Didim merkezi: Aydın’a 103 km. (1.5 saat) uzaklıktadır. Aydın’dan çıkınca, İzmir otobanında ilerlerken Germencik’te, Söke sapağına girmeniz gerekiyor. Otobandan çıkınca: Söke için 27 km. daha ilerleyeceksiniz. Söke’den sonra ise, yine rahat bir yoldan, sol yanınızda Bafa Gölü kalarak ilerleyeceksiniz ve Akköy’ü geçtikten sonra, 13 km. daha gidiyorsunuz ve Didim’e ulaşıyorsunuz. Didim-İzmir ulaşımı: 173 km. (2 saat) ve Didim-Ankara arası ise; toplam, 700 km. dir.
GENEL:
Didim’de: toplam 60 km. kıyı bandı var. Bu kıyı bandında: 13 plaj bulunmakta. Bunların yanında: kıyılarda, irili-ufaklı, sayısız koylar bulunuyor.
Deniz berrak ve plajın kumsalı ise: altın sarısı, incecik kum. Bunlar: gerçekten, Didim ve çevresindeki bu koylara: tarifsiz bir güzellik katıyor.
Didim’in bu güzellikleri yanında: antik çağda kurulan İon kentlerinden en önemlilerinin yakın çevresinde olması, buraya, tarihi anlamda önem kazandırıyor. Şöyle ki: Milet, Priene ve günümüzün Bafa Gölü; antik çağlarda, bölgeye büyük önem katan unsurlardır.
Çünkü: günümüzden 2000 yıl kadar önce, Söke ovası, tamamen bir deniz, Bafa Gölü ise, bir koy şeklinde idi. Bu deniz kenarlarında, antik çağın en güzel, büyük ve zengin kentleri olan: Milet ve Priene bulunmaktaydı.
Didim, daha önce de söylediğim gibi, Milet şehrinin, kutsal alanı olarak tanzim edilmişti. Ancak, Büyük Menderes Irmağı (Maiandros) zamanla taşıdığı alüvyonlar ile, ilk önce Priene şehri önündeki denizi ve daha sonra ise Milet ve Lade Adasını da içine alan bölgeyi tamamen doldurur.
Aynı dönemde, Efes şehri de deniz kenarında iken, zamanla ön tarafı dolarak, günümüzdeki halini alır. Evet: Didim bölgesine geldiğinizde; birbirine yakın olan bu antik kent kalıntılarını mutlaka gezmelisiniz.
Tarihe ilgi ve merakınız varsa; Apollon Tapınağı, Milet, Priene kenti kalıntılarını, kesinlikle hoşunuza gidecektir.
Buraları, kısa yolculuklar yaparak görebilirsiniz.
Evet: Didim ve çevresinin, son yıllarda öne çıkan dikkate değer diğer bir özelliği ise; çok miktarda İngiliz ve İrlanda vatandaşının; buradan konut alarak, yerleşmesi.
Hatta: öyle ki, bazı yerleşim yerleri yani siteler, tamamen bunlar tarafından kullanılıyor ve sitenin bazı yerlerine ülke bayraklarını dikecek kadar işi ileri götürüyorlar.
Burada: her ne kadar deniz ve güneş etkin olsa da, özellikle havanın nemli olmaması, büyük avantaj.
Çünkü: nemin az olması nedeniyle, Akdeniz kıyısındaki yerleşimlere göre, burada yaşam daha kolay ve özellikle yaz sıcaklarında daha rahat. Gece uykuları daha konforlu.
Sanırım yabancıların burayı tercih etmelerinin en büyük nedenleri bu, yani nem olmaması. Siz de; gerek tarihi geçmişte, çok büyük medeniyet kalıntılarını görebileceğiniz ve ince kumunda güneşlenip, güzel denizine girebilecek bir yer arıyorsanız ki, aynı zamanda, aşırı terlemeyi sağlayan nem istemiyorsanız; Didim ve çevresini yani Akbük bölgesini, güzel bir tatil geçirmek için tercih edebilirsiniz.
TARİHÇE
Didim’in; ilk adı: “Didyma” olarak geçer. Aslında: bu sözcük, Yunan’ca da her ne kadar “İkizler” anlamına gelse de, sözcüğün kaynağı Anadolu dilleridir. İkizler kelimesinin temelinde ise: Apollon ve ikiz kız kardeşi Artemis’in bulunduğu düşünülmektedir.
Evet: Didyma, hiçbir zaman bir kent niteliği taşımamıştır. Çünkü: tarihi süreç içinde, bu bölgede kurulan 12 İon kentinden en büyük kent olan “Milet” kentinin, “kutsal alanı” yani “tapınağı” olarak tarih sahnesinde yerini almış. Tapınak ve onun yönetimindeki rahipler: “Milet” kentinin, önde gelen resmi görevlileri arasında yer almışlardır.
ALTINKUM
Didim merkezi: Yeni Hisar ve Altınkum sahili olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
Yeşilkent ve 3 koy arasındaki Palabıyık Mevkiine kadar uzanan çizgi içinde kalan bütün alan Altınkum olarak isimlendirilir.
ALTINKUM PLAJI
Didim merkeze 2 km uzaklıktadır. Altınkum plajı, Akbük merkeze 20 km uzaklıktadır. Plajın tamamı halk plajıdır ve ücretsizdir. Altınkum plajı ve Didim Marina arasındaki uzaklık 3300 metredir.
Plaj-Sahil bölümü
Uzun ve altın sarısı renkli ince kumlu bir plaj: bir hilal şeklinde kıvrılarak uzanır. Plajın uzunluğu 1600 metredir.
Altınkum’un en büyük özelliği, altın sarısı rengindeki ince kumlu plajıdır. Plajda: kiralık şezlong ve şemsiye bulunmaktadır.
Deniz:
En büyük özelliği: deniz, akıntı nedeniyle sürekli temiz kalmaktadır. Burada dalgalar denizden karaya değil, denize doğru akıntılı dalgalar oluşur. Bu yüzden “Mavi Bayrak” ödüllü bir plajdır.
Altınkum’da hiçbir zaman denizde azgın dalgalar yoktur. (kış sezonu hariç) Denizin suyu ılıktır ve sığdır.
Bu yüzden özellikle çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilir. Denizde kano, rüzgar sörfü ve su sporları yapılmaktadır.
Diğer Tesisler
Plajın arka bölümünde; plaja paralel şekilde uzanan Palmiye ağaçları bulunan bölümde: yürüyüş yolu, parklar, gece kulüpleri, çay bahçeleri, eğlence mekanları, restoran ve hediyelik eşya satan yerler bulunmaktadır.
Ayrıca: Didim’de mevcut otellerin birçoğu da burada bulunur. Ayrıca: yine bu bölgede yani sahilde: “Poseidon heykeli” bulunmaktadır.
Heykelin hemen yanında ise ziyaretçilerin bolca fotoğraf çektirdikleri “DİDİM” yazısı vardır.
Gezi Tekneleri
Didim günlük gezi tekneleri ve Mavi Tur tekneleri, Altınkum yat limanından kalkar.
ALTINKUM YAKINLARINDAKİ KOYLAR
Didim Altınkum yakınlarındaki koylar: sahil şeridinde sıralanmıştır. Bu koylar Altınkum merkeze göre oldukça sakindir.
1’NCİ KOY
Kumsal bölümü, dar ve kayalıktır. Sahilde duş ve tuvalet yoktur, ancak Altınkum’a çok yakın olduğu için oradaki imkanlar kullanılır.
Koyun zemini eskiden kayalıktı, ancak daha sonra Didim Belediyesi tarafından temizlenerek güzel bir koya dönüştürülmüştür. Deniz sığdır, derinlik ise çok fazla değildir.
2’NCİ KOY
Mavi Bayraklıdır. Yalı Caddesinin üzerindedir. Kumsal bölümü, dar ve kayalıktır. Denizi berrak ve dalgasızdır. Halk plajı olduğu için girişte herhangi bir ücret istenmez.
Koyun tam ortasında: deniz içinde şişme oyuncakların bulunduğu Aqua Fun Park bulunur. Ayrıca: koy’un her iki yanında, yelkenciler ve rüzgar sörfü yapanların yararlanacağı iki işletme vardır.
Plajda: Aqua Fun Park ve Belediye tarafından şezlong ve şemsiye kiralanıyor. Duş, tuvalet ve bir kafe bulunmaktadır. Burası en çok tercih edilen koylardan birisidir.
3’NCÜ KOY
Didim Altınkum merkeze 2 km uzaklıktadır. Büyük ve oldukça kalabalıktır. Mavi Bayraklıdır. D-Marin yakınındadır. Diğer köylere nazaran daha geniş ve kumluktur.
Deniz sığdır, kıyıdan sonra uzun süre boyunuzu aşmaz. Şezlong ve şemsiye kiralayabilirsiniz.
Duş ve tuvalet bulunmaktadır. Oldukça geniş bir otopark vardır. Sahilde: iki restoran ve bir market bulunur. Koyun iki yanında, Beach Clubler vardır. Soldaki iskelede, bir dalış merkezi bulunur.
CENNET KOY PLAJI
Didim Altınkum Sahilinin sonunda Martı Sitesinin yanındadır. Deniz oldukça temiz ve berrak, dalgasız ve sakindir. Su ılıktır.
Yeşil ve mavinin tüm tonlarını burada görebilirsiniz. Altınkum’dan ayrı olarak sessizlik ve sakinliği arayanlar tarafından tercih edilmektedir.
MANASTIR KOYU
Didim Altınkum sahilinin batısındadır. Altınkum’a 8 km uzaklıktadır. Son 1 km lik yol asfalt değildir. Altınkum plajına göre çok daha sakindir.
Tamamen düzlük bir alanda, kızıl kum ve kızıl toprak karışmış bir sahil bulunmaktadır.
Koy, adını burada bulunan manastır ve şapelden almaktadır. Yani burada hem deniz keyfi ve hem de küçük bir tarihi gezinti yapabilirsiniz.
Ağaç yok, kendi şemsiye ve şezlongunuzu getirmeniz gerekir. Şemsiye olmadan burada bulunmak oldukça zor, buna dikkat etmelisiniz, özellikle çocuklu aileler için güneş ve açık alan büyük sorun yaratıyor.
Denizde yer yer taşlar bulunmaktadır. Ancak çoğunlukla kumdur. Ayrıca deniz genellikle dalgalıdır. Ancak deniz temiz ve sığdır. Denizde metrelerce gitmenize rağmen su dizkapaklarınıza gelir. Son bir not: duş alma yeri de yok, kıyıda mütevazi bir işletme bulunuyor.
DALIŞ MERKEZİ
Didim Altınkum bölgesinde bir dalış merkezi bulunmaktadır. Bu dalış merkezinde deneyimli öğretmenler eşliğinde dalış deneyimleri sunulmaktadır.
YEŞİLKENT
Didim Altınkum’dan yaklaşık 5 km uzaklıktadır. Burada 5 yıldızlı bir otel bulunmaktadır. Sahilin harika plajları, Didimliler ve dışarıdan gelen ziyaretçiler tarafından yoğun tercih edilir. Ayrıca: burada pansiyonlar ve kiralık yazlık evler bulunmaktadır.
TEKAĞAÇ YARIMADASI-POSEİDON SUNAĞI
Yarımadanın batı ucunda, Tekağaç Burnunda: kayalık bir yerde Poseidon Sunağı bulunmaktadır. Antik dönemde sunağın bulunduğu burnun ismi “Kap Poseidon” veya “Posiedion” dur.
Günümüzde burun ve daha sonra sunağın üzerinde yetişen tek bir ağaçtan dolayı, yörenin ismi “Tekağaç Burnu” dur.
Anıt, Didim merkeze 7 km uzaklıktadır.
Sunak: denize hakim bir yerde inşa edilmiştir. Uzunluğu 20 metre ve genişliği 11 metredir. Denize dik olarak gelir. Günümüzde, sunağın sadece kaidesi kalmıştır.
Sunakta 1915 yılında Alman Arkeolog Von Gerkan tarafından kazı yapılmıştır.
Bu çalışmalarda Sunak, MÖ 550-525 yılları arasında tarihlenmiştir ve Deniz Tanrısı Poseıdon adına yapılmıştır.
Antik kaynaklara göre, sunak: Miletos antik kenti arazisinin güney sınırını (Karia ve İonya sınırı) belirlemek üzere, Miletos şehri kurucusu Neleus tarafından dikilmiştir.
Arkaik dönemde Miletos kentinin kent dışı tapınım alanlarından birisidir.
Dikdörtgen formlu sunak, kireçtaşı bloklarla inşa edilmiştir. Sunağın temellerinin iç kısmı yerel kireç taşından işlenmiştir. Yapının kaplama bölümlerinde ve üst yapısında ise oldukça iri mermer kullanılmıştır.
Yüksek bir kaide üzerinde bulunan sunağın basamaklarla çıkılan platformunda anıtsal kurban masası bulunuyordu. Kurban masasının tüm yüksekliği olmasa da, alt bölümünün çevresinin “Herkos” ile çevrelenmiş olmasıdır.
Yapı, Bizans dönemine kadar sağlam olarak gelebilmiştir. Ancak Bizans döneminde Hıristiyanlığın yayılmasından sonra Sunağın bazı parçaları alınarak tahrip edilmiştir. 12’nci yüzyılda ise, deprem sonucu sunak tamamen yıkılır.
Üst bölümdeki mermer parçaları teknelerle başka yerlere taşınmış ve devşirme malzeme olarak kullanılmıştır.
Günümüzde merdiven batı tarafında görülmektedir ve merdiven günümüzde denize doğru inmektedir.
Günümüzde dış yüzeydeki mermer plakalardan sadece bir sıra kaidesi kalmıştır. Üst yapıya ait bezemeli kısımların bir bölümü Didim’deki “Knackfuss Evi” olarak bilinen taş eser deposunun bahçesinde ve diğer bir bölümü de Milet Müzesi bahçesinde korunmaktadır.
Yüzyıllarca yerinde duran Sunak, gemilere yön belirlemiştir. Hatta geceleri üzerinde ikaz ateşi yakılarak “Deniz Feneri” fonksiyonuna sahip olduğu tahmin edilmektedir.
Ancak zaman içinde büyük ölçüde deniz suyuyla tahrip olmuştur. Sunağın denize çok yakın olan konumundan dolayı, güney ve batı tarafları dalgalar tarafından çok aşındırılmıştır.
Hemen yanındaki deniz feneriyle uzun yıllar gemicilere yön göstermiştir.
Günümüzde burada: bir Poseidon heykeli bulunmaktadır. Heykel: elinde üç dişli yaba tutmaktadır.
AKBÜK
Didim merkeze 23 km uzaklıktadır. Sahil şeridi yaklaşık 15 km uzunluktadır ve çevresi dağlarla çevrilidir.
Koyda: Saplı Ada ve Sahte Cennet ilgi çeker.
Yani iklim olarak diğer tatil beldelerine göre havası nemli değildir. Çünkü aşırı rüzgar alan bir bölgedir. Akbük koyunun en büyük ama gizli kalmış özelliklerinden birisi de: bol oksijenli havası ve denizden gelen iyotlu esintisiyle özellikle “astım” hastaları için tedavi edici bir yer olmasıdır.
Deniz ve Kumsal
Didim Akbük’de: deniz biraz soğuktur ve birden derinleşir. Dibinin yosun ve otlu olması nedeniyle, çoğu zaman bu yosun ve otlar, deniz yüzeyini kaplıyor.
Ancak asla ve asla dalga yoktur. Bu güzeldir. Buradaki kumsal yani kum derseniz, öyle çok muhteşem bir kumsal bulmak pek mümkün değildir.
Deniz suyunun soğuk olmasının sebebi: yer altından çıkan kaynak suyudur. Deniz suyunun sıcak olduğu dönem: Ağustos ayının iki veya üçüncü haftasıdır.
Didim Akbük’te yıllar önce yapımına başlanan yazlık konutlar, ekonomik olması nedeniyle, özellikle Ankaralılar tarafından tercih edilmiş ve bu yüzden buradaki büyük kooperatifler tarafından, büyük yerleşim alanları oluşturulmuş ve Akbük ortaya çıkmıştır.
Yani, Didim Akbük genellikle tepenin eteklerine yerleşmiş yüzlerce yazlık evler bulunan sitelerden oluşur. Ancak son yıllarda büyük oteller yapılmaya başlanmıştır.
Buraya ilk gittiğimde, konutların çeşmelerinden tuzlu su akıyordu. Gerçekten mevcut su kaynaklarının tuzlu su olması nedeniyle, konut çeşmelerinden tuzlu su akıyordu. Yani, büyük bir su sorunu vardı.
Daha sonra Belediyenin çalışmaları sonucu, uzak bir yerden su getirtilerek, su problemi büyük ölçüde çözülmüştür. Şimdi yazlık konutların çeşmelerinden tuzlu su akmıyor.
Mandalya Körfezi
Akbük koyuna hakim bir şekilde 11 km lik sahil şeridine sahiptir. Didim’e göre: tepelik ve yüksektir ve orman alanı ve yeşilliği daha fazladır. 1 tane Mavi Bayraklı plajı vardır. Körfezin en güzel yeri Çamkoru Sitesidir. Çünkü burada bulunan yazlık konutlar, orman alanı içinde, çam ağaçlarının altındadır.
Saplı Ada
Akbük koyunun tam ortasında denize doğru uzanan bir kaşık gibidir. Tepeden bakıldığında: bir cezveyi andırır.
Onun hemen yanı başında kömür adası vardır.
Karadan yürüyerek ulaşılmaktadır. Ada ile anakara arasındaki uzaklık 300 metredir. Marmaris Orhaniye Kız kumunu andırır. Adaya giderken denizin üzerinde yürüyormuş gibi bir izlenim yaratır.
Denizin içinde yürünen yerdeki derinlik yer yer 30 cm civarındadır. Yani, adanın sap kısmından yürüyerek adaya ulaşmak mümkündür.
Ancak bu yol taşlıktır, yürümek isterseniz deniz ayakkabısı giymenizi öneririm.
Saplı Ada’nın MÖ 1500’lü yıllara kadar uzanan uzun bir tarihi geçmişinin bulunduğu söylenmektedir. Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.
Adaya çıktığınızda, toprağı 10-15 cm kazdığınızda, altta 3-5 cm lik bir kül tabakası görebilirsiniz.
Özellikle adaların kıyılarında bu kül tabakası kolaylıkla görülebiliyor.
Bu küllerin: MÖ 1500 yılında, Ege denizinin arkasındaki “Santorini Adası” nda meydana gelen çok büyük bir volkan patlamasının ardından savrulan küllerin birikimidir. Santorini adasındaki volkanın patlaması sonucu savrulan küller, her yana dağılmış ve Ege kıyılarında ve Ege adalarında birikmiştir.
Santorini adasında 3-4 metreyi bulan bu kül katmanları, Rodos adasında 20 cm ve İstanköy adasında ise 10 cm birikime sebep olmuştur. Bugün, bu volkanın küllerinin izlerini, halen Saplı ada ile Kömür Adasında, kıyı kesitlerinde görmek mümkündür.
Sonraki süreçte: MÖ 6’ncı yüzyılda burada Hippedamos planlı bir yerleşimin izleri görülmektedir.
Ancak zaman içinde bu izler tahrip edilmiştir. Yerleşim yerinin çevresinde surlar bulunduğu, bu surların zamanla deniz tarafından tahrip edildiği anlaşılmakla birlikte halen adanın bazı kesimlerinde sur kalıntıları görülebilir.
Son bir not, buraya ait bir söylenti “Eğer saplı adayı gezerken 10 tane taş alıp yanınızda götürürseniz, ömrünüz 10 yıl uzarmış” söylenti böyle.
Sahte Cennet-Cennet Koyu
Akbük merkeze 10 km uzaklıktadır. Didim merkeze 14 km uzaklıktadır. Altınkum merkeze ise 20 km uzaklıktadır. Didim’den Akbük merkeze doğru giderken en hareketli bölgedir.
Plajın uzunluğu yaklaşık 150 metredir. Doğal güzelliği ve denizin sığlığı ile bilinir. Denizin içinde metrelerce yürürseniz, su hala dizlerinize gelir. Sonra bir ara göğsünüze gelir, sonra yine metrelerce yürüdükten sonra dizinize iner ve sonraki adımlarınızda boyunuzu aşar.
Başınızı çevirdiğinizde ise, kumsalda güneşlenenlere seçemez derecede kumsaldan uzaklaşmış olursunuz. Deniz taşlık olmasın, hemen derinleşmesin, yosun olmasın, temiz olsun diyenler için ideal bir yerdir.
Duş, tuvalet, şezlong ve şemsiye kiralayan bir işletme bulunmaktadır.
Sahte Cennet de bir özel işletme var. Cennet koyu plajı yanında, ücretsiz kamp alanları vardır. Adnan Menderes Üniversitesine bağlı Didim Meslek Yüksek Okulu, bu koy civarındadır.
Cennet Adası
Altınkum’un tam karşısındaki ada, çıplak gözle görülebilir. Ancak buraya ulaşmak isterseniz: Altınkum Barış Parkından kalkan teknelere binmeniz gerekir. Sezon boyunca burası teknelerin uğrak yeridir. Adada yerleşim yoktur. Denize girilen yer taşlıktır. Ancak deniz tertemizdir.
Tarihi Kilise
Hemen Akbük girişindeki Rumlardan kalma kilise, 1870’li yıllarda yapılmıştır. Kilise tek nefli ve 7.64 x 14.50 metre ölçülerindedir. Dikdörtgen planlıdır. Yapının doğu bölümünde apsis vardır. Yapının güney yönünde bir kapı ve iki pencere vardır.
Bu pencereler üzerinde bulunan mermer alınlıklarda, bir aşınma vardır. Kuzey ve batı cephelerinde de birer kapı ve ikişer pencere vardır.
Yapıda duvarlarda moloz taş kullanılmış ve yüzeyler sıvanmıştır. İç mekanda bulunan tüm fresklerin üzeri kapatılmıştır. Yer yer derin çatlaklar ve dökülmeler vardır. Yapının çevresinde bir duvar oluşumu muhtemeldir.
Bu oluşunun sonunda da bir kapı bulunur. Bu kapının üzerinde 1893 tarihi yazılıdır. Bu tarihin neyi simgelediği ise bilinmemektedir. Binanın güney cephesinde bulunan giriş kapısı üzerinde ise, 1870 tarihi yazılıdır.
Yapının özellikle taş işçiliği ilgi çeker. Kilise, Rumların mübadele sonucu Cumhuriyet döneminde burayı terk etmesi ve Yunanistan’a gitmeleri nedeniyle kilise atıl kalmıştır. Sonrasında kilise bir asma kat eklenerek okula dönüştürülmüştür.
Sonrasında ise yöre halkı tarafından depo olarak kullanılırken, yangın çıkmış, asma kat yıkılmış ve yapıda bulunan süsleme ve sıvalar zarar görmüştür.
Günümüzde, kilise yapısının üç ayrı girişi vardır.
Ancak son olarak öğrendiğime göre 3 kapıdan 2 tane kapı, duvar örülerek kapatılmıştır. Niye, çünkü kilisenin arkasındaki mekanın alkol ruhsatı alabilmesi için ibadethane kapılarından 100 metre uzakta olması gerekiyor, bu yüzden kilisenin kapılarının duvar örülerek kapatıldığı rivayet edilmektedir.
Kilise, 2007 yılında restore edilmiştir. Restorasyon sonrasında, özel izinle Süryani bir çiftin evlilik töreni bu kilisede yapılmış, sonrasında kilisenin kapıları kapatılmıştır.
Denize girilebilecek Koylar
Bozburun koyu
Didim ilçe merkezine yaklaşık 30 km uzaklıktadır. Altınkum sahili karşısındadır. Koyda, Bozburun yazlık siteleri bulunmaktadır. Şehir gürültüsünden ve stresten uzaklaşmak isteyenler için ideal bir yerdir.
Kazıklı koyu
Akbük merkeze 10 km uzaklıktadır. Akbük sahil yolu takip edildiğinde, ormanlık alan içindeki tepe aşıldıktan sonra Kazıklı köyü ve sonra Kazıklı koyuna ulaşılır.
Yarımadanın güney yanındaki deniz girintisinin ucunda, pek korunaklı bir liman koyudur. Kazıklı koyunda, günümüzde yazlık siteler vardır.
Ancak halen bakirliğini koruyan burada balıkçı tekneleri ve deniz mahsullerini tadabileceğiniz birkaç restoran bulunmaktadır. Balıkçı tekneleri buradan hareket ediyor. Yani bir nevi balıkçı teknelerinin limanı konumundadır.
APOLLON TAPINAĞI
Didim girişinde Yenihisar’dadır. Merkeze 1.5 km uzaklıktadır. Atatürk Bulvarından yürüyerek gidebilirsiniz. Giriş ücretlidir. Müze kart geçerlidir.
Gezmek için 30 dakika ayırmalısınız.
Burayı gezmeden önce, bilmelisiniz ki, Apollon Tapınağı, UNESCO Dünya Miras Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Arkeolojik olarak Batı Anadolu’nun en etkileyici ve bağımsız anıtı olarak kabul edilmektedir. Çünkü tapınağın anıtsal boyutları ve çeşitli yönlerden sıra dışa ve hatta benzersiz planı vardır. Ayrıca, günümüze kadar çok iyi korunarak gelebilmiş olması da hayranlık uyandırmaktadır.
Apollon Kültü
Efsaneye göre: Tanrı Apollon bir gün Didim yöresinde çobanlık yapan Brankhos’a rastlar. Apollon, onun saf ruhundan ve nazik yaklaşımlarından çok hoşlanır. Ona bilicilik yani kehanetin sırlarını öğretir.
Çoban Brankhos: öğrendiği tanrısal sırları insanlara aktarmak için: bugünkü Apollon Tapınağının bulunduğu yerdeki defne ormanı ve kaynağının yakınına Apollon adına bir tapınak kurar.
Zaman içinde: Brankhos soyundan gelenler “Brankhidler” olarak anılır. Bu soydan gelenler, çok uzun yıllar süresince, Apollon tapınağında yöneticilik yaparlar.
Buna istinaden, Didim yöresi, uzun yıllar “Brankhidai” yani “Brankhidler ülkesi” olarak isimlendirilir.
Falcılık ve Kehanet
Sonuç olarak: kehanette bulunma ve olayları önceden görme yetisi: Zeus ve Leto’nun oğlu, güneş, ışık, müzik ve kehanet tanrısı Apollon tarafından insanlara verilmiştir.
Burada bulunan Apollon Tapınağı ise bir “falcılık merkezi” konumundadır.
Burada: falcılık, çok eski dönemlere dayanır. Şöyle ki ören yerinde ele geçen buluntular, falcılığın tarihinin, MÖ 600 yıllarına kadar dayandığını göstermektedir.
Bu tarihe ait bir yazıtta yazıldığına göre “Danışmaya gelenler, genç kuşağın korsanlıkla uğraşmasının doğru olup olmayacağını sorarlar, Tanrı da doğru olan babalarınızın yaptığını yapmanızdır” devamını verir.
İLK TAPINAK
Tapınak, uzun yıllar, antik Ön Asya’nın tamamında oldukça ün kazanmıştı.
Heredot: MÖ 7’nci yüzyılda Mısır Kralı Necho ve Lidya Kralı Kroisos tarafından, bu kutsal tapınağa çok değerli armağanlar sunduklarını yazmıştır.
Tapınağa sunulan en değerli hediye ise, Apollon’un; Kanashos tarafından yapılan bir tunç heykelidir. Hatta, dönemin Milet sikkelerinde bu heykelin resmi bulunur.
Lidya kralı Kroisos: Perslere saldırmadan önce, kahinlere başvurur.
Ancak öncesinde, dönemin bütün ünlü kehanet merkezlerine elçiler gönderir ve rahiplerden kralın o anda ne yapmakta olduğunu bilmelerini ister. Gerçekte o sırada kral “Bronz bir kazan içinde, bir kaplumbağa ve bir kızı kaynatmaktadır.”
Doğru cevabı sadece Delpoi Apollon’daki kahinler verir. Didyma kentinin Apollon Tapınağı falcıları doğru cevabı veremezler. Ancak yine de Kral Kroisos onlara her zaman dostça davranır, tanrıya görkemli adaklar sunar.
Kroisos da, Perslerle girişeceği savaş öncesinde Delpho rahiplerine danışmayı tercih eder. Ancak kahinler, anlaşılması güç ifadeler kullanır ve net bir cevap vermekten kaçınırlar. Sadece “savaşın sonunda büyük bir imparatorluğun yıkılacağını” söylerler.
Bunun üzerine, kendisine güvenen Kral Kroisos, Pers krallığına saldırıya geçer ve kehanet gerçekleşir, savaşın sonunda Lidya Krallığı yıkılır, yok olur.
Evet, MÖ 494 yılında Lade Deniz Savaşı sonunda, tüm bölgede olduğu gibi, Apollo Tapınağı da, Pers kralı Darius tarafından yakılıp yıkılır ve içindeki Kanakhos tarafından yapılan Tanrı Apollon tunç heykeli İran’a Ekbanata şehrine götürülür.
Sonrasında mabet, harap ve terkedilmiş olarak 150-180 yıl öylece kalır.
İlk tapınağın mimari özellikleri
Tapınak: 85.15 metre boyunda ve 38.39 metre enindedir.
Bu ölçülere göre: Tapınak yapıldığı dönemde Efes şehrindeki Artemis Tapınağı ve Sisam Adasındaki Heraion Tapınağından sonra, Dünyanın üçüncü büyük tapınağı olarak yapılmıştır.
Aslında, antik dönem mimarları: Apollon Tapınağını, Efes şehrinde bulunan Artemis Tapınağına benzetmek ve onunla aynısı olmasına uğraşmışlardır.
Çünkü Artemis ve Apollon kardeştir ve düşüncelerine göre, her iki kardeşin tapınakları aynı olmalıdır.
Ancak bu düşünce gerçekleşemez, çünkü savaşlar ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle tapınak tamamlanamaz. Tapınakta yüzlerce işçi çalışıyordu ve işçilerin yevmiyesi oldukça fazlaydı.
Hatta: bu husus yani işçilerin yevmiyeleri, tapınaktaki bir duvarın üzerine kazılarak işlenmiştir.
APOLLO TAPINAĞININ YENİDEN İNŞASI
Büyük İskender, Persleri yenerek bölgeyi ele geçirince bölgede yeniden bir canlanma yaşanır.
Falcılık kurumu, İskender’e “Tanrı Zeus’un oğlu olduğunu ve zaferler kazanacağı” kehanetinde bulunur.
Gerçekten de, İskender, o dönemde bilinen dünyanın büyük kısmını ele geçirir.
İskender’in ölümünün ardından, ardıllarından Suriye Kralı Seleukos tarafından MÖ 311 yılında Apollon Tapınağı yeniden yaptırmaya karar verir ve inşaat başlar. (Bugün kalıntıları görülen tapınak)
Bu yeni yapılan tapınağın mimarları da oldukça ünlüdür. Bunlar: Efesli Paionios ve Miletli Daphnis’dir.
Paionios: Efes’te bulunan Artemis Tapınağını yapan mimardır. Bu yeni tapınağın yapımına yardım eden Suriye Kralı Selevkos: Persler tarafından İran Ekbanata şehrine götürülen tunç Apollon heykelini de tapınağa geri getirtir.
Tapınağın MÖ 3’ncü yüzyılda başlayan inşaatı, MÖ 2’nci yüzyılda da devam eder.
Hatta Roma döneminde de sürmüştür.
Ancak bu yeni yaptırılan tapınağın inşası: gerek savaşlar ve gerekse yağmalar ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle, yüzlerce yıl sürer ve hiçbir zaman tamamlanamaz.
Hatta bir ara, Milet şehrinin hazinesi sarsılır, mabedin inşaatında çalışan usta ve işçiler ücretlerini alamadıkları için çalışmazlar ve bir anlamda burada tarihin ilk “grevi” gerçekleşir.
MS 250’li yıllarda tapınak önemini yitirmeye başlar.
İnşaat tamamlanamadan bırakılır. Duvarların bir kısmının son işçiliğinin yapılmaması, bazı taşların tıraş edilmemesi, güneşli tarafta görülen yüksek bir sütunun yivsiz oluşu gibi belirtiler, mabedin yarım bırakıldığını gösterir.
MS 385 yılında ise, tapınak tamamen önemini yitirir. Çünkü Hıristiyanlık yaygınlaşmıştır ve tapınağın yanına “Anytonuna” isimli bir kilise yaptırılır.
Yeni tapınağın mimari özellikleri
Tapınak; çevresinde bulunan bir defne ağacı korusu içindeydi. Yeni yapılan tapınak: 109 x 51 metre ölçülerindedir, yani daha önceki tapınaktan daha büyüktür.
Çünkü yeni yapılan tapınağın planları değiştirilmiş, ölçüleri büyütülmüştür. Tapınağın temellerinde depreme karşı dayanıklı olması için ızgara planı uygulanır.
Tapınağın yıkılışı ve sonrası
Tapınak, muhtemelen MS 1493 yılında olan bir depremde büyük hasar görür ve takip eden dönemlerde kaderine terk edilerek zamanla harabe haline gelir.
Sonraki süreçte, tapınak çevresinde küçük bir yerleşim yeri kurulur ve zamanla Rumların yerleştiği bu köy, Yoran köyünün temelini oluşturur.
Köydeki Rumlar, 1922 yılındaki mübadele nedeniyle boşaltılır ve buraya Yunanistan başta olmak üzere, Balkan ülkelerinden gelen göçmen vatandaşlarımız yerleştirilir.
Arkeolojik Araştırmalar
Uzun yıllar yıkıntı halindeki tapınak, 18’nci yüzyıldan itibaren gezginler ve arkeologlar tarafından incelenmeye başlanır.
Sistemli kazılar ise, 1904 yılında, Alman arkeologlar tarafından yapılır. Bu kazılarda “Kutsal Yol” kalıntıları bulunur.
19’ncu yüzyıl sonlarında, tapınağın hemen yukarısında, genellikle tapınak malzemesi kullanılarak (devşirme) inşa edilen bir kilise, günümüze kadar ulaşmıştır.
GÜNÜMÜZDEKİ ÖREN YERİ
Batı Anadolu kıyılarında, en etkileyici bağımsız bir anıttır.
Tapınak anıtsal boyutları, benzersiz planı ve çok iyi durumda korunarak günümüze kadar gelmesiyle önem kazanmaktadır.
Milet-Apollon Tapınağı arasında uzanan kutsal yol: sonunda “Artemis Kutsal Alanı” vardır.
Apollon Tapınağı çevresinde, yöreye özgü halıların satıldığı dükkanlar ve geleneksel köy evleri bulunmaktadır.
Kutsal Yol
Apollon Tapınağına giden ziyaretçiler, kutsal yolu takip ederek gidiyorlardı. Çünkü Apollon Tapınağını ziyaret edebilmek için bu kutsal yolun geçilmesi zorunluydu.
Bu kutsal yol: Milet şehrinin kutsal kapısından başlar, deniz kenarını takip ederek Panarmos (günümüzdeki ismiyle Mavişehir) limanına ulaşırdı.
Bu yolun uzunluğu 14-15 km idi.
Deniz yolu ile gelenler, Panarmos limanından karaya çıkarlardı.
Gerek şehirden gelenler ve gerekse deniz yolu ile gelenler, Panarmos limanında buluştuktan sonra: kutsal yolun 4 km lik bölümünden devam ederek tapınağa ulaşırlardı.
Kutsal yolun genişliği 5 ile 7.5 metre arasındaydı.
Panarmos limanı ile tapınak arasındaki 4 km uzunluğundaki kutsal yolun son 2 km lik bölümünde yol kenarlarında: Apollo rahip ve rahibelerine ait oturan insan heykelleri (Branhid heykelleri), yatan aslan ve Mısır piramitleri yakınlarındakilere benzer sfenks figürleriyle süslüydü. MÖ 6’ncı yüzyıla tarihlenen bu heykellerin bazıları yazıtlıydı.
Kutsal yolun kenarındaki heykeller,
MÖ 1858 yılında İngiliz Charles Newton tarafından çalınarak Londra Brisith Museum’a götürülmüştür.
Ziyaretçiler: bu kutsal yolda dua ederler ve bir takım isteklerde bulunurlardı. Ayrıca: Paion denen kutsal şarkılar söyleyerek yürürler ve tapınağa ulaşırlardı.
Kutsal yol: Apollon Tapınağının adak ve sunu terasına ulaşırdı.
“Orakl” denen yerde, kadın kahinler ve Orakl rahipleri bulunurdu.
Daha sonra rahiplerin yönetiminde ayinler yapılır, alaylar oluşturulur, geceleri meşaleli yürüyüşler düzenlenirdi.
Şimdi Tapınak
Tapınakta en ilgi çeken unsurlar Sütunlardır. Tapınak sütunları, yükseklik bakımından çok görkemliydi. Tapınak çevresinde, tapınağın çatısını tutması için 124 sütun vardı. Her sütun, kaide ve başlıklarıyla birlikte 19.60 metre yükseklikteydi.
Ancak sütunlar sık aralıklıydı ve çapları o kadar büyüktü ki, aralarında bile zor yürünüyordu. Tapınak alanında, günümüzde sadece 3 tane sütun ayakta kalmıştır, diğerleri yıkıktır.
Tapınağın dışındaki sütunlar
Tapınağın dışında 21 çift sıra sütün vardı. Tapınağın ön yüzünde 8 ve arka yüzünde 9 sütun sırası vardı.
TAPINAK
Tapınağın bulunduğu kaide: 3.5 metre yükseklikteydi. Orta tarafta bulunan giriş yerine, 14 basamaklı bir merdivenle çıkılıyordu.
ÖN ODA-ANA SALON
Ön odaya: anıtsal bir kapıdan girilirdi. Bu kapı: tapınağın en ilgi çeken yeridir.
Kapının sağ ve sol yan yükseklikleri 7 metredir. Kapı, tek parça mermer blokla çevrelenmiştir ki, bu mermer bloğun ağırlığı 60 tondur.
Kapının eşiği: 1.45 metredir. Bu kapı eşiğinin yapılma amacı: ibadet için tapınağa gelen halk: tapınağın içine giremezlerdi. Bu yüzden, bu kapı eşiği çok önemliydi.
Buradan girilen ön oda, ana salon bölümünde: girişte 2 yarım sütun ve salon içinde ise 2 sütun bulunur.
Ancak bu sütunlar, tapınakta bulunan diğer sütunlardan farklıdır. Bunların başlıkları, kelebek ve kral tacı şeklindedir. İbadete gelen halk mabedin önündeki sunağın çevresinde toplanırlardı.
Tapınağa: sadece rahipler ve Apollon kültü ile ilgili kahinler girebilirlerdi. Ön odadan sonra, birbirini izleyen 3 kapı vardı. Burası kutsal avludur.
KUTSAL AVLU
Buranın uzunluğu 53.63 metre ve genişliği 21.71 metreydi. Avlu: 17.5 metre yükseklikte bir duvarla çevriliydi. Dışarıdan bakıldığında: üstü kapalı izlenimi verirdi.
Ancak avlunun büyük boyutlu olması nedeniyle, üstü hiçbir zaman çatı ile örtülmemiştir. Kutsal avlunun batı ucunda: daha küçük ve Sekoz denen bir yapı vardı ve burada “Kült” heykelleri bulunurdu.
KEHANETLERİN SÖYLENDİĞİ SALON
Kutsal avlunun doğusunda, 24 basamaklı ve 15.20 metre genişliğinde bir merdiven vardır. Bu merdivenden çıkılarak: kehanetlerin söylendiği salona ulaşılırdı. Bu salonun boyutları: 14.04 x 8.74 metredir. Salonun çatısı, yerden 20 metre yükseklikteydi.
Salonun zemini mermerle kaplıydı. Ancak zeminin kaplı bulunduğu yani tekparça mermer bloklarının her birinin ağırlığı 70 tondur.
Burada, kehanet yani geleceklerini öğrenmek için gelen ziyaretçilere, “Hexametrik” denen 6 mısralık şiirler verilirdi.
Çünkü: Apollon kahinlerinin kehanetlerini vezinli olarak söyleme gibi bir alışkanlıkları vardı.
MEDUSA FİGÜRÜ
Günümüzde Didim ve Apollon Tapınağının sembolleri olarak: Gorgon kız kardeşlerden “Medusa” kabul edilir.
Medusa antik dönemde enteresan bir olgudur, bu yüzden biraz Medusa’dan söz etmek istiyorum.
Mitolojiye göre: Medusa, yaşamına çok güzel bir genç kız olarak başlar. Çok güzeldir ve bu yüzden tanrıçalar kendisini kıskanır, tanrılar peşinde koşturur.
Özellikle: Tanrıça Athena onu çok kıskanır. Denizlerin Tanrısı Poseidon da Medusa’nın hayranıdır. Onun güzelliğinden çok etkilenir, bir gün Athena Tapınağında Medusa’ya zorla sahip olur. Athena bu duruma çok kızar ve Medusa’yı yaratığa çevirerek onu cezalandırır.
Medusa çirkinleşir ve saçları yılana dönüşür. Medusa’nın gözlerine bakan herkes taş kesilmektedir.
Yine, Mitolojiye göre, Medusa, Miletos zindanlarına atılır, daha sonra Medusa başı kabartma şeklinde taşlara işlenir ve kötülüklerden korunmak için bir tılsım olarak kabul edilir.
Antik dönemde, büyük yapılar ve özel yerler, kötülüklerden korunması için Medusa kabartma ve resimleriyle süslenmiştir.
Apollon Tapınağında da Medusa figürleri kullanılmak istenmiştir. Ancak tapınağın inşaatı bir türlü bitirilemediğinden, birçok Medusa figürü, yarım kalmış ve günümüze bu şekilde ulaşmıştır.
Apollon Tapınağı bahçesinde, girişte, sağ tarafta bunlar görülebilir.
YENİHİSAR CAMİSİ
Apollo Tapınağının hemen yanındadır. 1830 yılında kilise olarak yapılmış, ancak günümüzde cami olarak kullanılmaktadır. Caminin çaprazındaki eski tarihi taş yapı, hastanedir.
MAVİŞEHİR VE YALIKÖY
Didim merkezin girişindedir. Merkeze 8 km uzaklıktadır.
Didim’in en güzel bölgelerindendir.
Mavişehir bölgesi, son yıllarda yapılan siteler ve villalar la canlılık kazanmıştır.
Bu iki koyun çevresinde: Mavişehir otelleri ve Yalıköy otelleri vardır.
Mavişehir ve Yalıköy arasındaki bölgeye ise “Sulubatak Mevkii” ismi verilir.
Akkum Sağtur Plajı
Mavişehir Beldesindedir. Didim yolundan Sağtur sapağına dönünce, Büyük Anadolu Otel yolu takip edilerek Huzur Sitesi sağ tarafından devam eden yolla buraya ulaşılır.
Akkum Sağtur Plajı, Didim merkeze 7 km uzaklıktadır.
Didim’in en sakin ve sessiz plajıdır. İsmini alan beyaz kumları, özellikle denizin içinde bulunmaktadır.
Kamp yapmak isteyenler için de uygun bir alandır. Plaj içinde tesis ve ihtiyaçlarınızı giderebileceğiniz büfe tipi yerler yoktur, bu yüzden ihtiyaçlarınızı önceden temin ederek gitmenizi öneririm. Çadır kampı için birçok kişi burayı tercih etmektedir.
Evet burada deniz oldukça sığdır ve dalgasızdır. Bu yüzden çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından özellikle tercih edilir.
TAVŞANBURNU TABİAT PARKI
Didim Yalıköydedir. Didim merkeze 6.5 km uzaklıktadır.
Tabiat Parkı: 2014 yılında Didim Belediyesine devredilmiş ve 2015 yılında deniz ve sahili “Mavi Bayrak” almıştır.
Tabiat Parkı: günübirlik kullanım alanıdır.
Ayrıca: çadır ve karavan konaklaması yapılabilir. Kendi çadırınızı kurabilir veya burada bulunan çadırları kiralayabilirsiniz. Bünyesinde: tuvalet, duş, elektrik kullanımı, market ve kafeterya bulunmaktadır.
AKKÖY
Akköy, Didim arası uzaklık 15 km dir.
Akköy: Milet ve Apollon Tapınağı kalıntıları arasında konumlanmıştır. Didim yolunda bulunduğu için, geçiş noktası konumundadır.
Köyde bulunan bütün evlerin dış cepheleri beyaz boyalıdır. Bu yüzden köye, Akköy ismi verilmiştir.
1922 yılı öncesine kadar, köyde sayıları 4000 civarında olan Rumlar yaşıyorlardı.
Rumlar: 1870’li yıllarda, Milet kalıntılarında arkeolojik kazılar yapmak üzere bölgeye gelen Almanlardan destek alarak: bölgede okul ve kilise yapmışlardır. (Ayiyos Georgiya Kilisesi)
Yine, 1800’lü yıllarda, Mavişehir Kovela (halk arasındaki ismiyle Sulubatak) limanına gelen guletlerin getirdiğin İngiliz kumaşları, Fransız porselenleri ve diğer envai çeşit malzeme, zengin bir tüccarın depo olarak kullandığı binada depolanır ve buradan da Menderes kanalıyla Kuşadası ve diğer bölgelere dağıtılırmış.
Yani, Akköy önemli bir ticaret merkezi konumundaymış.
Günümüzde, Akköy’de Türkiye’nin en büyük köy kütüphanesi vardır. Bölgenin bir başka özelliği: göçmen kuşların gözlenebileceği bir alan bulunmasıdır. Ayrıca: köyde tarihi taş evler ve zeytinyağı fabrikası vardır. Akköy camisi de görülmeye değerdir.
Kerkenez Kuşları
Akköy yöresinden söz edince, Kerkenez kuşlarını anlatmamak olmaz. Çünkü Kerkenez kuşları, Akköy’de taş evlerin duvar ve saçaklarına yuva yaparlar. Ama her yıl, aynı tarihle yani Mart sonu ve Nisan başında Akköy’e gelirler ve ürerler.
Eski taş evlerin çatıları onlar için birer yuvadır. Akköylülerin uzun yıllardır Kerkenez kuşlarına bu kadar düşkün olmalarının sebebi ise: Kerkenez kuşlarının çekirge, akrep, yılan vb zararlı canlıları avlamalarıdır.
Bu yüzden, yüzyıllardır Akköy çevresinde çekirge istilası yaşanmaz.
Afrika’dan göç eden Kerkenez kuşları, yaz bitimi ile yine Afrika’ya geri dönerler.
MİLET-MİLETOS
Antik Milet şehri kalıntıları, Didim merkeze 22 km uzaklıktadır. Didim-Gülbahçe yolunu takip ederek antik şehir kalıntılarına ulaşabilirsiniz.
Milet ören yerine gelince, tiyatronun önünden geçip bilet gişesinin ardındaki otoparka aracınızı park edebilirsiniz. Giriş ücretlidir.
Burayı ziyaret ederseniz yanınızda şapka ve su bulunmasına dikkat ediniz, ancak hemen gişenin ardında bir restoran bulunduğunu da bilmekte yarar var. Yani, buradan da su temin edebilirsiniz. Ören yerini ayrıntılı gezmek için 4 saat civarında zaman ayırmalısınız.
Efsane
Bir gün Tanrıların Babası Zeus ile fakir bir Miletli: Milet Agorasında bir konuda tartışırlar. İkisi de tartışma konusunda geri adım atmaz ve tartışma uzayıp gider. Ancak, sonunda Zeus, tanrı olmanın ayrıcalığını kullanarak tartışmayı sonlandırır.
Zeus: Miletliye hitaben “Bana bak beni daha fazla kızdırma, şimdi bir şimşek çakar, seni cayır cayır yakarım” der.
Miletli köylü: korkmaz, gayet sakin şekilde şöyle söyler “Koca Zeus, bu öfkenle haksız olduğunu nasıl da kanıtladın” der.
Efsane bu kadar, sonunu bilen yok. Bu hikayenin yorumu ise, şudur “Günümüzden binlerce yıl önce, akılcı düşünce ve felsefe” nin temellerinin bu şehirde atıldığı düşünülür.
Felsefe ve Bilim
Aristoteles’e göre: felsefe için öncelikle felsefe yapacak kişinin maddiyat kaygısı düşünmeden kendini sadece düşünmeye verebilmelidir. Ayrıca: kişi “merak duygusu” na sahip olmalıdır. En doğal görünen gerçekleri bile sorgulayabilmelidir.
Thales
Bu her iki duyguyu da Milet şehrinde yaşayan “Thales” dünyanın ilk filozofu kabul edilir. Sadece felsefede değil, bilim dünyasında da çağ açmıştır ve bu yüzden kendisine “Bilimin Babası” denilmektedir.
Thales: Babillilerden “Astronomi” bilgisi ve Mısırdan ise “Geometri” bilgisini alarak bölgeye getirmiştir. MÖ 582 yılında “Güneş Tutulması” nı önceden hesaplayarak, astronomi ve geometri de yeni teoriler geliştirmiştir.
Ancak: en büyük özelliği aklına takılan sorularda “Neyin var olduğu” ve “Neyin gerçek olduğu” sorularını sormasıdır.
Ayrıca: o güne kadar doğadaki her olayı, ayrı bir tanrının gerçekleştirdiği mitolojisinin ötesine geçer. Her şeyin sebebini: doğanın kendisinde aramaya başlar.
Thales’e göre
evrenin asıl maddesi “su” dur. Her şey sudan gelir ve suya döner. Dünya “okeanos” (bugünkü okyanus kelimesinin kökeni) denen, dev bir su kütlesi içinde yüzen düz bir tepsidir.
Devamında ise: Anaksimenes ve Anaksimandros ortaya çıkmıştır. Thales ve öğrencileri böylece pozitif bilimin temellerini atmışlardır. Anaksimandros: tanrılara dayanmayan evrensel kanunları: taşlara kazıtmıştır.
Hippodamos: yeni şehir planlama sistemini geliştirmiş, önce Milet şehrine uygulamış ve daha sonra Roma imparatorluğunun özellikle ordu merkezi ve kurulan kolonilerdeki şehirlerde uygulanmıştır.
İyonya alfabesi
Miletlilerin Yunan kültürüne en büyük katkısı, Atina tarafından MÖ 402 yılında kabul edilen İyonya alfabesi olmuştur. Bu alfabe günümüze kadar gelmiştir. Miletliler, bu alfabeyi Fenikelilerle yaptıkları ticaretten öğrenmişlerdir.
Şehrin ismi ve Kuruluşu
Milet ismi: Apollon ile ilgilidir. Apollon ile Girit Kralı Minos’un kızı Akakallis’in beraberliklerinden 3 çocukları olur. Akakallis: babası Girit kralı Minos’un kötülük yapmaması için: 3 çocuğundan birisi olan “Miletos” u: dağa bırakır.
Dağda ise, Apollon, dişi kurda çocuğu beslemesi için emir verir ve çocuğa kurtlar bakar. Daha sonra ise çobanlar büyütür.
Miletos büyüyünce Anadolu’ya Caria/Karia bölgesine gelir, Menderes nehrinin kızı “Kyane” ile evlenir ve “Miletos” şehrini kurar.
Şehrin ilk olarak MÖ 1600’lerde kurulduğu düşünülmektedir. Çünkü: arkeolojik kazılarda, Girit seramikleri bulunmuştur. Muhtemelen Giritliler, doğuya giden ticaret yolu üzerinde burayı bir ara liman olarak kurmuşlardır.
Ancak, şehir: MÖ 7 ve 6’ncı yüzyıllarda en parlak dönemini yaşar.
Miletliler: MÖ 6’ncı yüzyılda: deniz ticaretini ele geçirirler ve Marmara denizi, Akdeniz ile Karadeniz’de 90’a yakın koloniler kurarak zenginleşirler.
Bu koloniler: Abidos (Abydus), Kizikos (Cyzicus), Trabzon (Trapezus) ve Panticapeum’dur.
Bir dönem, Milet şehri, İyonyanın başkenti olur.
Çünkü şehir çok büyük bir alana yayılmıştır.
MÖ 494 yılında Lade Savaşı sonrasında, şehir Persler tarafından işgal edilir ve tüm parlak yaşam altın çağ birden sona erer.
Lade Deniz Savaşında, Miletliler 80 gemi ile katılmış ancak tüm donanmasını kaybetmiştir.
Savaşı kazanan Persler, Milet şehrini ve Apollon Mabedini yakıp yıkmışlardır.
Milet şehrinin düşüşü, bölgede büyük bir dram yaratır. Öte yandan: Perslerin bölgede kazandıkları zaferin ardından çok sayıda filozof, sanatçı ve bilim adamı bölgeden kaçarak Atina’ya gitmiştir. Böylece, Atina: sanat, kültür ve felsefenin yeni merkezi olmuştur.
GÜNÜMÜZDE KALINTILARDA GEZİ
Büyük Menderes nehrinin limanı doldurması sonucu, günümüzde Milet şehrine ait ören yeri, denizden yaklaşık 10 km içeride kalmıştır. Ören yerindeki gezimize Tiyatro’dan başlıyoruz.
Tiyatro
Milet müzesinin sağ tarafındadır. Yunan-Roma tipinin en güzel örneklerinden birisidir. Roma İmparatoru Marcus Avrelius tarafından MS 100 yılı dolaylarında yaptırılmıştır.
Helenistik dönemde, tiyatronun seyirci kapasitesi 5300 kişidir. Roma döneminde ise, tiyatronun seyirci kapasitesi 19000 kişidir. Muhteşem bir akustiğe sahip olması da önemini arttırmaktadır.
Bizans ve Osmanlı döneminde: tiyatronun 3’ncü katı bölümünde: bir kale kalıntıları bulunmaktadır.
Tiyatronun mimari stili: yarım galeri şeklindedir. Ön yüzü 140 metredir. Tiyatronun yüksekliği ise 40 metredir. Tiyatronun dairesel çevresi 240 metre ve sahne binası 34 metre genişliktedir. Sahne binasının iki yanında, sur duvarları ile desteklenmiş teraslar vardır.
Bu teraslardan oturma yerlerine; kesme taşlarla örülmüş yuvarlak tonozlu merdivenli galerilerden çıkılıyor. 3’ncü kattan 1’nci kat galerisine inen bir de tünel bulunuyor ki, bu tünel başka bir tiyatroda yoktur.
Tiyatroya girişi: biri sağda diğeri solda iki büyük galeri sağlıyor.
1’nci kat oturma sıraları: 19 sıradır. Bu ön sıraların bazıları: şair ve Yahudi gibi belirli kişilere ayrılmıştır. 5. Sırada “Tanrı korkusu taşıyanlar adı verilen Yahudilerin yeri”, 3. Sırada “Mavilerden kuyumcuların yeri” yazmaktadır. Burası Bizans tarihinde tanınan “Maviler” ve “Yeşiller” hizipleri kasteder.
En alt sırada ise İmparatorun oturma yeri vardır.
Sahne binası, İmparator Neron (MS 54-68) döneminde iki katlı olarak yapılmıştır. İmparator Traianus zamanında bir kat daha ilave edilmiştir.
Sahnenin orkestra çukuru: Roma döneminde derinleştirilmiştir. Bu bölüm, su doldurularak çeşitli gösteriler düzenlenmiştir. Çukura baştaki iki merdivenle inilir.
Sahne binasına ait kabartma ve rölyefler: orkestraya korkuluk görevi yapmıştır. Bu sahne süslemelerinde: genellikle kuş bakışlı kanatlı cinler olarak betimlenen “Griffon” lar görülüyor. Bunlar: yarı kartal yarı aslan biçiminde betimlenmiştir.
Merdivenlerden yukarı çıkın. Tiyatronun yapımı sırasında ortaya çıkan bir iş anlaşmazlığına ait ilginç bir yazıt göreceksiniz.
Burada bulunan kitabeden yani yazıttan anlaşıldığına göre:
çalışanlar (bunlar büyük olasılıkla köle değil özgür kişilerdi) iş sözleşmesindeki bazı maddelerden şikayetçi olmuşlar ve işi bırakarak, başka bir yerde çalışacaklarını duyururlar. Sonuçta, sorunun bir ara bulucuya iletilmesine karar verilir.
Arabulucu: Diyma Apollonudur. Apollon: yapı tekniklerinden en uygun biçimde yararlanılmasını, yetenekli bir uzmana danışılmasını ve Athena ile Herakles’e kurban sunulmasını öğütler.
Bu sözler “Sizi, işi en ekonomik biçimde yürütmenizi öğütleyecek birini bulun, yeterince para kazanabileceğinizi göreceksiniz” anlamına” gelir.
Tiyatronun inşaatında çalışanlar, yevmiye karşılığında emek veren birer işçi değildiler. Antik çağda, çoğunlukla görüldüğü gibi, burada da işin tümünü üstlenen ve parça başı ücret alan bir gurup usta söz konusudur.
Kendi yetersizlikleri yüzünden, işi kazançsız bulmuş ve sözleşmeyi bozmayı düşünmüşlerdi. Olay, antik çağda, modern anlamda “grev” e çok yaklaşıldığını göstermesi bakımından ilginçtir.
Apollon’un öğüdü başarıyla uygulanmış olmalı, aksi halde sözleri bir yazıt ile belgelenmezdi.
GÜNÜMÜZDE
Sahnenin ayakta kalan parçaları ve katlar arasındaki tonozlu galeriler çok iyi korunarak günümüze ulaşmıştır. Bu galeriler içinden geçen basamakları takip ederek ilerlediğinizde, Tiyatronun arkasında liman yerine ulaşılır.
Buradan: mermer merdivenler ile tiyatronun 2’nci katına çıkılıyor. Sonra tünellerin içinden devam ettiğimizde, kale denen bir burç görülür.
Bu burç: Pers istilasından sonra burada vergileri toplamakla görevli Pers Derebeyi Tissafernes için inşa edilmiştir.
Takip eden dönemde, bu burç, Osmanlılar tarafından da kullanılmıştır. Bu yüzden bu burca günümüzde “kale” ismi verilmektedir. Burcun arkasında “Heroon ve Liman anıtı Delphinium” bulunur.
Liman
Şehirde bir zamanlar 4 büyük liman vardır. Bu limanlardan ilk ikisi: iki aslan heykeli arasına bağlanan zincir ile kapatılabilen Aslanlı Limandı. Aslan heykelleri, aynı zamanda liman bekçileriydi.
Bu liman, antik dönemde Milet şehrinin en önde gelen limanı olarak bilinmektedir. Çünkü antik dönemde kapatılabilen nadir limanlardan birisi olarak tanınır.
3’ncü Liman: Athane Tapınağına yakınlığından dolayı “Athena Limanı” olarak tanınıyordu. 4’ncü Liman: Şehrin doğusundaydı. Ancak günümüze sadece bu liman ulaşmıştır.
Liman Anıtı
Liman yerinde: “Triton” isimli bir anıt bulunmaktadır. Anıt: Limanın güneybatı köşesindedir. Liman bölgesindeki anıtın ne için yapıldığı net olarak bilinmiyor. Ancak 2 tane varsayım var.
1’nci varsayıma göre: Pompeus’un deniz korsanlarına karşı gösterdiği başarılar nedeniyle dikilmiştir.
2’nci varsayıma göre: İmparator Augustus’un MÖ 31 yılında Actium Deniz Savaşında, Antonius ve Kleopatra’yı yenmesi şerefine dikilmiştir.
Daire şeklindeki anıtın çapı 11 metredir. 3 eşit parçalı kaidenin köşeleri, gemi burnuna benzer. Kaidenin iç bükey yüzeylerinde deniz miti ile ilgili kabartmalar görülür.
Yuvarlak kaide üzerine yerleştirilen kabartmada: yarı insan yarı balık şeklinde bir deniz canlısı tasvir edilmektedir.
En üstte, 3 ayağı birer aslan heykelinin üstüne oturmuş, 7.5 metre yüksekliğinde bir kazan bulunur. Bu kazanda tüm gün boyunca, gece ve gündüz zeytinyağı yakılarak karanlıkta limana yaklaşan gemilere bir fener işlevi görmektedir.
Evet sonraki durak: Agoradır.
Güney Agora
Kuzey Agoranın güneyindedir. Kış aylarında, Stoa’nın baktığı Agora tamamen sular altındadır. Yaz aylarında ise bu sular çekilir ve Agora’nın taş kaplı meydanı ortaya çıkar.
Agora: günlük pazaryeridir. Ayrıca: halkın toplandığı ve toplu etkinliklerin yapıldığı yerlerdir.
Pazar yeri kapısı
Ancak Pazar yerinin girişine yapılmış olan “Milet Pazar Kapısı” isimli büyük anıt, Kuzey Agora’dan gelişi gösterir. Kapı, muhtemelen MÖ 120-130 yılları arasında, Roma İmparatoru Hadrian döneminde inşa edilmiştir. Efes kentindeki Celcius kütüphanesinin ön yüzünün kardeşidir.
Mermerden yapılan kapı, yaklaşık 30 metre genişlikte ve 16 metre yüksekliktedir. Derinlik ise 5 metredir.
İki katlı yapı: üç giriş kapısı ve çok sayıda çıkıntı ve nişlidir. Bu kapının, ikinci katındaki nişlerde: Barbarlara karşı savaşan İmparator heykelleri bulunuyordu.
Ancak, yıkılmasının ardından, 1903 yılında kapı, Alman arkeolog Theodor Wiegand tarafından bulunuyor ve Alman Kralı II Wilhelm desteğiyle, 750 ton ağırlığındaki kapı: 1907-1908 yılları arasında, parça parça Almanya’ya kaçırılıyor.
Berlin’de taşlar yeniden birleştirilmiştir. Anıt halen Berlin şehrindeki Bergama Müzesinde sergilenmektedir.
Agoranın güney batısında Meclis binası ve tahıl ambarı bulunur.
Kuzey Agora ve Stoa
Aslanlı Limanın hemen güneyindedir. Bu limana gemilerle gelen yolcular: “L” şeklindeki bir Dor stoasıyla karşılanıyordu. Bu Stoa, Helenistik dönemde, sahilde yapılmış dükkan ve depoları barındırıyordu. İon düzenindeki stoa, 19 dükkanlıdır.
Dükkanlar yola bakar. Stoa: Milet şehri ve Apollon Tapınağı arasındaki kutsal yol üzerindedir. Roma İmparatoru Kladiyus döneminde yaptırılmıştır.
Bouleuterion-Meclis Binası
Benzerleri arasında en görkemlisi olan buradaki Meclis binası: MÖ 175-164 yılları arasında yapılmıştır. Apollon, Hestia ve Demos’a adanmıştır. Oturma yerleri, tiyatroda olduğu gibi geniş yarım daire formu şeklindedir.
Seyirci kapasitesi 1500 kişidir. Burası: Miletos kentinde, günümüze ulaşan en eski yapılardan biridir. Oldukça iyi korunmuştur. Ön avlu çok hasar görmüştür.
Ön avlunun ortasında, dikdörtgen biçimli bir yapının temelleri vardır. Son araştırmalarda, bu yapının Roma döneminde Miletos gibi bir kentin yerel hükümetiyle, yurttaşların tapım ve törenlerde kullandıkları bir yerdir.
Serapis Tapınağı
Agoranın hemen güney batısında, Meclis binası ve Tahıl Ambarının yanındadır.
Serapis: Mısır’da Polemaios hanedanının resmi dinidir. Eski Mısır tanrıları ve tapınma geleneklerini içerir.
Serapis: Mısır ve Antik Yunan’da, her ikisi tarafından da inanılan bir tanrıydı. Bazilika tarzındaki yapı MÖ 3’ncü yüzyılda yapılmıştır.
Üç nefli bir kutsal mekan ve açık bir holden oluşur. Merdivenlerden indiğinizde tapınağın alınlık rekonstrüksiyonu görülür. Ön mekan alınlığı yapılan çalışmalar sonucunda toparlanarak kaldırılmıştır.
Bu ön alınlık kısmında: “Serapis büstü” taş kabartması vardır. Büstün üzerinde, ışınlardan oluşan bir çelenk bulunur. Yapının önünde ise üç sütunlu bir anıtsal kapı bulunur.
MÖ 7’nci yüzyılda yapılan kapı: Bizans döneminde yapılan Bizans duvarına dahil edilerek önü açık hol kısmı ve kapı: dekoratif bir kent kapısı olarak düzenlenmiştir.
Buradan sonra Faustina hamamları bulunur.
Faustina Hamamları
İç içe sıralanmış bu hamamlar, Anadolu’da mevcut en büyük Roma hamamlarıdır.
Bu hamamlar: Roma İmparatoru Marcus Aurelius (MS 161-180) un teyzesi, Antininus Pius’un eşi Faustina adına yaptırılmıştır. Marcus Auerelius, başkalarının parasını savurganca harcamasıyla ünlüdür.
Mekanın tabanı, yaklaşık 75 cm yüksekliğindeki ayaklar üzerine oturtulmuştur. Böylece aşağıda oluşan boşluğu, yan taraflardaki külhanlardan çıkan sıcak havanın dolması sağlanmıştır.
Günümüzde, hamamların: soğuk-sıcak-ılık kısımları, soyunma odaları ve havuzu görülmektedir.
Özellikle Serapis Tapınağı tarafından girilince, soyunma odalarının bulunduğu kısımdaki kemerli giriş yeri oldukça ilgi çeken ve beğenilen bir mimariye sahiptir.
Koridorun sonunda havuz bulunur. Basamaklı havuzun tabanı mermerdir. Havuz kenarında, Maiandrios yani Nehir Tanrısı heykeli bulunmaktadır.
Havuz kenarında boylu boyunca uzanmış ve sol dirseğinin üstüne yaslanmış görülür. Bir elinde “kova” tutmaktadır. Antik dönemlerde, nehir kıyılarına dikilen bu Maiandros heykellerinin ellerinde tuttukları kovaların dikliği, nehrin debisinin belirlenmesinde ölçü sayılır.
Havuzun doğu kıyısında ise aslan figürü bulunur. Ancak gerek Maiandros heykeli, koruma amaçlı olarak Milet Müzesine kaldırılmış ve orada sergilenmektedir. Aslan heykeli ise, kaçırılarak götürüldüğü Paris Louvre Müzesinde sergilenmektedir.
Günümüzde burada heykellerin beyaz çimentodan yapılmış kopyası bulunuyor.
Bir zamanlar, aslan heykelinin ağzından ve tanrı heykelinin kaidesinden gelen su ile, havuz dolduruluyormuş.
Stadion
Faustina Hamamları bölgesinde, Tiyatro Limanının güney tarafındadır. Stadiun: MÖ 197-160 yılları arasında Bergama Kralı II Eumenes tarafından yaptırılmıştır. Bu durum, yani Stadion yapımına Kral Eumenes’in maddi desteği, Sadion batısında bulunan propylondaki yazıtta belirtilmiştir.
Seyirci oturma yerleriyle birlikte düzenlenen yapı: düzlük bir arazidedir. Uzunluğu 230 metre ve genişliği 74 metredir.
Kutsal Kapı-Demir Kapı
Kutsal yola açılmaktadır. MS 5’nci yüzyılda Roma İmparatoru Trajan zamanında restore edilmiştir.
Kutsal Tören Yolu
100 metre uzunluğundadır. Genişliği ise 28 metredir. Kaldırım taşları, Roma döneminde onarılmıştır. Tören yolundan ilerlerseniz, Anıtsal çeşme kalıntılarıyla karşılaşacaksınız.
Nymphaion-Kent Çeşmesi
Senato Binasının karşısındadır. Yapıya ulaşan su, yapının arkasındaki su kemerlerinden gelir. Su kemerlerinden gelen su, depolarda toplanır ve Nymphaion çeşmesine gelirdi.
Aynı zamanda şehrin çeşitli yerlerine de dağıtılırdı. Yapının cephesi üç katlıdır ve bu cephede bulunan 27 tane nişte heykeller vardı.
Delphinion-Açık Hava Tapınağı
Şehrin en önemli dini merkezi yani ana tapınağı: Apollon Delphinios’a adanmıştır.
Bu “Yunuslu Apollon” kültüdür. Delphin yani yunus: zeki ve müzik seven bir balık olduğundan Apollo’ya adanmış bir hayvandır.
Zaten: Apollon aynı zamanda denizciler ve gemicilerin koruyucusudur. Delphoi ismini açıklamaya çalışan eski bir söylentiye göre: “Tapınağı için rahibe ihtiyaç duyan Apollon, ufukta bir Girit gemisi görür, bir yunus biçimine girerek, gemicileri, tapınağın bulunduğu yere sürekler.”
Tapınak ve sığınma yeri olarak düzenlenen alan: yüksek duvarlarla çevrili olarak tasarlanmıştır.
Kutsal alanın ortasında bir “Heroon” yani bir kahraman anısına yapılmış anıt bulunmaktadır.
Günümüzde burada görülen kalıntılar, Helenistik dönemde yapılıp, Roma döneminde değişiklik geçiren bir yapıya aittir. Çoğunlukla kullanılan pembemsi taşlar, yapıya özgün bir görünüm kazandırır.
Kazılar sırasında burada ortaya çıkarılan yaklaşık 200 yazıt, kentin tarihi açısından büyük önem taşımaktadır.
Heroon
Helenistik Heroon I, kentte ortaya çıkarılmış en eski anıt mezardır.
MÖ 100 yılı civarında inşa edildiği düşünülen anıt mezarın ölçüleri: 34 x 29 metredir. Yapının merkezinde mezar odası vardır.
Odanın batı kısmında beş tane mezar nişi bulunur. Yapının büyüklüğü ve özellikle şehir merkezinde bulunması: mezarın Miletli önde gelen ailelerden birine ait olduğunu düşündürmektedir.
Her yeni yıl başlangıcında ve İlkbaharda (Nisan-Mayıs) kentin en önemli festivali olan “Apollon Delpninios Festivali” düzenlenirdi.
Yine bu festival sırasında, kentin yöneticilerinin yemin töreni, vatandaşlığa kabul töreni burada yapılırdı.
Günümüzde Delphinion’dan geriye sadece temelleri kalmıştır.
Sonuç olarak: burası aslında tam bir tapınak olarak kabul edilmez, çünkü yakınlarda en büyük Apollon Tapınağı bulunmaktadır. Hatta: Burası, Apollon Tapınağına kadar uzanan “Kutsal Yol” un başlangıcıdır.
Türk Hamamı
Delphinion’un hemen yanında, Türk Hamamı bulunuyor. Türk hamamı içini gezebilirsiniz.
Aziz Mikail Kilisesi
Yapı, muhtemelen MS 7’nci yüzyılda daha önce burada bulunan Dionysos Tapınağı üzerine inşa edilmiştir. Hemen yanındaki Piskoposluk Sarayının şapeli olarak kullanılmış olmalıdır. Yani, Piskoposluk Sarayı ile birlikte konumlandırılmıştır.
Burada bulunan ev: yola taşmıştır. Bu yüzden şehirde yaşayan nüfuslu birine ait olduğu düşünülmektedir. Ancak Geç Roma döneminde, Piskoposluk Sarayına dönüştürülmüştür.
İLYAS BEY KÜLLİYESİ
Akköy ve Balat ilerisinde Milet Müzesi yolunda sağ taraftadır. Milet ören yerinden buraya yürüyerek gidebilirsiniz. Agoradan 200 metre ve Kutsal yoldan 1 km uzaklıktadır.
Anadolu Beylikleri döneminden kalmadır. Külliye: Menteşoğulları Beylerinden İlyas Bey tarafından, 1404 yılında yaptırılmıştır. Menteşe Beyi İlyas Bey: Timurlenk’in yakaladığı karısının güvenli bir şekilde iade edilmesinden sonra adak olarak inşa ettirmiştir.
Külliye: cami, medrese ve hamamdan oluşmaktadır. Medrese ve hamamlar arasında bir çeşme vardı. Bu yapıların çevresi ise mezarlık olarak kullanılmıştır. Hamamlar, medrese ve çeşme günümüze sağlam olarak ulaşmamıştır, ancak cami yapısal bütünlüğünü koruyarak günümüze ulaşmıştır.
Cami ve Han
Cami: 18 x 18 metre boyutlarında, kare planlıdır. Taş yapısı ve iki kubbesiyle dikkat çeker.
Caminin dışındaki küçük mezarlıktan ilerleyerek caminin avlusuna girebilirsiniz. Cami girişinin her iki yanında bir mermer bulunmaktadır.
Bu mermerin üzerine işlenmiş geometrik süslemeler dikkat çeker. Daha sonra iç mekana girilir. İç mekan oldukça geniştir. İç mekanın tabanı, tuğlalarla örülmüştür, köşelerde kubbeyi destekleyen Türk üçgenlerini görmek mümkündür.
Türk üçgenleri olarak kabul edilen bu sistemde: geometrik olarak üst üste binmiş üçgenlerin asıl amacı bir süsleme değil, kubbenin ağırlığının duvarlara eşit olarak dağılmasını sağlamaktır.
Caminin minaresine çıkış, içeriden merdivenle sağlanır. Minare zaman içinde yıkılmış ve harap durumdadır.
Han: Menteşoğulları döneminden kalmadır. Dörtgen şeklindeki 2 katlı bina: ortada avlu ve çevresinde tonoz çatı örtülü, ahır ve odalardan oluşmaktadır. Günümüzde: Müze ve Park alanı olarak kullanılmaktadır.
MİLET MÜZESİ
Antik Milet kenti içinde, Balat Köyü yakınlarındadır. Müze 1973 yılında ziyarete açılmıştır. Ancak bu müze binası, yapısal sorunlar nedeniyle kapatılmış ve 2011 yılında yeni müze binası ziyarete açılmıştır. Küçük bir müzedir. Muhtemelen müzeyi gezmek için 30 dakika zaman ayırmalısınız.
Bahçe bölümü
Müzenin bahçe bölümünde: Milet şehrinin sembolü olan aslan heykelleri, yazıtlar, mezar stelleri, lahitler, sütunlar ve diğer mimari elemanlar sergileniyor.
Kapalı teşhir alanı
Burada: Milet, Priene ve Didim Apollon Tapınağında bulunan eserler sergilenmektedir.
Milet antik kenti bölümünde
MÖ 20-15’nci yüzyıllara ait Minos dönemi mutfağı canlandırılmaktadır. Ayrıca: Zeytintepe Apollon Tapınağına giden kutsal yol buluntuları, Apollon Tapınağı adak eşyaları sergileniyor. (Tanıtım yazısında belirtmiştim, en önemli eserler İngiliz Charles Newton tarafından çalınarak Londra’ya götürülmüştür.)
Priene antik kenti bölümünde
Anadolu’nun Pompei’si olarak tanınan Priene antik kenti, özellikle zengin evleri ile tanınır. Evet: müzenin kapalı alanında bulunan vitrinlerde: çeşitli dönemlere ait sikkeler, süs eşyaları, cam koku şişeleri, bronz eşyalar, figürünler, pişmiş toprak eşyalar ve Menteşoğulları Beyliği dönemine ait İlyas Bey Camiinde bulunan buluntular sergileniyor.
1995 yılında, Aydınlı bir çiftçi, tarlasını sürerken bir küp Osmanlı-Venedik altın ve gümüşünden oluşan define bulur, definenin bir kısmı müzede sergileniyor.
PRİENE
Didim merkeze 40 km uzaklıktadır. Didim-Güllübahçe yolu üzerinden buraya ulaşmak mümkündür.
Priene kelime anlamı “Hisar Yurdu” demektir. Çünkü şehir Menderes Nehrinin üzerindeki bir yamaca kurulmuştur.
Priene kentinin ilk yerleşim yeri, günümüzde bilinmemektedir. Çünkü büyük olasılıkla Maindros nehrinin çamurlarına gömüldüğü kesindir. Bu ilk şehirden günümüze hiçbir yazıt gelmemiş, sadece bir sikke ulaşmıştır.
Kent, MÖ 350 yıllarında bugünkü yerinde yeniden inşa edilmiştir. İyonlar tarafından kurulduğu kabul edilmektedir.
Bu yer: günümüzden binlerce yıl önce tamamen deniz olan Söke Ovasında, denizin kenarındadır. Çünkü: Prieneliler denizcilikle uğraşıyorlardı.
Yeniden inşa edilirken mimari stil olarak “Hippodamos Planı” uygulanmıştır. Hippodamos: Miletli bir şehirci ve mimardır. Mimari planı oldukça güzeldir ve bu yüzden Priene şehri de Helenistik çağın en güzel şehirlerinden birisi olarak bilinir.
Kentin: bilinen 2 limanı vardı.
Bunlardan en büyük liman, güneyde bulunan “Naulochos Limanı” idi.
MÖ 494 yılında, İyon Birliği ve Persler arasında yapılan Lade Savaşına, Prieneliler 12 gemiyle katılmışlardır. Savaş sonunda İyon donanması yenilince, bölgedeki diğer şehirler olan Milet ve Didyma gibi Priene şehri de Persler tarafından yakılıp yıkılmıştır.
MÖ 2’nci yüzyılda, Büyük İskender Priene şehrini ziyaret eder ve şehirdeki inşa faaliyetlerine destek sağlar.
MS 4’ncü yüzyılda şehir yeniden kurulur. Ancak Romalılar buraya geldiklerinde, Menderes nehri tarafından yığılmaya başlayan alüvyonları görmüşler ve bu alüvyonların burayı kapatacağını düşünerek, bina yapmaktan kaçınmışlardır. Bu yüzden diğer antik kentlerde olduğu gibi, burada dev Roma yapıları görülmez.
Ardından: Menderes nehri, yavaş yavaş denizi alüvyonlarla doldurmaya başlamış ve günümüzde deniz ören yerine oldukça fazla uzakta kalmıştır.
MS 13’ncü yüzyılda, şehrin çevresinin bataklık olması ve depremler sonucu yapılardaki hasarlar nedeniyle, şehir tamamen terk edilmiştir.
BİAS
Priene kentine önem kazandıran başlıca etkinlerden birincisi: antik çağın yedi bilgininden birisi olan Bias’ın bu şehirde yetişmesidir.
Bias: verdiği iki öğüt sayesinde ünlenir.
1’nci Öğüt
Lidya kralı Kroisos: İonyayı ele geçirdikten sonra Ege adalarına saldırmak için bir donanma hazırlatmaya başlar. Bu sırada: Ege adalarında yaşayanları korumak isteyen Bias: Sardes şehrine gelir. Kral Kroisos’a adalıların, bir atlı alayı oluşturarak, karşı saldırıya geçeceklerini söyler.
Kral, bundan çok hoşlanır ve şöyle söyler “Hiçbir şey, adalıların ünlü Lidya atlıları ile karada savaşa atılmaları kadar beni sevindiremez.”
O zaman, karşılık olarak Bias şöyle der “Karacı Lidyalıların kendileriyle denizde savaşmaya hazırlandıklarını duyunca, sizce adalılar ne düşünüyorlar” Kral Kroisos karşısındakinin ne demek istediğini anlar ve gemi yapımına son verir.
2’nci Öğüt
Bias: Panionionda toplanan İonyalılara, yurtlarını bırakıp, hep birlikte Sardinia adasına yelken açmalarını öğütler. Orada yeni bir kent kurarak, refah içinde yaşayabileceklerdir. Phokaialılar, bir süre önce benzer öğütlere uymuşlardır.
Teoslular da bir süre sonra öğütlere uyarlar. Ama İyonyalılar Bias tarafından verilen öğütlere uymazlar, bir türlü yurtlarını bırakmayı kabul etmezler. Ancak sonrasında Lidya topraklarını, Persler ele geçirir.
Bias; bu öğütleri nedeniyle öyle büyük bir üne kavuşur ki, çok zaman sonra “ Yeni Priene” şehrinde Makedonya kralı Büyük İskender ile aynı şekilde onurlandırılmıştır.
PANİONİON
Panionion için seçilen yer, Priene şehri topraklarında bulunuyordu.
Buranın yönetiminden, büyük ölçüde Prieneliler sorumluydu.
Örneğin: bir takım toplantılara başkanlık edecek kişiyi Prieneliler seçiyorlardı.
Panionion’un kurulduğu kıyı şeridi üzerinde: Samoslular da hak iddia etmişlerdi. İki kent arasındaki anlaşmazlık, yüzyıllarca sürer. Ama genelde sürekli olarak Prieneliler üstün gelirler.
ARKEOLOJİK KAZILAR VE ÖREN YERİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
Priene ören yerindeki ilk arkeolojik kazı çalışmaları, 1765-1769 yılları arasında İngilizler ve 1800’lü yıllarda ise Almanlar tarafından yapılmıştır.
Tüm bu kazıların sonucunda ise, şehrin tamamen soyulduğu ve harap edildiği anlaşılır.
GÜNÜMÜZDEKİ DURUM
Günümüzde: Güllübahçe kasabasında bulunan bilet gişesi önüne aracınızı park edip, gişeden bilet alarak ören yerini gezebilirsiniz. Giriş ücretidir.
Kalıntılar, başka yerlerdekilere oranla daha iyi korunarak günümüze ulaşmış ve ziyaretçilerin en uygun şekilde bunları görebilmelerini sağlayacak düzenleme yapılmıştır.
Şehrin Kapıları
Şehrin 3 kapısı vardır. Bunlar: bir tanesi batıda ve diğer iki tanesi doğudadır.
Ana giriş kapısı: Doğu Kapısıdır. Kapı: uzun bir yokuş yoldan sonra ulaşılan Tiyatro’nun kuzey doğusundadır.
Doğu kapısı: bir zamanlar Priene şehrinin en ihtişamlı kapısıydı. Buradan, sur önündeki mezar alanları boyunca komşu Magnesia kentine gidiliyordu.
Akropolis-Telonia
Şehrin Akropolü 230 metre yukarıda dağın eteğindedir.
Telonia’da bir garnizon vardı. Dört aylık bir dönem için seçilen komutanın görev süresi içinde, garnizondan ayrılması yasaktı.
Dorukta savunma duvarlarının bazı parçalarından başka kalıntıya rastlanılmıyor. Buraya tırmanabilirseniz, tüm kenti ve Maindros nehrinin menderesler çizerek, ufka doğru ilerlediği ovayı içine alan harika bir manzarayı görebilirsiniz.
Yukarıya, kayalığın sarp tarafındaki dar bir patikadan çıkılıyor, ancak yol oldukça zor ve zahmetlidir.
Yukarı çıkmaya niyetlenirseniz, yolda bazı kaya kabartmaları ile heykel kaidelerinin bulunduğu, küçük ve sevimli bir kutsal yer ile karşılaşacaksınız.
Demeter Tapınağı
Akropolisin aşağısındaki yamaçtadır. Demeter: tapınağın yani bakliyatların tanrıçasıdır.
Apollon Tapınağı
Antik kalıntılar arasında ilk dikkati çeken: yan yana dizilmiş Apollon Tapınağının sütunlarıdır. Bu sütunlar, metrelerce yüksekliktedir ve antik dönemin görkemli mimarisini yansıtırlar.
Tiyatro
Şehirdeki bir diğer ilgi gören kalıntı: Antik tiyatrodur. MÖ 350 yılında inşa edilmiştir. Sonraki dönemde yani Roma döneminde Tiyatroya herhangi bir eklenti yapılmamıştır ve bu durum tiyatronun önemini arttırır.
Tiyatronun antik döneme ait sütunları ve taşa oyularak yapılmış koltukları ilgi çeker.
Tiyatronun Cavea yani seyirci oturma yerleri 50 sıralıdır ve 5000 seyirci kapasitelidir. Ayrıca tente delikleri görülmektedir, güneşli havalarda Cavea bölümünün üstünün kapatıldığı düşünülmektedir.
Orkestra bölümü iki katlıdır. Günümüzde sadece alt katı görülebilmektedir. İlk yapıldığında, Tiyatroda: Dionysos şerefine oyunlar oynandığı tahmin edilmektedir.
Çünkü bu oyunların oynandığı tahta döşemeli proskenion bulunur. Dionysos sunağı: orkestranın kenar yuvarlağında görülebilir.
Athena Tapınağı
Şehrin batı bölümündedir. Ana yolun kuzeyindeki bir terasa MÖ 4’ncü yüzyılda kurulmuştur.
Yani, şehrin en hakim yerinde deniz seviyesinden 97 metre yüksektedir.
Büyük İskender, Efes şehrindeki Artemis Tapınağı için sunduğu öneriyi, Priene şehrinde kurulan Athena Tapınağı için tekrarlar. Yani, tapınağın yapım masraflarını karşılayacak, karşılığında ise ithaf hakkı kendisine verilecektir.
Prieneliler, Efesliler kadar mağrur ve bağımsız ruhlu ya da belki zengin olmadıklarından, öneriyi kabul ederler.
Prienedeki ilk kazılarda, İskender’in adını taşıyan ithaf yazıtı bulunur. Yazıt: diğer tapınaklarda olduğu gibi, sütunlar üzerinde arkhitrava da değil, tapınağın bir duvarına yerleştirilmiştir.
Çünkü yapının ithaf edildiği dönemde, henüz sütunların üzerindeki arkhitrava ulaşılmamıştır.
Ancak birçok antik buluntuda olduğu gibi, bu yazıt ta çalınır ve günümüzde Londra British Museum’da sergilenmektedir.
Tapınak yapısının mimarı: Mausoleum’un mimarı Pytheos’tur. Pytheos: buradaki tapınağı planlarken ve yaparken, tapınak mimarisine yeni bir boyut kazandırmıştır.
Merdivenle çıkılan bu tapınak: ön yüzünde 6 kolon bulunur. Ayrıca: 24 tane yivli sütun vardır.
Kutsal alana: anıtsal bir kapıdan girilir.
Sonra: dikdörtgen şeklinde boş bir yapıya ulaşılır. Burası sunak bölümüdür ve MÖ 2’nci yüzyılda yapılmıştır. Günümüzde burada bir şey bulunmasa da ilk yapıldığında sunağın figürlü kabartmalarla süslü olduğu tahmin edilmektedir.
Bu sunak alanının batısında, tapınak bulunur.
Bir zamanlar Tapınakta altın ve fildişinden yapılmış bir Athena Heykeli bulunduğu düşünülüyor. Günümüzde, heykelin sadece kaidesi bulunmaktadır.
Tapınakta bulunan Athena Heykelinin kaidesinin altında, 1870 yılında resimli gümüş drahmiler ve bazı takılar bulunmuştur.
Bouleuterion
Günümüzde şehirde en iyi korunmuş yapılardan birisidir. MÖ 150 yılında yapılmıştır. Yapının boyutları 20 x 21 metredir. Kareye yakın formdadır. Yapının üstü ahşap çatı ile örtülüdür. Ayrıca: Hestia’nın kutsal ateşi, burada sürekli olarak yanıyordu.
Yapıda, aynı anda 500 meclis üyesi bulunabiliyordu. Üç duvara paralel oturma sıraları vardır. Kuzey kısımda 16, doğu ve batı taraflarda ise 10’ar tane basamak bulunur. Yabancı diplomatlar burada kabul ediliyordu.
Günümüzde yapının ortasında: üzerinde tanrı büstleri bulunan bir sunak görülür. Her meclis toplantısından önce bu sunakta kurban törenleri yapılırmış.
Bazilika
Athena Kutsal alanının güney galerisinin yapı malzemeleri devşirme malzeme olarak kullanılarak yapılmıştır. MS 5-6’ncı yüzyıla tarihlenir. Bazilika, Piskoposluk kilisesidir.
Kilisenin arkasında, Papazın hitap kürsüsü görülür. Kilisenin yarım yuvarlak apsisi ise, doğudadır.
Agora
Şehrin merkezindeki Agora, MÖ 3’ncü yüzyılda yapılmıştır. Burası şehirde ticaret ve siyasi hayatın merkezidir. Toplamda iki blokluk bir düzendedir. Boyutları ise: 75 x 46 metredir.
Agoranın ortasında: Hermes’e adanmış bir sunak vardır. Bu sunağın doğusunda ise, iki platform görülmektedir.
Kutsal Stoa
Agoranın kuzeyindedir. MÖ 2’nci yüzyılda yapılmıştır. Burada bulunan bir yazıta göre: Stoa, Kapadokya Kralı VI Ariarthes tarafından yaptırılmıştır. Agora’dan Stoa’ya 6 basamaklı bir merdivenle çıkılır.
Stoa’nın ön yüzünde: 49 tane Dor sütunu vardır. İç kısımdaki sütunlar ise 24 tanedir. Stoanın arka kısmında: 15 tane oda bulunur.
Bu odalardan batıda bulunan 9’ncu odada: İmparator Augustus’un tapındığı tahmin edilmektedir. Çünkü odanın duvarındaki kitabede, o dönemde Julian takvimi kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Zeus Kutsal Alanı
Agoranın doğusundaki kutsal alan, MÖ 3’ncü yüzyıla tarihlenir. Tapınak İon düzenindedir. Ancak tapınağa ait buluntular, Alman araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalar sırasında çalınarak Almanya’ya götürülmüştür.
Günümüzde bunlar Berlin Müzesinde sergileniyor. Tapınağın naos bölümündeki heykel kaidesi oldukça büyüktür. Muhtemelen hem Zeus ve hem de karısı Hera’nın burada tapınım gördüğünü düşündürür.
Evler
Şehirde: doğu-batı yönünde, 7 metre genişliğinde 6 cadde vardır. Bunları dik kesen 15 tali yol vardır, bunların genişlikleri ise 3.5 metredir. Yani, şehir 80 eşit alanlı bloğa göre düzenlenmiştir. Blokların boyutları: 35.40 x 47.20 metredir. Her bloğa 8 ev yerleştirilmiştir.
Aristo: evlerin bu şekilde yerleşmesini savunma açısından uygun bulmaz. Evlerin eski yönetme, düzensiz olarak kurulmasının daha iyi olduğunu çünkü paralı askerlerin şehre girip çıkmasının daha zor olduğunu yazar. Bu yüzden, her iki sistemin bir arada kullanılması gerektiğini belirtir.
Bu evler ile Pompei şehrindeki evler arasında büyük benzerlik vardır. Evlerin caddeye bakan duvarları tamamen taştır. Evin odalarının yüksekliği 4.6 ile 6.1 metredir. Bazı evler merdivenle çıkılan iki katlıdır.
Bazı evlerin pencerelerini kapatmak için toprak levhalar kullanılmıştır. Pencereler camsızdır ve dışarıdan içerisi görülmeyecek yüksekliktedir. Işık ve hava: avluya bakan kapılardan sağlanıyordu.
Büyük İskender Evi
Bu evlerden birisi “Büyük İskender Evi” olarak tanımlanmaktadır. Ev, Kibele Tapınağının hemen doğusundadır. Evin planı, bölgedeki diğer evlerin planlarından farklı değildir.
Evin geniş avlusu, kült odalarıyla çevrilidir. Bu kült odalarına, sadece beyaz giysilerle girilebiliyordu. Büyük İskender’in; MÖ 334 yılında Milet kuşatmasında burada kaldığı tahmin edilmektedir.
Büyük İskender’in Athena Tapınağına yaptığı yardımlar nedeniyle, Prieneliler, bu evi İskender’e şükranlarını sunabilmek ve dua edebilmek için ibadethaneye çevirmişlerdir.
Evin ufak odalarından birinde, kurban masası bulunur. Bu evde bulunan bir heykel, Alman araştırmacılar tarafından Almanya’ya kaçırılmıştır. Heykelde dönemin Helen karakteri net olarak görülmektedir.
BAFA GÖLÜ
Bafa gölü, Didim merkeze 10 km uzaklıktadır. Söke-Milas karayolunun doğusundadır. Bafa Gölü: günümüzden binlerce yıl önce, Ege Denizinin Latmos isimli bir koyudur.
Ancak Büyük Menderes ırmağı tarafından taşınan alüvyonlar nedeniyle, dolmuş ve denizle ilişkisi kesilmiş ve bir lagün haline gelmiştir.
Gölün azami derinliği 25 metredir. Deniz seviyesinden 2 metre yüksektedir. Su kaynağı: Büyük Menderes nehrinin düzenli taşkınları ve çevredeki dağlardan gelen yeraltı ve yerüstü sularıdır. 1994 yılında Bafa Gölü ve Menderes Deltası “Milli Park Statüsü” kazanmıştır.
Zeytin Ağacı
Göl kıyısında bulunan bir zeytin ağacında yapılan karbon testinde, ağacın 2400 yaşında olduğu saptanmıştır. Ağaç “kültür mirası” olarak koruma altına alınmıştır.
Bafa Gölü Kamp Alanı
Bafa gölü bölgesinde, Kapıkırı köyünde kocaman bir kamp alanı vardır. Burada kamp yapmak mümkündür.
LATMOS-HERAKLİA
Bafa gölünün güneyinde, Çam içi Köyünden sonra: anayoldan ayrılan 10 km lik asfalt yoldan buraya ulaşılır.
Beşparmak dağı, antik dönemdeki ismiyle Latmos dağı, Anadolu’da kutsal sayılan dağlardan biridir. Latmos dağının zirvesinde: Tekerlek dağı bulunur. Burada: çok eski bir taş, yağmur ve dolayısıyla bereket kültü yeriydi.
Burada; Anadolu Hava Tanrısı ile yerel bir dağ tanrısına tapınılıyordu. Daha sonra bu tanrıların yerini Hava Tanrısı Zeus ve Ay Tanrıçası Selene’nin sevgilisi Endymion almıştır.
Son zamanlarda yapılan arkeolojik araştırmalara göre, Latmos dağının geçmişi daha da eskilere dayanmıştır. MÖ 6 ve 5 binli yıllarda yani Prehistorik çağda burada yapılmış kaya resimleri bulunmuştur. Bu resimlerin halen sayısı 170 dir.
Sonuç olarak
Latmos dağında: Hitit, Karia, Helenistik, Latmos Herakleiası, Bizans dönemi ve 13’ncü yüzyıl sonlarında Osmanlı yerleşimi ve kültürü görülür.
Dağda, sayısız mağaraya: MS 7’nci yüzyılda Arap istilasından kaçan birçok keşiş ve münzevi buraya sığınmıştır. Bu keşiş ve rahipler, Bafa gölünün çevresindeki sarp kayaları mesken tuttular.
MS 10’ncu yüzyılda Bafa gölündeki adalar ve yakın çevrelerinde bilinen, en az 13 manastır bulunuyordu. Bu manastırlar MS 11 ve 12’nci yüzyıllarda terk edilmiştir, ancak bazılarının kalıntıları günümüze kadar ulaşmıştır.
Manastırlar haricinde, dağın eteklerinde, doğal kaya oyuklarında yaşayan bazı keşişler olduğu bilinmektedir, bunlar yaşadıkları mekanları freskolarla süslemişler ve bu freskoların da bazıları günümüze ulaşmıştır.
Latmos keşişleri içinde en etkileyici olanı ise, MS 10’ncu yüzyılda yaşamış ve ünü ülke sınırları dışına taşmış kutsal genç Aziz Paulos’dur. (İsa’nın havarilerinden Paulos ile karışmaması için kendisine Genç Paulos ismi verilmiştir.)
Günümüzdeki ismiyle Beşparmak dağları üzerindeki dev kayaların çokluğu, görenleri hayrete düşürür. Bu granit kayaların bazıları: rüzgar, diğer doğal etkenler ve neolitik çağda yaşayan insanlar tarafından oyulmuştur. Kayaların içine oyulmuş mağaraların iç duvarlarında: Prehistorya döneminden kalma freskler görülür.
Gelelim Herakleia şehri ve öyküsüne
Didim Heraklia kenti, MÖ 350 yılında Karya Satrapı Mausolos’un emriyle kurulmuş bir liman şehridir. Kent: takip eden süreçte, Latmos dağı altındaki Herakleia anlamına gelen “Herakleia ad Latmos” ismini alır.
Kral: Latmos şehrinde yaşayanları, zorla bu yeni kurulan şehre yerleştirmiştir.
Herakleia şehrinde yaşayanların başlıca geçim kaynağı: ocaklardan çıkardıkları “mermer” di ve bu mermerleri Miletos ve Didyma şehirlerine satıyorlardı.
Ayrıca: şehir Latmos dağını boydan boya ataş taş döşeme yol ağıyla birçok yere bağlanmış ve bu yoldan zeytin, zeytinyağı, ünlü Karia balı ve şarap ticareti yapılıyordu.
Şehir: çevresindeki komşuları olan Milet ve Priene şehirleri gibi Hippodamik mimari stilde inşa edilmiştir. Bu düzene göre, şehir birbirini kesen caddelerden oluşur. Satranç tahtasındaki desenlere benzeyen bir planda kurulmuştur.
Roma döneminde şehir oldukça sönüktür
Çünkü: MÖ 1’nci yüzyılda şehirde bir doğa olayı gerçekleşir. Menderes nehrinin taşıdığı alüvyonlar, Heraklia’nınn deniz bağlantısını bitirir ve bunun sonucunda, şehrin deniz ticareti potansiyeli sona erer.
Sırtını aşılmaz dağlara dayamış halde kurulu olan Herakleia şehri, MÖ 50’li yıllarda Didim Latmos körfezinin dolmasıyla tamamen önemini kaybeder.
Bizans döneminde ise, Heraklia şehrinin yıldızı yeniden parlar.
Çünkü: MS 7’nci yüzyılda Ege kıyılarında ve adalarda, Arap saldırılarından kaçan irçok keşiş ve din adamı, Latmos dağında yaşamaya başlar. Bu din adamları nedeniyle, bölgeye birçok göçmen de gelip yerleşir. Beraberinde bölgeye çok sayıda manastır kurulur.
Muhtemelen bu dönemde Latmos bölgesinde 13 tane manastır bulunduğu söyleniyor, bu manastırlardan sadece 2 tanesi ismi ve bulunduğu yer tespit edilebilmiştir.
Didim Latmos körfezi: bu dönemde Anadolu’nun en büyük dini merkezlerinden biri haline gelir ve bu süreç yaklaşık 400 yıl sürer.
Ancak: Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle birlikte manastır hayatı duraksar, Haçlıların Selçukluları yenmesiyle yeniden canlanır.
MS 9’ncu yüzyılda, Heraklia şehri Piskoposluk merkezi olarak görülür. Piskopos: kent merkezinde, güneyde, kale içindeki özel bir yapıda oturuyordu. Ayinler ise, kıyıda bulunan (günümüzde sular altındadır) Piskoposluk kilisesinde düzenleniyordu.
MS 10’ncu yüzyılda Heraklia şehrinin, denizle olan bağlantısı tamamen biter.
ŞEHİRDE GÜNÜMÜZE ULAŞAN KALINTILAR
Kapkırı Köyü
Didim Bafa gölüne gittiğinizde, gölün karşı kıyısında Kapıkırı köyüne gidin. Kapkırı köyü ve antik Heraklia şehri, dağların göle doğru uzanan kıyısında bulunmaktadır.
Didim Kapkırı köyünde, Bizans kilisesini gezebilirsiniz. Antik şehrin kalıntıları üzerine inşa edilmiş Kapkırı köyünde, evlerin bahçelerinde antik Heraklia şehrinin Karya süslemeli bahçelerinin izlerini görebilirsiniz.
Köyün yakınında Latmos dağının eteklerinde küçük bir yıkıntı göreceksiniz. Burası: Endymion’un ebediyen uyuduğu yerdir.
Özellikle bir “Dolunay” gecesinde orada olursanız Ay Tanrıçası Selena’nın uyuyan Endymion’u ziyaret etmesini görebilirsiniz. Hele bir de aşıksanız, Zeus belki sizin de isteğinizi soracaktır. Evet, efsane, inanıp inanmamak size kalmış, biz efsaneyi burada kesip gerçeklere devam edelim.
Surlar
Çok engebeli ve kayalık bir arazi üzerine kurulan antik şehrin çevresi, 65 kule ile takviye edilen 6.5 km uzunluğunda sur ile çevriliydi.
Surların yüksekliği 5.5 metredir. Sur duvarlarında kulelerden kulelere geçiş için yapılmış yollar, günümüzde de köylüler tarafından kullanılmaktadır.
Surların Helenistik dönemde, MÖ 287 yılında Lysimakhos tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir.
Sur duvarları: düzgün dikdörtgen ve kare taş işçiliği gösterir. Surlar, yer yer göl seviyesinden 500 metre kadar yüksekliğe kadar gider.
Surların büyük bölümü, günümüzde bütün ihtişamı ile ayakta durmaktadır.
Athena Tapınağı
Limanın arkasında uzanan kayalık arazide, göl kenarındaki doğal bir burun üzerindedir. İki sütunlu Helenistik dönem yapısıdır. Kentin en iyi korunarak günümüze ulaşmış yapısıdır. ehir, MÖ 287 yılında Romalı General Mizimahos tarafından fetih edilir.
Agora
Athena tapınağının doğusundadır. 2 katlıdır. Kare planlıdır. Günümüze sadece birinci katı ulaşmıştır. Agorada bulunan dükkan ve hanların yerleri bellidir. Güney taraftaki duvarlar, gayet güzel işçilik örneğidir. Günümüzde burada bir ilkokul bulunuyor.
Bouleterion
Agoranın doğusundadır. Yapı “U” planlı ve köşelidir. Kuzeydoğu çevre duvarları iyi korunarak günümüze ulaşmıştır.
Mezarlar
Kent içinde çeşitli yerlere dağılmış durumda 2500 kadar mezar bulunduğu tespit edilmiştir. Bu mezarların çoğunluğu, kayaya oyulmuş sanduka şeklindeki mezarlardır.
Bu mezarlar: birbirine bitişik ve yan yana olarak kayalara oyulmuştur ve her birinin üzerinde ayrı bir kapak vardır. Mezarlardan bazıları ise, kıyıya çok yakın ve göl üzerindeki kayalara oyulmuştur.
Latmos Tiyatrosu
Kentin kuzeydoğusundadır. Tiyatroda herhangi bir resmi kazı çalışması yapılmamıştır. Zaten günümüzde tiyatro adeta bir zeytinliğe dönüşmüştür. Oturma sıralarının mermerleri başka yerlere taşınmıştır, bu yüzden çok az sıra kaplaması kalmıştır.
Muhtemelen 15 oturma sırası olan bir tiyatro olarak değerlendiriliyor. Mermer oturma taşları altına kaba taşlar dizilmiştir. Seyirci kapasitesi muhtemel 14 bin kişiliktir.
Endymion Kutsal Alanı
Şehrin sahili ve adalara giden yol üzerindedir. Buranın önemini anlamak için burasıyla ilgili anlatılan bir efsaneyi bilmek gerekir.
Şöyle ki “Latmos dağını daha iyi anlayabilmek için bir efsaneyi bilmek gerekir. Bir zamanlar bu dağlarda sürülerini otlatan bir çoban varmış. Kavalından başka bir varlığı olmayan çobanın ismi Endymion’dur. Endymion: geceleri dağda sere serpe uyurken, kendisini sadece Ay Tanrıçası Selena görür ve ona vurulur.
Selena, her gece gelir ve delikanlının üzerine eğilip gövdesinin ışınlarıyla sarılıp öper. Her öpüşte, gövdesi daha da aydınlanır, tepeden tırnağa nur kesilir.
Ancak Ay Tanrıçası Selena mutsuzdur, çünkü bir tanrıçanın ölümlü bir insanla birlikte olması Zeus yasalarına aykırıdır. Onlar da gizli gizli Bafa kıyılarından yükselen Beşparmak dağlarının eteklerinde buluşurlar. Bafa gölünü çevreleyen bu dağlar, ayın en güzel parladığı yerdir.
Çünkü Ay Tanrıçası Selena sevdiği çobanı görmek için en güzel ışıklarını, en parlak biçimde buraya aktarırmış.
Tanrılar tanrısı Zeus, Selena ve Endymion’un bu sevgisinden etkilenir, yoksul çobana bir armağan vermek ister ve “Dile benden ne dilersen” diye sorar. Endymion “ Ölümsüz bir uykuyla uyumayı “ diler. Zeus’da kendisini sonsuz uykuya yatırır.
Herakleia Adası
Didim Kapkırı köyünün hemen karşısında, üzerinde bir manastıra ait kalıntılar bulunmaktadır. Manastır Bizans döneminden kalmadır. Ada eskiden Herakleia şehir surlarının bir parçasıymış.
Bu durum, yani bir kısım sur kalıntısı, adanın üzerinde hala görülebilmektedir. Ayrıca yine bu ada, endemik kuş türlerinin üreme alanıdır.
BÖLGEDEKİ MANASTIRLAR
YEDİLER MANASTIRI
Manastıra Didim Gölyaka köyünden ulaşmak mümkündür. Yol işaretlerini izleyerek kolayca bulunur.
Latmos dağlarındaki 7 manastır içinde en büyük manastırıdır. Kellibara olarak da bilinir. Muhtemelen MS 10’ncu yüzyılda inşa edilmiştir.
Yapı, çevreye zarar vermemek için oldukça dikkatli bir şekilde inşa edilmiştir. Kayalar birbirlerine zincirleme bağlanmış ve yapıların birçoğu bu kayaların üzerine inşa edilmiştir. Bu doğal ve devasa kayalar aynı zamanda vahşi hayvanların ve düşmanların da manastıra girmesini engellemiştir.
Surlarla çevrili bölümde: 2 kilise ve 1 şapel vardı.
Manastırın doğu bölümünde bir avlunun içindeki mantar biçimli kayayı mutlaka görünüz. Bu kayanın iç duvarında “kaya resimleri” bulunmaktadır. Bu resimlerde: İsa’nın doğumu, vaftiz edilişi, çarmıha gerilişi, mezara konulması ve gökyüzüne çekilmesi sahneleri bulunmaktadır. Bu sahneler: eski Yunanca olarak yazılı açıklanmıştır.
Günümüz
Manastırın harabelerine ulaşmak mümkündür. Heraklia şehri kalıntılarına gelmeden önce, Didim Gölyaka köyünden yukarıya doğru yolu izleyerek buraya ulaşabilirsiniz. Bu yol kırmızı boyalarla işaretlenmiştir ve manastıra gitmektedir. Yaklaşık 2 km uzaklıktadır.
Manastır kompleksi günümüzde sağlam duvarlarla çevrilidir. Kompleks içinde, iki avlu bulunur. Büyük avlunun doğu bölümünde yemekhane vardır. Yemekhanenin tabanı dikdörtgen biçimdedir. Ayrıca bir küçük hamam bulunur.
Yemek yenilen yemekhane bölümü uzatılmış yarım kubbeli bir hol biçimindedir. Burada ilaveten mutfak ve kiler bölümleri de bulunuyormuş.
Büyük avlunun güneydoğu bölümünde ise iki şapel ve şapel olarak kullanılmış bir mağara görülür. Batıdaki avlunun kuzeyinde kale bölümü vardır.
Kale bölümü, kayalık girişiyle oldukça korunaklı bir konumdadır. Kale bölümüne tırmanırsanız, küçük odacıkları ve pencerelerinden muhteşem manzarayı görebilirsiniz.
Avlulardan birindeki bir şapelde duvar resmi görülür
Bu duvar resminde: İsa ve iki aziz görülür, bu azizlerden birisi Arsenios’dur.
Manastırın başrahibi olan Arsenios, buraya gömülmüştür. Kaya oyuklarının birinin tavanında diğer fresk türü resimler görülür. Bu kaya oyuğu mağara özelliği taşımaz, üç kısmı açıktır ama “Yediler Mağarası” olarak isimlendirilir. Bu mağaradaki resimler muhteşem güzeldir.
PANTOKRATOR MAĞARASI/AK AVLU MANASTIRI
Didim Kapıkırı ve Gölyaka köylerinin arasındaki kayalık vadidedir. Kapıkırı köyünden, Kral yolundan, şehir surlarından, tiyatrodan geçilerek yukarı uzanan patika ile buraya ulaşılır.
Kırmızı boya ile işaretlenmiş patikayı takip ederseniz, bu yolun sonuna doğru bir anıt mezar göreceksiniz. Bu anıt mezar: taş bloklar ve mermer parçalarla inşa edilmiştir. Söylenenlere göre, bu anıt mezar: çoban Endymion’a aittir.
Yolun sonunda ise bir mağara vardır. Daha doğrusu bir kaya kovuğu vardır. Mağara çevresindeki antik duvar kalıntıları: buranın arkaik ve klasik dönemlerde kullanıldığını işaret etmektedir.
Burada: içi doğal oyuk bir taş kütlesi vardır. Bunun içi sıvanarak resimlerle bezenmiştir. İç mekanda: mor renkli düz şeritlerle ayrılmış üç sahne işlenmiştir.
Bunlar: İsa’nın göğe yükselişi, Theodokos Meryem ve Azizlerin bulunduğu sahnelerdir. Ayrıca: sadece üç tanesinin başı belli olan bir sahne daha bulunmaktadır. Yine kaya resimlerinde: İsa ile birlikte 5 aziz görülür. Tamamlayıcı unsur olarak: Lucas, Paulos, Güneş ve ay resimleri vardır.
İsa’nın göğe yükselişi
Mekanın orta kısmındadır. Yarım daire formlu dış çerçevenin içindeki sahnede: tahtta oturur vaziyette Pandokrator (Her şeyin Efendisi pozu) İsa tasviri bulunur. Süslü taht, arkalıksızdır ve üzerindeki İsa’nin bir eli takdis pozisyonunda, diğer elinde ise üstü yazılı bir metin bulunmaktadır.
Mandorla, karşılıklı iki melek figürü tarafından taşınmaktadır. Meleklerin üst ve alt kısımlarında, sembolleriyle tasvir edilmiş dört incil yazarı görülür.
Theotokos Meryem
Göğe yükseliş sahnesinin hemen altındadır. Bu ikinci panoda: üzeri baldakenle örtülü bir taht vardır. Tahtta kucağında çocuk İsa ile Theotokos Meryem tasviri görülür. Kompozisyonun merkezinde Meryem bulunur.
Meryem’in sağında yan yana sıralanmış, cepheden tasvir edilmiş 5 aziz figürü ve solunda ise sadece bir figür tanımlanabilecek kadar görülür. Figürlerin baş kısımları sonradan tahrip edilmemiştir.
Üçüncü Sahne
Doğal oyuğun batı ucunda: göğe yükseliş sahnesinin tersi yönünde: biri madalyon içine alınmış, diğeri ise cepheden gösterilmiş iki figür görülür. Ancak bu sahne sonradan tahrip edildiğinden, sahne tam olarak anlaşılamamaktadır.
İsa Mağarası
Pantakrator Mağarasının 1 km doğusunda Ak Avlu Mevkiindedir.
Burada, bir kaya dokusunun her iki cephesi sıvanarak, İsa’nın hayatıyla ilgili sahneler resmedilmiştir.
Kaya dokusunun batı kısmı, taş ve tuğladan örülmüş duvarla kapatılmıştır. Bu kısmı bir de kapı açıklığı eklenmiştir.
İsa’nın doğumu, vaftiz edilmesi, göğe yükselişi ve alt kısımda ise, madalyon içine alınmış aziz tasvirleri görülür. Mavi zemin üzerine yapılmış resimler, muhtemelen Bizans dönemine aittir.
Son bir not: buraya gittiğinizde göreceğiniz gibi, mağaralarda bulunan resimlerdeki figürlerin yüzleri sonradan tahrip edilmiştir.
STYLOS MANASTIRI VE AZİZ PAULOS’UN ÇİLEHANESİ-ARAP AVLUSU
Stylos Manastırı: dış duvarlarla çevrili bir yapıdır. Bölgenin en büyük manastırıdır.
İç kalesi, oldukça yüksektir. 740 metre yüksekliktedir. Çevresi bir savunma duvarı ile çevrelenmiştir ve kuzeydeki giriş kapısı bir kule ile korunmaktadır.
Manastırdaki en kutsal yer: Aziz Paulos’un çilehanesidir.
Paulos, 880 yılında Bergama yakınlarındaki Elaia şehrinde dolmuştur. Yus civarındaki Karia manastırı başpapazı Petros’un gözetiminde yetişmiştir. Petros’un ölümü üzerine Paulos, Latmos dağına gider ve orada Meryem’e adanmış Theotokos Manastırında 8 ay geçirir.
Daha sonra başka bir manastır başpapazı, Paulos’un isteği üzerine, Paulos’u, daha önce Athanasios adlı birinin hayatının 22 yılını geçirdiği bir uçurum kenarındaki bir mağaraya gönderir.
Mağara oldukça küçüktür ve tabanı sadece 2 metre karedir.
Paulos, burada adeta bir tünek üzerinde dururcasına 12 yıl çam fıstığı yiyerek yaşar ve kerametler göstermeye başlar. Mağaranın hemen önünde, Genç Aziz Paulos’un su ihtiyacını karşıladığı küçük havuz bulunmaktadır. (günümüzde bu havuz yoktur çünkü yıkılmıştır.)
Burayı yani Stylos mağarasına ulaşmak zordur, çünkü manastırın çevre duvarlarının dışında, güneydoğudadır.
Çevresinde toplanan müritleri, manastır benzeri bir yerleşim oluştururlar ve bu yerleşim gün geçtikçe kalabalıklaşır. Bundan rahatsız olan Paulos, Simos (Sisam) adasına kaçar ve sonra tekrar Latmos dağına geri döner.
Aziz Paulos, Latmos dağının kuzeyinde, MS 900’lü yıllarda “Stylos Manastırı” nı kurar. İlk zamanlar tek nefli yapılan kilise daha sonra yanlara eklenen neflerle büyütülmüştür.
Kısa zamanda ün kazanır. Milet’ten Girit’e ve hatta Eski Rusya’dan ziyaretçileri gelir. Vatikan’dan yola çıkan bir rahip te, ona dönemin Papasının selamını getirir.
Manastır zemininin altında bulunan yuvarlak çukur sarnıç, tahıl ve şarap depolamak için kullanılmış olmalıdır.
Günümüzde bu manastırın bulunduğu yer “Arap Avlusu” ismiyle tanınmaktadır.
Paulos, 955 yılında öldüğünde, burada bulunan kendi manastırına gömülür. Evet, Paulos, henüz yaşadığı yıllarda çevresinden bir aziz olarak saygı görmüştür.
BÖLGEDEKİ ADALAR
MENET ADASI
Gölün kuzey sahilindedir. Göl kıyısına yakın ada, 370 metre uzunluktadır. Burada, bir Bizans köy harabesi bulunur. Burada, diğer adalardaki gibi manastır yoktur. Adanın güney ucunda, yonca yaprağı planında büyük bir kilise ve iki küçük şapel dışında, kuyu ve sarnıçlar görülür.
Menet adanın karşısında, anakarada kayalıklarla birleşmiş odacıklar bulunmuştur ve bu alanların Bizans döneminde nekropol olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Ada üzerindeki yerleşim Ortaçağ Bizans döneminde kurulmuş olmalıdır.
İKİZ ADALAR
Didim Bafa gölünün kuzey kıyısındadır. Burayı gezmek isterseniz: Kapıkırı Köyünden tekne kiralayıp gezebilirsiniz.
İkiz adalar, birbirine adeta bağlıymış gibi dururlar.
Doğudaki ada büyüktür. Bazen, deniz içinde kalan ince bir kumsalla karaya bağlanır. Büyük adada, küçük adadaki manastırı korumak için yapılmış bir kale yıkıntısı bulunur. Gölde yüzmek isterseniz, en ideal yüzme yeri, burasıdır.
Batıdaki ada: küçüktür. Burada bir manastır ve keşiş hücreleri vardır. Manastır üç nefli ve tonozlu bazilikal planda yapılmıştır. Manastırın giriş kapısının üstünde bir yazıt bulunur. Bu yazıta göre: bu manastır Methodios adında bir keşiş tarafından yaptırılmıştır.
Duvarlarda taş ve tuğla malzeme kullanılmış, tuğla ile süslemeler yapılmıştır. Böylece manastır duvar cepheleri hareketlendirilmiş ve duvar tekniğine bağlı olarak muhtemelen: 13 yüzyılda yapılmış olmalıdır.
Kilisenin kapı lentosundaki kitabede kilise Meryem ana Pantanassa’ya adanmış ve bu manastır Methodius adında bir keşiş tarafından yapılmıştır yazılıdır.
Bizans dönemi kaynaklarında Miletos Gölü yakınlarında erkekler manastırından bahseder buranın adı Dyo Bounoi (Çift Dağlar) dir. Bu ismin Türkçe karşılığı “İkiz” olarak tanımlanır.
KAPIKIRI ADALARI
Adanın dış surlarında bir kilise vardır. Ayrıca: iki de küçük şapel bulunur. Ada, Helenistik dönemde anakaraya bağlı bir savunma suruna sahipti.
Adada günümüze kalanlar: bir kısım duvar ve kesme taş kalıntılarıdır. Manastır: adayı çeviren bir savunma hattı ve küçük bir kale içindedir.
Manastır; içindeki büyük yapılar, temel ve duvar izlerinden tanımlanmaktadır.