İstanbul Beyoğlu-Taksim; Bizans döneminde ve Osmanlının, ilk 200 yıllık süresinde: bağları, bahçeleri ve konaklarıyla ünlü Beyoğlu’nun eski adı: Pera’dır. 18’nci yüzyılın başından sonra, Galata’dan kuzeye doğru genişleyen yerleşim sonucu; Tarlabaşından Dolapdere’ye kadar genişledi. Başlangıçta: yabancı bankerlerin, tüccarların, diplomatların, Osmanlı yönetiminde görev alan azınlıkların yerleştiği, Hıristiyan ağırlıklı bir semt idi.
1870 yılındaki büyük yangından sonra yapılan kagir binalarla, çehresi büyük oranda değişti.
İstiklal caddesi ve yakın sokaklarda gezerken; özellikle alt kat vitrinler nedeniyle çok farklılaştığından, eşsiz sivil mimari örneklerini algılayabilmek için ; baş yukarıda gezmek gerekiyor.
Evet: gezimize: Taksim Alanından başlayacağız.
Bulunduğunuz yerden, bir şekilde Taksim Alanı’na ulaşmanız gerekiyor.
TAKSİM MEYDANI
İstanbul Beyoğlu-Taksim; Taksim Meydanının, bugünkü düzenlemesi; 1940 lı yıllardan kalmadır. Bu düzenleme, İstanbul Valisi Lütfi Kırdar’ın; Fransız Mimar Henri Prost’a; sipariş vererek tasarlattığı, ancak bugün bakımsız bir hal alan, Neoklasik bir şehircilik tasarımı.
Alanda; Kadıköy Meydanında bulunan otobüs duraklarının beşte biri büyüklüğünde, İETT durağı bulunuyor. Toplam; 35 bin metre karelik bir alana sahip. Bu büyüklük: Kadıköy ve Çağlayan meydanlarını ikiye katlıyor. Meydan ile bütünleşen, Taksim Gezi Parkının büyüklüğü ise; 23 bin metre kare.
Meydanın batı ucunda; Cumhuriyet Anıtı var.
CUMHURİYET ANITI
İstanbul Beyoğlu-Taksim; İtalyan heykeltıraş; Pietro Comamica tarafından yapılmış ve 8 Ağustos 1928 tarihinde açılmış. Anıtın kaide ve çevre düzenlemeleri ise, mimar Guilio Mongeri tarafından yapılmış. Topçu Kışlasının üzerine yerleştirilmiş. Bir 19’ncu yüzyıl yapısı olan: Taksim Topçu Kışlasının ahırlarının bulunduğu yer, taksim anıtının hemen önünden başlayarak, bizim taksim meydanı dediğimiz yerde bulunuyordu.
Taksim gezi parkı diye bildiğimiz yer: ortasında bir avlu olan kışlanın bulunduğu yerdi. Önündeki, talimhane bölgesi adından da anlaşılacağı gibi, kışlanın talimgahının bulunduğu yerdi. Kışlanın avlusu, bir dönem, taksim stadı olarak kullanılmış ve daha sonra Lütfi Kırdar tarafından yıktırılıp dümdüz edilmiştir. Bunu da şehircilik başarısı olarak sunmaları ilginç.
Evet, biz yine anıtın yapımına gelelim. 2.5 yıl süren anıtın yapımında; taş ve bronz kullanılmış. Mali kaynak için halktan bağış toplanmış. Ağırlığı: 84 tonu bulan anıt, Roma’dan İstanbul’a gemi ile getirilmiş. Dairesel bir meydanın ortasında yükselen ve bir meydan çeşmesi gibi tasarlanan anıtın; iki yüzündeki bronz figürler, geleneksel mimariden esinlenerek oluşturulmuş kemerli taş bir kaide içinde yer almakta.
11 m. yüksekliğindeki anıtın kaidesinde, pembe Trentino ve yeşil Suza bölgesi mermerleri kullanılmış. Anıtın bir yüzü: Kurtuluş Savaşını, diğer yüzü ise; Cumhuriyet Türkiye’sini simgeliyor. 1928 yılında Talimhane Caddesi ve İstiklal Caddesi-Sıraselviler aksı üzerine yerleştirilen anıtın kuzey yönünde: Mustafa Kemal, askerlerin önünde görülmekte.
Diğer yüzünde ise, sivil giysileriyle Mustafa Kemal Atatürk, yanında İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak, askerler ve halkla birlikte betimlenerek genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu canlandırılmaktadır. Gene anıtın bu yüzünde, Atatürk’ün ardında bulunan Ukrayna asıllı Sovyet general Mihail Frunze’nin heykeli; kurtuluş savaşı sırasında, Türkiye’ye yapılan Sovyet yardımına duyulan minnettarlığı simgeler.
Frunze; Sakarya Savaşının kazanılmasının ardından, TBMM de, bir konuşma yapmıştı. Ankara’da aynı zamanda elçi olarak görev yapmıştır. Bir başka Rus generali daha var. O da; Kliment Yefremoviç Voroşilov. Kendisi; kurtuluş savaşı sırasında, Ankara’da askeri danışmanlık yapmış. Her ikisi de anıtta yer almış. Atatürk’ün hemen arkasında, İsmet ve Kazım Paşalarla birlikte duran, iki kişi.
Anıtın ön yüzlerinde, birer asker heykeli, üstlerindeki madalyonlarda ise iki kadın portresi var. Anıtın; bu dar yüzleri altında birer ayna taşı ve önlerinde mermer yalaklar bulunuyor. Sanatçı; bu yalakları akacak su ile meydan çeşmelerini anımsatan bir proje oluşturmuş, daha sonra ise, su ögesi kullanılmış.
Alanın doğu ucunda ise; geçirdiği bir yangından sonra, 1975 yılında yeniden açılan: Atatürk Kültür Merkezi (AKM) bulunuyor.
ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ (AKM)
İstanbul Beyoğlu-Taksim; Günümüzde burası yıkıldı ve yerine yenisi yapılıyor. Ancak: tarihi geçmişi merak edenler, bir zamanlar burada bulanan Atatürk Kültür Merkezini merak edenler için bir kısım bilgi aşağıdadır. Evet Atatürk Kültür Merkezi: Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı. 1969 yılında; İstanbul Kültür Sarayı adı ile hizmete açıldı ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ile Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne verildi. 1970 yılında çıkan büyük yangınla, tüm sahne ve seyirci bölümü, büyük hasar gördü.
1977 yılında onarılarak, Atatürk Kültür Merkezi adını alarak, İstanbullu sanatseverler için yeniden açıldı. Merkezin bünyesinde; çok aktiviteli kültür etkinliklerine ev sahipliği yapabilecek mekanlar var. Büyük salon, konser salonu, oda tiyatrosu, Aziz Nesin sahnesi, çocuk sineması, sanat galerisi içeren binada; 245 araçlık otopark, dekor depoları, prova odaları, fuayeler gibi ek kullanımlara yönelik geniş ve pek çok sayıda birim yer alıyor.
Büyük salon: 1300 kişilik. Sahne alanı ise: 570 metre kare. Konser salonu ise: 504 kişilik. Sahnesi: 110 metre kare. Oda tiyatrosu: 200 kişilik. Sahnesi: 54 metre kare. Arabayla gidenler için: otopark var. Büyük salon ve konser salonu girişleri: Taksim Meydanı üzerindeki kapıdan yapılıyor. Diğer salonlar için girişler; binanın yan tarafındaki bağımsız girişlerden yapılıyor.
Taksim parkı: 1940 lı yıllarda yıktırılan Taksim Kışlasının arsası üzerine kurulmuş. Alana; daha uzak köşede Mecidiye Kışlası (bugünkü Taşkışla) var. Dolmabahçe’ye doğru yürüdüğünüzde; Askeri Hastane (1849) ve İTÜ Binası olan Gümüşsuyu Kışlası (1861) göze çarpıyor. Saçaklı, egzotik yorumlu ; Art Nouveau stili Japon Başkonsolosluğu ile daha yukarıda bulunan Alman Başkonsolosluğu; hemen burada.
Beyoğlu’nun girişinde: türbe benzeri bina, alana adını veren su “taksim” inin yapıldığı, 1732 tarihli Taksim Maksemidir.
TAKSİM MAKSEMİ
İstanbul Beyoğlu-Taksim; İstiklal Caddesi ve Taksim Caddesinin birleştiği yerde. Sultan III. Ahmet döneminde, Boğaziçi kıyı yerleşiminin su sorununu çözmek amacıyla yaptırılmış. 1731 yılında, Taksim Suyu Tesisleriyle birlikte tamamlanmış. Buradan; su şehre dağıtılıyor. Sekiz köşeli, küfeki taşından bir gövdeye ve yine piramidal, sekiz köşeli bir çatıya sahip. Yuvarlak kemerli giriş kapısının üstünde de 1732 tarihli, üç beyitlik kitabesi bulunmakta.
Bu kapının üzerinde, yay kemerli pencere ve iki yanında, klasik Türk üslubunda kuş evleri yer almakta. Maksemin, Harbiye yönünde yüründüğünde, bir duvar var. Bu duvar Taksim Haznesidir. Yani: su deposu. Herhangi bir sebeple; Makseme gelen suyun kesilmesi halinde, depodan su sağlamak amacıyla yapılmıştır. Maskem kapısının sağında kalan cephedeki I. Mahmut çeşmesi, dönemin çeşme stilindedir. Boş bırakılmış kitabeliğin altından başlayan çeşme aynalığının üst kısmı istiridye kabuğu formuyla ve hemen bu bezemenin bittiği noktadan itibaren ise, bir sıra palmet dizisi, bir sıra da mukarnasla cephe hareketlendirilmiş.
Çeşme günümüzde kullanılmaz durumda. Maksemin Taksim Caddesine bakan tarafında, tek birim halinde, yine mermer cepheli, sivri alınlık içinde “her şeye su ile hayat verdik” anlamında ayet kitabesinin bulunduğu bir çeşme daha var. Bu çeşme de tıkanmış musluğu, betonla dolgulanmış yalağı ile kullanılamaz durumda.
Taksim Alanında; görülebilen kubbeli bina; Rum Ortodoks Aya Triada (Kutsal Üçleme) kilisesi. 1880 yılında; mimar Kampanaki tarafından yapılan kilise, daha önce kubbeli bina yapmalarına izin verilmeyen Hıristiyanların; 1839 Tanzimat Fermanı ile sağlanan haklar çerçevesinde, sahip oldukları ilk kubbeli binalardan biri.
Sıraselviler Caddesi üzerinde; Yunan asıllı Müzürüs Paşanın konağı olarak yapılan Romanya Başkonsolosluğu ile yine mimar Kampanaki eseri Belçika Başkonsolosluğu; ilginç mimari eserler. Sıraselviler Caddesi’nden sağa Meşelik Sokağa girin. Görkemli binası ile; Zapyon Rum Kız Lisesi ve içinde Surp Harutyun Kilisesi’de bulunan, 1894 tarihli Eseyan Ermeni Kız Lisesi var.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, adı “Cadde-i Kebir” iken daha sonra değiştirilen İstiklal Caddesine çıktığınızda: sağda Fransız Başkonsolosluğu var. Burada: 1719 yılında: Vebalılar Hastanesi varmış. Sonra: yıkılıp mimarlar Bourmence ve Oliver Carre tarafından, bugünkü bina yapılmış.
Caddede; Arapça ve Latince yazıtıyla; Taxim Place’da yer alıyor. Soldan; Küçükparmakkapı Sokak’a girin. Köşede; yeni restore edilen Topbaş İşhanı; bir dönemin ilginç binalarından. Sokağın ilginç yapısı ise; Afrika Han. Burası: Küçük ve Büyükparmakkapı sokaklara açılan kapıları ile bir geçit niteliğinde.
Tel sokakta ise; ilginç pencereleri olan Beyoğlu Ticaret Lisesi göze çarpıyor.
Tekrar İstiklal Caddesine dönelim. İstiklal Caddesindeki gezimize başlamadan önce, burası hakkında genel birkaç kelime bilgi vermek istiyorum.
İSTİKLAL CADDESİ
İstanbul Beyoğlu-Taksim; Günde, buradan 4 milyon insanın geçtiği söyleniyor. Ancak özellikle son dönemde, burada gezinen yani dolaşan insanların büyük bölümünün Arapça kıyafetler giyen ve Arapça konuşan insanlar olduğu söyleniyor, bunu bende gördüm, siz de buraya giderseniz mutlaka dikkatinizi çekecektir.
Burada: büyük kare kalıp şeklinde taşlar tercih edilerek, yaya kaldırımlarına döşenmiş. Söylendiğine göre; yerlerinden sökülüp atılmaları zor olsun diye, büyük kare kalıplar tercih edilmiş. İyi edilmiş. Şehrin en bilinen ve en gidilesi yerlerinden biri olarak gösterildiğinden, her türlü insanla dolar taşar. Delisi, psikopatı çoktur. Zaman zaman yüzler değişse de, atmosfer kalıcıdır.
Ara sokakları keşke açık cevherdir adeta. Ama aynı zamanda da sakattır. Ne ile karşılaşacağınızı tahmin etmek güçtür. Özellikle, gecenin ilerleyen saatlerinde, temkinli olmakta veya hiç girmemekte yarar var. Sizlere tavsiyem: İstiklal Caddesine gitmeyi düşünüyorsanız, kesinlikle sabah erken saatlerde gidin. Çünkü: o zaman, bu caddenin güzelliğinin tadına varabilirsiniz.
Burada bir de tramvay var. Tünel-Taksim hattında çalışan tramvay; sistemi nedeniyle, dünyada yalnızca İstanbul’da bulunuyor. İstanbul için artık bir nostalji tramvayı olmuş. Peki bu tramvay ne zaman kurulmuş. 29 Aralık 1990 tarihinde, Nostaljik tramvayın fiilen hizmet vermeye başladığı tarih.
Neo-Klasik tarzda; Rumeli Han (Cite de Roumeli) burada görülebilir. Sultan Abdülhamit’in Mabeyincisi Ragıp Paşa; sahip olduğu üç hana, imparatorluğun yayıldığı, üç coğrafi ögenin adını vermiş. Afrika Han, Rumeli Han ve daha ileride göreceğiniz Anadolu Han. Rumeli Han’a bitişik olan İstiklal Caddesi’nin tek Müslüman yapısı: Hüseyin Ağa Camidir.
16’ncı yüzyılda; Galatasaray Ağası Hüseyin Ağa tarafından yaptırılan cami; 1936 yılında yeniden inşa edildiğinden, özgün halinde değil. Caminin yanındaki Sakız Ağacı Sokak’ta; baş kabartmalarıyla süslü binada; Hacı Abdullah Lokantası, daha ileride Surp Asdvadzadzin Katolik Ermeni Kilisesi var.
İstiklal Caddesinde, ayrıca Neo-Rönesans tarzındaki Emek Han var. Binanın alt katında: İnci Pastanesi, ünlü Profiterolünü sunmaya devam ediyor. Mutlaka tadın. İstiklal caddesine gidip, ne yiyelim diyenler için. Evet, İstiklal Caddesinde, İnci Pastanesinde, profiterol yemelisiniz.
Evet; gezimize devam ediyoruz. Binanın arkasındaki Emek Sineması, bir zamanların ünlü paten merkeziymiş. Caddenin solunda; karyatidli girişiyle dikkati çeken, Alkazar Sineması var.
İleride, Anadolu Pasajı , onun yanında da, Atlas Sineması var. Aynı sırada; daha ilerideki bir bina: büyük, ferforje balkon demirleriyle dikkati çekiyor. Galatasaray Lisesi yakınındaki Turnacabaşı Sokak’ta: kanatlı kabartmaları ve sütunlu girişiyle; Zoğrafyan Rum Lisesi ve sokağın dönemecinde; 1581 yılında, Sultan II. Beyazıt tarafından kurulan ; Galatasaray Hamamı
GALATASARAY HAMAMI
İstanbul Beyoğlu-Taksim; 1715 yılında, Galatasaray Lisesinin temeli olan Galatasaray Ocağı İçoğlanları Kışla Mektebinin yeniden inşası sırasında yaptırılmış. Halka açık bir çarşı hamamı özelliğindeki yapı; 1965 yılında geçirdiği büyük onarımla, mimari özgünlüğünü yitirmekle birlikte, günümüze kadar bakımlı bir şekilde korunagelmiş ve halen kullanılıyor. Kadın ve erkekler için; ayrı bölümlerde, Klasik Türk hamamı hizmeti veriyor.
Bugün; Beyoğlu Sinemasının bulunduğu: Halep Çarşısı; 1885 yılına ait. 1896 tarihli: Tokatlıyan Han, bir döneme damgasını vuran ama şimdi kişiliksiz bir iş hanına dönen, talihsiz yapılardan.
İstanbul Beyoğlu-Taksim; Tanzimat Döneminde, Sultan Abdülhamit ve Sultan Abdülaziz; tiyatro seyretmek için Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi ile Sahne Sokağın kesiştiği köşede yer alan ünlü Naum Tiyatrosuna gelirlermiş. Burası; sahnelenen İtalyan operaları nedeniyle, İstanbul’un ve Avrupa’nın sayılı kültür merkezleri arasına girmiş. Ancak: 1870 yılındaki yangında; Naum Tiyatrosu da yanmış, yıkılmış ve yangın sonrası yeniden inşa edilen binalardan biri olmuş. Galata Bankerleri sanıyla tanınan Rum bankerlerinden Hristaki Zoğrafos Efendi, 1876 yılında, yanan Naum Tiyatrosu’nun yerini satın alır.
Bu arsa üzerine; İtalyan mimar Cleanthy Zanno’ya çizdirdiği proje ile içinde bir çarşı ve apartman bulunduran, yeni tipte bir bina yaptırır. 1876 yılında yapımı biten binanın altında, o dönemde moda olan, Paris tarzında düzenlenmiş, 24 dükkan, üstünde ise 18 lüks daire bulunuyordu. Dükkanların oluşturduğu pasaja “Hristaki Pasajı”, binaya ise “Cite de Pera “ adı verilmişti. Pasajın ilk dönemlerinde; burada; Acemyan’ın tütüncü dükkanı, Maison Parret ve Vallaury’nin pastanesi, Japon mağazası, Natürel çiçekçisi, Pandelis’in çiçekci dükkanı gibi dükkanlar vardı.
1908 yılında, bina mülkiyetinin Sadrazam Sait Paşa’ya geçmesiyle birlikte, pasaj “Sait Paşa Geçidi” olarak anılmaya başlar. 1940 Mütareke yıllarında ise, pasajdaki küçük dükkanlara, çiçekçiler yerleşmeye başlarlar. Ekim devriminden kaçan, beyaz Rus kadınları, baronesler ve düşesler de burada çiçek satarlar. Cite de Pera, bir süre çiçek mezat yeri olarak da kullanılmaya başlanınca, Beyoğlu’ndaki çiçekçiler, pasaja toplanır ve pasajın adı “Çiçekçiler pasajı” na dönüşür.
1940 lı yıllardan başlayarak açılan bira ve meyhaneler sonucu ; bir süre sonra, apartman sakinleri ve çiçekçiler yavaş yavaş başka yerlere taşınırlar ve geriye yalnızca “çiçek” adı kalır. Pasajın ilk meyhanesini açan: Yorgo efendi olmuştur. 1988 yılındaki restorasyondan sonra, meydana olarak kullanılmaya başlayan mekan; 2005 yılı Aralık ayında, yeniden büyük bir bakım ve onarım, yenileme çalışmalarına tabi tutulmuştur. Çatı ve diğer tüm görsel ögeler yeniden restore edilerek: aydınlık, ferah ve hoş bir ortam oluşturulmuştur.
Gösterişli bir cephe mimarisine sahip pasaj; İstiklal Caddesinin en güzel yapılarından biridir.
Yandaki Sokak; Balık Pazarını
BALIK PAZARI
Sultan Abdülaziz döneminden bu yana aynı yerde. Çiçek pasajının hemen yanından uzanan Sahne Sokak’ta yer alıyor. Pazarın İstiklal Caddesi girişinde, alışverişten önce, bir şeyler atıştırmak isteyenler için, midye ve kokoreç satıcıları var. Büyüklü küçüklü manav, hediyelik eşya, kuru yemiş ve baharatçılardan sonra balıkçı tezgahları başlıyor.
İngiliz Konsolosluğuna çıkan sokakta, şarküteriler arasında en eskisi; Şütte. Pazarın Nevizadeye doğru uzanan devamında ise, Degüstasyon ve Cumhuriyet Mahalleleri renk cümbüşünü tamamlıyor. Balık Pazarı’nın sokağında; sahafların bulunduğu, iki katlı Aslıhan Pasajı da bulunmakta.
Evet; gezmeye devam ediyoruz. Meyhaneler Sokağı; Nevizade ye geliyoruz. Balık Pazarının sonuna kadar gitmeden sola döndüğümüzde; Meşrutiyet Caddesine çıkıyoruz. Caddenin başlangıcında: 1871 yılında yenilenen ve 2003 yılında bombalanan İtalyan Rönesans stilindeki; İngiliz Başkonsolosluğu ve görkemli bahçesi var.
Tekrar; İstiklal Caddesine dönelim. Solda; ikinci katında heykeller bulunan; Avrupa Pasajı var.
Galatasaray Meydanına çıkıyoruz. İnsan ve aslan başları ile süslü: Beyoğlu Han ile Galatasaray Postanesi bu alana bakıyor. 1875 tarihli, eski Theodor Sıvacıyan Konağı olan postane; Beyoğlu’nun en önemli sivil mimari örneklerinden biri. Bölgeye adını veren; Galatasaray Lisesi’nin kökleri; 15’nci yüzyıla kadar iniyor. Ancak; binaların büyük kısmı; 20’nci yüzyılın başlarından kalma. Galatasaray Lisesinin arkasında kalan Cezayir Sokak; yapılan restorasyon çalışmaları sonucunda, Fransız Sokağı’na dönüştürülmüş.
Meydandan; aşağıya doğru yürüdüğünüzde: Hacopulo Pasajı (Danışman Geçidi) göze çarpıyor. Çok hoş bir avluya sahip olan bu geçitten çıktığımız Emir Nevruz Sokak’ta; 1804 yılında, özel bir izinle inşa edilen Rum Ortodoks Panayia Meryem Kilisesi var. Kilisenin bahçesinden Meşrutiyet Caddesine geçiliyor.
Aynı sırada: sağdan girilen: Olivia Han Geçidi’nden 1917 sonrasında, Beyaz Ruslarca kurulan Rejans Lokantası var. Tekrar caddeye dönelim. Gösterişli cephesi ile eklektik bir yapı olan Mısır Apartmanı görülüyor.
Biraz ileride: Pera’nın en görkemli ibadet yeri olan: Katolik Sen Antuan (St.Antony of Padua) Kilisesi görülüyor. Fransiskenlerce, önce Galatasaray’a taşınmış. Bugünkü bina, 1908 yılında, İtalyan Neo-Gotik tarzında, mimar G. Mongieri’nin eseri.
Kilisenin karşısında; 1922 yılında, mimarlar Ekrem Hakkı Ayverdi ve Kiryadis tarafından yapılan; ama bir süre önce yangın geçiren Elhamra Sineması var. Sinemadan sonra, bir zamanlar “Paris St. Germain Havalı Sokak” olarak nitelenen Kallavi Sokak yer alıyor.
Sen Antuan’dan sonra gelen Eski Çiçekçi (Linardi) Sokağı evlerin balkonlarındaki çiçekleriyle ünlüymüş. Bu sokaktan sonra gelen: Nur-u Ziya Sokak’ta, piyano yapımcısı Alexandre Commendiger’e ait evde; 1847 yılında İstanbul’a konser vermek üzere gelen Franz Liszt kalmış.
Aynı sokakta: Büyük Mason Locası bulunuyor. Daha aşağıda; Boğaz ve Marmara manzaralı eski Fransız Büyükelçiliği yer alıyor. Bu binalar; Kapütilasyon Mahkemesi ve Kilise ile birlikte, 1847 yılında tamamlanmış.
Yeniden, İstiklal Caddesi’ne; Tomtom Kaptan Sokak’tan dönelim. Solda: İtalyan Lisesi ve İtalyan Başkonsolosluğu var. Venedik Sarayı olarak da bilinen konsolosluk binasının ilk yapısı; 1695 yılında inşa edilmiş.
Karşı köşede: arma kabartmaları ve Fransızca yasa, adalet, güç sözlerinin yazılı olduğu Fransız Mahkemesi binası bulunuyor. Sokağın sonunda İspanyol Şapeli var.
İstiklal Caddesi üzerinde, şimdiki Odakule’nin yerine eskiden ünlü Karlman Mağazası bulunuyormuş. Hemen yanında, Ermeni Katolik Kutsal Üçleme, St.Trinite Kilisesi var. Deva Çıkmazı’nda ise, İtalyanların 1863 yılında kurulan yardım derneği, Societa Operia var.
İstiklal Caddesinde; Beyoğlu’nun en hoş binalarından Hollanda Konsolosluğu yer alıyor. Ayasofya’nın restorasyonunu gerçekleştiren Fossati kardeşler tarafından, 1855 yılında inşa edilen yapı, ufak bir saray yavrusu gibi.
Yapı içinde yer alan ancak girişi Postacılar Sokakta bulunan Hollanda Şapeli, güzel ön yüzü ile dikkat çekiyor. Aynı sokakta bulunan Fransızlara ait St. Louis Kilisesi; Pera’daki en eski kilise.
Postacı Sokağından sonraki köşede, Meryem Ana heykelli; Saint-Marie Draperis Kilisesi (Santa Maria) var. Bu kilise de, geçirdiği yangınlardan sonra, 1904 yılında Pera’ya taşınmış.
Kilisenin karşısında, 1908 tarihli, Suriye Pasajı, biraz ileride Şark Aynalı Çarşı (Passage Oriental) ve uzun yıllardan sonra restore yeniden hayata dönen Markiz Pastahanesi bulunuyor.
İstiklal Caddesinde, sol kolda; Rusya Federasyonu Başkonsolosluğu bulunuyor. İsviçreli Fossati Kardeşler tarafından, 1837 yılında yapılan bina, mimari olarak son derece ilgi çekici. Restorasyon gören Richmond Oteli, süslemeleriyle dikkati çeken Hidiv-yal Place ve Botter Apartmanı; aynı sırada yer alıyor.
Sağ kolda, bir zamanlar Çarlık Rusya’sının elçiliğini barındıran Narmanlı Han var. Cadde üzerindeki son elçilik binası ise; İsveç Başkonsolosluğu. 1871 yılında açılışı yapılan bina, Avusturyalı mimar Pulgher’in eseri. Yandaki, Şahkulu Sokak’ta; eski Beyoğlu Evlendirme Dairesi, bugünkü Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi var. Bu sokakta: değişik mimarisiyle, Alman Lisesi var.
Aşağıya doğru yürüyüp sola döndüğünüzde; Serdar-ı Ekrem Sokakta; Beyoğlu’nun en gösterişli yapılarından Kırım Lisesi karşınıza çıkacak. Londra Adliye Sarayı mimarı C.E. Street tarafından yapılan Neo-Gotik tarzındaki kilise, büyük orgu ile dikkati çekiyor.
Beyoğlu İlçesinde, Sururi Mehmet Efendi Mahallesinde, Beyoğlu’nda Bahriye Caddesindedir.
1997 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılmıştır. Özellikle süs havuzu görülmeye değerdir. Ayrıca park alanında: çocuk oyun alanları ve basketbol sahası bulunmaktadır.
SURURİ MEHMET EFENDİ CAMİİ
Sururi Mehmet Efendi Mahallesinde, Aynalı Çeşme Caddesindedir.
Cami, kitabesine göre 1561 yılında Muslihiddin Mustafa Efendi tarafından yaptırılmıştır. Cami, zaman içinde harap olmuş ve 1956 yılında temelden itibaren yeniden yapılmış ve 1962 yılında ibadete açılmıştır. Yani günümüzde görülen caminin herhangi bir mimari özelliği yoktur.
Kilise, bölgenin en eski 2’nci kilisesidir. Kilise, Tanzimat dönemi sonrasında inşa edilmiştir.
Kitabesinde kilisenin inşasına 1856 yılında başlandığı ve 1861 yılında ibadete açıldığı yazılıdır. Mimarı Konstantinos Karatzas’dır. 9 Nisan 1861 tarihinde Patrik II Iohakim tarafından kutsanarak ibadete açılmıştır.
Kilisenin ithaf edildiği kişi; Aziz Konstantinos ve Azize Eleni: Roma döneminde Hıristiyanlığı ilk kabul eden imparator ve annesidir. Eleni, ölümünden sonra Roma şehrine gömülmüş ve Azize mertebesine yükseltilmiştir. Eleni, Kudüs’e gitmiş ve orada “İsa’nın haçını” bulmuş ve İstanbul’a getirmiştir. Ancak bu kutsal haçın nerede olduğu elbette bilinmiyor.
Evet kilise yapısının mimari stili barok ağırlıklıdır. Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun ortasındadır. Kubbede: Pantokrator İsa, pantantiflerde ise 4 İncil yazarı resmedilmiştir. Batı cephesinde çan kulesi vardır. Çan kulesi 1903 yılında yapılmıştır.
En büyük özeliği ise, çatı kısmındaki bir çıkıntıda bulunan “saat” tir. Kilise, 6-7 Eylül olaylarında kısmen tahrip edilmiş, 1960 yılında onarılarak yeniden ibadete açılmıştır.
İstanbul Beyoğlu
ADAM MİCKİEWİCZ MÜZESİ
Tarlabaşı, Kalyoncu Kulluğu Mahallesi Serdar Ömer Caddesi Tatlı Badem Sokaktadır. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünün yan sokağındadır.
Adam Mickiewicz: Polonyalı bir vatansever ve devrimci şairdir. Vatanları için dünyanın birçok köşesine dağılmış Polonyalılara milli şiirleriyle destek olmuştur.
Ruslar, Polonya’yı işgal ettiğinde, ülkesinin özgürlüğü için bir örgüt kurmuş, ama daha sonra Fransa’ya sürgüne yollanmıştır.
İstanbul Beyoğlu
1848 yılında Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ile savaşa başlayınca Kırım’da bir Polonya lejyonu oluşturulur. Çünkü aynı yıllarda Polonya Rus işgali altındadır.
Adam Mickiewicz, 1855 yılında bu lejyona destek vermek ve aralarındaki sorunları çözmek için İstanbul’a gelir ve bir süre Galata’da bulunan Saint Lazar Manastırında kalır.
Daha sonra bu eve taşınır. Bu evde: Adam Czartoryski (sonradan Polonezköy’ü kurmuştur) ve yazar T.T. Jez ile birlikte yaşarlar.
İstanbul Beyoğlu
Ev: 3 katlıdır, her katta küçük 2 oda vardır. Bu ev Kırım Savaşında, Polonyalıların toplandığı ve hararetli konuşmaların yapıldığı bir merkezdi. Şairin evinde kalan yakın arkadaşlarından Sobozowki o dönemde gönüllü olarak Kırım Savaşına katılır.
Ancak, İstanbul’da bu evde, kolera salgını sonucunda ölür ve cesedi Paris şehrine götürülerek orada gömülür. Ancak bir başka kaynakta mezarının Krakow şehrindeki Wawel kalesinde olduğu da söylenmektedir.
Kurtuluş semtindeki çadırlarda bulunan hastaları ziyaret ettiği sırada “Kolera” kaptığı tahmin edilmektedir. 26 Kasım 1855 tarihinde Tarlabaşı’nda bulunan bu evde ölür.
Bir süre yaşadığı bu ev ise, 1870 yılında çıkan yangın sonucu yanar ve tamamen yok olur.
İstanbul Beyoğlu
Adam Mickiewicz Müzesi
Daha sonra, Türkiye’ye iltica eden Polonyalı aristokrat Jozef Ratynski, Adam Mickiewicz anısına bu eski binayı İstanbul Belediyesinden satın alır ve yeniden yaptırır.
Bina, 1955 yılında “Müze” olarak açılır.
Müzenin en ilginç yanı: şairin zorluklarla dolu yaşamını, günümüzde gözler önüne sermesidir.
Binanın mahzenindeki bir oda, şairin sembolik kabrine tahsis edilmiş, içine haç ve üzerine 26 Kasım-30 Aralık 1855-Adam Mickiewicz’in geçici kabri yazısı bulunan bir levha yerleştirilmiştir. Ayrıca şairin yüz kalıbının kopyası bulunmaktadır.
Birinci katta: Polonya’nın tarihi, gelenek ve görenekleri, şairin kişisel eşyaları, şiir kitapları, mektupları, çeşitli fotoğrafları sergileniyor. İkinci katta ise, şairin şiirlerinin ilk baskıları ve fotoğrafları sergileniyor.
Rivayete göre: Güzelce Kasım Paşa, Camiikebir’i yaparken, kızı Belkıs Hanım “Bu camiden artan malzeme ile bu civarda benim adıma derme-çatma bir mescit yaptırın” der ve bunun üzerine bu mescit Belkıs Hanım adına yaptırılır ve “Çatmalı Mescit” denir.
Evet, günümüzde cami yapısı, kare şeklindedir. Yapının yanındaki arsa Diyanet Vakfı tarafından satın alınmış ve 1989 yılında, buraya 5 katlı Kur’an Kursu olarak kullanılan bir yapı inşa edilmiştir.
Caminin karşısındaki 2 katlı bina da satın alınmıştır. Bun binanın alt kısmına Şadırvan yapılmış, üst kısmı ise lokal olarak kullanıma ayrılmıştır.
İstanbul Beyoğlu
ÇATMA MESCİT HAMAMI
Çatma Mescit Mahallesi, Hayratçı Sokaktadır.
Hamamın yapılmasında bir rivayet vardır. Buna göre: “MimarSinan, Kasım Paşa adına Kasımpaşa Cami ve Büyük Hamamı yapmıştır. Ancak dönemin ileri gelen devlet adamları, Büyük Hamama, ahali ve işçi sınıfının girmesini kabul etmezler.
Bunun üzerine Mimar Sinan, çevrede bulunan ve Haliç Tersane inşaatında çalışan içiler için “Çatma Mescit Hamamı” nı tasarlamıştır. Çatma Mescit Hamamı, Mimar Sinan tarafından Kasım Paşa’nın kızı Belkıs’a hediye edilmiştir.
PLATİN APARTMANI
Çukur Mahallesinde, Tek Kuyulu Sokaktadır.
İstanbul Tarlabaşı bölgesinde, günümüze ulaşmış nadir yapılardan birisidir.
Giriş kapısı üstünde kitabesi vardır.
Kitabede 1909 ibaresi yazılıdır. Ancak mimarı bilinmez.
Kitabenin solunda ise “APARTIMAN” ve sağında ise “PLATİN” yazılıdır.
Yapının bodrum katı depo, zemin katı dükkan, üst katları konut olarak düzenlenmiştir.
6 katlıdır. Çatı katına sonradan kat ilave edilmiştir. Apartmanlaşma ile birlikte, küçük de olsa bahçelerin yok olmaya başladığı dönemde yapılmıştır. Cepheleri bitki figürleri ile bezeli bir örnektir.
Geçmiş süreçte, yapı birçok kez el değiştirmiş, ancak herhangi bir onarım yapılmamıştır.
Günümüzde burada çeşitli ticari kuruluşlar, dükkanlar bulunmaktadır.
İstanbul Beyoğlu
EMEKYEMEZ CAMİİ
Emekyemez Mahallesinde, Tutsak Sokaktadır.
Cami, Hüsamettin Efendi tarafından, 1590-1591 yılları arasında yaptırılmıştır.
Cami yapımında çalışan işçileri ücretleri, alın teri kurumadan verildiği için “Emekyemez Camii” ismi verilmiştir.
Cami, 1884 yılında onarım görmüştür. Bir dönem depo olarak da kullanılan caminin, sadece duvarları kalmıştır. Yapıldığı dönemde Galata surları içinde ve ahşaptır.
Cami, 1948 yılında yenilenmiştir.
Cami kenarında üçgen bir alanda hazire vardır. Burada, ikisi yakın dönemde yapılmış, toplam 3 tane kabir bulunur. Bu kabirlerin şahidesiz olduğu görülür.
YOLCUZADE HACI ÖMER EFENDİ TÜRBESİ
Emekyemez Mahallesi Gümüş Gerdan Sokaktadır.
Yolcuzade Hacı Ömer Efendi, doğum tarihi bilinmez, ölüm tarihi 1678 yılıdır. Türbe, günümüzde camiye bitişiktir. Tarihi Galata surlarının içinde kalan türbe yapısı, 1940’lı yıllarda harap haldedir. Günümüzde ise, türbenin üzerinde apartman vardır. Türbe apartmanın giriş kotunda, kare bir mekandan oluşur. Demir kapısı bulunan türbenin içi beyaz fayanslarla kaplıdır. Türbede mermer bir sanduka bulunur. Ayrıca baninin ismini belirten orijinal mezar taşı vardır.
İstanbul Beyoğlu
FREJ APARTMANI-SARKUYSAN BİNASI
Emekyemez Mahallesinde, Okçu Musa Caddesindedir. Bankalar Caddesi ve Meşrutiyet Caddesinin kesiştiği yerdedir.
Yapının arsası muhtemelen Galata surlarının yıkımından sonra elde edilen ve sonra düzenlenip satılan kamu arazisidir. Çünkü bölgenin eski planlarında burada surlara ait bir kule kalıntısının vardır.
Yapı: 1905 yılında Rum kökenli mimarlar Neocosmos Yenidunia ve Kyriakides tarafından, Lübnanlı Hıristiyan Maruni Cemaatine mensup Selim Hahna Freige ailesi için yaptırılmış ve “Frej Apartmanı” olarak isimlendirilmiştir. Selim Hanna: kökeni 1150’lere giden Maruni Cemaatinden Beyrutlu Hıristiyan dır.
Babası Arap, annesi ise Amerikalıdır. Karısı Pauline ise bir dönem Tepebaşı’nın büyük bir kısmına sahip olan İstanbul’un ünlü İtalyan asıllı Levanten ailesi Glavani’lerin kızıdır.
Freige’lerin Hayfe ve Trablusgarp’ı da içerecek şekilde Beyrut ve Cebil-i Lübnan kıyılarının kabotaj hakkını 99 yıllığına isteyecek kadar güçlü bir ekonomik durumu vardır.
Mimarlardan Kyriakides: 1922 yılında Atina’ya gider. Ancak gitmeden önce, İstanbul’da birçok yapıya imza atar. Bunlar: Fener Rum Patrikhanesi, Pera’da bir otel, Elhamra Sineması ve Tiyatrosudur.
Yapı; iki bodrum ve zemin üstüne 6 katlıdır.
İstanbul Beyoğlu
Frej Apartmanı Süslemeleri
Binanın dış yüzü; Malta’dan getirilen taşlarla kaplanmıştır. Merdiven mermerleri ise İtalya’dan getirilmiştir. Dış cephede: taşıyıcı kolonlar üstünde baykuş, atmaca ve böcek süslemeleri dikkat çeker.
Binanın her iki yanında bulunan ve kule etkisiyle biterek, yapıyı yumuşatan dönüşler, konsollarla havada gibi duran yapının etkisini güçlendirmektedir.
Binanın üzerinde görülen çocuk figürleri, ailenin çocuklarını temsil etmektedir. Bu çocuklardan bir tanesi, uzun süre Frej apartmanında yaşayan, tek kız Anjel’dir. Anjel: İstiklal savaşının başarılı kahramanlarından birisi olan Feridun Dirimtekin ile evlenerek “Aysel” adını alır.
Ancak eşi Feridun bey, askerlikten emekli olunca, Frej Apartmanını 1948 yılında, 150 bin Liraya satarlar ve Nişantaşı semtinde bir apartman dairesine taşınırlar. Ancak bir süre sonra Feridun bey, bir kaza sonucu çukura düşer ve bacağı kırılır ve kısa süre sonra vefat eder.
Aysel hanım, bu büyük felaketin ardından, miras kavgalarının içinde kalır. Mirasçıları, Aysel Hanıma deli diyerek akıl hastanesine yatırırlar. Ardından da huzur evine göndertirler.
Bu arada, evinden antikaları çalınır ve yoksul bir hayat sürmek zorunda kalır. Sonra o da eşi gibi bir çukura düşerek bacağını kırar ve sonrasında vefat eder.
Evet, bu apartman: 19’ncu yüzyılda, İstanbul şehrinde yaşayan Hıristiyan cemaat zenginlerinin yaşam ve servetleri hakkında bilgi vermesi açısından önemlidir.
Ayrıca: bir zamanlar Osmanlı devletine bile borç verecek kadar zengin olan Beyrutlu Selim Hanna Freige’nin varisi kızının çektiği acı bir hayat hikayesinin şahididir.
Yapı daha sonra Kapalıçarşı’da altın ticareti yapan sarraf ve kuyumcuların önderliğinde 1972 yılında kurulan Sarkuysan şirketi tarafından 1983 yılında satın alınmıştır.
1987-1989 yılları arasında binanın içi tamamen sökülmüş ve yıkılmış, cephesi askıya alınarak içi tamamen yenilenmiştir. Bu çalışmalarda, her ne kadar binanın dışı yani cephesi korunsa da, içinde girişi, kat planları ve özgün kartonpiyer gibi tavan dekorasyonları ve kapıları yok edilmiştir.
Şirket, 20 yılın ardından merkezini Darıca’ya taşıyınca bina 2011 yılında satılır. Son durumunu bilmiyorum, büyük olasılıkla otel yapılabilir.
Günümüzde Frej Apartmanı diğer adı ile Sarkuysan Han, 2’nci derece tarihi eser konumundadır.
KAMONDO APARTMANI
Kamondo apartmanı tanıtım yazısı biraz uzun oldu ama burada bir zamanlar kimlerin yaşadığını bilmek, yapının önemi açısından sanırım ilginizi çekecektir.
Kamondo Ailesi, Beyoğlu bölgesinin imarında etkili Yahudi bir ailedir.
İstanbul Beyoğlu
Galata bankerlerinin en ünlülerindendir. 1492 yılında İspanya’yı terk etmek zorunda kalan ve önce Venedik’e ve sonra İstanbul’a yerleşmiştir.
En önemli özellikleri: Abraham Kamondo, kardeşi İsaac ile birlikte “Isaac Kamondo ve Şürekası” isimli bir banka kurarlar ve Kırım Savaşında Osmanlı devletini finanse ederler.
Dersaadet Tramvay şirketinin de ortaklarıdırlar. İstanbul’da ilk belediyenin oluşumunda rol oynamışlardır.
İstanbul Beyoğlu
İstanbul’da pek çok gayrimenkul sahibi olmuşlardır. Ama en önemli yapıları buradaki Kamondo Malikanesidir. Hatta, günümüzdeki Kasımpaşa’da bulunan Deniz Kuvvetlerine ait bina da bu ailenin yazlık sarayı imiş.
1832 yılında vefat eden Isaac Kamondo’nun yerine şirket yönetimini Abraham Kamondo devralmıştır.
Abraham Kamondo, yabancı uyruklu olması nedeniyle sahibi bulunduğu banka: borçluları kredileri zamanında ödeyemedikleri durumda, teminat olarak ipotek altına alınan gayrimenkullere sahip olamazlar.
Bunun üzerine Sultan Abdülaziz, başkalarına emsal olmamak üzere kendisine gayrimenkul edinme izni verir. Böylece Abraham Kamondo, Osmanlı devletinde gayrimenkul edinme izni alan yabancı uyruklu ilk kişi olmuştur.
Aile 1861 yılında, ikameti için bu binayı yaptırmıştır. Çünkü işyerlerine burası daha yakınmış.
Yapı muhtemelen dönemin mimarı Giulio Mongeri eseridir. Burayı kış evi olarak kullanırlarmış.
Tarihi Süreç İçinde Yaşananlar
Yapıda, ilk önce ailenin çocuklarından Rafael, aniden ölmüştür. Bunun ardından Abraham Solomon bunalıma girer. Abraham Bey, bu evden ve İstanbul’dan uzaklaşmak ister ve gider Paris’e yerleşir.
İstanbul’dan ayrılıştaki en başlıca sebep: yenileşme ve eğitim sistemi konularında Osmanlı yönetimi ile anlaşamamalarıdır.
Ancak birkaç sene sonra da 1873 yılında 93 yaşında orada ölür ve vasiyeti üzerine cenazesi İstanbul’a getirilir, İstanbul’da ilk olarak bu eve getirilir, sonra Hasköy’de kendisinin yaptırdığı anıt mezara devlet töreniyle defnedilerek son yolculuğuna uğurlanır.
Ailenin geriye kalan diğer oğlu Moise de Camondo, oğlu Nissim ve kızı Beatrice ile birlikte Paris’e yerleşirler.
Paris şehrinde sanatçıları koruyan en önemli ailelerden birisi olurlar. Ayrıca yine Paris şehrinde: Champs-Elysees Tiyatrosu ve Kamondo Müzesini yaptırırlar.
Nissim: 1’nci Dünya savaşında pilot olarak Fransız ordusuna katılır ve savaş sırasında 1917 yılında ölür. Beatrice ise, müzisyen kocası ve iki çocuğu ile, ailenin tüm servetinin tek sahibi olur.
Nissim’in evi hala Paris şehrinde Mobilya Müzesi (Paris şehri 8 bölgede bulunan Nissip de Camondo Müzesi) olarak ziyarete açıktır. Nissim’in oğlu olan Moise de Camondo, babasının ölümü üzerine kendisine miras kalan konağı yıktırır ve Mimar Rene Sergent tarafından neoklasik tarzda yeni bir konak inşa ettirir.
Öte yandan, Fransız sanatını en iyi temsil eden özel eserlerin peşine düşer ve koleksiyonuna katmak üzere her bir eserden ikişer adet satın alır ve bunları müzeye dönüştürdüğü yeni konakta sergilemeye başlar. (Les Arts Decoratifs Müzesi)
Geriye kalan sanat koleksiyonunun büyük kısmı ise yine Paris şehrinde Louvre Müzesine geçmiştir. Abraham Camondo’nun hiç evlenmeyen oğlu İsaac: Uzak doğu sanatı ve empresyonist tablolar toplamaya başlar, öldüğünde aralarında Monet, Manet, Degas ve Cezanne gibi sanatçıların tablolarının bulunduğu koleksiyonu, 50 yıl boyunca kendi adını taşıyan bir salonda sergilenmesi şartıyla Louvre Müzesine bağışlar.
Tüm bunların yanında, 2’nci Dünya Savaşı sırasında tüm uyarılara rağmen Paris şehrinden kaçmaz, ancak Alman Nazileri, Yahudileri toplamaya devam ederken, tüm servetine rağmen onları da alır ve toplama kampına gönderirler. Böylece ünlü Kamondo ailesinin soyu, 1944 yılında Austcwitrz kampında biter.
İstanbul Beyoğlu
Mimari özellikleri
Bölgenin en eski binasıdır. Bodrum kat üstünde 4 katlıdır. Giriş katı dükkanlara ayrılmıştır.
Her katta bir aile yaşayacak şekilde düzenlenmiştir. Ortak kullanımlı bir teras bulunur.
Cumbaları dahil pek çok yerinde ahşap malzeme kullanılmıştır. Apartmanın bir diğer özel yanı: 19’ncu yüzyıl sonlarında burada birçok ünlü ismin yaşamış olmasıdır. (Sait Faik, Yaşar Kemal, Orhan Veli, Oktay Rıfat, Abidin Dino gibi) Abidin Dino, çatı katını kiralamış ve bir süre atölye olarak kullanmıştır.
Apartmanın giriş katında dükkanlar vardır. Giriş katında ise dükkanlar vardır.
Gelelim günümüze: Kamondo ailesinin soyu 1944 yılında Auschwitz kampında ölmeleriyle sona erince, uzun yıllar, mirasçı olmaması nedeniyle bina atıl kalmıştır. Daha sonra Kamondolardan, Gerson kardeşlere miras yoluyla geçmiş ve 1976 yılında, içlerinde Sultanhamamlı bir kumaş tüccarının da bulunduğu 8 kişilik bir ortaklığa satılmıştır.
1986 yılında bina 2’nci derece tarihi eser olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır.
Daha sonra Apartman, Kazak şirketi Capital Partners tarafından 2003 yılında satın alınmıştır. 2005 yılında restorasyon projesi başlatılmıştır. Çünkü mevcut hali depreme dayanıklı değildir.
Bu yüzden: Serdar-ı Ekrem Sokağa bakan ön cephe, mermer merdivenler ve giriş holü korunmuş, yapının diğer bölümleri ise yıkılmıştır. Aslına uygun olarak yeniden betonarme teknikte inşa edilen binanın restorasyonu 2006 yılında bitirilmiş ve günümüzde rezidans olarak kullanılmaktadır.
İstanbul Beyoğlu
DOĞAN APARTMANI
İstiklal caddesinde Tünel bitimine paralel bir yerde Serdar-ı Ekrem Caddesindedir.
Binanın bulunduğu arsa: daha önce Karaim Yahudi Cemaati Mezarlığıdır. 1895 yılında bu arsa üzerine 49 daireli bir bina yapılmıştır. Bu binanın ilk mülkiyeti Ankara-Bağdat Şimendifer Hattı ve Rumeli, Anadolu, Suriye, Bağdat, Ege, Samsun Demiryollarının inşasını yapan Ali Beyzade Mehmet Nahit Bey’dir. Nahit Bey, dönemin gereksinimi doğrultusunda, Pera bölgesinin seçkinleri olan varlıklı Musevi ve Rum aileleri ile Levantenler için burayı toplu konut olarak yaptırmıştır.
Mimari stili İtalyan’dır.
5 katlıdır. Özelliği Türkiye’de “U” tipi planlı, iç avlulu nadir örneklerden biri olmasıdır.
Bu avlunun çevresindeki 4 bloktan oluşmaktadır.
1902 yılında Nahid Bey Apartmanını: Helbig Bankası ortaklarından Belçika kökenli Helbig ailesine satar ve bina “Helbig Apartmanı” olarak isimlendirilir.
1919 yılında ise binayı Botton Biraderler satın alır ve 1929 yılında binayı, Selanik Bankasına ipotek ettirirler. Ardından ipoteği devralan Victoria Sigorta Şirketi, 1935 yılında büyük onarım yaptıktan sonra 1942 yılında binayı Yapı Kredi Bankasının kurucusu Kazım Taşkent’in sahip olduğu “Doğan Sigorta” ya satar.
Kazım Taşkent, apartmana, 1939 yılında İsviçre Alplerde kayak yaparken geçirdiği bir kazada ölen oğlu Doğanın ismini verir ve 1940 yılından itibaren “Doğan Apartmanı” olur.
1950-1970 yılları arasında, apartmanda bulunan toplam 51 daire, tek tek satılarak kişisel mülk haline dönüştürüldü.
1980’li yıllarda: çeşitli filmler ve reklamlar burada çekildi. (filmler: Muhsin Bey, Rumuz Goncagül, Bugünün saraylısı, Eşkıya)
Bina. 2001 yılında ayrıntılı bir onarım görmüştür. Binanın damı, muhteşem manzaralıdır.
2004 yılında kapsamlı bir tadilattan geçirilen bina, 6 katlı ve 49 dairelidir. Dairelerin büyük çoğunluğu boğaz manzaralıdır.
Ancak günümüzde dairelerin fiyatları milyonlarca dolarla ifade edilmektedir. Bu yüzden, günümüzde: Sezen Aksu, Şener Şen, Sibel Can, Okan Bayülgen gibi çeşitli sanatçılar burada yaşamaktadırlar.
EKMEKÇİBAŞI ALİ AĞA CAMİİ
Firuz Ağa Mahallesinde Kalkan Sokaktadır.
Caminin banisi, Fatih Sultan Mehmet’in Ekmekçibaşısı Ali Ağa’dır.
Caminin güneydoğusunda hazire bulunur. Hazirede bulunan kabirlerden 4 tanesi kadın, diğerleri erkek kabirleridir. Kadın mezar taşlarının serpuşları, hotoz şeklindedir. Erkek mezar taşları ise kavuklu ya da başlıksızdır.
İstanbul Beyoğlu
FİRUZ AĞA CAMİİ
Firuz Ağa Mahallesinde, Palaska Sokaktadır.
Cami Saray Ağası Firuz Ağa tarafından 1491 yılında yaptırılmıştır.
Bu cami: 1823 yılındaki Büyük Cihangir yangını sonucunda yanar ve bunun yerine, 1823 yılında Sultan II Mahmut tarafından günümüzdeki cami yaptırılmıştır.
Mimari stilinde “Tanzimat uslübu” özellikleri görülür. İki yandan, camiye merdivenle çıkılır.
Cami 2 katlıdır, üst katta cami, alt katta ise 6 tane dükkan vardır.
Duvarları kagir ve çatısı ahşaptır.
Caminin kapısında ise, sol köşede Sultan II Mahmut tuğrası ve yapım kitabesi vardır.
Caminin duvarları içten kalem işleriyle süslenmiştir. Minber ve kürsüsü ahşaptır.
Tuğladan yapılma ve tek şerefeli minare kurşun kaplıdır, kuzeybatı köşededir ve kesme taştan yapılmış bir kaide üzerinde yükselir.
Caminin oldukça geniş bahçesinde bir de şadırvan vardır.
Evet, yukarıda da söz ettiğim gibi, yeni yapılan cami, eski camiden herhangi bir iz taşımamaktadır.
Firuz Ağa Mahallesinde, Kadiriler Yokuşunda Firuz Ağa camisinin hemen altındadır.
Tekkenin bulunduğu alanda, Bizans döneminde Hagios Makeveon Kilisesi bulunuyordu.
Tekke: Hacı Piri tarafından 1630 yılında Şeyh İsmail Rümi için yaptırılmıştır. Tekke, Kadirriye teşkilatının İstanbul’daki merkezidir. 1894 yılında Sultan II Abdülhamit tarafından tekkeye mutfak ve yemekhane bölümleri eklenmiştir.
Tekke 1765 yılındaki Tophane yangınında harap olunca Sultan III Mustafa ve 1823 yılındaki Tophane yangınında yanınca Sultan II Mahmut tarafından onarılmıştır. 1823 yılındaki yangında caminin sadece minaresi sağlam kalır.
Tekke yapısının tevhidhane bölümü 1925 yılından sonra cami olarak kullanılmaya başlamıştır. 1999 yılına kadar cami ibadete açık kalmıştır. Ancak bu tarihte çıkan bir yangın sonucunda cami yanarak büyük hasar görmüştür.
1925 yılında tekkeler kapatalınca, Asitanedeki eşyaların bir kısmı Ankara Etnoğrafya Müzesine görülmüştür. Semahane bölümü ise 1927-1951 tarihleri arasında Tophane İlkokulu olarak kullanılmıştır. Aynı dönemde, yapının mutfak, kiler, gusülhane kısımları yıkılmıştır. Daha sonra Semahane bölümü Vakıflar tarafından tamir ettirilmiş ve “Hacı Piri Camii” ismiyle ibadete açılmıştır.
2 Nisan 1997 yılında çıkan yangında, tevhidhane ve selamlık kısımları yanarak tahrip olur. Geriye yine sadece minaresi kalır. 2014 yılında Semahane ve müştemilatı yeniden inşa edilir. 2018 yılında tamamlanır ve cami ibadete açılır.
Tevhidhanenin solunda hazire vardır. 300 yıl boyunca tekkenin haziresine sadece şeyhler ve aileleri defnedilmiştir. Şeyh İsmail Rümi’nin türbesi de hazire bölümünde bulunmaktadır.
Ayrıca cami içinde bir su kaynağı vardır. Merkezinin Taksim civarında olduğu tahmin edilen bu su kaynağından, günümüzde az da olsa su akmaktadır. Bu su kaynağının en büyük özelliği yazları soğuk, kışları ise sıcak akmasıdır. Bu su kaynağının muhtemelen daha önce burada bulunan Bizans Kilisesi Hagios Makeveon’un ayazması olduğu tahmin edilmektedir.
Halen Tekke yapısında restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir.
İstanbul Beyoğlu
İsmail Rümi Türbesi
Tekkenin kurucusu İsmail Rumi, 1631 yılında vefat edince, cami ve tekke arasındaki türbeye defnedilmiştir. Hazirede bulunan türbenin çevresinde, dökme demir şebeke bulunmaktadır. Dört tarafı demir şebekelerle çevrili türbenin içindeki kabir, dikdörtgen mermer bir kaide üzerinde yekpare mermer sütun üzeri yazıtlıdır.
TOPÇUBAŞI İSMAİL AĞA ÇEŞMESİ-SALİHA SULTAN ÇEŞMESİ-KADİRHANE ÇEŞMESİ
Firuz Ağa Mahallesinde, Kadirler Yokuşunda Kadirler Tekkesinin cümle kapısı yanındadır.
Kitabesine göre, hemen yanındaki Kadiri Tekkesi için, 1773 yılında Topçubaşı İsmail Ağa tarafından yaptırılmıştır.
Çeşmenin suyunu ise, Sultan I Mahmut annesi Saliha Sultan getirtmiştir. Bu yüzden, çeşme bazı kaynaklarda “Saliha Sultan Çeşmesi” olarak da geçer.
Çeşmenin cephesi mermerdir. Ayna taşı, hafif öne çıkarılmıştır. Ayna taşı üzerinde: tavus kuşu motifli kemer göze çarpar.
Ayna taşı ile kitabeyi çevreleyen kuşakta vazo vardır. Vazonun içinde ise, çiçekler ve meyveler görülür.
1823 yılındaki Topkapı yangınından sonra çeşme hasar görünce, Sultan II Mahmut tarafından yeniden yaptırılır.
İstanbul Beyoğlu
ASRİ TURŞUCU
Çukurcuma mahallesindedir.
1938 yılından bu yana hizmet veren turşucuda, yaklaşık 40 civarında turşu çeşidi satışa sunulmaktadır. En büyük özelliği ise, “Neşeli Günler” filminde Adile Naşit ve Münir Özkul’un burada yaptıkları en güzel turşu tartışmasıdır yani filmin bazı sahneleri bu turşucuda çekilmiştir. Bence uğrayıp turşuların tadına bakın.
FAİK PAŞA YOKUŞU
Çukurcuma mahallesinin sembolik yolu, tarihe uzanan taş binalarıyla ilgi çekiyor.
Gelelim sokağın hikayesine: Yunanistan’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğan Francesco Della Suda: yetim kalınca İstanbul’a gelir ve yerleşir. İstanbul’da “Mekteb-i Tıbbıye” ye girer ve 1844 yılında mezun olur.
Ardından İstanbul şehrinin ilk eczanelerinden olan “Grand Pharmacie Della Suda” eczanesini açar. Ardından Sultan Abdülaziz’in baş eczacısı olur ve “Paşa” ünvanı alır. Evet, Faik Paşa olarak tanının bu kişi, burada yokuşun başındaki bir evde yaşamıştır.
Firuz Ağa Mahallesinde, Çukur Cuma Caddesindedir. Yapıya “Sürahi Hamamı” ve “Süreyya Hamamı” da denir.
Hamam yapısı, 1850 yılında Sultan II Mahmut’un manevi annesi Fransız asıllı Nakşidil Valide Sultan tarafından vakfedilen su tesislerinden sonra yaptırılmıştır.
Kubbe oldukça geniş ve aydınlıktır. Ortada kare şeklinde ısıtmalı mermer göbek taşı vardır.
İskenderiyeli büyük şair Konstantinos Kavafis’in 1880-1885 yılları arasında bu hamamın müdavimlerinden olduğu söylenir.
1997 yılında çevrilen “Hamam” isimli film, burada çekilmiştir.
2007 yılında restorasyona alınan hamam, 2018 yılında hizmete girmiştir. “Türk Hamamı” konseptiyle hizmet vermektedir. Yalnız bir özelliği var, sadece erkeklere hizmet vermektedir.
İstanbul Beyoğlu
CEZAYİR SOKAK
Firuz Ağa Mahallesinde, Galatasaray Lisesinin arkasındaki sokak restore edilerek yepyeni bir görünüme kavuşmuş ve Türkiye’nin ilk temalı sokağı olarak 2004 yılında açılmıştır. Açılışında Fransız Sokağı olarak isimlendirilmesine rağmen, ardından bazı nedenlerden dolayı “Cezayir Sokağı” ismi verilmiştir.
Sokağın en büyük özelliği: Tophane ve Beyoğlu arasındaki bağlantıyı sağlar. Sokakta: kafeler, restoranlar ve galeriler bulunur. Her yer rengarenk ve cıvıl cıvıldır.
Bunlar: İstanbul şehrinin Kültür, Sanat ve Eğlence Merkezleridir. Ancak bu sokaktaki işletmelerin aşırı pahalı olduğu unutulmamalıdır. Sonuç, İstiklal caddesine sadece 100 metre uzaklıkta, ancak İstiklal caddesinin kalabalıklarından uzak bu cadde mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer olarak öne çıkıyor.
OĞUZ ATAY EVİ
Cezayir Sokağının üst başındaki 9 numaralı evin ikinci katında unutamadığı büyük aşkı Sevin Seydi ile birlikte hayatı paylaşmıştır. Günümüzde yıkılmaya başlanan binanın kapısına, Oğuz Atay’ın burada yaşadığına dair bir tabela konulmuştur.
HUMBARACI KIŞLASI
Halıcıoğlu Mahallesinde Hambaracı ve Lağımcı Kışlası: Sultan III Selim tarafından, 1792 tarihinde temelleri atılmıştır.
(Humbaracı kelime anlamı nedir: Humbara, patlayıcı madde doldurulan yuvarlak bir çeşit merminin adıdır. Bu mermiyi havan topu vasıtasıyla kullanan topçuya humbaracı, bunu yapan ve kullananların bağlı bulunduğu ocağa da humbaracı ocağı denir.)
Ancak kışlanın inşaatı için hazırlanan keşif defteri dökümlerinde, yapımı planlanan binaların yanı sıra burada bir de mühendishane binasına yer verilmiştir. Mühendishane binası inşaatı 1793 yılının Ekim ayı sonunda yani kışla binasından daha sonra bitirilir.
Kışla: Top talim yerleri, Top döküm tesisleri ve diğer tesislerden (mutfak, ahırlar, hamam, mescit, dükkanlar gibi) oluşmuştur.
Hasköy tarafı humbaracılara, Sütlüce tarafı ise lağımcılara ayrılmıştır. Kışla: ortası avlulu, dikdörtgen tipte klasik kışla özelliği gösterir. Avlunun dört bir yanında, iki katlı koğuşlar dizisi bulunmaktadır. Yapının uzunluğu 130 metreden fazladır.
Haliç yönünde, yapının ana giriş kapısı vardır. Ana giriş kapısı üzerinde Hünkar Köşkü bulunur. 1795 yılında kışla binaları Sultan II Mahmut döneminde yenilenmiştir. Kışla yapısının zemin katında 1797 yılında Matbaa açılmıştır.
Matbaada, derslerde okunan telif ve ders kitapları burada basılmaya başladı. Ancak bir süre sonra, yer darlığı nedeniyle matbaa buradan taşınmak zorunda kalır.
Mekteb-i Hendese
Türkiye’deki ilk mühendislik okulu, Baron de Tott nezaretinde, 1775 yılında Haliç’te bulunan Tersane-i Amire’de açılmıştır. Adı “Hendese Odası” dır. 1781 yılında ise “Hendese Odasına” “Mühendishane” denmeye başlamıştır.
1795 yılında ise, Halıcıoğlu’nda “Mühendishane-i Cedide” kurulur. Burada: Topçu ve İstihkam Subaylarının yetiştirilmesi planlanmıştır. Okul, 1806 yılında “Mühendishane-i Berri Hümayun” ismini alır.
İstanbul Beyoğlu
Mühendishane-i Berri-i Hümayun
İsminin anlamı “İmparatorluk Kara Mühendislik Okulu” dur. Okul 1944 yılında kurulan İstanbul Teknik Üniversitesi adını alan kurumun çekirdeğini oluşturur.
Sultan III Selim, Humbaracılar Kışlasını yaptırırken, okulu yıktırır ve yerine kışlanın hemen yanında sol tarafta, günümüzde görülen yeni bir bina yaptırır. Bu yeni bina, hemen kışlanın yanındadır. 1795 yılında açılmıştır.
Kayıtlara göre, Mühendishane binası: iki katlıdır. Üst katta hoca ve halife odaları, iki dershane ve alt katta ise, iki oda ve iki dershane vardır. Alt kattaki odalardan biri, hendese aletlerinin saklandığı “Alat Odası” dır. Üst katta ise kütüphane odası vardır.
1883 yılında Sultan II Abdülhamit döneminde: okulun bünyesine yeni okullar ilave edilir. Bunlar: Tophane-i Amire Müşirliği ve Hendese-i Mülkiye Mektebidir. Okul: 1909 yılında askeriyeden ayrılır.
İstanbul Beyoğlu
Gelelim günümüze:
Mühendishane-i Berri Hümayun binasından kalan bina: günümüzde Halıcıoğlu Askerlik Şubesi binası olarak kullanılmaktadır.
Bu yapının hemen yanında bulunan ve “Hendese-i Mülkiye Binası” olarak kullanılan yapı ise: günümüzde bir süre Beyoğlu Adliye Binası olarak kullanılmış, daha sonra Beyoğlu Adliyesi, Çağlayan Adliye Binasına taşınınca, buradaki bina boşaltılır ve restorasyona alınır.
İstanbul Beyoğlu
Mihrişah Sultan Camii-Halıcıoğlu Camii
Avlunun ortasında: Sultan III Selim annesi ve Sultan III Mustafa’nın baş kadını Mihrişah Valide Sultan tarafından yaptırılan ve 1794 tarihinde ibadete açılan bir cami bulunmaktadır.
Cami, günümüzdeki şeklini 1803-1804 yılları arasında alır.
Cami, iki minarelidir. Cami: 1942 yılından sonra 2’nci dünya savaşı bitene kadar askeri amaçla kullanılmıştır.
Cami günümüzde Haliç köprüsünün tabliye seviyesinin altında kalmıştır. Yani cami yol seviyesinin altındadır.
Gelelim günümüze, yapının arka bölümleri, Haliç köprüsünün yapımı sırasında 1971-1974 yılları arasında ortadan kaldırılmıştır. Kışladan geriye kalan küçük bir bölüm ve cami ise, halen Kumbarahane caddesindedir.
LÜTFULLAH PASAJI
Hüseyinağa Mahallesinde, bina muhtemelen 19’ncu yüzyıl sonlarında yapılmıştır. Hammalbaşı ve Duduodalar çıkmazındadır.
Günümüzde binanın zemin katı dükkanlar ve üst katları ise işyeri olarak kullanılmaktadır. Burada toplamda 35 dükkan, apartman ve pasaj bulunmaktadır.
1940’lı yıllarda pasajın en ünlü dükkanı “Binman Kitapevi” dir. Kitapevinde: yabancı dillerdeki teknik kitap ve dergiler satılırdı.
Günümüzde pasajın zemin katında fırın, kahve ve lokanta vardır.
Beyoğlu Kamer Hatun Camii
KAMER HATUN CAMİİ
Kamer Hatun Mahallesinde, Tarlabaşı Caddesinde Çatıkkaş Sokaktadır.
Kamer Hatun: Sultan I Selim veya Sultan III Selim’in sütannesidir.
Yapım tarihi net olarak bilinmez. Ancak yapının üzerinde bir kitabe bulunmaktadır ve kitabeye göre: 1511 yılında Sultan Selim’in sütannesi tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Ama hangi Sultan Selim, bu bilinmiyor.
Cami, 1871 yılında Beyoğlu yangınında yanarak yok olmuştur. Caminin yerine, 1911-1914 yılları arasında Mimar Kemalettin Bey tarafından günümüzde görülen cami yaptırılmıştır.
Yapı: yığma kesme taştan yapılmıştır. En büyük görsel özelliği: üstte sivri profilli kemerli ve mermer şebekeli aydınlatma pencerelerinin kemerlerinin çevresindeki mavi çinilerdir. Ayrıca: mihrap ve minberdeki ahşap işçiliği görülmeye değerdir.
Camide bulunan tek minare, kalın gövdeli ve solda, cadde üzerindedir.
Mihrabın önünde: Kamer Hatun türbesi bulunmaktadır. Cami duvarında daha önce bulunan aynalı çeşme yıkılmıştır, günümüzde yoktur. Caminin avlusunun bir kısmı, yol çalışmaları sırasında istimlak edilmiştir.
Beyoğlu Tarlabaşı
TARLABAŞI
İstiklal Caddesine paralel caddedir.
Tarlabaşı denen bu bölge, 1500’lü yılların ortalarında yabancı ülkelerin elçiliklerinin Beyoğlu yöresine yerleşmeleri ve bu elçiliklerde çalışan üst düzey yöneticilerin ve Beyoğlu’nda yaşayan Levantenlerin işyerleri ve konutlarının bulunduğu bir yerdir.
Ancak bölgedeki esas yerleşim, 1870 yılındaki Beyoğlu yangınının ardından olur.
Ancak elçiliklerin Ankara’ya taşınmasıyla bölge olumsuz etkilenmiştir. Öte yandan, 1924 yılındaki mübadele ve 1942 yılında yasalaşan “Varlık Vergisi” ile, burada yaşayan insanların birçoğunun malları ellerinden alınmış ve burada yaşayanların çoğu ülkeyi terk etmişlerdir.
1960 yılında ise, yaşayan göç dalgası sonucu, bölgede gecekondulaşma görülür.
1980 yılında Tarlabaşı Bulvarı inşa edilmiştir.
İstanbul Beyoğlu
MERYEM ANA SÜRYANİ KİLİSESİ
Tarlabaşı Karakurum Sokaktadır.
1830’lu yıllarda: Anadolu’daki Süryaniler İstanbul’a dalgalar halinde göç etmeye başlarlar. İstanbul’a ilk yerleşen Süryaniler, ibadet yapabilmek için, Tarlabaşı’nda küçük ahşap bir ev satın alırlar. 1844 yılında Patrik Mor Ignations Yakup cemaati ziyaret için İstanbul’a geldiğinde bu küçük evi kiliseye çevirmeyi düşünür.
Sultan Abdülmecid’e bu konu için müracaat eder ve isteği olumlu karşılanır, Tarlabaşı’nda bulunan küçük ahşap ev yıkılır, yerine ahşap bir kilise inşa edilir.
Meryem Ana’ya ithaf edilen bu kilise, 1870 yılındaki Tarlabaşı yangınında yanarak yok olur.
1880 yılında kagirden yeni bir kilise yaptırılır.
Daha sonra bu kilisenin çevresindeki evler Süryani Vakfı tarafından satın alınır ve 1961 yılında daha büyük olan günümüzdeki kilise yapılır.
Bu son kilisenin yapımında, Mardin şehrinden getirilen taş ustaları kullanılır. Taş oymacılığı ve taşçı ustası olan birkaç kişilik ekip ve yine Mardin’den getirilen taşlarla kilise inşa edilir.
Kilise: 1863 yılında inşa edilmiş, arsa üzerinde hak iddia eden Ermenilerle birlikte Süryanilerin ortak kullanımına tahsis edilmiştir. 1870 yılındaki yangında kilise büyük hasar görür ve 1878 yılında kapsamlı bir onarım görür.
Ancak yine de kilise zaman içinde harap olmaya devam etmiş ve yıkılarak 1961-1964 yılları arasında bugün görülen yeni bina yapılmıştır.
Kilisenin en özel tarafı: Mardin tarafını yansıtan taş işçiliğidir. Özellikle burmalı kolonların başlıkları oldukça güzeldir.
Son olarak ise restore edilmiş ve 2003 tarihinde ibadete açılmıştır.
Kilise, İstanbul şehrinde tek Süryani kilisesidir.
Kilisede, ek olarak yapılan binada idare ve okul bulunmaktadır.
İstanbul Beyoğlu
ÖZEL ZAPYON RUM İLKOKULU, ORTAOKULU VE LİSESİ
Katip Mustafa Çelebi Mahallesinde Meşelik Sokaktadır.
Günümüzde görülen bina, 1882 yılında Sultan II Abdülhamit’in fermanı ile, Evangelos ve Kostantinos Zappas isimli kardeş çocukları tarafından yaptırılmıştır. Bu yüzden okula onların soyadı “Zapyon” ismi verilmiştir. Yapının mimarı İoannis İoannidis’tir. 1885 yılında bina tamamlanır.
İstanbul Beyoğlu
Mimari özellikleri
Okulun boyu 40 metre ve yüksekliği ise 25 metredir.
Okulda: anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve ilkokul öğretmeni yetiştiren lise üstü 2 yıllık öğretmen okulu bulunmaktadır. 1888 yılında okul müdürü Kalliopi Kehaya okuldan ayrılır ve yerine okulun ilk mezunlarından, 1879 yılının okul birincisi Eftalia Adam atanır.
1’nci Dünya Savaşında, okul binası Hastane olarak kullanıldı. Zapyon okulu ise, bu sırada İstiklal caddesindeki büyük bir apartmanda eğitime devam etti. 1918 yılında okul yeniden yerinde açıldı.
Okul: anaokulu, ilkokul, ortaokul ve liseden oluşur, yatılı ve yatısız kısımları vardır. Ayrıca buradan İlkokul öğretmeni yetiştiriliyordu. Burada yetişen öğretmenler, dünyanın dört bir tarafına dağılmışlardır.
Okul binası, I. Dünya savaşı yıllarında hastane olarak kullanılır. Okul bu dönemde, İstiklal caddesinde büyük bir apartmana taşınır. 1918 yılında ise yine buraya taşınır. Ancak öğretmen okulu bölümü 1924 yılında kapatılır.
Evet, okul halen eğitime devam etmektedir.
İstanbul Beyoğlu
YAHYA AĞA (SİLAHDAR) ÇEŞMESİ
Keçeci Piri Mahallesinde Ok Meydanı Caddesindedir.
Muhtemelen, Sultan III Ahmet kızı Esma Sultan’ın eşi Damat Yakup Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Günümüzde çeşmenin teknesi yol seviyesi altında kalmış ve oldukça bakımsız durumdadır.
Kitabesine göre, 1732 yılında yaptırılmıştır.
GALATASARAY HAMAMI
Kuloğlu Mahallesi Turnacıbaşı Sokaktadır.
Hamam, Sultan II Beyazıt döneminde 1481 yılında yapılmıştır. Galatasaray külliyesi içindedir.
Klasik Türk hamam mimarisine sahiptir. Galatasaray Lisesi öğrencilerine hizmet verdiği söylenir. Öğrenciler okulun yatakhanesinde gurup gurup toplanırlar ve okulun arka bahçesine bitişik olan bu hamama gelirlermiş. Öğrenciler hamamda iken, hamamın sokağa bakan kapısı kapalı tutulur, dışarıdan müşteri girmesine izin verilmezmiş.
1965 yılında restorasyon ve onarım geçiren Galatasaray Hamamı, orjinalliğini büyük oranda yitirse de merkezi konumu nedeniyle bolca ilgi görmektedir.
Hamam: günümüzde Turizm Bakanlığına bağlı olarak faaliyet göstermektedir.
İstanbul Beyoğlu
MİHRİŞAH KADIN ÇEŞMESİ
Tophane’de Müeyyedzade Mahallesi Lüleci Hendek Caddesinde, Hoca Ali Camii önündedir.
Sultan III Ahmet’in başkadını ve Sultan III Mustafa annesi Mihrişah Kadın tarafından 1732 yılında yaptırılmıştır. Bu çeşmeden başka, Üsküdar Ayazma Camii de, anısına oğlu III Mustafa tarafından yapılmıştır. Çeşme, kesme taştan yapılmıştır. İki yanında niş vardır. İki yanında, mihrap şeklinde dinlenme yerleri bulunur. Kitabesi Seyyid Vehbi tarafından yazılmıştır.
Günümüzde yarısına kadar (1 metre) toprağa gömülü durumdadır.
İstanbul Beyoğlu
HEKİMOĞLU ALİ PAŞA ÇEŞMESİ
Ömer Avni Mahallesinde Meclis-i Mebusan Caddesinde Kabataş iskele meydanındadır.
Çeşme: 1732 yılında, Hekimbaşı Nuh Efendi oğlu Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Çeşmenin ilk orijinal yeri: merdivenli Kabataş Set üstüdür. 1958 yılında Meclis-i Mebusan Caddesi açılırken, çeşme, bulunduğu Set üstünden alınarak buraya yani İskele Meydanına taşınmıştır. Ayrıca çeşmeye çıkmak için yapılan 30-40 basamaklı merdiven ortadan kaldırılmıştır. Yeni taşındığı yerinde çeşmenin üzerine geniş bir saçak yapıldı.
Çeşme, barok tarzda inşa edilmiş, dört yüzlü ve iri hazneli bir meydan çeşmesidir. Cadde ve denize bakan cephelerde: muslukların bulunduğu ayna taşları, tekneler ve oturma yerleri vardır. Yan cepheler ise boş ve süslemesizdir. Denize bakan cephenin süslemesi ilgi çeker.
Kare şeklindedir. İki cephe, süslenmemiş sadece mermer bloklarla kaplanmıştır. Gövdenin üstünde: çatı ve saçak bulunur. Her iki cephenin önünde, birer tekne vardır. Çeşmenin denize bakan cephesinde, 1732 tarihini gösterir Seyyid Vehbi’ye ait 3 satırlık bir kitabe vardır. Caddeye bakan cephesinde ise, Şair Mahmut Efendiye ait aynı tarihli 6 satırlık bir kitabe bulunur. 1986-1987 yıllarında yapılan onarım sırasında, kırmızı ve mavi kalem işi süslemeler yapılmıştır. Çeşmenin suyu akmamaktadır.
İstanbul Beyoğlu
GÜMÜŞSUYU PALAS
Ömer Avni Mahallesi İnönü Caddesindedir. Kitabesi yoktur, bu yüzden yapım tarihi ve mimari bilinmez.
Muhtemelen 1900’lü yılların başında Azaryan ailesi tarafından yaptırılmıştır.
Yapı; İstanbul ve Ayazpaşa’nın en eski apartmanlarındandır.
Azaryan ailesi Fransa’ya yerleşince, el değiştirerek Gümüşsu Palas adını almıştır.
Sonraki süreçte, yapının genel özellikleri korunmuş, sadece asansör ve kalorifer tesisatı eklenmiştir.
3 ve 4’ncü katlarda, kadın başı heykelleri, balkon korkuluklarının altında ve üstünde birleşen kıvrık uçlu motifler bulunur. Çatı korkulukları, ünlü İspanyol mimar Gaudi’yi hatırlatır.
İstanbul Beyoğlu
BEZMİALEM VALİDE SULTAN CAMİİ-DOLMABAHÇE CAMİİ
Ömer Avni Mahallesinde Meclis-i Mebusan Caddesinde, Dolmabahçe Sarayı önünde Deniz kıyısındadır.
Cami: Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından mimar Nikos Balyan’a yaptırılmaya başlanır, ancak ölümü üzerine oğlu Sultan Abdülmecid tarafından 1855 yılında tamamlattırılır.
İstanbul Beyoğlu
Caminin kitabesi olağanüstü güzeldir. Kıble dış duvarı dibindeki kitabe, celi sülüs hatla yapılmıştır ve tamamen batı tarzında akant yapraklarıyla süslenmiştir. Tepe kısmının ortasında ise Abdülmecid tuğrası bulunan büyük bir çelenk vardır.
Bezm-i Alem Valide Sultan: Osmanlı tarihinde en tanınmış Valide Sultanlardandır ve çok sayıda hayırseverlik yatırımı yapmıştır.
Sarayın önündeki konumu nedeniyle “Dolmabahçe Camii” olarak da bilinir.
Mimarisindeki en büyük özellik: karma yani eklektik bir stilin kullanılmasıdır. Buna göre: Batılı unsurlar ve Osmanlı ile İslam unsurları karıştırılarak kullanılmıştır. Bu yüzden oldukça güzel bir sanat ve estetik görülür.
İstanbul Beyoğlu
İlk yapıldığında cami, bir avlu içinde düzenlenmiştir.
Ancak İnönü Stadyumu yapımı ve yolun genişletilmesi sırasında, bu avlu duvarı yıkılarak yok edilmiştir. Yine aynı dönemde, kuzey köşede bulunan “Muvakkithane” de güneyde deniz kıyısına taşınmıştır.
Cami: taş ve mermerden yapılmıştır.
1948-1961 yılları arasında “Deniz Müzesi” olarak kullanılmıştır. Müze binası yapıldıktan sonra 1966 yılında restore edilerek yeniden cami olarak ibadete açılmıştır.
FINDIKLI MOLLA ÇELEBİ CAMİİ-FINDIKLI CAMİİ
Ömer Avni Mahallesinde Meclis-i Mebusan Caddesinde deniz kenarındadır.
1589 yılında yapılan cami, çevresindeki diğer yapılarla birlikte küçük bir külliye görünümündedir.
Fındıklı iskelesi yanına yapılan yapılar topluluğunda: cami, çifte hamam ve Sıbyan mektebi vardı.
Cami
1589 yılında tamamlanarak ibadete açılmıştır.
Banisi yani yaptıran: Anadolu Kazaskeri Vusuli Mehmet Efendi’dir. Kendisi: Sultan II Selim ve Sultan III Murat dönemlerinde, Bursa ve İstanbul Kadılığı görevlerinde bulunmuştur. Cami ve hamam, Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Caminin kubbesi 11.80 metre çapındadır.
Ana kubbenin içi bitkisel motiflerle süslenmiştir. Tek minarelidir. 1999 depreminde zarar gören bu minare, 2001 yılında yeniden yapılmıştır.
Mihrap bölümü denize doğru çıkıntı yapar. Kayıtlardan cami içinde bir de kütüphane kurulduğu anlaşılmakta olup, bu kütüphaneye kayıtlı kitaplar, Süleymaniye Merkez Kütüphanesine taşınmıştır.
Sıbyan Mektebi
Yıkılmış olup hiçbir belgeye ulaşılamadığından, hakkında bilgi yoktur.
Çifte Hamam
Molla Çelebi hamamı olarak bilinen çifte hamam, Mimar Sinan yapısıdır. 6 satırlık kitabesinde yapım tarihi olarak 1561-1562 tarihi okunur. Muhtemelen camiden hemen sonra tamamlanmıştır. Caminin batısında bulunan hamam: 1957’li yıllarda yol genişletme çalışmaları sırasında yıkılarak yok edilir.
Beyoğlu Dolapdere Panayia kilisesi
DOLAPDERE PANAYİA EVANGELİSTRİA KİLİSESİ
Yenişehir Mahallesinde Hacı İlbey Sokaktadır. Taksim’den Dolapdere’ye inen yokuşun sonundadır. Kilise günümüzde çirkin bir çitle çevrilmiştir.
Evangelistria: 20’nci yüzyıl ortalarına kadar İstanbul’da yaşamış Rum Ortodoks cemaatidir.
Kilise yapı olarak geleneksel Rus mimarisinin en güzel yapılarından birisi olarak kabul edilir.
İstanbul Beyoğlu
Kilise kitabesine göre, yapımına 1877 yılında başlanır ve 1893 yılında yani 16 yıl sonra tamamlanır.
Ahşap bir yapının yerine yapılmıştır.
Kilisenin ithaf edildiği “Panayia”: Meryem Ana’nın Doğu kiliselerinde kullanılan ismidir.
Kilisenin inşaasında: yumuşaklığı ve kolay işlenmesiyle ünlü olan Malta taşı kullanılır. Ön cephedeki süslemeler malta taşıdır. Kilise mükemmel geometrik simetride inşa edilmiş iki güçlü çan kulesine sahiptir. Bu iki çan kulesinin ortasında bir de saat kulesi bulunmaktadır.
Kilisenin içinde, Evangelistria (İsa’nın doğumunun müjdelenmesi) konulu gümüş ikona görülmeye değerdir, zaten kilisenin en değerli varlığıdır.
Kilise ilk yapıldığında, çanları, dünyanın en güzel sesli kilise çanlarının üretildiği Rusya’ya sipariş edilir. Rusya’da bu tür çanlar, içine altın ve gümüş karıştırılarak üretilir, metal alaşımın hazırlanışı aylar sürermiş. Günümüzde de bu tür çanların üretimi çok kısıtlı olarak sürdürülmektedir.
Evet kilisenin Rusya’da üretilip gelen bir çanı, yaklaşık 100 kilogram ağırlığındaymış ve 110 yıl önce Rusya’da dökülüp buraya getirilmiştir. Diğer yani Türkiye’de üretilen çan ise, 80 kilogram ağırlığındaymış ve Türkiye’de dökülmüştür.
İstanbul Beyoğlu
Kilisede bulunan iki çan, Temmuz 2005 tarihinde birer gün arayla çalınır ve halen bulunamamıştır. Çanların kilisenin yan sokağındaki fırının arkasına merdiven konarak indirildiği görülmüştür.
Kilisenin girişinin yanında Theotokos Ayazması bulunmaktadır.
SURP ASDVADZADZİN PATRİKHANESİ KİLİSESİ
Şehit Muhtar Mahallesinde, Sakız Ağacı Caddesindedir.
Kilise ve diğer binaların bulunduğu geniş arazi: 1838 yılında Boğos Ağa Bilezikçi tarafından bağışlanmıştır.
Arazide önce ahşap bir bina vardı ve “Arakelots Okulu” olarak eğitim veriliyordu. Ancak 1856 yılında yangın çıkmış ve yok olmuştur. 1856 yılında ise cemaatin yardımlarıyla kagir yeni bir okul binası ve yanına piskoposluk konutu yapılmıştır. Ancak bu ruhban okulu, 1863 yılında piskoposluk konutu ile birlikte yıkılmıştır.
Surp Asdvadzadzin kilisesi ve ek konutlarının temeli, 1865 yılında atılmıştır ve 1866 yılında bitirilmiştir.
Yapıların mimarı: ünlü Ermeni Katolik Mimar Andon Tülbentçiyan’dır.
Kilisede; 1967 tarihinde, cemaati ziyaret eden Papa Paul VI ve Kilikya Katolik Ermeni Patriği tarafından büyük bir ayin yapılmıştır.
1969 yılında çan kulesi yenilenmiştir. Kulede, farklı boyutlarda 3 çan bulunmakta olup, bunların tarihleri 1865 yılıdır.
Mısırlı ailesi tarafından yaptırılan evlerde: Kilise, piskoposluk konutu ve papaz evi bulunmaktadır.
Avluda: ibadethanenin ana giriş kapısının sağ ve solunda: Mısırlıyan ailesinin, piramit ve palmiye kabartmalarla süslü 2 mermer lahdi bulunmaktadır.
Kilisede bulunan tablolar, İtalyan ressamlara aittir.