Bodrum

Bodrum

Bodrum’a üç şekilde ulaşabilirsiniz. İsterseniz, öncelikle uçak ile ulaşımı değerlendirelim. İstanbul-Bodrum arası uçak yolculuğu, yaklaşık 1 saat sürüyor. Ankara-Bodrum arasındaki uçak yolculuğu da, yaklaşık 45 dakika sürüyor.

Bodrum için uçaklar; yeni açılan Milas havaalanına iniyorlar. Havaalanı gayet güzel, ferah ve rahat kullanımlı. Alana girince, hemen bagaj bölümü karşınıza çıkıyor ve sonra alanın dışına çıkıyorsunuz.

Buradan, Bodrum merkeze ulaşım ise, 40 km. Yani: yaklaşık olarak 40 dakika sürüyor, Havaş otobüsleri var ve bunlar havaalanı ile Bodrum Otogarı arasında ulaşım sağlıyorlar.
Bu arada: İzmir-Dalaman havaalanı üzerinden de, Bodrum’a ulaşmak mümkün. Ancak: burası, Bodruma uzak, yaklaşık 4 saatlik bir yolculuk gerekiyor.

Evet: diğer alternatif: karayolu ulaşımıdır. Bodrum’a karayolundan ulaşmak için birçok alternatif mümkün. İstanbul-Yenikapı’dan feribot ile Bandırma’ya gelebilirsiniz. Buradan da: sırasıyla, Balıkesir, Manisa, İzmir, Söke, Milas yolunu takip ederek, Bodrum’a ulaşmanız mümkün. İstanbul-Bodrum arası uzaklık: 700 km. Bu yol: otobüsle, 10 saat civarında sürüyor. İzmir-Bodrum arası otobüs yolculuğu ise: 4 saat sürmekte.

Ankara ve bu yöreden, Bodrum’a gelmek isteyenler için ise: Ankara, Eskişehir, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Söke, Milas karayolunu takip ederek ulaşım mümkün. Ama: esas tercih edilen yol: Ankara, Afyon, Denizli, Aydın, Söke, Milas üzerinden Bodrum’a ulaşabilirsiniz. Bu arada: Denizli’den sonra, Kale ilçesi üzerinden Muğla’ya ve oradan da, Yatağan üzeri, Bodrum’a ulaşmak mümkündür.

Ben bu yolu da denedim, harita da nispeten pek iyi bir yol olarak görülmese de, çok da kötü bir yol değil. Ormanlık alanların içinden, yer yer virajlar halinde süregelen bu yolu, dinç bir zamanınızda kullanarak da Bodrum’a ulaşmanız mümkün. Ankara-Muğla arası: 622 km. Muğla’dan Bodrum’a ulaşım ise: 120 km. civarında. Yani: toplam, Ankara-Bodrum karayolu uzunluğu: 750 km. civarında. Bu yolu, Ankara’dan hareket eden otobüsler: yaklaşık 12 saatte alıyorlar.

Aslında, belki de pek ilginizi çekmeyecek bir ulaşım alternatifi daha var. Şöyle ki: Bodrum kalesi önünden, Datça ve Didim’e feribot seferleri yapılıyor.

Tüm bunların yanında: Bodrum’a ulaştığınızda: diğer yakın turistik yerlere olan uzaklıklar ise şöyle: Efes: 180 km., Pamukkale: 280 km., Dalyan: 174 km., Marmaris: 144 km.

Bodrum

TARİHİ SÜREÇ

Bodrum, inanılmayacak kadar zengin bir tarihi geçmişe sahip. Birçok uygarlık ve tarihi olayların içinde veya yakınında olmuş. Evet: bu bölgede yapısal izler bırakan ilk yerleşim yeri: Aziz Peter (St. Peter) kalesinin bulunduğu, günümüzdeki küçük kayalık ada. Burada ilk yapılan kalenin çevresi, tamamen surlarla çevriliymiş. St. John şövalyeleri: kendi kalelerini inşa etmek için geldiklerinde; MÖ.1100 yıllarında “Dorlar” tarafından yapılmış, daha eski bir kalenin kalıntılarıyla karşılaşmışlar.

Yani: Polonez’in doğu kıyılarından, buraya gelen Dorlar: Bodrum’daki ilk yerleşimi kurmuşlar. Yeni kurdukları şehirlerini: Karyalılar olarak bilinen, bölge yerlilerinin yoğun ve şiddetli saldırılarından korumak için; kale surları yaparlar. Ancak: zamanla, Dorlar ve Karyalılar, dost olurlar ve barış içinde yaşamaya başlarlar.

Karşılıklı ticaret ilişkileri gelişir. Hatta: bir Yunanlı; Salmakis’de bir han açar. (Bu han: günümüzde, Bodrum limanının batısında, şimdiki Bardakçı Koyu’nun suları altında kalmıştır) Antik çağ da açılan bu han hakkında, söylence şöyle: “ Güzellik tanrıçası Afrodit’in delikanlılık çağına gelen oğlu, bir gün, bu handa bulunan çeşmeden akan suyun oluşturduğu gölde yüzer. Gölün perisi Salmakis: ona aşık olur. Tanrılara; tek vücutta yaşamak istediğini söyler ve yalvarır. Dileği kabul edilir. Tanrılar; Afrodit’in oğlunu: yarı erkek, yarı dişiden oluşan, “Hermanfrodit” haline getirirler. “

Evet: tarihi süreç içindeki kısa yolculuğumuza devam edelim. Tarihe meraklı olanlar varsa bilirler, tarihin babası olarak kabul edilen, ünlü yazar “Heredot”, MÖ. 5’nci yüzyılda, Halikarnas’da doğmuştur.

MÖ. 546 yılında, Persler, kıyılardaki Yunan şehirlerini işgal ederler. Halikarnas’da, diğer şehirler gibi işgal edilir. Pers idaresinde, birçok hanedan şehri yönetir. Ancak: bunlardan en önemlisi, yani iz bırakanı: MÖ.480 yılında, yönetime geçen: I. Artemis’tir. Özellikle: Yunanistan’ı istila eden, İon ortak donanmasının başındaki Zerzes’in donanmasındaki tavır ve davranışları, yazar Heredot’u etkileyecek ölçüde büyük olmuştur.

Takip eden tarihi süreçte

MÖ.377 yıllarında: Kral Mozolus: Karya ve Halikarnas valisi olarak, bölgeyi yönetir ve büyük izler bırakır. Kral Mozolus dönemine kadar, Halikarnas, küçük bir şehir niteliğinde iken, daha sonra, bölgenin istihkam ve ticaretinde, büyük atılımlar yapılan bir yer haline gelmiştir.

Bölgenin, başkenti; Milasa (günümüzdeki Milas) buraya taşınır. Şehrin çevresine: büyük ve uzun duvarlar inşa edilir. Bu duvarların, günümüze kadar ulaşan bölümleri, halen Bodrum’da görülebilmektedir.

Mozolus; bölge nüfusunu arttırmak için, diğer 6 şehir yerleşim yerini de, buraya taşıtır. Ayrıca: klasik çağda, Bodrum’dan günümüze ulaşabilen tek yapı olan: “Antik Tiyatro” yine, aynı dönemde yaptırılır.

MÖ. 353 yılında, Kral Mozolus ölür. Yerine: karısı Artemis II. geçer. Bu dönemde, tarihi süreci etkileyen en önemli olay: tarihsel çağların, yedi harikasından biri olarak kabul edilen, Kral Mozolus’un mezarının yaptırılmasıdır. (Günümüzde de kullanılan, “Mozole” sözcüğü, buradan alınmıştır) Bu mezar hakkında: yazının takip eden bölümlerinde daha ayrıntılı bilgi vereceğim.

Evet, devam ediyoruz. MÖ.334 yılında: Büyük İskender, Halikarnas’ı ele geçirir. Ancak, burada büyük direnişle karşılaşır. Halkın bu direnişi, İskender’i kızdırır. Yine de, İskender şehri ele geçirdiğinde, ceza olarak, her şeyin yığınlar halinde yakılmasını emreder. Ancak, yerli halka dokunmaz. Yine de: Halikarnas, bir daha eski gücünü kazanamayacak şekilde, tahrip olur.

MS.400 yıllarında, Roma’nın düşüşü ve Hıristiyanlığın yükselişi:

Burayı bir piskoposluk merkezi haline getirir. 13’ncü yüzyıl sonlarına doğru, Karya olarak bilinen bu bölge, Menteşe Beyliğinin eyaletlerinden biri haline gelir. 1392 yılında ise, Sultan Beyazıt tarafından, Osmanlı egemenliğine sokulur. Bu yıllarda: Aziz John şövalyelerinin bölgedeki kalesi: Simirna (bugünkü, İzmir) da bulunmaktadır.

Bu şövalyeler, bulundukları yerden kovulurlar. Ancak: Halikarnas’da yerleşmelerine izin verilir. Şövalyeler: burada, yeni bir kale inşa ederler. Bu yeni kaleyi inşa ederlerken, yazının başında söylediğim gibi; daha önce yapılmış kalenin üzerine, yeni kaleyi inşa etmeyi tercih ederler. Şövalyeler: yeni inşa ettikleri bu kalede, 100 yıldan fazla kalırlar. 1523 yılında ise, Kanuni Sultan Süleyman tarafından, şövalyeler, Halikarnas dan da kovulurlar.

Yakın tarihi süreçte: Bodrum, 1919 yılında, İtalyan’lar tarafından işgal edilir. Ancak, Kurtuluş Savaşı sonucunda, 1922 yılında, İtalyan’lar, buradan kovulurlar.

GENEL

Bodrum; Türkiye’nin en gözde turistik bölgelerinden birisidir. Bunun en büyük nedeni ise: deniz, güneş ve kumsalın yarattığı ortam ile birlikte; sahip olduğu muhteşem güzellikte ve büyüklükteki mekanlar ile, her türlü eğlencenin mümkün olması ve mevsimsel özellikler.

Yani: burada, yazın en sıcak zamanlarında bile, havanın nemli olmaması nedeniyle, yaşamı sıkıntıya sokacak derecede, aşırı sıcak ve terleme yok. Zaten, insanlar sırf bu nem olmaması nedeniyle burayı tercih ediyorlar.

İklim: Ege ve Akdeniz iklimlerinin sentezini oluşturan bir özelliğe sahiptir. Yarımada olarak: mikro klima alan özelliği gösteriyor. Yaz aylarında; biraz önce de söylediğim gibi hiç nem yok. Bu özelliği: buranın çekiciliğinin en büyük etkenidir. Kış aylarında da, nem oranı düşüktür.

Yaz ayları: sıcak ve kurak, Kış ayları ise: ılık ve yağışlı geçiyor. Buraya gittiğinizde göreceğiniz gibi: büyük bir insan topluluğu, burada uzun süre ve hatta yıl boyunca kalmaya devam ediyorlar. Yani: burası, yalnızca bir yazlık yer olarak kullanılmıyor.

Kışın dahi, burada hayat sürüyor. Çünkü: kışın hava ne çok soğuk, ne de sıcak. Ilıman bir hava hakim. Bu da yaşamı olumlu yönde etkiliyor.

Deniz denince

Evet, Bodrum denizi: soğuk veya belki şöyle demek gerek, tam sıcak değil, biraz serin. Hani: Akdeniz’in o sıcak denizinde bunalanlar için, Bodrum denizinin soğukluğunu görünce, önceleri biraz ürperiyorlarsa da , buranın denizi, soğuk denizi sevenler için ideal bir deniz.

Derinlik mi? Çoğu yerde, birden bire derinleşen bir deniz değil.

Aniden derinleşen yerler de var elbette. Ama, genelde yavaş yavaş derinleşiyor. Dalga var mı? Hayır, buranın denizi dalgalı değil. Çünkü: zaten merkezde, yat limanı aynı zamanda dalgakıran görevi görüyor. Bölgenin koy olması nedeniyle, dalga yok.

Bodrum: pek çok insanda, özel bir yer tutar. Türk sanatçı ve entelektüelleri için popüler bir yer. Burada yaşadığı bilinen ilk yazar olan “Halikarnas Balıkçısı” lakaplı “Cevap Şakir Karaağaçlı”. 1923 yılında, Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonra, günün politikasına ters düşen görüşleri nedeniyle, Bodrum’a sürülmüş.

Buradaki yaşam hakkında yazmış olduğu roman ve öyküler ise; kendisi gibi romantik olan insanları buraya çekmiş. Adı, Türkiye dışında pek bilinmese de, Cevat Şakir, en az kral Mozolus kadar, Bodrum’da ünlü.

Bodrum’daki “Divan Palmira Otel”:

Dünyaca ünlü Londra kaynaklı otel kataloğu “Conde Nast Johanness” tarafından: “Avrupa’nın En Çekici Oteli” ödülüne layık görülmüş. 2006 yılı için, 9 ayrı kategoride yapılan değerlendirmede: kendi kategorisindeki 380 otelle yarışan bu otelimizin ödüle layık görülmesi; gerçekten güzel bir olay.

Bodrum denince: hemen merkezde bulunan: ülkemizin en büyük askeri kamplarından birini de görmeden geçmek mümkün değil. Merkeze yakın, Bardakçı Koyu ile merkez arasında: Bodrum Askeri Kampı var.

Bunun dışında, Bodrum’da mutlaka vardır ama ben resmi-özel kurumlara ait kamp göremedim. Evet, askeri kamp, dışarıdan bakıldığında: tek ve iki katlı, beyaz badana boyalı moteller, ağaçların altına, yeşilliklerin arasına yerleştirilmiş.

Uzaktan bakıldığında, göze batacak derecede, büyük ve saçma sapan yapı yok. Bu güzel. Kampın: merkeze yakın olması ve merkeze yürüyerek gidilebilmesi büyük avantaj. Gerek denizden yararlanılması ve gerekse merkeze yürüyüş mesafesi kadar yakın olması: kampın en önemli özellikleri.

Bunun yanında: denize; gerek kumsal ve gerekse beton bölümden merdivenlerle girmek mümkün. Kumsalda bulunan ağaçlar, yarattıkları gölge ile güzelliği pekiştirmiş.

Bunun yanında

Kampın hemen güneyindeki tepe üzerinde: yüzme havuzu bulunması ve bu havuzun tüm Bodrum manzarasına hakim olması, güzelliklere güzellik katıyor. Zaten: kampın her noktasından: Bodrum kalesi ve limana giriş çıkış yapan tekne ve yatları görmek ve izlemek mümkün.

Yalnız: sanırım Bodrum merkezli eğlence mekanların, gecenin ilerleyen saatlerindeki yüksek volümlü müzik sesi; kampta kalan ve sakin bir tatil düşleyenler için, sabaha kadar süren bir gürültü kirliliği işkencesi yaratıyor.

Yani: büyük olasılıkla, sabahın ilk ışıklarına kadar, yüksek volümlü müzik sesi, kamp bölgesindeki insanları etkiliyor olsa gerek. Bu arada: kampta yer bulamayanlar için, kampın hemen karşısındaki bölümlerde çok sayıda pansiyon bulunuyor. Bu pansiyonlarda, yalnızca oda karşılığı anlaşmak ve uygun fiyatlarla kalmak mümkün. Sonrası: kamptan.

Bodrum

ALIŞVERİŞ-BODRUM’DAN NE SATIN ALINIR

İskele Meydanından başlayan Kale Caddesinde: çok sayıda, mücevher, derici ve butik bulunuyor. Bodrum’un en ünlü alışveriş caddelerinden bir diğeri ise, Cumhuriyet caddesidir. Burada da: birçok hediyelik-hatıralık eşya, kuyumcu, deri ve kitapçı dükkanı bulmak mümkün.

Burası, Bodrum’un en kalabalık caddesidir. Akşam saatlerinde, yan yana yürümek bile mümkün olmuyor. Bu caddelerin bitiminde: Barlar Sokağı olarak isimlendirilen bölge başlıyor. (Aşağıda, eğlence mekanlarında, ayrıntılı anlattım.)

Bunun dışında: beyaz badanalı evlerin arasında kalan dar sokaklarda, alışveriş yapmanın da zevkini tatmanız gerek. Türk el emeğinin ürünleri, alışveriş yapmama direncinizi kıracaktır. Tatilciler için, en çekici gelen ürünler, elbette: halılar.

Ancak, çeşitli, deri, bakır ve bronz eşyalar, altın ve gümüş, nakış işleri ve ünlü Türk lületaşı ve damarlı akik taşı, pek çok turistin alışveriş listesindedir. Özellikle: yabancı turistler, bunları tercih ediyorlar. Yerli turistler ise: küçük hediyelik veya hatıra eşyaları tercih ediyorlar.

Bodrum Osmanlı Minyatürleri

Osmanlı Minyatürleri

Öncelikle aklınızda bulundurmanız gereken, size sunulan minyatür ne kadar gerçek ve eski görünürse görünsün, orijinal olmadığıdır. Sultanların emrinde çalışan birkaç ressam tarafından yapılan, bütün orijinal minyatürler müzelerde sergilenmektedir. Ancak, dekoratif amaçlı kullanırsanız, bunlar yine de çok güzel görünüyorlar.

Bu ülkede, güzel sanatlar akademilerinde, eski minyatür resim sanatının tekrar ele alınması ve öğretilmeye başlanması, gerçekten takdir edilecek bir olaydır.

Günümüzde, resimler antik karakterin korunması için, eski kitap sayfalarına yapılmaktadır. Kitapta resmin yapılması gereken sayfa, öncelikle saydam beyazla tamamen boyanır.

Eğer bir resmin gerçek olup olmadığını test etmek isterseniz, minyatürü ışığa tutun. Eski yazının üstüne boyanmış olan siyah yamayı görürsünüz. Yazılı metinleri resimleme geleneği, Türklerin İslamiyet’i kabulünden önceki dönemde, sahip olduğu kültürün bir parçasıdır.

Bodrum Türk Halıları

Türk Halıları

Türkiye’de halı denince akla, düğümlü halılar ve kilim denince ise dokuma halılar gelir. Türkiye’den, evinize götürebileceğiniz en klasik hediye, bir halıdır. Bodrum, Milas, Mumcular İlçelerinin köylerinde: halı ve kilimler, hala geleneksel usulde, elle dokunmaktadır.

İyi bir halı, yüz yıldan fazla bir süre, bozulmadan dayanabilir. Ancak, böyle bir halıya, sanat eseri olarak bakılmalıdır.

Bodrum Bakır Eşyalar

Bakır Eşyalar

Türkiye’de, uzun yıllar önce, sokak köşelerinde, zanaatkarları tarafından üretilen türde, el yapımı bakır eşyalar, hala imal edilmektedir. Bakır eşyaların nasıl yapıldığını İstanbul’daki Kapalı Çarşı’nın ortamında izlemek mümkündür.

Ayrıca, Bodrum yakınlarında, böyle bir bakır köyü var. (Burası, Bakırköy olarak biliniyor) Köyün adı, Kavaklıdere’dir ve Bodrum’un yaklaşık 100 km. doğusunda, Yatağan İlçesinin yakınlarında bulunmaktadır.

Tekstil ve Deri

Deri ve pamuktan yapılan ürünler, geleneksel olarak Türkiye’deki mağazalarda satılıyor. Pamuk, Türkiye’de, hemen her yerde yetiştirilmektedir. Hatta, Türkiye, dünyanın üçüncü en büyük pamuk üreticisi ülkedir.

Bodrum Lületaşı Pipolar

Lületaşı Pipolar

Lületaşını oyarak pipo yapılması, Türkiye’de uzun bir geçmişe sahiptir. Osmanlı dönemlerinde bile, dünyanın her yerinde tanınmakta olan, bu pipolar, aslen Eskişehir İlinde ortaya çıkmıştır.

Bodrum Eğlence Hayatı

BODRUM’DA EĞLENCE HAYATI

Evet, Bodrum: tarihi ve doğal güzellikleri yanında; gece kulüpleri, barları, diskoları, restoranları ve kafeleriyle de, sezon boyunca, Türkiye’nin gözde eğlence yeri olma özelliğini elde etmiş bir yer. Her zevke ve her yaş grubuna göre, eğlence yerleri bulmak mümkün.

Dilerseniz, dünyaca ünlü gece kulüplerinde eğlenebilir ve dilerseniz sahildeki restoran ve kafelerde, daha sakin ve keyifli zaman geçirebilirsiniz.

Sahil boyunca sıralanmış: barlar, restoranlar ve kafeler ile dolu olan, Barlar Sokağında (Dr. Alim Bey Caddesi) keyifli bir yürüyüş yapın.

Arzu ederseniz, hepsi birbirinden alternatifli eğlence mekanlarından birini seçebilirsiniz. Bunları beğenmeseniz; Bodrum’un dünyaca ünlü gece kulüplerinden birine girebilirsiniz.

Bodrum Clup Halikarnas

CLUP HALİKARNAS

Bodrum gece hayatının simgesi olmuş bir yer. Kapasitesi, 5500 kişilik. Dünyanın en büyük, açık hava diskolarından biri. Her yıl: binlerce yerli ve yabancı turist, buradaki şovları ve eğlenceleri izliyor ve katılıyor.

Akşam saat: 22.00 de başlayan eğlence ve şovlar, sabahın ilk ışıklarına kadar sürüyor. Giriş ücretli, aldığınız giriş bileti ile birlikte, ücretsiz herhangi bir yerli içki alabiliyorsunuz.

Bodrum Catamaran Night Club

CATAMARAN NİHGT CLUB

Dünyanın en büyük, yüzen diskosu. Ege’nin büyüleyici güzelliğinde, unutulmaz bir gece geçirmeniz mümkün. Yıllardır, Bodrum’un en gözde eğlence merkezlerinden biri olmuş bir yer. Gecede: 5000 konuk ağırlama kapasitesi var.

Akşam, saat: 22.00 de başlayan eğlence, saat: 01.00 den itibaren, limandan uzaklaşılarak, geride bırakılan Bodrum gece manzarası ile daha muhteşem ve heyecan verici hale sokuluyor.

Zemini tamamen cam olan Katamaran’da, dans ederken, altınızdan gelip geçen balıkları izlemek inanın muhteşem bir keyif.

Bodrum Club Hadigari

CLUB HADİGARİ

Bodrum kalesinin bitişiğinde, deniz kıyısında. Şüphesiz, Bodrum gecelerinin en gözde eğlence yerlerinden biri. Daha çok yerli turistlere hizmet veriyor. Sezon boyunca, caz dinletileri, konserler ve çeşitli aktiviteler var. Yazın sıcaktan bunalanların tercih ettiği bir yer. Hemen deniz kıyısında olması nedeniyle, daha serin bir ortam yaratılmış.

KÜBA BAR

Yarı Türk ve yarı Küba motiflerinin işlendiği bir yer. Sosyetenin rağbet ettiği eğlence merkezlerinden biri olarak, İstanbul gecelerini aratmayacak bir yapısı var. Ağırlıklı olarak, Latin müzikleri çalınıyor. Akşam, saat: 21.00 de başlayan program, sabahın erken saatlerine kadar devam ediyor. Yat Limanı, marinanın hemen karşısında.

GÜMBET BARLARI VE DİSKOLARI

Son yıllarda, giderek popülitesi artan Gümbet, birçok gece kulübü, bar ve diskosuyla, Bodrum gece hayatında önemli bir yer tutmuş durumda. Bodrum-Gümbet arasında, 24 saat çalışan dolmuşlar var.

Ulaşım sorun değil. Değişik bir mekan arayanlar için, Gümbet barları ve diskoları alternatif. Ulaşım problemi olmaması, avantaj.

Bodrum

BODRUM İÇİNDE, DENİZE GİRİLEBİLECEK YERLER

Bodrum Kumbahçe Sahili

KUMBAHÇE SAHİLİ

Kumbahçe Sahili, Bodrum içinden denize girilebilecek bir yer olarak görülüyor. Ancak: sahil içinde demirleyen teknelerin, özellikle hava kararınca denize verdikleri atık suları tam bir rezalet. Özellikle: bu atık sular yüzünden, bir çok sabah, bu sahile denize girmek için gelen insanlar, leş gibi bir görüntü ile karşılaşabiliyor.

Teknelerden denize atılan meyve kabukları, naylon poşetlerdeki tekne çöpleri, bir tuvaleti dahi olmayan bu müthiş halk plajında denize girenlerin, tuvaletlerini denize yaptıklarını ve yanlarında getirdikleri yiyeceklerin çöplerini ise, dönerken taşımamak için kuma gömdükleri, olağan davranış ve görüntüler.

Bana diyeceksiniz ki, madem bu kadar kötü, Bodrum’da, merkezde, nereden denize girilecek. Sonuçta: denize girilecek fazla bir yer yok. Bir de, Paşa Tarlası sahili var. Ama; her iki sahilde de, sahile demirleyen tekneler, hele uzun süre, bazen üç-dört ay burada kalıyorlar ve bu teknelerin sintinelerini yani kirli atıklarını herhangi bir yere atma şansı yok.

Yalnızca: bulundukları yere yani, insanların denize girme şansının kısıtlı olduğu bu sahile bırakıyor oldukları kesin. Ben bunları yazarken, gerek sizleri uyarmak ve kirlilik durumunu kontrol ederek denize girmeniz yönünde uyarmak ve gerekse de, ilgili ve yetkilileri, bu bölgelerin temiz bulundurulması ve aksine hareket edenlerin cezalandırılması yönünden uyarmak için bunları yazdım.

Bodrum Bardakçı Koyu

BARDAKÇI KOYU

Bodrum Limanının hemen dışındadır. Eskiden su satıcılarına “bardakçı” denilirmiş. Bu isim, belki detahihi Salmakis çeşmesinin bardakçısından yani su satıcısından kalmadır. Efsaneyi, daha önce tarihi süreç bölümünde anlatmıştım. Buranın en önemli özelliği: Hermanfroditus’un yani çift cinsiyetli (aynı bedende hem erkek, hem dişi) kişinin, burada yaratılmış olması.

Tanrıça Artemis’in oğlu. Bugün, Bardakçı’da lüks oteller, küçük pansiyonlar ve kumsal boyunca uzanan restoranlar var. Yerel günlük teknelerin uğrak yeri olan Bardakçı’ya, Marina ile Gümbet arasındaki tepeden yürüyerek, birkaç dakikada ulaşmak mümkün. Zeki Müren Müzesi de burada. Askeri Kampın hemen yanında. Arkada kalan tepelerde ise, yel değirmenlerini göreceksiniz, panoramaya değişik bir hava katıyor.

BODRUM MERKEZ İÇİNDE, GEZİ ROTASI

Evet, İskele Meydanı, Bodrum’un en merkezi yeridir. Burası: önemli buluşma yeri ve şehri keşfetmek için önemli bir başlangıç noktasıdır.

Bodrum’da ilk ziyaret etmeniz gereken yer: iskele meydanından 5 dakikalık bir yürüyüşle ulaşabileceğiniz Bodrum Kalesi ve onun dünyaca ünlü, Sualtı Arkeoloji Müzesidir. St. John şövalyeleri tarafından inşa edilen kalenin duvarlarını süsleyen, 250 civarındaki arma ve kitabeler ve çok iyi korunmuş mimarisi nedeniyle, kale, gerçekten ziyaret edilmesi gereken bir yapı.

Ayrıca, kalede, büyük emeklerle oluşturulmuş ve dünyanın en önemli müzeleri arasında sayılan Sualtı Arkeoloji Müzesi de, kesinlikle görülmesi gereken bir yer.

Kaleyi ve Sualtı Arkeoloji Müzesini gezdikten sonra: Bodrum’un ikinci önemli müzesi, şüphesiz, antik çağlarda, dünyanın yedi harikasından biri olma gururunu yaşamış olan, anıtsal kral Mozolos’un Mausoleion’unun (mezarının) kalıntıları. Yat Limanındaki Tepecik Camiinden, yukarı doğru çıkan sokak, sizi, buraya götürecek.

Burayı da gezdikten sonra: kısa bir tırmanıştan sonra, Bodrum’un ünlü antik tiyatrosuna ulaşacaksınız. MÖ. 4’ncü yüzyılda inşa edilen ve günümüzde hemen anayolun yanı başında bulunan, yani ulaşım sorun olmayan tiyatro ve bu noktadan, Bodrum’un muhteşem manzarasından, mutlaka etkileneceksiniz. Gitmeli ve görmelisiniz.

Eğer, antik Halikarnas şehrinin, önemli anıtlarının tümünü görmek isterseniz: Myndos Kapısına da uğrayın. Yakın tarihte restore edilen bu kapı: özellikle, Büyük İskender’in Asya Seferi sırasında, kanlı savaşlarla adından söz ettirmiştir. İşte, şu ana kadar gördükleriniz, antik şehirden günümüze kalan anıtlar.

Şüphesiz, yerli turistler için, mutlaka görmelerini önerebileceğim bir müze daha var. Bu: Türkiye’de, bütün zamanların en çok sevilen ve tanınan Türk Müziği sanatçısı Zeki Müzenin müzeye çevrilen evi.

Ünlü sanatçının, Bodrum’da satın aldığı ve hayatının son dönemlerini geçirdiği bu ev, Kültür Bakanlığının katkıları ile müzeye çevrilmiş. Bu müze evde: Zeki Müren’in şahsi eşyaları, sahnede giydiği kostümler, desenleri, fotoğrafları, hayranlarından gelen mektupları sergileniyor.

Bodrum Antik Tiyatro

ANTİK TİYATRO

Bodrum’un ortasındaki, Göktepe Dağının güney eteklerindeki bu tiyatro: Anadolu’nun en eski tiyatrolarından biridir. Tiyatro her ne kadar; dağın güney eteklerinde kalsa da; zamanınız ve gücünüz varsa; Göktepe Dağına kısa bir tırmanış yapabilirsiniz.

Bu tırmanış sırasında: taştan oyulmuş kaya mezar taşları göreceksiniz. Roma ve Helenistik çağdan kalma, bu oyulmuş mezar taşları, üzerlerinde: bir zamanların ölüm sembollerini taşıyorlar.

Bu sembollerden birisi de: küçük gözyaşı kapları. Bu yüksük büyüklüğündeki kaplar, yas tutanların gözyaşları ile doldurularak, ölü ile birlikte mezara gömülürmüş. Bir kişinin önemi arttıkça, gözyaşı kaplarının sayısı da artmakta imiş.

Biz, yine tiyatroya gelelim. Evet, tiyatro: MÖ.337 yıllarında, ünsü Satrap Kral Mozolus döneminde yaptırılmıştır. At nalı planında. Yamaca dayalı. Toplam seyirci kapasitesi: 13.000 kişi. Her koltuk arasında: 40 cm. lik bir mesafe bırakılmış ve seyircilerin rahat oturmaları sağlanmış.

Tiyatronun ilginç nitelikleri arasında: oyunlardan önce, Tiyatroların koruyucusu olarak kabul edilen Tanrı Diyonyus uğruna; kurbanlar kesilen sunak ve bazı koltukların arasında görülen ve o zamanlarda gölgelik olarak kullanılan objelerin bağlandıkları sanılan deliklerin bulunması.

1960 yıllarında, bir gurup Türk tarafından restore edilerek günümüze kadar ulaştırılmış ve günümüzde ise Bodrum’da ki birçok festivale sahne olmaktadır. Bodrum Müze Müdürlüğü tarafından kamulaştırılan tiyatro: yakın geçmişte, Ericson-Turkcel tarafından restore edilmiş.

Her gün ve günün 24 saati açık olup, ücretsiz gezilebilmektedir. Tiyatroyu gezmeye gelen, yerli ve yabancı turistler; oturup, limana yaklaşan ve limandan çıkan tekneleri izliyorlar, sizlerde gidin bu keyfi yaşayın.

Bodrum Kral Mozolus Mezarı

KRAL MOZOLUS MEZARI

Denizden 50 m. yükseklikte bulunan antik tiyatronun, biraz daha aşağısında.
MÖ.353 yılında dolaylarında, kral Mozolus için, karısı Artemis II. tarafından yaptırılmış.

Mezar: deniz üzerinde, oldukça uzak bir noktadan bakıldığında: 20 katlı bir bina yüksekliğinde görülecek şekilde inşa edilmiş. Bugün; burayı görmeye gittiğinizde, yapıldığı çağlardaki görkemi: yalnızca hayal edebiliyorsunuz.

Çünkü: o görkemli halinden, günümüze pek bir şey kalmamış. Yapıldığı zamandaki özellikleri ise, muhtemelen şöyle imiş: Boyu, eninden uzun ve dört bölümden oluşuyormuş. Sağlam bir taban üzerine yapılmış.

Sıra halinde dizili, 36 kolonluk bir salon ve sonra da 24 basamaklı bir giriş merdiveni. Bu basamakların en üstünde ise; Kral Mozolus’un ve Tanrıça Artemis’in heykelleri bulunan ve dört at tarafından çekilen bir arabanın heykeli de bulunan, büyükçe bir piramit yapı.

Mozole: 1500 yıl boyunca ayakta kalabilmiş ise de; 1308 yılındaki büyük Anadolu depremi sonucu yıkılarak, harabeye dönüşmüş. Daha sonra ise; Aziz John şövalyeleri, buraya geldiklerinde, kendi kalelerini inşa ederken, harabedeki kalıntıları kullanmışlar. Elbette; kalenin duvar taşları olarak.

Bunun yanında: Mozole ilk yapıldığında, duvarların dört bir yanı: zamanın en büyük ustalarının freskleriyle bezenmiş. Zaten, mozolenin bu derece muhteşem bir yapı olmasının en büyük nedeni de; bu duvar freskleriymiş. Bunların bazı parçaları: günümüzde, İngiltere’deki British Museum’da bulunuyor.

19’ncu yüzyılda, bu muhteşem anıtı, Bodrum evlerinin altında bulan, Sir Newton, anıta ait: birçok kabartma, heykel ve mimari parçayı, İngiltere’den gönderilen özel bir gemiye yükleyerek çalıp götürmüş.

Günümüzde

Buraya, yalnızca: bir kısım sütun ayakları ve bloklar görebileceksiniz. Kral Mozolus’un mezar odasının temel kalıntılarını da görmek mümkün. Volkanik kayalar kesilerek temelleri atılan “Mausoleion” un, mimari parçalarının bir kısmı, ama çok küçük bir kısmı. Burada: yerel bir müze de var. Hem antik Halikarnas’ın planını ve hem de anıtın mimari parçalarının resimlerini göstermesi açısından, bu müze önemli.

Bir de, Bodrum Kalesini gezerken, biraz önce de söylediğim gibi, kalenin duvarlarındaki taşlara iyi bakın, bu taşların bir kısmının farklı olduğunu hissedeceksiniz, evet bu farklı taşlar da, mozole’den getirilip, kalenin sur duvarlarının yapımında kullanılmış. Aklınıza şu soru gelebilir. Herhangi bir şey görmeyeceksem, buraya neden gideyim?

Gerçekten, burada sizi bekleyen, büyük antik kalıntılar yok. Yalnızca: gittiğiniz ve gördüğünüz bu alanda, bir zamanlar, gerçekten dünyanın yedi harikasından biri olan, kocaman bir yapının bulunduğunu hayal edin, inanın, tarihe merakınız varsa, bu hayal bile güzel gelecek size.

Bodrum Antik Şehir Duvarları

ANTİK ŞEHİR DUVARLARI

Kral Mozolus döneminde inşa edilmiş ve yaklaşık 8 km. uzunluğunda. Günümüze kadar iyi korunarak gelmiş ve görmek mümkün. Şehrin, bu duvarlar üzerinde bulunan çok önemli iki kapısından biri olan: Milas kapı ise tamamen tahrip olmuş. Ama: Myndos kapısı, bütün ihtişamı ile, günümüze kadar ulaşmış.

Duvarlar; yer yer tahrip olmuş olsa da, bir çok yerde, bütün ihtişamı ile karşınıza çıkıyor. MÖ. 4’ncü yüzyılda inşa edilmiş antik kent duvarlarının aradan geçen 2500 yılın ardından, günümüze kadar ulaşması, gerçekten muhteşem.

Bodrum Myndos Kapısı

MYNDOS KAPISI

Büyük İskender’in seferinde sözü edilen kapı. Bu kapının bulunduğu yerde: çok kanlı çatışmaların geçtiği; antik çağ tarih yazarlarının eserlerinde yazılı.
Evet, bu muhteşem kapı: Turkcel-Erıcson firmalarının katkıları ile restore edilmiş.

Bodrum Kalesi
Bodrum Kalesi
Bodrum Kalesi
Bodrum Kalesi

   

BODRUM KALESİ

Bodrum’un simgesi haline gelmiş bir yapı. Bodrum’da hemen gözünüze çarpacak ve merkezde bulunduğunuz her noktadan görebileceğiniz bir yapı.

Kale: Pazartesi günleri kapalı oluyor. Diğer günler ise: 08.00-12.00 ve 15.00-19.00 saatleri arasında ziyarete açık. Ücret ödeyerek gezilebiliyor. Günümüzde: Sualtı Arkeoloji Müzesi olarak kullanılıyor. Özellikle: burada sergilenen; Doğu Roma Batığı, Cam Batığı, Uluburun Batığı, Karya Prensesi Ada Salonları görülmeye değer.

Bu müze; 1995 yılında, Avrupa’da, “Yılın Müzesi” ödülüne layık görülmüş.

Kalenin ilk yapımı; Halikarnas’ın ilk yerleşimcileri olan: Dorlar. Daha sonra; bölgeye gelen şövalyeler tarafından, eski kalenin kalıntıları üzerine, yeni yani günümüzde görülen kale inşa edilmiş. Kim bu şövalyeler? Aziz John şövalyeleri organizasyonu : 11’nci yüzyılda, basit bir kurum olarak başlamış.

Başlangıçta; Kudüs’te, yalnızca dini amaçları olmasına rağmen, daha sonraki süreçte, büyük bir askeri güç haline gelirler. Kutsal topraklara giden insanlara: yiyecek ve sağlık hizmetleri verip, aynı zamanda güvenliği sağlarlar. Amaçları: haç yapan Hıristiyanlara yardım etmektir.

Kendilerine: İsa’nın askerleri ve kutsal yerlerin koruyucuları adını verirler. Zamanla: savaşlarda başarılar kazanırlar ve üne ve paraya kavuşurlar. Kudüs ve kutsal topraklar, Arapların eline geçince, ilk önce Kıbrıs’a ve daha sonra ise, 1309 yılında, Rodos adasına çekilirler.

Bu süreçte: Ege bölgesinde, birçok yere kaleler inşa ederler. Ama; bunların en önemlisi, İzmir-Kadifekale’de inşa edilir. Ancak: Osmanlı Padişahı, Yıldırım Beyazıt, Moğol İmparatoru Timur’un ordularına yenilip, İzmir’den çekilmek zorunda kalınca, şövalyeler de, İzmir’den çekilirler ve Halikarnas’a gelirler. Buradaki kaleyi inşa ederler. İnşa tarihi olarak: 1406-1523 yılları arasındaki dönem tahmin ediliyor.

Kale: iki liman arasında, kayalık bir alan üzerine kurulmuş. Antik çağda: önce ada olan bu alan, sonraları kente bağlanarak yarımada haline getirilmiş. Kale: kare planlı olarak yapılmış. Ölçüleri: 180 x 185 m. 33.5 dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş.

İç kalede, değişik ülke adları verilmiş kuleler var. En yüksek kule: deniz seviyesinden 47.5 m. yükseklikte olan Fransız kulesidir. Diğer kuleler ise: İtalyan kulesi, Alman kulesi, Yılanlı kule ve İngiliz kulesidir.

Kalenin; doğu duvarı dışında kalan bölümleri: çift beden duvarları olarak inşa edilmiş. İç kaleye: 7 kapı geçilerek ulaşılıyor. Kapılar üzerinde: armalar var. Bu armaların sayısı: 249 adet. Armalar: kulelerin savaş stratejilerinin gelişmesiyle, yapılan eklentiler ve onarımların yapılış tarihlerini belirtmesi açısından, önem taşıyor. Armalar üzerinde ise: haçlar, düz ve yatay bantlar, ejder ve aslan figürleri bulunuyor.

Ayrıca: 14 sarnıç var. Kalede, göze çarpan ve görülmesi gereken yerler: kale korugan, çiftli duvarlar arasında su hendeği, asma köprü, kontrol kulesi, Sultan II. Mahmut Tuğrası.

Bodrum Kalesi

KALE GEZİ PLANI

Bodrum kalesi ve müzesi hakkında, en güzel gezi planı şöyle olabilir. Müze ana giriş kapısına gelip, ücret ödedikten sonra, kapıdan giriyorsunuz. Hemen sonra, sol yanda: Amfora parkı var.

Bodrum Kalesi Amforalar

AMFORALAR

Bunlar: antik çağlarda: şarap, tahıl, zeytin, zeytin yağı taşımak için kullanılan ve değişik form ve ebatlarda üretilen amforalar. Aslında: amfora: iki kulplu, “taşınabilir testi” anlamına geliyor. Kulpları ve sivri dipleri nedeniyle, gerek taşımada ve gerekse depolamada kolaylık sağlıyorlar.

Bu nedenle de; antik çağlarda, çok yoğun olarak kullanılmışlar. Depolama sırasında: çalı ve hasır gibi şeylere sarılıyorlar ve halatlarla bağlanarak, geminin gövdesine zarar vermeleri önleniyor.

Evet;: amforaların izolasyonunda, içinde taşındıkları nesneye göre: mum, sakız veya reçine kullanılıyor. Ağızları; pişmiş toprak tıpalarla kapatılıyor. Kulpları üzerine: şarabın imal edildiği şehir veya taşınan kargo için verilen garantiyi gösteren damgalar vuruluyor.

Bunların, su altı arkeoloji müzesine en büyük katkıları ise: arkeologlara yol göstermeleridir. Deniz dibinde yatan ve kumlarla kaplı, binlerce batığın, görünen yüzü amforalar olmuş. Formları, kulplarındaki damgaları ve taşıdıkları kargo ile, arkeologlara, daha kazı yapmadan, çok büyük bilgiler verirler.

Evet, iç kalede gezdiğiniz her yerde: sizi: tavus kuşları, güvercinler, firavun tavukları karşılayacak. Renk renk begonviller, karanfiller, çeşitli kaktüsler, çam gölge ağaçları, Akdeniz iklimine uygun her türlü çiçek ve ağaçları ise, doğal bir görüntü güzelliği oluşturuyor. Sanki: doğal bir parka girdiğinizi düşünüyorsunuz.

Dut ağacının gölgesindeki şapel; gotik tarzda yapılmış. Kalenin en güzel yapısıdır. Bu şapel içinde: Doğu Roma Batığı sergileniyor.

Bodrum Doğu Roma Batığı Salonu

DOĞU ROMA BATIĞI SALONU

Şövalyelerin inşa ettiği İspanyol Şapelinin içinde; bir gemi batığı ve batıktan ele geçirilen eserler sergileniyor.

Turgutreis yakınlarındaki Yassıada’nın yakınlarında, gemi tuzağı olarak isimlendirilen sığlıkta, kayalara çarparak battığı sanılan birçok gemi batığının bulunduğu tespit edilmiş. Yüzyıllar boyunca, adeta bir gemi mezarlığına dönüşmüş olan bu tehlikeli bölgede yapılan araştırmalarda, birçok batığa rastlanılmış.

Özellikle: 4’ncü yüzyıl, 7’nci yüzyıl ve 16’ncı yüzyıl batıklarının bulunduğu bu bölgede: amfora parçaları ve bir Osmanlı gemisinin topları da bulunmakta. Bu batıklara, son olarak, 1993 yılında, bir Lübnan gemisi de eklenmiş.

Evet: Yassıada’nın 75 metre güneyinde, denizin dibinde, bu bölgedeki kayalara çarparak batan bir gemi: günümüzde, burada sergileniyor. Sergilenen gemi batığı: 7’nci yüzyıla ait. Geminin: 1/1 ölçeğindeki ve zamanında gemi yapım tekniğinin uygulanması ile yapılan “kıç tarafı” şapel içinde sergileniyor.

Geminin baş tarafı ise: amforalarla dolu olarak gösterilmiş. Yaklaşık 900-1000 amfora taşıyan, 20 metre uzunluğunda, 5 metre genişliğinde bir gemi. Geminin: MS.626 yılında, Bizans imparatorluğu savaşlarla sarsılırken, adanın bu bölgesinde battığı sanılıyor. Yaklaşık: 60 ton taşıma kapasitesine sahip olduğu sanılıyor.

Gemi batığı: 1961-1964 yılları arasında, arkeolog George Bass ve ekibinin gerçekleştirdiği, 3553 dalışla, bilimsel bir şekilde incelenmiş. Hiçbir obje yerinden oynatılmadan, sert fırçalar ile temizlenmiş ve etiketlenmiş. Eğimli bir yamaçta ve 32 ile 36 metre arasında değişen bir derinlikte, yayılmış halde bulunan batığa ait eserler: 18 yıl süren çalışmalar sonucu temizlenmiş ve çıkarılarak tarihlendirilmiş.

Kazı çalışmaları yapılan alan: 12 x 6 metre büyüklüğünde ve tamamen amforalarla kaplı. Bu eğimli ve kumlu arazinin üst tarafında, geminin çapaları, alt tarafında ise geminin mutfağına ait çatı kiremitleri ve geminin ocağına ait tuğla parçaları bulunmuş. Bu buluntular ve ele geçirilen çanak-çömlek, gemide bir mutfak olduğunu işaret etmekte ve geminin özelliğini daha da üst seviyeye çıkarmakta.

Gemide bulunan diğer eşyalar arasında: balık ağlarını, mutfak çanak-çömlek parçalarını, balık avlamakta kullanılan zıpkını, üzerinde “Georgios” yazılı büyük bir kantar var. Antik çağlardan, günümüze ulaşmış kantarlar arasında, en büyüğü olma onuruna sahip bu kantarın üzerinde, geminin kaptanı veya sahibinin olduğu tahmin edilen kişinin ismi (Georgios) yazılı.

İsmin arkasında ise, birkaç haç şekli var. Kantarın yanında bulunan bir ağırlık seti, geminin marangozuna ve geminin lostromosuna ait ve odun toplamaya ve su için kazmaya yarayan aletler, oldukça ilginç. Bunları görebileceksiniz.

Geminin Karadeniz’den veya Costantinapolis yakınlarındaki bir limandan, son yolculuğuna çıktığı sanılıyor.

Gemide bulunan ve imparator Heraklitus dönemine tarihlenen 15 adet altın ve tunç para, geminin tarihlendirilmesine yardım etmesi açısından, büyük önem taşıyor.

Perslerin ve Arapların, birbiri ardına Bizans’a savaş açtıkları bu sorunlu döneme ait olan paralar, geminin tarihlendirilmesini sağlamış. Diğer buluntular ve özellikle paraların yardımı ile, batığın battığı tarihin: MS.626 yılları olduğu sanılıyor.

Gemide bulunan diğer ilginç buluntular ise şunlar: amforaları eğmeden içinden şarap çekmeye yarayan ve şarap hırsızı diye adlandırılan alet. Geminin kıç tarafındaki mutfak bölümünde ise, çok sayıda pişmiş toprak kaplar, 24 adet kandil ve hatta bakır kaplar bulunmuş ve sergileniyor.

Ayrıca: batıkta ele geçirilen kurşun levhalar ve kurşun eritme potası, yolculuk sırasında bile, balık ağlarına takılan kurşun ağırlıkların üretildiğini göstermesi bakımından ilginç.

Şapelden çıkıyorsunuz, hemen sağında , Türk Hamamı göreceksiniz. Sonra: Şapelin solundaki yoldan, amfora parkının yanından, yukarı doğru yürüyün. Karşınıza gelen yapı: Cam Salonu.

CAM SALONU

Bu Salon: Paşabahçe Şişe Cam Fabrikasının katkıları ile açılmış.

Bu salonda: MÖ.14’ncü yüzyıl ve MS.11’nci yüzyıl arasına tarihlenen, su altı ve toprak altı cam objeler var. Bodrum yarımadası ve çevresindeki antik şehirlerden gelen cam eşyaların yanı sıra, su altı kazılarda ele geçirilmiş objelerde bu salonda sergileniyor. Özellikle, altlarından yapılan ışıklandırmalı sergileme yöntemiyle, muhteşem bir renk cümbüşü sunuyor.

Buradaki en eski parçalar: MÖ.1400 yıllarına tarihlenen cam külçeler (ingotlar) dir. Ayrıca: Kaunos antik kentinden, Stratonikea kentinden ve Serçe Limanı batığından bulunan cam eşyalarda sergileniyor.

Cam salonunda: 1:20 ebatlarında yapılmış olan akvaryum göreceksiniz. Burada, su altı çalışmalarının nasıl gerçekleştirildiği gösteriliyor. Yassıada Doğu Roma batığı kazısı canlandırılmış.

Bodrum Uluburun Batığı
Bodrum Uluburun Batığı
Bodrum Uluburun Batığı

      

ULUBURUN BATIĞI

Kaşın isimli kasabanın , 8.5 km. güneydoğusunda, denizin 45 metre derinliğinde, 1982 yılında bulunmuş. Günümüze kadar: bu derinlikte kazılan, ender batıklardan biridir. Kazı süreci: 11 yaz dönemi devam etmiş. Bu dönem boyunca: 22400 dalış yapılmış. Meyilli bir arazide yatan batığın kalıntıları: 44 metre ile 52 metre arasında değişen derinlikte imiş.

Erken tarihi, ilginç buluntuları ve taşıdığı muhteşem kargosu ile dikkat çekici. Batık: bronz çağına tarihleniyor. MÖ.14 ncü yüzyıl. Kargosu: bakır, kalay ve cam külçelerinden ve çeşitli ülkelerden gelen objelerden oluşmuş.

Ana kargo, yaklaşık 10 ton ağırlığında ve 318 kulplu amfora ve bakır külçelerinden oluşuyor. Bunun dışında, gemide bulunan, yaklaşık 1 ton ağırlığındaki kalay külçeleri, gemideki madenlerin tunç silah yapımında kullanıldığını işaret ediyor.

Ayrıca: 150 cam külçe, Miken ve Kıbrıs orjinli çanak-çömlek, Mısır ve Kenan ülkesine ait mühürler, mücevherler, Afrika’dan fildişi, Hippopotamus dişleri. Bunlar: günümüze kadar, eşine rastlanılmamış bir kargoyu gösteren başlıca buluntular.

Şüphesiz, arkeologları en çok sevindiren buluntu: Mısır Firavunu Akheneton’un karısı Nefertiti’ye ait altın mühür. Bu mühür, adı geçen kraliçenin, günümüze kadar ulaşabilen tek mührü olması nedeniyle ilginç.

Gemide ele geçen, yine çok ilginç buluntulardan biri de: antik çağlarda kullanılan yazı defteri. Balmumu üzerine, sert bir kalemle yazılan yazı defteri: İlyadada zikrediliyor. Geminin: Kenan (Filistin) ülkesinden yola çıkıp, Kıbrıs’tan bakır madeni aldığı ve Uluburun civarında, şiddetli rüzgar nedeniyle, karaya sürüklenip parçalandığı sanılıyor.

Buluntular ve gemide bulunan odun ve ahşapların tarihlendirilmesi sonucu, geminin, MÖ. 14’ncü yüzyılda ve hatta daha da kesin bir tarih olarak, MÖ.1316 yılında battığı sanılıyor. Ancak: geminin milliyetini bulmak konusunda, net bilgiler yok.

Bodrum Gelidonya Batığı

GELİDONYA BATIĞI

Ülkemizde, su altı arkeoloji çalışmaları: Antalya’nın batısında, süngercilerin bronz külçelerle dolu, bir batığı fark etmeleriyle başlar

Birkaç yıl sonra, süngerci Kemal Aras, bu batığı, Amerikalı antropolog, gazeteci ve dalgıç Peter Thockmorton’a gösterir. Bu batığın önemini kavrayan Thockmorton; o zamanlar genç bir arkeolog olan George Bass’ı, burada kazı yapmak için ikna eder.

Yüzyıllar boyunca, adeta deniz dibinde kayalarla kaynaşmış bu bronz külçeler: çok zor şartlarda su yüzüne çıkarılır. Tunç kütleler; kayalarla birlikte, su altında kesilerek su yüzüne çıkarılır ve temizlenir. Gelidonya kazısı: ülkemizde, su altı arkeolojisi çalışmalarının başlangıcı olması nedeniyle önem taşıyor.

TEKTAŞ BURNU BATIĞI

1999 ve 2001 yılları arasında, Çeşme’nin güneyindeki Tektaş Burnunda, klasik döneme tarihlenen bir batık bulunur. Çeşme ve Sığacık arasındaki kıyı şeridinde bulunan bu batık: klasik dönemde batan ve bu döneme ait bilgileri günümüze iletmesi açısından önem taşır.

Bu batıktaki en önemli buluntulardan biri: antik çağ vazolarının üzerinde görülen, ama bu batıkta fiilen ele geçirilen: göz imajıdır.

GÖLCÜK KAYIĞI

2001 yılında, Ödemiş yakınlarındaki Gölcük gölünün su seviyesi, 2 metre azalınca, bu kütük kayık ortaya çıkar ve yapılan çalışmalar sonucu, buraya getirilerek sergilenir.

Evet: kayık: o yıllarda Uğur ve Rose Bengisu tarafından bulunur ve Ödemiş Müze Müdürlüğüne haber verilir. Bu arada: kayığı kendi bahçelerine çeken Bengisu çifti: sürekli ıslak kalabilmesi için, yaş bezlerle ve otlarla kaplayıp korumaya çalışırlar.

Daha sonra. Kültür Bakanlığının kontrolü altında, kayık, Bodrum’a taşınır.

Kayık: kestane ağacının gövdesinin içi oyularak yapılmış. Uzunluğu: 4.40 metre ve genişliği ise 0.75 metre. Yüksekliği: 0.38 metre. Yapımı: MS. 13’ncü yüzyıla tarihleniyor.

Köşeli burnu, basık ve genişleyen arka kısmı dikkate alındığında, balıkçılık ya da nakliye işlerinde kullanıldığı tahmin ediliyor.

Yaklaşık 700 yıl su içinde kalan bu kütük kayık, yine, su içinde sergilenmek zorunda. Suya doymuş ahşap: su içinde korunmadığı takdirde, kısa bir süre sonra parçalanır ve toz olur. Bu nedenle: su dolu bir akvaryum içinde sergileniyor.

Bu akvaryum içinde: 17 tane de balık göreceksiniz. Bunlar, kütük kayığı larvalardan koruyorlar. Aynı salonda: yani burada: Apollo Tapınağı (Didim) ve Kral Mozolus’un saray kalıntılarının da sergilenmesi düşünülüyor.

Bunun yanı sıra, dünyada, yalnızca 3 örneği bulunan, Roma imparatorluğu dönemine ait, bir tunç çapa da, ilerde sergilenecekmiş.

Cam Salonundaki güzelliklerden çıkıyorsunuz. Karşınıza gelecek olan, dikdörtgen görünümlü taş yapı: 11’nci yüzyıl, Serçe Limanı Batığının sergilendiği salon.

Ancak: yapıya girmeden önce, öndeki duvar kalıntılarının, MÖ. 4’ncü yüzyılda yapıldığı sanılan Kral Mozolus’un sarayının temelinin kalıntılarının olduğu sanılmakta. Bu duvar kalıntılarını izlerken, bu özelliğe dikkat edin.

Bodrum Serçe Limanı Batığı Sergi Salonu
Bodrum Serçe Limanı Batığı Sergi Salonu

   

SERÇE LİMANI BATIĞI SERGİ SALONU

Marmaris yakınlarında, Serçe Limanında, 1977 yılında, bir cam batığı bulunur. Gerek taşıdığı kargo ve gerekse geminin gövdesinin korunması açısından, dünyanın en önemli batıklarından birisidir.

Batık: 16 metre uzunluğundadır. Alt tabanı düz olması nedeniyle, sığ sularda seyreden nehir gemilerini andırır. Yaklaşık: 35 metre derinlikte bulunan cam batığı kazısında, arkeologlar, 100 ton kumu temizlemişler ve kazıyı gerçekleştirmişlerdir.

11 nci yüzyıla tarihlenen gemi, cam eşyaların yanı sıra, 2 tona yakın cam külçe ve 1 ton civarındaki kırık cam taşımakta imiş. Arkeologlar, geminin güney Suriye’den yola çıkıp, Karadeniz’e, Kırım’a veya Güney Tuna boylarına doğru gittiğini düşünüyorlar.

Gemide: 110 amfora bulunmuş. Bunların çoğunda: şarap ve gemideki yolcular ve mürettebat için: su ve yiyecek taşındığı sanılıyor. Gemide ele geçen: ıslama paralar ve eşyalar: geminin bir Müslüman gemisi olduğunu gösteriyor.

Öte yandan, gemide bulunan domuz kemikleri ve üzerinde Hıristiyan azizlerinin bulunduğu bazı eşyalar ise, gemide aynı zamanda Hıristiyan yolcuların da bulunduğunu göstermesi açısından ilginç.

Serçe Limanı Batığının sergilendiği salondan çıkıyorsunuz. Sağ tarafa dönün, bir sarnıç göreceksiniz. Bu sarnıç: Kral Mozolus döneminden günümüze kalmış.

Evet; devam ediyorsunuz. Birkaç basamak çıkıyorsunuz, sağ tarafınızda, iki yüksek kule görünüyor. Bunlar: İtalyan ve Fransız kuleleri. Bu kulelerin bulunduğu alana: gotik tarz, kaburgalı bir tonozdan geçeceksiniz.

Burası: Bodrum’u, Ege Denizindeki İstanköy Adasına kadar görebileceğiniz en güzel manzaranın bulunduğu bir köşe. Evet: tonozlu bölümü geçin ve karşınıza, Karyalı Prenses Ana bölümü geliyor.

Bodrum Karyalı Prenses Ada Salonu

KARYALI PRENSES ADA SALONU

Kralın ve eşinin ölümü üzerine, iktidara gelen İdrieus; Prenses Ada’yı, Alinda kentine sürgüne gönderir. Ancak: Büyük İskender’in bölgeye gelişi sırasında, İskender ile Alinda’da görüşen Prenses Ada, İskender’in Halikarnas’ı ele geçirmesi üzerine, yönetime geçer.

Kırk yaşlarında öldüğü sanılan (MÖ.379 yılında doğmuş ve 330 lu yıllarda ölmüş olmalı) Prenses Ada’nın; Karya’da ne kadar süre Satraplık yaptığı bilinmiyor

1990’lı yıllarda, şehrin kuzeyinde, tesadüfen bir mezar bulunuyor. Mezar odasının eşsiz güzelliği ve burada sergilenen mücevherler, bu mezarın önemli birine ait olduğuna işaret ediyor. Yapılan çalışmalar sonucu, özellikle de iskeletin kafatasının, İngiltere’de Manchester Üniversitesinde etlendirilmesi sonucu, tesadüfen bulunan mezarın, Prenses Ada’ya ait olduğu ortaya çıkıyor.

Evet, günümüzde, İtalyan kulesinin hemen altındaki odada, mezar buluntuları sergileniyor. Burada: altın taç ve kıymetli takılar göreceksiniz.. Ama: Bodrum kalesinde, sonsuza kadar, ziyaretçilerini ağırlayacağı kesin. Burayı görmeden sakın kaleden ayrılmayın.

Gerçekten, Prenses Ada’nın tamamen gerçeğe yakın görüntüsünü yansıtan manken ve lahit; görülmesi gereken objeler. Lahit içinde, küçük bir fare iskeleti göreceksiniz, hemen ayak ucunda, dikkatli bakarsanız görmemek mümkün değil. Tabii, bu fare iskeletini görmek değil de, onun lahde nasıl girdiği tam bir muamma.

Prenses Ana, salonundan çıkıyorsunuz. Sola dönün, merdivenleri çıktığınızda, İngiliz kulesinin önüne geleceksiniz. Avlu: bir ortaçağ bahçesi gibi düzenlenmiş. Kendinizi, ortaçağda yaşayan biri gibi hissedeceksiniz. Ortaçağ giysileriyle giydirilmiş mankenler ve ortaçağ müziği, duvarlara işlenmiş yazılar, sizi bir anda o günlere götürecek.

Evet, İngiliz kulesinden çıkın ve sonra batıya doğru ilerleyin.

Karşınıza, küçük bir kule çıkacak. Alman kulesi. Tıpkı İngiliz kulesi gibi, ortaçağ şövalyelerinin yaşamını anımsatacak şekilde düzenlenmiş. Daha sonra göreceğiniz yılanlı kulede ise: doğum, yaşam ve ölüm üçlemesini anlatan bir salonu var.

Alman kulesinin arkasından dönüp, Osmanlı dönemine ait tuvaletlerin bulunduğu bölgeye geçin. Karşınıza: ortaçağ vahşetini, tüm detaylarıyla gösteren zindan (işkence odası) çıkıyor.

Evet, burayı da gördükten sonra, manzarayı içinize çeke çeke, dönüş yoluna geçin. Alman kulesinin hemen yanındaki kafeteryada, küçük bir mola verebilir veya çiçeklerin arasından, Şapelin bulunduğu yere kadar yürür ve sonra arka bahçeye geçebilirsiniz.

Ağaçların üzerinde asılı olan tüm levhalar, sizi mitoloji dünyasına götürür. Kalenin kuzeybatısında, birinci kapının bulunduğu kısımda, festivallerin, konserlerin yapıldığı, bir zamanlar top koruganı olarak kullanılmış, şimdi ise, Bodrumlu sanatseverlere hizmet veren sanat galerisi bulunuyor.

Bodrum Zeki Müren Müzesi

ZEKİ MÜREN MÜZESİ

Son yıllarını geçirdiği Bodrum ve insanı çok seven Zeki Müren: Bardakçı Koyunda bir ev satın alır. Bodrum insanı da, ölümü üzerine, bu koya: Zeki Müren Koyu ismini verir.

Evet, Zeki Müren, ölümünde: evinin hemen üstünde bulunan, Yalıkavak tepelerindeki yel değirmenlerinin yakınında gömülmek istediğini söylermiş. Ama, mezarı, günümüzde burada değil, Bursa’da.

Bu müze: yılda, yaklaşık 40 bin turist tarafından ziyaret ediliyor. Burada: Zeki Müren’in: eşyaları, sahne kostümleri, kendi yaptığı tabloları, ödülleri ve yaşamına ait her şey sergileniyor. Ayrıca: Müze bahçesinde, sanatçının dev bir heykeli de görülüyor.

Yaşı, belli bir ortalamanın üzerinde olanlar: Zeki Müren’in sağlığında, gününüm büyük bölümünü evinde geçirirken bir bölümünü de, Bodrum caddelerindeki kafelerde geçirdiğini bilirler. Yani: Zeki Müren, kafelerde, yanındaki insanlarla konuşurken, bir yanı daima boş bulunurdu.

İnsanlar; bu yana oturup, resim çektirmeyi, Zeki Müren ile birlikte resim çektirmeyi bir alışkanlık haline getirmişlerdi. O büyük sanatçı, sanatının en zirvesinde olduğu o anlarda, bu istekleri asla kırmaz ve insanlara çok mütevazi görünürdü. O yıllarda, Bodrum’a gitmiş olanların, Zeki Müren ile büyük olasılıkla resimleri vardır.

Evet, Bodrum: Türkiye’nin en güzel, en kalabalık ve canlı: tatil ve eğlence bölgelerinin başlıcalarından biri.

Gerçekten: güzel, serin ve dalgasız deniz, güneş, kumsal ve 24 saat eğlence arıyorsanız, cadde ve sokaklarındaki hareketi, canlılığı yaşamak istiyorsanız, barlar sokağında, barlardan sokağa taşan müzik ve eğlencenin tadını çıkarmak istiyorsanız, dünyaca ünlü eğlence mekanlarındaki şovları yaşamak istiyorsanız ve en önemlisi, yazın en sıcak günlerinde bile, terlemeden, nem den boğulmadan bu aktiviteleri yaşamak istiyorsanız, Bodrum’a gidin.

Sakin bir tatil düşlüyorsanız, hayır Bodrum size göre değil. Bodrum’da, 24 saat hareket, canlılık ve eğlence var.

Güzel bir günde:

Bodrum Marina sahilinde  dolaşın, dükkanlara bakın, yeşil alandaki banklara oturup, gelip-geçeni izleyin, sonra: sahildeki caddenin kıyı tarafında kalan kafeteryalara oturun, bir şeyler yiyip-için, bu sırada, büyük bir olasılıkla mutlaka ünlü birileriyle karşılaşacaksınızdır.

Kahve içmek isterseniz “Starbucks” olabilir, ancak: diğer bölümdeki Starbucks tercih etmenizi öneririm, çünkü: tam deniz kıyısında ve deniz seyrederken kahvenizi yudumlayabilirsiniz.

Canınız bir şeyler yemek isterse “Sünger Pizza” uygun bir seçim olacaktır. Muhteşem bir pizza, salata veya deniz mahsullerinden oluşan bir şeyler yiyebilirsiniz. Bu sırada, aynı mekanda, mutlaka ünlü birilerini görebilirsiniz.

Sonra: yürümeye devam edin, sahilin diğer bölümüne geçmeden önce: çarşıya uğrayın. Özellikle: birçok markanın taklit, çanta-ayakkabılarını, fiyatlarının düşüklüğüne hayret ederek izleyin, bir diğer caminin bulunduğu yere vardığınızda: bence “Denizciler Derneği” lokalinde, açık havada, uygun fiyatları dikkate alarak, bir şeyler yiyip-için.

Buradan sahilden yürümeye devam ederseniz, hemen solunuzda bir iki dakika sonra kale girişi var. Hayır: Dernekten çıkıp, iç kesime doğru yürürseniz, bu kez “Barlar Sokağı” denilen yere ulaşacaksınız. Burayı gündüz gezerseniz: nispeten sakin bir ortam göreceksiniz.

Sokağın sağ yanında, deniz kıyısında barlar ve kafeler var. Burada: Starbuck’a uğrayıp, deniz kıyısında kahve içebilirsiniz. Sokağın sol yanında ise dükkanlar var. Yürümeye devam ettiğinizde: birçok oturacak mekan bulabilirsiniz.

İyice ilerlediğinizde ise, sağ yanda kumsal ve denize girenler, sol yanda ise yine restoranlar ve kafeler görülüyor.

İşte:

Bodrum şehir merkezindeki gezimiz böyle olabilir. Tarihi yerleri gezmenin dışında, şehir merkezinde, bu tür bir gezi, terletmeyen yani sıcak olmasına rağmen nemli olmayan bir havada: inanın muhteşem bir keyif.

Ama: gelelim tenkitlere, keşke: sahilde, bu denli bol tekne demirlemiş olmasa.

Sahilde yani kıyıda yürürken: kıyıya yanaşmış teknelerden (Marina haricindeki bölgeden söz ediyorum, çünkü Marina sonuçta teknelerin yanaşması için düzenlenmiş bir yer) denizi, manzarayı görmek mümkün değil.

Bu teknelerin yanaşacağı başkaca yerler olmalı, çünkü gerçekten deniz yöresinde, denizi tekneleri arasından, birkaç santimlik yerlerden görebiliyorsunuz.

Sonuç olarak: Bodrum: gerek ülkemiz sosyetesi tarafından ve gerekse dünya turizm sektöründe bilinen ve tanınan bir yer olarak önem kazanıyor.

Tatil için burayı tercih ederseniz: her düzeyde gelire uygun kalma yeri bulabilir, eğlenmek için yine her düzeyde eğlenmeye uygun yerler bulabilirsiniz.

Çünkü: Bodrum, yılın tümünde burada yaşayan binlerce insanın yılın tümünde hareketlendirdiği, özellikle yaz aylarında ise eğlencenin doruğa çıktığı bir yer olarak önem kazanıyor.

Dünyanın 7 harikası Mousoleum

Dünyanın 7 harikası Mousoleum

Mousoleum: ülkemizin güneybatısında, bugünkü “Bodrum” bölgesindedir. Günümüzdeki liman bölümüne: 15’nci yüzyılda: Maltalı St. John Şövalyeleri tarafından yapılan, heybetli bir haçlı kalesi bulunmaktadır. Mousoleion ise, limanın biraz yukarısında, şimdi bir camiye bitişik olan,  düz bir alanda bulunuyordu.

Evet: ülkemiz sınırları içinde, Dünyanın 7 harikasından biri olan “Mousoleum” mezar anıtı hakkında bilgi vermeden önce, bu muhteşem anıtın “kim için” yapıldığı hakkında söz etmek istiyorum. Çünkü: elbette, bu ölçüde büyük ve muhteşem bir anıtın yapıldığı kişinin, mutlaka çok önemli bir şahsiyet olması gerekirdi.

 

MOUSOLOS KİMDİR

MÖ. 623 yılında: Halikarnasos şehrinin de içinde bulunduğu bölgede, küçük bölgesel bir krallık kurulur. MÖ.300 yıllarına gelindiğinde, kral Hekatomnos: Perslerin yönetimi altında, yerel bir satrap yani vali olarak, komşu il ve ilçelerdeki kontrolü elinde bulunduruyordu.

MÖ.377 yılında: Karya bölgesinin hakimi olan kral “Hekatomnos” ölür. Bunun üzerine, aynı yıl: Mousolos: babasının yerine geçerek; “Karya satrapı” yani “Pers valisi” olur. Ama, bağımsız bir hükümdar gibi hareket eder.

Yapılan savaşlar sonucunda: bağımsız bir monarşi kurarak, ülkesinin sınırlarını büyük ölçüde genişletmiştir. Krallığının topraklarını: Anadolu’nun güneybatı kıyısına kadar uzatır. Kız kardeşi Artemisia ile evlenir.

MÖ.370-365 yılları arasında: krallığın başkentini: babasının sürekli olarak yaşadığı “Mylasa” yani “Milas” şehrinden alarak, yayılmacı politikasına daha iyi hizmet vereceğini düşündüğü “Halikarnasos” yani “Bodrum” şehrine taşır. Bodrum şehrini: son  zamanlarda icat edilen mancınık saldırılarına dayanabilecek uygun, modern bir duvar ile güçlendirir ve şehre yeni yerleşimcilerin gelmesini teşvik eder.

MÖ.362 yılında: Pers kralı II. Artahşasta’ya karşı, satraplar ayaklanmasını katılır, ama yenilgi ihtimali üzerine mücadeleyi bırakır. Bundan sonra, hemen Karia bölgesinin kuzeybatısındaki birkaç Yunan kentine saldırır ve ele geçirir. Rodos-Kos-Sakız adalarının oluşturduğu müttefik güçlere karşı Atina’yı destekler ve çatışmalar sonucunda Rodos ve Kos adalarını kazanır.

Mousolos ve Artemisia: 24 yıl boyunca Halikarnasos şehrinden krallığın topraklarını yönettiler. İktidarda bulundukları sürede, sahil boyunca birçok Yunan şehri kurdular ve Yunan geleneklerinin yerleşmesini teşvik ettiler. Çünkü: Mausolos, yerel halkın soyundan olmasına rağmen, Yunanca konuşuyor ve yaşamını, Yunan kültür ve geleneklerine göre sürdürüyordu.

MÖ.355 yılında; kendisi için bir mezar anıtı yani “Mausoleum” denilen anıt mezarı yaptırmaya başlar. MÖ.353 yılında ölür.

Ölümünün ardından: karısı ve aynı zamanda kız kardeşi olan “Artemisia” tarafından, anıt mezarın inşaatı sürdürülür. Ancak: MÖ.351 yılında, yani 2 yıllık bir aradan sonra “Artemisia” da ölünce, anıtın yapımı, diğer kardeşlere düşer ve bunlar anıtın inşaatını sürdürürler.

MÖ.340 yılında: yöredeki satraplık mücadeleleri sırasında, inşaat faaliyetleri durdurulur. Hatta: bazı kaynaklara göre, Halikarnasos şehrinin parasının bittiği ve inşaatın geri kalan kısmının, özveriyle yapıldığını kaydederler.

MS.13’ncü yüzyıldaki bir depremde: anıtın çatı ve sütunlu galerisini içeren üst kısmının yıkıldığı düşünülmektedir.

Dünyanın 7 harikası Mousoleum

ANITIN ÖZELLİKLERİ

Anıt: günümüzde yerinde değildir ve yalnızca temel yeri görülmektedir. Bu yüzden: anıtın görünümü ve özellikleri konusunda: Plinius başta olmak üzere antik dönem yazarlarının yazılarında anlattıklarından yararlanılmaktadır.

Ayrıca: anıttan geriye kalanları söken Şövalyelerin, Bodrum’daki St. Petrus kalesinin yapımında kullandıkları ve günümüze ulaşan heykeltıraşlık ve mimarlık eseri taşlar ve buluntu yerinde yapılan iki önemli kazıda ele geçirilenler.

 

Antik dönem yazarlarından “Plinius” un yazdıkları

MS.75 yılında: Plinius “Doğa Tarihi” isimli eserinde “Mousoleion” hakkında bilgiler vermektedir. Anıt hakkında, şunları yazmıştır. “ Skopas’ın rahipleri ve çağdaşları: Bryaksis, Timotheos ve Leokhares idi. Bunlar: Mousoleion(un heykellerini, birlikte yonttular.

Bu sanatçılar: özel olarak, yapıyı “Dünyanın 7 harikasından” biri olarak yapmakla görevliydiler. Mousoleion: 107’nci Olimpiyatın ikinci yılında ölen Karia kralı Mausolos için, eşi Artemisia tarafından yaptırılan mezar anıtıdır.

Yapı: kuzey ve güney kenarlarında: 63 ayak uzunluktadır. Ancak, cephelerde daha kısa olup, toplam çevresi 440 ayaktır. 25 kübitlik bir yüksekliğe çıkar ve 36 sütunla çevrilidir. Bu sütun sırasına “kolonad” denir.

Doğudaki  heykelleri: Skopas, kuzeydeki heykelleri: Bryaksis, güneydekileri: Timotheos ve batıdakileri: Leokhares yontmuştur. Ancak: işleri bitmeden kraliçe ölmüştür.

Ama, sanatçılar çalışmayı kesmediler, bu yapıyı kendi sanatsal becerilerinin şanlı bir anıtı sayarak tamamladılar. Ustalıkları, bugün bile birbirleriyle yarışmaktadır.

Yapıda: beşinci bir usta da yer almıştır. Kolonad’ın üstü 24 basamakla, tepeye doğru daralan piramittir. Yüksekliği: alt kısmına eşittir. En tepede “Pythis” in, mermerden yaptığı, dört atlı bir araba vardır. Bu da eklenince, yapının tümü 140 ayaklık bir yüksekliğe yükselir.”

 

Evet: bu tanımdan elde edilen sonuçlar şunlardır

Anıt: dikdörtgen planlıdır. Taban kenarları: muhtemelen 120 ve 100 ayaktır. Bu hesap: Plinius’un verdiği 440 ayaklık çevre ölçüsüne uymaktadır. 140 ayak yüksekliğindeki yapı: 3 ana bölümden oluşmaktadır.

Plinius’un: kısaca “alt bölüm” olarak nitelendirdiği yer: 60 ayaklık bir yüksek kaide yada bunun üzerine, İon düzeninde oldukları anlaşılan, muhtemelen 11×9 metre olarak düzenlenmiş, 36 sütunlu bir kolonat yani sütun dizisidir.

Bunun üzerinde ise: en tepedeki dört atlı arabanın durduğu kaideye doğru daralan, 24 basamaklı bir piramit şeklindeki çatı bulunmaktadır.

Plinius’un  söz ettiği, 25 kübit ya da 37.5 ayak: belki de yapının tek bölümünün yüksekliği olup, büyük ihtimalle sütun kaidesinden kornişe kadar olan kolonadın yüksekliğidir.

Plinius’un yazdıklarından anlaşılacağı üzere: anıta ün kazandıran özelliği, heykeltıraşlık süslemelerinin bolluğu ve kalitesidir. Plinius: her birinin, yapının bir kenarını bezemekle görevlendirildiğini söylediği dört ünlü Yunanlı heykeltıraşın adını vermektedir. Bununla birlikte: Pythis’in yaptığını söylediği, en tepedeki “dört atlı araba”  dışında, bağımsız herhangi bir heykelden söz etmez.

 

Antik dönem yazarlarından “Vitruvius” un yazdıkları

Vitruvius: aynı konuda yazan Plinius’tan tam 100 yıl önce, MÖ.30-25 yılları arasında yazdığı kitabında: yukarıdakilerden farklı olarak, anıt hakkında: anıtta heykelleri bulunan dört heykeltıraş dışında, beşinci bir sanatçıyı yani “Praksiteles” i eklemektedir.

 

Bodrum Kalesinin onarımı

1500 yılında, Şövalyeler tarafından, anıtın alt kısmının yıkılışı ve o ana kadar bozulmamış durumda bulunan mezar odasının bulunuşu öyküsü: 1581 yılında, Fransız Claude Guichard tarafından yazıya dökülmüştür. Öykü, her ne kadar inanılmaz gelse de, takip eden dönemde: Jeppesen’in kazılarında, nispeten doğrulanmıştır.

“ Bodrum’u ele geçiren St. John Şövalyeleri: kaleyi sağlamlaştırmaya giriştiler. Kireç yapacak taş bulmak için çevreye bakınırken, bir zamanlar, eski forumun bulunduğu, limana yakın bir tarlanın ortasında, bir platform biçiminde yükselen beyaz mermer basamaklardan daha iyisini göremediler. Bunları parçalayıp götürdüler.

Taşlar, kullanışlı bulununca, toprağın üstünde ne varsa aldılar, daha fazlasını bulmak umuduyla toprağın altını kazmaya başladılar. Bu işteki başarıları öyle büyük oldu ki, derine indikçe yapının kaidesinin daha da genişlediğini gördüler. Sonuçta, yalnızca yakmak için değil, inşaat için de taş sağladılar”

“Devam eden süreçte: Şövalyeler, büyük bir alanı açmalarının ardından, mağara girişine benzeyen bir oyuk gördüler. Kandillerini alıp aşağıya indiklerinde, sütunlarla çevrili büyük bir oda buldular.

Sütunların: kaideleri, başlıkları, arşitravları, firiş ve kornişleri kabartmalarla bezeliydi. Sütun aralarındaki boşluklar, diğer  bezemelere uyan heykel ve silmelerle süslü, değişik renklerdeki mermer bantlar ve levhalarla doldurulmuştu.

Duvarda ise: kabartma olarak betimlenmiş tarih ve savaş sahneleri vardı. İlk baştan, bunlara hayranlık duyup eşsiz işçiliği seyrettiler, ama sonunda burayı da yıkıp buldukları diğer eserler gibi kullanmak üzere parçaladılar.

Bu odanın ilerisinde: başka bir odaya yönelen bir girişe benzeyen alçak bir geçit buldular. Odada, beyaz mermerden yapılmış üçgen çatılı kapağı ile, şahane parlaklıkta olan çok güzel bir mezar vardı. Zamanları kalmadığı için, bu mezarı açamadılar.

Ertesi gün geldiklerinde ise, mezarı açık buldular. Her yere altın işlemeli kumaş parçaları ve altın pullar saçılmıştı. Kıyı boyunca dolaşıp duran korsanlar, şövalyelerin neler keşfettiklerini sezerek, gece oraya geldikleri ve mezar kapağını açarak içindeki hazineleri çaldıkları sanılmaktadır.”

Evet, bu öyküyü okuduktan sonra, gelelim şövalyelerin “Bodrum kalesi” ni sağlamlaştırma çalışmalarına.

1500 yılında: Kıbrıs adasının Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi üzerine, buradan sürülen ve Bodrum’a gelen St. John Şövalyeleri, buradaki kaleyi sağlamlaştırmaya karar verirler. Çünkü: burada da, Osmanlı tehlikesi hemen yanı başlarındadır.

Bunun üzerine; çevrede inşaat malzemesi aramaya başlarlar ve bir tarlanın ortasında: aradıklarını bulurlar.

Anıtın: dış mermer kaplama blokları ve mermer heykellerin çoğu küçük parçalara ayrılmış ve kireç harcı olarak kullanılmak üzere yakılmıştır.

Kaledeki uzun duvarlar: anıtın iç kısmını oluşturan “volkanik yeşil taş bloklar” dan yapılmıştır. Genellikle: 90×30 cm. kalınlığında olan bu bloklarda: bir zamanlar, onları anıtta birleştiren kenetlerin izleri açıkça görülmektedir.

Anıttaki yıkım işi: 1522 yılına kadar, 22 yıl sürdürülmüştür. O süre içinde, temellerin dibine dek, anıtın neredeyse her taşı sökülerek alınmış ve yeraltındaki mezar odası açılıp yağmalanmıştır.

Şövalyeler: anıta çok zarar vermelerine karşı, buldukları kabartma taşların hepsini yerle-bir etmediler. Yunanlılarla Amazonların savaşını gösteren frizin bir düzineye yakın kabartma levhası: 1505-1507 yılları arasında, kumandanlardan birinin gözüne ilişmiş ve süsleme amacıyla, kale duvarlarının yapımında kullanılmış ve böylece korunmuştur.

Bunların arasında: “Lapithler” ve “Kentauros” ların savaşını gösteren, ikinci bir frize ait, tek bir blok bulunmaktadır. Ayrıca: bir av sahnesinin: ayakta duran dört aslanı ve koşan bir leopar a ait levha da; aynı dönemde kalenin yapımında kullanılmıştır. Ancak: bu heykeller ve frizler: 1846 ve 1857 yıllarında: kalenin duvarlarında, bulundukları yerlerden sökülerek çalınmış ve Londra-British Museum’a götürülmüştür.

Yine de kale duvarları hazineleri sunmaya devam etmektedirler. Bir kapı üzerinde: kiriş olarak yeniden kullanılan, eksiksiz arşitrav bloğu; sütunların aks aralığını verirken, Amazon frizinin, 1975 yılında bulunan bir köşe bloğu da, bu frizin anıtın dört yanını çepeçevre dolaştığını kanıtlamaktadır.

 

KAZI ÇALIŞMALARI

Yöredeki kazı çalışmaları, iki bölüm halinde yapılmıştır.

İlk olarak: 18’nci yüzyıl sonlarında ve 19’ncu yüzyılda, yöreye gelen gezginler heykelleri fark ettiler ve bunların “Mousoleion”dan çıktığını tahmin ettiler. 1846 yılında: İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Lord Stratford de Redeliffe, ünlü “Amazon” frizine ait kabartmalı levhaları çıkartıp Londra’ya gönderdi.

10 yıl sonra ise: Brisith Museum tarafından, bölgeye müze müdürü olarak görev yapan Arkeolog Charles T. Newton gönderildi.

 

İngiliz Arkeolog Charles T. Newton kazı çalışmaları

Newton: Mausoleion’un yerini bulmak ve kazmak üzere, büyük bir kazı seferi başlattı. Bu kazı çalışmalarında: Bodrum kalesinde kullanılan kabartmalar ve aslanlar, şövalyelerin anıtı parçalayışından 350 yıl sonra, çalışanlara yol göstermiştir. Ayrıca: Vitruvius’un yazıları “Mausoleion” un yerini bulmalarına yardımcı olmuştur.

Newton: biraz zorlukla da olsa: arazide bulunan yöre insanının evlerini satın almış ve 1857 yılı başında kazılara girişmiştir. Çok geçmeden, şövalyelerin yaptığı tahribatın büyüklüğünü anlayıp, anıtın tamamen soyulmuş ve parçalanmış olduğunu anlamıştır.

Anıttan geriye kalanlar: yumuşak kayaya oyulmuş, dikdörtgen temel alanının ana hatları ile yapının çekirdeğine ait ve hala aynı pozisyonda duran, birkaç yeşil taş bloğundan ibarettir. Buraya “Dörtgen Alan” adı verilir ve Newton tarafından şu satırlar yazılır:

“ Dörtgen alanın tamamı, mimarlık ve heykeltıraşlık eserlerinin kalıntılarıyla doluydu. Bu parçalar, öyle çoktu ki, kesin pozisyonlarını plan üzerinde belirlemek imkansızdı.”

Temel kalıntılarındaki hırpalanmış parçalarla 3 ay uğraşan Newton: yapının kuzeyindeki bölüme yöneldiğinde, şansı yaver gider. Yapının kuzeydoğu köşesinde: üst sütun kasnağıyla birlikte, çok iyi korunmuş bir İon sütun başlığı bulur. Bu: bir köşe başlığıdır ve Mousoleion’un kuzey ve batı kolonadlarının birleştiği köşeye aittir. Aynı zamanda, bu başlık: anıtta, gerçekten İon düzeni uygulandığını gösteren ilk kanıttır.

Newton, bu bölgede “İmamın tarlası” bölümünde: esas kalıntılara ulaşır.

Anıtın çevresini saran eski çevre duvarı; kuzey kenarda, yapının çok yakınından geçer. Yani, yapıdan yalnızca3.35 m. uzaklıktadır. Tepe: bu noktada yükselmeye başladığından, burada aynı zamanda  daha derin bir toprak örtüsü bulunmaktadır. Çevre duvarının kuzeyine düşen heykel ve taşlar, hızla toprakla örtülmüş ve şövalyelerin tahribatından kurtulmuşlardır.

Böylece: imamın tarlası içinde: 60 ayak (20 metre) uzunluk ve 20 ayak (6.5 metre) genişlikteki bir alanda: anıtın heykel ve taşlarından oluşan, dokunulmamış birikinti bulunur.

Bunlar arasında: yapının tepesindeki araba gurubunun atlarına ait çok güzel işlenmiş “baş” ve “arka ayaklar” bulunur. Ayrıca: kadın ve erkek portre heykelleri (bunların Mausolos ve karısı Artemisia’ya ait oldukları iddia edilmektedir ama kanıtlanamamıştır), kale duvarlarındakilere benzeyen ama daha iyi korunmuş durumdaki “aslan” heykelleri, ayrıca anıtın içindeki tek tanrı heykeli olan Apollona ait bir “baş” bulunmuştur.

Sonuç olarak: bu birikinti tabakasında bulunan 66 heykel ya da heykel parçası ki bunlar en az 20 değişik heykele aittir ve bir araba: Mausolelion’daki heykeltıraşlık bezemelerinin ne ölçüde bol olduğunun en büyük kanıtıdır.

Elbette, bu buluntular, çalınarak Londra-British Museum’a taşınmıştır.

Bu arada: bu birikinti içinde bulunan heykellerin konumu: heykellerin anıt içindeki konumlarının belirlenmesine de öncülük etmiştir. Şöyle ki: büyük olasılıkla bir deprem sonucu yapı çöktüğü zaman: heykellerin çevre duvarının dışına fırlayabilmesi için, bunların yapı üzerinde, yükseğe yerleştirilmiş olmaları gerekirdi.

Heykeller, anıtta ne kadar yüksekte iseler, buraya düşme olasılıkları o ölçüde büyüktür. Zaten: yapıda kullanılan ve en üst bölümlere yerleştirildikleri düşünülen heykellerin en iyi örnekleri (arabanın atları ve aslanlar) burada bulunmuştur. Doğal ölçülerdeki heykeller ise, anıtın en alt katında yerleştirilmiştir ve varlıkları bilinen bu heykellerin de örneği bulunamamıştır.

Newton: kazı çalışmaları sonucunda, götürebildiği kadar mimari taşı: Londra-British Museum’a taşımıştır. Bunlar, halen müzenin depolarında bulunmaktadır ve yapının planının ortaya çıkarılması için, üzerlerinde çalışılmaktadır.

Tüm bunlar yanında, sizlere bir rezillikten daha söz etmek istiyorum. 1857 yılının Ekim ayında, yine Newton tarafından çalınan ve bu siteden taşınan büyük mermer bloklar Malta’da Kraliyet Donanması için yeni bir rıhtım inşaatının yapımında kullanılmıştır. Günümüzde: Malta-Cospicua’daki İskele No.1; bu mermer bloklar ile yapılmıştır. Ancak, mermer blok yapı taşları, denizin içine batık durumdadırlar ve görünmemektedirler.

Bunu niye özellikle yazdım? Çünkü: İngilizler, Osmanlı döneminde, tarihi kalıntılara sahip olunmadığı gerekçesiyle, eserlerimizi; izinli veya izinsiz çalarak kendi ülkelerine taşımalarını “haklı neden” olarak öne sürmektedirler. Yani: “Eğer biz bunları alıp ülkemize götürmeseydik, bunların, bulundukları yerde yok olmaları, tarihe önem vermeyen Türkler tarafından izlenecekti” derler. Evet: Malta’da liman yapımında kullanılan, Dünyanın 7 harikasından birinin mimari kalıntıları.

 

Danimarka Aarsus Üniversitesinden, Prof Kristian Jeppesen tarafından yapılan kazı çalışmaları

Bölgedeki ikinci önemli kazı çalışması: 1966-1977 yılları arasında Danimarka-Aarhus Üniversitesinde görevli Prof. Kristian Jeppesen tarafından yapılmıştır.

Mezar odası: yapının planında merkezi bir yere değil, kuzeybatı köşeye doğru yerleştirilmiştir. Mezar soyguncularını yanıltmak amacıyla böyle yapılmış olmalıdır. Belki de, burada daha önce bulunan bir mezara yakınlaştırmak için, böyle bir plan yapılmış olabilir.

Çünkü: güneybatı köşe yakınlarında; Maosoloion’un temelleri altında bulunan merdiven: bu alanda Mausoleion’dan önce de önemli kişilerin mezarlarının bulunduğunu göstermektedir.

Dörtgen alanın batı kenarında bulunan ve aşağıdaki mezar odasına inen,  kayaya oyulmuş merdiven: büyük ihtimalle, Mausolos’un cenazesini mezar odasına indirmek için yapılmıştır. Bu merdiven sonunda, mezar girişini tıkamak için kullanılan “yeşil taş blok” hala durmaktadır.

Taşın ön ve üst kısımlarındaki oyuklar: bir giriş yeri açmaya çalışan mezar soyguncularının sonuçsuz kalan girişimlerini gösterir. Merdivenin dibinde, bu taşın önünde, dağılmış bir duvar olduğu kabul edilen koca bir taş yığını da görülmektedir.

Ancak: Jeppesen tarafından, bu taşlar ayrılıp temizlenince: bunların bir duvar kalıntısı değil, Mausolos’un cesedinin kalıntıları gömülür gömülmez, yapılmış ayinle ilgili bir yiyecek birikintisi tepesine konulan koruyucu ağırlıklar olduğu anlaşılmıştır.

Bu yiyeceklerin: kimisi bütün, kimisi de dikkatle kesilip parçalanmış koyun, keçi, dana ve öküzler olduğu, hatta birkaç tavuk ve güvercin, bir kaz ve önemli miktarda yumurtadan oluştuğu anlaşılmıştır. Evet, gidenin ruhu için yapılan böyle bir yiyecek sunu töreni: yalnızca Doğu adetlerinde görülmektedir, yani “Yunan” geleneklerinde böyle bir sunu töreni yoktur.

Mezar odası civarında, aslında beyaz kaymak taşından yapılmış ve bir lahit olduğu anlaşılan mezarın, beşik çatılı kapağının parçaları ile tıpkı Guichard’ın tanımlamalarına benzeyen ve büyük olasılıkla cenaze örtüsüne ait olan minik altın pullar bulunur.

Bundan: Mausolos’un mezarının yakın zamanda Makedonya-Vergina’da bulunan, Makedonya kralı II. Philippos’un mezarına çok benzediği sonucu çıkarılmaktadır. Philippos’un ölümü: MÖ.336 yılıdır ve Mausolos’un ölümü ise, MÖ.353 yılıdır.

Evet: Mousolos’un yakılmış cesedinden kalan kül ve kemikler, altın işlemeli cenaze örtüsüne sarılmış ve herhalde altın bir sandık içine konarak, mermer lahde yerleştirilmiş olmalıdır. Mezar odasının önünde ise “Guichard” ın tarif ettiği gibi: özenle bezenmiş bir odanın gerçekten olup olmadığı kesin değildir. Bu odanın, zengin süslemelerinin izi bulunamamıştır. Özgün olarak, mezarın dışında bulunan mimari ayrıntılar ve heykeltıraşlık bezemeleri, öykünün nakledilişi sırasında yanlışlıkla içeriye aktarılmış olabilir.

Temellerin en önemli mimari elemanlarından bazıları, kaledekilere benzeyen ve güneybatı ile kuzeydoğu köşelerde, hala yerli yerinde duran “volkanik yeşil taşlar” bloklarıdır. Bunlara bakarak: anıtın podyum temellerinin, çukuru tamamen doldurduğu söylenebilir. Ayrıca: yapının kaidesi için uzun kenarda 38 metre ve kısa kenarda 32 metrelik, maksimum bir uzunluk ortaya koyar.

Eğer kullanılan Yunan ayağının uzunluğu32 cm. ise, Plinius’un verdiği 440 ayaklık yapı çevresi uzunluğu, mantıken uygun kabul edilmektedir. Buna göre: 38×40 metre boyutları, 120×100 ayaklık kenar uzunluklarına denk gelmektedir.

Jeppesen’in: temel alanında bulduğu mimari taşlar: yapının şekline ait başka buluntularda sunmaktadır. Piramit basamakların enli olanlarına ait birkaç parçada: heykeller için açılmış yuvalar bulunmuştur.

Buna göre: “aslan” heykelleri, çatı kaidesine konulmuşlardır. Bu “mavi kireçtaşından yapılan heykel kaideleri” büyük olasılıkla podyuma aittir. Bunlar: bağımsız heykellerin, podyum duvarı üzerinde, muhtemelen birden çok düzeyde yerleştirildiklerini gösterir.

Çoğu doğal büyüklükteki heykeller için yapılmış bu taşların: 20 kadarı günümüze kalmıştır. Taşlardan biri özellikle önemlidir. Bu taş: oldukça dardır ( yalnızca72 cm.dir) ve üzerindeki heykelin, duvara çok yakın dizildiğini gösterir.

 

Jeppensen: kazıları sırasında, iki önemli keşif daha yapar

Birinci keşif Sütunların “aks” aralıklarının hesaplanmasıdır. Plinius’a dayanarak: 36 sütun bulunduğunu ve bunların 11×9 adet olarak dizildiği varsayılırsa: podyumda, maksimum olarak; uzun kenarın 32 metre, kısa kenarın ise26 metre olduğu sonucu ortaya çıkar. Podyum: her bir kenardan 3 metre içeri girerek, basamak oluşturmuştur.

İkinci keşif: Podyumun tepesindeki taş şerittir. Dörtte biri, korunarak günümüze gelebilmiş olan bu taş şeritteki taşların özgün hali değerlendirildiğinde, uzunluğun116 metre kadar olacağı ortaya çıkmıştır.

 

ANITIN ÖZELLİKLERİ

Anıtın yüksekliğinin, yazar Plinius’un yazdıkları esas alınarak, yaklaşık 55 metre olduğu varsayılmaktadır. Yani: yaklaşık 20 katlı bir apartman yüksekliğindedir.

Antik dönem yazarları: anıtın mimarının “Pytheos” olduğunu yazarlar. Ayrıca: “Satyros” un da adı geçmektedir.

Mausoleum anıtı; 4 bölümden oluşmaktadır.

En alt katta: yüksek bir kaide yani podyum bulunur.

Podyum üzerinde: uzun kenarlarında 11 ve kısa kenarlarında 9 olmak üzere, toplam 36 İon sütunu bulunmaktadır. Her sütun arasında, bir heykel dikilidir. Pteronlar üzerindeki kabartmalarda: Amazonlarla Yunanlıların savaşlarını gösteren kabartmalar bulunmaktadır.

Podyum üzerinde: 24 basamaklı, piramit şekilli bir çatı bulunur. Çatının en tepesinde ise: dört atın çektiği araba yer alır. Çatının 24 basamaklı olması anlamlıdır. Çünkü: Maosolos: MÖ.377-353 yılları arasındaki 24 yıllık süreçte hüküm sürmüştür. Dolayısı ile, Maosolos’un hüküm sürdüğü her bir yılın Karia’nın bir adım daha yükseldiğini yani refaha kavuştuğu anlatılmak istenilmiş olabilir. Çatının piramit şeklinde olması, diğer Yunan yapılarında bilinen “üçgen” çatı şeklinden farklıdır.

Dört bölüm dedim ya, en alt kat altında, yani merdivenle inilen, toprağa gömülü alanda: mezar odası bulunmaktadır.

Dünyanın 7 harikası Mousoleum
Dünyanın 7 harikası Mousoleum
Dünyanın 7 harikası Mousoleum

 

ANITTA BULUNAN HEYKELLER

Heykeller: doğal boyut ve doğal boyutunun üstünde, 3 değişik ölçüdedir. Bu yüzden, heykellerin yerleştirildiği üç ayrı çıkıntı olması gerekir. Çünkü, bu çıkıntıların, podyumun tepesi ve kaide arasında olmaları gerekir. Heykellerde betimlenen konular: av, sunu ve adak sahnelerini ve kimisi at üstünde olan doğal büyüklükteki Yunan ve Pers savaşçılarını içermektedir.

Ayrıca: orta ölçekte, kimi erkek kimi kadın ve büyük olasılıkla çoğu portre, çok sayıda hareketsiz duruşlu heykel vardır. En büyük zararı, şövalyelerin elinden gören podyum heykelleri: çok sayıda olsalar da, bugün ancak küçük ve kırık parçalar halinde varlıklarını sürdürmektedirler.

Newton tarafından yapılan kazılarda, anıtta bulunan ve çalınarak Londra-British Museum’a götürülen heykeller şunlardır:

 

Kolosal Portre Heykelleri

Bunların anıttaki yerleri kesinleşmemiştir. Ancak: Mousolos ve Artemisia diye adlandırılan bu heykeller; güzel görüntüleriyle dikkat çekerler. Bunlar: Karia hükümdarlık sülalesi ve atalarını temsil ettiği düşünülen, geniş bir heykel serisinin en iyi korunmuş olanlarıdır. Bu serinin: sütunlar arasında, baş köşeye konmuş oldukları çok mantıklıdır. Ancak, herhangi bir kanıt yoktur.

 

Araba ve At başı heykeli

Piramidin tavanında: dört tane at ile çekilen bir savaş arabası heykeli bulunuyordu.

Arabanın içindeki kimdi ve arabanın anıtın tepesine yerleştirilmesinin anlamı neydi?

Atların dolgun bedenleri ve büyük tekerlekli araba, satrap gibi resmi bir kişiliği akla getirmektedir. Orada, böyle bir kişinin yer alması: bunun da belli bir kimlikte betimlenen “Mausolos” olması anlamlıdır.

Acaba insan olarak mı, yoksa tanrı olarak mı betimlenmişti? Mausolos’un kendisini  tanrı gibi gördüğüne ilişkin hiçbir tarihsel kanıt olmasa da, araba gurubunun yükseltilmiş konumu, Yunan anlayışına göre, kuşkusuz tanrılaştırmayı betimlemektedir.

 

Çatıdaki Aslan Heykelleri

Aslanlar çifter çifter miydi, yoksa birbirlerine bakan karşılıklı diziler halinde mi düzenlenmişlerdi?

Yapılan araştırmalar sonucu, aslanların karşılıklı diziler halinde düzenlediklerine karar verilmiştir. Çünkü: bazı aslanların başlarının dönüşü, daha keskindir. Bunlar: her bir dizinin öncü aslanları olabilirler. Ne var ki; gerçekte bu şekil ya da diğerlerine ilişkin kanıt yoktur. Efes yakınlarında bulunan Belevi’deki “Heroon” un buna benzer yerleştirilmiş “grifonları” çifter çifter sıralanır, ama aralarına bir vazo konulmuştur. Mausoleion anıtında, vazoya ilişkin herhangi bir buluntu yoktur.

 

Binici Heykeli

Temel alanında ele geçirilmiştir. Üzerinde Pers giysileri bulunan bir binicinin olduğu, dört nala giden bir at heykeliydi. Bu heykel, dev çapta yontulmuştu. Belki de: bir av yada savaş sahnesini betimleyen geniş bir heykel gurubunun bir kısmı olabilirdi. Ancak: mükemmel bir desenleme ve son derece gerçekçi bir uygulamanın ürünü olduğu kesindi. Binicinin sağ bacağındaki, Doğu işi pantolon ve tuniğin alt kısmı: binici hızlandıkça rüzgarla geriye doğru dalgalanır gibiydi. Ne yazık ki: binici ve atın el ve ayakları, balyoz darbeleriyle kırılarak, kireç fırınlarına malzeme sağlanmış ve heykeltıraşın tasarladığı özgün etki bozulmuştur.

Diğer bağımsız heykellerin çoğu: podyum duvarındaki dar kaidelere, alınlık heykelleri tarzında dizilmişlerdir.

 

ANITIN İÇİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLER

Mausoleion’un içyapısından sökülüp: kalede yeniden kullanılan “yeşil volkanik taşlar” ın çokluğuna bakılırsa, iç yapının büyük bölümünün “masif” olması gerekirdi.

Jeppesen: bazı Mısır piramitlerinde görüldüğü gibi, biri mezar odasının tam üstünde olan, biri de kolonadın arkasında olan geleneksel Yunan cellası yerine geçen, bindirme çatılı, iki iç oda bulunduğunu ileri sürmüştür.

 

ANITIN DÜNYA HARİKASI OLMASI AÇISINDAN ÖZELLİKLERİ

Anıtın ölçüleri, antik dönem standartlarına göre çok büyüktür. (günümüzdeki 20 katlı bir apartman yüksekliğindedir.)

Heykeltıraşlık süslemeleri ise çoktur. Yani: heykeltıraşlık bezemeleri son derece boldur. Dönemin en ünlü heykeltıraşları, en güzel eserlerini burada üretmiş ve yapının süslenmesinde kullanmışlardır. Hatta, kral ve kraliçe öldükten ve Halikarnassos’un parası bittikten sonra da, yapıyı devam ettirmişler, kendi sanatlarının bir göstergesi olarak kabul ettikleri yapıyı, özveriyle bitirmişlerdir.

Anıtta kullanılan heykellerin hepsi: hayvan ve insan figürleridir. Yani: tanrı-tanrıça figürleri kullanılmamıştır ve bu yönü ile, anıt özel önem kazanmaktadır.

Bu ünlü anıt:  Halikarnasos şehrinin, diğer Karia şehirlerinden daha fazla tanınmasını sağlamıştır.

Anıtta: üç medeniyetin (Likya, Yunan, Mısır) mimari öğeleri bir arada kullanılmıştır. Özellikle: çatının piramidal yapısı, Mısır etkilerini göstermektedir. Podyum ise, Karya mimari unsurudur.

 

SÖZCÜK ÖNEMİ

Roma döneminde “Mausoleum” kelimesi “büyük mezar” yapıları için kullanılan genel bir terim haline gelmiş ve  “mozole” kelimesi olarak günümüze kadar ulaşmıştır.

 

SONUÇ

Sonuç olarak:  bu sıra dışı, masraflı, görünüşe göre yararsız yapıya en anlam vermek gerekir?

Bu yapı: yalnızca Mausolos’un ( ya da Artemisia’nın) megolomanca hırsının gelişigüzel bir ürünü müydü? Yoksa ince bir sembolizmi mi somutlaştırıyordu?

Yapılış amacının: bir kurucu mezarı olarak, daha doğrusu yeniden kurucusu olan “Mausolos”u yüceltmek olduğuna pek kuşku yoktur. Öte yandan: buranın: Karia hükümdarlık sarayının, bütün kraliyet üyelerinin mezarlarını alacak şekilde bir haneden mezarlığı olduğu düşünülse de, öte yandan yalnızca “Mousolos”un gömüldüğü de varsayılmaktadır.

Ne var ki: anıtın büyüklüğü ve bezemelerinin bolluğu: akla gizli nedenler getirmektedir.

Hatta: garip mimari şekil: üç farklı uygarlığı, yani Likya, Yunan ve Mısır uygarlıklarına özgü öğeleri birleştirmektedir.

Dikdörtgen şeklinde yükselen yüksek podyum: Likya mezar mimarisinin karakteristik özelliğidir.

Anıttaki Yunan tarzı ise, şöyle hissedilmektedir: podyumun üstündeki peristil, incecik yivli sütunları destekleyen öğeler, özenle işlenmiş kaideler, zarif kıvrımlı sütun başlıkları, dış kesimler ve silmelerle zenginleştirilmiş, nispeten alçak saçak altlıkları.

Mısır öğeleri ise, şunlardır: ustalıkla yapılmış piramit çatı. Kimileri, bunun yalnızca “araba” gurubu için yükseltilmiş, şatafatlı bir kaide olduğunu öne sürse de, bu özellik Mısır öğesini anımsatır.

Mimari bu öğeler yanında: bu melez yapının, dönemin en iyi Yunan sanatçıları tarafından üretilen Yunan heykeltıraşlık ve mimarlık eserleriyle baştan aşağı donatılması, Mausolos’un Yunan kültürünü yeğlediğini göstermekle birlikte, anıtın  bütününe katkıda bulunan tüm bu uygarlıklar karşısında, Karia üstünlüğünün bir ifadesi olarak da görülmüş olmalıdır.

Bu yüzden: belki de Mausolos ile Artemisia: Halikarnasos başkentliğinde kurulacak bir “Karya imparatorluğu” bünyesinde: Yunan ve Yunan olmayan uygarlıkları bir araya getirerek bir karışımı simgelemeyi düşündükleri değerlendirilmektedir. Mousolos’un düşlediği bu olay: bir kuşak sonra Makedonyalı İskender tarafından başarılacaktı.

MS.2’nci yüzyılda “Ölülerin Dialogları” adlı eserinde, yazar Lukianos: Filozof Diogenes ile Mausolos arasında ve yeraltında geçen düşsel bir karşılaşmayı sahneler ve buradaki sözleri: “Mausoleion” için uygun tanımlar ifade etmektedir.

Diogenes: “Söyle bana Karyalı, neden o kadar kibirlisin ve neden bizlerden daha çok onurlandırılmayı umuyorsun?”

Mausolos: “ Çünkü, ben yakışıklı, boylu bosluyum ve savaş galibiyim. Ama hepsinden öte, başka bir ölünün sahip olmadığı, en iyi kalite mermerden, en gerçekçi biçimde yontulmuş at ve insan heykelleriyle en güzel şekilde süslenmiş, dev bir anıtım var Halikarnassos’da üzerimde uzanan…”

Diogenes: “Yakışıklı Mousolos’um: artık ne gücün var ne de güzelliğin. Bir güzellik yarışması yapacak olsak, senin kafatasın neden benimkinden daha güzel sayılsın. Mezarına, o pahalı mermere gelince, Halikarnasos halkının, ziyaretçilere gösteriş yapıp övünebileceği bir şey olabilir, ama o kadar taşın altında ezilerek bizlerden daha ağır bir yüke katlanman dışında, o mezarın sana ne faydası var anlamıyorum”

Mousolos: “Öyleyse, hepsi boşuna mı? Mousolos ile Diogenes bir mi?” diye haykırır.

Diogenes: “ Hayır majesteleri, bir değiliz”

Mousolos: yeryüzünde kendisine mutluluk getirdiğini sandığı şeyleri anımsadığı  zaman sızlanır.

Diogenes ise, o sırada “ona güler”

Mousolos: Diogenes’e, karısı Artemisia’nın Halikarnasos şehrinde kendisi için yaptırdığı mezardan söz eder. Oysa, Diogenes cesedinin bir mezarı olup olmadığını bile bilmemektedir. Ama, buna aldırış ta etmez.   Çünkü: ona göre, onun gelecek kuşaklara bıraktığı “iyi bir insan yaşamı sürmüş olmanın” saygınlığıdır. Öyle bir saygınlık ki: senin anıtından daha yüce ve daha sağlam temeller üzerine kuruludur.

Evet: tüm istilalara ve doğal afetlere karşı, Mausoleium, MS.1406 yılına dek ayakta kalmayı başarabilmiştir. Ta ki Alman mimar Schegelholt tarafından yapılan, St.Peters kalesinin onarımına kadar.

Bu zamana kadar 1500 yıl ayakta kalmıştır.

 

GÜNÜMÜZDE, BURADA GÖRÜLENLER

Son yıllardaki kazılarda, anıtın bulunduğu yer, tamamen ortaya çıkarılmıştır. Ancak, mezar anıtının ana yapısı, kayıptır.

Bu yüzden, burayı ziyaret eden ziyaretçiler, günümüzde burada ilgi çekici herhangi bir şey göremezler. Geriye kalanların tümü: kayaya oyulmuş,  dikdörtgen bir temel çukuru ve Mausolos’un cesedinin gömülmek üzere, aşağıya indirildiği batı merdiveni, mezar odasının yeniden yapılandırılmış ana hatları ve kırık sütun kasnakları ve mimari taş birikintileridir.

Yani, burada, anıttan kalan hiçbir şey bulunmamaktadır. Yine de, bir zamanlar, dünyanın 7 harikasından birinin 1500 yıl boyunca bulunduğu bölgeye giderek, o ortamın havasını teneffüs etmenizi ve bu yazılanları düşünerek, anıtı hayal etmenizi öneririm.