Karaköy’den Sarıyer’e uzanan sahil şeridinin, Kabataş ve Beşiktaş arasında kalan bölümünde kalıyor. Marmara Denizinden Boğaziçi’ne deniz yoluyla girişte sol sahilde. Üsküdar’ın tam karşısında yer alan saraydır. Saray; mevcut hiçbir sarayda olmayan bir zenginlik ve ihtişama sahip. Batı ile ilişkilerin yoğunlaştığı, 19’ncu yüzyılda; Boğaz girişinde, bir prestij yapısı olarak inşa edilmiş ve hızla büyümekte olan kentin siluetini de değiştirmiştir.
YAPIMI
İstanbul Dolmabahçe Sarayı; Sarayın; günümüzde bulunduğu alan; günümüzden yüzyıllar öncesine kadar, Osmanlı Kaptan-ı Derya’sının gemilerinin demirlediği, Boğaziçi’nin en büyük koylarından biriydi. Geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy; zamanla bataklık haline gelir.
Ancak; 17’nci yüzyılda, doldurulmaya başlanır ve Padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir “Hasbahçe” ye dönüştürülür. Bu bahçede; çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu; uzun süre; Beşiktaş Sahil sarayı olarak anılır.
Ancak; 18’nci yüzyılın sonlarına doğru; Sultan Abdülmecit; eski Beşiktaş Sarayın da bir süre oturduktan sonra; ikamet, sayfiye, misafir kabul ve ağırlama, devlet işlerini yürütme amacıyla, Avrupai plan ve üslupta, bir saray yapılmasına karar verir.
Burada bulunan ve daha önce yapılan köşkler yıktırılır ve 1843 yılında, Dolmabahçe sarayının inşasına başlanır. Mimarı: Ermeni mimar Garabet Amira Balyan ve oğlu Nigogos Balyan’dır.
Saray inşaatı; 1855 yılında biter.
Denizin doldurulması ile elde edilen alana yapıldığı için: saraya “Dolmabahçe” adı verilir. 1855 yılında bitirildiğinde; açılış töreni, Ruslar ile yapılan Paris Antlaşmasının ardından yapılır. 7 Haziran 1856 tarihinde resmen açılır. Böylece: Osmanlı imparatorluğunun yönetimi buraya taşınır.
(Küçük bir ayrıntı: yönetim, 1877 ile 1909 yılları arasında, Yıldız Sarayına taşınır, daha sonra ise, 1922 yılına yani Saltanatın kaldırılışına kadar, yönetim yine, Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarında bulunur)
Her şey iyi güzelde. İşin en kötü yanı ne biliyor musunuz? Elbette, ekonomik yönü. Osmanlı devletinin en kötü zamanlarında, saray yapımı için harcanan milyonlar. Abdülmecit döneminde, üç milyon kese altın olan sarayın borcu, Maliye Hazinesinden ödenince, zor durumda kalan Maliye; aylıkları, ay başı yerine ay ortasında, daha sonraları ise, 3-4 ayda bir ödemek durumunda kalmıştır. Esas ilginç olan; 5 milyon altına yaptırdığı bu sarayda, Sultan Abdülmecit, yalnızca altı ay yaşayabilmiştir.
Elbette: takip eden dönemde, yerine geçen, Sultan Abdülaziz devrinde; ekonomi tam bir iflas halinde. Sarayda, israf son haddini bulmuş. 5320 kişinin hizmet verdiği saray da, yıllık masraf: 2 milyon İngiliz sterlini.
Ancak: Sultan Abdülaziz , ölen kardeşi kadar Batı’ya hayran değil. Alaturka bir yaşama meraklı. Bir kısım olaydan sonra; padişah tahttan indiriliyor ve 1876 tarihinde, tahta, Sultan V. Murat geçiriliyor.
Sultan V. Murat: Sirkeci’den Dolmabahçe Sarayına, saltanat kayığı ile getirilirken, aynı saatlerde, Abdülaziz de, başka bir kayıkla, Topkapı Sarayı’na götürüldü. Evet; V. Murat’tan sonra, tahta II. Abdülhamit çıkar. Ancak; suikastten sürekli olarak kuşkulanan yeni padişah, Dolmabahçe Sarayında oturmaktan vazgeçerek; Yıldız Sarayına taşınır.
Büyük masraflarla inşa edilen saray; 33 yıl boyunca, yılda iki kez, Büyük Muayede Salonunda düzenlenen bayram törenlerinde kullanılır. Derken tahta çıkan; Sultan Vahdettin’de; Yıldız Sarayında oturmayı tercih eder. Ancak; Vatanı Dolmabahçe Sarayından terk eder.
Yeni Cumhuriyet ilan edildikten sonra; Dolmabahçe Sarayı boşalır. Buraya: Atatürk, üç yıl hiç uğramaz. Onun döneminde saray; iki yönden önem kazanır. Yabancı konukların burada ağırlanması, kültür ve sanat bakımından sarayın kapılarının dışarıya açılması. İran Şahı Pehlevi, Irak Kralı Faysal, Ürdün Kralı Abdullah, Afgan Kralı Amanullah gibi dönemin çeşitli devlet başkanları, Atatürk tarafından, Dolmabahçe Sarayında ağırlanır.
Atatürk; geçen süre içinde, İstanbul ziyaretlerinde, kendisi de, Sarayı ikametgah olarak kullanır. Ancak; burada yaşanan en önemli olay, elbette ki; Büyük Önder, Mustafa Kemal Atatürk’ün; 10 Kasım 1938 tarihinde burada vefat etmesidir. Atatürk; Sarayın, 71 numaralı odasında, hayata gözlerini yumar.
Muayede Salonunda kurulan katafalga konan naşı önünden, son saygı geçişi yapılır. Atatürk’ten sonra; Saray; İstanbul’a gelişlerinde, yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından kullanılır.
1952 tarihinden sonra; Saray; Millet Meclisi İdare Amirliği tarafından, haftada bir gün olmak üzere, halka açılır. 25 Haziran 1979 tarihinde ise, Millet Meclisi Başkanlık emriyle, turizme açılır.
SARAYIN GENEL ÖZELLİKLERİ
İstanbul Dolmabahçe Sarayı; Evet, Sarayın cephesi; Sultan I. Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır. Saray; İstanbul Boğazının Avrupa kıyısında, 600 m. boyunca uzanır. Saray: 250 bin metre kare alan üzerine kuruludur.
Ana binası dışında; 16 ayrı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler: saray ahırlarından değirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kuşluklara, Camhane, dökümhane, Tatlıhane, Mefruşat Dairesi ve atölyelere kadar uzanan bir dizi içinde, çeşitli amaçlar için ayrılmış yapılardır.
Üç katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu vardır. Sarayın temelleri: kestane ağacı kütüklerinden yapılır. Deniz tarafındaki rıhtımın yanı sıra, kara tarafında da, birisi çok süslü, iki abidevi kapı vardır.
Sarayın ısıtılması: önceleri, alttan fırına benzer bir düzen ile ısıtılıyormuş. Kalorifer ve elektrik sistemi; daha sonradan eklenmiş.
Sarayın; kuzey eklenti bölümü; şehzadelere tahsis edilmiş. Girişi; Beşiktaş semtinde olan yapı, günümüzde “Resim ve Heykel Müzesi “olarak kullanılıyor.
İç dekorasyonu, mobilyaları, ipek halıları, perdeleri ve diğer tüm eşyası; orijinal haliyle günümüze kadar gelmiştir.
Duvar ve tavanlar: devrin Avrupalı sanatkarların resimleri ve tonlarca ağırlığındaki altın süslemeler ile dekore edilmiş. Önemli oda ve salonlarda; her şey aynı renk tonlarına sahip. Bütün zeminler; birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplanmış. Meşhur Hereke ipek ve yün halılar; Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilmiş.
Sarayın temel ve dış duvarları: masif taştan, bölme duvarları harman tuğlasından, döşeme, tavan ve çatılar ahşap olarak yapılmış. Pencere doğramaları: meşe kerestesinden, kapılar: maun, ceviz veya daha kıymetli kerestelerden imal edilmiş.
Çıralı çam keresteler Romanya’dan, meşe dikme ve hatıllar Demirköy ve Kilyos’dan, kapı, lambri ve parke keresteleri de Afrika ve Hindistan’dan getirtilmiş. Bakmayın bu kadar ihtişama, bunların hepsi borçla alınan, sonuçta Maliyeyi iflas ettiren başlıca etken olmuş.
Atatürk, 1938 yılında, İstanbul’u ziyaretinde, burayı ikametgah olarak kullanır ve daha sonra bu sarayla vefat eder.
GÜNÜMÜZ
İstanbul Dolmabahçe Sarayı; Sarayın içinde bulunan: selamlık ve harem bölümü; günümüzde müze olarak kullanılıyor.
Girişteki Mefruşat Dairesinde; İhtisas Kütüphanesi ve Hazine-i Hassa Arşivi; araştırmacılara hizmet vermektedir. Avlunun içinde; kafe ve saraylarla ilgili tanıtım malzemelerinin satışının yapıldığı bölüm bulunuyor.
Sarayın Veliaht Dairesi: günümüzde, Resim-Heykel Müzesi olarak kullanılıyor.
Milli Saraylara bağlı; saray ve köşk bahçeleri, 1992 yılında “Aga Khan Mimarlık “Ödülünü aldı.
Sarayın: iki bahçesi, toplantı mekanı olarak da kullanılıyor. Selamlık Has Bahçe; banket düzeninde 1000, kokteylde 1500; Muayede Salonu ön bahçesi: banket düzeninde 400 ve kokteylde ise 600 kişi kapasitelidir.
Giriş ücretleri
Sarayın gezilmesi için giriş ücretlidir. Dolmabahçe sarayı müzesi giriş ücreti 60 TL dir. Ancak Harem bölümünü gezmek isterseniz ilave 40 TL daha ücret ödemek gerekir. Ayrıca Saray Koleksiyonları Müzesi giriş ücreti de ilave 20 TL dir. Sarayın Selamlık bölümü için Müze Kart geçerli değildir. Ancak buraya girişte bu yazdığım fiyatlar turistler için uygulanıyor, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için bu fiyatların yarısı geçerlidir. Pazartesi hariç her gün açık olan sarayın gezi saatleri: 09.00-18.00’dir.
GEZİ ROTASI
SAAT KULESİ
İstanbul Dolmabahçe Sarayı; Dolmabahçe saat kulesi: Bezmi Alem Valide Sultan Cami ile, Hazine Kapı arasında kalan bahçe üzerinde; 1890-1894 yılları arasında Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırılmıştır.
Üzerinde: Sultan Abdülhamid dönemine ait Osmanlı arması var. Kulenin yüksekliği: 30 m. Dört köşesinde fıskiyeler bulunan mermer bir platform üzerine oturmuş. Kule: dört katlı. Birinci katında: giriş kapısı ve üzerinde: barometreler var.
Son katta: saatler var. Son kat: bir balkonla başlayıp, bir tepelikle bitiyor. Süslemede: kapı ve pencereleri çevreleyen, çifte sütunlar kullanılmış.
KAPILAR
Kara tarafında; Hazine-i Hassa Dairesi ile Mefruşat Dairesi arasında; Hazine kapısı var. Dışta; Bayıldım Bahçesi tarafına, içte Hasbahçe’ye açılan; Saltanat Kapısı var. Bu iki kapı: Sarayın protokol kapılarıdır. Diğerleri ise; Bendegn Kapısı, Kuşluk Kapısı, Valide Kapısı ve Harem Kapısıdır.
Kara tarafındaki kapı özellikle mutlaka görmeniz gereken bir anıt. Üzerinde: Abdülmecit’in tuğrası var. Koridorlu iki yüksek duvar arasında bulunuyor. Bir taraftan bayıldım bahçesine, diğer taraftan da Hasbahçe’ye bakan kapının, demirden yapılmış, iki kanadı var.
Abidevi bir görümünü bulunan kapının; girişinde, her iki tarafta da birer sütun var. Kapı: büyük panolar içine alınmış madalyonlardan sonra, ikiz sütunların kullanılmasıyla taçlandırılmış. İçte ve dışta, ikişer kulesi var.
Saltanat kapısı; yabancı ziyaretçilerin de ilgisini çekiyor. Burada; nöbet tutan askerlerimiz, buraya ayrı bir hava veriyor. Dikkat ederseniz; nöbet esnasında asla kıpırdamadıklarını, özellikle yüz ifadelerinin asla hareket etmediğini göreceksiniz.
Yalnızca; deniz tarafındaki nöbetçiler; Türk bayrağı bulunan herhangi bir deniz taşıtı geçtiğinde; ellerindeki tüfek ile, selam duruşuna geçiyorlar. Bayrağa saygı.
Bunların dışında; deniz cephesinde, rıhtıma merdivenle inilmesine olanak veren; demirden, oval konumlu, beş tane yalı kapısı bulunuyor.
Ortadaki büyük kapı: Saltanat Deniz Kapısı olarak biliniyor. Muayede Salonuyla, aynı eksende. Kapılardan; Mabeyni Hümayun girişine yakın olanı ise; Vezir İskelesi Kapısı olarak biliniyor.
BAHÇELER
Bugün, saray duvarları arasında kalan bahçelerde; Batılı anlayış uygulamaları görülmekte. Yakın zamana kadar; Dolmabahçe Caddesinin kara tarafından yer alan Bayıldım Bahçesinde ise, Türk Bahçesinin özellikleri korunmuş.
Sarayın: kara ve deniz tarafındaki bahçelerde; Avrupa etkileri görülüyor. Heykel ve vazoların kullanılması, bahçe fenerlerine yer verilmesi, havuzlar, Batılı bahçe düzenlemelerinin başlıca özellikleridir.
Çünkü; bahçelerde görevlendirilen bahçıvanlar bile, Avrupa’dan getirtilmiştir.
Sarayın ana yapı ile Dolmabahçe Caddesi arasında kalan, yüksek duvarlarla birbirinden ayrılan iç bahçeleri, dört ana bölümden oluşuyor.
HASBAHÇE
İstanbul Dolmabahçe Sarayı; veya Selamlık Bahçesi olarak biliniyor. Buraya: Hazine Kapı ile Saray girişi arasından geçiliyor. Ortada büyük bir havuz ve bu havuz çevresinde daire şeklinde düzenlenmiş, iç içe iki yürüme yolu var.
Havuzun ortasında yer alan kuğu figürlü fıskiye: Yıldız Sarayından getirilmiş. Bahçede; İstanbul’un doğal ikliminde rastlanılmayan, değişik ağaç türleri var.
KUŞLUK BAHÇESİ
Muayede Salonunun kara tarafında bulunan ve bir yanındaki Hasbahçe ve diğer yanındaki Harem Bahçesinden yüksek duvarlarla ayrılan bölümdür. Hasbahçe’ye göre daha kapalı, derin gölgeler sağlayan sık ağaçlarıyla daha loş ve gizemli bir bahçedir.
Osmanlı döneminde, dünyanın birçok yerinden getirilen ve hediye edilen çeşitli hayvanların yetiştirildiği Kuşluk binasında; günümüzde de tavus kuşları, sülünler, Hint tavukları, papağan türleri ve muhabbet kuşları yaşatılmaktadır.
HAREM BAHÇESİ
Harem bölümünü oluşturan “L” biçimindeki blokun, kara tarafında bulunur ve daha çok bir iç avlu havasını taşır. Kuşluk bahçesinden Harem bahçesine geçişte , bilinen ağaç türleri arasında en uzun ömürlüsü olan bir Sekoya bulunmaktadır.
SELAMLIK
MEDHAL (GİRİŞ) SALON
Hasbahçe’ye çıkılan merdivenlerin sonundaki Giriş Salonu; sarayın ana giriş yeridir. Saraya gelen önemli ziyaretçilerin ve Protokol’un kullandığı bu bina ve çıkış mekanı; sarayın kurulduğu günden bu yana işlevini korumuştur. Sarayda, orijinal dekorasyonu korunmuş mekanlardandır.
Salona girildiğinde: iki yanda görülen büyük masaların tablalarında; Sultan Abdülmecid’in tuğrası var. Sarayı yaptıran bu sultanın tuğrası; salonda, şömine tablalarında bulunan lacivert vazolarda ve kapı üstlerinde de var.
Sultanın tuğralarının yanı sıra; sarayın giriş salonu olarak imparatorluğun görkemini ilk girişte vurgulamak amacıyla; gayet zengin döşenmiştir. Kristal avizeler, şamdanlar ve dört porselen şömine üstünden yükselen kristal parçalarla dekore edilmiş nişlerle göz kamaştırmaktadır.
Giriş salonunun ortasında asılı bulunan 60 kollu kristal avize, İngiliz yapımıdır. Giriş salonunda: sağda ve solda yer alan büyük boyutlu porselen vazolar, Sultan II. Abdülhamit tarafından kurulan Yıldız Çini ve Porselen Fabrikasında üretilmiştir.
Salonun oturma takımlarının döşemesinde: Hereke kumaşı kullanılmıştır. Perdelerde; protokol rengi olan kırmızı tercih edilmiştir.
Cumhuriyet döneminde: 1932, 1934 ve 1936 yıllarında gerçekleştirilen, ilk üç Dil Kurultayı ile 1937 yılında düzenlenen II. Tarih Kongresi, bu salonda yapılmıştır.
Halen, devlet Protokolu tarafından, zaman zaman önemli davet ve toplantılarda kullanılmaktadır.
KRİSTAL MERDİVEN
Sarayın protokol girişinde, üst kata çıkış bölümü, kristalden yapılma tırabzan parmaklıkları nedeniyle, Kristal Merdiven olarak anılıyor. Saltanat Merdiveni olarak da tanımlanan bu merdiven, sarayın hizmet katını, devlet katına bağlıyor.
Merdivenin tırabzanları: kesme kristallerden. Bu kristaller; büyük bir avize ve gün ışığını doğrudan içeri alan cam tonoz örtü ile birlikte, parlak ve ışıklı bir ortam oluşturuyor.
Merdivenlerden; Süfera Salonuna açılan kapıların önündeki fildişi ve gümüş şamdan ve buhurdanlıklar: Hicaz Valisi Ahmet Reşit Paşanın, Sultan II. Abdülhamit için, tahta çıkışının 25’nci yılı armağanı.
Yine, burada, büyük boyutlu, Uzak doğu kaynaklı, mavi beyaz vazolar var. Merdivenin; deniz ve kara tarafında görülen Türk saatleri, saat başlarında, altı ayrı Osmanlı Marşını çalıyor. Bu salonda yer alan Rus işi, iki büyük gümüş çiçeklik de, salona zenginlik katan unsurlar.
SÜFERA (ELÇİLER) SALONU
Sarayın önemli protokol salonlarından biridir. Salon: sultana güven mektuplarını sunmaya gelen elçilerin, maiyetlerinin bekletildiği bir mekandı. Yabancı devletler nezdinde, Osmanlı imparatorluğunun ihtişamını vurgulayan mekan, altın varak süslü tavanı, büyük kristal avizesi, ayaklı kristal şamdanları ve Avrupa porseleni şöminelerin üzerindeki kristal yüzeylerin pırıltısı ile göz kamaştırıcıdır.
Bu salonda, İngiliz avizelerinin seçkin bir örneği bulunmakta.
Salonun altın varaklı oturma takımları, tavan bezemesiyle bütünleşen yaldızlı ve lakeli kornişleri, perde ve döşemesinde kullanılan süsen çiçeği desenli krem rengi Hereke kumaşı, genel olarak aydınlık bir etki yaratıyor. Salonun: deniz, kara ve Hasbahçe tarafına uzanan kanatlarını belirleyen sütunların önlerinde bulunan Pietre Dure tablalı sehpaların, som gümüş ayakları, imparatorluğun estetik zenginliğini yansıtıyor.
Bu sehpaların tablalarında görülen taş kakma işçiliği, 16’ncı yüzyıldan başlayarak İtalya’da uygulanan zahmetli fakat eşsiz eserler ortaya çıkaran bir tekniktir.
Salonun kara tarafında bulunan piyanonun üzerinde, Sultan Abdülmecid’in tuğrası var. Hasbahçe tarafında bulunan, gümüş ayaklı ve dört yüzlü saat, Mısır Hidivi’nin Sultan II. Abdülhamid’e tahta çıkışının 25’nci yılı hediyesi.
SELAMLIK-ELÇİ KABUL ODASI
Bu oda, elçilerin Osmanlı Sultanı tarafından kabul edildikleri, güven mektuplarını sundukları mekan. Osmanlı siyasal tarihinde, önemli pek çok olay Elçi Kabul Odası olarak bilinen bu odada geçmiş. Altın varaklı, kasvetli tavanı, kumaş dokusunu andıran çok renkli kalem işleriyle bezeli duvarlarıyla, sarayda özellikli bir mekandır.
Odanın halısında, mobilya takımlarında ve perdelerinde kullanılan Hereke kumaşında hakim renk; kırmızıdır. Görünüşü zenginleştiren altın varaklı kornişler, yekpare görünümü verecek şekilde düzenlenmiştir.
Kırmızı oda olarak da anılan mekan, imparatorluğun görkemini yansıtır. Kapının iki yanında yer alan kristal şömineler, süsleme unsuru ile uyumlu koyu kırmızı renkte kristallerden yapılmıştır.
Burada; ünlü Rus ressam Ayvazovsky’nin “Denizde Bir Yelkenli” ve “Fırtınalı Deniz ve Manzara” adlı tabloları var.
Odada bulunan oturma takımlarının arkalık taçlarında yer alan: top, tüfek ve benzeri silahlardan oluşan kompozisyonun üstünde görülen ve Osmanlıyı simgeleyen hilal motifli takımın, saray için sipariş edildiğini göstermektedir.
SELAMLIK-ZÜLVECHEYN SALONU
Zülvecheyn: “iki cephe” anlamına gelen bir kelimedir. Bu bölüm: Dolmabahçe Sarayında hem iç ve hem de dış mabeyn ile bağlantı sağlaması nedeniyle, bu isimle adlandırılır.
Padişahın çalışma ve kabul mekanı da olan bu salonun çoğunlukla dini törenlerde ve önemli günlerde kullanıldığı biliniyor. Burada: Mevlitler okunur, nikahlar kıyılır, Ramazanda huzur dersleri yapılırmış.
Bütün bunlardan başka: Salonda, Sultan Reşat zamanında, yabancı konuklara ziyafetlerde verilirmiş. Harem hanımlarının, Selamlıkta bulunabildikleri tek mekan burası.
Salonda: girişte geçilen çiçek resimleriyle süslü yaldızlı cam panolar ile zenginleştirilmiş kapıların, yerini içeri doğru ilerleyen bölümde daha sade kapılar alıyor. Bu mekanın girişinde, sağ ve solda, Eseri İstanbul tekniği sedef kakmalı büfeler, Çırağan Sarayından getirilmiş.
Ayakları mitolojik hayvan figürleriyle bezeli, altın varaklı masanın üstünde; lacivert renkte bir Sevres vazosu var. Deniz tarafındaki kanepelerin önünde yer alan tablaların malakit taşı kaplama sehpalar, bu değerli taşın geniş yüzeylerinde kullanıldığı ender örneklerdendir.
KÜTÜPHANE
Zülvecheyn Salonunun deniz tarafından birbirinde bağlı üç oda var. Bu odaların birine, son halife, Abdülmecit Efendinin zaman içinde oluşturduğu ve Dolmabahçe Sarayına taşınırken Veliaht Dairesinden getirdiği kütüphane yerleştirilmiş.
Bu mekanda; aynı zamanda ressam olan Abdülmecid Efendinin bir oto portresi ve kütüphanesinde çekilmiş fotoğrafları asılı. Bu kütüphane; Abdülmecid Efendinin kendisinin topladığı kitap ve dergilerden başka; Atatürk ve İnönü dönemlerinde alınan ve hediye gelen kitap ve dergilerle daha da zenginleştirilmiş.
Kütüphanede; çoğunluğu Osmanlıca ve Fransızca olmak üzere çeşitli dillerde ve konularda, 10 binin üzerinde kitap ve dergi bulunuyor. Ayrıca; Osmanlı Hanedanına ve dış ülkelere ait albümler ve fotoğraflar zengin bir görsel arşiv oluşturmaktadır.
Kütüphanenin en ilgi çekici eşyası: arkalığında Sultan II. Abdülhamit’in armasını taşıyan koltuktur. Abdülmecid Efendi Kütüphanesi, 2004 yılında, ziyarete açılmıştır.
HÜNKAR HAMAMI
Birbirine geçişli üç hacimden oluşuyor. Birinci hacim: dinlenme odası. Odanın mimari kompozisyonlu tavan bezemesinde; gün doğumu ve gün batımı manzaraları ile birlikte, göğe açılan göz yanılsamacı anlatım şekli var.
Döşeme unsurları: diğer mekanlara göre daha sade olan bu dinlenme odasında, sarayın ikinci dikkat çekici “Murano” avizesi görülüyor.
Hamam bölümüne geçişteki kırmızı çuha kaplı, kristal tokmaklı kapı üzerindeki panoda yer alan Abdülmecid tuğrası, sultana ait özel mekana girildiğini vurgulayan bir simge.
Soğukluk ve sıcaklık bölümleriyle Hamam; Mısırdan getirilen “Alabaster” mermerinden kaplama duvarı ile, eşsiz bir mekandır.
Sıcaklık kısmındaki kurnalar, gümüş muslukları çevreleyerek yukarı doğru taç oluşturan oymalı süslemeler, ince bir işçiliğin ürünüdür.
Soğukluk bölümünün üst örtüsü: geleneksel Türk hamamlarında olduğu gibi düzenlenmiştir. Sıcaklık kısmı ise, Kristal Merdivenin tonozunda olduğu gibi, çelik strüktür ve cam ile yapılmıştır.
SELAMLIK-49.NUMARALI ODA
Müzik odası olarak anılmaktadır. Yüklük dolaplarında, Halife Abdülmecid’e ait, 280 ciltlik klasik müzik notaları koleksiyonu bulunuyor.
Sarayın: İç Mabeyn olarak bilinen bu bölümünde; kütüphaneden başlayarak odaların hemen hepsinde Halife Abdülmecid’in izleri var. Odanın mobilya takımları, muhtemelen şehzadeliği sırasında kullandığı ve Dolmabahçe Sarayına taşınırken yanında getirdiği bir takımdır.
Duvardaki büyük tablo: Halife Abdülmecid tarafından, belgesel bir titizlikle yapılmış olan Sultan II. Abdülhamid’in Hal’i adlı eseridir.
Tabloda yer alan kişiler: sırayla Bahriye Feriki Arif Hikmet Paşa, Selanik Mebusu Emanuel Karasu, Draç Mebesu Esad Toptanı Paşa, Senatör Aram Efendi, Sultan II. Abdülhamid ve Miralay Galip Efendidir. Tablonun içinde görülen paravanın orijinali, hemen tablonun sağında yer almakta.
Oda zemininin büyük kısmını örten, pembe zeminli halıda özgün Hereke tasarımlarında çokça tekrarlanan şemse motifi, Hereke’ye özgü yorumuyla yer almakta.
DEĞERLİ EŞYALAR SALONU
Saray içinde, müze kavramının gereği olarak düzenlenmiş olan bu salonda: muhtelif tarihlerde kullanılmış değerli porselenler, altın ve gümüş sofra takımları ve değerli eşyalar sergileniyor.
Birinci vitrinde: Sultan V. Mehmet Reşat’ın kişisel eşyasının da aralarında bulunduğu objeler bulunuyor. Bunların arasında, sultanın portreleri, nişanlar, tıraş takımları ve armağan edilen yazı takımı, mimari tasarımlıdır.
Orta kısımda; Osmanlı arması, iki yanda ise sütun şeklinde görülen kalemler yer almaktadır.
İkinci vitrinde: kıymetli taşlarla süslü fincan takımları ve kahve servisleri var. Üçüncü vitrinde: beyaz opalin üstüne gümüş süslemeli takım, Sultan II. Abdülhamid’in tuğrasını taşıyor.
Dördüncü ve beşinci vitrinlerde: çay, kahve ve tatlı takımları, altıncı vitrinde: kristaller ve kahve takımları görülüyor.
Yedinci vitrindeki çok sayıda kaşık ise, bağa, sedef mercan gibi değişik malzemelerden yapılmış.
İKİNCİ DEĞERLİ EŞYALAR SERGİ SALONU
Hünkara ait has mutfakların haremdeki bölümü olan, bu tonozlu mekan: ikinci değerli eşyalar sergi salonu olarak sergileniyor. Tarihi değeri büyük olan, sultanların ve yakın çevresindekilerin; kimi zaman günlük yaşamlarında ama daha çok özel günlerinde kullandıkları değerli objeler sunuluyor.
Bu bölümde de; seçkin porselenler ve kristallerin yanı sıra, altın ve gümüş sofra takımları, çay-kahve servisleri ve dekoratif eşyalar var.
Salona girişte; soldan birinci vitrinde: bir zamanlar, Sultan II. Abdülhamid’in sofrasını süslemiş olan porselen takımlarından seçilmiş parçalar ağırlıkta.
Lacivert zemin üstünde, son derece ince bir işçilikle sır üstüne işlenmiş, birbirinden farklı dantel motifleri arasında, sultanın arması görülüyor.
Bu takımın arka yüzünde; Venedik’te yapıldığını belirten damganın yanı sıra, “Salviati” imzası var. Vitrin içinde yer alan ve gerek porselenin biçimlendirilmesi, gerekse üstündeki renkli dekorasyonu son derece zarif ve göz alıcı olan figürlü meyvelikler; “Meissen” porselenidir. İkinci vitrinde görülen pembe renkli porselen çay takımı: Sultan Abdülaziz’in tuğrasını taşıyor.
“Serves” porseleni olan bu çay takımından başka, gümüş leğen ibrik takımları, kahve takımları, gümüş ve kristal yemişlikler ve Sultan Abdülaziz’in tuğrasını taşıyan iki gümüş Osmanlı arması var.
Bu vitrin içinde, ayrıca bir de el mangalı bulunuyor. Üçüncü vitrinin bir ucunda: Sultan II. Abdülhamid arması ve renkli işlenmiş Osmanlı armasıyla bezenmiş “Moser” sofra takımından seçilmiş parçalar, karşı kenarda ise Sultan II. Abdülhamid tarafından kurulmuş Yıldız Çini Fabrikası ürünü porselen çay takımları ve şişe biçimli vazolar var.
Ayrıca: kristal ve gümüş parçalar da içeren vitrinin üst kısmında asılı bulunan sitil takımında Sultan III. Selim’in tuğrası var.
Dördüncü vitrinde: gümüş işlemelerle zenginleştirilmiş mavi-beyaz Çin porselenlerinin yanı sıra, emaye işlemeli, altın zarflı fincan takımları dikkati çekiyor.
SELAMLIK-MUAYEDE SALONU
Mabeyn ve Harem bölümleri arasında bulunan büyük salondur. Dolmabahçe Sarayının en yüksek olduğu kadar, dünyanın en büyük ve son kubbeli saray salonları arasındadır.
Yalnızca: bayramlaşma, önemli hükümdarların kabulü ve Meclis törenlerinde kullanılmış.
Muhteşem kuruluşuyla, Tanzimat sarayının devlet sembolü olan salon; kubbeli klasik Osmanlı mimari geleneğinin son örneğidir.
Kare planı örten kubbe: Bizans ve Osmanlı geleneklerini bir arada sentezlemesi nedeniyle önemli. Topkapı Sarayı haremine yapılan Hünkar Sofasının da mimari ve işlevsel bir devamıdır. Yani; ülkede mimari de, Batılılaşmanın ilk örnekleri.
Toplam alanı: 2000 metre kareye yakın. İçten; yaklaşık 36 m. yüksekliğinde ve 24 m. çapında tek bir kubbe, dıştan ise çatı ile örtülmüştür. 56 adet yivli sütunun kullanıldığı orta mekana, köşe odaları açılıyor. Galeri katı ise, dört yönündeki geniş kemerlerle orta bölüme bakıyor.
Muayede’nin kelime anlamı; bayramlaşmadır. Salon; padişahın hanedanın erkek üyelerinin, vezir ve vekillerin, teşrifatçı memurların kutlamalarını kabul ettiği bir mekandır. Bu amaç dışında: çeşitli toplantılar içinde kullanılmıştır.
Bayramlaşmadan önce, Topkapı Sarayından altın taht getirilerek, bahçe tarafına yerleştirilmekte, karşısına rastlayan locaya da yabancı diplomatlar için sandalyeler konmaktadır. Galerilerde, kafesli localar ve müzisyenler için bir bölüm oluşturulmuştur.
Salonun duvar bezemelerinde, birinci katta pastel renklerle beraber altın yaldız kullanılmıştır. Kubbe ise; kompozisyonlar ve çiçeklerle bezenmiştir.
İç süslemenin bu kadar etkileyici olduğu Muayede Salonunda, fazla eşya olmaması, şüphesiz işlevi ile bağlantılıdır.
Salonda, hemen dikkat çeken; boyutlarıyla oranlı 4.5 tonluk, kristal avize ve şamdan takımıdır. Salonu asıldığı günden bu yana görenlerin hayranlıkla izlediği İngiliz yapımı kristal avize, dönemin estetik ve teknolojik boyutlarını vurgulayan büyür bir sanat eseridir.
750 ışıkla aydınlanıyor. Bu avize mutlaka ilginizi çekecek, muhteşem bir güzellik. Ağırlığı ile, türünün dünyadaki en büyük örneklerinden biri.
Ortadaki büyük Hereke imalatı halı da, kubbe ve avizenin ihtişamına eşlik eder. Salonun Harem yönündeki sütunları arasında, Atatürk’ün 1927 yılında, Cumhurbaşkanı olarak İstanbul’a ilk gelişinde yaptığı konuşmanın metninin yazıldığı levha görülmekte. Hat ustası Emin Barın tarafından yazılmış.
Burada geçen önemli olaylar: Sultan V. Murat’ın cülusu, Sultan Abdülmecid’in 1856 yılında Maraşal Pelissier onuruna verdiği ziyafet, Macaristan İmparatoru Franz Joseph için yapılan resmi kabul, 1877 yılında Osmanlı Meclisi Mebusanının açılışı sayılabilir.
1938 yılında ise, Büyük Önder Atatürk’ün naaşı; bu salonda ziyaret edilmiştir. Salonun köşe odaları; hünkarların bekleme, dinlenme ve şehzadeleri kabul mekanlarıydı. İç kuruluşuyla, benzer zenginlikte cephe dekoruna sahip olan salonu; Boğaziçi’ne açan mermerden 4 kademeli merdiven düzeni, barok çelenk kabartmalı ve bronz vazolu kaideleriyle başlı başına bir güzellikte.
HAREM DAİRESİ
Deniz ve bahçe tarafındaki iki koldan oluşuyor. Tanzimat dönemi Osmanlı hanedanının kalabalık harem kadrosuyla birlikte yaşadığı bu daire, bir eksende yan yana sıralanmış ve sofalarla ayrılan dairelerden oluşan planı var.
Denize paralel uzanan kısmı: Sultan ve Valide Sultan tarafından kullanılmakta ve Harem-i Hümayun olarak anılmaktadır. Harem kısmının kara tarafına dönerek denize dik uzanan kısmı ise; Kadın Efendilerin dairesi olarak kullanılan Daire-i Hümayundur.
Ziyaretin başladığı bu kanatta; çok eşli İslami aile düzenine göre planlanmış, kapalı daireler, kendi içinde bir sofa çevresinde yüklük olan ki oda, bir kalfa odası, kahve ocağı, hela ve merdivenlerden oluşan kat planı; zemin ve ana katta tekrarlayan kadın Efendi daireleri vardır.
Cariye ve kalfa gibi hizmetli kadınların, bodrum zemin ve musandıra katlarında ikamet edecek şekilde dairelere dağıtıldıkları haremin, bu arka bölümü, dekor düzeninden de anlaşılacağı gibi, geleneksel harem yaşayışının sürdüğü ancak hünkar ve valide sultana göre hiyerarşinin azaldığı haremin en geniş bölümüdür.
Muhteşem İstanbul manzarasına açılan ilk bölümde; harem cephesinin ortasını saray cephesine uyan alınlık ve sütunlu bir balkonla vurgulayan ve pembe salon çevresindeki görkemli valide sultan dairesi dolduruyor.
Atatürk de saraya geldiğinde, bu daireyi kullanmış ve 1938 yılında burada hayata veda etmiştir.
CAMLI KÖŞK
Dolmabahçe sarayının dış dünyaya açılan penceresi, Camlı Köşktür. Geleneksel Osmanlı saray düzeni içindeki alay köşkünün Dolmabahçe Sarayındaki karşılığı olarak nitelendirilir. Sultanlar burada caddeden geçen resmi geçitleri izlerlerdi.
Birbirine geçişli iki salon ve camekanlı bir seradan oluşuyor. Muhteşem dekoru da sarayın diğer mekanlarından farklı. Tavanlardaki kalem işi süslemeler, doğadan alınan figürler dikkat çekmekte, kuş, aslan, kaplan resimlerinin yanı sıra tonoz köşelerinde kartal kabartmaları, Abdülaziz’in iktidarının başında yapıldığını gösteriyor. Mekanda bulunan porselen plakalı şöminede de birbirinden farklı kuş türleri resimlenmiş.
Birinci mekan: ana salona kıyasla daha sade döşenmiş. Bu odada bulunan bir çift gümüş ayaklı elektrik lambası ise “Christofle” markalı.
Camlı köşkün, esas mekanı olan ana salonda: Osmanlı karakteri ağır basan şemse motifli Hereke kumaşı ile döşeli oturma takımı var.
Salonda bulunan, oyma bezeli iki sehpa, Yıldız Sarayı Marangozhanesinin damgasını taşıyor. Burada görülen piyano ise, ses kalitesinden çok, görünüşü ile dikkati çekiyor.
Camlı köşke adını veren camekanlı kısmın ortasında ise, kristal fıskiyeli bir havuz var. Mekanda, kristal avize ve sütun şamdanlarının yanı sıra saray koleksiyonundan bir araya getirilmiş camlarla süslü hayvan figürlü aydınlatma araçları var.
Camlı köşkü, hünkar dairesine bağlayan koridorda, zaman zaman sergiler açılmaktadır.
SAAT MÜZESİ-TAŞ HAZİNE
Sarayın Harem Bahçesi içindeki İç Hazine Binası; Haremin mücevherli ve altın-gümüş eşyasını korumak amacıyla yapılmış Taş Hazinesiydi.
Sultan Abdülmecid devrinde: tek katlı sağlam bir yapı olarak inşa edilen hazine, 2004 yılında, yeniden düzenlenmiş, saray koleksiyonundan derlenmiş saatlerin sergilendiği ayrı bir müze mekanı olarak ziyarete açılmış.
Saat Müzesinde bulunan saatler, birbirine geçişli üç mekan içinde sergileniyor. Özellikle son bölümde sergilenen Türk saatlerinin her birinin ayrı bir öyküsü varmış.
İç Hazine binasındaki müze eserlerin çoğunluğu, sarayın depo ve kapalı odalarına ait özellikli mekanik saatlerden oluşmaktadır.
Müzede sergilenen 64 adet saatin büyük kısmını, Fransız yapım saatler oluştururken, müzik, otomasyon, takvim tertibatlı gibi özellikleriyle İngiliz saatleri de yer almaktadır.
Zarif porselen Avusturya saatlerinden başka, yüzyıl başına tarihlenen Amerikan saatleri de sarayın geçirdiği dönemlerden birine işaret eder.
Müzede bulunan en kıymetli saatlerden bazıları ise; Mevlevi saat ustalarının yaptığı, alaturka-alafranga kadranlı, müzikli Türk saatleridir.
Üç bölümden oluşan müzenin girişini oluşturan birinci bölümde: Fransız saatleri sergilenir. İkinci bölümde: İngiliz saatleri, üçüncü bölümde ise Türk saatleri sergileniyor.
Bu arada: Sarayda göreceğiniz saatlerin tümünde belki dikkatinizi çekecektir, hepsi: 09.05 de durdurulmuştur.
Yani: burada vefat eden, Atatürk’ün hatırasına; Sarayda, zaman 09.05 de durdurulmuş. Güzel bir uygulama.
Evet; Dolmabahçe sarayı gezimiz bitiyor. Yazının başında belirttiğim gibi, bu sarayın yapımı için, çok büyük paralar harcanmış, borçlanılmış, Osmanlı Maliyesi uzun süre bir daha kendine gelemeyecek şekilde, kötü olmuş.
Ancak; inanın muhteşem bir saray. Görüntüler o kadar büyük bir ihtişamı gösteriyor ki, mutlaka şöyle düşüneceksiniz. İmparatorluk; en kötü, en zor gününde bile, gösterişi elden bırakmamaya çabalamışlar.