Bitlis denilince akla: sigara ve o meşhur ağıt, Bitlis’te beş minare geliyor. Defalarca gittiğim ve bazen de içinden geçtiğim bu şehri: tanıtmak pek zor değil, çünkü küçük bir yer ve her yıl nüfus olarak küçülmeye devam ediyor.
İnsanlar: maalesef, buradan, başka yerlere göçüyorlar. Şehre: Diyarbakır yönünden girdiğinizde, uzun süre, virajlı yollarda ve yeşillikler içinde ilerliyorsunuz, bu virajlı yollarda ürkmemek elde değil, çünkü sürekli viraj ve ıssız yollar. Tatvan bağlantısı ise, dümdüz ve çevresi açık bir yol.
ULAŞIM
Hava yolu ile ulaşım düşünüldüğünde: Van ve Muş hava alanlarının kullanılması gerekmektedir.
Kara yolu ulaşımı açısından, Bitlis ilinin diğer bir kısım ile uzaklığı şöyledir: Bitlis-Van arası uzaklık: 168 km. Bitlis-Muş arası uzaklık: 83 km. Bitlis-Siirt arası uzaklık: 97 km. Bitlis-Batman arası uzaklık: 138 km. Bitlis-Diyarbakır arası uzaklık: 210 km. Bitlis-İstanbul arası uzaklık: 1505 km. Bitlis-Kayseri arası uzaklık: 778 km. Bitlis-Adana arası uzaklık; 637 km. Bitlis-Ankara arası uzaklık: 1097 km. dir.
GENEL
Bitlis, içinden çay akan bir vadide kurulmuştur. Bu çayın çevresinde, bir çok yapı var. Bu derenin taşması durumunda, sanırım bu yapıların hepsi olumsuz etkilenir.
Vadinin tabanından geçen transit yolda seyahat eden bir yabancı, Bitlis’ten geçmiş, yükseklerde bulunan ışıkları merak edince yanındakine sormuş: “ O da, bunlar gökdelenler “ diye cevap vermiş. Yabancı inanmış. Aynen öyle; vadinin yamaçlarındaki binalar arasında bir yerden başka yere gitmek için tırmanıyor veya iniyorsunuz. Bu yüzden olsa gerek, Bitlis’te kilolu insan görmeniz mümkün değil.
Bitlis, Doğu Anadolu Bölgesinin Yukarı Fırat ve Yukarı Murat bölümlerinin sınırı üzerinde bulunan bir ildir. Şehirde: karasal iklim hüküm sürer. Deniz seviyesinden 1545 metre yükseklikteki bölgeye, kış erken gelir ve geç gider. Kışın çok kar yağar. Yazları ise kısa sürer ve kurak geçer. Yurdumuzun en çok kar yağışı alan bölgesidir.
TARİHİ
Geçmişi: MÖ.2000 yılına kadar uzanan Bitlis’te, Urartu, Asur, Med, Pers, Makedon Krallığı, Roma ve Bizans dönemlerine ait izlere rastlanır.
Babil’i işgal eden Büyük İskender, ordularıyla birlikte Hindistan seferine çıkmayı kararlaştırır. Ancak, bu sırada, alnında boynuza benzeyen, iki et parçası çıkar. İskender, bunları maiyetinden saklamak için, sürekli boynuzlu miğfer kullanmak zorunda kalır.
Derdine çare için görüştüğü bütün hekimler; şifasının sularda olduğunu ve her gittiği yerdeki suları kullanmasını önerirler. Bu nedenle, Büyük İskender, uğradığı her yerdeki sularda yüzünü yıkayarak derdine çare aramıştır. Şattülarap’a vardığında Dicle nehrine akan bütün suların araştırılmasını istemiş, bilginlerini bu işle görevlendirmiştir.
Bütün suları araştıran İskender ve maiyeti, uzun bir yürüyüşten sonra, Bitlis önlerine gelmişlerdir. Bitlis çayının hastalığına şifa verdiğini görünce: Kösür ve Rabat sularının birleştiği yerde karargahını kurmuştur.
Emrindeki hekimler; İskender’e, suyun kaynağına gitmesini isterler. Bunun üzerine, Bitlis’in doğusundan akan Rabat suyu takip edilerek, suyun kaynağına gidilir. Ancak, günlerce bu suyu kullanmasına rağmen, şifa olmadığı görülür.
Bu defa şehrin batısından gelen Kösür çayına yönelirler. Sonunda, bu suyun kaynağı olan pınara varırlar. Bu pınarın bulunduğu, suların fışkırdığı o dağlık, ağaçlık yeşil tepeler, İskender’in gözüne çok güzel görünür.
Her taraf zümrüt yeşilliğinde, reyhan ve değişik çiçeklerle bezenmiştir. Bu yerin iklimi, İskender’i hayran bırakır. Bu güzel tabiat parçasının havasından ve suyundan faydalanmak için, birkaç gün burada konaklamaya karar verirler. Bu suyun kenarında konakladıktan bir hafta sonra, Kösür suyunun derdine şifa olduğunu ve boynuzlarının kaybolduğu görülür. Günümüzde hala bu suya “İskender Çeşmesi” denilmektedir.
Bu çeşme: Bitlis’e 10 km. uzaklıkta, Duav yaylasındadır. Derdine şifa bulan İskender; bu yerin ve suyun ebedileştirilmesi için, Bedlis (Badlis) veya Leis ismindeki komutanını yanına çağırarak, bu çeşmeden 4 saatlik veya 12.000 adımlık uzaklıkta, Rabat ve Kösür sularının birleştiği yerde, bir kale yapılmasını ister.
Komutanına dönerek “ Ben İran seferinden dönünceye kadar, buraya öyle bir kale yap ki, benim gibi bir kral veya kumandan dahi, onu ele geçiremesin. Böylece bu kalenin ve yerin ismi kuşaktan kuşağa, yüzyıldan yüzyıla ebedileşsin” demiştir.
Bu emri alan Bedlis veya Leis ismindeki komutan, hemen işe başlar, bir yıl gibi kısa bir sürede, MÖ.331 yılında, bugünkü kaleyi yapmayı başarır.
Hindistan ve İran seferinden dönen İskender, şehre geldiği zaman, karşısında muazzam bir kale görür. Bedlis’e haber göndererek, kaleyi teslim etmesini ister. Ama Bedlis, kaleyi teslim etmeyeceğini, savaşa hazır olduğunu bildirerek, İskender’in teklifini kabul etmez.
Kale kapılarını kapattırır. Bunun üzerine, İskender, bütün güçleriyle kaleyi kuşatmaya başlar ve günlerce uğraşı sonunda kaleyi alamayacağını anlayınca, kuşatmayı kaldırarak Rahva ovasına doğru geri çekilir. İskender’in çekildiğini gören Bedlis, Rahva ovasında İskender’in atının ayağına kapanıp bir zarf içinde kalenin anahtarını sunar.
Çıkışı bu yerde olan tünelden, kendilerini kaleye davet eder. Kalenin anahtarını alan İskender, “Bre melun, mademki anahtarı verecektin, niye asi olup bu kadar adamımı kırdırdın” demesi üzerine, Bedlis: İskender’den affını dileyerek “Ey büyük fatih. Benim sana karşı baş kaldırmam ve direnmem, senin daha önce vermiş olduğun emrin gereği idi.
Sen, benim gibi bir kralın alamayacağı bir kale yapmamı emretmiştin. Senin emrin üzerine yaptığım bu kalenin ne kadar sağlam ve fethedilmesinin imkansız olduğunu ispat etmek için bu cüreti gösterdim. Şimdi ben ve kuvvetlerim, hareketimizden dolayı müstahak göreceğimiz cezaya razı olarak emrinizdeyiz ” der.
Komutanın bu sözlerini çok beğenen İskender, komutanını ödüllendirmek için şehrin yönetimini bu komutanına devreder ve şehre Bedleis adını verir. O günden sonra şehrin ismi “Bedlis” olarak kalır. Zamanla bazı harf değişikliklerine uğrayan bu isim, günümüzde “Bitlis” olarak kullanılmaktadır.
Türklerin, 11’nci yüzyılla birlikte başlayan Anadolu akınları sırasında, önemli bir uğrak yeri haline gelen, bu tarihlerde Alpaslan ve ordularını Ahlat’ta konuk eden Bitlis; Türklerin Anadolu’ya açılmasında, çok önemli bir rol üstlenmiştir. 1514 yılında, Osmanlıların eline geçmiştir.
NE YENİR
Bitlis Büryan Kebabı: yörenin ünlü yemeğidir. Oğlak etinden yapılan bu yemek: Haziran-Temmuz-Ağustos aylarında yenilebilir. Uykusundan fedakarlık yapabilenler, yine bu aylar arasında, sabah saat 05.00 te “Avşor” adı verilen yemekten de tadabilirler.
NE SATIN ALINIR
Kök boyalı dokuma kilimleri, küp peyniri ve bal. Özellikle: bal satın almanızı öneririm. Hemen çarşıda: bal satılan dükkanlar var.
BİTLİS EREN ÜNİVERSİTESİ
Bitlis Eren Üniversitesi, 29 Mayıs 2007 tarihinde açılmıştır. Fen-Edebiyat, İktisat-İdari Bilimler ve Mühendislik-Mimarlık Fakülteleri bulunmaktadır.
BİTLİS’TE BEŞ MİNARE TÜRKÜSÜ HİKAYESİ
Bitlis denince veya Bitlis’e varınca, genelde dışarıdan gelenler, hemen çevrede beş minare aramaya başlarlar. Malum: Bitlis’te beş minare, türküsünü çoğumuz biliriz. Ama: nafile, elbette Bitlis’te yalnızca beş değil, birçok minare bulunmaktadır. Beş minare konusuna gelince, bunun bir hikayesi var.
Rus işgali sırasında, Bitlis, bir harabe şehir görüntüsü alır. Düşmanın çekilmesinden sonra, savaş sırasında Bitlis’ten kaçan bir baba ve oğul, Bitlis’e dönmek üzere yola çıkarak, şehre hakim konumdaki “Dideban Dağı” eteklerine varırlar.
Baba; şehirde canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için, oğlunu şehre gönderir. Bir süre sonra oğul geri döner ve uzaktan babasına şöyle seslenir.” Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok, sadece beş tane minare ayakta kalmış” Bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle der:
“ Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel. Yüreğim doldu yare, beri gel oğlan beri gel.”
Bu ağıt, zamanla türkü ve manilere konu olarak günümüze kadar gelir.
BİTLİS TEKEL SİGARA FABRİKASI
Fabrika: 1927 yılında Atatürk tarafından kurulmuş ve kurulduğu tarihten bu yana, Bitlis’in tek fabrikası. Fabrikanın bir diğer özelliği: fabrikada ve tütün bakım atölyelerinde çalışanların, istihdamlarının yanı sıra, dünyanın en kaliteli tütünü olan virjinya tipi tütün üretimi yapan Bitlisli tütün üreticilerinin, ürettikleri tütünün alımı ve işlenmesinin sağlanması olmuştur.
Kota uygulaması öncesinde: 17.000 civarında olan tütün üreticisi sayısı, kota uygulanması, işsizlik ve ağır yaşam koşulları nedeniyle, 12.000 kişiye düşmüştür. Fabrika: Bitlis tepelerinden birinin üzerinde kurulu.
Zamanla geliştikçe, bahçesinde kalan Ermeni kilisesi de manzarayı tamamlamış. Bir dönem Tekel deposu olarak da kullanılan kilise, tıpkı fabrika gibi kaderine terk edilmiş durumda. Kilisenin hemen yanında: sigara üretimhane bölümü var.
Fabrika gerçekten tarihi bir eser. Sigara sarma ve paketleme bölümünde, fabrikanın kuruluşundan beri, yani 82 yıldır kullanılan ve kolla çalışan bir makine görülüyor. En yeni makinalar: 60’lı yıllara ait. Devletin modernize etmemesine inat, Bitlis tekel fabrikasında, yılda 400 ton sigara üretiliyor.
GEZİLECEK YERLER
BİTLİS KALESİ
İl merkezindeki çarşının hemen dik yamacındadır. Kale dibinde durup yukarı baktığınızda, ürkmemek elde değil.
MÖ. 312 yılında Büyük İskender’in emri ile kumandanlarından Leys Bedlis tarafından yaptırılmıştır. Yüksekliği 56 metre ve sur kalınlığı 7 metreyi bulan kalenin üstünde, eski kayıtlara göre bir saray, 300 ev ve bir han ile bir cami bulunuyormuş.
Evet, bu muhteşem kaleye çıkabilirsiniz. Bitlis’in güzelliklerini buradan seyretmek gerçekten çok güzel bir duygu. Kale: toprakla dolu olduğu için içini gezmek mümkün değildir. Kazı çalışmaları devam ediyor. Kale çevresinde bir sürü yapı var. Bunların sanırım buradan taşınması gerek.
Kaleden inip, karşı tarafta Bitlis’e tepeden bakan “Dideban Dağı” eteklerine tırmanabilirsiniz. Buradan da, şehir gayet güzel görünüyor. Özellikte: yukarıda söz ettiğim gibi, şehir üzerinde birçok minare bulunduğunu göreceksiniz.
Bu arada: yukarıda anlattığım ağıta konu olan beş minare şunlar: Ulu cami minaresi, Gök Meydan Camii minaresi, Kale Camii minaresi, Şerefiye Camii minaresi ve Meydan Camii minaresi. Tarihe, katliamlara şahitlik yapmış bu beş minare, hala dimdik ayakta duruyor.
Evet, şehir içindeki geziye devam ediyoruz. Vilayet binasını geçince, Gök meydan mahallesinde, hemen solda, biblo gibi bir eser var.
İHLASİYE MEDRESESİ
Selçuklular tarafından, 1216 yılında yaptırılmıştır. Düz damlı ve kubbesiz. Ortada heybetli bir tamburu, dört köşesinde silindirik destek kuleleri var. Ön cephesindeki süslü portalı ise, baş döndürücü güzellikte.
Döneminin en önde gelen bilim merkezlerinden biri konumundadır. Kitabesine göre: 1589 yılında Bitlis hanlarından, V. Şerefhan tarafından onartılmıştır. Mimari görünüş açısından: klasik Selçuklu estetiğinin tüm özelliklerini taşımaktadır. Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmak üzere restore edilmiştir.
Halen: Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü binası olarak kullanılmaktadır. Resmi mesai saatleri dışında, ziyarete açıktır. Bahçesindeki ziyaretgah olarak kullanılan Şerefhanoğullarına ait Veli, Şemsettin, Ziyaeddin Han, II. Şerefhan ve üç bacılar türbeleri ile birlikte, bir bütünlük gösterir.
ŞEREFİYE CAMİİ
Bitlis merkezinde, çarşı içinde, Hosor ve Kışla derelerinin birleştiği yerdedir. Medrese, cami, imaret ve türbe kısımlarından meydana gelmiş bir külliyedir. Kitabesine göre: 1529 yılında, IV. Şerefhan tarafından yaptırılmıştır. Mimari zenginliği ve özellikle giriş kapısındaki süslemelerle dikkati çekmektedir. İbadet saatleri dışında sürekli ziyarete açıktır.
ULU CAMİ
Kaleden sonra, kentin en önemli tarihi eseridir. Ne zaman inşa edildiği bilinmiyor. Bitlisliler, 1150 tarihinde restore edilen bu caminin, Anadolu’daki en eski Selçuklu camilerinden biri olduğunu söylüyorlar.
Şehir merkezinde: en çukur alanda bulunmaktadır. Altı kemer üzerine inşa edilmiştir. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı, kutu gibi bir kütledir. Dışı görünüşü ile Bitlis’in herhangi bir yapısından farklı değildir. Kuzeyde, camiden ayrı bir şekilde yükselen minaresi bulunmaktadır.
NARLIDERE (KASRİK) KÖPRÜSÜ
Bitlis-Baykan kara yolu üzerinde, Narlıdere köyündedir. Kitabesi olmadığından, hangi tarihte ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Ancak: gerek köprü mimari özellikleri ve gerekse yörenin tarihi durumu göz önüne alındığında, Osmanlı dönemi 16. yüzyıl sonları ya da 17.yüzyıl içinde yapılmış olduğu düşünülmektedir.
Bitlis Hizan hakkındaki gezi yazım için Hizan