaydırarak geçidi tıkarlardı.

Böylece:

Mezar odası tarafı, doğal olarak tıkama taşlarının arkasında kalmış oluyordu. İşçiler, sallayarak düşürdükleri taşların ardında kalarak ölüme terk edilmiyorlar, Büyük Galerinin başındaki üst geçitten, bir taşın altındaki dar bir bacadan kaçıyorlardı. Daha sonra ise, kaçtıkları geçit girişini de kapatıyorlardı.
Alçak geçit: mezar odasının kuzeydoğu köşesine, yani kral odasına giderdi.

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi Kral-Mezar Odası

Kral-Mezar Odası

Kral odası: perdahlanmış dev granit bloklardan yapılmıştır. Diğer odalara göre daha yukarıdadır ve piramitin merkezinde bulunan sonuncu odadır. Burası, Mısır geometrisinin bir şaheseridir.
Şekli: 2:1’lik “altın oran” yani 10.58 x 5.29 metredir. Odanın yüksekliği: toplam 400 ton civarında çeken, 9 dev bloktan oluşan düz çatıya kadar, 5.87 metredir.
Kral odasının üzerinde: çatısı eğimli olan, en yükseği dışında hepsi düz çatılı olan, beş “rahatlama odası” vardır. İlk dört odacık: kral odası gibi düz tavana sahiptir. Sonuncusunda ise, sivrileşen bir tavan görülür.
Burayı kaplayan bloklar: taş ocağından geldikleri gibi pürüzlüdür ve birkaçının üzerinde, hala, aşı boyalı taş ocağı işaretleri ile Keops adı bulunmaktadır. Piramidin içinde, firavunun adına, yalnızca burada rastlanır.

Mezar odasının batı ucunda:

Tabana yapışık ve duvardan biraz açıkta duran, siyah, büyük bir granit lahit bulunur. Lahit, günümüze kapaksız ve güneydoğu köşesinin üstünün büyük bölümü eksik olarak gelebilmiştir. Tek parça granit bloktan yontularak içi oyulmuştur ve üzerindeki testere izleri, günümüzde de görülmektedir. Elle bile vurulsa: hala çan sesini andıran bir sesle “çınlar”.

Lahdin eni: Çıkış Geçidinin eninden 2.5 cm daha fazladır. Yani, bu lahit, piramidin yapım aşamasında, Kral odasının üstü kapanmadan önce yerine konmuş olmalıdır. Yoksa, bu ölçüleri, sonradan buraya sokulmasına izin vermez. Ancak: oda duvarlarında ince, usta işçiliğe karşın, lahit sanki sonradan başkalarınca yapılmış gibi, son derece kaba bir işçilik göstermektedir. Bu durum: lahde taşınmak üzere getirilirken, Nil nehri üzerinde kaybedilen bir lahit ardından, böyle acele bir lahit konulması olarak tanımlanır. Lahdin üzerinde, sonradan ince süsler yapılmamış olması da ilginçtir.

Mezar odasında, bu lahit dışında diğer elemanlar:

Kuzey ve güney duvarlarında görülen, iki küçük “hava bacası” dır. Bunlar: tabanın 1 metre üstünde başlar ve piramidin içinden geçerek, dış yüzeye çıkarlar. Bu bacaların gerçek amacı ve o günlü işlevleri bilinmiyor. Yani, bu bacaların havalandırmaya katkı sağlamadıkları görülmektedir.

Soygunlar

Tüm önlemlere karşın: MÖ.23’ncü yüzyılda, piramit, mezar soyguncuları tarafından soyulmuştur. Antik çağ ve geç dönemlere kadar; yazarların yazdıklarına göre piramidin girişi açıktı, ancak daha sonra kapandı. Hatta: Memon’un bu yüzden MS.9’ncu yüzyılda yeni bir giriş açtığı söylenmektedir.

Antik Dönem Yazarlarının Aktardıkları:

Herodotos

Tarihin Babası olarak bilinen Halikarnasoslu Herodotos “Tarih” isimli kitabında, 2000 yıllık bir geçmişi olan büyük piramidi ziyareti sonucunda şunları yazmıştır.
“Piramidin üzerinde, işçilerin tükettiği turp, soğan ve sarımsak miktarını belirten: Mısır harfleriyle yazılmış bir yazıt vardır. Bana bu yazıyı okuyan çevirmen: bu iş için 1600 talent gümüş ( bugünkü gümüş fiyatı değerlendirildiğinde, 5 milyon İngiliz Sterlini yapmaktadır) harcandığını söylemiştir. İş süresinin uzunluğunu da hesaba katınca, bu işte kullanılan demir araçlara ve işçilerin beslenmeleriyle giyimlerine harcanan para miktarı çok büyük olmalıydı.”

Hedorotos:

Piramide giden yolun yapımının 10 yıl, piramidin yapımının ise 20 yıl sürdüğünü ve 100.000 işçiden oluşan bir iş gücü kullanıldığını söylemektedir. Keops isimli firavun, yaklaşık 23 yıl hüküm sürmüştür. Dolayısı ile Herodotos’un kullandığı 30 yıllık süreç biraz fazladır. Heredotos’un yazdıklarından birkaç satır daha aktarmak istiyorum. Her ne kadar doğru veya yanlıştır bilinmez: Heredotos, Keops’un yaptırdığı büyük piramidin yapımı için fon elde etmek uğruna: kendi kızına bile fahişelik yaptırmış, onun zamanında bütün tapınaklar ibadete kapatılmış, Mısır-Mısırlılar tarafından nefret edilen, en büyük yoksulluk dönemine girmiştir.

Diodoros

Sicilyalı olan yazar: MÖ.60-30 yılları arasında yazdığı kitabında, piramit hakkında şunları belirtmiştir:
“ 50 yıl hüküm süren, 8’nci kral Memfis’li Keops; Dünyanın yedi harikası arasında sayılan üç piramidin en büyüğünü yaptırdı. Mısır’ın Libya’ya doğru olan kısmında bulunan bu piramitler, Memfis’ten 120 stadion (yaklaşık 13.5 mil), Nil nehrinden 45 Stadion (5 mil) uzaklıktadır. Büyüklükleri ve yapılışlarında gösterilmiş becerileriyle görenleri hayranlık ve şaşkınlığa sürükler.
…. en az 1000 yıl geçtiği halde, hatta söylentilere ya da bazı yazarlara göre 3400 yılı aşkın bir süredir, taşlar hala özgün yerlerinde, yapı ise yıkılmamış olarak günümüze kalmıştır.”
Diodoros: piramit inşaatında 360.000 işçi çalıştırıldığını ve projenin 20 yılda tamamlandığını yazmıştır.

Strabon

Sinop’lu olan ünlü gezgin “Coğrafya” adlı yapıtında, piramit hakkında şunları yazmıştır.
“ Dikkate değer üç kral mezarından ikisi, 1 Stadion (yaklaşık 202 yarda) yüksekliğinden dolayı “Dünyanın Yedi Harikası” arasında sayılmıştır. ………. bunlardan biri diğerinden azıcık büyüktür. Bu piramidin üstünde, kenarları aşağı yukarı ortasında, yerinden oynatılabilen bir taş bulunur. Bu taş kaldırıldığında mezara inen eğimli bir geçit ortaya çıkar.”

DÜNYANIN YEDİ HARİKASINDAN BİRİ OLMASININ NEDENİ

Öncelikle: yedi harika arasında en eski olanıdır ve günümüze kadar ulaşmış tek anıttır. Öteden beri insanlığın kafasını karıştıran, heyecan veren bir etkisi vardır. Bir Arap atasözü bu etkiyi çok iyi özetlemektedir: “ İnsan zamandan, zamansa piramitten korkar.”

Mısır ülkesine giderseniz, Kahire şehri yakınlarındaki bu dünyanın yedi harikasından günümüze kalan en büyük anıtı, mutlaka görmenizi öneririm.

İskenderiye Feneri

İskenderiye Feneri

Fener: Dünyanın 7 harikası arasına en son eklenen yapıdır. Adını: üzerine inşa edildiği, İskenderiye Limanı önünde bulunan adadan almıştır.

Pharos Adası: bir kireçtaşı çıkıntısıdır ve Nil ırmağının taşıdığı kum ve alüvyon tabakasının ortasında, elverişli bir kaide oluşturuyordu.

 

İSKENDERİYE ŞEHRİNİN KURULMASI

MÖ.332 yılında: Büyük İskender, Mısır’ı Perslerin boyunduruğundan kurtararak özgür hale getirmiştir. MÖ. 332 yılında, İskender: Mısır’ın o zamanki eski başkenti Memfis’ten Nil nehrinin batı kıyısı boyunca ilerlemiş ve batı çölündeki Şiva vahasına giderken, Rhakotis’ten geçmiştir. Rhakotis: küçük bir balıkçı köyüydü ve deniz ile karanın iç kısımları arasında, büyük bir göl olan “Mareotis” arasında bulunan, dar kara şeridindeydi.

İskender: perişan balıkçı köyünün bulunduğu yerin potansiyelini derhal fark etti ve orada yeni bir şehrin yani “İskenderiye” şehrinin kurulmasını emretti.
Evet: Mısırlılar, İskender’i firavun ve tanrının oğlu olarak kabul ettiler.

İskender’in kurduğu yeni şehir: Rodoslu mimar Dynokrates tarafından planlanmıştır. Mimar: şehirde, ızgara kent planının en son ilkelerini izlemiştir. Kıyı açıklarındaki “Pharos” adasını oluşturan kireçtaşı çıkıntısı; adanın batı ucundaki resiflerle birleşiyor ve doğal bir liman oluşturuyordu.

 

Strabon

Sinoplu ünlü gezgin “Coğrafya” isimli eserinde, bölge hakkında şunları yazmaktadır:
“ Pharos: anakaraya çok yakın olan uzun bir adadır ve anakarayla birlikte, iki ağızlı bir liman oluşturur. Anakara, açık denize iki dağlık burunla sokulduğu için, anakaranın kıyısı bir körfez meydana getirir.

Kıyıya uzunlamasına paralel uzandığı için, körfezi kapatan ada, bu burunların arasındadır. Adanın ucu, denizin çepeçevre yıkadığı bir kayadır ve bunun üzerinde beyaz mermerden hayran olunacak şekilde yapılmış, adayla aynı adı taşıyan çok katlı bir kule vardır.”

Evet, Strabon: deniz kıyısında liman bulunmadığını ve açık denizden gelenlerin, içeriye güvenli bir şekilde girebilmeleri için, kendilerine kılavuzluk edebilecek bir işarete gereksinim duyduklarını kaydeder.

Doğu ve Batı Limanları: bir zamanlar Pharos adası ile anakara arasının dalgakıran biçimi almasıyla oluşmuş: 2 korunaklı limandır. Rüzgarın yönüne göre: bunlardan biri, gemiler için her zaman uygun konum oluşturuyordu. Şehir: bu limanların gerisinde, doğudan-batıya doğru uzanan dümdüz geniş “Canopus Caddesi” nin iki yanında gelişmiştir. Kentin tümü: ata binmeye ve atlı araba çekmeye elverişli sokaklara bölünmüştür.

Şehrin en büyük özelliği: İskender’in mezarının burada olmasıdır. Perdikkas; cesedi Babil’den getirirken, Ptolemaios: İskender’in cesedini çalar ve İskenderiye şehrine getirerek, burada altın bir lahde yatırır.
İskender, hala burada yatıyor, ama eski lahdinde değil, şimdiki lahdi camdan yapılmıştır.

Gelelim kuleye. Pharos kulesine

Pharos’u kimin yaptırdığı ve bu kulenin hangi tarihte dikildiği meçhuldür. Büyük ihtimalle, kulenin yapımına: Büyük İskender’in çocukluk arkadaşı ve generallerinden olan, İskender’in MÖ.323 yılında ölmesinin ardından, Mısır’ı ele geçiren “I. Ptolemaios Soter” döneminde yapıldığı düşünülmektedir.

Kendisi MÖ.305-282 yılları arasında hüküm sürmüştür. Ayrıca, yine bu kişi, biraz önce sözünü ettiğim gibi: İskender’in: Makedonya’ya götürülmekte olan cesedini çalarak, İskenderiye şehrine getirmiştir. İlgi odağı olan bu cesede sahip olmak: büyük bir ticaret ve bilim merkez için bulunmaz fırsattır.

Ancak: şehrin öneminin artması için, iki limanın bir işaretle belirlenmesi gerektiğine inanılıyordu. Çünkü: Mısır’ın bu bölgedeki kıyı şeridi: düz ve dikkat çekmeyen bir alandı ve gemicilerin demirlemesi için herhangi bir çekiciliği yoktu.

Evet: Pharos kulesinin: MÖ.283/2 yıllarında yapıldığından söz edilse de, muhtemelen MÖ.297 yılında yapımına başlanmıştı. Ancak, çoğunlukla öne sürülen bir teze göre: yapı “Ptolemaios” tarafından yaptırılmamıştır. Fenerin yapımında: İskenderiyeli varlıklı bir saraylı ve aynı zamanda diplomat olan “Sostratos” un ismi geçmektedir.

MÖ.270’ lerde: Delos’ta II Ptolemaios Philadelphos’un elçisi olan bir Sostratos bilinmektedir. Yani, varlıklı bir saraylı yanında, diplomat kimliği ortaya çıkıyordu. Bunlar, büyük ihtimalle aynı kişilerdi.

Strabon: fener anıtı üzerinde, şöyle bir yazıt bulunduğundan söz etmektedir:
“ Hükümdarların dostu, Knidos’lu Sostratos: denizlerde seyredenlerin güvenliği için adadı bunu”

Yine, antik dönem yazarlarından Lukianos, fener anıtı için şunları yazar:
“ Deksiphanes’in oğlu Knidos’lu Sostratos: denizlerde seyredenler adına, bunu “Kurtarıcı Tanrılar” a adadı”. Kurtarıcı tanrılar olarak betimlenenler: denizlerce gemicileri kurtarma görevini üstlenen Dioskur’lardır.

Yaşlı Plinius: fener hakkında şunları söylemektedir.

“ Bu olay dolayısıyla kral Ptolemaios; yücelik göstererek, bu kocaman yapının üzerine adını kazıması için mimar Knidos’lu Sosratos’a izin vermiştir”

Son tez olarak: Pharos kulesi: I. Ptolemaios Soter (MÖ.305-282) döneminde başlanmış ve II. Ptolemaios Philadelphos (MÖ.284-246) döneminde tamamlanmış olabilir. Varlıklı bir saraylı ve diplomat olan Knidos’lu Sostratos adlı kişinin, yapı için para verdiği ve yanının onun tarafından adandığı anlaşılsa da, mimarı hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır.

Evet, gelelim yapının özelliklerine

Yapı: İskenderiye yapıları arasında en eski olanlardandır. Büyük olasılıkla, İskender’in cesedini koymak için hazırlanan “Sema” isimli mozole ile aynı dönemde inşa edilmiştir. Mimari olarak tasarlanıp geliştirilen bu ilk fener: dünya üzerindeki başka fener kuleleri için, doğrudan ya da dolaylı olarak bir model oluşturmuştur. Fener kulesi hakkındaki çok az olan bilgi: tartışmalı yazılı kaynaklara dayanmaktadır, yani bu bilgilerin kesinlikleri kanıtlanmamıştır.

Plinius: yapının 800 talente mal olduğunu söyler. Bu oran, günümüz değerlerine göre: 4 milyon İngiliz Sterlini eder.

Epiphanes: yapının yüksekliğinin 306 kulaç yani 559 metre olduğunu söylemektedir.

Josephus: yapının ışığının denizde 300 stadion yani 35 mil uzaklıktan görüldüğünü yazar. Samsatlı Lukianos ise, bu uzaklık ölçüsünü: 300 mile çıkarır.

Görüş uzaklığı dışında: kaidede yakılan bir ateşten sağlanan ışığın: yapının tepesindeki aynalarla yansıtıldığı konusunda, bütün yazarlar hemfikirdir. Ancak: ateşin böyle aralıksız yanmasının tek sakıncasının; belli bir uzaklıktan bakınca, yıldız gibi görünen alevlerin yıldızlarla karıştırılmasıdır.

Aynı zamanda: ateşi sürekli yanık tutmak için; sınırsız miktarda odun ya da kömür gerekecekti. Mısır ise: kereste kaynakları çok olan bir ülke değildi. Ancak, ışığın ateşi gücünden çok, yansıtma araçlarıyla sağlandığı düşünülmektedir. Yansıtma araçları olarak, büyük olasılıkla antik çağda çokça kullanılan “cilalı tunç” levhalar kullanılmıştır.

Böylece, gündüzleri, güneş ışınları vurunca, çok daha güçlü bir yansıma elde edilebiliyordu. Zaten, antik dönemde, geceleri gemi yolculukları tercih edilmediğinden, gündüzleri İskenderiye Limanını belirleyen bir işaret çok daha gerekliydi. Geceleri, ışık gereksinimi ikinci plandaydı.

Yapının şekline gelince

Yapı: aşağı-yukarı 100 metre yükseklikte, 3 katlı idi. Birinci kat: 60 metre, ikinci kat: 30 metre ve üçüncü kat: 15 metre idi. En üst katta “üç dişli asası ile, Zeus Soter heykeli” bulunuyordu. Giriş: yer düzeyinde olmayıp, bir basamak kümesi üzerinde yani biraz yüksekteydi. Üç katlı ve çoğunlukla basamak girişli bir yapının temel öğeleri: çok sayıda Yunan sikkesi üzerinde karşımıza çıkmaktadır.

Phoros’un görünümüne ilişkin en iyi örnekler: Roma döneminde İskenderiye şehrindeki darphanede basılan ve piyasaya sürülen Yunan sikkelerinde görülür. Bu sikkelerde, Pharos: önce tek başına, sonra tanrıça İsis Pharia ile bağlantılı biçimde, son olarak da önünden geçen bir kadırga ile birlikte görülür.

Pharos: Arap kaynaklarında da dikkat çekmiştir. Pharos’un: MS.956, 1303 ve 1323 yıllarındaki depremlerde büyük hasar gördüğü bu kaynaklarda belirtilmektedir.

Arap gezgin Ebu Haggag Youssef İbni Muhammed el-Balavi: MS.1166 yılında, Pharos hakkında şunları yazar:

“ Pharos: adanın sonunda yükselir. Kare bir yapı olup, her bir kenarı 8.5 metre civarındadır. Doğu ve güney kenarları dışında: Pharos denizle çevrilidir.

Bu kaide: kenarları boyunca, uçtan Pharos duvarlarının dibine kadar 6.5 metre gelir ve deniz yüzeyi üzerinde eşit bir yüksekliğe çıkar. Bununla birlikte, yapım tarzı dolayısıyla deniz kenarında daha geniştir ve bir dağ yamacı gibi diktir. Kaidenin yüksekliği Pharos’un duvarlarına doğru arttıkça, eni, yukarıda sözü edilen ölçümlere ulaşıncaya kadar daralır.

Yapının bu kenarı sağlam yapılmış; gereğince yontulmuş dizilmiş kabaca perdahlı taşlar, yapının başka yerlerindekilerden daha uzundur. Yapının biraz önce tanımladığım bu bölümü yenidir, çünkü bu kenardaki eski işçiliğin yenilenmesi gerekmiştir.

Deniz tarafındaki güney kenarında okuyamadığım eski bir yazıt var. Harfler sert siyah taştan yapıldığı için, uygun bir yazıt değil. Denizle havanın etkisiyle fondaki taşı yıpratmış, harfler ise sertlikleri nedeniyle kabartma halinde kalmış. A harfi 54 cm’nin biraz üzerindedir. M’nin tepesi, bakır bir kazandaki dev bir delik gibi durur. Diğer harfler de genellikle aynı ölçüdedir.

Pharos’un kapısı yüksektir. Oraya hemen hemen 183 metre uzunluğunda bir rampayla çıkılıyor. Bu rampa, kavisli bir kemer dizisinin üstünde yer alır. Arkadaşım kemerlerden birinin altına girip kollarını açtı, ama kemerin kenarına ulaşamadı.

Bu kemerlerden 16 tane var. Kapıya ulaşıncaya dek, sonuncusu özellikle yüksek olmak üzere, hepsi azar azar yükselir. (Bu sikkelerde görülen merdiven olmalıdır.)”

“Kapının 73 metre kadar ötesine kadar sızdık. Sol tarafımızda nereye gittiğini bilmediğimiz kapalı bir kapı bulduk. 110 metre kadar ileride ise açık bir kapı gördük. Buradan girince, kendimizi bir odada bulduk. Bu odadan sonra başka bir oda, sonra yine başka odalar, bir koridor boyunca hepsi birbirine geçen toplam 18 oda vardı.

O zaman Pharos Adasında yerleşim olmadığını anladık. 110 m daha yürüyerek sağ ve solda 14 oda daha saydık. 44 metre ileride, 17 oda bulduk. Nihayet, bir 100 metre kadar daha sonra (Pharos’un) birinci katına ulaştık. Hiç merdiven yoktu ama bu kocaman yapının silindirik çekirdeğinin çevresinde, kademeli olarak dolaşan bir rampa vardı.

Sağımızda kalın olmayan bir duvar, solumuzda da, altındaki odalarını keşfettiğimiz yapı gövdesi bulunuyordu. Tavanını üzerinden sarkan perdahlı taşların biçimlendirdiği 1.6 metre eninde bir koridora girdik. Yanımdakilerden ikisi, burayı geçemedi.

Birinci katın tepesine vardığımız zaman: bir taşla sarkıttığımız iple yerden yüksekliği ölçtük. Korkuluk 1.83 metre olmak üzere, yükseklik 57.73 metreydi.

Bu birinci katın ortasındaki düzlükte, yapı, her bir yüzü 18.30 metre uzunluğunda ve korkuluktan 3.45 metre uzaklıkta bir sekizgen biçimi alarak, yukarıya doğru devam ediyordu. Duvarın kalınlığı 1.5-2 metre arasındaydı. İlk notlarımda yazmış olduğum rakam pek net değil, oysa ayrıntılı ipin uzunluğunu kaydettiğim yerin yakınında mürekkeple yazmıştım, bulaşmamıştı. Bu çok garip… ama 2 metre olduğundan eminim.

Bu kat: kaide hattından daha uzundu. Girince 18 basamak saydığımız bir merdiven bulduk ve üst katın ortasına çıktık. Yine iple ölçtük ve ilk katın üstünde 27.45 metre olduğunu gördük.

Sonuç olarak: Pharos’un yüksekliği: 96.99 metre, kaidesinin denizin kenarına kadar 9.15 metre, deniz düzeyinin altında görülebilen bölümü de yaklaşık 1.83 metredir. “

Evet, sonuç olarak şunlar söylenebilir:

Bu tanımı ve sikkeler üzerinde görülen resimlerine göre: Pharos’da: 57 metre yükseklikteki en alt katın, üst katların ağırlığını taşıyan silindirik bir iç yapısı vardı. İkinci kat: 27.5 metre yüksekliğinde, bir sekizgen içimindeydi.

Üçüncü kat: yüksekliği 7.5 metre civarında ve silindirikti. Sikkeler üzerinde görülen, üçüncü katın üstündeki “Zeus Soter” heykeli, üçüncü katın yüksekliğini, en az 5 metre arttırmış olmalıdır. Buna, kaidenin deniz düzeyi üzerinde durduğu 10 metrelik bölüm de eklenirse, fener kulesinin, deniz düzeyinden 117 metrelik bir yüksekliğe ulaştığı kesinleşir.

1326 yılında: Pharos; neredeyse bir harabe halindedir. Çünkü: özellikle 1303 yılındaki deprem, yapıya büyük hasar vermiştir.

 

GÜNÜMÜZ

Evet, Dünyanın 7 harikasından biri olarak nitelendirilen bu anıt, günümüzde bulunmamaktadır. Anıtın bulunduğu yerde, günümüzde “Kayıtbay Kalesi” bulunmaktadır. Kale: İslami dönemde yapılmıştır. Hatta: kalenin, kulenin kalıntılarıyla inşa edildiği söylenir. Günümüzde: beyaz mermerden bir yontu ile, İskenderiye şehrinde “Pharos” un anısı yaşatılmaktadır.