Diyarbakır

Diyarbakır

Diyarbakır, tarihi ipek yolu üzerinde bulunması nedeniyle, tarihin her döneminde önemini korumuş, özellikle yaz aylarında, sıcakların aşırı yükseldiği bir yer olarak önem kazanmaktadır. Ayrıca, kalabalık ve özellikle çocukların yarattığı kalabalık ve bu kalabalık ortamda, siz, bir gezgin olarak, şehir dışından gelen bir gezgin olarak, derhal hissedilirsiniz ve bu durum size fark ettirilir.

ULAŞIM

Şehre, kara yolu ile ulaşmak mümkündür. Diyarbakır otogarı, şehir merkezindedir. Şehrin, bazı yerlere olan uzaklığı şöyledir. Diyarbakır-Ankara arasındaki uzaklık: 940 km. Diyarbakır-İstanbul arasındaki uzaklık: 1381 km. Diyarbakır-Adana arasındaki uzaklık: 536 km. Diyarbakır-Gaziantep arasındaki uzaklık: 329 km. Diyarbakır-Elazığ arasındaki uzaklık: 162 km. Diyarbakır-Siirt arasındaki uzaklık: 216 km. Diyarbakır-Ş.Urfa arasındaki uzaklık: 184 km. dir.

Buraya uçak ile gitmek isterseniz: hava alanı, şehir merkezine 6 km. uzaklıktadır. Hava alanı, askeri ve sivil amaçlar için kullanılmaktadır. Her uçuştan önce, Belediye otobüsü seferleri ve mevcut taksi duraklarındaki taksiler ile, hava alanı ile şehir merkezi arasında, ulaşım sağlanmaktadır. İstanbul-Diyarbakır arasındaki hava yolu uçuşu, yaklaşık 1 saat 20 dakika sürmektedir.

Demir yolu düşünürseniz, yine buraya ulaşmak mümkündür. Diyarbakır Tren İstasyonu şehir merkezindedir. Bölgesel trenlerin birçoğu, şehir merkezinde durmaktadır. Ancak, İstanbul-Diyarbakır arasındaki demir yolu yolculuğu, yaklaşık 32 saat sürmektedir.

Diyarbakır

TARİHİ

Yöreden, tarihi süreç içinde, pek çok uygarlık ve kavim geçmiştir. Ama, özellikle, MÖ.3000’li yıllarda, bölgede egemenlik kuran “Asurlular” karşımıza çıkmaktadırlar. Bunlar döneminde, yazılı metinlerde geçen, yörenin ismi “Amidi” dir.

Yunanca ve Latince kaynaklarda ise, şehrin ismi “Amido” ve “Amida” olarak da geçmektedir. Hatta: Arap saldırıları sırasında, yöreye yerleşen “Bekr” adında bir aşiret nedeniyle, yörenin isminin “Bekr diyarı” olduğu da söylenir.

Daha sonra bu isim “Diyar-ı Bekr” olarak söylenmiş ve 1937 yılında, Ulu Büyük Önder Atatürk tarafından “Diyarbakır” olarak düzeltilmiştir. Şehrin bu yeni ismi, 10 Aralık 1937 tarihli Bakanlar kurulu kararında tescil edilmiştir.

Daha sonraki dönemlerde: yörede egemenlik kuranlar ise: Urartular, Persler, Romalılar, Partlar, Araplar, Emeviler, Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Artuklular, Eyyübiler, İlhanlılar, Osmanlılar. Tüm bu uygarlıklar: bölgede, özellikle İç kaleyi, yönetim merkezi olarak kullanmışlardır.

Bu nedenle, son olarak, Osmanlı döneminde, Kanuni Sultan Süleyman tarafından, iç kale, 16 burç ve 2 yeni kapı ile genişletilmiştir. Diyarbakır’ın, Osmanlı hakimiyetine girişi: 1515 yılında, Yavuz Sultan Selim dönemine rastlamaktadır.

Bu dönemde, ilk kent valisi Bıyıklı Mehmet Paşa’dır. Şehir: bu dönemde, doğu-batı ve güney-kuzey yönünde geçen 2 cadde tarafından, Doğuda: Yenikapı, Batıda: Urfakapı, Güneyde: Mardinkapı ve Kuzeyde: Harputkapı omak üzere, 4 bölüme ayrılır.

Yani, 4 mahalleden oluşmaktadır. Yenikapı-Urfakapı bölgelerinde, daha çok Müslümanlar ve güney bölümde ise; Rumlar, Ermeniler, Keldaniler ve Yahudi Süryanilerden oluşan gayrimüslimler otururlar. Yıkıntıları üzerine Ulu Cami yapılan, Mar Toma kilisesi ise, kuzey bölümdedir. 1900’lü yıllara gelindiğinde, resmi kayıtlarda: bölgede 24 cami ve 21 mescit bulunduğu yazılıdır. Bunlar arasında, Ulu cami dışında, Akkoyunlular döneminden daha geriye giden yapılar, günümüze ulaşmamıştır. Akkoyunlular döneminde yapılan “Nebi cami”, Osmanlı mimari özellikleri göstermektedir. Büyük ihtimalle, bu durumun: 1531 yılında, Osmanlılar döneminde geçirdiği onarımın sonucu olduğu kesindir.

Diyarbakır tarihinde, diğer öne çıkan olaylar şunlardır

13 Şubat 1925 tarihinde, Bingöl-Genç-Piran köyünde başlayan “Şeyh Sait isyanı” esnasında, 7 Mart 1925 tarihinde, isyancılar tarafından Diyarbakır kuşatılır. Gece yarısına doğru, isyancılar, şehri baştan başa çevreleyen surların 4 kapısından saldırıya geçseler de, başarılı olamazlar ve hezimete uğrayarak geri çekilirler ve 8 Mart günü, kaçmaya başlarlar.

11 Mart günü yeniden yaptıkları saldırı da da başarılı olamazlar. 15 Nisan tarihinde yakalanan isyancılar, Diyarbakır’da kurulan İstiklal Mahkemesinde yargılanırlar ve idama mahkum edilirler, cezaları 29 Haziran tarihinde, yine Diyarbakır’da infaz edilir.

5 Nisan günü, Diyarbakır için ayrı bir anlam taşımaktadır. Diyarbakırlılar, Atatürk’e olan bağlılık ve sevgileri nedeniyle, 2 Nisan 1926 tarihinde, Diyarbakır Belediye Meclisi tarafından, Atatürk’e çekilen bir telgraf ile, hemşerilik teklif edilmiş ve Atatürk tarafından, yapılan bu teklif gereği, Diyarbakır şehrinin fahri hemşeriliği kabul edilmiştir. 5 Nisan 1926 tarihli bu kabul telgrafının, şehre ulaştığı tarih, yani “5 NİSAN” günü, Diyarbakır için özel bir gün olarak her yıl kutlanmaktadır.

GENEL

Ülkemizin Güneydoğu Anadolu bölgesinde, tarihi çok eskilere giden bir şehir olarak önem kazanmaktadır. Çevresi genellikle Güneydoğu Toros dağları ile çevrilmiş olup, ortası hafif çukurumsu yapıdadır. Şehir merkezinin denizden yüksekliği 550 metredir.

Şehirde, sert kara iklimi egemendir. Buna bağlı olarak yazları çok sıcak ve kışları, bölgenin diğer yörelerine nazaran daha az soğuk geçer. Çünkü, Güneydoğu Toroslar, kuzeyden gelen soğuk rüzgarları kesmektedir. Bölgenin iklimsel özelliklerinin en büyük etkini ise, son yıllarda bölgede yapılan barajların oluşturduğu “nisbi nem” oranındaki artıştır. Özellikle: Aralık-Ocak aylarında, bölgedeki nisbi nem oranı, yüzde 80’lere kadar ulaşmaktadır.

Bölgenin bitki örtüsü pek canlı değildir. Genellikle otsu bitkilerin hakim olduğu bozkır bölgesinde, bunlar, ilkbaharda kısa bir süre yeşerir ve sonra yağışların kesilmesiyle kururlar. Çevredeki dağlarda ise, meşe ormanları bulunur. Ancak, yine de, bu ormanlar, il topraklarının en fazla, yüzde 11’lik kısmını kaplamaktadır.

Şehrin en önemli akarsuyu: Dicle nehridir. Nehir: şehrin doğu kesiminden, şehre paralel akar. Şehrin, güneyinde, 8 km. yaklaşır ve sonra doğuya yönelerek yeniden uzaklaşır.

Evet, bu şehrin en büyük özelliklerinden birisi de, nüfus artış oranının Türkiye standartlarının çok üzerinde olmasıdır. Zaten, bu şehri ziyaret ettiğinizde, cadde ve sokaklardaki çocukların yoğunluğunu rahatlıkla görebileceksiniz.

Diyarbakır Dicle Üniversitesi

DİCLE ÜNİVERSİTESİ

Üniversite, 1978 yılında açılmış olup, Dicle nehrinin doğusundadır. Yüz ölçümü değerlendirildiğinde, ülkemizin en büyük alana sahip üniversitesidir.
Günümüzde, Üniversite bünyesinde: 13 Fakülte, 11 Meslek Yüksek okulu, 1 Konservatuar, 3 Enstitü ve 1 Eğitim ve Araştırma Hastanesi bulunmaktadır.
Son olarak: 1998-1999 öğretim yılında, Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu kurulmuştur. Üniversitenin merkez kampüsü Diyarbakır il merkezinde iken, Ergani-Çermik-Çüngüş-Bismil-Silvan-Kulp ilçelerinde, Meslek Yüksek Okulları bulunmaktadır.

EL CEZERİ

1136 yılında, Cizre şehrinde doğmuş, bir dönem Diyarbakır’da yaşamış ve 1233 yılında, yine Cizre şehrinde ölmüştür.

Kendisi, İslam döneminin altın çağında: sibernetik üzerine, yani günümüzün robotik bilimi üzerine, önemli çalışmalar yapmış, Müslüman bir bilim adamıdır. Çalışmalarını: 6 bölümden oluşan “Kitab-ül Hiyel” yani “Mekanik Hareketlerde Mühendislikten Yararlanma” isimli kitabında yayınlamıştır.

Bu kitabında: 50 civarında cihazın çizimi ve kullanım esasları görülmektedir. Ancak, kitabın orijinal baskısı günümüze kadar ulaşmamış, orijinalinin benzeri 15 kopyasından 10 tanesi, Avrupa’nın çeşitli müzelerinde, 1 tanesi Topkapı Müzesi ve 1 tanesi ise Süleymaniye Kütüphanesindedir.

DİCLE NEHRİ

Maden çayı ve Birkleyn çayı: Dicle ilçesinde birleşerek, Dicle nehrini oluştururlar. Nehir, güneye inildikçe, yöredeki diğer ırmaklar tarafından beslenerek, iyice güçlenir ve Türkiye ile Suriye arasında, 40 km. lik bir sınır çizerek, Basra’nın 64 km. kuzeyinde, Fırat nehri ile birleşir ve “Şattülarap” ismini alarak, Basra körfezine dökülür.
Yöredeki bir inanışa göre: Dicle nehri, Zap, Fırat ve Aras nehirleriyle birlikte, cennetin 4 nehrinden biri olarak kabul edilir ve “Allah’a giden yol” olarak bilinir. Bu özelliği nedeniyle, yöre insanı: özel günlerde ve bayramlar öncesinde: on gözlü köprü üzerine çıkarak, dilek ve isteklerinin yazılı bulunduğu kağıt parçalarını, Dicle nehrine bırakırlar. Bu dileklerinin: Allah’a ulaşacağına ve kabul göreceğine inanırlar.
Nehir hakkında diğer anlatılan bir rivayet ise şöyledir: Allah, Danyal Peygambere, “elindeki asası ile, suyun çıktığı mağaranın ağzından itibaren bir çizgi çizmesini ve suyun bu çizgiyi takip edeceğini, ancak fakirlerin, dul kadınların, yetimlerin ve vakıf mallarına zarar vermemesini” söyler. Evet, Dicle nehri, bu yüzden, çok kıvrımlıdır.

Nehir hakkında, bir diğer efsane ise şöyledir: “Yunan mitolojisine göre: Nympha: kaplana dönüşmüş olan, Dionysos’tan kaçarken bir ırmak yanına gelir. Bu ırmağı geçebilmek için, Dionysos’un kollarına sığınmak zorunda kalır ve bu sırada, ondan hamile kalır. Doğan çocuğa “Medler” in atası olarak kabul edilen “Medos” ismi verilir.
Dionysos ve Nympha’nın birlikte geçtikleri bu ırmağa “tigris” yani “kaplan” ismi verilir.

DİYARBAKIR KARPUZU

Dünyaca meşhur Diyarbakır karpuzu: Dicle nehri kıyısındaki, çakıllı ve kumlu arazilerde: karpuz kuyusu denilen yerlerde yetiştirilir. Bu kuyular: Nisan-Mayıs ayları arasındaki dönemde: Dicle nehrinin sularının çekilmesiyle, nehir yatağında oluşmaktadırlar. Büyük karpuz yetiştirmek için açılan her kuyu: 2 metre boyunda ve 60 cm. genişliğindedir. Derinlik ise, taban kısmında, suya ulaşacak kadar yani, genellikle 40-60 cm. arasında gitmektedir.

Bu kuyular: ahır gübresi ve güvercin gübresiyle desteklenir ve böylece karpuzun iriliği ve lezzetli olması sağlanır. Yani, organik gübreleme, Diyarbakır karpuzunun en önemli özelliğidir. Yapılan bu gübreleme sonucu: ağırlıkları 60-70 kg. kadar varabilen karpuzlar yetiştirilmektedir. Gübre demişken: Diyarbakır yöresinde bol miktarda güvercin görebilirsiniz ki, bunların sebebi: özellikle karpuz yetiştiriciliğinde, lezzet vermesi açısından, güvercin gübresinin bolca kullanılıyor olmasıdır.

Evet, Diyarbakır karpuzu denilince ilk akla gelenler: iriliği ve lezzetidir. Ancak günümüzde, ticari zihniyet nedeniyle, Diyarbakır karpuzu nesli dejenere olmuş ve eski lezzet ve iriliği kaybolmuştur.

Sonuç olarak: Diyarbakır karpuzunun yararları: böbrek taşlarını düşürücü ve idrar söktürücü özellikleri bulunmaktadır. Ayrıca: hazmı kolaylaştırıcı etkisi vardır.

KARPUZ FESTİVALİ

Festivalin temelinde: tarihi süreç içinde yaşaman bir olay bulunmaktadır. Şöyle ki: İran ordusu tarafından kuşatılan şehir, bir yıllık kuşatmanın ardından, 10 Eylül 1515 tarihinde, Osmanlı ordusu tarafından kurtarılır. Halk, Osmanlı ordusunun şehre girmesini büyük bir sevinç ve törenlerle kutlar. Bu anlamlı gün: her yıl, Eylül ayında düzenlenen ve günlerce süren şenliklerle anılmıştır.

Şenlikler: 19’ncu yüzyılın sonlarına kadar devam etmiş ve şehir merkezindeki “Ali Pınarı” bölgesinde yapılmıştır. Bu şenliklerde kurulan panayır yerinde: bir çok tören düzenlenmiş ve bunlar, I. Dünya Savaşına kadar sürdürülmüştür. Ancak, I. Dünya savaşı sırasında ülkeyi saran sıkıntılar nedeniyle, bu şenlikler unutulmuştur.
1966 yılından itibaren ise, her yıl 23 Eylül tarihinde, bu şenlikler “Karpuz Festivali” adı altında, yeniden düzenlenmeye başlamıştır.

GÜVERCİN VE GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ

Şehirdeki güvercin yetiştiriciliğinin, yaklaşık 500 yıllık geçmişi bulunduğu söyleniyor. Çünkü, surların üzerindeki Nur burcunda, güvercin kabartması görülmektedir.
Burada güvercinlere “boran” ismi veriliyor. Güvercinler: beslenme ve insan ilişkilerinde önem kazanırken, güvercin gübresi de yörenin meşhur karpuz yetiştiriciliğinde kullanılmaktadır. Yöredeki halk destanlarında ise, güvercin kılığına girmiş perilerden söz edilir. Hatta, destanların bir çok yerinde, bu peri dönüşümünü takiben, çok güzel kızlara dönüşürler.
Evet, bu şehirde, güvercin ve güvercin yetiştiriciliği hobi olarak halkın büyük bir bölümünde ilgi çekmektedir. Bağlar semtinde, Dörtyol civarında, taka atan güvercinlerin şovlarını izlemek mümkündür.

NE YENİR-NE İÇİLİR

Özellikle yaz döneminde ise, bu yörede, devasa boyutlardaki “karpuz” mutlaka tatmalısınız. Bunun dışında “cartlak kebabı” olarak da bilinen “ciğer kebabı” düşünülebilir.
Ayrıca: içli köfte, çiğ köfte, kaburga, keşkek tatmalısınız. Bunların dışında: özellikle “patlıcan meftunesi” yemelisiniz. Bu yemek türü: kemikli kuzu etinden yapılır. Üstüne ise, halka halka doğranmış patlıcan ve domates konulur. Sumak ve sarımsak eklenerek, yenilecek hale getirilir.
Tatlı olarak ise: kadayıf, sütlü nuriye tercih edilebilir.
Ama, Diyarbakır denilince, özellikle gitmenizi önereceğim yer “Selim Usta” ve tatmanızı önereceğim lezzet Kaburgadır. Yanında: meyan kökü içmeyi sakın ihmal etmeyin. Bu bir anlamda, kolalı içeceklerin ham maddesi olması nedeniyle, yabancı olmadığınız bir lezzet ama yemekten sonra hazmı sağlaması açısından çok yararlıdır.
Son bir not: Dağkapıdaki ciğerciye ve Hasanpaşa hanındaki kahvaltıcıya uğramadan, bu şehirden sakın ayrılmayın.
Bu arada, tatlıdan söz etmek istiyorum. Diyarbakır yöresinde, burma kadayıf ünlüdür. Burma kadayıfın ilk imalatı, Diyarbakırlı Ako Usta tarafından 18’nci yüzyılda yapılmıştır. Dünyaca ünlü bu tatlı türü, kadayıfın içine ceviz veya fıstık doldurulup sarıldıktan sonra, bakır tepsiye dizilerek yapılır.

NE SATIN ALINIR

Şehirde, geleneksel el sanatları içinde öne çıkanlar şunlardır: kuyumculuk, ipekçilik ve bakırcılık. Ama tüm bunların yanında, şehirden, gerek kendiniz ve gerekse yakınlarınız için, hediyelik bir şeyler satın almak isterseniz, “hasır” düşünebilirsiniz.
Bunun dışında: hasır bilezik, kiniş gerdanlık, gümüş işlemeli nalın satın alabilirsiniz.
Evet, bunların dışında, Diyarbakır şehrindeki alışveriş merkezleri ve adresleri şunlardır:
Mega Center AVM: Bağlar semtinde, Şanlıurfa Yolu üzerindedir.
Diyar Galeria AVM: Yenişehir Mahallesi, Orduevi arkasındadır.
Babil AVM: Selahattin Eyyübi Mahallesi. Bayındır caddesi üzerindedir.
City AVM: Kayapınar bölgesinde, Diclekent Bulvarı üzerindedir.

GEZİLECEK YERLER

Diyarbakır Arkeoloji Müzesi

 

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Şehir merkezinde, Cami-i Kebir mahallesinde, Tarancı sokaktadır. Pazartesi hariç, her gün açık olup, saat: 08.30-12.00 ve 13.00-17.00 arasında ziyaret edilebilmektedir.
Şehirdeki ilk arkeoloji müzesi, 1934 yılında, Ulu caminin bitişiğinde bulunan Zinciriye Medresesinde açılmıştır. 1985 yılında ise, Elazığ caddesi üzerinde bulunan, yeni binasına taşınmış ve 1988 yılında ziyarete açılmıştır. 5000 m. Karelik bir alan üzerinde kuruludur.

Bu alanda: müze dışında, konferans salonu, depo ve laboratuvarlar ve fotoğraf atölyesi bulunmaktadır.
Müzede: yörede egemenlik kuran, Asur, Urartu, Helenistik, Roma, Bizans, Artuklu, Selçuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerine ait objeler sergilenmektedir. Ayrıca: Amid sikkeleri ve Etnografik eserler de sergilenmektedir. Sonuç olarak, günümüzde müze envanterinde: 16 bin civarında obje bulunmaktadır.

Diyarbakır Ziya Gökalp Müze Evi

 

ZİYA GÖKALP MÜZE EVİ

Şehir merkezinde, Ziya Gökalp bulvarındadır.
Bu müzenin bulunduğu ev, mimari yapısı ile önem kazanmaktadır. Çünkü, şehrin en tipik sivil mimari yapısıdır. Yapı: 1808 yılında, 2 katlı olarak, siyah-bazalt taşından yapılmış ve 1824 yılında, Gökalp ailesine intikal etmiştir. Haremlik ve Selamlık olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.

Mekanlar, ortadaki avlunun çevresine yerleştirilmiştir. Süs ögesi olarak, beyaz renkli bezemeler dikkati çekmektedir. Bunun yanında, bazı kapıların üstlerinde Arapça kitabeler görülür.
Ziya Gökalp; 1876 yılında, bu evde doğmuştur. Ev: 1956 yılında, müze olarak düzenlenerek ziyarete açılmıştır. Genellikle, Diyarbakır evlerinde görülen, havuz geleneği burada da uygulanmıştır.
Burayı ziyaret ederseniz: ünlü düşünüre ait kişisel eşyalar ve yöreye ait Etnografik bir kısım obje görebilirsiniz. Ayrıca, evin ortasındaki avlu bölümünde, Ziya Gökalp’in bir heykeli de görülüyor.

CAHİT SITKI TARANCI MÜZE EVİ

Şehir merkezinde, Camii Kebir Mahallesindedir.
Ünlü yazar, Cahit Sıtkı Tarancı, 1733 yılında inşa edilen bu evde: 1910 yılında doğmuştur. İlkokulu Diyarbakır ve Liseyi İstanbul’da okuyan ünlü şair: daha sonra İstanbul-Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirir ve Paris’e gider. II. Dünya Savaşı çıkınca yeniden Türkiye’ye döner ve çeşitli kurum ve kuruluşlarda çalışır. Evet, bu ünlü şairimizin tüm şiirleri, ölüm ve ölüm korkusu üzerine yoğunlaşmıştır. En popüler şiiri ise “35 yaş “ şiiridir.
Şehirde, ünlü şairin doğduğu ev: 1973 yılında, Kültür Bakanlığı tarafından satın alınarak, müze haline getirilmiştir. Yapının tamamı, 14 oda, avluya açılan bir mutfak, kiler ve tuvaletten oluşmaktadır.
Ahşap bir kapıdan ve dar bir koridordan geçilerek girilen müze evde: ünlü yazarın kitapları, el yazıları, kullandığı kişisel eşyaları, fotoğrafları ve kütüphanesi bulunmaktadır.

Diyarbakır Kalesi ve Surları

DİYARBAKIR KALESİ VE SURLARI

Diyarbakır kalesi: şehir merkezinde bulunmaktadır. Karacadağ bölgesinden, Dicle nehrine kadar uzanan, geniş yaylaların doğu kısmında, zeminden 100 metre yüksekliğe kurulmuştur. Genel olarak “kalkan balığı” biçimini andırmaktadır.

Kale yapısı: yontma bazalt taştan yapılmıştır. Kalenin bulunduğu yerdeki ilk yapının: MÖ.3000 yıllarında, Hurriler tarafından yapıldığı düşünülmektedir. Günümüze ulaşan surların ise, Roma döneminde, İmparator II. Konstantinus zamanında, MS. 349 yılları civarında yapıldığı veya yenilendiği bilinmektedir. Çünkü, yazılı belgeler, aynı tarihte, şehrin surlarla çevrili kalesinin onarıldığı görülmektedir. 365-367 yılları arasında ise, kalenin surlarının batı bölümü yıkılmış ve buraya: Urfa ve Mardin kapılarına kadar uzanan bölüm, yeniden ilave edilmiştir.

Kale: iç ve dış kale olmak üzere 2 kısma ayrılır.

İÇ KALE

İç kale bölümü: Fis kayası bölgesinde: surların kuzeydoğu köşesinde kurulmuştur. Buraya, Artuklu Kemeri denilen ve 10 metre genişliğinde, sivri kemerli bir yerden girilir. Bu kemer: üzerindeki kitabeye göre, 1206-1207 yılları arasında yapılmıştır. Kemerin iki yanında: aslan ve boğa mücadelesini gösteren bir kabartma görülmektedir ki, bu kabartma Ulu caminin doğu girişindeki kabartmanın benzeridir.

Evet, iç kale bölgesindeki ilk yerleşim: MÖ.3000 yıllarında, Hurriler tarafından yaratılmıştır. Ancak: yazılı kaynaklara göre, iç kale bölümünün, 1525-1526 yılları arasında, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, ikinci bir sur yapılarak genişletildiği bilinmektedir. Çünkü: şehirde egemenlik kuran bütün uluslar, iç kaleyi bir yönetim merkezi olarak kullanmışlardır.

İç kale bölümünde, Virantepe höyüğünde: 1961-1962 yılları arasında resmi arkeolojik kazılar yapılmıştır. Bu kazılarda, yörenin ilk yerleşiminin, MÖ.6000 yıllarında burada kurulduğu yani kentin ilk kuruluş noktası olduğu anlaşılmıştır. Bu kazılarda, ayrıca: burada, 13’ncü yüzyılda Artukoğulları döneminde bir saray yapıldığı anlaşılmıştır. Sarayın: Artuklu hükümdarı Melik Salih Nasreddin Mahmud dönemine yani; 1200-1222 yılları arasındaki döneme ait olduğu sanılmaktadır.

Bu saray kalıntısı içinde, en önemli bölüm ise, dört tarafı eyvanlarla çevrili olan, süslü havuzdur. Havuzda: zengin renkli taş mozaik ve çini süslemeleri görülmektedir. Ayrıca: fiskıye yapılmıştır.

Bu havuz yapısı: Artuklular döneminde sıkça kullanılmış olup, gerek suyun sesinden ve gerekse serinliğinden yararlanılması düşünülmüştür. Bu “selsebil” sistemi, günümüzde de, birçok yapıda görülmekte olup, özellikle Gazi köşkünde dikkat çekmektedir. Yine, aynı bölümde, renkli taş ve cam küplerden oluşan mozaik süslemeleri görülmektedir.

Doğu bölümünde ise, saraya çıkışı sağlayan merdivenler ortaya çıkarılmış ve saray girişinin, Artuklu kemerinin, yani hemen iç kale girişindeki kemerin yanında olduğu belirlenmiştir. Bu sarayda, yukarıda sözünü ettiğim, El Cezeri isimli Müslüman bilginin yaptığı robotik uygulamaların kullanıldığı tahmin edilmektedir.

Ayrıca, yine bölgede bulunan bir kervansaray, tarihi süreç içinde, uzun süre “cezaevi” olarak da kullanılmış ve birçok idama sahne olmuştur. (Son günlerde, televizyonlarda izleyenler hatırlayabilirler, bu bölgede, yüzyıl öncesinden, yani cezaevi döneminden kalma insan kemikler bulunmaktadır)

Evet, günümüzde: iç kale bölgesinde görülebilen yapılan şunlardır: Artuklu sarayı kalıntıları, 2 kilise, Viran kale, sarnıç, kale camii (Hz Süleyman-Nasıriye camii), Arkeoloji Müzesi, Taş Eserler Müzesi, Müze kafeteryası, Sanat Galerisi, Cezaevi binası, Kongre merkezi. Bu yapıların bir kısmı: 2005 yılına kadar, Jandarma Askeri Birliği karargah tesisleri olarak kullanılmıştır.

KALE CAMİSİ-HZ. SÜLEYMAN-NASIRİYE CAMİSİ

İç kalede, sur duvarına bitişik olarak yapılmıştır.
Cami, üzerinde bulunan kitabeye göre: 1156-1169 yılları arasında, Ebul Kasım isimli bir şahıs tarafından yaptırılmıştır. Bu konuda da bir söylenti bulunmaktadır. Söylenenlere göre: Ebul Kasım’ın rüyasına giren Hz. Süleyman “Üzerimiz ne kazana kadar açık kalacak?” diye sormuş ve bunun üzerine cami yaptırılmıştır.

Ama, aynı zamanda, caminin Mervani Hükümdarı Nasruddevle tarafından yaptırıldığı da söylenmektedir ki bu nedenle ismi “Nasıriye Camisi” olarak da anılmaktadır.

Caminin hemen yanında, bitişiğinde: Halid Bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman’ın, Osmanlı döneminde yaptırılan mezarı bulunmaktadır.

Ayrıca, Diyarbakır şehrinin, Müslümanlar tarafından fethi sırasında şehit düşen 27 sahabenin burada defnedildiği görülmektedir. Yani: cami yapısı, 27 sahabenin mezarı üzerine inşa edilmiştir. Cami altındaki türbe bölümüne, bir merdiven ile iniliyormuş.

Ama, bu merdiven zamanla kapanmıştır. Onların anısına, caminin avlusuna, Hz. Süleyman için bir sanduka yaptırılmış ve daha sonra bunun çevresi de, bir çok mezar tarafından sarılmıştır.

Caminin bitişiğindeki türbe ve sahabelerin mezarlarının varlığı nedeniyle, cami, özellikle Perşembe akşamları ve Cuma günlerinde yoğun ziyaretçi akımına uğramaktadır. Bunun nedeni hakkında, yörede anlatılan aşağıdaki söylenti, bir fikir verebilmektedir.

27 Sahabe Efsanesi

Söylenenlere göre: şehit sahabelerin türbedarı olarak “Şeyh Muhyiddin Efendi” görevlendirilmiştir. Bu şahıs, her Perşembe akşamı, şehitlerin cenazelerinin bulunduğu mahzene iner ve onların bozulmamış bedenlerinde bulunan yaralarından akan kanları, pamukla siler ve temizlermiş. Ancak: şehitlerin üzerinde, şehrin valisi Murtaza Paşa tarafından yenilenen bir örtü bulunmaktadır ve türbedar, örtüyü kaldırmadan şehitlerin yaralarını temizlemektedir.

Günlerden bir gün: türbedarın, pamuk alacak parası kalmamış ve çarşıya gittiğinde nasıl pamuk alacağını düşünürken, karşısına çıkan bir zat, kendisine para verir. Türbedar: bu para ile pamuk alır, şehitlerin kanını silmek için, yeniden mahzene indiğinde ise, şehitlerin üzerindeki örtüyü, merak edip kaldırır ve örtünün altında, çarşıda kendisine para veren zatı görür ve korkudan dili tutulur.
Şehirde, bu olay duyulunca: şehitlerin yaralarından kan akmak olur. Bunun üzerine, mahzene açılan kapı, duvarla örülerek kapatılır.
Evet, günümüzde, bu mahzene inen herhangi bir kapı bulunmamakta ve eski kapının nerede olduğu bilinmemektedir.

Peki, bu sahabeler hangi nedenle burada bulunmuşlardır? Mekke’nin fethedilmesinin üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra: Hz. Ömer tarafından görevlendirilen, Halid Bin Velid komutasındaki Arap ordusu, Kuzey Mezopotamya bölgesine doğru ilerlerler ve bu sırada Diyarbakır’a varırlar. Diyarbakır surlarının muhteşemliği karşısında, günler-aylar birbirini kovalar ve şehir ele geçirilemez. Bu sırada, ramazan ayında, oruç tutmaya başlarlar. Başlarındaki komutan Halid Bin Velid, her gece askerleri tarafından sahur için bırakılan “ekmek” parçasının birkaç gün üst üste bırakılmadığını görünce, bunun nedenini sorar ve araştırıldığında, bırakılan ekmeğin, bir köpek tarafından alınarak, Diyarbakır şehir surlarındaki bir kovuktan, şehir içine sokulduğu görülür.

Bunun üzerine, köpeğin girip-çıktığı bu kovuk genişletilir ve buradan şehre giren Hz. Süleyman ve 27 arkadaşı sahabe, kapıları açmalarının ardından, şehit olurlar. İlaveten 13 sahabe ise, surların farklı bölgelerinde, yine aynı kuşatma sırasında şehit olmuşlardır. Yaralanan Sultan Sasa’nın da bir süre sonra şehit olmasıyla, bölgede 41 sahabenin gömüldüğü söylenmektedir.

Bu sahabeler’den, 30 tanesinin mezarı bilinmektedir. Ancak, kuşatmanın ardından bir kısım sahabe, şehirde yerleşmiş ve bunların toplamının 541 olduğu bildiriliyor. Hatta, şehirde şecerelerin tutulduğu ve sahabe torunu olduklarını söyleyenlerin bile bulunduğu söyleniyor. Evet, tarihi özellikleri yanında dini özellikleri de ön plana çıkan bu şehirde: 6 peygamber kabri ve 3 peygamber mekanı bulunduğu belirtiliyor. Hatta, sahabe kabirlerinin sayısı bakımından: Mekke ve Medine’den sonra, dünya üzerinde üçüncü şehir olduğu da söyleniyor.

SAİNT GEORGİ-KARA PAPAZ KİLİSESİ-MAR GEVERGİS NASTURİ KİLİSESİ

İç kalenin kuzeydoğu köşesinde, Cezaevinin bitişiğindedir.
Yapının, ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak, 2’nci yüzyılda, Nasturi Hıristiyanları tarafından kullanıldığı bilinmektedir.
Yapı: kesme siyah bazalt taştan yapılmıştır. Bu renk nedeniyle, halk arasında: “Kara Papaz Kilisesi” olarak da bilinmektedir.
Kilise yapısı: Artuklular döneminde, işlev değiştirerek, Virantepe höyüğü üzerinde kalıntıları bulunan, Artuklu Sarayının hamamı olarak kullanılmıştır. Hatta: o dönemde; Sarayda yaşayan Cizreli bilgin El Ceziri’nin burada, yani, hamamda bazı mekanik sistemler icat ettiği ve bu sistemlerin Artuklu hükümdarları tarafından kullanıldığı söylenmektedir.
Yapı: 2005 yılında restore edilmiş olup, günümüzde sergi salonu olarak kullanılmaktadır.

Diyarbakır Kalesi Dış kale ve surlar

DIŞ KALE VE SURLAR 

Dış kale bölümünde: türbe, kilise, han, hamam, medrese ve cami gibi yapılar bulunmaktadır. Ancak, günümüzde, özellikle kalenin surları dikkat ve ilgi çekmektedir. Çünkü: bu surlar, dünyanın en eski ve en sağlam surlarıdır. Hatta: dünya üzerinde, Çin seddinden sonra, dünyanın en uzun, en sağlam ve en geniş surları olarak kabul edilmektedirler. Evet, bu surlar: 5600 yıl boyunca, her türlü saldırı ve istilaya karşı şehri korumuştur. 1932 yılında ise, Dağkapı tarafındaki surların bir kısmı: dönemin valisi tarafından, şehrin hava akışını engellediği gerekçesiyle yıktırılmıştır.

Surların uzunluğu: 5700 metredir. Yükseklikleri: 10-12 metre arasındadır. Kalınlıkları ise: yer yer 3-5 metre arasında değişmektedir. Surlar: doğu-batı yönünde 1700 metre ve kuzey-güney yönünde 1300 metrelik bir alanı kuşatırlar. Yalnız, burada bir ayrıntıdan söz etmek istiyorum.

Eldeki verilere göre: günümüzdeki dış surların dışında, 4’ncü yüzyılda, ikinci bir sur şeridi daha bulunuyordu. Bu ikinci dış sur serisi: 1232 yılında, şehri ele geçiren Eyyübi Hükümdarı Melik Kamil tarafından yıktırılmış ve bunların taşları, mevcut surların onarımında kullanılmıştır. Günümüzde, yok olan bu surların kalıntılarının bir kısmı: Dağkapı, Mardinkapı ve Hastaneler caddesi civarında görülebilmektedir.

Diyarbakır Kalesi Burçlar
Burçlar

Surlar üzerinde: 82 tane burç bulunmaktadır. Burçların içinde: sarnıçlar, mahzenler, yatma yerleri ve depolar bulunmaktadır. Burçlar üzerindeki kabartmalar ve kitabeler ilgi çekmektedir.
Surlar üzerinde, kuleleri birbirine bağlayan geniş bir yol bulunmaktadır. Bu yol: 70 cm kalınlığında bir mazgal duvarı ile korunmaktadır.

Bu burçlar içinde, en öne çıkanlar şunlardır:

Dağ Kapı (Harput Kapı) Burcu: Şehir surlarının en önemli burcudur ve bu nedenle, şehirde egemenlik kurmuş bütün medeniyetler, bu burç üzerine, armalar ve kitabeler gibi kendi kültürel işaretlerini koymuşlardır. Ama, genel olarak burcun birçok yerinde: üzüm ve yaprak şekilli bitkisel ve hayvansal motifli rölyefler görülür. Özellikle: Abbasilere ait güvercin ağırlıklı hayvan ve bitki motifleri önem kazanmaktadır.

Burada: Kral Süleyman mührü kabartması ilgi çekmektedir. Kapıda bulunan, işlemeli demir kapı: kapının nöbetçileri tarafından, akşam gün batımında kapanır ve gün doğumunda açılırmış. Günümüzde, bu burcun alt bölümü sergi salonu ve Turizm Danışma Bürosu olarak kullanılmaktadır.

Yedi Kardeş Burcu: 1208 yılında, Artuklular döneminde yapılmıştır. Evli Beden burcu ile aynı dönemde yapıldığı düşünülen burç için: usta-çırak efsanesinden söz edilmektedir.
Burcun üzerinde: Selçukluların simgesi olan “çift başlı kartal” ve 2 kanatlı aslan kabartması ilgi çekmektedir. Kartal figürü, iki aslan figürü arasındadır. Aslan figürleri: bulunduğu yerin koruyuculuğunu simgeler. Ortadaki kartal figürü ise, tarihte gelmiş geçmiş Türk İslam devletlerinin ve Selçukluların simgesi olarak kullanılmıştır.
Bunların altında ise, bir kuşak gibi burcu çevreleyen, burcun kitabesi bulunmaktadır. Kitabeye, burcu yaptıranlar için dualar işlenmiştir. Bunların dışında: burca baktığınızda, zeminden burcun en üst bölümüne kadar olan yüzeyin her karesinde, bir estetik anlayışın egemen olduğunu görebilirsiniz.
Usta-Çırak Efsanesi: Bir zamanlar, bölgenin hükümdarı, şehir surlarının batısında, iki burç inşa edilmesini emreder. Bunun üzerine görevlendirilen usta: Yedi Kardeş Burcunu yapmaya başlar.

Çırağı ise: Evli Beden Burcunu yapmaya başlar. Her iki burç bittikten sonra: hükümdar, Evli Beden Burcu’nun, diğer Yedi Kardeş Burcundan daha güzel olduğuna karar verir. Ancak, bu durumu içine sindiremeyen usta: kendisini Yedi Kardeş Burcundan aşağıya atar ve ölür. Ustasının intiharına içerleyen, Evli Beden Burcunu yapan çırak da, kendini surlardan aşağıya atar ve ölür. Bu olaydan sonra: Evli Beden ve Yedi Kardeş Burçlarının bulunduğu bölgeye “Ben u Sen” ismi verilir.

Evli Beden Burcu (Ulu Beden Burcu): 1208 yılında, Artuklular döneminde yapılmıştır. Mimarı: Cafer oğlu İbrahim’dir. Burçta, toplam 6 tane, aslan figürü bulunmaktadır. Bu figürlerde, kanatlı aslanların başlarında taç görülmekte, kuyrukları ise ejderha şeklinde görülmektedir. Mezopotamya mitolojisinde görülen kanatlı aslan (sfenks) kabartması, dönemin en güzel eseri olarak önem kazanmaktadır. Bu burçta: tüm burçlara nazaran, taş işçiliğinin daha güzel ve ince olduğu görülmektedir.

Keçi Burcu (Kız Burcu): Mardin kapısının doğu bölümündeki bu burç, surlar üzerindeki en eski ve en büyük burç olarak önem kazanmaktadır. Güneş Tapınağı üzerine kurulmuş olan bu burcun, kesin yapım tarihi bilinmemektedir. Ancak, üzerinde bulunan kitabeye göre, Mervaniler döneminde onarıldığı yazılıdır. Bu burç üzerinden: çevrenin muhteşem güzel panoramik manzarası izlenebilmektedir. Bunun dışında, burç üzerinde: ön kemer taşı üzerinde bulunan “kuş” figürü ilgi çekmektedir. Günümüzde, burç içinde, geçmişte bir dönem “zindan” olarak kullanılan bir bölüm görülüyor. Ayrıca: 2004 yılında yapılan restorasyon neticesinde: burç içindeki bölümler, halen sergi alanı ve resepsiyon salonu olarak kullanılmaktadır.

Nur Burcu: 1089 yılında, Melikşah döneminde, Selçuklular tarafından yapılmıştır. Mimarı: Selamioğlu Urfalı Muhammed’dir. Burcun: Kafi yazı ile yazılmış kitabesi ve zengin hayvan figürleri ilgi çekmektedir. Kitabe içinde, özellikle: uzun boynuzlu keçi motifli rölyefe dikkatinizi çekmek istiyorum. Ayrıca, yine dört nala koşan at rölyefi ilgi çekmektedir.

Kitabenin sağ tarafında ise: güvercin motifli rölyefin altındaki, bağdaş kurmuş vaziyette oturan, kısa saçlı, eli ile ayaklarını tutan çıplak kadın motifi görülür. Bunun, dönemin özelliğine binaen, bolluk ve bereket tanrısını simgelediği düşünülmektedir. Ama, aynı zamanda, bu motifler, o dönemde, yani İslami dönemde, yasak olmasına rağmen, sanatın ne kadar gelişmiş olduğunun en büyük göstergesidir.

Diyarbakır Kalesi Kapılar
Kapılar

Dış kalenin, surlar üzerinde bulunan ve her yöne açılan 4 kapı: Dağkapı (Harput kapısı), Urfakapı (Rum kapısı), Mardinkapı (Telli kapısı) ve Yeni kapı (Su kapısı-Dicle kapısı) olarak isimlendirilmektedir.
İç kalenin kapıları: Fetih kapısı, Saray kapısı, Küpeli kapısı, Oğrun kapısıdır. Fetihkapı ve Oğrunkapı: dışarıya, Saraykapı ve Küpelikapı ise, içeriye açılmaktadır. Fetih ve Oğrun kapılar, günümüzde kullanılmamaktadır.

Dağkapı: Şehrin, Harput yani günümüz Elazığ şehri istikametine açılan kapıdır. 1932 yılında, yukarıda da söz ettiğim gibi, şehrin hava alması için, Dağ kapısı burcu ile Tek Beden burcu arasındaki, 2 burç ve 200 metrelik sur alanı yıktırılmıştır.

Mardinkapı: Eski kentin güneyindedir. Telkapısı ve Tepekapısı ismiyle de bilinmektedir. Kapı onarılmış olup, günümüzde de kullanılmaktadır.

Urfakapı: Şehrin batı bölümündedir. Rumkapı ve Halepkapı olarak da bilinmektedir. Buranın, günümüzde üç girişi olmasına rağmen, eskiden iki girişi bulunuyormuş.
Bir girişi:Selçuklular tarafından onarılan ve Melik Ahmet Caddesine açılan kapıdır. Bu demir kanatlı kapı üzerinde: hayvan başlı çiviler ve çift başlı kartal sembolü bulunmaktadır.
Diğer giriş kapısı: Bizans döneminde yapılan, Meryem Ana Kilisesine doğru uzanan, yalnızca rahip ve rahibeler tarafından kullanılan, taş kemerli kapıdır.
Üçüncü kapı ise, sonradan açılmıştır.

Yenikapı: Şehrin doğu bölümündeki kapısıdır. Basık kemerli ve tek girişlidir. Şehri, Dicle nehrine bağlar. Bu nedenle: Sukapısı ve Dicle kapısı olarak da bilinir.

Diyarbakır Ulu Cami
Diyarbakır Ulu Cami

ULU CAMİ

Gazi caddesinde, Hasan Paşa hanının karşısında., Mardin ve Harput kapısını birleştiren eksenin batısındadır.

Caminin en büyük özelliği: Anadolu’nun ilk camisi ve İslam aleminin, 5’nci Harem-i Şerif-i yani Mukaddes Mabet olarak kabul edilmesidir.

Burada: ilk olarak, bir pagan yani putlara tapanlara ait bir tapınak bulunuyormuş. Daha sonra ise, Mar Toma isimli kilise olarak kullanılmaya başlanmıştır. 639 yılında ise, Müslüman Araplar, şehri ele geçirince, burası, Cami-i Kebir ismiyle, camiye dönüştürülmüştür.

Evet, Ulu cami olarak günümüze kadar gelen bu yapı: bütün dönemlerde, önemini korumuştur. Günümüzde de, şehrin en önemli dini yapısı ve turistik ziyaret yerlerinden birisidir. Ancak, yangınlar ve diğer çeşitli tahribat ve yıkımlar sonucu, birçok kez onarımdan geçirilmiştir. Özellikle, en kapsamlı onarım, 1091 yılında Selçuklular döneminde yapılmıştır. Son olarak ise, 1975-1977 yılları arasında, kapsamlı bir onarımdan söz edilir. Elbette, günümüzdeki yapı, tüm bu onarımlar sonucu, orijinalliğinden yer yer uzaklaşmıştır. Cami günümüzdeki şekline: 1185 yılında ulaşmıştır.

Yapının mimari özelliklerinden söz etmek gerekirse: caminin dört cephesi, İslam’ın 4 ana mezhebine ayrılmıştır. Hanefi ve Şafiler, 2 ayrı mekanda ibadetlerini sürdürmektedirler. Hanefiler Bölümü: Bu bölüm, kiliseden, camiye dönüştürülen esas bölümdür. Yapının genel mimari özellikleri ise: Suriye-Şam şehrinde bulunan Emeviye Camisinin özelliklerini taşımaktadır. Özellikle, kemer kapıdaki ince taş kabartmaların güzelliği dikkat çekmektedir. Ortadaki büyük avlunun cephesinde, değişik dönemlere ait, farklı mimari bezemeler, süslemeler, kabartmalar, yazıtlar görülmektedir. Ancak, bunların hepsi, farklı dönemlere ait olmasına rağmen, büyük bir uyum içindedirler.

Caminin avlusunda: demir parmaklıklar içinde, güneş saati görülmektedir. Bu saat, büyük olasılıkla, sibernetiğin babası olarak kabul edilen, Müslüman bilgin “El Cezeri” tarafından yapılmıştır. Bir kısım farklı kaynağa göre ise, Romalılar döneminden kalmadır.

HASAN PAŞA HANI

Şehir merkezinde, Ulu caminin doğusundadır.
Yapı: 1573 yılında, Osmanlı dönemi valilerinden Hasan Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Yapı: avlulu ve 2 katlıdır. Avlunun ortasında ise, sütunlu ve üstü kubbeli bir şadırvan görülmektedir.

ZİNCİRİYE MEDRESESİ

Ulu cami ile arasında kemerli bağlantı bulunmaktadır. Yani, ulucami külliyesini tamamlayan bir yapıdır.
1198 yılında, Eyyübi hükümdarı Melik Salih Necmeddin zamanında yapıldığı tahmin edilmektedir. Kitabesine göre: mimarı İsa Ebu Dirhem’dir.
Medrese ile, Ulu cami arasında, kemerli bağlantılar görülmektedir. Yani, bir anlamda, Ulu Cami külliyesini tamamlayan bir yapıdır. Tek katlı ve iki eyvanlıdır. Medrese yapısı: 1934 yılında onarılmış, 1985 yılına kadar, bir dönem Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise, kurs yeri olarak kullanılmaktadır. Evliya Çelebi, yazıtlarında bu medrese hakkında “alimler arasında paye sahibidir” demektedir.

Diyarbakır Mesudiye Medresesi

MESUDİYE MEDRESESİ

Ulu caminin kuzey bölümünde, Ulu camiye bitişiktir.
1198-1223 yılları arasında Artuklular döneminde yapılmıştır. Adını, yapıyı yapan Mesut adlı ustadan almaktadır. Burada, kitabesinde yazdığına göre: yapıldığı dönemde: 4 Sünni mezhebe ait fıkıh dersleri veriliyormuş. Yani, dönemin en önemli üniversitelerinden biri gibi çalışıyormuş.
Yapının mimari yapısı incelendiğinde, en önemli özelliğinin: mihrabın her iki yanına yerleştirilmiş, dönebilen bazalt sütunlar olduğu görülmektedir. Bu sütunlar: yer hareketleri yani deprem sonucu, yapının her hangi bir yerinde olabilecek çökme veya kaymayı tespit edebilmek için konulmuştur. Yani, tam bir “statik harikası “dır da denilebilir.

Diyarbakır Nebi (Peygamber) Camii

NEBİ (PEYGAMBER) CAMİİ

Şehir merkezinde, İnönü Mahallesinde, Gazi Caddesindedir.
15’nci yüzyılda, Akkoyunlular döneminde yapılmıştır. Yazılı kaynaklara göre, 1927 yılında caminin üst ahşap kirişleri çürüyerek çökmüştür. Günümüzdeki caminin ise, 15’nci yüzyıl sonları ile 16’ncı yüzyıl başlarında; Osmanlı döneminde yapıldığı düşünülüyor.
Caminin özelliği: minaresindeki kitabelerde “Muhammed” diye bahsedilmektedir ve bu nedenle, camiye “Nebi” veya “Peygamber” camii denilmektedir.
Caminin, 1530 yılında bir Hacı Hüseyin isimli bir kasap tarafından yaptırılan minaresi, 1960 yılında onarılarak restore edilmiştir.

Diyarbakır Behram Paşa Camisi

BEHRAM PAŞA CAMİSİ

Şehrin güneybatı bölümünde, Süleyman Nazif mahallesindedir.
Diyarbakır valisi Behram Paşa tarafından, 1565-1572 yılları arasında yaptırılmıştır. Yapının mimarının, ünlü Mimar Sinan olduğu söylenir. Yapı: kesme taştan yapılmış ve tek kubbelidir. Osmanlı döneminin, burada yapılan en görkemli camilerinden biridir.
Yapı, görünüm olarak, İstanbul’da karşımıza çıkan, Sadrazam camilerine benzemektedir. Özellikle, minberi, çok süslüdür ve tam bir sanat harikasıdır. Caminin, önündeki şadırvanı ile sütunlu bir saray girişini anımsatmaktadır.
Caminin minaresine: 1828 yılında yıldırım düşer ve 1930 yılında onarılır.

Diyarbakır Şeyh Mutahhar-Dört Ayaklı Minare Camii

ŞEYH MUTAHHAR-DÖRT AYAKLI MİNARE CAMİİ

Şehir merkezinde, Özdemir mahallesinde, Balıkçılarbaşı semtindedir.
Cami: 1500 yılında, Akkoyunlu hükümdarı Kasım tarafından yaptırılmıştır.
Yapı: siyah-beyaz kesme taşlardan yapılmıştır. Şeyh Mutahhar’ın mezarının burada olduğu bahisle, bu isim verilmiştir.
Caminin minaresi: kuzeydoğu yönünde, günümüzde, yol ortasında bulunmaktadır. Ancak, minare, camiden daha çok ilgi çekmekte olup, Anadolu’da tek olması nedeniyle önem kazanmaktadır.
Çünkü, minare: dört ayrı sütun üzerinde yükselen, kare planlıdır. Dört ayak ile, İslam’daki 4 mezhep temsil edilmektedir. Üzerinde yükselen minare de, İslam dinini temsil etmektedir.
Şunu hatırlatmak istiyorum ki: minarenin sütunları altından, 7 kez geçerseniz, her dileğinizin yerine geleceğine inanılır.

SAFA (PARLI) CAMİİ

Şehir merkezinin kuzeybatı bölümünde, Melek Ahmet Caddesinde, caddeye 150 metre uzaklıktadır.
Akkoyunlular döneminde, 15’nci yüzyılda 1532 yılında, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından yapılmıştır. Kapısı üzerinde bulunan yazıta göre, 1513 yılında ise onarım gördüğü bilinmektedir.
Caminin: çinileri ve zengin taş süslemeleri ilgi çekmektedir. Siyah bazalt taş kullanılarak yapılmıştır. Özellikle, taş işlemeciliği, ziyaretçilerin ilgisini çeker. Bu taş işlemeleri: minaresinde, kaideden başlar ve külahına kadar devam eder. Yapının boyutları: yaklaşık; 22 x 20 metredir.
Caminin minaresi: kuzeydoğu köşesindedir. Minarenin kaidesi, siyah bazalt taşlarla ve kaideden sonraki bölüm ise, sarıya çalan beyaz taşlarla döşenmiştir. Minarenin yapımı sırasında: harcına, çevrede yetişen kokulu bitkilerden, 70 yük katıldığı ve bu nedenle, camiye “Miskli” yani “kokulu” cami denildiği söylenmektedir. Hatta, bu nedenle yani kokunun kaybolmaması için, o dönemlerde, minarenin bir kılıf içinde muhafaza edildiği ve yalnızca Cuma günleri, kılıfı açılarak, etrafa koku yaymasının sağlandığı söylenmektedir.
Caminin batısında: büyük hekim “Muslihiddin-i Lari” nin mezarı bulunmaktadır.

FATİHPAŞA KURŞUNLU CAMİSİ

Şehrin kuzeydoğu bölümünde: Fatihpaşa Mahallesindedir. İç kalenin güney kapısından gidilir.
Yapı: 1516-1520 yılları arasında, şehrin ilk Osmanlı valisi Diyarbakırlı Mehmet Paşa tarafından: Ermene Surp Theodora kilisesinin camiye çevrilmesi suretiyle yapılmıştır.
Yani, bölgedeki ilk Osmanlı eseridir. Aynı zamanda, şehirdeki en boyutlu ve güzel yapılardan birisidir. Yalnız caminin en büyük özelliği: kurşundan yapılmış merkezi kubbenin çevresinde, küçük kubbelerin bulunmasıdır. Kubbelerin üstü, kurşundan kaplı olduğu için, halk arasında, kurşunlu cami olarak bilinir.
Yapının duvarları, muhteşem güzel çinilerle kaplıdır. Cami, Cumhuriyet döneminde onarılmıştır. Caminin yapılmasını sağlayan ve şehrin Osmanlı dönemindeki ilk valisi olan Bıyıklı Mehmet Paşa’nın mezarı: caminin hemen doğusundaki hazirededir.
Caminin minaresi: kuzeybatı bölümde ve camiye bitişik, silindirik bir yapıdadır ve sarımsı taşlarla örülüdür.

Diyarbakır Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi
Diyarbakır Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi

 

MERYEM ANA SÜRYANİ KADİM KİLİSESİ

Şehir merkezinde, Ali Paşa mahallesindedir.
İlk olarak, burada, güneş tapınağı olarak kullanılan bir mabedin bulunduğu tahmin edilmektedir.
Günümüzdeki yapının yapım tarihi ve yaptıranı hakkında ise, ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır.
Ancak, kapısı ve mihrap üzerinde bulunan bir kısım kalıntılar, yapının Geç Roma döneminde yani 3’ncü yüzyılda yapıldığını göstermektedir. Ancak yine de takip eden dönemlerde, birçok değişiklik geçirmiştir. Yapıda, bazı azizlerin türbeleri bulunmaktadır. Yapının Roma biçimi kapısı ilgi çekmektedir.

Kilise: 1034 yılında, Patrik IV. Diyonosiyos tarafından, patriklik merkezinin Diyarbakır şehrine taşınması nedeniyle, 11’nci yüzyıldan, 19’ncu yüzyılın sonlarına kadar, Süryani Patrikhanesi olarak görev yapmıştır. 1933 yılında ise, Mardin Süryani Kadim Metropolitliğine bağlanmış ve halen buranın üyesidir.

Günümüzdeki görünümüne ise, 18’nci yüzyılda ulaşmıştır ve günümüzde faaldir yani ibadete açıktır. İçinde, bazı azizlerin resimleri bulunmaktadır. Ayrıca: ceviz ağacından yapılmış kapılar, el işi gümüş kandiller dikkat çekmektedir. Süryani kilise kültürü gereği, patrik mezarlarının kilise içine yerleştirilmesi geleneğine, burada da uyulmuştur. Çeşitli dönemlerde burada görev yapmış ve görev başında iken ölen pek çok patrik ve rahibin mezarı, kilise içinde bulunmaktadır.

Diyarbakır Surp Giragos Ermeni Ortodoks Kilisesi

SURP GİRAGOS ERMENİ ORTODOKS KİLİSESİ

Şehir merkezinde, Özdemir mahallesinde, Göçmen sokaktadır. Eklenti yapılarıyla, günümüzde de görkemli görünümünü korumaktadır.
Kilisenin yapım tarihi bilinmemektedir. Ancak, yazılı kaynaklarda, kilise hakkındaki ilk bilgiler, 1517 yılında geçmektedir. Bu yüzden, 16’ncı yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Yapıda: 1827 ve 1880 yıllarında, iki büyük yangın çıkmıştır. 1880 yılındaki büyük yangın sonucu, yapıya, yeni ilave bölümler eklenmiştir. Bu eklemeler sonucu, yapı, aynı anda, 3000 kişinin ibadet edebileceği bir Ermeni kilisesi haline gelerek, dünyada tek olmuştur.

Yapı: Ermenilerin bölgeyi terk etmeleri sonrasında: I. Dünya savaşı sırasında, Alman subayların karargahı, daha sonra, 1960 yılına kadar askeri depo, Sümerbank bez deposu ve benzeri amaçlarla kullanılmıştır. Daha sonra ise, Diyarbakır Ermeni Cemaati tarafından onarılarak, günümüzde tekrar dini yapı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

DELİLER-HÜSREV PAŞA HANI

Şehir merkezinde, Mardin kapı mevkiindedir. Şehirde, günümüze kadar ayakta kalarak gelmeyi başarabilmiş en büyük handır.
Yapı: 1521-1527 yılında, Diyarbakır Valisi Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmıştır. Hicaz ve İpek yolu üzerinde, Suriye-İran ve Hindistan’a gidecek olan ticaret kervanları için yaptırılmıştır.
Yapının, hemen arkasında cami ve medrese bulunmaktadır, yani bir anlamda “kompleks” olarak yapılmıştır. Siyah bazalt, beyaz kalker, moloz taş ve tuğla kullanılmıştır. Geniş avlusunda, bir şadırvan bulunmaktadır. Odalar ve ahırlar, avlunun çevresinde sıralanmaktadır. İkinci katta ise, yine küçük kapılı han odaları bulunmaktadır.
Buraya “Deliler Hanı” denilmesinin nedeni: Hicaz’a gidecek hacı adaylarını götürecek rehberlerin (bunlara deliler denilmektedir) burada kalmalarındandır.
Yapı, günümüzde, butik otel olarak kullanılmaktadır.

SÜLÜKLÜ HAN-KAZANCILAR HANI

Şehir merkezinde, Gazi caddesi üzerinde, Kazancılar sokağındadır.
Yapı: 1683 yılında, Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından yaptırılmıştır. 3 katlı ve her katında 18 odalıdır. Zemin kat: ahır olarak kullanılmıştır. Ancak, günümüze, yapının yalnızca tek katı sağlam olarak gelebilmiştir.
Hanın en büyük özelliği: avlusunda bulunan kuyunun içinden çıkarılan ve tedavi amaçlı kullanılan sülüklerdir.
Ayrıca, hanın altında gizli bir geçidin bulunduğu ve bu geçidin iç kaledeki cezaevine çıktığı ve o dönemde, 3 idam mahkumun, bu geçidi kullanarak, kaçmayı başardığı ve bu olaydan sonra geçidin kapatıldığı söylenmektedir. Günümüzde, han yapısı: otantik bir kafeterya olarak kullanılmaktadır.

Diyarbakır Aşefçiler Çarşısı

AŞEFÇİLER ÇARŞISI

Şehir merkezinde, Melek Ahmet Paşa caddesi ve Peynirciler pazarı arasındaki, Maliki Ejder Camisinin bulunduğu sokakta kurulmaktadır.
Özellikle, sabahın erken saatlerinde, Dicle vadisindeki bağ ve bahçelerdeki çeşitli otları, sebzeleri ve meyveleri getiren kadınlar, organik ürünlerini bu çarşıda satıyorlar. Diyarbakırlılar, bu şifalı otlara ilgi gösteriyorlar, siz de şehri ziyaretinizde, burayı mutlaka görmelisiniz.

SİPAHİ PAZARI

Şehir merkezinde: Balıkçılarbaşı ve Ulu cami arasındaki bölümdedir.
Çarşıda: yöresel elbiseler, baharat, el yapımı bakır eşyalar, antika eşyalar, geleneksel düğünlerde kullanılan kına ve aksesuarlar, tütün, puşi gibi eşyalar satılmaktadır.
Çarşının yapım tarihi hakkında net bilgiler bulunmamaktadır.

PEYNİRCİLER ÇARŞISI

Şehir merkezinde, Balıkçılarbaşı ve Mardinkapısı arasında, Deva hamamının bitişiğindedir.
Bu çarşıda, farklı lezzetlerde birçok peynir satılmaktadır ki, özellikle, yöreye özgü “örgü peynir” bu çarşıda satılmaktadır. Bu yüzden, özellikle Diyarbakırlılar ve çevreden şehri ziyarete gelenler tarafından mutlaka uğranılan bir yer olmuştur.

KUYUMCULAR ÇARŞISI

Şehir merkezinde, Gazi caddesi üzerinde, Ulu caminin tam karşısındadır.
Çarşıda: her türlü el işi ziynet eşyası satılmaktadır. Ticaret hacmi bakımından, şehrin en önemli merkezlerinin başında gelmektedir.

DEMİRCİLER ÇARŞISI

Şehir merkezinde, Gazi caddesi üzerindedir.
Bu çarşıda: geleneksel tarım aletleri ve demir işçiliğinin en güzel örnekleri yapılıp satılmaktadır. Şehirde, balkon ve pencerelerde göreceğiniz süslü demir korkuluklar, bu çarşıda yapılmaktadır.

Diyarbakır Şehir Yakınlarında Gezilecek Yerler

ŞEHİR YAKINLARINDA GEZİLECEK YERLER

Diyarbakır Ongözlü-Silvan Köprü

ONGÖZLÜ-SİLVAN KÖPRÜ

Şehir merkezinin güneyinde, Mardin kapıdan çıkıldığında, 3 km uzaklıkta; eski Silvan yolu üzerinde; Kırklar dağı eteğinde; Dicle nehri üzerindedir.
Bir söylentiye göre: köprü: 515 yılında yapılmıştır ve 742 yılında ise, Emevi Halifesi Hişam tarafından onarılmıştır. Ancak, köprünün güneybatı bölümünde bulunan kitabeye göre: köprü, 1065-1067 yılları arasında: Mervaniler tarafından yaptırılmıştır. Mimarı ise: Ubeydoğlu Yusuf’tur.

Köprünün 10 gözlü olarak yapılmış olması, isminin de on gözlü köprü olmasına neden olmuştur. Yapıda, kesme-bazalt taşı kullanılmıştır. Köprünün uzunluğu: 172 metredir. Batı kısmından başlayarak, ilk 5 gözü: yaklaşık 10 metre iken, beşinci gözden itibaren genişlik 4 metre azalarak, 6 metreye düşer. Evet, günümüzde, bu köprü tarihi özellikleri nedeniyle kullanılmamaktadır.

Ulaşım, köprünün hemen ilerisinde, yeni yaptırılan “Mervani” köprüsünden sürdürülmektedir. Köprü hakkında son bir not: Dicle ırmağı, Diyarbakırlılar için kutsal sayılmakta ve “Allah’a giden yol” olduğuna inanılmaktadır. Bu inanış sonucu: Diyarbakırlı genç kızlar ve kadınlar: her yıl Kurban Bayramı akşamı, Dicle köprüsü yani bu köprü üzerinde toplanırlar ve daha önce hazırladıkları, dileklerinin yazılı bulunduğu kağıtları, dualar ederek, nehre atarlar. Böylece, dileklerinin gerçekleşeceğine inanırlar.

Diyarbakır Hevsel Bahçeleri

HEVSEL BAHÇELERİ

Şehir merkezinin güneybatısındaki bu bölümde: Dicle nehrinin debisinin azalmasıyla, delta oluşmakta ve buralar zamanla çok verimli bostan ve bahçelere dönüşmektedir. Hevsel bahçelerinin hemen üzerinde, bir düzlem halinde görülen bir tepecik var. Buranın adı: Kırklar dağıdır. Yani, ismi dağ olsa da, yüksekliği pek fazla olmadığından, pek dağa benzemez.
Evet, sık ağaçlıklı alan: Hevsel Bahçeleri olarak isimlendirilmiştir. Uzun yıllar süresince, şehrin sebze ve meyve ihtiyacı, buradan karşılanmıştır. Özellikle: güvercin gübresiyle yetiştirilen, ünlü Diyarbakır karpuzu, burada yetiştirilmektedir. Bunun yanında, Diyarbakırlılar, uzun yıllar boyunca, sıcak yaz günlerinde, burada, kamıştan ve tahtadan yapılan kulübelerde yaşamışlardır.

Hevsel Bahçeleri hakkında, Evliya Çelebiye atfedilen bir söylenti bulunmaktadır. Şöyle ki: şehre yaklaşan Evliya Çelebi: büyük patlıcan tarlalarını görünce, patlıcan tüketimi sonucu, şehirde asık suratlı ve mide rahatsızlığı çeken birçok insanla karşılaşacağını düşünür. Ancak, şehre girdiğinde, şehirde yaşayan insanların, sağlıklı ve gürbüz olduklarını görür ve şaşırır. Bunun nedenini araştırdığında ise, Hevsel Bahçelerindeki karpuz bostanlarını görür ve karpuzun, patlıcanın yarattığı zararlı etkileri giderdiğine karar verir.

Son bir not: Hevsel bahçelerinde, 180 kuş türünün bulunduğu söyleniyor, yani kuş gözlemi sevenler, Hevsel bahçelerinde birçok kuş türünü izleyebilirler.

Diyarbakır Gazi Köşkü-Seman Köşkü

GAZİ KÖŞKÜ-SEMAN KÖŞKÜ

Şehir merkezinin 5 km. güneyinde, eski Mardin karayolu üzerindedir.
Yapı: 15’nci yüzyılda, Akkoyunlu mimari özellikleri dikkate alınarak yapılmıştır. Ulu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk: Ordu Komutanlığı sırasında, burada konakladığı için, yapıya “Gazi Köşkü” ismi verilmiştir.

Yapı: 2 katlı ve dikdörtgen planlıdır ve yapımında: bazalt taşı ve beyaz kireç taşı kullanılmıştır. Alt kat bölümü: çay odası olarak isimlendirilir ve bu odada: selsebilli eyvan ve mutfak bulunmaktadır Selsebilli eyvan yani havuz düzeninin, İç kale içinde kalıntıları bulunan Artuklu sarayında da kullanıldığı görülmekte olup, burada da aynı düzen bir yapı bulunması ilginçtir.

Selsebilli eyvanın üst kısmı: beşik tonoz, yuvarlık kemerli ve zemin mermerdir. Buradan akan su: dikdörtgen bir havuza ve oradan da, kapalı bir kanalla avludaki büyük havuza dökülür.
Yapının ikinci katında: bir oda ve teras bulunur. Günümüzde, yapı: Atatürk’ün özel eşyalarının sergilendiği bir müze olarak kullanılmaktadır. Ayrıca: burada, çevre düzenlemesi yapılmış olup, özellikle yazın sıcak günlerinde, Diyarbakırlılar için, serinlemek ve eğlenmek için güzel bir merkez olarak kullanılmaktadır.
Son bir not: Diyarbakır’a yolunuz düşerse, buraya uğrayıp, kömür ateşinde hazırlanan ve semaver ile servis edilen çay tatmayı sakın ihmal etmeyin. Muhteşem güzel bir yer.

ERDEBİL KÖŞKÜ

Şehir merkezinin 5 km. uzağında, eski Mardin karayolu üzerindedir. On gözlü köprünün batısında, yüksek bir tepe üzerinde bulunmaktadır.
Yapının ilk olarak: 512 yılında, Akkoyunlular döneminde yapıldığı bilinmektedir. Böylece, çevrede yapılan diğer köşk tipi yapılara örnek teşkil etmiştir. 3 katlıdır. Dikdörtgen bir plana sahiptir ve kesme bazalt ve kalker taşı kullanılarak yapılmıştır. Zemin katında: eyvan, 1 oda ve mutfak bulunmaktadır. İkinci katta: 1 oda ve teras bulunmaktadır.
Yapının çevresi: yeşilliklerle doludur. Özellikle, en son restorasyon sonucu, köşk bahçesinde oluşturulan restoran, gerek Diyarbakırlılar ve gerekse yabancı ziyaretçiler tarafından yoğun olarak ziyaret edilmektedir.

Diyarbakır Devegeçidi

DEVEGEÇİDİ

Devegeçidi denilen yer: Diyarbakır şehir merkezine, 30 km. uzaklıkta ve büyükçe bir askeri birliğin bulunduğu yer olarak önem kazanmaktadır. Bu bölgede, ayrıca bir köprü ve baraj var.
Devegeçidi barajı: Devegeçidi çayı üzerine, sulama amacıyla, 2010 yılında yapılmıştır.
Devegeçidi köprüsü ise: Diyarbakır şehir merkezine, 20 km. uzaklıkta, Ergani kara yolunda, Devegeçidi çayı üzerindedir.
7 gözlü ve sivri kemerlidir. Kesme bazalt taştan yapılmıştır. Güney kısmında, 3 kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabelere göre: köprü, 1218 yılında, Artuklular döneminde Melik Salih Nasıreddin Mahmud zamanında yapılmıştır. Köprü: 1972 yılında onarım görmüştür.

Batman Hasankeyf

Batman Hasankeyf

Evet burayı ziyaret ederseniz, yanınızda çocuğunuz varsa, özellikle çocuklarına dikkat etmesini öneriyorum, çünkü çok sayıda mağara var, çocukların kaybolması riskini göze almayın ve çocukları yanınızdan sakın ayırmayın. Ayrıca: bazı bölümlerde; derin kuyular var, bu kuyular, Dicle nehrine kadar uzanıyor, kuyuların dibinden su var. Gezerken mutlaka dikkatli olmanız gerekiyor.

Batman Hasankeyf

ULAŞIM

Hasankeyf; Batman-Midyat karayolu üzerinde bulunmaktadır. Batman’a uzaklık: 35 km. dir. Ayrıca: Mardin-Midyat üzerinden Hasankeyf’e ulaşmak mümkün. Hasankeyf’in Mardin’e uzaklığı: 120 km. ve Midyat’a uzaklığı ise: 50 km. dir.

Hasankeyf’e en yakın hava alanı: Batman’dadır. Diyarbakır havaalanı ise, Hasankeyf’e: 135 km. uzaklıktadır. Batman-Ankara arası uzaklık: 1012 km. Batman-İstanbul arası uzaklık: 1465 km. ve Batman-İzmir arası uzaklık ise: 1520 km. dir.

Batman Hasankeyf

TURİZM

Hasankeyf’te: ortaçağ havasını teneffüs edebilirsiniz. Tarih ve doğa, burada kesişiyor. Medeniyetlerin odak noktası olmuş, önemli bir tarih ve kültür potansiyeli var. Bu özellikleri nedeniyle: özellikle hafta sonları: yerli ve yabancı turist akınına uğruyor.

Yerli ve yabancı turistler: Dicle nehri kıyısında kurulan çardak tipi lokantalarda; yemek yiyor, mağaralarda bulunan Yolgeçen Hanı gibi tesislerde dinlenme imkanları buluyorlar.

NE YENİR

Bahar sonlarında ve yaz aylarında: Dicle nehri kıyılarındaki tahtlı lokantalar açılıyor. Bu tahtlarda: otururken bir yandan ayaklarınızı Dicle nehrinin serin sularında dinlendirebilir, bir yandan da ızgara Dicle balığı ve diğer et yemeklerini tadabilirsiniz.

Yolgeçen Hanı gibi mağaraların içinde: halı, kilim ve eski ahşap mobilyalar döşeli kafelerde dinlenebilirsiniz. Bunların dışında, ilçenin ana caddesinde, birkaç lokanta var. Bunlardan: Antik kent; çeşitli yemek çeşitleri sunuyor.

ILISU BARAJI

Türkiye’de, Dicle nehri üzerinde yapımı planlanan Ilısu Barajı; şu anda dünyanın en çok tartışılan baraj projesidir.

On yıldan bu yana: çevre ve insan hakları örgütleri, projenin devasa kültürel, ekolojik, insani ve politik etkilerine karşı mücadele veriyorlar. Evet: Baraj: Mardin ve Şırnak İl sınırları arasında, Dargeçit ilçesinin 15 km. doğusunda, Dicle nehri üzerinde yapılacak. Suriye sınırına: 45 km. uzaklıkta.

Temelden yüksekliği: 135 metre. Barajın uzunluğu: 1820 metre. Toplam gövde hacmi ise: 44 milyon metreküp. Barajdan üretilecek elektrik enerjisi: şu anda ülkemizde hidroelektrik santralleri aracılığı ile üretilen enerjinin, yalnızca yüzde 10’nudur.

Ancak: bu baraj yapıldığında: Yaklaşık 15 bin yıllık Hasankeyf şehrini, sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı; yörenin kültürel mirasını yok etmenin yanında, 78 bin kişiyi de evsiz bırakacak.

Tabii, Ilısu barajının yapılmasıyla; bölgede birçok olumsuz durumların ortaya çıkacağı konusunda, sivil toplum örgütleri tarafından büyük mücadeleler veriliyor. Bizim amacımız: şu an için, büyük bir tarih hazinesi görünümündeki bu yöreyi sizlere tanıtmak, bu yüzden fazla ayrıntıya girmek istemiyorum.

TARİH

Hısn Keyfa olan şehrin adı: “Kayahisarı” olarak bilinir. Tarihi süreçte, bu tür kelimelerin anlamı: “korunmaya uygun” yer anlamına gelir. Kalenin; yekpare taştan olması nedeniyle, çeşitli dillerdeki Hasankeyf kelimesi “Taş Kalesi” anlamında da kullanılmaktadır.

Evet: tarihi süreci incelemeye başlayalım, Hasankeyf’in: ne zaman kurulduğu hakkında yeterli bilgi yok. Ancak: mesken olarak kullanılan çok sayıda mağara olması, buranın çok eski bir yerleşim yeri olduğu tezini güçlendiriyor.

İran ve iç Asya kültürleri: doğu Akdeniz, Mezopotamya, Roma ve Bizans kültürleri burada barınmış ve Romalılar, İran sınırını denetim altında tutabilmek için, Hasankeyf’te büyük bir kale inşa ettirmişler.

MÖ.633 yılında, bölgede, Bizans egemenliği görülüyor. 451 yılında, Bizanslılar tarafından, şehrin Müslümanların denetimine geçmesine kadar olan sürede: şehirde kale ve koruma amaçlı birçok yapı yaptırılmış.

17’nci yüzyılda: Hasankeyf, İslam orduları tarafından ele geçirilir. Bu dönemde; şehirde, sırası ile, Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler ve daha sonra ise Artukoğulları egemenlikleri görülür. Artuklular, Türkmen sülalesinden olup, Hasankeyf’te en parlak dönemin yaşanmasını sağlamışlardır.

1101 yılında, Artukoğlu Sökmen; Hasankeyf’i ele geçirip, burada önemli tarihi eserler yaptırmış. Böylece: göçebelik hayatından yerleşik sisteme geçmişler. Haçlı akımlarına rağmen: ilim, sanat ve kültürel açıdan çok büyük gelişmeler ortaya konulmuş.

Darphaneler kurulup, devletin ekonomik yapısı güçlü tutulmuştur. İlime ve bilim adamlarına büyük önem verilmiş, Hasankeyf şehir kalesine su getirilerek, önemli bir sıkıntı giderilmiştir.

1232 yılında: Eyübi Sutanı El-Kamil El-Malik tarafından, Hasankeyf ele geçirilir ve Artukoğullarının 130 yıllık dönemi sona erer. Ortaçağın en kuvvetli devletlerinden olan Eyyübiler; Mısır, Suriye ve Yemen’de hüküm sürmüşlerdir.

Selahattin Eyyübi’den sonra: Eyyübiler, birçok emirliklere ayrılır. Hasankeyf, bu dönemde yine Eyyübiler hükümranlığı altındadır. Şehirde; çok önemli eserler yaptırılır, ilim, sanat ve kültürel alanda, günümüze ulaşan eserler ortaya çıkar.

Özellikle: mimari alanda faaliyet gösteren Hasankeyf Eyyübileri, yaptıkları ile tarihte yerlerini alırlar. Takip eden, tarihi süreçte; Moğol istilasında, Hasankeyf yağma ve tahrip edilir.

Daha sonraki dönemde, bölgede, Akkoyunlular hakimiyeti görülür ve bunların egemenliği 15’nci yüzyıla kadar sürer. 1473 yılında, Uzun Hasan ve Fatih Sultan Mehmet arasındaki Otlukbeli savaşında, Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey şehit olur ve Hasankeyf’te Dicle nehri kıyısında gömülür.

Akkoyunlulardan sonra, bölgede İran Sefavilerinin egemenliği görülür. 1515 yılında, Yavuz Sultan Selim’in, doğu seferiyle birlikte, Hasankeyf, Osmanlı egemenliğine girer.

Bu dönemde, şehrin nüfusunun 10 bin üzerinde olması, büyük bir yerleşim merkezi konumunu gösterir. Şehir halkı: 7000 civarındaki mağaralarda, ortaçağ şartlarında hayatlarını uzun süre sürdürmüşlerdir.

Batman Hasankeyf

GENEL

Evet, Hasankeyf: 20 farklı kültürün izini barındıran ve 10 bin yıllık tarihiyle, UNESCO’nun 10 dünya mirası kriterinden, dokuzunu karşılayan bir yer. Yaklaşık 15 bin yıllık bir şehir.

Hasankeyf: denizden yüksekliği:520 metre olup Dicle nehri kıyısında kurulmuştur. İlçe ekonomisi: çardaklar ve balıkçılığa dayanmaktadır. Önemli bir tarım alanı mevcut değildir. Bu yüzden, halkın bir kısmı büyük şehirlere göç etmektedir.

İlçe her yönüyle: Batman’a bağımlı durumdadır.

İlçe; 1981 yılında, SİT doğal koruma alanı ilan edilmiştir. 4000’i aşkın mağara bulunan bölge, dünyada benzeri az bulunur bir doğa harikası. İlçe halkı, 1974 yılına kadar, kale başındaki yerleşim birimlerinde ve mağaralarda iskan etmiştir.

1974 yılında, Afet Evleri olarak bilinen 245 sosyal konut yapılmış, halk bu konutlara yerleştirilmiştir. İşsizlik çok yaygın olduğu için, genelde halkın gelir düzeyi düşüktür.

EFSANELER

DİCLE NEHRİ EFSANESİ

İnanışa göre: Allah tarafından Danyal Peygambere, bir vahiy gelir. Denir ki: “ Elindeki asa ile, suyun çıktığı mağaranın ağzından itibaren başlayarak bir çizgi çiz, su arkandan gelir.

Ancak: yetimlerin, dul kadınların, fakirlerin, yoksulların ve vakıfların malına ve mülküne yetiştiğin zaman, güzergahını değiştir ki, su bunlara zarar vermesin.”

Danyal Peygamber de Allah’ın bu buyruğuna riayet ederek, emredildiği şekilde Dicle Nehrinin güzergahını, çıktığı noktadan itibaren asasıyla, Basra körfezine kadar çizer.

Suyun akışı: bazı yerlerde, yukarıda belirttiğim özelliklere sahip mal ve mülklere isabet ettiği zaman, Danyal Peygamber, Allah’ın buyruğuna uygun olarak, suyun yönünü çorak ve verimsiz bir alandan geçecek şekilde değiştirir.

Bu nedenle: Dicle nehrinin, çıktığı yerden itibaren, Basra Körfezine kadar olan akış güzergahının, birçok yerinde: zikzaklar ve menderesler vardır. Bu nehir üzerindeki kıvrımların çok oluşu ve hiç kimseye zarar vermeyecek şekilde akışında, bir Peygamber elinin bulunması inancı hakimdir.

Bu nedenle: Dicle Nehri, her zaman ve her dönemde, kutsal bir nehir olarak değerlendirilmiştir.

İKİ YOLLU MİNARE

Sultan Süleyman döneminde yapılan Sultan Süleyman Camisi minaresi: daha inşaat halinde iken, usta ile kalfası arasında, inşaat tekniği açısından anlaşmazlık çıkar. Bu çekişme, kalfanın ustası tarafından kovulması ile son bulur.

Bu olay: kalfanın çok zoruna gider. Ancak, buna karşılık vermek için, Dicle Nehrine hakim kayalıklar üzerinde bulunan El-Rızk Camisinin minaresini yapmayı üslenir. Kalfanın buradaki amacı: ustasının yapmakta olduğu minareden daha güzel bir minare yapmaktır. Nitekim de öyle olur. Usta ile kalfa: minarelerini birlikte yapmaya başlarlar.

Her iki minarede yükseldikçe, ihtişamları daha da belirmeye başlar. Ancak: kalfa, yapmakta olduğu minarede, herkesten saklı tuttuğu bir ayrıntıyı özenle korumaktadır. Minareler: ilk bakışta, dış görünüş olarak birbirine benzerler.

Ancak, halk; zarafet ve estetik açısından, minareleri karşılaştırınca, kalfanın yapmakta olduğu minarede, daha güzel ve göze hoş gelen desenler bulur. Zaman ilerledikçe; her iki minarenin inşaatı hızlanır. Bir süre sonra, minareler, birlikte tamamlanır.

Usta yaptığı minarenin açılışını, başta Melik olmak üzere, kentin ileri gelenlerinin katılımı ile ve görkemli bir törenle yapar. Kalfa ise, yaptığı minarede, sır gibi sakladığı bir inşaat tekniğini, yalnız ustasının görmesini istemektedir.

Bu nedenle: minarenin açılışını yapmadan önce, ustasına karşı duyduğu saygıyı ön planda tutarak, mütevazi bir tavırla ustayı açılışa davet eder. Minarenin açılışını ona yaptırır. Minarenin açılışından sonra, usta, minarenin merdivenlerini kontrol etmek ve rahat olup olmadıklarını anlamak için minarenin tepesine çıkar.

Bir de ne görsün: kalfada, minarenin tepesinde kendisini beklemektedir. Bu durumu hayretle karşılayan usta: kalfaya “buraya nasıl çıktığını” sorar.

Kalfa, her zaman olduğu gibi, tevazuyu elden bırakmadan, ustasına “şu yan tarafta bulunan ikinci yoldan çıktım” der. Bunun üzerine, usta, şöyle bir yan tarafına bakar ki, bir de ne görsün: minarede çift yol yapılmış. Üstelik bu yollardan çıkan ve inan birbirini görmeyecek şekilde bir inşaat tekniği kullanılmış.

Oysaki, kendisinin yaptığı minarede, böyle bir teknik kullanılmamış ve yalnızca minaresine bir yol var. Bu durum karşısında ne yapacağını şaşıran usta, kalfasının bu düşüncesini takdir edeceği yerde, gururuna yenik düşmüş ve geçirdiği bunalım sonucu, minarenin tepesinden aşağıya atlayarak intihar etmiş.

Bu nedenle: Hasankeyf’te bulunan minareler, işte böyle tatlı ancak sonu dramatik olan bir rekabet anlayışı içinde yapıldığı için, üstün bir inşaat tekniğine ve üstün bir sanat değerine sahiptir.

GEZİLECEK YERLER

ARTUKLU KÖPRÜSÜ

Üzerinde herhangi bir kitabe olmadığından, kesin yapılış tarihi bilinmiyor.
Eski bir Bizans köprüsünün üzerine yapıldığı sanılıyor. Artuklular döneminde yapıldığı hakkında çeşitli görüşler var.

Batman Hasankeyf Artuklu Köprüsü

12’nci yüzyıl başlarında Artuklular zamanında yapılan köprü, 14’ncü yüzyıl başlarından itibaren, bir süre kullanılmamıştır. Daha sonra Artuklu hükümdarı al-Adil Gazi tarafından restore ettirilmiştir. 15’nci yüzyılda, köprü, bu kez Akkoyunlular tarafından yeniden restore edilir.

Kemer açıklığı itibarıyla: Ortaçağda yapılan en büyük köprülerden biri olarak kabul ediliyor. Ortadaki büyük kemeri taşıyan, iki orta ayağın arasındaki açıklık: 40 metre. Ayaklar; akıntı tarafında üçgen, diğer tarafta ise, dairesel şekilde yapılmış.

Batman Hasankeyf Artuklu Köprüsü

Dış cepheleri: kesme taştandır. Bu taşlar; birbirlerine madeni kramplarla kenetlenmiş.

Köprünün kemerleri de: kesme taştan yapılmış. Doğudaki kemer: gerçekten muhteşem büyüklükteki kesme taşlarla örülmüş. Gördüğünüzde taşların büyüklüklerine şaşıracaksınız. Batıdaki kemer ise; kırılma noktasına kadar kesme taştan, sonrasında ise tuğladan örülmüş.

Bazı kaynaklara göre; köprünün en büyük kemerinin orta kısmı: ahşaptı ve şehre düşman saldırıları olduğunda: bu ahşap bölüm yerinden kaldırılıyor ve düşmanın köprü üzerinden şehre girmesi önleniyordu.

Köprünün diğer ilginç bir özelliği de: ayakları üzerinde bulunan figürler. Bu figürler, günümüzde tahrip oldukları için tam olarak ne anlam ifade ettikleri bilinmiyor. Günümüzde, köprüden birkaç ayak dışında bir şey kalmamış.

Köprüyü: Atatürk köprüsünden, kaleden ve ya nehir kenarından görmek mümkün. Eğer nehir kenarına inmek isterseniz, Rızkiye camisini geçtikten sonra, önünüze çıkan küçük yolu izlemelisiniz.

Batman Hasankeyf Büyük Saray

BÜYÜK SARAY

Kalenin kuzeyinde, Küçük Sarayın karşısında, Ulu Caminin hemen altında.

Büyük ölçüde yıkılmış durumda. Kuzeye; nehre bakan cephesi: yuvarlak payandalarla desteklenmiş. Sarayın girişi; bu cephenin hemen ortasında bulunuyor.

Sarayda, gizli bir kapıdan hareme çıkılan özel odaların olduğu sanılıyor. Sarayın iki katı, bugün görülebilmektedir. Yapılacak kazılar sonucu, üçüncü katında ortaya çıkarılması sağlanacaktır.

Yapının en önemli özelliği: giriş kapısının karşısında, binadan bağımsız bir kulenin bulunması. Burası: kesme taşlardan örülmüştür. Köprü ayaklarında olduğu gibi, bu taşlar da madeni kramplarla birbirlerine kenetlenmişler.

Bu özelliğinden dolayı: dibindeki kasıtlı tahribata rağmen, kule yıkılmamış. Burası: bir zamanlar: ya bir gözetleme kulesi ya da yıldırımlar için paratoner görevi yapıyor olsa gerek.

Batman Hasankeyf El-Rızk Camii

EL-RIZK CAMİİ

Dicle nehrinin doğusunda, köprü ayağının hemen yakınında. Kitabesinden: Eyyübi Sultanı Süleyman tarafından 409 tarihinde yaptırıldığı yazılı. Günümüzde, caminin yalnızca minaresi sağlam kalmış.

Minarenin üzerindeki süsler; Arapça Kufi yazılar hayranlık verici güzellikte. Minarenin en önemli özelliği: çift merdivenli olması. Minareye baktığınızda: yuva yapan leylekler dikkatinizi çekecektir.

Caminin görülmeye değer avlusuna gitmek için, yeni yapılan caminin çevresini dolaşarak, erkekler tuvaletinin bulunduğu yönde olan kapıdan girmeniz gerekiyor. Avlunun son derece güzel cephesi, iyi korunarak günümüze kadar gelebilmiş.

Bugün; avlunun güneyinde kalan duvar kalıntısı var. Bu duvar kalıntısında; caminin asıl ibadet mekanına giriş kapısı var. Bu kapının sağ ve solunda, iki kapı daha bulunuyor. Bu kapıların üstü: çok güzel ayet yazıları ile süslenmiş.

Ancak, bu yazılar büyük ölçüde harap olmuş. Özellikle: ortadaki kapının süslemeleri, bitkisel motiflerle oyulmuş, taşları dikkate değer. Ancak; süslü taşların çoğu düştüğünden, eserin güzelliğinin bütünlüğü kaybolmuş.

Batman Hasankeyf Sultan Süleyman Camii

SULTAN SÜLEYMAN CAMİİ

Camiye ulaşmak için, Rızkıye camiinden sonra, yokuş yukarı giderken, hemen sola dönebilir ve ana cadde üzerinde PTT’den önceki ilk sokağa sapabilirsiniz.

Caminin kitabesinde: 1407 yılında, Eyyübi Sultanı Süleyman tarafından yapıldığı yazılı. Minare, hemen bitişiğindeki avlu giriş kapısı, kapının güneyindeki çeşme; özenle kesme taşlardan yapılmış ve süslenmiş. Çeşme üzerindeki kitabede; buranın Sultan Süleyman tarafından, 1416 yılında yaptırıldığı yazılı.

Yapının en dikkat çekici bölümü: minaresi. Minare: dikdörtgen ve kaidesinin her cephesinde, birer Arapça Kufi yazı bulunuyor. Kaidenin üzerinde yükselen silindirik gövde: şerefeye kadar, dört kuşaktan oluşmuş.

Her kuşak: farklı şekilde süslenmiş. Şerefeden yukarısı ise, yıkılmış. Üstten kesilmiş gibi bir görüntü var. Ne zaman ve nasıl yıkıldığı bilinmiyor. Şu anda, minare gövdesinde de yıkılma tehlikesi yok değil, büyük çatlarlar görülüyor.

Sultan Süleyman’ın mezarı: ibadet mekanına girerken, eyvanın doğusundaki odacıkta. Eser; tamamen harap ve sahipsiz olduğu için, günümüzde mezar olduğu nerede ise belli değil. Caminin kubbesi ve kubbenin taçlandırdığı ibadet mekanının çevresi, alçılarla dikkat çekici şekilde süslenmiş.

Batman Hasankeyf Kızlar Camii

KIZLAR CAMİİ

Koç camisinin hemen doğusunda bulunuyor. Kitabesi olmadığından, kesin yapılış tarihi ve yaptıran belli değil. Evet, bu eser sağlam ve günümüzde cami olarak kullanılmaya devam ediliyor.

Ama, buranın aslında bir anıt mezar olduğu araştırmacılar tarafından ifade ediliyor. Caminin girişinin sağındaki köşede bulunan anıt mezarın: kubbesi ve mezar kalıntıları, halen mevcut ve üç köşedeki mezar odaları ise tadilata uğramış.

Yapının kuzey cephesi kısmen korunmuş. Gerek cami girişi ve gerekse pencere çevresindeki motifler ve süslemeler; yapının güzelliği konusunda fikir veriyor. Yapının genel özellikleri dikkate alındığında, Eyyübiler döneminde yapıldığı söylenebilir. İlginç bir nokta da: harabelerin yüksekliğinin yalnızca 3 metre olmasıdır. Bu da caminin hiç tamamlanmadığı düşüncesini akla getiriyor.

Batman Hasankeyf Kale Kapısı

KALE KAPISI

Doğudan, kaleye çıkan merdivenli yolun başlarında bulunuyor. Üzerindeki kitabeden, 1416 yılında, Eyyübi Sultanı Süleyman tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor. 590 yıldan fazla bir süre ayakta kalabilen kapıda; günümüzde, dayandığı kayaların çökmesi nedeniyle çatlaklar oluşmuş ve çökme tehlikesi var.

Yıkılmaması için acil tedbir alınması gerekir. Umarım, yetkililer bu çağrıyı duyar ve gerekli tedbirleri alır. Evet, gezmeye devam. Kapının ön cephesi: kesme taştan yapılmış. Arka cephesi ise, eklentilerle beraber molozlardan yapılmış.

Muhtemelen arka cephede, muhafızlar için yerler vardı. İkinci kapı olarak bilinen bu kapının hemen altında: 8-10 yıl öncesine kadar bir kapı daha varmış. Bu kapının iki yanında, iki aslan kabartması oyulmuş, süslü taşlar bulunuyormuş. Yıkılan bu kapının bazı taşları: Hasankeyf Kazı evinde koruma altına alınmış.

Doğudan kaleye çıkılan yolun üst taraflarında: üçüncü bir kapı daha var. Kapı: üstten harap olmuş. Gerek ön cephesinde ve gerekse yan cephesinde dikdörtgen levhalar içinde yazılar var. Alınlığın üstünde bir kitabe olduğu anlaşılıyor, ancak tahrip olmuş. Bu kapı, görülen özellikleri incelendiğinde, Eyyübiler dönemine ait olduğu söylenebilir.

Batman Hasankeyf Küçük Saray

KÜÇÜK SARAY

Kalenin kuzeydoğu ucunda bulunuyor. Rızkiye minaresine, yukarıdan bakan bir konumda. Atatürk köprüsünden bakıldığında, saray beyaza çalan bir kayalığın üstünde, kutu gibi görünüyor. Kayalar; aşağıdan itibaren saraya uygun bir şekilde yontulduğundan, dev bir kule görünümü var. Tarihi kaynaklardan: 1328 yılında Eyyübiler döneminde yapıldığı değerlendiriliyor.

Kuzeye bakan cephedeki pencerenin üstünde; iki aslan kabartması, bu kabartmaların ortasında da kufi levhalar bulunuyor. Tarihi kayıtlardan; sarayın duvarlarının göz alıcı bir şekilde süslendiği, altın harflerle yazılar yazıldığı anlaşılıyor. Ancak; bu yazılar tamamen silinmiş veya sökülmüş, günümüzde bunları görmek mümkün değil.

Batman Hasankeyf Zeynel Bey Türbesi

ZEYNEL BEY TÜRBESİ

Akkoyunlu eseridir. Hasankeyf’ten net biçimde görülebilmektedir. Akkoyunlular; 1462-1482 yılları arasında Hasankeyf’te hüküm sürmüşlerdir. Bu dönem içinde; Hasankeyf’de bıraktıkları tek eser: Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’in Türbesidir.

Dicle’nin kuzey yakasında bulunan bu eserin giriş kapısı üzerindeki kitabede; buranın Zeynel Bey’e ait olduğu ifade ediliyor. Bu türbenin benzeri: İran’da; Tebriz kentindeki mavi camide görülebilmektedir.

Batman Hasankeyf Zeynel Bey Türbesi

Eser: dıştan silindirik, içten ise sekizgen özellikte bir yapı. Türbenin silindirik gövdesi üzerinde: turkuaz ve lacivert, sırlı tuğla ile dört kuşak oluşturulmuş.

Birinci kuşakta: “Allah”, ikinci ve üçüncü kuşaklarda, baş kısmında “Ahmet” devamında ise “Muhammed”, dipteki son kuşakta ise “Ali” isimleri yazılmış. Yazılar; hayranlık verici güzellikte.

Hem kapı ve hemde güneydeki pencere: aynı renkteki sırlı tuğlalar kullanılarak süslenmiş. Yapının birçok yerinde, bu sırlı tuğlaların söküldüğü, kasıtlı bir tahribatın yapıldığı gözleniyor. Üst kubbede: aynı tarzda süslerin izleri hala mevcut.

Üst kubbedeki çatlakların gittikçe açıldığı ve yıkılma tehlikesinin burada da bulunduğunu görecek ve ilgisizliğe şaşacaksınız.

Batman Hasankeyf Kale

KALE

Rızkiye camisini geride bırakıp, yolunuza devam ederseniz, birkaç dakika sonra, iki tarafı uçurum olan bir boğaza geleceksiniz. Sağ tarafta kaleye çıkan yolda su içilebilecek iki çeşme var. Kaleye çıkan yol, kaygan taşlarla döşeli olduğundan, düşmemek için aman dikkat edin.

Dicle nehrine hakim ve muhteşem bir manzarası olan bu tarihi kale, gün boyu ziyarete açıktır. Aslında: bugün surlar yok, bu yüzden belki kale beklentiniz biraz farklı olabilir.

Kalenin iskan yeri olarak kullanılması: Milattan çok önceki yıllara dayanıyor. Bu konuda kesin bir tarih ve bulgular yok. Yapının kaleye dönüştürülmesi ise: MS.363 yılında olmuş. Bu tarihte, Bizanslılar; Sasanilere karşı Hasankeyf’e bir kale yapmış ve sınırlarını koruma altına almışlar.

Kale: bütünü ile, tabii kayalardan oluşuyor. Biri doğuda ve biri batıda olmak üzere, iki merdivenli yol ile buraya ulaşılıyor. Doğudaki yol: geniş ve moloz taşlarla döşenmiş ve aralıklarla yapılan kapılarla tutulmuş. Bu kapılardan: biraz önce söz etmiştim.

Kalenin kuzeyinde: kayalara oyulmuş, tamamen gizli olan, ama günümüzde yıkılmalar sonucu kısmen ortaya çıkmış iki merdivenli bir yol daha var. Normal yollarda kaleye su çıkarılamadığı dönemlerde: kale sakinleri bu merdivenli yollarla, Dicle’den su ihtiyaçlarını karşılamışlar.

Kaleden: daha yüksek mevkilerde bulunan su kaynaklarından zaman zaman, yerlere künkler döşenerek ve zaman zaman ise, kayalara oyularak su kaleye ulaştırılmış. Kalenin dikkati çeken bir özelliği de: burada; gerek Eyyübiler ve gerekse Artuklular döneminde, kaynak suyu çıkarılmış olması.

Uzundere köyüne gidilerken: kalenin 1 km. ilerisindeki yolun sağındaki kayalara oyulan su yollarının izleri görülüyor. Yıkılmayan yerler incelendiğinde: kayalardaki bu su yollarının tamamen gizli olduğu anlaşılıyor. Sular; cazibe ile, kalenin kuzeyinde yer alan büyük havuza (depoya) toplanıyor ve oradan da, kanallarla kalenin her yanına ulaştırılıyormuş.

Artuklular döneminde, hangi hükümdar zamanında: kaleye su çıkarıldığı bilinmiyor. Ancak: Eyyübilerden Küçük Sarayı yapan Muhammed’in 1328 yılında, kaleye su çıkardığı kaynaklardan öğreniliyor. Hatta: kalede, bu tarihten sonra, ağaçların ve ekinlerin ekildiğinden bile söz ediliyor.

Kalede: Ulu Cami güneyinde, 100 metre ileride, hamama benzeyen yapılar var. Bu kaleye, bol miktarda suyun çıkarıldığını gösteriyor. Hamamın, bugünkü halinden daha sonraları, kumaş dokuma atölyesine dönüştürüldüğü tespit edilmiş. Kalede yapılacak bir araştırmada, buna benzer birçok kumaş dokuma atölyesi bulmak mümkün.

Ulu Cami güneyinde, geniş bir meydan var. Meydanın doğusu: Büyük Saray kalıntılarına kadar, mezarlığa dönüştürülmüş. Kaynaklardan: bu mezarlıkların yerinde, kale kapısına bakan noktada, Eyyübiler döneminde, büyükçe bir Eyvan yapıldığı anlaşılıyor.

Gerçekten, bu mevkide büyük taşlardan yapılmış duvar kalıntılarına rastlanıyor. Kale; tabii kayalardan oluşmasına rağmen, her tarafında burç izine rastlanıyor. Şüphesiz, bunların amacı: kaleyi düşman saldırılarından korumak değildir. Herhalde, kale sakinleri, düşme tehlikesinden korunmak için, bu burçları yapmışlar.

Tarihi süreç incelendiğinde, kalenin silah zoru ile ele geçirildiğine dair herhangi bir bilgi yok. Yalnız: Moğollar döneminde, şehir gibi, kale de harap edilmiş. Kuzeyi: Dicle ile çevrili kalenin, diğer taraflarında derin yarıklar var. Kuzeyden geniş olan kale, güneye gidildikçe daralıyor.

Kaledeki evlerin çoğu; oyulmuş mağaralardan oluşuyor. Genellikle: bir-iki odadan ibaret. Birkaç odadan ibaret olanları da var. Büyük Saray’a doğru giderken, sağda bulunan Cami-u Harap’ta; sonradan oraya konduğu anlaşılan bir kitabe parçası var. Kısmen aşındığı için okunmuyor.

küçük kale.en iyi resim.1
Batman Hasankeyf Küçük Kale-Darhane

KÜÇÜK KALE (DARPHANE) 

Halk arasında küçük kale olarak bilinen ve kalenin doğusunda bulunan kaya kütlesi, bir zamanlar darphane olarak da kullanılmış. Artuklular ve Eyyübiler döneminde, burada paralar basılmış. Bu paraların örnekleri: özellikle Mardin Müzesinde bulunuyor. Asıl kalenin karşısına düşen bir uçurumun üzerinde yer alıyor.

Moğolların tahribatından sonra, Eyyübiler, bir süre burayı mesken olarak da kullanmışlar. Buraya: kale kapısı karşısındaki bir merdivenle çıkılıyordu. Merdiveni taşıyan kaya kütlesinin, kısmen çökmesi ile, bugün, merdivenle darphaneye çıkmak mümkün değil.

Darphanenin güneyi, 8 metre genişliğinde, 10-12 metre derinliğinde oyulduğu için, darphaneye çıkmak mümkün olmuyor.

Orada yapılan incelemede: mesken olarak kullanılan evlere, su havuzuna, su kanallarına, sarnıçlara ve değişik amaçla kullanılan mağaralara rastlanılmış. Ayrıca: küçük kaleyi çevreleyen burç kalıntıları da yer yer bulunuyor.

Özellikle: kale zaman zaman darphane, define avcıları tarafından tahribata uğratılmış. Bir şeyler olduğu tahmin edilen her yer bu hırsızlar tarafından kazılmış.

Batman Hasankeyf Şehir

ŞEHİR

Kale dışında; geniş bir alan iskan yeri olarak kullanılmış. Bu durum, kalıntılardan anlaşılıyor. Kaleyi; doğudan çevreleyen büyük yarık (Şa’bülkebir) Hasankeyf’in en yoğun iskan yerlerindenmiş. Burada: bol sayıda mağaralar var.

Küçük Sarayın doğudaki penceresinden bakıldığında: güneydoğu istikametinde uzanan küçük yarığın (Şa’büssagir) iki tarafı da meskenlerle dolu. Yukarı doğru gidildikçe: yarık daralıyor ve bir noktada mağara evler bitiyor.

Şehrin güneyinde bulunan kaya kütlesinin; şehre bakan cephesinde de ev olarak kullanılan yüzlerce mağara var. Bu mağaralar: Salihiye yolu üzerindeki şelale mevkiinden güneye doğru kıvrılarak uzanıyor. Burada da yüzlerce mağara ve terkedilmiş onlarca su değirmeni kalıntıları var.

Salihiye bahçelerinin en doğusundaki kaya kütlesi zirvesinde: iki kattan oluşan, birkaç odalı, kral kızı sarayı var. Burasının: zamanında seyir amacı ile kullanıldığı sanılıyor. Salihiye bahçelerinin doğusunda da yüzlerce mağara bulunuyor. Bunların arasında, sosyal amaçlı kullanılan ( han gibi) mağaralar da bulunuyor.

Dicle’nin karşı kıyısında: Kure köyünün bitişiğindeki bölgede: iki-üç katlı oldukları tespit edilen yapılar var.

Ayrıca: kalenin batı ve güneyini çevreleyen yarıklarda da, yoğun olmasa da mesken amaçlı birçok mağara var. Şehrin, iskan edilen yerleri, şüphesiz bu kayalara oyulmuş evlerden yani mağaralardan ibaret değil.

Batman Hasankeyf Şehir

Şimdiki mevcut şehrin, tümü ortaçağda da iskan yeri olarak kullanılıyormuş. Hatta, şehir merkezinden 1-2 kilometre doğusuna kadar, oradan nehre ininceye kadar, geniş bir alanın mesken olarak kullanıldığı, bugün, görülen izlerden anlaşılıyor.

Şehrin, böylesine geniş bir alana sahip olmasına rağmen, şehri koruyan surların, iç kısımda kaldığı görülüyor. Bu surların: bugünkü kalınlığına bakılırsa, şehri korumakta zayıf kaldıkları söylenebilir. Şüphesiz, bu kadar geniş alana kurulan şehrin, belki de yüz binlere ulaşan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak sosyal yapılarının da olması gerekirdi.

Evet; Hasankeyf; geniş iskan alanı, yoğun nüfusu ve korunaklı kalesiyle, ortaçağın önemli şehirlerinden biri idi. 1524 yılında tamamen Osmanlıların eline geçtiğinde de, böyle büyük bir şehir olduğundan, sancak merkezi yapılmıştı.

Hasankeyf’teki mağara evleri; çok farklı özellikler gösterir. Çoğunluğu: sade ve 1-2 odalıdır. Özellikle: yüksek yamaçlardaki mağaraların bazıları iki katlı, hatta üç katlıdır.

Batman Hasankeyf

SONUÇ

Baraj gölü havzasındaki su miktarındaki artış devem ederken Hasankeyf antik kentindeki binalar ve arkeolojik alanlar bir bir sulara gömülüyor.

Ilısu Barajı Hidroelektrik Santralinde tutulan su miktarındaki artışın başlamasıyla birlikte tarihi antik kent, Hasankeyf’te sular yükselmeye başladı.

Son durum, araçların kullandığı köprünün ayaklarının büyük bir kısmı sular altında, tutulan su miktarı arttıkça göl havzasında kalan Hasankeyf’te su seviyesi yükselmeye devam edecek ve sizler, yukarıdaki satırları sadece mazide kalan bir hikaye olarak okuduğunuzu anlayıp üzüleceksiniz, göremeyenler üzülecek, maalesef Hasankeyf bitti, yok oldu.

Diyarbakır Eğil

Diyarbakır Eğil

Diyarbakır Eğil ilçesi, Peygamber ve kral mezarları bulunması nedeniyle inanç ve kültür turizm merkezi olma yolunda hızla ilerliyor. Bence, buraya kesinlikle ziyarete gidin veya buralara yakınlardan geçerseniz yolunuzu değiştirin ve mutlaka buraya gidin, inanın gittiğinize kesinlikle memnun olacaksınız, muhteşem bir doğal güzellik sizi bekliyor. Eğil ilçesinde, huzur ortamının sağlanmasıyla mutlaka gidin ve bu güzellikleri görün. Dini, doğal ve tarihi güzellikler mutlaka görülmelidir.

ULAŞIM

Eğil, Diyarbakır arası uzaklık: 52 km. Eğil, Ergani arası uzaklık: 34 km. Eğil, Maden arası uzaklık: 56 km. Eğil, Elazığ arası uzaklık: 135 km.

Diyarbakır Eğil

 

TARİHİ

İlçe tarihi süreç içinde, Huri, Mitanni, Urartu, Asur, Med, Pers, Roma imparatorluğu ve Büyük Selçuklular gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır.

Ayrıca: Kuran-ı Kerim’de ismi geçen peygamberler Hz Zülkifl ve Hz Elyesa’nın da aralarında bulunduğu 6 nebiyi ağırlaması nedeniyle “Peygamberler Şehri” olarak adlandırılıyor. Diğer nebiler: Nebi Harun-i Asefi, Nebi Hallak, Nebi Harut, Nebi Zünnun, Nebi Hürmüz, Nebi Ömer, Nebi Danyal’dır ve kabirleri yine Eğil’dedir.

İlçe merkezinde bulunan Asur kalesinin adından da anlaşılacağı üzere, Asurlular ötesine ulaşan bir geçmişi vardır.

Eğil, Halife Hz Ömer zamanında Müslümanlar tarafından fetih edilmiştir.

İlçe önceleri bir nahiye olarak 1860 yılında Palu’ya, 1866 yılında ise o zamanki ismiyle Mamureti Laziz Vilayetine (Elazığ) ve daha sonra Diyarbakır vilayetine bağlanmıştır.

1936 yılında ilçe olmuş, 1939 yılında Dicle ilçe olunca Dicle’ye Eğil ismi verilmiştir. Bu karışıklık 11 yıl sürmüş ve 1950 yılında isim değiş tokuşu yapılmıştır. 1957 yılında, Eğil, Dicle’den alınarak merkeze bağlanmıştır. 1987 yılında ise, Eğil ilçesi, Diyarbakır ilinin bir ilçesi olmuştur.

Gelelim yörenin ismine

Eğil’in ismi, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde “Gel” biçiminde geçer. Bölgede yaşayanların bir bölümü: bugün hala “Gel” biçiminde, diğer bir bölümü de “Ekle” biçiminde kullanırlar. Şeref Han’ın Şerefname isimli eserinde, Eğil ile ilgili şöyle bir bilgi vardır. “Bu Eğil, eğik bir kemer üzerine kurulmuş, sağlam bir kaledir ve o kadar yüksektir ki, ona bakan herkese korku ve vehim hakim olur.  Halkın ağzında ve dilinde dolaşan söylentiye göre “Allah’ın velilerinden biri oradan geçerken o kemere işaret edip Türkçe olarak “Eğil” demiş, bunu duyan kemer, Allah’ın izniyle eğilmiş ve eğik bir durum olmuştur.” Bugünkü “Eğil” ismi, bu olaydan sonra “Eğil” olarak değiştirilmiştir.

Diyarbakır Eğil Dicle Barajı

 

GENEL

İlçede yapılan Dicle Barajı ve baraj göletiyle ilçe sahil kasabası görünümüne bürünmüştür. Tarihi kalenin eteğindeki baraj suyunda, tekne ve jet-skilerle gezintiler düzenleniyor.

Ama Eğil ilçesinin bu doğal güzellikleri yanında, dini özellikleri de ön plandadır. 2012 yılında Nebi Harun Tepesinde Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından düzenlenen türbe: Türkiye’nin birçok kentinden bölgeye gelen vatandaşlar tarafından ziyaret edilmektedir. Ayrıca, ilçe dışından gelen ziyaretçiler, kültürel gezilere de katılırlar. Eğil ilçesinde yapılan Dicle Barajı ve baraj göleti, ilçeyi bir sahil kasabası görünümüne büründürmüştür. Baraj göletine “Kral Kızı Baraj göleti” ismi verilmiştir.

Diyarbakır Eğil Dicle Barajı

İlçe dışından gelen ziyaretçilerin konaklaması için, Dicle Barajı manzaralı bungalov tipi evler düzenlenmiştir. Kalenin eteğindeki baraj göletinde tekne ve jet-ski gezileri düzenlenmektedir. Huzur ve güven ortamının oluşması nedeniyle, son zamanlarda yöreye yerli ve yabancı turist akımı yaşanmaktadır. İlçeyi ziyaret eden ziyaretçiler, konaklama yapmasalar da, baraj sahilindeki çardak, restoran ve kır kahvelerinde yemek (özellikle balık) yiyip, manzara seyretmenin keyfini yaşıyorlar.

Diyarbakır Eğil Dicle Barajı

 

KRAL KIZI EFSANESİ

“Kral kızı” ismi, bir baraj ve Eğil kalesi için kullanılmaktadır. Coğrafi olarak birbirine bağlı olan bu iki mekanda kullanılan ismin arkasında ilginç bir efsane vardır.

Eğil kalesinin üç tarafı dik yamaçlarla ve Dicle nehriyle çevrilidir. Kalenin bir diğer yamacında ise, tek parçadan oluşan ve oldukça yüksek olan bir kaya bulunur. Bu kaya üzerinde, kabartma olarak görülen bir figür vardır ve buna “Kral kızı” ismi verilir. Bu figürün en büyük özelliği: istenilen anda görülmemesidir. Kabartma figür, sadece güneş 180 derece açı ile üzerine vurduğunda sadece 1 dakika boyunca görülebilir.

Gelelim hikayeye

Bir zamanlar, Eğil kentinde hüküm süren bir kral ve güzelliği dillere destan bir kızı yaşarmış.

Bunu bilen barbar bir komutan: kalabalık ordusuyla birlikte, Kralın güzel kızıyla evlenmek için ordusuyla birlikte Eğil kalesini kuşatır. Uzun süren savaş sonunda, Eğil kralı, halkının daha fazla zarar görmesini istemez ve yenilgiyi kabul eder. Ancak kralın güzel kızı, hem yenilgiyi kabul etmez hem de sevmediği biriyle beraber olmak istemediği için bir plan yapar. Elçi göndererek, barbar komutanla konuşmak istediği haberini gönderir ve bu isteği kabul edilir. Barbar komutan, kral kızı için şatafatlı bir karşılama hazırlar. Kral kızı: ihtişamlı giysi ve takılarıyla gelir, tüm askerler ve barbar komutan, bu güzellik karşısında donakalır. Eğlenceden sonra, barbar komutan, kral kızıyla birlikte olmak için bütün askerlerini gönderir. Kral kızı ise bir isteği olduğunu söyler. “Kız kendisiyle savaşacak ve kendisini yenecek biriyle evlenebileceğini söyler” Bu istek karşısında şaşıran barbar komutan, kral kızının isteğini kabul eder. Kral kızı, ihtişamlı elbiselerini ve takılarını çıkarır, savaşçı elbisesi giyer. Kısa süre sonra, kral kızı, barbar komutanın öldürür ve galip gelir. Bunun üzerine barbar komutanın askerleri, kral kızı karşısında diz çökerler ve hakimiyetini kabul ederler. Kral kızı, bu kez, kanlı elbiseleri ve sal ile Eğin kalesine geri döner ve gizli geçitten yukarı çıkar. Evet, efsane böyle, değişik şekillerde de anlatılıyor.

Diyarbakır Eğil Dicle Barajı

 

Tekne gezisi

Eğil Feribot iskelesinden kalkan teknelerle günübirlik bir taraftan Kralkızı barajına kadar, diğer taraftan Dicle-Hani karayolu köprüsüne, köprünün kuzeyinde Akdağ eteklerine kadar gidip gelmek mümkündür.

Diyarbakır Eğil Dicle Barajı

Bu kısa tur sırasında, kanyonun sağlı sollu yamaçlarında Güneydoğu’da pek de alışık olunmayan bir manzara, yeşil bir bitki örtüsü ve meşe ormanları görülebilir.  

Diyarbakır Eğil Kabirler

 

KABİRLERİ EĞİN’DE OLAN PEYGAMBERLER VE NEBİLER

Hz Elyesa

MÖ 896 yılında Filistin’de doğmuştur. MÖ 866 yılında peygamber olur. MÖ 821 yılında Eğil’de vefat etmiştir. Birçok mucizeler göstermiştir. Bunlar: kullanılmayan suyun kullanılır hale gelmesi, İsrail ve Yahuda krallarının Edom kralına karşı açtıkları savaşta, Edom çölünde su bulması ve insanların kurtarılması, ölülerin diriltilmesi ve cüzzamlı hastaların iyileştirilmesi ve kıtlık döneminin bitirilmesi gibidir.

Hz Musa’nın getirmiş olduğu dinin esaslarını yaymaya çalışmıştır. İlyas Peygamberle bir süre birlikte olmuştur. Balbek hükümdarının zulmünden kaçan İlyas Peygamber, Tevrat’ı gizli gizli öğrenmekte ve kendisi de emirlerinin gereğini yerine getirmekteydi. Hz Elyasa, Peygamber de İsrailoğullarına çok nasihat etmesine rağmen, onlardan çok azı kendisini dinlemiş ve iman etmiştir. İsrailoğullarının zulüm ve baskılarından kaçan Hz Elyasa, Asur diyarlarına doğru gitmiştir. İman etmeyen İsrailoğullarının başına, Asurlular musallat olmuştur.

Eski kabir: Eğil ilçesi Tekke mahallesindeydi. Dicle baraj gölü altında kalmaması için, yetkili mercilerin izin ve yardımlarıyla bir heyet tarafından Tekke mahallesinden alınarak Nebi Harun tepesine nakledilmiştir. Amcasının oğlu ve yardımcısı Hürmüz’ün kabri yerinde bırakılmıştır. Eski kabrin güney kısmındaki Kufi yazı ve muhtelif taşlarda Arapça yazıdan, buranın Hz Elyasa kabri olduğu kanıtlanmıştır.

Hz Zülkifl

Hz Elyesa’nın amcasının oğludur ve her fırsatta Hz.Elyasa’nın yanında olmuştur. İnsanlardan gelen birçok olumsuz tavrı göğüslemesini bilmiştir.

MÖ 846 yılında doğmuştur. Hz Elyasa, vefatı yaklaşınca, Hz Zülkifl’i yerine halife olarak bırakmıştır. Esas ismi “Bişr” olmasına rağmen kendisine Zülkifl (kelime anlamı: kefil olan) lakabı verilmiştir. MÖ 821 yılında 25 yaşında peygamber olmuştur. MÖ 762 yılında Eğil’de vefat etmiştir. Asıl adının: Hazkıya, Hazki, Hezekiel veya Hazekel olduğu söylenir. Hz Zülkifl’in ismi Kuran-ı Kerim’de iki kez geçer. İsrailoğullarına gönderilen diğer bir peygamberdir. Hz Zülkifl, Musa’nın dininin emir ve gereklerini insanlara tebliğ etmiştir. Eski türbesinin başucundaki kitabe taşta “Haza kabril Zülkifl nebi” yani “Bu kabir Zülkifl’indir yazılıdır.” Hz Zülkifl Peygambere ait olan eski türbe ilçenin 3-4 kilometre dışında, Hacıyan mezrasındaydı. Dicle Baraj gölü sularının altında kalmaması için, 1995 yılında Elyasa Peygamberin kabriyle birlikte, yetkililerin izin ve yardımıyla Nebi Harun tepesine nakledilmiştir.

Nebi Harun-Nebi Harun-i Asefi

Türbesi: Eğil’in güneydoğusunda bir tepenin üstündedir. Eğil’e ulaşmadan, sağa dönülen bir yolla buraya ulaşılır. Kabrinin tanıtım yazısında şu ifadeler bulunur. “Bu kabir Berhiya’nın oğlu Harun-i Asefi’nindir. Kendisi Hz Süleyman’ın katibidir.” Yanında bir mezar daha vardır. Bu kabir amcasının oğlu Ruyem’e aittir. Çevresi meşe ağaçlarıyla kaplıdır. Hz Elyasa ve Hz Zülkifl’in kabirleri de yanındaki tepeye nakledilmiştir. Diyarbakır salnamelerinde Nebi Harun-i Asafi, peygamber olarak ifade edilir ve mezarının da Eğil’de olduğu belirtilir. Kimliği ve peygamber olup olmadığı hakkında, kaynaklarda herhangi bir bilgi yoktur. Ancak Nebi Harun-i  Asafinin peygamber olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca Eğil’de bulunan bu mezarın Hz Musa’nın yardımcısı olarak İsrailoğullarına gönderilen bir peygamberdir. Vefat ettiğinde 124 yaşında olduğu Kitab-ı Mukaddes’te zikredilmektedir. Vefat ettiği zaman, Hz Musa tarafından Hor dağının tepesine defnedilmiştir. Hz Harun’un defnedildiği Hor dağının nerede olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Fakat Hz Harun’un vefat ettiği dönemde İsrailoğullarının Arz-ı Mevuda girmeleri yasaklanmış olduğundan Hor dağının Arz-ı Mevud dışında olması gerekir. Hor kelimesinin Tevrat’ta Diyarbakır’ı da içine alan bölgenin ilk medeni ahalisi olan Hurriler için kullanıldığı dikkate alınacak olursa Eğil’de bulunan bu mezarın Hz Musa’nın veziri Hz Harun’a ait olabileceği düşünülmektedir.

Nebi Hallak

Türbesi, Eğil ilçesi girişinde sağ tarafta vadinin içinde iki ağaç arasındadır. Türbenin çevresi, taşlarla çevrilidir. Az ilerisinde Nisanoğlu Türbesi vardır.

Nebi Zennun

Türbesi Yenişehir mahallesinin kuzeydoğusunda iki mağaranın alt kısmındadır. Türbedeki yazılı taşlar silik olduğundan okunamamaktadır. MÖ 900-800 yılları arasında yaşamıştır, bazı rivayetlere göre: Hz Yunus olabileceği ifade edilir. Çünkü Hz Yunus’un adı Kuran-ı Kerim’de Zünnun olarak geçmektedir.

 

GEZİLECEK YERLER

Diyarbakır Eğil Hz Elyesa ve Hz Zülkifl Peygamberlerin Kabirleri

 

HZ ELYESA VE HZ ZÜLKİFL PEYGAMBERLERİN KABİRLERİ

Dicle baraj gölü yapılmadan önce, Hz Elyesa ve Hz Zülkifl peygamberlerin kabirleri, Dicle nehri kıyısında bulunuyordu.

Diyarbakır Eğil Hz Elyesa ve Hz Zülkifl Peygamberlerin Kabirleri

Ancak baraj yapıldığında sular altında kalacağı için kabirler, 1995 yılında kalenin karşısındaki Nebi Harun Tepesine taşınarak türbeye yerleştirildiler.

Diyarbakır Eğil Hz Elyesa ve Hz Zülkifl Peygamberlerin Kabirleri

Evet, 2012 yılında Nebi Harun Tepesinde Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından düzenlenen türbe: Türkiye’nin birçok kentinden bölgeye gelen vatandaşlar tarafından ziyaret edilmektedir.

Diyarbakır Eğil Hz Elyesa ve Hz Zülkifl Peygamberlerin Kabirleri

Özellikle, bu peygamberler İsrailoğullarına gönderildiği için, dünya üzerindeki bütün Yahudilerin burayı ziyaret edeceklerine inanılıyor. Bence oldukça güzel bir düzen kurulmuş, her yer temiz, düzenli ve iyi bir yerleşim yapılmıştır.

Diyarbakır Eğil Kalesi

 

EĞİL KALESİ

Kale Dicle nehri kıyısında, dik, yüksek, kayalık bir dağ üzerine inşa edilmiştir.

İlçedeki ilk yerleşim alanıdır. Kalenin doğusunda, eski, çift duvarlı bir kale kalıntıları vardır. Kalenin batısında, Asur krallarından IV. Tiglatpileser’e ya da III. Salmanassar’a ait olduğu düşünülen bir kitabe vardır. Kitabe: Kayaya oyulmuş, çivi yazısı ile yazılmıştır.  Buna dayanarak kalenin Asur döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır. Kale: kayalardan oyulmuş ve 177 basamaklı bir gizli merdivenle, Dicle nehrine bağlanır.

O günün silahları göz önüne alındığında, kalenin kolay fethedilebilecek bir türden olmadığı anlaşılır. Kalenin büyüklüğü 3 futbol sahasından da büyüktür. İç kısmı kısmen boş olup zamanında depo ve sığınak olarak kullanılmıştır. Eğilli Yuhanna’nın “Kilise Tarihi” isimli eserinde, Hunlar ile Bizans arasında yapılan savaşlarda, gerek halkın ve gerekse askerlerin Eğil kalesine sığınmış oldukları yazılıdır.

Kalenin üzerinde, irili ufaklı 100 dolayında kuyu kazılmış ve bu kuyulardan çeşitli şekillerde yararlanılmıştır. Kayalar oyularak bugün için bilinen ve görülen 4 tünel kazılarak, kaleden metrelerce uzaklıktaki Deran vadisinde bulunan hamam, Dicle nehri yatağına ve sıkışık anlarda, düşmana görünmeden yer altından kaçarak güvenli yerlere varmak için tüneller açılmıştır. Ancak bu tünellerin içi günümüzde molozlarla doldurulmuştur.

Sur duvarları

Kalenin çevresi: iç içe geçmiş iki sur duvarıyla çevrilidir. İç sur duvarı, günümüzde ayaktadır. Dış sur duvarının büyük kısmı kolaylıkla izlenebilmektedir. 1948 yılında, kalenin ana gövdesinden kopan bir kaya parçası: kalenin kuzey tarafında Dicle nehrine bakan yamaçtaki suru yıkmış ve Dicle nehri yatağına sürüklemiştir.

Diyarbakır Eğil Kalesi

 

Asıl kale bölümü ve Stel

Kalenin üzerine kurulduğu dağın, batı ucunda, asıl kale bölümü vardır. Burası “Harem” diye adlandırılır. Bu kısımda, korunmanın sağlanabilmesi için, ana dağdan kayalar kesilmek suretiyle ayrılmıştır. Kayanın bir bölümü: göze batacak şekilde, caddeye doğru uzanır.

Kayanın ön kısmında, mihrap üzerinde bir Asur kralına ait çivi yazısı ile yazılmış stel vardır.  Steldeki işaretlerde: Asur kralının figürü vardır. Stel üzerindeki yazılar okunamaz ama işaretler belirgindir. Yazı ve stel, ikindiden sonra güneş ışınlarında rahatlıkla görülebilir. Stelde: “Dümdüz tutulmuş bir kılıç (boyundan asılıdır, sol el kılıcın sapına konur, kılıç belden az çıkar), uzun başlık, büyük bir sakal, oyalı gibi duran giyim, önünde bir kitabe, yüzü doğuya dönük, sağ elinde ikizli bir balta bulunduğu görülüyor. Stel ve kitabe, bugüne kadar okunamamıştır. Bu yüzden: stelin hangi Asur kralına ait olduğu tam olarak tespit edilememiştir.

Ancak çeşitli tahminler vardır.

Kale, muhtemelen bir Kalde kralı veya bunlara komşu akraba bir halkın hükümdarı tarafından yaptırılmıştır. (muhtemelen: bölgedeki Supanı-Sophene hükümdarı tarafından)

Stel üzerindeki çivi yazısı “Kaldelilere” mal edilmektedir. Ancak, daha önce bir kral steliyle birlikte yazılmış hiçbir Kalde çivi yazısı bulunmamıştır. Bu yüzden, stelin, Kalde değil Asur krallarından birine ait olma ihtimali yüksektir. Hatta, araştırmacı Marquart: kral stelinin büyük ihtimalle, Dicle nehri kaynağında bulunan III. Salmanassar stelinin aynısı olduğunu belirtmektedir. Ancak, yine de bir olasılık, stelin Asur kralı IV. Tiglatpilser’e ait olduğu da düşünülmektedir. Çünkü Kral Tiglatpilser, fetih ettiği bölgelerde böyle şeyler yaptırmıştır.

Diyarbakır Eğil Asur Kral Mezarları-Kela Kundi

 

ASUR KRAL MEZARLARI-KELA KUNDİ

Kalenin takriben 1500 metre kadar güneyinde, Dicle nehrine inen kuzeydoğu ucunda yani Dicle barajının kıyısındadır.   

Kayıtlara göre bu mezarların: Asur ve Ermeni Surp krallarına ait olduğu bilinmektedir. Mezarlar, kayalar oyularak Mısır Ehramları şeklinde yapılmıştır. İçleri boş oda şeklindedir. Mezarların üzerinde kazılmış bir insan figürü vardır. Altı küp, üstü küp üzerine oturtulmuş bir silindir ve silindirin ucuna yerleştirilmiş bir koni şeklinde yapılmıştır. Mezarların tam karşısında: Dicle nehrinin diğer yakasında, yine kayalara oyulmuş bir piramit mezar bulunur. Bu mezarla ilgili olarak, halk arasında “Eğil’den Mısır’a gelin gitmiş bir Eğil Kralının dul kalmış kızı ve kızın Mısır kralından olma çocuğunun anısına yapıldığı” şeklinde bir inanç vardır. Bu piramidin yanında yine bir insan figürü ve okunması mümkün olmayan çok silik bir kitabe bulunur.

350 yıllarında, Eğil’den Harput ve Dersim’e kadar olan bölge, İranlı Sasani hükümdarı II. Şapur isimli kral tarafından yağmalanmıştır. Eğil kalesine girilerek burada bulunan Ermeni ve Surp krallarının mezarları açılmış ve hazineler ele geçirilmiştir. Asur kral mezarları da büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Kral mezarlarından başlayıp, Eğil kalesini Nebi Harun tepesinden ayıran vadi boyunca, kuzeye doğru gidildikçe, çok sayıda insan eliyle kazılmış mağara bulunur. Mağaralar mezar mı yoksa mesken olarak mı kullanılmıştır, herhangi bir bilgi yoktur. Ancak bu mağaralar arasında en dikkat çekeni: halk arasında “Mağara Şakoy” olarak bilinen mağaradır. Bu mağara, birkaç odası bulunan ve muhtemelen 100-150 metre kare büyüklüğündedir. Mağaradaki izler, mağaranın bir zamanlar, bir ibadethane olarak kullanıldığı izlenimi verir. Ancak bu vadi ve vadide sözü edilen mağaraların tamamına yakın kısmı, Dicle barajının su tutması ile baraj gölü altında yani su altında kalmıştır. Kral kaya mezarlarının doğu tabanında bir tünel vardır. Tünel, kısmen dolması nedeniyle kapalıdır. Ancak, tünelin sığınak veya yer altı barınma yerlerine gittiği düşünülmektedir. Kaya mezarlarının kuzey iç kısmında, çizgi şeklinde bir figür bulunur.

Diyarbakır Eğil Kayalardan Yapay Mağaralara

 

KAYALARDAN YAPAY MAĞARALARA

Bölgedeki oyma yani yapay mağaraların çoğu, baraj gölü altında kalan “Deran” denen bölgede bulunur. Bu bölgede sadece su seviyesinden kurtulan mağaralar görülebilir. Deran bölgesindeki mağaralar: kayalara cadde açılarak, caddenin sağ ve soluna yüzlerce mağara kazılarak bir şaheser meydana getirmiştir.

AMİNİ KALESİ

İlçe merkezine 5 km uzaklıkta, Dicle nehrinin iki kolunun birleştiği yerde, yüksekçe bir kaya üzerinde inşa edilmiştir.

Kalenin üç tarafı, yüksek ve aşılması güç kayadır. Bir tarafından tek giriş kapısı vardır. Kaleden Dicle nehrine inen bir yolu bulunur. Bazı Asur-Süryani kaynaklarında, Yamani kalesi, Zişat kalesi olarak da isimlendirilir. Eğilli tarihçi Yuşea, MS 502 yılında bu kalenin İran hükümdarı II. Şapur tarafından alınıp ahalisinin kılıçtan geçirildiğini, kalenin yıktırıldığını ve bir daha burada insan yaşamadığını yazar.

SELMAN KALESİ-CİBEB KALESİ

İlçenin güneyinde, ilçe merkezinden 10 km uzaklıkta, Dicle nehrinin kenarında, nehre hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur.

Kitabesi yoktur, bu yüzden kalenin kim tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmez. Kalenin, muhtemelen İranlılar tarafından yapıldığı öne sürülür. Ancak kale, yapı stili bakımından, Eğil kalesiyle benzer özellikler gösterir. Kalenin bir tarafı ana dağdan kayalar kesilmek suretiyle ayrılmıştır. Kale civarında, insan eliyle kazılmış yüzlerce mağara bulunması, kalenin ve çevresindeki yerleşimlerin daha eski dönemlere dayandığını göstermektedir. Kale: Asur-Süryani kaynaklarında “Cebabira” kalesi olarak geçer. Halk arasında bu kale “Cibeb kalesi” olarak isimlendirilir.

KÖŞK-KUÇER HARABELERİ

Burada bulunan eski bir şehre ait kalıntılar: İlçe merkezinde, kalenin batısında “Diyar-e Köşk” diye bilinen bir tepe ve bu tepenin devamında, batıda Diyarbakır-Erzurum kervan yolunun üzerindedir.

Kuçek olarak anılan su kuyusu ve Han’a kadar devam eden, muhtemelen 5 bin dönümlük bir alana yapılmıştır. Harabelerin üstü, zamanla toprakla örtülmüştür. Toprakla dolan bu alanlar, Eğilliler tarafından üzüm bağı olarak düzenlenmiştir. Böylece çoğu kimse harabelerin farkında bile değildir. Ancak bağların sürümü sırasında, bol miktarda çanak-çömlek parçası ve eski şehir harabelerindeki yapıların temelleri ortaya çıkmaktadır. Ancak şehrin kim tarafından ve ne zaman kurulduğu ve ne zaman terk edildiği bilinmiyor. Yerel halk tarafından, bu şehrin bir depremle yok olduğuna inanılır. Harabelere ait su kaynağı, muhtemelen 50-60 yıl önce, kazılarak gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu su kaynağına halk arasında “İni Ekoy” veya “Eko’nun çeşmesi” denir.

TACİYAN CAMİSİ (ULU CAMİ)

Eğil kalesinin güneydoğusunda, kalenin en dıştaki suru üzerindeki bir yamaçtadır.

Yapıda bulunan kitabe parçaları, harap durumdadır ve okunamamaktadır. Ancak benzer yapıların Artuklu eseri olduğu düşünülerek, caminin Eğil Beylerinden Pir Bedir tarafından, 1040 yıllarında yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Halk arasında “Taciyan Camii ya da Cami Taciya” olarak bilinir. Cami günümüzde büyük ölçüde harap haldedir. Sebebi: gerek arazinin elverişsiz durumu ve gerekse yakın zamanlarda taşların sökülerek başka yapılarda kullanılmasıdır. Bugün: kuzey ve güney cephelerinde, birer parça duvar ayaktadır. Doğu ve batı kesimleri tamamen yıkılmıştır. Yağmur sularının sürüklediği toprak ve yıkılan duvarların molozları ile caminin kuzeyindeki toprak seviyesi yükselmiştir. Kuzey cephesi, yaklaşık 3 metre yüksekliğe kadar, kesme taşlarla kaplanmıştır. Duvarların üst kesimi, moloz taşlarla örülmüştür. Güney cephesinin tamamı, kırma taşlarla yapılmıştır. Kuzeye açılan taç kapı, tamamen harap durumdadır. Harim kısmının örtüsü tamamen çökmüştür.

TEKKE (MEDRESE)

Tekke (Çarıkören) mahallesinde Dicle nehrinin kenarındaki bir düzlük üzerindedir.

Medresenin yapımı ile ilgili herhangi bir kitabesi yoktur. 16’ncı yüzyılda Eğil Beyleri tarafından yapıldığı düşünülmektedir. Zaten halen Dicle Baraj gölü suları altındadır, sadece su seviyesi düştüğünde, üst kısımları görülür. Aşağıda bilgi mahiyetinde birkaç cümle ile medreseyi anlatacağım. Yapının dış duvarları: düzgün sıralı kırma taşlarla örülmüştür. Köşeler, pencere çerçeveleri, taç kapı ve çevresi, bej renkli düzgün taşlarla kaplanmıştır. Doğu cephesinde bulunan taç kapı, nispeten sağlamdır. Giriş aralığının üst kısmındaki kitabe levhası boştur. Kapıdan, dikdörtgen bir hol ve oradan da taş bir merdivenle çatıya, başka bir kapı ile avluya çıkılır. Avlu, bir kubbe ile örtülüdür. Yapının toplam 7 hücresi vardır.

SU SARNICI

Su sarnıcı, günümüzde “Kur-an Kursu” olarak kullanılan binanın güneyindedir.

Yapı tipi olarak, İstanbul Yerebatın sarnıcının küçültülmüş şeklidir. Sağlam durmaktadır. Eğil’in su ihtiyacı, Eğil’den çok uzaklardaki su kaynaklarından, çanak-çömlek toprağından yapılan borularla getirilerek, sarnıca depolanmış, buradan da başka Kale mahallesindeki hamam, Kale camii ve değişik yerlere yapılan çeşmelere aktarılmıştır. Çanak-çömlek borularının büyük kısmı, temel kazılarında ortaya çıkmaktadır. Belirgin su boruları bugünkü Hükümet konağının kuzeyinde, temel kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır.

Diyarbakır Eğil Kasım Bey Kümbeti

 

KASIM BEY KÜMBETİ

İlçe merkezine bağlı Şerbetin köyünün 100 metre kadar doğusunda, ufak bir tepenin üstünde iki kümbet vardır. Köy halkının söylediklerine göre, her iki kümbet te “Kasım Bey kümbeti” olarak bilinir.

Altıgen kümbetin, 16’ncı yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Kümbetin dıştaki kesme taş kaplamalarının bir kısmı sökülmüş ve köy okulunun inşaatında kullanılmıştır. Ancak kümbetin ayakları arasındaki kırık kemerler ve iç duvar kaplamaları sağlamdır. Gövde yerden 0.75 metre yüksekliğe kadar, koyu gri renkli bazalt taşlar ile, üst kısmı da bazalt  ve bej renkli kesme taşlarla yapılmıştır. Günümüzde kümbet içinde mezar yoktur.

Diğer kümbet

Kümbette kitabe yoktur. Muhtemelen sökülen taşlarla birlikte alınmıştır. Kümbetin muhtemelen 16’ncı yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir.

Sekizgen kümbet, Kasım Bey kümbetinden 4.5 metre uzaklıktadır. Kasım Bey’in yeğeni Murat Bey bin İsa’ya ait olduğu tahmin edilmektedir. Bu kümbet, günümüzde oldukça harap durumdadır. Dıştaki kesme taşların tamamı, iç duvarlarda ise zeminden 2 metre yüksekliğe kadar olan taşlar yerinden sökülmüş ve diğer kümbetten sökülenlerle beraber, köy okulunun inşaatında kullanılmıştır.

ŞERBETİN HANI

Eğil-Diyarbakır karayolunun kenarında Şerbetin köyündedir.

Han: ince uzun bir mekan olan ahır kısmından ibarettir. Üzerine sonradan inşa edilen evde, halen yaşam sürmektedir. Kuzey cephenin bir kısmı kesme taşlarla kaplanmıştır ve bu cephede taç kapı vardır. Taç kapı: kırık kemerli, az derin bir niş şeklindedir. Bu niş içinde, üstte bej renkli taş bloklar üzerine kazınmış 2 satırlık Osmanlıca bir kitabe vardır. Bu kitabede, yapının inşa tarihi sol kenarda Arapça olarak yazılmıştır. Kitabe fazlaca yıpranmış durumdadır. Hanın yapılış tarihi olarak 1561-1562 tarihleri yazılıdır. Taç kapıdan: kuzey-güney yönünde uzanan, beşik tonozla örtülü bir mekana girilir. Bu mekanın güney kesiminde bir kısmı çökmüştür. Dip duvarında, sonradan kapatılmış bir ışık menfezi bulunur. Evet, ilk yapı, bugün görülen ahır kısmından ibaret değildir. Bu durum, kuzey cephesinde izleri görülebilen duvar kalıntısından anlaşılmaktadır. Cephede, taç kapının sağında görülen ekleme çizgisi; ahırın batı duvarının daha eski bir yapıya ait olduğunu, bugün mevcut kısmının daha sonra inşa edildiğini kanıtlamaktadır. Muhtemelen burada daha önce bir han kısmı vardı, sonradan yıkıldı. Bugün ayakta görülen ahır kısmı, yıkılan bu han kalıntılarından yararlanılarak sonradan yapılmıştır.

Evet, han, 1561-1562 yılları arasında, Eğil Beylerinden Murat Bey bin İsa Bey tarafından, amcası Kasım bin Şah Mehmet Bey adına yaptırılmıştır.

ERMENİ-SÜRYANİ KİLİSESİ

İlçe merkezinde, kalenin Harem kısmının hemen altındadır.

Kubbeli ve sütunlu bir yapıdır. Yapının mihrabı üzerindeki kubbe, ses akustiği sağlamak için özel yapılmış seramik borularla donatılmıştır. Yapının defineciler tarafından tahrip edilen, Süryanice yazılmış kitabesi vardır. Bu kitabede: yapının 3’ncü yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Kilisenin kale duvarı tarafında, yüksekçe bir noktada, ağzı duvarla örtülü bir mağaranın içinde: Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilen beş azizin mezarı vardır. Bu beş azizden biri muhtemelen: Urfa kralı Abgar tarafından öldürülen Diyarbakır’ın III. Epikürsü Aday’ın da burada gömülü olduğu tahmin edilir.  Bu mezarlardan ikisi, ne yazık ki, defineciler tarafından 2007 yılında açılarak tahrip edilmiştir. Kilise binası, 1962 yılında yıktırılmış ve taşları, Gündoğuran mahallesindeki cami binasının yenilenmesinde kullanılmıştır.

Ergani tanıtımı.

Maden tanıtımı.

Elazığ tanıtımı.

Diyarbakır tanıtımı.