Tarih üzerinde, yüzyıldan fazla bir süre egemenlik sürdüren ve daha sonra Romalılar tarafından egemenliğin devamı sağlanan Pergamon
krallığının, muhteşem mimari yapılarının bulunduğu bu bölgeyi, tarih meraklılarının mutlaka gezip görmelerini öneriyorum. Ben: daha önce de gittiğim bölgeyi , son olarak 6 Temmuz 2023 tarihinde yine gezip gördüm ve bölgeyi en on haliyle size sunuyorum.
Anadolu’da, tarih ve turizm açısından mutlaka gezilip görülmesi gereken burayı, tüm tarih sever gezginlere öneriyorum.
ULAŞIM
Bergama, İzmir şehrine yakındır. İzmir-Bergama arasındaki uzaklık: 108 km. dir. Ancak, İzmir-Ayvalık kara yolu üzerinde ilerlerken, Bergama için Dikili yakınlarında sağa dönüp ana yoldan ayrılmanız gerekiyor.
Yaklaşık 30 km sonra, Bergama ilçesine ulaşabilirsiniz. Bergama-İstanbul arasındaki uzaklık: 551 km. dir. Bergama-Ankara arasındaki uzaklık: 690 km. dır. İzmir garajından, düzenli aralıklar ile, Bergama’ya seferler yapılıyor.
TARİHİ SÜREÇ
Kentin kurucusu ve kuruluşuna ait, çeşitli efsaneler bulunmaktadır. Bunlardan en gözde olanı, yani en inanılır olanı şunlardır:
Kentin kurucusu olarak kabul edilen Pergamos: Yunanistan’dan gelerek, bugünkü Bergama’nın bulunduğu yerde yaşayan halkın kralını öldürür ve kenti ele geçirir.
Yunanistan’da bir kahin: Tegeia kralı Aleosa’ya; ileriki zamanlarda, kızı Augea’dan doğacak çocuğun: dayılarını yani tahtın varislerini öldüreceğini söylerler. Derken: Olimpia’ya gitmekte olan Herakles, bu ülkeden geçerken, Augea ile karşılaşır ve onu hamile bırakır.
Bir süre sonra Augea: Telephos ismi verilen çocuğunu doğurur. Ancak, kral babası, kahinlerin sözünü hatırlar ve çok sinirlenir. Torunu Telephos’u dağa ve kızını da sandık içinde denize attırır. Augea’nın bulunduğu sandık: Ege denizinde, Mysia kıyılarına ulaşır ve Mysia kralı Teutras tarafından sandık bulunur.
Kral: sandığın içindeki kızı görünce, evlat edinir. Bu arada, Herakles olanlardan haberdar olur ve oğlunu aramaya başlar. Telephos: kral dedesi tarafından atıldığı dağda ölmez ve bir aslan tarafından emzirilerek büyütülür. Herakles: oğlunu bulur ve yetiştirilmesi için, başka bir krala teslim eder.
Zaman geçer ve Telephos büyür. Annesini aramak için, Anadolu’ya geçer. O sırada, Anadolu’da, Mysia kralı Teutras, başkaları ile savaşmaktadır ve oldukça zor durumdadır. Telephos: bu savaşta, krala yardım eder. Bunun üzerine, kral minnetinin ifadesi olarak, Telephos’u, manevi kızı olan Augea ile evlendirmek ister.
Ancak, düğünlerinin yapılacağı gün, anne ile oğul birbirlerini tanırlar. Zamanla, kral Teutras ölür ve Telephos onun yerine tahta geçerek kral olur ve Pergamon kentini kurar. Evet, bu efsaneye gerçekçilik havasını veren, Zeus sunağı üzerindeki kabartmalardır. Burada: Telephos’un yaşamına ait bazı olaylara yer verilmiştir.
Kentin kuruluşuna ait söylentiler böyledir. Peki, kent ne zaman kurulmuştur?
Pergamon’da, Akropol’de bulunan kalıntılar: MÖ.800 yıllarında, burada bir yerleşim olduğunu göstermektedir. Tarihsel süreçte, Frigyalılar, Akropol’ün bulunduğu yerde, bir süre egemen olmuşlardır. MÖ.7. yüzyılda Lidyalılar görülür.
MÖ.334 yılına gelindiğinde ise: Makedonyalı Büyük İskender, Mysia bölgesini ele geçirir. Ölümünden sonra ise: bölge, generallerinden Lysimakhos’un payına düşer ve general devlet hazinesini: Philetarinos isimli bir subayın beraberinde Akropol’de saklar.
Lysimakhos ölünce, koruduğu hazine kendisine kalan Philatarios, bu hazineyle, Akropol’ün bulunduğu yerde, Bergama şehrini kurar.
İşte bir kuruluş öyküsü daha.
Bu üç öyküden hangisine inanmak isterseniz, tercih sizindir. Sonuçta, hepsinin de gerçek yanları bulunmaktadır.
Evet, şehir kurulur. Nereye? Akropol’un bulunduğu tepeye.
Bu tepedeki dik yamaçların yüksekliği: 392 metredir. Kent: tepelerin eteklerinden başlayarak, ovaya doğru yayılmıştır. Günümüzde: Musalla Mezarlığı denilen yere kadar uzanmıştır. Tepenin kenarlarında, Bergama (Selinos) ve Kestel (Keitos) isimli ırmaklar akmaktadır.
Bunlar: Bakırçay (Kalkos) ırmağına dökülüyorlar. Yani, bölge bu çaylar vasıtasıyla verimli topraklara sahiptir, bunun sonucunda ise, antik çağda Mysia bölgesinin önemli ve gözde kentlerinden biri olmuştur.
Ancak, yerleşimin teraslarda ve dar alanda olması ve kentin denizden uzak olması, buraya olan göçü engellemiştir. Denizden uzak dedim ama yine de bugün her ne kadar 25 km. civarında olsa da, bir zamanlar daha yakın olduğu kesin olan deniz, Çandarlı (Pirene) ve Dikili bölgelerinde vardır.
Güneydoğudaki Akhisar (Thyateria) dan ise, kral yolu geçmekte, yani kentin kral yolu ile de bağlantısı bulunmaktadır. Tüm bunlar: tarihi süreçte, kentin önemini arttıran unsurlardır.
Helenistik dönemde, yani MÖ.283 ile MÖ.133 yılları arasındaki 150 yıllık süreçte: kent, Anadolu’nun en önemli kültür merkezlerinden biri olur. Kentin kurucusu: kral Philaterios krallığın sınırlarını, Marmara denizine kadar genişletir.
Ölünce, yerine kral I. Eumenia tahta geçer. Mö.241 yılında ise, bu kez kral I. Attolos görülür. Kral I. Attolos: MÖ.230 yılında, Galatlara karşı büyük zaferler kazanır. Ancak, aynı dönemde, Batı Anadolu’yu ele geçirmek isteyen güçlerin çok olması, bölgede, savaşların birbirini izlemesine neden olur. Bu arada, kral I. Attolos, Romalılar ile yakın ilişkiler kurar ve onların Anadolu’ya ayak basmalarına neden olur.
Evet, ölümünden sonra, tahta kral olarak II. Eumenes geçer. Bu dönemde, Galatlar, Makedonyalılar ve Suriye krallığına karşı yapılan savaşlar görülür. Ancak, Pergamon kenti, gerek iç ve gerekse dış politikalarda, tutarlılığı elden bırakmaz. MÖ.190 yılında, Suriye krallığına karşı yapılan savaş kazanılınca, kentin güç ve zenginliği doruklara ulaşır.
Pergamon krallığının sınırları, güneyde Büyük Menderes (Mainandros) nehrinden başlayıp, bütün Batı Anadolu’yu kapsar ve sonuçta: Trakya’dan Toros dağlarına kadar ulaşan bölgede, egemenlik kurulur. II. Eumenes bu dönemde, devletin bütün zenginliğini, kentin imar faaliyetlerine harcar ve yerleşim; Akropol’ün yamaçlarından aşağılara doğru yayılarak yeni yapılanmalar için teraslar açılır.
Zaten kentin aşağı Agorası, Gynasium, Kütüphane ve Zeus Sunağı, onun zamanında yapılmıştır.
Ölümünden sonra yerine geçen oğlu II. Attolos ve takiben III. Attolos’un krallık dönemlerinde: kültürel gelişim süreci sürdürülür. Bu dönemde, Pergamon şehri: Antakya (Antiokheia) ve İskenderiye (Alexandrai) şehirlerinin rakibi durumuna gelir.
III. Attolos’un ölümünden sonra ise, vasiyetine uyularak, Pergamon krallığı, Roma imparatorluğunun himayesine bırakılır. Ancak, Romalılar bu topraklara kolay giremezler.
Çünkü: önceki kral, II. Eumenes’in meşru olmayan oğlu Aristonikos: paralı askerler ve kölelerden oluşturduğu kişisel ordusu ile, Romalılar ile, 3 yıl boyunca savaşır. Ancak, MÖ.130 yılında yenilir ve devreden çıkar. Bundan sonra, şehir, Romalıların himayesinde, özgür bir kent olarak yaşamaya devam eder.
MÖ.88 yılında, Pontus kralı Mithridates, Anadolu’ya saldırır ve Pergamon’da, onun egemenliğine girer. Ardından, Roma, yörede hakim olur. Roma imparatoru Hadrianus döneminde, şehir, yeniden parlak günlerine kavuşur ve zafer anıtları, Hadrina, Trajan, Carcalla, Dionysos Tapınakları ile bezenir.
Bu arada, şehirde kurulan Asklepion’da, tıp yönünden çok büyük gelişmeler görülür. Tiyatro ve stadium gibi yapılar eklenir.
Geçen zaman içinde, Bizans döneminde durgunlaşan şehir yaşamı: 716 yılında, Arapların Anadolu’ya yaptıkları akınlar sonucunda kısmen biter, kent yıkılır. 1306 yılında, Karesioğulları Beyliğinin egemenliği görülür. 1336 yılında ise, Orhan Gazi kenti, Osmanlı topraklarına katar. Ankara savaşı sonucunda ise, bu kez, Timur tarafından yöre yağmalanır.
BERGAMA BÖLGESİNDE, ANTİK KAZILARIN BAŞLAMASI VE SÜRECİ
Bergama bölgesindeki kazılar: 1878 yılında başlar. Alman-Berlin Müze Müdürü Dr. A. Conze: arkeolog C. Human ile birlikte bölgeyi inceler. Bulunan eserler: Berlin Antiktepe Müzesine götürülür. 1883-1885 yılları arasındaki kazılarda ise, Roma imparatoru Trayan’ın yaptırdığı teras üzerindeki tapınak, tiyatro ve agora kazılır. Bu arada: araştırmacı C. Human tarafından, Zeus sunağının mimari parçaları, Berlin’e götürülür.
Her ne kadar Osmanlı Hükümeti’nden bunların çalınması pardon götürülmesi için izin alındığı iddia edilse ve belgelense de, bugün yani günümüzde, medeni kültür anlayışı, bu tür eserlerin ait oldukları yere iadesini gerektirmektedir.
1900-1913 yılları arasında Akropol’de yapılan kazılar sırasında, bugünkü Alman Kazı evi yanındaki bir depo: müze olarak kullanılır. Bu depo, o yıllardaki, Türkiye’de ilk arkeolojik eser depolarından biri olması açısından önemlidir. Evet, I. Dünya savaşı başlayınca, ara verilen kazılara, 1927 yılında yeniden başlanır.
Bu defa, Asklepion’da ortaya çıkarılır. Kazı bölgesinden çıkarılan eserler çoğalınca, yeni bir müze binasına gereksinim duyulur. Türk-Alman işbirliğiyle gerçekleşmesi planlanan yeni müze için, eski bir mezarlık olan, bugünkü yeri uygun bulunur. Mimarlar Bronu Meyer ve Harold Hanson tarafından planlanan müze binasının yapımına 1922 yılında başlanır ve 1934 yılında tamamlanarak, müze ziyarete açılır.
BERGAMA’DA, TARİHTE YAŞANAN İLKLER
ASYA’NIN İLK KÜTÜPHANESİ VE PAPİRÜS YERİNE, PARŞÖMEN KULLANILMASI
O dönemlerde, dünyanın iki büyük kütüphanesi bulunuyordu. Bunlardan, İskenderiye kütüphanesi 500 bin kitap kapasiteli, Pergamon kütüphanesi ise 200 bin yazma eser kapasitelidir. Mısırlılar, kendi kütüphanelerinden daha büyük olacak kaygısıyla, kitapların üzerine yazıldığı ve yalnızca Mısır’da bulunan papirüs ihracatını durdururlar.
Bunun üzerine, Pergamon kralı II. Eumenes, çok sinirlenir ve bilim adamlarını toplayarak, papirüsün yerine geçebilecek bir şey bulmalarını ister. Sonuçta: çözüm olarak, yazıların işlenmesi için kurutulmuş hayvan derisi kullanılmaya başlanır. Buna da “Bergama kağıdı” ismi verilir.
Bu kelimenin, batı literatüründeki ismi ise Parşömendir. Papirüs yuvarlanmış kağıt şeklinde olduğundan her defasında açıp kapatmak sorun olurken, parşömen sayesinde yaprakları üst üste koyup ciltlemek mümkün olur hale gelmiştir.
HASTANE
Bergama’da bulunan Asklepion, MÖ.4. yüzyıldan kalma, tarihte ilk büyük hastanedir. Girişinde yazılmış olan “Ölüm buraya giremez” cümlesi
ilginçtir. Hasta insanlara verilen psikolojik destek açısından muhteşem bir düşüncedir.
Tarihi süreçte: ilk kez, telkinle tedavi yani psikoterapi burada uygulanmıştır. Müzik, tiyatro, spor, güneş ve çamur kullanılarak yapılan ilk doğal tedavi de burada uygulanmıştır. Ayrıca: doğal ilaçların kullanıldığı, farmakolojik tedavi de burada ilk kez uygulanmıştır.
İlk afyon modeli ilaç, yani uyuşturucu, evet, o da ilk olarak burada kullanılmıştır. Yılanın tarihte ilk kez tıp ve eczacılık simgesi olarak kullanımı da, burada gündeme gelmiştir.
DİĞER ÖZELLİKLER
Tarihte, 4 tiyatrosu olan ve en dik tiyatrosu olan şehirdir. Kentin: imar yasası, çarşı-pazar yasası bulunmaktadır. Tarihte ilk grev ve toplu sözleşme: MÖ.248 yılında, Bergama kralı I. Eumenes ile paralı askerleri arasında burada yapılmıştır. İlk meslek sendikaları ve sendika konfederasyonları, Bergama şehrinde kurulmuştur.
Tarihte: ilk-orta-lise olmak üzere, ilk kez, üç dereceli eğitim, yine bu şehirde uygulanmıştır. İlk ve en büyük sunak, yine bu şehirde yapılmıştır. Hıristiyanların ilk büyük kiliselerinden biri, yani yedi kiliseden biri, bu şehirde yapılmıştır.
Bunların yanında: Yunan işgalini ilk kıran yer, 15 Haziran 1919 tarihinde, Bergamalılardır. Kendi tarihi sürecimizde, ilk festival düzenleyen yer, 1937 yılı “Bergama Kermesi” ile yine Bergama olmuştur.
Evet, Bergama gerçekten ilginç ve tarihi süreçte önemli bir yerdir. Tarihi süreçte, aynı dönemde, Ege kıyılarında, birçok kent devlet var iken, Bergama çok büyük bir uygarlığın kurulduğu ve geniş bir çevreye hükmeden konuma geldiği bir yer olarak önemlidir. Günümüzdeki Antalya şehrinin dahi, Bergama krallığı tarafından kurulduğu bilinmektedir.
BERGAMA’DA NE YENİR
Bergama bölgesinin en ünlü yerel lezzetlerinin başında: çağırtma gelir. İnce ve uzun patlıcanlar ile yapılır. Merkezdeki birçok restoranda bulabilirsiniz. Bir de köfte var. Özel bir tadı olan köfteyi de denemelisiniz.
BERGAMA’DAN NE SATIN ALINIR
Bergama’da dokumacılık oldukça gelişmiş durumdadır. Özellikle: kilimler, çok güzeldir. Gömleklik kumaş, çarşaf, ince ve pamuklu dokumalar, seccade, yünden heybeler, kilim ve halı, Bergama’dan hediyelik veya kendi adınıza satın alabileceğiniz objelerdir. Beğeninize hitap edecek birçok çeşitleri var.
Bunların yanında: Bergama çayı boyunca “dabak” dükkanları görebilirsiniz. Tabakçılık, burada babadan oğula aktarılan bir sanattır. Bu arada: Bergama’ya gelmişken, severseniz, tulum peyniri ve lokma da satın alabilirsiniz.
BERGAMA’DA HALI VE DOKUMACILIK
Bergama’da, düz ve düğümlü yaygılar üretilir. 19. yüzyıla kadar, Bergama ve köylerinde, hemen hemen her evde dokuma tezgahları bulunmaktaydı. Bugün ise, yalnızca üç bölgede (Yunt dağı, kozak, Yağcıbedir) dokumacılık yapılmaktadır.
YUNTDAĞI TÜRKMEN HALILARI
Bergama’nın güneyinde, Yunt dağı yaylasında bulunan 60 kadar köyde, halı, kilim, heybe ve torba dokunmaktadır. Dokunan halılar, deveboynu, yeşilbağ ve düz biçim isimlerini alırlar. Renkler ise, koyu kiraz kırmızısı, koyu mavi ve naturel deve tüyüdür.
KAZDAĞI TÜRKMEN HALILARI
1860 yılından sonra kaz dağında, zorunlu iskan edilmiş Türkmen guruplarının halılarıdır. Zeminlerindeki yerleşmiş motiflere göre, halılar isimlendirilir.
YAĞCI BEDİR TÜRKMEN HALILARI
Bunlar, Bergama’nın batısındaki Geyik dağının eteklerindeki köylerde üretilmektedir. Halı, kilim, heybe, torba, çuval ve çul dokumadır. Buranın halılarının eskileri: çok zarif ve güzeldir. Renk olarak koyu mavi, fes rengi güvez ve koyu kırmızı kullanılır. Bu renkleri, uzun süre muhafaza ederler.
BERGAMA GEZİ PLANI- GEZİ ROTASI
Bergama şehir merkezinden doğruca ilerlediğimizde önce, sağ yanda Bergama Müzesi var.
BERGAMA ARKEOLOJİ MÜZESİ
Bugünkü modern müze binası: 1936 yılında tamamlanarak ziyarete açılmıştır. Müze: iç avlunun çevresinde, 2 sundurmadan ve 2 salondan ibarettir. Sergilenen eserler: erken Tunç döneminden, Bizans dönemine kadar uzayan sürece aittir.
Sergilenen eserler içinde: çevredeki antik yerleşimlerden çıkan, Pergamon heykeltıraşlık ekolüne ait örnekler, Pitane ve Gryneion’dan gelen arkaik dönem buluntuları dikkat çekmektedir.
Etnografya bölümünde ise: halı, kilim, kumaş, dokuma örnekleri ve el işlemelerinin yanı sıra, diğer yörelere ait el sanatları da sergilenmektedir. Müzede, toplam 10516 eser bulunmaktadır. Bunlardan: 5350 tanesi arkeolojik, 1936 tanesi etnoğrafik ve 3201 tanesi ise sikkedir.
Müzenin dış bahçesinde, mezar stelleri ve lahitler sergileniyor. İç bahçede ise, kronolojik sıraya göre, mimari parçalar, alçak kabartmalar, heykeller ve taş yazıtlar sergileniyor. Zamanız varsa, buraya mutlaka uğramanızı öneririm.
Bergama Müzesini gezdikten sonra, aynı cadde üzerinde ilerlemeye devam ediyoruz ve biraz sonra, sağ yanda, Kızıl Avlu/Bazilika bölümünü görüyoruz ve burayı geziyoruz.
SERAPİS TAPINAĞI-KIZIL AVLU
Kızıl Avlu: Bergama ilçesine girdikten sonra, bir süre ilerlediğinizde, sağ yanınızda mutlaka görebileceğiniz şekilde bulunuyor. Hemen önünde, otopark var, aracınızı buraya park ettikten sonra, yeşiller içindeki parktan geçerek kızıl avlu bölümüne geçebilirsiniz.
Ancak, kilise olarak yapılan yer, günümüzde cami olarak kullanılıyor ve ziyaret mümkün değil. Kızıl avlu bölümünün diğer kısımlarını ziyaret edebilirsiniz ve ben tarih meraklılarına burayı mutlaka ziyaret etmelerini öneriyorum. Çünkü: gerçekten günümüzden yüzlerce yıl önce yapılmış, muhteşem mimari özellikler gösteren bir yapı göreceksiniz.
Giriş 15 TL. Müze kartınız varsa, ücret ödemeden girebilirsiniz.
Otopark içinde ayrı ücret alınıyor. Otoparkın hemen karşısındaki halı-kilim mağazaları ilginizi çekerse, uğrayabilirsiniz. Zaten, halı-kilimler, yerlere serilerek, duvarlara asılarak sergileniyor ve güzel bir görüntü ortaya çıkıyor.
Tuvalet kullanmak isteyenler için, bilet gişesinin arka bölümünde, tuvalet bulunuyor.
Evet, gelelim Kızıl Avlu hakkında bilgilere
GENEL
Yapı, eski Bergama’nın en büyük yapısıdır. Çünkü: Kızıl Avlu veya Bazilika olarak isimlendirilen bu yapı: büyük bir yapı kompleksinin yalnızca ana binasıydı. Büyük yapı kompleksi: toplam 265-100 metre ölçülerindeydi. Ancak, bu büyük yapı kompleksinin avlusunun büyük kısmı, günümüz Bergama evlerinin altında kalmıştır.
Evet, bu büyük yapı topluluğu: bir duvar ile çevrelenmiştir ve yalnızca, batı yönünde, kör kemerle çevrelenmiş cephesinden giriş yapılıyordu. Bu giriş bölümü, halen, Bergama şehir alanının kuzeyindeki meydanda, görülebilmektedir.
Bu yapı kompleksi: MS.2. yüzyılda, Roma döneminde yapılmıştır. Ancak, Mısır tanrılarına verilen önem nedeniyle, aşağı Pergamun şehrinin tam merkezinde yapılmıştır. Yapı ile ilgili olarak önceleri: birbirinden farklı görüşler ortaya atılmış ve bunlara göre, yapının: Agora, Borsa dairesi, Kent kütüphanesi, Mahkeme, Hamam gibi fonksiyonları olabileceği söylenmiştir.
Ancak, 1938 yılında, Th. Wiegent tarafından yürütülen kazı çalışmaları sonucunda, yapının biraz önce belirttiğim gibi, Mısır tanrısı Serapis adına kutsanmış olduğu ortaya çıkmıştır. Özellikle: güney bölümdeki silindirik yuvarlak kulede bulunan iki insan büyüklüğündeki Mısır tarzında yapılmış heykel parçaları da, bu görüşü güçlendirmektedir.
AVLU
Antik dönemde ziyaretçiler: önce alanın tüm uzunluğunun yaklaşık üçte ikisine kadar olan, çok büyük ve kare şeklindeki bir avluya ulaşıyorlardı. Tapınak yapısı ile avlunun bütünleşmesine engelleyen Selinos (Bergama) çayının yer altından akması için, yine aynı dönemde, avlunun altındaki yer altına, iki antik tünel yapılmıştır ve bu tünel halen faaldir.
Avlunun yan taraflarında ise: sütunlu galeriler bulunmaktadır. Bunlardan: doğu yönünde olan, bariz şekilde daha yüksekteydi ve ortasında: tapınak alınlığı yükseliyor, öne doğru çıkıntı yapıyor ve burasının Kızıl Avlunun girişi olduğunu gösteriyordu.
SİLİNDİRİK KULELER
Bu avlu içinde: ana binanın her iki yanında; günümüze kadar korunagelmiş, tepesinde yuvarlak aydınlatma deliği bulunan ve tuğlayla örülü kubbeleri olan; kuleye benzeyen karşılıklı iki silindirik yapı görülür. Birbirlerinden 16 metre aralıklı olan bu silindirik yapılar: 15 metre çapında ve 19 metre yüksekliğindedir.
Duvarları: moloz taş, küçük yontma taş ve kireç harcı ile yapılmıştır. Bunların üzerinin bir zamanlar tuğla kubbeler ile örtülü olduğu, günümüzde görülen kemer izlerinden anlaşılmaktadır.
Bu kulelerden: sol yandaki ziyarete açık olup, avlu kubbesinin altındaki bölümde, bir kısım buluntular ve destek figürlerinden bazı parçalar sergilenmektedir.
Evet, silindirik yapıların önünde: üç yanları galerilerle çevrili yan avlular var. Bu avlularda ise: yuvarlak, ince ve uzun havuzlar var. Ayrıca: yine bu avlularda, Mısır üslubunda yapılmış, insan biçimli karyatidler bulunmaktaydı. (Bunlar: sırt-sırta, erkek-kadın figürlü sütun benzerleridir)
Bu yapısal özellik de, buranın Mısır tanrıları Serapis, İsis ve Harpokrates için kutsandığını ifade etmektedir.
GÜNEY YUVARLAK KULESİ
Bu kule, kuzey bölümdeki ikizi gibi, büyük ihtimalle özel bir amaç için inşa edilmiştir. (diğer kule, ziyarete açık değildir)
Kule içinde: doğu yönündeki büyük nişte: muhtemelen anıtsal bir heykel bulunuyordu. Bu nişin tam karşısında ise, kuleye, güney avludan esas
girişin yapıldığı görkemli bir kapı vardı.
Yapının: dış duvarı 1.90 metre kalınlığındadır. Yapının çapı ise: 12 metredir. Yüksekliği 18 metre olan kubbe ise: özellikle konstrüksiyon bakımından ilginçtir. Çünkü: yapılan araştırmalara göre: yapının inşası sırasında, tuğla tabakalardan bir kubbe kalıbı yapılmış ve bu kalıbın üzerine, Roma çimentosu dökülerek bu kubbe elde edilmiştir.
Kubbenin tam ortasında, mekanı aydınlatmak için bir boşluk bulunmakta olup, bunun çapı: yapının ilk inşa edildiği dönemlerde 3.70 metredir. Osmanlı döneminde ise, bu boşluk, 1 metre olacak şekilde daraltılmıştır.
İlk inşa edildiği yıllarda, yapının hem iç ve hem dış duvarları muhteşem mermer tabakalar ile kaplıydı. Bu kaplamaların varlığı: duvarlardaki dübel delikleri ve sıva yataklarından anlaşılmaktadır. Bu yüzden, binanın bugünkü durumu, henüz inşa edilirken ki durumunu gösteriyor diyebiliriz.
Ancak: yapı takip eden yüzyıllarca sürelik dönemde, başka amaçlar için kullanılmıştır. Özellikle: 19. yüzyılda zeytinyağı fabrikası olarak kullanıldığında yapıda büyük değişiklikler yapılmıştır.
O dönemde esas giriş kapatılmış, kuzey yönündeki giriş bölümü tadilat görmüş ve bu giriş doğal taşlarla güzelce çerçevelenerek, bugünkü iki kanatlı demir kapı yapılmıştır. Öte yandan, fabrika için kullanılan makineler, kule iç duvarlarının islenmesine sebep olmuştur.
Evet, yüzlerce yıl boyunca, başka amaçlar için kullanılan yapıda oluşan izler, restorasyon ile giderilmeye çalışılmıştır.
Günümüzde, burada: kulenin duvarlarına takılan sergileme panolarında, bilgilendirmenin yanı sıra, antik dönemde duvarların nasıl kaplandığına dair bir örnek vermek mümkündür.
Yeni taban seviyesinde ise: orijinal zemin döşemesi, bodrum kat ve kemer kalıntılarının görülebilmesi için bir boşluk bırakılmıştır. Bugün, kulenin güneyindeki kapı: yeni depoya bağlanmaktadır ve deponun raflarında, Kızıl Avluda çıkan arkeolojik buluntular saklanmaktadır.
ANA YAPI
Ana binanın: 7 x 14 metre yüksekliğinde anıtsal bir girişi bulunmaktadır. Bu girişin her iki yanına, beşer sütunlu revaklar yerleştirilmiştir. Ayrıca: girişin karşısında da; 20 sütunlu bir başka revak sırası bulunur.
Bu revakların ortasındaki dört sütun: bir bakıma ikinci bir anıtsal giriş meydana getirir. Bu giriş: 7.5 x 2 metre büyüklüğünde, tek parça mermerden yapılmıştır. Mermerlerin iki tarafın da dikkati çeken, beşer metre uzaklıktaki delikler: girişin tunç kapısına ait menteşe izleridir.
Yapının döşemesi ve tuğla duvar yapısı, tamamen renkli mermer levhalarla kaplanmıştır. Ancak, bu mermerler dökülerek günümüze gelmemiş, halen kaplamaların altındaki kırmızı tuğlalar görülmektedir ve zaten bu yüzden, halk arasında, buraya: “Kızıl Avlu” ve “Kızıl Kilise” isimleri verilmektedir.
Duvarlar boyunca: bütün bu mekanı saran sütunların üzerinde, bir de balkon bulunmaktadır. Ancak, bu balkon günümüze gelememiştir.
Mekanın doğusunda, iki küçük çukur üzerindeki podyumda: 10 metre yüksekliğinde olduğu sanılan bir kült heykelin kaidesi bulunmaktadır. ( bu podyum kaidesini görebilirsiniz) Bu podyum: yanlarında, iki katlı sütun dizileriyle çevriliydi. Podyumun hemen önünde, sığ bir havuz bulunuyor.
Bu podyumunun içindeki bir delikten, kaidenin tam ortasına çıkan rahiplerin, tanrı ile konuştuklarına inanılırmış.
Kızıl Avlu: aslında, tamamen kült heykelleriyle donatılmıştı. Yani, burası bir dini yapı olarak kullanılıyordu. Mimari özellikler açısından: arka bölümde, çatı merdivenleri bölümünde ve podyumun yan taraflarındaki sütun dizileri: Suriye tapınaklarında bulunan ögelere benzemektedir.
Böylece: yapının imarında, doğu kültürlerinden etkilenildiği söylenebilir. Buna karşın: yan avluların Mısır etkisindeki figürlerle donatılması: Mısır tanrıları kültünün de, mimari de rol oynamış olabileceğini kanıtlamaktadır. Tüm bunlar, yani: yapı tekniği ve yapı tipolojisi açısından, ayırıcı özellikler göstermesi nedeniyle ve şehrin başkaca herhangi bir yerinde benzer yapı bulunmaması düşünülerek, yapının, MS.2’nci yüzyılda, şehrin ileri gelenlerinin talebi üzerine yapıldığı düşünülmektedir.
Hatta: Roma imparatorluk kültü oluşturmak açısından, İmparator Hadrian’ın burayı yaptırdığı da olasılık dahilindedir.
KIZIL AVLU SÜSLEME SANATI
Kızıl Avlunun duvarlarının büyük bölümü, tuğlayla örülmüştür. Bu teknik: Roma dönemi İtalya’sının aksine, Anadolu’da oldukça seyrektir. Yapıya: gösterişli bir görünüm kazandırmak için, tuğla duvarlar, mermer panolar ile kaplanmıştır.
Yalnızca, duvarlardan çıkan profiller, çatının damlalık süsü ve tabii ki yapı kompleksinin sütun mimarisi, masif mermerden yapılmıştır.
İmparator Hadrian döneminde: büyük ihtimalle bu tür yaprak süslemeleri uygulayan sanatkarların, Atina’da da faal olduklarını göstermektedir. Bezeme biçimleri, üslup açısından MS.2’nci yüzyılın ikinci çeyreğine sınıflandırılır.
NİŞTEKİ ASLAN TORSOSU
Yapı kompleksinin, güney yan avlusunun, yeni çağa ait duvarının altında bulunan ve çok tahrip olmuş olan bir “aslan” torsosu; gerçeğinden daha büyük bir heykel gurubuna aittir.
Belki, bu gurup: aslında yan avlunun ortasındaki bir kaide üzerine yerleştirilmişti. Sırtın çalışılması ve aslanın sağ ayağındaki örtü parçası ile uygunluk gösteren birçok alana istinaden; aslanın üzerine binen kadın şeklindeki bir figürün rekonstrüksiyonu gelecek dönemlerde yapılabilir.
Burada, söz konusu edilen kadın: Anadolu’nun ana tanrıçalarından Kybele olmalıdır. Onun da aslan binicisi olarak bilinen en eski canlandırması ise: Priene’deki, MÖ.4’ncü yüzyılın ikinci yarısında, Afrodisias Tapınağının tavanında bulunan rölyefinde görülebilmektedir.
KİLİSE
Kızıl Avlu veya Bazilika olarak isimlendirilen bu büyük yapı kompleksi: büyük bir yangın sonucunda zarar görür. Takip eden dönemde, yani MS.5’nci yüzyılda, Bizans döneminde: ana binanın içine; Aziz Yuhannes’e adanmış bir kilise yaptırılmıştır. Bu kilisenin: Anadolu’da yaptırılan ilk kiliselerden (7 kiliseden biridir) olduğu tespit edilmiştir.
Bizans döneminde yapılan bu kilisenin yapımında, Serapis tapınağının yapı malzemeleri kullanılmıştır ve ana bina ve iki ek binadan oluşmaktadır. İki neflidir ve yapının doğu duvarı yıkılarak kiliseye ayrı bir apsis eklenmiştir. Kilisenin döşeme seviyesi: orijinal yapının seviyesinden 2 metre daha yüksektedir.
İlk taban döşemesi: günümüzde ortaya çıkarıldığından, kilisenin temeliyle narteksi bölen kalın bir duvar hatları hakimdir ki, yükseklik bundan kaynaklanmaktadır. Burası, günümüzde cami olarak kullanılmaktadır.
Son olarak, yani Kızıl Avlu bölümünden çıktıktan sonra: tabelaları takip ederek, Akropolis bölgesine doğru ilerliyoruz.
Araba ile, hafif rampadan yukarı doğru bir süre ilerliyoruz ve sonunda: teleferik istasyonunun bulunduğu bir yere varıyoruz. Burada: yukarıya, yani Akropolis antik şehrine ulaşan bir teleferik istasyonu kurulmuş.
Teleferik yolculuğu yaklaşık 5-6 dakika sürüyor ve bu sürede teleferik yolcularını, yukarıya, Akropolis’e taşıyor. Teleferik ücreti: 10 TL. ve değişik bir yolculuk düşünenler için ilginç olabilir.
Teleferik kullanmayı düşünmeyenler ise: hemen teleferik istasyonunun bulunduğu yerden, rampa yukarı doğru araçlarıyla ilerleyerek gittiklerinde, biraz sonra bir otopark ile karşılaşıyorlar ve aracınızı buraya, yani otopark bölümüne, ücretini ödeyerek bırakabiliyorsunuz.
Aracınızı otopark bölgesine bıraktıktan sonra: yürümeye devam ediyoruz ve satış yerlerinin arasından geçerek: rampa yukarı ilerlediğimizde: Akropolis antik şehrinin kalıntılarının bulunduğu ören yerinin giriş kapısının bulunduğu yere ulaşıyoruz.
İlk girişten itibaren Akropolis ören yerinin otoparkına kadar yaklaşık 2.5 km. lik bir yol var. Akropolis antik kentine giriş ücreti: 20 TL. Ama müze kartı olanlar ücretsiz girebiliyorlar.
Girişten hemen sonra: sol yanda bir satış yeri var. Bu satış yeri hakkında kısa bir not geçmek istiyorum. Ören yeri dışında, yöre insanlarının 50 Krş. Sattıkları pet sular, burada: 175 Krş. satılıyor. Sanırım, bu konu ile ilgilenecek bir yetkili çıkar ve bu aşırı fiyatlandırmanın nedeni araştırarak, ilgililere sorar.
Burayı gezmeye gelen insanlar, birkaç kişinin bu tür aşırı fiyatlandırmasına uğramamalıdır diye düşünüyorum. Siz, ören yerine girmeden önce, yanınıza su alınız.
AKROPOL ANTİK ŞEHİR BÖLGESİ
BERGAMA ANTİK BÖLGELERİ GEZİ PLANI
Evet, kale tepesinde, şu yapıları görebilirsiniz.
- Kutsal mahaller. (Athena Tapınağı, Büyük Sunak, Traian Tapınağı, Heroon)
- Yukarı Agora,
- Yerleşme bölgesi (Kral Sarayları, Şehir kazısı, Roma Konsülü Attalos’un evi)
- Aşağı Akropolis (Demeter Kutsal Mahalli, Gymnasion, Aşağı Agora)
Roma şehri
Aşağıda, yani ovada kurulmuştur. Burada. Kızıl Avlu, Amfitiyatro, Tiyatro ve Stadion bulunmaktadır.
Asklepios Kutsal Mahalli
Burası ile şehir arasında 1 km. uzunluğunda bir cadde bulunmaktadır ve caddenin her iki yanında dükkanlar bulunuyormuş.
Eski Mezarlıklar. Mezarlar, şehrin çevresinde olup, bunlar arasında ovadaki “Mal Tepe” ve “Yığma Tepe” Tümülüsleri görülebilmektedir.
Müze: Bölgede yapılan kazılarda ortaya çıkarılan objeler, müzede sergilenmektedir.
KALE TEPESİ
Pergamon krallığının yükselişinden önceki zamana ait kale duvarları: yani kalenin en üst ucu, tarih sahnesinde ilk olarak: MÖ.5 ve 4’ncü yüzyıllarda tahkim edilmiştir.
Philetairos II (MÖ.282-263) zamanında, şehrin büyümesi: şehir duvarları, güneye doğru Demeter kutsal mahalline kadar uzanmaktadır.
Eumenes II (MÖ.197-159) zamanında: şehrin en büyük yayılımı görülür. Birçok kapı ve kulelere sahip şehrin duvarı: güneye ve batıya doğru, ovanın kenarına kadar uzanır.
Sur duvarlarının toplum uzunluğu: 4 km. dir. Güneydeki ana kapıdan başlayan kaldırım döşeli bir sur sırası: büyük bir “S” kıvrımı yaparak şehri geçer ve üst kalede, kralların görkemli saray bileşimine kadar uzanır.
Roma İmparatorluk çağına gelindiğinde ise: buranın parlak bir Roma şehri olduğu görülür. Nüfus, muhtemelen 150 bin kişidir. Şehir, ovanın içlerine kadar yayılmıştır. Roma şehir alanı üzerinde, günümüzdeki Bergama ilçesi kurulmuş ve yayılmıştır.
Geç Roma döneminde: MS.3’ncü yüzyıldan itibaren, Roma gücünün azalmasıyla birlikte, şehir gerilemeye başlar. Devşirme taşlarla, daha küçük bir sur inşa edilir.
Orta Çağ dönemine gelindiğinde ise: kale tepesi üzerinde görülen taş ve tuğla karışımı duvarlar, Bizanslılar tarafından Arap akınlarına karşı inşa edilmiştir. Daha sonra Selçuklu Türkleri tarafından kale olarak kullanılmaya devam edilmiştir.
Evet, gerek şehir ve gerekse kalenin tarihi süreç içindeki gelişimi hakkında bu kısa bilgiden sonra, kale tepesinde gezimize devam ediyoruz.
Kale tepesi aynı zamanda Akropol olarak da bilinir.
AKROPOL
Akropol: son derece dik bir tepe üzerinde kurulmuştur. Aynı zamanda bir kale görünümündedir. Yaklaşık 300 metre yükseklikteki bu tepe üstünde, Bergama krallarının sarayları var. Ayrıca: 5 sarnıç ve kuzeyde silah depoları ve cephanelikler bulunuyor. Binaların alt kısmında ise: Athena Tapınağı görülüyor.
Bunların altındaki terasta ise: Zeus sunağı yerleştirilmiştir. Dünyadaki en dik ve 10 bin seyirci kapasiteli tiyatro da, burada bulunmaktadır.
En alt bölümde ise: Gymnasium ve Demeter Tapınağı bulunuyor. Kalenin güney yönünde, ovaya çıkılması imkansız olduğundan, buraya ince-uzun yan yana bitişik odalar halinde depolar yapılmıştır.
Bu depoların üst kısımları ahşap, alt kısımları ise taştandır. Burada yapılan kazılarda: andezit taşından yapılmış, değişik büyüklükteki mancınık gülleleri de bulunmuştur.
Evet: Akropolis ören yerine girdikten sonra: gezi planı veya rotası için herhangi bir tabela veya işaret yok. Ama, benim size önerim, sol bölümden doğru yürümeye devam edin ve gezinizi bu şekilde sürdürün.
Tabii buraya çıkarken ve buraya çıktığınızda ilk ilginizi çekecek olan: aşağıda Bergama ilçesinin muhteşem panoramik görüntüsü olacaktır. Çünkü: tepe, tamamen çevrenin muhteşem güzel görüntüsüne hakim konumdadır.
İçeri girdiğimizde: bölgede tam olarak bir restorasyon çalışması yapılmadığı görülüyor. Her yan, antik döneme ait yapı ve mimari taş kalıntılarıyla dolu. Bu taşların üzerinden atlayarak, ilerleyerek, antik kalıntıları görebilirsiniz. Ancak, biraz önce de söylediğim gibi, aşağıda muhteşem bir manzara ziyaretçileri bekliyor.
Sol yönde ilerlediğimizde: ilk olarak karşımıza “Athena Kutsal Alanı” çıkıyor. Uçurum kıyısında, muhteşem bir mimari olarak yapılmış küçük bir yapılaşma var.
ATHENA KUTSAL MAHALLİ
Burası: şehrin tanrıçası “Zafer getiren”, Athena’ya adanmıştır. Şehrin en önemli tapınağının, tanrıça Athena’ya ait olması: İzmir, Milet, Eryhrai, Foça ve Asos bölgelerinde görüldüğü üzere, Batı Anadolu’nun yerleşik bir geleneği olmuştur.
Tapınak, Akropol bölgesinde: 1880-1881 yılları arasında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Tiyatro ve Zeus sunağının hemen üzerindeki terasdadır.
Pergamon şehrinin: bilinen en eski tapınağıdır. MÖ.4’ncü yüzyılda yapılmıştır.
Tapınak: Dor düzeninde, 6 x 10 metre boyutlarında, sütunlu bir yapıdır.
Yapının doğu bölümündeki giriş kapısı ile galeri de, Eumenes II döneminde yaptırılmıştır. Güney galerisi ise: daha sonra, yani MÖ.2’nci yüzyılda yapılmıştır. Kutsal mahallin geniş avlusunda ve galerilerinde: Pergamon krallarının koleksiyonlarına ait sanat eserleri ve Galatlar’a karşı kazanılan zaferleri simgeleyen adak hediyeler bulunurdu.
Kutsal alanda, kitaplık bölümünde, avlunun tam ortasındaki yuvarlak kaide üzerinde ise, büyük ihtimalle, önce 3.5 metre uzunluğundaki Athena heykeli ve takip eden dönemde ise İmparator Augustus’un (MÖ.31-MS.14) tunç bir heykeli bulunmaktaydı. Athena’nın heykeli, o dönemde, Atina şehrinde bulunan heykelinin küçük bir kopyasıydı. (Günümüzde, Alman arkeologlar tarafından çalınan bu heykel de, Berlin Müzesinde sergilenmektedir.)
Bu heykellerin, Roma dönemine ait mermer kopyaları: günümüzde, Vatikan Müzesinde bulunmaktadır. Ayrıca: bu kutsal alanın çevresinde: Bergama kralları I. Attolos ve II. Eumenes’in de heykelleri bulunuyordu.
Evet, günümüzde, bu kutsal alanın yalnızca temelleri görülebilmektedir. Çünkü: Bizans döneminde, yani MÖ.4’ncü yüzyılda, Hıristiyanlığın kabulü ile tapınak temellerine kadar sökülmüş ve taşları, bu terasta yapılan bir kalede kullanılmıştır.
Ayrıca, yörede sonradan yapılan kilisenin duvarları arasında kullanılan antik kalıntılar içindeki bir sütun parçasının üzerinde şu yazı okunmaktadır “Bunu Artemon’un oğlu, senin için dikti, Ey Trion’dan doğan tanrıça”
Evet, yine de tapınağın temellerinden günümüze yalnız birkaç parça kalmıştır. Giriş kapısının parçaları: Alman arkeologlar tarafından çalınarak Berlin Müzesine götürülmüştür. Günümüzde: Berlin Müzesinde, bu kapının birebir benzeri yapılıp sergilenmektedir.
Yapının, batı kanat kısmı, kısmen 1.20 metre yüksekliğe kadar korunmuş durumdadır. Yine: tapınağın sütun ve arşitrav (sütunların taşıdığı krişler) parçaları: günümüzde Berlin Müzesinde sergilenmektedir.
KÜTÜPHANE-KİTAPLIK
Burası: Helenistik dönemin en büyük kütüphanesidir.
Athena kutsal alanının kuzeyinde, yapıya bitişik olarak; Bergama kralı II. Eumenes döneminde (MÖ.197-159) iki nefli olarak inşa edilmiştir. Takip eden dönemlerde ise zenginleştirilerek, döneminde en büyük rakibi olan İskenderiye kütüphanesiyle yarışmıştır.
İskenderiye kütüphanesinde 500 bin eser var iken, burada bulunan tahta raflarda 200 bin eser toplanmış ve bu iki kütüphane arasındaki rekabet, yıllarca sürüp gitmiştir.
Bergama’da yaşayan Romalı yazar Marcus T. Varro’dan öğrenildiğine göre: Bergama kütüphanesinin İskenderiye kütüphanesini geçecek olmasından korkan Mısırlı krallar: Mısırda üretilen ve kitap yazımında kullanılan papirüslerin Mısır dışına gönderilmesini yasaklarlar.
Bunun üzerine, Bergama kralı II. Eumenes: çok sinirlenir ve bilim adamlarını toplayarak, papirüs’ün yerine geçebilecek başka bir şey bulmalarını ister. Sonuçta, çözüm olarak yazıların işlenmesi için kurutulmuş hayvan derisi kullanılmaya başlanır.
Buna da: “Bergama kağıdı” denilir. Bu kelimenin, batı literatüründeki ismi ise “Parşömen” olur. Papirüs, yuvarlanmış kağıt şeklinde olduğundan, her defasında açıp kapatmak sorun oluyordu. Ancak, dünyada ilk kez parşömen sayesinde yaprakları üst-üste koyup, ciltlemek mümkün olabilmişti.
Kitaplık bölümüne: galerinin üst katından giriliyordu. Yapıda: 13.5×15.35 metre boyutlarında, bir okuma odası vardı. Yine burada, yukarıda sözünü ettiğim gibi, önce Athena ve sonra İmparatorun heykellerinin konulduğu bir podyum bulunuyordu.
Yani: kitaplık, el yazması eserlerin yanı sıra, heykelleriyle de bir müze görünümü sunuyordu. Nitekim, MÖ.13. yüzyılda, Bergama, Roma imparatorluğu yönetimine geçtiğinde, Grek kültürünü incelemek isteyen Romalı bilim adamları, aradıkları bilgi ve belgeleri, bu kitaplıkta bulmuşlardır.
Ancak: Romalı Marcus Antonius: MÖ.1. yüzyılda, bu kütüphanede bulunan 200 bin rulo eserin büyük bölümünü, Bergama’dan kaçırır ve Mısır kraliçesi Kleopatra’ya hediye eder.
Bu olaydan sonra, Bergama kütüphanesinde çok az eser kalır. Bunlar: MS.700 yıllarına kadar korunabilmiş se de, daha sonra, Arap orduları komutanı Amr bin el-As tarafından yok edilmişlerdir.
Evet, günümüzde, kitaplığın asıl salonunda, kitapların bağlandığı rafların delikleri görülebilmektedir.
Athena Kutsal Alanının hemen aşağısında: dünyanın en dik antik dönem tiyatrosunu ve diğer bir kısım antik yapı kalıntısını görebilirsiniz. Ancak, en belirgin olanı: antik tiyatrodur. Hatta: Athena kutsal alanının hemen önündeki boşluktan, bu tiyatroya inilebilen yer altına doğru ilerleyen merdivenli bir bölüm var.
Evet: zamanınız varsa, bu tiyatro bölümüne inebilirsiniz. Ama zamanınız yoksa, bu muhteşem tiyatroyu uzaktan izleyebilirsiniz.
TİYATRO
Yapı: Batı Anadolu’nun en dik tiyatrosudur. Akropol’un çok dik batı yamacında, Zeus sunağının yakınında, güneybatıya yönelik olarak: Bergama kralı II. Eumenes döneminde yapılmıştır. Ancak, burada yapılan arkeolojik incelemelerde, bu tiyatro yapılmadan daha önce, burada yine Bergama krallığı dönemine ait bir tiyatro yapısı bulunduğu anlaşılmıştır. Bu eski tiyatronun örgülü destek duvarlarının bir kısım parçası, günümüzde de görülebilmektedir.
Helenistik dönem tiyatrolarının en güzel örneklerinden biridir.
Genellikle: önde uzanan terastan, aşağı tiyatroya girilir. İki yatay yol ile, üç bölüme ayrılan 80 oturma sırası ile, ortalama 10 bin seyirci kapasitelidir.
Oturma sıraları: merdivenler ile kama biçiminde bölümlere ayrılmıştır. Yapının geneli andezit taşından yapılmış olup, yalnızca asillere ayrılan bölüm mermerden yapılmıştır.
Sahne binası: yalnızca oyunlar sırasında, terasın üzerine kurulabilen ahşap bir konstrüksiyondu. Ahşap dikmeler, teras döşemesi üzerindeki, bugün hala gayet iyi görülebilen deliklere geçiriliyordu. Oyun bittikten sonra, sahne yapısı, terasın kuzey ucundaki “Dionysos Tapınağı” nın görünüşünü engellemeyecek şekilde sökülerek çıkarılıyordu.
Bu tapınak, daha sonra İmparator Caracalla’ya adanmıştır. Roma çağında, tiyatro yalnızca toplantılar için kullanılıyordu ve taş bir hatip kürsüsü konulmuştu. Uzun tiyatro terası, her iyi yanda sütunlu galerilere sahipti ve çok katlı alt yapıların üstünde yer alıyordu. Güney uçta: üç geçitli giriş kapısı vardı.
DİONYSOS TAPINAĞI
Tiyatro terasının kuzey ucunda, yüksek bir podyum üzerindedir. Pergamonlular: bu göz alıcı tapınağı, özel bir düşünce ile, 250 metrelik tiyatro terasının kuzeyinde, bütün gezi yerine egemen olacak şekilde yapmışlardır.
Uzun bir yolun bitiş noktasında bulunması ve bütün gözleri üzerinde toplayan bir anıt oluşu nedeniyle, bu eser: Roma sanat anlayışıyla birlikte Avrupa Barok mimarisini etkilemiştir.
Evet, tapınak: MÖ.3. yüzyılda yapılmıştır. Roma imparatoru Caracalla tarafından, sonraki dönemlerde yeniden elden geçirilir. İlk yapılışında andezit taşı kullanılmış olmasıyla birlikte, Roma döneminde bütünüyle mermerle kaplanmıştır. Ayrıca: 25 basamakla çıkılan, İon uslübunda bir eklenti yapıya sonradan ilave edilmiştir.
Tapınak yapısı, günümüze, sunağı ile birlikte, çok iyi korunarak gelmiştir. Buradaki arkeolojik kazılarda bulunan Astlepios başı ile Helenistik dönem ve Roma dönemine ait diğer bir kısım orijinal parçalar; günümüzde; Alman arkeologlar tarafından çalınarak götürüldükleri Berlin Müzesinde sergilenmektedirler.
Aşağıya inmeden tiyatro ve Dionysos Tapınağını uzaktan izledikten sonra: soldan yürümeye devam ediyoruz.
Burada: bölgedeki mimari yapı tarzı konusunda sizleri bilgilendirmek istiyorum.
AKROPOLİS BÖLGESİNDE İNŞAAT-MİMARİ TEKNİKLERİ
Kale tepesinin yamacında, inşaat için düz bir satıh kazanabilmek için teraslara her zaman ihtiyaç duyulmuştur. Helenistik dönemde: tepe tarafındaki hafriyattan çıkanlar: ova tarafındaki destek duvarının arkasına dökülmüştür.
Bu tipte bir inşaat tarzında: genişleme imkanı sınırlı idi. Çünkü: alanın genişlemesi halinde, artan toprak basıncını, destek duvarları ancak kendi ağırlıkları ile karşılayabiliyorlardı. Bu nedenle: tiyatro terası dardır.
Romalı mühendisler, kutsal alanın devasa platformunun inşaatı için, toprak basıncı sorunundan kendilerini kurtarmışlardır. Bu nedenle, yamaçta ana kaya üzerinde, yamaca enine gelecek şekilde, birbirine paralel, kuvvetli destek duvarları inşa ettiler.
Bu duvarların üzerini ise, beşik tonozlar ile kapattılar. Böylelikle: malzemeden tasarruf sağladılar ve konstrüksiyonun daha geniş bir alana yayılması, yalnızca duvar yüksekliği ile sınırlı kalmaktan kurtuldu.
Alt yapının: ovaya bakan tarafındaki son bölümü: 23 metre yükseklikteki blok kesme taştan yapılmış bir duvar oluşturur. Bu duvar: her bir tonozun önünde, bir kemer açıklığını gösteren üst tarafıyla, yalnızca konstrüksiyonu maskeleyen bir kısımdır. Buna karşın: alt tarafında, yatay olarak duvarı ikiye bölen, yuvarlak silme yüksekliğine kadar tonozlar; içte bir geçiş yeri sağlamak amacıyla doldurulmuşlardır.
Geçiş yeri, taşıyıcı beşik tonozları birbirine bağlamaktadır. Tepe tarafına doğru, tonozlar bir bitim duvarı ile veya yamaçta kendiliklerinden kesilirler.
Esas arazinin daha çukur olduğu batı tarafında ise, iki sıra tonoz arka arkaya inşa edilmiştir.
Tonozların başlıca amaçları: toprağın önünde yer alan devasa şenlik meydanını taşımaktır. Bu tonozlar ne depo, ne de sarnıç olarak kullanılmamıştır. Bu, ana kayanın henüz dik yükseldiği yerlerde veya daha eski duvarların bırakıldıkları yerde açıkça görülmektedir.
Evet, yürümeye devam ediyoruz. Bölgede, çok sayıda Japon turist görülüyor ve maalesef yerli ziyaretçi sayısı çok az. Japonlar, çok uzaklardan burayı keşfetmeye geliyorlar.
Ellerinde güneşten korunmak için şemsiyeleri ve diğer ellerinde su şişeleri ve hatta bazılarında, bastonlar yani yürüyebilmek için büyük gayret sarf ediyorlar ama yine de, bu tarih hazinelerini görmeye gelmişler.
Muhteşem bir yapının içinden, sütunların arasından geçiyoruz. Muhteşem bir görüntü. Kutsal alanda gezmeye devam ediyoruz. Hemen solunuzda, yine muhteşem bir uçurum ve aşağıda Bergama ilçesinin muhteşem görüntüsü size eşlik ediyor.
Sütunlu koridor bitince: aşağıda muhteşem görüntünün ziyaretçileri sunulduğu bir avlu bölümü var. Bu duvarı, buraya nasıl yaptıklarına inanmak mümkün değil. Merdivenlerden yukarı çıkın. Burada, Batı Uç Yapısı olarak isimlendirilen, fonksiyonu tam olarak belirlenemeyen bir yapı sizi karşılıyor.
BATI UÇ YAPISI
Roma dönemine ait bu yapı: ilk inşa devresinde, önünde mevcut sur duvarlarını henüz dikkate alıyordu. Sur duvarının güzergahı; taban seviyesinde, kesme taşlar ile vurgulanmıştı.
Batıdaki ek yapıların ilavesiyle, sur duvarları kapanmışlardı. Batı uç yapısının önündeki kalkan duvarında, daha başından beri bir konsrüksiyon hatası vardı. Bu duvar ile eski köşe yeri: iç içe geçirilme suretiyle bağlanmıştı. Çok geçmeden, MS.2. yüzyıl sonlarında, duvar ilk olarak yıkılır.
Yeniden inşası sırasında, batı uç yapısını bölen taşıyıcı duvardan vazgeçilmiştir. Böylelikle, alt katta, üzeri tonozlarla örtülü büyük bir mekan elde edilmiştir. Sıvalı duvarları, kült amaçlı bir kullanım gördüğünü ispatlamaktadır.
Tahminen, MS.3’ncü yüzyılda, bu mekana, kuzey-doğu ve batı duvarları boyunca, podyumlar ilave edilmiştir. Bu sırada, eski dış duvarın bir kısmı kırılarak bir kapı açılmıştır. Bununla birlikte, batı uç yapısı ile bağlanmış olan tonoz yapısı da değiştirilmiştir.
Tonozun içine. üzeri tuğlalar ile örtülmüş, harçtan oluşan, hafif, kendi kendini taşıyan giriş tonozu şeklinde bir ara tavan yapılmıştır. Tavan da, aynen duvarlardaki gibi boyanmıştır. Duvar resmi: çiçekten oluşan şamdan formlarıyla bölgelere ayrılmıştır. Her bir alanın içinde; kırmızı renkli fon üzerinde birer kuş tasviri bulunur.
Batı uç yapısının, tadilat görmüş olan alt katı ve boyanmış olan A ve B tonozları: muhtemelen kült amaçlı toplantı odalarıydı. Yine de kült olarak kullanımı tespit etmeye yarayacak kesin kanıtlar yoktur. Duvar resimlerini koruyabilmek için A tonozu: orijinal yüksekliğinin yarısı bir seviyede beton bir çatı ile örtülmüştür.
Batı uç yapısının ön destek duvarı, orta çağda bir kez daha yıkılmıştır ve Bizans döneminde tamir edilmiştir. Savunma duvarının arkasında döküntüden oluşan dolguda, doğu galeriye kopyası konmuş olan bir heykel çıkartılmıştır. Bizans duvarları sağlamlaştırılmış ve yukarıya çekilmiştir. Bunun yaparken, korkuluk üzerine çıkılmasını engellemek için dıştan eğimli bir biçimde, kesme verilmiştir.
Burayı da gezdikten sonra: Kuzey Galerisi görülüyor. Burada: Helenistik döneme ait odalar bulunuyor.
Son olarak ise: Traianeum-Galeriler bölümü karşımıza çıkıyor.
TRAİANEUM-GALERİLER BÖLÜMÜ
Burası tapınak alanıdır. İlk inşa dönemlerinde: yanlardaki duvarlar ile sınırlandırılmışlardır. Anlaşılan, bunlar Hadrian döneminde, yerlerinden sökülmüşler ve yerlerine, yan galeriler yerleştirilmiştir.
Sütunların başlıkları ve saçakları; daha eski kuzey galerisindekilere benziyordu. Sütun gövdeleri de aynısı idi. Yine de farklı olarak yan galerilerden yekpare sütunları, sonradan kaide kısımları işlenmiş, kasa sütun tamburları üzerine yerleştirilmiştir.
Tahminen taş ocağına yapılan siparişte: kuzey galerisinin ölçüleri muhafaza edilmiş, ama daha sonra sütunlar yerleştirilirken, genel görüntü içinde, daha kısa imişler gibi bir etkinin doğduğu fark edilmiştir. Yine de, gelen sütun gövdelerini kullanabilmek için, bahsi geçen kaidelerden yardım alınmıştır.
Bu durumda, uygun olmayan bir yükseklikte olan yatay derzler, tapınak alanına doğru, önlerine yerleştirilen heykeller sayesinde kapatılmışlardır. Doğu galerisi, kuzey tarafta bir apsis ile bitmektedir.
Evet gezimize devam ettiğimizde, bu kez karşımıza: Traian Tapınağı çıkıyor.
TRAİANUS-TRAJAN TAPINAĞI
Akropol bölgesinde: 1883-1885 yılları arasında yapılan kazılarda: büyük bir yapının kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Bu yapının kalıntıları ve mimari parçaları: çevreye dağılmış olarak bulunmuş ve sonuçta, yapının büyük bir depremde yıkıldığı anlaşılmıştır.
Evet, bu yapı: Athena Tapınağından 9 metre ve Tiyatro terasında ise 55 metre yüksektedir. Doğusundaki kapının önündeki merdivenlerle, kütüphaneye çıkılıyordu. Yapının bulunduğu teras: 68 x 58 metre ölçüleriyle, Akropolis bölgesinin en yüksek yeridir.
Yukarı kalededir. Uzaktan görülebilmesi için tasarlanmıştır. Bu büyük kutsal alan ile aşağı şehri arasında bağlantı bulunuyordu. Geniş inşa sahasının bir bölümü: tepe tarafındaki kayalığın düzleştirilmesiyle elde edilmiştir.
Vadi tarafındaki dik eğimli çukur kısım ise, devasa bir alt yapı ile örtülmüştür. Tapınak sahasının tam ortasında, mermer kaplı, yüksek bir podyum üzerinde yükselir. Çevresinde, serbestçe dolaşım özelliği nedeniyle, yapıda Yunan geleneği görülmektedir.
Evet, tapınak mimarisi hakkında biraz daha söz etmek istiyorum. Tapınağın üç tarafı: yekpare ve yapraklarla bezeli başlıkları olan sütunlarla çevrilidir. Kuzey galerisi ve daha sonra ilave edilen yan galeriler, doğu tarafındaki birleşik alan, ön saha diye tanımlanmaktadır.
Tapınak: Romalılar tarafından tanrılaştırılan İmparator Traianus adına yapılmış olup, inşaata, İmparator Traian döneminde (MS.98-117) başlanılmış ve bilahare İmparator Hadrianus döneminde tamamlanmıştır.
Tapınak alanında, bu imparatorların heykellerine ait parçalar bulunmuş olup, bu nedenle, tapınağın: her iki İmparatorun ve Zeus’un kültüne hizmet ettiği düşünülmektedir.
Hükümdarlara tapınım: doğuda ve Anadolu’da, Helenistik dönemden beri yaygındır. Traianeum, yalnızca Roma imparatorluğunun gücünü bir simgesi değil, aynı zamanda, Roma şehri ve imparatorluk ailesiyle bağları pekiştirmeye yarıyordu.
Burada: yapılan kazılarda bulunan her iki imparatorun mermer heykellerinin başları, yine Alman arkeologlar tarafından çalınarak götürüldükleri Berlin Müzesinde sergilenmektedir.
Tapınak kalıntıları ise, 1976 yılında, Alman Arkeoloji Enstitüsünde görevli Dr. Ö. Rombock ve Dr. K.Nohle tarafından yapılan restorasyon sonucu yenilenmiştir.
Tapınağın ne zaman yıkıldığı tam olarak bilinmiyor. Ortaçağ’da, ova tarafındaki duvar, kalenin Bizans dönemi surlarına dahil edilmiş ve birçok onarım görmüştür.
Ortaçağ’a ait görünüm, bu alanın o dönemde de yerleşim gördüğünü ispatlamaktadır. Mermerden olan mimari elemanlar: 19. yüzyıl sonlarına kadar, büyük ölçüde kireç ocaklarında yakılmıştır. Daha: 1879-1885 yılları arasında, kutsal alanlar, arkeolog Stiller’in yönetimi altında ortaya çıkarılmış ve araştırılmıştır.
Harabe: bundan sonraki yıllarda düzensiz durumda kalmıştır. 1960’lı yılların ortalarında ise, Türk makamları, Alman Arkeoloji Enstitüsüne teklifte bulunarak, bölgedeki arkeolojik araştırmaların devamını sağlamışlardır.
Evet, bölgedeki gezimize devam ediyoruz. Derme çatma ve bol miktarda taşlar-kayalar ve mimari parçalar bulunuyor. Buraya, ayrıca çöp sepeti konulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, özellikle pet su şişeleri bol miktarda yerlere atılmış ve kirlilik yaratmış.
Bölgedeki gezimize devam edebilmek için: buraya ayırdığınız zaman ve yorgunluğunuz ölçüsünde: gezmenizi önereceğim yerler konusunda sizlere kısa bilgiler vereceğim. Sizler, bu bilgiler ve tercihler doğrultusunda arzuladığınız tarihi kalıntıları gezebilirsiniz.
HEREOON
Akropol çıkışındadır. Büyük ana girişe gelmeden önce, solda görülen kalıntıların bulunduğu bölümdür. Pergamon krallarından I. Attalos ve II. Eumenes’e ithaf edilmiştir. Yani, bir anlamda, onları tanrılaştırmak için yapılmıştır.
Bu tür yapılar: Büyük İskender’in ölümünden sonra, Helenistik krallıklarda sık sık kullanılır. Ancak, Pergamon kralları, diğer Helenistik krallarda olduğu gibi yaşantıları sırasında tanrılaştırılmazlar. Yaşantılarında, yalnızca rahiplik ünvanı taşırlar. Ölümlerinden sonra ise, tanrılaştırılırlar. Hereonn’da, işte bu yüzden ölümlerinden sonra tanrılaştırılan krallar için yapılmış bir yapıdır.
SARAYLAR
Akropol’e girilen sur kapısının hemen karşısındadır. Yapı: Pergamon kralı II. Eumenes’e ait saray kalıntısıdır. Sarayın kuzeyinde: büyük bir salon, avlusunda bir sunak ve güneybatısında ise bir çeşme görülür.
Doğusunda ise, büyük bir salona bitişik, bir de kült odası vardır. Bu sarayın, güneybatısında bir su sarnıcı ve batısındaki oda da ise, Hephaistion isimli bir sanatçının imzasını taşıyan bir “mozaik” görülür. Mutfak ve kilerler, saray yapısının güneydoğusundadır.
II. Eumenes’in sarayının hemen bitişiğinde, I.Attolos’un sarayı bulunuyor. Bu iki saraydan sonra ise, II. Attolos ve general Philetaros’un sarayları bulunuyor.
Sarayların hepsinin ortak özellikleri: sütunlarla çevrili avlular ve bunların çevresinde odaların bulunmasıdır. Bunlardaki mozaikler, evet, yine maalesef, Alman arkeologlar tarafından çalınarak götürüldükleri Berlin Müzesinde sergileniyorlar. Yerlerdeki mozaikleri bile söküp götürmüşler.
Evet, saraylar bölümünde, bu saray yapılarını, kışlalar, askeri depolar ve dükkanlar izliyor. Burada yapılan araştırmalarda, aşağı Agora’yı korumak için, değişik ölçülerde 900 andezit taşı gülle bulunmuştur.
AGORALAR
Akropol’ün güneyinde: büyük kapıdan tepeye çıkan yolun üzerinde, kentin iki agorası bulunmaktadır.
Büyük kapının hemen üzerinde olanı: Aşağı Agoradır. Zeus Tapınağının biraz altında olanı ise: Yukarı Agoradır.
Aşağı Agora: Pergamon kralı II. Eumanes tarafından, Akropol’un genişletilmesi sırasında yaptırılmıştır. Agora: Dor üslubunda sütnları olan galerilerle çevrilidir. Bunlardan: kuzeydeki galeri, iki katlı olup, depo ve dükkanlar alt katta kalmıştır.
Agoranın batı ve güney duvarları: toprak baskısından yıkılmış, MÖ.2. yüzyılın başlarında onarılmıştır. Kuzeybatısı, sütun ve kemerlerle desteklenmiştir. Agoranın ortasında bulunan kuyunun suyu: kral Attolos’un sarayındaki sarnıçtan gelir.
Yukarı Agora: Zeus Sunağının bulunduğu terasın 15 metre altında, güney ve kuzeyindeki dor üslubunda sütunlu galerilerle çevrilmiştir. Bunlardan, güneydeki sütunlu galeri, iki katlı olup, alt katından depo olarak yararlanılmıştır.
Agoranın batısındaki küçük tapınak: Dor-İon karışımı bir yapıdır. Yapıldığı tarih kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Pergamon kralı II. Eumanes döneminde yapılarak, Zeus ve Hermes’e adandığı düşünülmektedir. Hermes: tüccarların tanrısıdır.
ZEUS SUNAĞI
İşte, ülkemiz için üzüntü, Almanya için utanç kaynağı olduğunu düşündüğüm bir tarih hazinesi. Her ne kadar “biz götürmesek yok olup
giderdi “ ve “Padişahın izniyle alıp götürdük” deseler de: hiçbir mazeret, bu tarih hazinesi kalıntının, bulunduğu yerden sökülüp götürülmesine veya geri getirilmemiş olmasına sebep teşkil edemez.
Neyse, buyurun bu sunak ile ilgili bilgilere: sunak, günümüzde, Almanya-Berlin Pergamon Müzesinde sergilenmektedir. Tüm mimari parçalar ve kabartmalar, eskisine yakın bir şekilde tamamlanarak sergileniyor. Burada, yani Akropolis antik şehrinde ise, günümüzde yalnızca iki çam ağacının gölgesindeki temel kalıntılarını görebilirsiniz.
Evet, temel kalıntıları: Athena Tapınağına ait terastan: 25 metre aşağıda bulunuyor. Burası, yaklaşık 69 x 77 metre büyüklüğündeydi ve büyük sunak: tam ortada yükseliyordu.
Sunak: Pergamon kralı II. Eumenes’in, Seleukos kralı III Antiochos ve Galatlar’a karşı kazandığı zaferlerin anısına yaptırılmıştır. Aynı zamanda, tanrıların babası Zeus ile Athena’ya adanmıştır.
Sunak: Helenistik dönemde, Pergamon’un en görkemli yapılarından birisidir. Bu yapıya ait bilgiler ise: Romalı Lucius Ampellius tarafından yazılan yazıtlardan öğrenilmiştir.
Evet, sunak bir terasın üzerindeydi. Büyük bir olasılıkla: sunağın dört bir yanı açıktı. Anıt, her yerden görülebiliyordu. Giriş ise, doğudaki ana cadde üzerinden sağlanıyordu. Üzeri kapalı yaya yolu (stao) vardı. Kuzey ve doğu bölümleri: İon üslubunda, mermerden yapılmıştır.
Ölçüleri: 34 x 36 metre ebatlarındadır. Çevresinde: mermer basamaklı merdivenler bulunur. Merdivenlerden sonra ise: 2.30 metre yükseklik ve 12 metre uzunluğunda bir firiz ( tavan krişi ile tavan arasında kalan, üzeri tamamen kabartmalarla süslü bölüm) çepeçevre, tüm podyumu yani kenarları kuşatıyordu.
Bu firizde: mitolojik Yunan tanrıları ile toprak tanrısı Gaia ile uzun saç ve sakalları bulunan, ayaklarının yerinde yılan kuyrukları olan dev Gigantlar’ın mücadelesi tasvir edilmiştir. Mitolojiye göre: tanrı Zeus, kardeşleri Gigantları, yer altı dünyasına ( tantarus) kapatır.
Buna kızan Gigantlar: yeryüzüne çıkarak, mitolojik tanrılara saldırırlar. Bu savaşta, tanrılar Gigantları yenerler. Kazanan tanrılar, simgesel olarak Pergamonluları tasvir etmektedirler. Yenilen devler ise, Pergamon’un düşmanları olan Galatlar’ı simgelemektedir.
Firizdeki, tanrıçaların giysilerine: altın ve tunçtan eklemeler yapılmıştır. Kabartmalarda: Gigantların isimleri, ayrı ayrı yazılmıştır. Bu firizin ve üç yandan sunağı saran duvarların üzerindeki tanrılardan Herakles’in oğlu Telephos’un, Pergamon kentini nasıl kurduğunu anlatan kabartmalar görülmektedir.
Bu kabartmaları yapanlar, Atina ve Pergamon’daki en ünlü sanatçılardır. Kabartmalarda, Helenistik heykel sanatının tüm özellikleri, kıvrılıp bükülen vücutlar ile duygusal yüz ifadeleri mermerlere yansıtılmıştır. “U” şeklindeki sunağın iki ucu arasında, merdivenlerle bir galeriye çıkılıyor.
Bu galeride: İon üslubunda, sütunlardan oluşan çift sıralı bir portik var. Bu portiğin ortasındaki boşlukta ise, Zeus’a adanan armağanların konulduğu, asıl sunak bulunuyor. Sunağın üç tarafını saran alçak duvarlarda, ikinci bir firiz çepeçevre dolaşıyor.
Sunağın üst bölümlerinde, kentuvarlar ( yarı at, yarı insan mitolojik yaratıklar), dört atlı arabalar, atlar ve tanrı heykelleri yapılmıştır. Sunak: açık mavi renkte boyanmıştır.
DEMETER KUTSAL ALANI
Bergama’ya hakim, yaklaşık 100 x 50 metre boyutlarında, dikdörtgen bir teras üzerindedir. MÖ.3’ncü yüzyılda, general Philetarios ve kral II. Eumenes tarafından, üzerindeki yazıtlardan anlaşıldığı üzere, anneleri Boa’nın anısına yaptırılmıştır.
Ancak, küçük giriş kapısının üzerindeki firizde, yer alan bir yazıtta da: çevresindeki stoa’ların ( üstü kapalı yürüyüş yolları) I. Attolos’un karısı Apollanis tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Zaman içinde, tapınak çevresinde yaptırılan düzenlemeler, Pergamon’da yaşayan asil ailelerden Cladius Stianus tarafından yaptırılmıştır.
GYMNASİUM
Bergama’nın en büyük yapılarındandır. Hera kutsal alanının altında, üç ayrı teras üzerinde, MÖ.3. yüzyılın ikinci yarısında yaptırılmıştır. Roma döneminde ise, bazı değişikliklere uğramıştır. Birbirinden farklı yükseklikteki teraslar üzerinde bulunduğundan, merdivenler ile, aşağıya kadar iner.
Yapıda: önce ardezit taşı, sonra da mermer kullanılmıştır. Alt teras yapısı çocuklara, orta teras yapısı gençlere ve yukarı teras yapısı ise yetişkinlere ayrılmıştır. Özellikle: gençlerin beden ve ruh sağlığı yönünden eğitilmesi amacı güdülmüştür.
Bunlardan: aşağı ve orta yapı: Helenistik özellikleri korurken, yukarı teras yapısı Roma döneminde büyük değişiklikler geçirmiştir. Sütunlu bir avlunun içerisindeki yapılardan oluşur. Doğu ve batısındaki bölümler, hamamlar ile sona erer. Batı galerilerinin arkasında, yarım daire şeklinde yıkanma yerleri ve kuzeybatıda: yaklaşık 1000 kişi alabilecek üstü örtülü ve tiyatro görünümlü toplantı salonu bulunmaktadır.
Kuzeydeki geniş salon: Gymnasium bölgesinin ana odası olup, buna eklenen iki oda ile, buranın imparator salonu olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Bu bölüm: diğer bölümlere göre daha iyi korunmuştur. Gynasium’un orta bölümü: Helenistik dönemde yapılmış olup, tonoz örtülü basamaklarla içeri girilir.
Güneydeki kent çeşmesi: kral II. Eumenes tarafında yaptırılmıştır. Aşağı bölümdeki büyük kuleler: Roma dönemi yapılarıdır. Ayrıca, avlunun batısındaki üst bölümde küçük bir de tapınak görülür.
HERA KUTSAL ALANI
Yukarı Gymasium’un kuzeyinde, çevreye hakim iki teras üzerindedir. Kral II. Attolos döneminde yapılarak, Hera’ya adanmıştır. Dor üslubunda, dört sütunludur. Batısında, eksedra, doğusunda ise küçük bir stoa ( üstü kapalı yürüyüş yolu) vardır.
ASKLEPİON
Sağlık ve Hekimlik tanrısı olarak bilinen Asklepios: tanrı Apollon’un oğullarından birisidir. Asklepios’un yeri anlamına gelen “Asklepion” ilk çağlarda, Bergama’da önemli bir sağlık merkezi olarak öne çıkmaktadır.
Kentin güneybatısında, 1 km. uzunluğunda, sütunlu bir cadde ve Romalıların ”Via Tecta” ( Pazar yoülu) ismini verdikleri, üstü örtülü bir tören yolu ile, Bergama şehrine bağlanmaktaydı.
Pausanias’a göre: burada, MÖ.4. yüzyılda, hekimlik tanrısı Asklepios’a adanan, kutsal kaynak suyunun bulunduğu bir tapınak yaptırılmıştır. Kutsal kaynak yanında, burada tedavi gören hastaların soğuk ve sıcak havadan korunmasını sağlamak amacıyla, uzun bir yer altı tüneli yapılmıştır. Bu yer altı tünelinin hemen kuzeyinde, yuvarlak planlı Asklepion Tapınağı bulunur.
Bu tapınak: Roma’daki meşhur Pantheon tapınağı örnek alınarak, MS.150 yılında, Konsül L.C.Rufinus tarafından yaptırılmıştır. Sütunlu bir girişi bulunmaktadır. Tapınağın içinde, dönüşümlü olarak 7 tane niş bulunuyor. Girişin karşısındaki niş’te, tanrı Asklepios’un kült heykeli bulunuyormuş.
Helenistik dönemde: alanı çevreleyen sütunlu galeriler ve çeşitli yapılarla genişletilmiştir. Ancak, MS.2. yüzyılda, buradaki yapılar onarılmış ve ayrıca: 3500 seyirci kapasiteli bir tiyatro ve kütüphane eklenmiştir.
Helenistik dönemde yapılmış olan: Asklepios Soter: Apollon Kaliktenos, Tanrıça Hygeia Tapınakları ile çeşme, Roma döneminde işlevini sürdürmüştür. Bu kutsal alan: Hıristiyanlık dönemine kadar önemini korumuştur.
Dinsel özelliklerinin yanı sıra, aynı zamanda, ünlü tıp merkezlerinden Epidauros ve Kos adasındaki gibi, araştırma ve deneylerini sürdürmüşlerdir. Aynı zamanda da, antik çağın ünlü tıp bilginlerinin yetiştirildiği bir okul olma özelliğini korumuştur.
Asklepion sağlık kültünün: MÖ.5. yüzyılın ortalarında, Bergama’lı Arkhias tarafından buraya getirildiğini, antik çağ tarihçileri ileri sürerler. Söylentiye göre: Arkhias, Pindasos ( Marda dağı) dağında avlanırken, düşerek ayağını kırar.
Epidavros’a gider ve tedavi olur. Bergamalıların hizmetine, kuytu bir vadide, bu tedavi yerini kurar. Nitekim, hekim Galinos “Asklepion’un Mysia dağlarının eteklerinde, temiz havası, suyu olan bir yerde kurulduğunu” yazar. Aristedies’e ise: “Asklepion, yörenin su ve havasının güzelliği kadar, tanrının kendisi tarafından belli edildiğini, oradaki hastalar kurtarıcı tanrının sesini, huzur içinde duyarlar” demiştir.
MS.2. yüzyılın ortalarında, burada 13 yıl kalmış olan, ünlü hatip Aelius Aristides’ten: burada uygulanan tedavi şekilleri ve yöntemlerini öğrenmekteyiz. Burada, genellikle telkin ve fizyoterapinin bugün kullanılan şekilleri uygulanmaktaydı. Kutsal sudan içilmesi, su ve çamur banyoları, açlık, susuzluk kürleri, şifalı otlar, kremlerle yağlanma, başlıca tedavi yöntemleriydi.
Asklepios’un hekimleri: hastalarına, burada çamur banyosu yaptırırlar, bitkilerden elde edilen ilaçları kullanırlardı. Ayrıca, onların spor ve müzikle uğraşmalarını sağlarlardı. Bu arada, rüyalar yorumlanır, telkin yoluyla onların iyileşmeleri sağlanırdı. Gerektiğinde de, ameliyat gibi işlemler de yapılırdı.
Burada sağlıklarına kavuşanlar ayrılırken, Asklepios Tapınağını ziyaret ederler, maddi olanakları doğrultusunda yardım yaparlardı. Ayrıca, iyileşen organlarının küçük birer modelini buraya bırakırlardı. Bu örneklerden pek çoğu, günümüzde, Bergama Müzesinde görülebilir. Evet, bu sefer Berlin Müzesi dememek ne güzel oldu.
Asklepion Kutsal Alanı: üç tarafı sütunlu galerilerle çevrili, dikdörtgen planlıdır. Roma Pazar yolu ile buraya ulaşılır.
ALİONAİ
Bergama ilçe merkezine, 18 km. uzaklıkta, kuzeydoğudadır. Bergama-İvrindi kara yolu üzerindedir. Helenistik çağ sonrasında kurulmuştur. MS.2’nci yüzyılda, büyük gelişmeler gösterir. MS.2. yüzyılda yaşayan Aristides: “Hierol Logoi” yani “Kutsal Sözler” isimli kitabında: Pergamon’a 23-25 km. uzaklıktaki Allionai’de şifa bulduğunu yazmaktadır.
Tıp tarihinin en önemli isimlerinden, ilaç biliminin babası Galenos’da “çok nadir özelliklere sahip şifalı bir suyun Allianoi’de var olduğunu, mutlaka tedavi için denenmesi gerektiğini” vurgulamıştır.
Pergamon ve yakın çevresinde: bu uzaklıkta ve bu ölçülerde başka bir sağlık merkezi bulunmadığından, günümüzde “Paşa Ilıcası” ören yerinde kazılmakta olan yerin “Allionai” olduğuna inanılmaktadır. Bunu yazmanın sebebi: buranın Allionai şehri olarak kabul görmemesidir.
Evet, burası Sağlık Tanrısı Asklepios’un yurdu olarak bilinir. Yıllarca, Hidroterapi (suyla tedavi) merkezi olarak kullanılmıştır. Asklepios antik Yunan mitolojisinde: hasta insanlara şifa dağıtan, hekimliğin ve tıp biliminin tanrısıydı. Apollon, oğlu Asklepios’u yarı at, yarı insan olan Khiron’a emanet eder.
Khiron: ona okuma-yazma ve önemli hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların formüllerini öğretir. Asklepios’un ünü, kısa zamanda yayılır. Hatta: ölüleri bile dirilttiği söylenir. Ancak, tanrıların babası Zeus, buna kızar ve Asklepios’u öldürür. Yunanlılar, Asklepios’un adını yaşatmak için, aynı isimle sağlık merkezleri yaparlar. Alionai’de bunlardan biridir.
Topraklarından 45 derece kükürtlü su çıkan bir şifa merkezidir. Bu özelliğiyle: dünyanın dört merkezinden biridir. Pergamon krallığının sayfiye yeri olan bölge, yıllarca hydroterapi (suyla tedavi) merkezi olarak hizmet verir. Yortanlı Barajının yapım aşamasında, antik değeri anlaşılan bölgede, hızlandırılmış kazı çalışmaları yapılır.
Bu sırada, bölgenin Helenistik dönemde kurulduğu ve en parlak dönemini, Roma imparatoru Hadrian ile yaşadığı bilinir. Bu dönemde, burada büyük bir bayındırlık hareketi yaşanır ve gösterişli bir Asklepion haline dönüştürülür.
Evet, kazılar sayesinde ortaya çıkarılan Alionai, MS.11. yüzyılın ortalarına kadar, Bakırçay havzasının önemli bir sağlık yurdu olarak kullanılmıştır. Burada daha çok hydroterapi uygulandığı yönünde görüşler güçlüdür. Yapılan kazı çalışmalarında, Helenistik çağ mimari buluntularının yanı sıra özellikle MS.2. yüzyıldan kalma, pek çok arkeolojik eser ele geçirilmiştir.
Ayrıca, kazılarda, çok sayıda heykeltıraş eseri, metal eserler, çanak-çömlek, kandiller, kemik objeler ve çok sayıda üzeri işli cam eser, 1500 civarında altın, gümüş ve bronz sikke, en son olarak da MS.2. yüzyıl Roma döneminden kalma, 1.60 metre uzunluğunda, kırılmamış olduğu için büyük önem taşıyan mermer Afrodit heykeli bulunmuştur.
Son olarak: Bergama ören yerinin 18 km. kuzeydoğusunda kalan bu ören yeri, yakın bir gelecekte bölgeye kurulmakta olan barajın suları altında kalacaktır. Çünkü: daha önce, barajda su tutulmasına onay vermeyen “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu” son verdiği bir kararla: “Eserlerin üzerinin kumla kapatılması ve sonrasında barajda su tutulmasına başlanması” yönünde karar vermiştir.
Elektrik ve enerji elbette önemlidir. Ama, unutulmaması gereken tek şey: bölgede, bir şekilde elektrik üretimi sağlanabilir. Ana, yüzyıllardır burada bulunan ve birçok insana şifa vermesiyle tanınan “Alionai” antik şehrinin, bir daha geri getirilemez olmasıdır.