Makedonya Ohri

Makedonya Ohri

Ohrid güzel bir şehir, çünkü Ohrid gölü, buraya bambaşka bir güzellik katmış. Zaten Balkanlar Turunun en güzel yerlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Balkan turu değil, birçok turist, doğrudan buraya gelen uçak seferleriyle doğrudan buraya geliyorlar ve tatil yapıyorlar. İstanbul’dan bir özel havayolu şirketi, doğrudan buraya seferler yapıyor.

Buraya gelirseniz, kalma konusunda birkaç örnek verebilirim. Örnek: Pansiyon, kahvaltı dahil. Günlük kişi başı 12 Euro civarındadır. Ama, burada elbette 5 yıldızlı son derece lüks otellerde var.

Önce şehrin isminden söz etmek istiyorum. Şehrin ismi: Makedonca ve Slav dillerinde Ohrid, Arnavutçada Oher, Osmanlı döneminde ise Ohri’dir.

Ohri şehri hakkında yazılı bilgilerin bir kısmı, 1670 yılında şehri ziyaret eden Evliya Çelebi tarafından verilmiştir.

Ohri gölü kıyısında bir şehirdir.

Büyük bir tarihi mirasa sahip şehir, 1980 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Arkeolojik buluntulara göre: Ohri bölgesi, Avrupa’nın en eski yerleşimlerinden biridir. Ohri gölü, yaklaşık 3 milyon yaşındadır. Ohri şehrinden tarihi süreçte ilk olarak; MÖ 353 yılında, Yunan belgelerinde rastlanır. O zamanlar, Lychnidos yani Işık şehri olarak geçer. Ancak, MS 879 yılında, şehir Ohrid ismini alır. Bu isim “vo hridi” kelimesinden türemiştir. Yani kabaca uçurumun içinde anlamına gelir. Çünkü: şehir, tepenin göl kenarındaki küçük bir alana yerleşmiştir. Bu aslında büyük bir uçurumdur ve göl kıyısında yükselir.

570’li yıllarda, burada büyük bir deprem olur ve burada kurulu Roma şehri yok olur. Hemen karşıda gölün arkasında görülen “Galeta” dağları oluşur, Ohri gölü ikiye bölünür, bu dağların arkasında bir göl daha kalır, günümüzde bu gölün ismi “Prespa” gölüdür.

Şehir:

1385 ile 1912 yılları arasındaki 527 yıllık süreçte Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. Bu yüzden, halen yani günümüzde de Türk örf ve Osmanlı yaşam şekli geçerliliğini sürdürmektedir. Osmanlı etkisi: şehirdeki sivil mimaride, Osmanlı sivil mimarisinin esintilerinin hissedilmesiyle de görülür. Evler, Safranbolu evlerini anımsatır.

Osmanlı döneminde şehirde bulunan 20 camiden, daha sonraki dönemde 10 tanesi kiliseye dönüştürülmüş, yani günümüzde şehirde 10 tane cami ve 1 tekke bulunuyor. Tekke, 1720 yılında Zeynel Abidin Paşa döneminde yapılmıştır.

Günümüzde görülen Ohrid şehrinin büyük bölümü: 7 ile 19’ncu yüzyıllar arasında inşa edilmiştir. Bizans döneminde, şehir, Ortodoks kilisesinin piskoposluk merkezi olarak kullanılmış, St Kliment tarafından yönetilen Slav Üniversitesinin önemli bir kültürel ve ekonomik merkezi olmuştur.

Şehir, Makedonya ülkesinin 8’nci büyük şehridir. Şehirde bir zamanlar, 365 tane şapel varmış. Bu özelliği nedeniyle, Balkanların “Kudüs” ü olarak anılıyormuş. Bu not: ünlü gezgin Evliya Çelebi tarafından tutulmuştur. Ancak günümüzde bu sayı daha küçüktür.

1980’li yıllarda buraya yıllık 200 bin civarında turist gelirken, 2001 yılındaki etnik çatışmalar sonrasında turizm çökmüştür. Ancak geçtiğimiz yıllarda turizm yeniden canlanmıştır. Etnik çatışmalardan söz etmişken: biraz önce söz ettiğim gibi, burası Slavlar ve özellikle Ortodokslar için son derece önemli bir merkezdir. Şehir, Arnavutluk sınırından olması nedeniyle, en sıcak bölgededir.

Ulaşım:

Üsküp-Ohrid arasındaki otobüs yolculuğu yaklaşık 1.5 saat sürer. Ohrid şehrinde demiryolu ulaşımı yoktur. Ancak bu yol çok kötü, özellikle araba kiralayarak balkan turu yapmak isteyenlere bunu hatırlatmakta yarar var. Üsküp-Ohrid arasındaki yol çok virajlı ve dar. Yolculuk sırasında göreceksiniz, bir Çin firması buraya bir otoyol yapıyormuş, söylenenlere göre birkaç yıl içinde bu otoyol bitecekmiş, ama şu an için yol rezalet, dikkatli olmanızı öneririm.

Hava alanı:

Ohri “Aziz Paul Havari” Uluslar arası Havaalanı: şehir merkezine yaklaşık 7 km uzaklıktadır. Çok küçük bir havaalanıdır ve günde sadece birkaç uçuş olur.

Makedonya Ohri

İnci:

Ohrid incisinin özelliği: gökkuşağı renklerini yansıtmasıdır. İnci işi, asırlarca aile sırrı gibi saklanmaktadır. Hatta, Filevi ailesinin bu geleneksel inci yapma metodunu, nesilden nesle 80 yıldır aktardığıdır. İnciler: göldeki bir tür balığın pullarının, toz haline getirilip sonra yeniden şekillendirilmesiyle elde ediliyor. Bu balık türüne “plasica” deniyor.

Bu balık yaklaşık 7-10 kilo ağırlıktadır. Restoranlarda yenmesi için pazarlanan bu balıkların pulları ve kemiği çıkarılıp, inci atölyelerine veriliyor, burada pullar ve kemikleri toz haline getiriliyor ve özel boyalar kullanılarak inci ürünler ve teşbihler yapılıyormuş. Yani, şehirde, bir tür taklit inci (yapay, insan yapımı) çok meşhurdur. Ancak, bunların gerçek inci olmadığını bilmelisiniz.

Evet, şehirde inci işi yapan 3 aile varmış. Bunların dışındaki inci satıcıları al-satçılarmış. Üreticiden almak daha avantajlı diye düşünebilirsiniz. Hatta tur görevlileri, bu üç ailenin satış yerleri dışındaki yerlerde satılan incilerin bijuteri olduğunu iddia ederler.

Yine söylenenlere göre, bu ailelerin Ohri dışında kendi inci üretim tesisleri varmış, bu tesislere yabancı kimseyi sokmazlarmış, hatta, kız çocuklarına dahi, evlendiklerinde, inci yapımının sırlarını başka ailelere taşımamaları için, kız çocuklarına bile bu inci yapım işinin püf noktalarını öğretmezlermiş.

Ancak:

Elbette tur görevlisi tarafından götürüldüğünüz bu inci mağazalarındaki ürünlerin çok pahalı olduğunu göreceksiniz. Bu inci ürünleri fiyatları, 10 Euro’dan başlıyor ve 300-500 Euro’ya kadar çıkıyor. Burada bir şey dikkatimi çekti, yine bu ailelerden birinin inci dükkanına gittiğimizde, dükkanın sahibi bayana, bu incinin kaç yılda kararacağını sordum, bir 10 dakika sonra cevap geldi, kararma süresi, 5 ile 7 yıl kadarmış, tabii bekleme süresi, cevabın inandırıcılığını bitirdi.

Böylece: bu inci dükkanında, sadece birer bardak, ince belli çay içtik ve alışveriş yapmadan ayrıldık. Sizlere de alışveriş yapmanızı önermiyorum. Çünkü: şehirde birçok inci satış yeri-dükkanı göreceksiniz ve inanın bunların fiyatları, bu orijinal olduğu söylenen dükkanlardaki incilerin fiyatlarının üçte biri kadardır.

Hani, denilebilir, iyi de onlar sahte veya orijinal değil. Yani, sonuçta, orijinal diye satılan incilerin de orijinal olduğuna pek inanmıyorum. Bizim gurupta, bazı bayanlar, çok küçük inci objeler, uygun fiyatlarla, değişik dükkanlardan satın aldılar. Yoksa bir bardak çay uğruna, büyük ve saçma sapan paralar vererek, daha uygun fiyata alabileceğiniz inci objeleri, satın almayın. Gezin, ara sokaklardaki inci satıcılarından alabilirsiniz.

Para birimi:

Makedon dinarı kullanılıyor. (MKD) Euro en çok kabul edilen ikinci para birimidir.

1 Amerikan Doları: 55 MKD dir.

Ne yenir-Ne içilir:

Buraya yolunuz düşerse, her öğünde yenen bir tür meze ve garnitür olan “Sopska salatası” deneyin. Bunun içinde: domates, salatalık, soğan, çiğ veya kavrulmuş biber, sirene (beyaz salamura) ve maydanoz vardır. Sos olarak: sirke ve Ayçiçek yağı kullanılıyor.

Ayrıca: süt ürünleri, şaraplar ve rakija denen alkollü içki düşünülebilir. Makedonya’nın ulusal içkisi: “Mastika” ve ulusal yemeği ise “Tavce Gravce” dir. Bu yemek: taze fasulye ile hazırlanır. Geleneksel toprak kaplarda servis edilir.

Çoğu restoranlarda “Ribna Çorba” denen bir tür balık çorbası bulabilirsiniz. Osmanlı döneminden kalan ve bizlere yabancı olmayan “burek” bir tür katmanlı hamur işidir. Et, peynir veya ıspanaklı türleri yapılır. Ama buranın bence en lezzetli yemeği kebap olarak isimlendirilen köftedir. Bir porsiyon isteyin, oldukça fazla köfte var, iki parça pide arasında, ince kıyılmış kuru soğan ve bir adet közlenmiş yeşilbiberle servis yapıyorlar. Oldukça lezzetli ve doyurucudur.

Şehirdeki en ünlü içki türü, bir tür bira olan “Skopsko” dur. 1 şişesi 2 euro. Ayrıca: Kavadarka ve Smederevka denen Makedon şarapları da denenebilir.

Plajlar:

Şehirde, göl kıyısında çeşitli plajlar var. Labino, Ljubanista ve Gorica Hotel plajlarında, insanlar göle giriyorlar, güneşleniyorlar. Ancak, bu plajlar genellikle çok kalabalık oluyor. Yine de göle girmek isterseniz, Ohrid şehri gezisinde yanınızda mayo ve havlu bulundurmayı unutmayın. Şezlong kiralamak mümkündür. Yaz aylarında göl suyunun sıcaklığı kıyıya yakın yerlerde 26 dereceye kadar çıkmaktadır.

Ohrid Yaz Festivali:

Makedonya’nın en büyük ve en önemli müzik ve tiyatro festivalidir. İlk konser, 1961 yılında, olağanüstü akustiği olan Ayasofya kilisesinde yapılmıştır. Festival her yıl 12 Temmuz ile 20 Ağustos tarihleri arasında yapılmaktadır.

Ayrıca, yine şehirde, ana meydanda benim bulunduğum tarihte (Ağustos 2018) İstanbul Büyükçekmece Belediyesi tarafından düzenlenen bir etkinlik vardı. Bu etkinlikte, kurulan sahnede müzik ve hemen yan bölümde kurulan stantlarda ise, çeşitli el sanatı ürünleri satılıyordu. Gündüz başlayan etkinlik, akşam saatlerinde de sürdü, hareketliydi, bence güzel bir düşünce.

Makedonya Ohri
Makedonya Ohri
Makedonya Ohri
Makedonya Ohri

 

OHRİD GÖLÜ:

Ohrid gölü, 1979 yılında, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Çünkü dünya çapında 200 civarında endemik türün bulunduğu su ekosistemi vardır.

Ohrid gölü: güneybatı Makedonya ve doğu Arnavutluk arasındaki dağlık bölgededir.

Avrupa’nın en derin ve eski göllerindendir.

Tektonik bir göldür. Sateska nehri ve Biljana su kaynakları tarafından beslenmektedir. Büyüklüğü yaklaşık 2600 metre karedir. Gölün en uzun yeri: 36 km ve en geniş yeri ise 17 km dir. Ortalama derinlik 155 metredir. En derin yeri ise, 300 metredir. Balkanların en derin gölüdür. Gölün kıyı uzunluğu 88 km dir. Göl, doğu kıyısındaki yer altı kaynaklarından beslenmektedir.

Ayrıca direkt yağışlar ve nehirler de gölü beslemektedir. Hatta, göl suyunun bir bölümü, rakım olarak buradan 150 metre daha yüksekte olan Prespa gölünden gelmektedir. Bu sular: iki göl arasındaki Galiçiça dağında batar ve Aziz Naum kaynaklarına yakın yerde yüzeye çıkar. (Aziz Naum manastırına gittiğinizde bu su kaynaklarını görebilirsiniz.) Güneşli günlerde, gölün 20 metre derinliğine kadar dibi görünmektedir.

Göl kıyısında: Makedonya bölümünde Ohri ve Struga şehirleri, Arnavutluk bölümünde ise Pogradec şehri vardır.

Gölde 17 balık türü bulunuyor. Bunlardan: ticari değeri olan ve en lezzetlileri belvica ve letnica’dır. Ayrıca, Ohrid incisinin yapımında kullanılan plasica türü bir balık da bulunuyor.

Ünlü gezgin Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde, bu gölde, özellikle yılan balığının güzel kokusundan söz etmiştir. Ayrıca, yine başka yerlerde bulunmayan balıkların sadece bu gölde yaşadığını yazar.

Son bir not: gölün başlıca özelliklerinden birisi de her 75-80 günde, kendini sirküle etmesidir. Teorik olarak, göle atılan bir şişenin, 3 ay sonra, Adriyatik denizini geçerek İtalya’nın Bari şehri kıyılarına varması mümkündür. Dolayısıyla göl suları, buz gibi ve içimi mümkün, zaten Balkanlarda nerede olursanız olun muslukların suyu içilebiliyor.

Makedonya Ohri

 

Gölde katamaran (tekne) gezisi:

Son bir not: gölde tekne gezileri yapılıyor. Bence mutlaka deneyin, 45 dakikalık bu tekne gezileri oldukça keyifli, ancak tekneye binmeden önce, yine buralı bir şahıs, tur görevlisinin ısrarı sonucu sizlerin fotoğrafını çekiyor ve tur sırasında resimleri hazırlıyor, siz tekneden indiğinizde ise, bu resimleri size 10 TL karşılığı pazarlıyor, ilginizi çekerse düşünebilirsiniz. Ayrıca, yine en fazla 10 yolcu alan bu teknelerin kaptanları, zaman zaman misafirleri de tekne dümenine geçiriyorlar, ilginç bir gezi oluyor. Tur programında yoksa, bence tekne gezisini ihmal etmeyin.

Makedonya Ohri

GEZİLECEK YERLER:

Şehir meydanında bir havuz var, bu meydana açılan bir de Türk çarşısı var. Bu meydana açılan ana yol: ülkemizin en tanınmış turistik yerlerinden olan Side’ye benzer, sağlı sollu dükkanlar ve aşırı kalabalık.

Makedonya Ohri

Havuzlu meydanın hemen üstünde: bir de ülkemizde oldukça meşhur bir tekstil firmasının büyükçe mağazası görülüyor. Havuzlu meydanda bir de çınar ağacı görülüyor. Yine bu meydanda Ramstor denen büyük bir alışveriş merkezi var, fiyatlar uygun, uğramanızı tavsiye ederim.

Yine havuzlu meydanda, hemen göle doğru birkaç heykel göreceksiniz. Bunlar: günümüzde Rusya’ya kadar yayılan kril alfabesinin kurucuları Aziz Kril ve bunların öğrencisi, kril alfabesinin kullanımını gerçekleştiren iki kardeşin heykelleridir.

Makedonya Ohri

Yine burada bir genç heykeli daha görülüyor. Her yıl Ocak ayında, Ortodoks inancına göre, İsa’nın vaftiz edildiği tarihte, denize bir haç atılıyor ve gençler, bu haçı denizin dibinde çıkarmak için yarışıyorlar. Bu heykeli olan genç, bu haçı birkaç kez denizden çıkarmayı başarmış ve buraya heykeli dikilmiş. Zaten, elinde bir haç tuttuğu görülüyor.

Makedonya Ohri

Evet, Eski şehir merkezinde küçük bir yürüyüş turu yapabilirsiniz.

Burası, özellikle Osmanlı dönemi mimarisi evleriyle ünlüdür. Bu ara sokakta ilerlerken: camlı bölümün altında bir yol taşlarını göreceksiniz. Roma döneminde, burası ipek yolu üzerinde bulunan önemli bir yerleşim yeridir. Bu ticaret yolunun o dönemden kalan birkaç taşı, hemen yolun altında görülebiliyor.

Burada: Ohri kalesinin üç kapısından biri bulunuyor. Kale Bulgar İmparatoru Çar Samur tarafından yapıldığı için aynı isimle tanınmaktadır. Birinci kapıdan sonra, ikinci ve üçüncü kapı, kalenin tepesindedir.

Birinci kapının hemen karşısında, iki tane kilise görülüyor. Bunlar aynı zamanda hastane işlevi görmüşlerdir. 1333-1336 yıllarında, hastalıkların şehre girmesinin önlenmesi için, şehre gelen yabancılar 21 gün süreyle bu kiliselerde, karantina da tutuluyorlarmış, hastalık belirtisi göstermezlerse şehre sokuluyorlarmış.

Devam ediyoruz, ancak bu eski şehirdeki kale yolu trafiği oldukça yoğun, gezerken sıkça gelen arabalara dikkat etmenizi öneririm.

Televizyonlarda bir dönem dizi olarak gösterilen “Elveda Rumeli” dizininin bir bölümü, buradaki evlerde çekilmiştir. Bu diziyi hatırlayanlar için; Kaymakam’ın evi burada görülmektedir.

Şehrin eski bölümünde gezerken, hemen yanda, göl kıyısında güneşlenen ve göle girenleri, yüzenleri görebilirsiniz.

Bu yürüyüşte, sağ yanınızda kalacak Gutenberg kağıt yapım atölyesini mutlaka görün. Hatta, oradan duvarınıza asmak için küçük çerçeveli baskılardan satın alabilirsiniz.

Daha sonra yola devam ettiğinizde, solda Ayasofya kilisesi görülüyor.

Ali Paşa Camisi:

Çarşı içinde, ünlü çınar ağacı yanındadır. Bu çınar ağacı: yaklaşık 800-900 yaşındadır. Ağaç gövdesinin uzunluğu 20 metredir. Geçmiş dönemlerde, ağacın içindeki boşlukta, kahve dükkanı ve berber bulunduğu söylenmektedir. Anlaşılan Osmanlı hakimiyet kurduğu her yerde olduğu gibi burada da çınar ağacı dikmiş.

Çok sayıda dükkan arasında kalmıştır. 1573 yılında Süleyman Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1823 yılında ise, Belgrad veziri Ali Paşa tarafından onarılmıştır ve ismi “Ali Paşa Camisi” olmuştur. Maalesef caminin minaresi, 20’nci yüzyılda, yıktırılmıştır. Dışarıdan bakıldığında sadece kubbesi görülmektedir. Ancak öğrendiğime göre, ülkemizdeki büyük bir firma tarafından, camiye yeni bir minare yaptırılmaktadır ve Eylül 2018 ayı sonunda açılacaktır.

Saat kulesi:

1726 yılında İşkodralı Süleyman Ağa tarafından yaptırılmıştır. 1912 yılına kadar işlevini sürdürmüştür. Şehre bakan yüzünde, kadranlı saat görülür.

Makedonya Ohri
Makedonya Ohri

Gutenberg-El yapımı kağıt atölyesi:

Çar Samoli ulusal müzesi yakınındadır. Burada bir genç bayan bulunuyor ve guruplara kağıt yapımını göstererek anlatıyor.

Burada geleneksel usüllerle, odun hamurundan kağıt yapılıyor. Buradaki kağıt yapım tekniği, MÖ 2’nci yüzyılda Çin’de kullanılan teknikle aynıdır. Şehir yakınlarındaki St Naum Manastırında da 16’ncı yüzyılda, yine aynı teknikle kağıt üretiliyormuş. Evet: kağıt yapımında tahta ve su kullanılıyor.

Tahtanın kabukları çıkarılıyor, 3.5 ile 4 hafta kadar su bekletildikten sonra belli bir kıvama geliyor, ayrışma oluyor ve herhangi bir kimyasal etki olmadan oluşan sıvı, kullanılan tahtanın yani ahşabın rengine göre kağıt üretiminde kullanılıyor. Bazen renk kazandırmak için, çeşitli çiçekler kullanılıyor.

Bu özel sıvı, kağıt kalıbında suyu süzülüyor, daha sonra elde edilen ham kağıtlar arasına katlar halinde pamuklar konuluyor, böylece suyu emdiriliyor, sonra kağıtlar presleniyor, havaya bağlı olarak 2 veya 3 gün içinde kullanılır kağıt haline geliyor. Ürün tam düz değilse yeniden presleniyor ve tam düz olması bekleniyor.

Burada göreceğiniz her şey yani satışa sunulan ürünler, bu metotla üretilen kağıtlar üzerine baskı metoduyla yapılmıştır. Burada bir de matbaanın mucidi Gutenberg tarafından kullanılan baskı makinasının, dünyada 3 tane bulunan bire bir örneklerinden bir tanesi bulunuyor. Burada baskı makinasıyla birlikte kalıplar vardır. Baskı kalıpları üzerine mürekkep konularak baskılar yapılıyor. Evet, bu teknikle üretilen kağıtlara yapılan çizimler yani orijinal minik tablolar ilginizi çekebilir, satın alabilirsiniz.

Makedonya Ohri
Makedonya Ohri
Makedonya Ohri

        

Ayasofya Kilisesi:

Şehrin eski şehir bölümündedir.

Evet, buraya ulaştığınızda, girişte hemen bir solda sütun göreceksiniz, büyük bölümü yerin altında bulunan bu sütun, bir zamanlar burada bulunan Roma şehrinin Roma banyosuna ait bir sütun imiş. Bu sütünün üstünde küçük bir boşluk var ve ziyaretçiler, buraya para atıyorlar, eğer attığınız para sütunun üstündeki boşluğa düşerse, dileğiniz tutacak diye inanılıyor, tabii atılan paraların büyük çoğunluğu sütunun üstündeki bu boşluğa değil, yerlere düşmüş görülüyor.

Burası: Makedonya ülkesinin en önemli anıtlarından birisi olan bu dini yapı: ortaçağdan kalma konut mimarisini yansıtmaktadır.

Ohri Başpiskoposluğunun katedral kilisesinin yapımı, ilk olarak 9’ncu yüzyıla dayanmaktadır. Günümüzde görülen kilise: 1035-1056 yılları arasında inşa edilmiştir. Kuleler ve açık ön cephe, 1317 yılında yapılmıştır. Yapı, İstanbul Ayasofya kilisesinin aynısıdır. Kapalı pencerelerle karanlıkta açılan giriş, daha sonra aydınlığa yani doğuya doğru gider.

Ancak,

Osmanlı döneminde camiye çevrilmiş ve 520-540 sene boyunca “Fetih camisi” diye anılmıştır. Bugün yapının üstünde bir haç görülüyor, o haçın yanında cami döneminde bir de minare varmış. Ancak Osmanlı hakimiyetinin bitmesiyle o minare yıkılmış.

Evet, Osmanlı döneminde, buraya yan sundurma eklenmiştir. İç mekan korunmuştur. Böylece, 11’nci yüzyılda yapılan freskler günümüze kadar gelmiştir. Bunlar önemli bir koleksiyon oluşturur.

Ana sunakta: eski Ahitten sahneler ve Meryem Ana’ya doğru uzanan melekler tasviri vardır. Yapı: günümüzde çeşitli kültürel performanslar yani konserler için kullanılıyor. Ayrıca, Makedon parasının üzerinde (1000 banknot) kiliseden bir detay tasvir edilmiştir.

Bu arada:

kilisenin ismi olan “Ayasofya” dan söz etmek istiyorum. Aya: kutsal, Sofya ise “bilgelik” demektir. Hıristiyan inancında bir kiliseye Ayasofya isminin verilebilmesi için, o şehirde 364 tane yani her gün için bir kilise olması gerekir ki 365’nci kilise, Ayasofya olsun. Osmanlının bölgedeki hakimiyetinin bitmesiyle, Hıristiyanlar inadına veya inancına uygun olarak her güne bir kilise yaptırırlar. Bu yüzden, burası Hıristiyan aleminde “Kudüs” olarak tanınır.

Kilisenin içini gezmek isterseniz, giriş ücretlidir, 2 Euro ödemeniz gerekiyor. Kilise halen müze olarak kullanılıyor. Ama girmenizi önermem, pencereler gayet uygun içeriye bakın, bir özellik yok, bir süre önce, ülkemiz adına ünlü bir müzisyen Fazıl Say, burada piyano resitali vermiş. Yani, burası günümüzde konserler gibi çeşitli etkinlikler için kullanılıyormuş.

Robevi Evi:

Robeviler, Ohridli bir tüccar ailedir.

İlk Robevi evi, 15 Nisan 1827 yılında tamamlanmış, mermerden yapılmış taş levha üzerindeki yazıda da görüldüğü üzere, geleneksel bir Osmanlı Türk mimarisini yansıtıyordu. Ancak Robevi ailesinin 35 yıl yaşadığı bu ev, 1861 yılında yakılmıştır.

Günümüzde görülen ev ise, 1863-1864 yılları arasında Todor Petkov tarafından yeniden inşa edilmiştir. Bir kültür anıtı olarak koruma altına alınmıştır. Ev iki bölüme ayrılmıştır. Aile 1900 yılında Bitola şehrine taşınmalarına rağmen, bu evi yazlık olarak kullanmayı sürdürmüştür.

Balkan savaşları sırasında, 1913-1919 yılları arasında ev, Sırp askerlere ev sahipliği yapmış ve bu dönemde bazı hasarlar olmuştur, hatta bazı süslemeler Niş şehrine kaçırılmıştır. Yapının son restorasyonu, 1990 yılında yapılmıştır. Evin zemin bölümünde, bazı antik objeler sergileniyor. Özellikle MÖ 2’nci yüzyıla ait olduğu söylenen Tanrıça İsis gövdesi ilgi çekiyor.

OHRİD YAKINLARINDA GEZİLECEK YERLER:

Makedonya Ohri

ST NAUM MANASTIRI:

Burayı gezmek için 1.5 saat zaman ayırın, bunun yaklaşık 30 dakikası sandal turu ile geçiyor.

Ohrid şehrinin ana limanından, her gün St Naum manastırına tekne turları düzenleniyor. Karayolu ile de ulaşım mümkündür. Ohrid şehrine 29 km uzaklıktadır. Ancak, bu yol biraz sıkıntılı, dar ve virajlı bir yoldur. Kara yolu ile ulaşım 30-35 dakika sürüyor. İşin  daha da ilginç olanı, buradan çıktıktan 3 dakika sonra Arnavutluk ülkesinin bulunmasıdır.

Buraya otobüsle ulaştıktan sonra: büyükçe bir kapıdan içeri giriyorsunuz, hemen solda bazı dükkanlar ve sağda Ohrid gölü görülüyor.

Yaklaşık 200 metre yürüdükten sonra sağ yanda tuvalet var. Gayet güzel ve temiz bir tuvalet, 20 dinar para atılarak giriliyor.

Yine biraz ileride, sol yanda, göl kıyısında, bir kafeterya var, kafeteryanın bitiminde, kıyıda ağaçların altında sandalcılar var, sola doğru hafif bir rampadan çıkarak manastırın bulunduğu bölüme ulaşılıyor.

Burada:

bir kapı var, kapının üstünde, manastırın bölümü otel olarak düzenlenmiş, ön bölümde ise otelin restoranı bulunuyor.

Makedonya Ohri
Makedonya Ohri
Makedonya Ohri

 

Kapıdan girince, hemen sağda Aziz Naum un gömülü bulunduğu mezar odası ve solda ise manastır bulunuyor. Aziz Naum’un Manastırı: Slav dünyasının çok önem verdiği yerlerden biridir. Kutsal mekan olarak, bu bölge, tarih öncesi çağlardan beri önem kazanmaktadır. (Buraya gelirken, hemen sağda, tarih öncesi çağlara ait bir yerleşimin izleri bulunmaktadır.)  Bu yüzden, günümüzde ise, özellikle komşu ülkeler Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Rusya’da ziyaretçiler çekiyor.

Makedonya Ohri

Manastır: Kiril alfabesini formüle eden St Naum’a aittir. Kendisi de burada gömülüdür. Aziz Naum: kril alfabesini bir metoda dönüştüren ve Ruslara bile kabul ettiren bir kişi olarak tanınıyor ve kendisi Güneyli Slavlar için o kadar kutsal sayılıyor ki, adına kentler kurulmuş, Ohri şehrinin koruyucusu aziz olarak kabul edilmiştir.

Manastır:

harika, antik duvarlı bir kale gibi görünüyor. 910 yılında St Naum tarafından kurulmuştur. Ancak günümüzde görülen kilise, 16’ncı yüzyıl yapımıdır. Orijinal kiliseden, sadece St Naum mezarı ve yan şapel günümüze ulaşmıştır. Manastır, halen dini işlevini sürdürmektedir.

Makedonya Ohri

Ortadaki kilisenin içinde bir mezar odası var. Ancak buraya girmek için 2 euro ücret ödemek gerekiyor. Kapıda bir papaz var, 2 euro verdiğinizde biletinizi veriyor ve içeriye girebiliyorsunuz.

Şapel’de: orijinal freskler 1806 yılı yapımıdır. Bunlar: St Naum’un yaşamı ve mucizelerini gösterir. Kilisenin ilk odasında: St Cyril ve yan şapel freskleri ve St Klement ve St Naum öğrencileri bulunuyor.

16’ncı yüzyıldan bu yana, burada bir Rum okulu varmış. Bu okulun yurtlarının bir kısmı, günümüzde otel olarak kullanılıyor.

Manastırın hemen yanında ise, muhteşem göl manzarası izlenen bir teras var, burayı zaten hemen göreceksiniz, fotoğraf çektirmeyi unutmayın.

Makedonya Ohri

Bu arada,

ortalıkta ve hatta çatılarda dolaşan nadir bir albino türü olan tavus kuşlarını göreceksiniz, söylenenlere göre bunlar uzun yıllardır burada yaşamaktadır ve kutsal olarak kabul edilmektedirler.

Birde hemen seyir terasının önünde, ayazma suyu var. Kilise ve su, altar ve sunak ve su diyalektiği birliktedir. Her altarın, her sunağın yanında bir su kaynağı vardır. Çünkü: insanlık tarihinin en eski ritüeli, tanrılara kurban adamaktır. Kurban adamanın sembolik göstergesi, kurbanın kanının akmasıdır. Kan altara, yani sunağa akıtılır. Dolayısıyla altarın çok basit şekilde yıkanması, temizlenmesi gerekir. Sunağın yanındaki su, bu yüzden tesadüf değildir, altarın yıkanması için kullanılır.

Manastırın hemen önünde hoş bir kumsal var. İnsanlar burada göle giriyorlar.

Makedonya Ohri
Makedonya Ohri
Makedonya Ohri
Makedonya Ohri

 

Su kaynakları sandal gezisi:

Manastırın hemen arkasında, küçük bir göl bölümü var. Burada, Ohri gölünü besleyen su kaynakları görülüyor. Bu kaynaklardan kaynayan sular, Ohri gölüne akıyor.

Burada, kıyıdan kürek çekilerek yürütülen 8 kişilik sandallara binerek (kişi başı 3.5 veya 2.5 istiyorlar, normal fiyat 2.5 Eurodur veya kişi başı 150 dinar verebilirsiniz.) su kaynakları gezilebilir. Kesinlikle bu geziyi yapın, muhteşem güzellikler göreceksiniz, suyun derinliği yer yer birkaç metre ve o kadar temiz ki, sandalı kullanan sandalcılar, sürahiyle gölden su alıp misafirlere içmeleri için ikram ediyorlar.

Hemen yan taraf ise muhteşem yeşillik, yani burayı tanımlamak gerekirse, cennet denilebilir. Burada kaynayan sular, manastırın hemen girişinde, bir nehir gibi göle akıyor.

Bu su kaynakları oldukça güzel, mutlaka sandalla gezin.

Ancak yine burada başımıza gelen bir olaydan söz etmek istiyorum. Tur görevlisi, hemen kıyıda, sol yanda bir sandalcıyla anlaştığını kişi başına 2.5 Euro ya gezi yapılacağını söyler, manastır gezisinden sonra su kaynaklarını da gezmemizi ister. Yalnız, burada birkaç sandalcı var, turdan bazı kişiler, diğer sandalcılarla konuşmaya giderler.

Çünkü, niye 2.5 Euro, diğerlerinden 2 Euro ücret karşılığı bunu yapacaklar elbette olacaklardır, çünkü hepsi boş beklemektedir. Bunu gören, tur görevlisinin anlaştığını söylediği sandalcı, guruba gerek el hareketi ve gerekse sözlü küfürler eder, inanın turdaki bazı kişileri sakinleştirmek bayağı zor oldu.

Sonuç olarak: kafeteryanın içindeki sandalcıları tercih edin, aynı fiyata yani 2.5 Euro’ya gezdiriyorlar, ama daha terbiyeliler ve kafeterya da hem internet var, hem de ücretsiz tuvalet var. Ama bu su kaynakları sandal gezisini mutlaka yapın, gerçekten bu dünyada cenneti göreceksiniz.

Bosna Hersek Potiçel köyü

Bosna Hersek Potiçel köyü

Burası: Bosna’da Mostar şehrinin 20 km güneyinde, Dubrovnik şehrinin 100 km kuzeyinde yol kıyısında kurulu bir Osmanlı köyüdür. Köy, 2007 tarihinde UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Dağın yamacında kat kat kurulmuştur. Köyde şu an çok az kişi yaşıyor. Çünkü savaştan sonra burada yaşayanların çoğu Mostar şehrine göç etmişler.

Köyde: saat kulesi, cami, hamam, medrese ve çeşitli konaklar bulunuyor. Bunların tümü, tipik Osmanlı mimarisinin günümüze kadar kalabilmiş nadir örnekleridir.

Bosna Hersek Potiçel köyü

Köyün tepesinde bir kale vardır. Bu kalenin burcunda ise bir kule görülüyor. Bu kuleye kadar çıkmayı göze alabilirseniz (parke taş döşeli bayağı dik bir yokuş var) Neretva ırmağı ve çevrenin muhteşem manzarasını izleyebilirsiniz.

Potiçel köyü
Potiçel köyü

 

Köyün hemen girişinde Adem in kafesi denen bir yer var, buranın tuvaletini kullanabilir, çay veya kahve içebilirsiniz. Ayrıca, hemen köyün girişinde hediyelik eşya satan yerler var. Köyün girişinde ellerinde incir, badem, karadut satanları da görebilirsiniz.

Bosna Hersek Mostar

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

George Bernard Shaw; 1929 yılında Dubrovnik şehrini ziyaret ettiğinde, şu ünlü sözleri söylemiştir “Yeryüzünde cenneti görmek istiyorsanız, Dubrovnik’e gelmelisiniz”

İngiliz dergisi Marie Claire, Dubrovnik şehrini 2011 yılında, dünyanın en iyi 20 tatil beldesinden biri olarak seçti. New York Times: 2012 yılında dünyanın en iyi turistik yerleri listesinde, Dubrovnik 36’ncı sırada yer buldu.

Dünya Turizm Örgütüne göre, 2011 yılında 9.9 milyon yabancı turist ile, Hırvatistan, Akdeniz’in en çok ziyaret edilen 6’ncı turizm bölgesi oldu.

Şehir, 1979 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Hırvatistan Avrupa Birliği üyesi olduğu için, Balkanlar Turunda, diğer birçok sınır geçişinin aksine, buraya girişte, sınırda en az 2 saat beklemeyi göze almalısınız. Polis, diğer sınırlardan farklı olarak otobüse biniyor ve tek tek resimlere bakarak pasaportları topluyor.

Şehri tanıtmaya başlamadan önce, yine belirtmek isterim ki, bu şehir çok pahalıdır. Ana cadde üzerindeki kafeler çok pahalıdır, ara sokaklardaki kafeler ise daha az pahalıdır. Ortak özellikleri pahalı olmalarıdır. Restoran ve kafelerde, hatta dondurma alırken bile, önce Euro alır mısınız diye mutlaka sorun. Almıyorsa kredi kartı kabul eder misin diye sorun, onu da almıyorsa başka yere gidin.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

GENEL

Dubrovnik, Hırvatistan ülkesinin Adriyatik denizi kıyısında, Ortaçağdan kalma tarihi eserleri bulunan bir turizm merkezidir. Ancak bu tarihi eserlerin büyük çoğunluğu, iç savaş sırasında zarar görmüştür. Halbuki şehir askerden arındırılmıştı. Yine de Sırp ve Karadağ askeri güçleri tarafından kuşatılan şehir, 7 ay süresince, ağır şekilde yıkıma tabi tutulmuştur.

UNESCO tarafından yapılan çalışmalar sonucu, bu eserlerin bir kısmı, 2005 yılında sonra restore edilmiştir. Yani, şehir 1979 yılından bu yana, tümüyle UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Şehrin korucuyu azizi Sveti Vlaho (Saint Blaise) dur. Şehrin birçok yerinde, bu şahsın heykellerini göreceksiniz. Her yıl, 3 Şubat tarihinde, şehrin koruyucu azizi anılır ve geçit törenleriyle kutlamalar yapılır.

Şehir son derece romantik bir ambiyansa sahiptir. Özellikle balayı çiftleri burayı tercih ederler. Elit bir turizm modeli oluşturulmuştur. Çevrede; teknelerin ziyaret edebildiği son derece büyük bir limana sahiptir. Turistlerin büyük bölümü, şehrin yeni bölümünü hiç görmezler.

Şehir çepeçevre kale surlarıyla çevrili olduğu için, ana cadde ve yan paralel caddeler olmasına rağmen, her taraf surlarla kaplıdır. Bütün yollar yine ana caddeye, dolayısıyla ana artere varır. Yani, eski şehirde gezerken kaybolma riski yoktur.

ULAŞIM

Dubrovnik hava alanı şehir merkezine 20 km uzaklıktadır. Hava alanının sadece küçük bir pisti var. Yaz aylarında buraya birçok charter uçağı uçtuğu için, genellikle hava alanı uçaklarla doludur. Kötü hava koşullarında ise, uçaklar buraya değil Split hava alanına iniyorlar.

Hava alanı ile şehir merkezi arasındaki ulaşım otobüslerle sağlanıyor. Şehir içinde, Gruz otobüs durağından, hava alanına otobüsler kalkıyor. Demiryolu bağlantısına gelince: şehrin Mostar ve Saraybosna ile arasında, bir demiryolu bağlantısı vardır.

Karayolu bağlantıları ise: şehrin Zagrep ve Vrgoraç ile karayolu bağlantısı vardır. Dubrovnik şehrinde otobüsten indiğinizde, evini size hostel olarak kiralamak isteyen kişileri görürseniz şaşırmayın. Zaten şehir içinde gezerken de, birçok bina üzerinde “Sobe” kelimesinin yazılı olduğunu göreceksiniz.

Bu kelimenin anlamı “kiralık oda” dır. Dubrovnik-Zagrep arasındaki uzaklık 11 saat ve Dubrovnik-Korluca arasındaki uzaklık ise 3 saattir. Mostar-Dubrovnik arasındaki uzaklık 3 saattir. Dubrovnik-Sarajevo arasındaki uzaklık 5 saattir.

PARA BİRİMİ

Hırvat para birimi: Kuna dır. Kuna: gelincik denen hayvanın ismidir. Kuna kürkü, ortaçağ döneminde parasal bir varlıktı ve 13’ncü yüzyılda kuna figürü, para üzerinde görülmeye başlandı.

Hırvatlar, öteden beri kuna denen gelincik hayvanına severler, özellikle kuyruğu son derece estetiktir. Hırvatlar, geleneksel olarak, gelincik kuyruğundan: ceket, yelek, şapka vs gibi şeyler yaparlar. Yani, kuna, çok eski dönemlerden beri ticari bir emtiadır.

Bir zamanlar, kuna kürkü takasta da kullanılmıştır. 1 Euro: 7 kuna değerindedir.

Dubrovnik şehrinde esnaf her yerde Euro kabul etmeyebiliyor. Ama birçok yerde döviz bürosu vardır.

TARİHİ

Tarihi süreç içinde, burada bir şehir devleti bulunduğu ve adının “Ragusa Cumhuriyeti” olduğu biliniyor. Bu şehir devleti, Venedik devletinin bir rakibi olarak, denizcilikle uğraşıyordu.

Osmanlı döneminde, Sultan I. Murat tarafından, 1365 yılında bu şehir devletine ayrıcalık tanınmış, bu küçük şehir devleti, Osmanlı himayesine alınmıştır. Osmanlı amirali Uluç Ali Reis: bölgede Kotor şehrini alamaz, ama Dubrovnik şehrini ele geçirir.

Ancak Dubrovnikliler, zengin tüccarlar Osmanlıya tazminat altın vererek özgür statülerini sürdürürler. Daha doğrusu, altın karşılığı, Osmanlı, Dubrovnik şehrinin hamisi yani koruyucusu olur. Ama yüklü vergi ödeyerek içişlerinde bağımsız olurlar.

1808 yılına gelindiğinde ise, Fransız ordusu, Napolyon önderliğinde yöreyi ele geçirir ve Ragusa devletine son verir. Şehir Fransa’ya bağlanır ve 1815 yılında ise, Viyana kongresi sonrası Avusturya’ya bırakılır. Böylece, şehirde 444 yıl süren Osmanlı egemenliği sona erer.

Tarihi süreçte genel değerlendirme

Dubrovnik, Ortaçağın en ünlü liman şehirlerinden bir tanesidir. Ticaret yapan bir şehirdir. Avrupa’nın sayılı 12-13 tane serbest ticaret yapan şehrinden bir tanesidir. Ama Dubrovnik şehrinin bu kadar zengin olmasının başlıca sebebi: erken zamanda, burada simyacılığın çok gelişmiş olmasıdır. Buna bağlı olarak, şehir dünyanın en eski eczacılık okuluna sahiptir.

Nitekim şehirde eczacılık müzesi vardır. Bitkilerden elde edilen şifalı yağlar, şifalı esanslar, sadece sağlık değil ta ortaçağdan bu yana kozmetik ürünü olarak da kullanılmaktadır. Bu tür ürünlerin yapılışını biliyor olmalarından dolayı çok nemalanmışlar ve büyük kazançlar elde etmişlerdir.

Osmanlı dönemi

Şehir, 16’ncı yüzyılda Osmanlı tarafından ele geçirilir. Osmanlı tarafından, kendi içişlerinde bağımsız ancak bir Osmanlı paşası gözetiminde idare edilen, içişlerine karışılmayan, yılsonunda yapılan hesaplaşma sonucu gerekli vergiyi ödeyen bir statüye sahip olur.

Dubrovnik’liler, Osmanlı hamiliğini son derece etkili olarak kullanırlar. Şehirdeki tüccarlar, her yıl Osmanlıyla yıl sonu hesaplaşmasına giderler ve her seferinde hünerlerine bağlı olarak Osmanlıyı kandırırlar, işlerin kötü gittiğini ileri sürerler, 3-5 puan aşağıya anlaşırlar ve şehre geri dönerler, gizli gizli bu durumu kutlarlar.

Evliya Çelebi

Evliya Çelebi tarafından şehir ziyaret edilmiş ve Seyahatname isimli eserde, şehirle ilgili notlarını yazmıştır. Dubrovnik gezisinde Evliya Çelebi’nin başına garip bir şey gelir. Şöyle ki, her liman kenti veya bir limanı olan veya gemiyle yabancıların geldiği şehirde karantina önlemleri (veba salgınından sonra korunmak için) alınmaktadır.

Tıp Dünyasında, hastalıkları oluşturan mikropların kuluçka süresinin 40 gün olmasından dolayı, bu süreye karantina denir. Karantina, İtalyanca “40” demektir. Dolayısıyla, potansiyel hastalık sahibi olabilecek insanlar, 40 gün boyunca karantina olarak ayrılmış yerlerden çıkıp şehre giremezler.

Evliya Çelebi, 23’ncü günden sonra der ki “Bana 40 gün çok gelir” sıkılır ve karantinadan çıkıp doğrudan gemiye biner ve şehre girmeden buradan ayrılır. Bu yüzden, ne yazık ki, Seyahatnamede Dubrovnik şehrinin 16-17’nci yüzyıl izlenimleri yoktur.

Yakın tarih-İç savaş

Dubrovnik şehrini gezmek isteyenler, öncelikle bu şehrin yakın geçmişte yaşadığı iç savaş sırasındaki yıkımı bilmeleri gerekir. Öyle ki, Karadağ topçusu bu şehre hedef gözeterek 500’den fazla top atışı yapmışlardır.

Günlerce hatırı sayılır tarihi binalar tek tek yıkılmıştır. Ancak şehrin yerle bir olmasının en büyük sebebi Karadağlılardır ve soykırım suçuna karışan Karadağlı generaller, halen cezaevinde yatmaktadırlar.

1991 yılından sonra, yani iç savaş bittiğinde ise, şehir yeniden imara girmiş, hiçbir şekilde özünden sapmadan, yeni unsur ilave edilmeden şehir tekrar ayağa kaldırılmıştır. Hatta, şehir girişinde bir harita bulunuyor.

Bu haritada: 1991 yılında bağımsızlık ilanından sonra direkt olarak kurulan sokaklar yuvarlak işaretle gösterilmiş, atılan bombaların parçalanması sonucu zarar gören sokaklar ise üçgen işaretle gösterilmiştir, ayrıca direkt yanan binalar görülür ve bunu gördüğünüzde gerçekten olayın korkunçluğu ortaya çıkıyor.

İKLİM

Dubrovnik şehrinin en güzel yanı iklimidir. Burada, tipik Akdeniz iklimi hakimdir. Buna bağlı olarak yazları sıcak ve kurak, kışlar ise ılık ve yağışlı geçer. Ekim ve Nisan ayları arasında, sahilde güneşlenmek mümkündür. Ancak yağmur sık ve her mevsimde yağar. Temmuz ve Ağustos aylarında hava sıcaklık ortalaması 29 derece civarındadır.

NE YENİR-NE İÇİLİR

Deniz ürünlerinin tatmak isterseniz, küçük balıkları tercih etmeyiniz. Çünkü küçük balıkları, içini temizlemeden tencere içinde servis ediyorlar. Büyük balıkları tercih edin. Ama özellikle bilmelisiniz ki, balık ucuzdur ve porsiyonları oldukça büyüktür.

Bu şehirde, kalamar isterseniz, şunu unutmayın: bizim ülkemizdeki gibi soğan halkası şeklinde değil, tüm olarak getiriyorlar. Bu durum, çoğu ziyaretçinin kalamar yiyememesine neden oluyor.

Sipariş verirken, bunu unutmayın, kalamar bacaklarıyla, kafasıyla birlikte sunuluyor. Midye istediğinizde ise, içinde pilavı ile servis edilen değil, küçücük bir parçası bulunan midyeler servis ediliyor. Yani, bence midye de istemeyin.

Sonuç olarak: ben buradaki İtalyan etkisini de düşünerek pizza siparişi verdim, yaklaşık 20 dakika sonra çok büyük bir pizza geldi, ücreti 6 Euro. Söylediğim gibi oldukça büyük, yani önce pizzanızı görün ve doymaz iseniz sonra yeniden sipariş verin. Pizza olarak özellikle “Mea Culpa” öneririm. Ama ortaya bir pizza getirtip, bunu yanınızdakilerle paylaşmak için ekstra tabak isterseniz, ilave 1 Euro daha ödemeniz gerekiyor.

İçki olarak “Karlovocka” isimli bir bira markaları var, bu biranın fiyatı, normal su, kola gibi içeceklerden daha ucuzdur. Çay yoktur. Su isterseniz, litrelik şişe suyu 3 Eurodur. Ama unutmayın, burada bolca çeşme var ve çeşmelerden akan su içilebiliyor, yani yanınızda daima su şişesi bulundurmalısınız.

EĞLENCE

Yeni yıla Dubrovnik şehrinde girmek isterseniz, buradaki renkli ve maskeli bir festivale katılabilirsiniz. Bell Tower altında, yeni yıla girmek ilginç gelebilir. Her yıl 10 Temmuz tarihinde ise, Dubrovnik Yaz Festivali açılıyor. Festival şehre harika bir atmosfer getiriyor. Bunun yanında: şehirde çeşitli eğlence mekanları vardır.

Özellikle: Rixsos otel içindeki Golden Sun Casino önerilebilir. Burası şehirdeki kumar oynanan tek mekandır. Hatta Avrupa çapındaki tüm poker turnuvaları, burada düzenlenmektedir. Bunun dışında, şehirde birçok bar, kafeterya ve gece kulübü vardır.

Ravelin veya East and West önerilir. Sonuç olarak Dubrovnik şehrinde gece hayatının pek hareketli ve canlı olduğu söylenemez. Yani Bodrum gece hayatını burada bulmak mümkün değildir. Ama unutmayın, burası tam bir tarih hazinesi yani burası eğlencenin öne çıktığı bir yer değil.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

ALIŞVERİŞ

Euphilius Ronchi Şapka Fabrikası: Şehirdeki bu fabrika 1858 yılında kurulmuştur. Günümüzde, şehirde hala güzel ve abartılı şapkalar yapılmaktadır. Şapka merakı olan bayanlar için duyurulur. Ancak, ben şehirde bulunduğu yarım günlük tur süresince pek şapka ve şapka satan yer göremedim. Belki meraklısı sorarak bulabilir.

Bunun dışında, şehirde el yapımı masa örtüleri, nevresimler ve peçeteler bulmak mümkündür. Hatta yerel kıyafetleri içinde bebekler satılıyor. Ayrıca, bu şehrin yakınlarında lavanta üretiliyor, bu yüzden lavanta ürünleri satın alabilirsiniz. Ayrıca, yine buraya has “Mandalina reçeli” satın alınabilir. Zeytinyağı ve ürünleri de çok yaygındır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Game of Trons dizisi:

Dubrovnik şehrindeki doku, çok tarihi boyutta kalmış ve dizinin son iki sezonu bu şehirde çekilmiştir. Herhangi bir değişiklik yapmadan, Ortaçağın tüm özelliklerini gösterir. Kaldırımları, taşları, binaları, hepsi Ortaçağ özelliği gösterir, evet, gerçekten çok özel bir yerdir. Şehrin ara sokaklarının bir kısmında, dizi karakterlerinin resimleri ve resimleri basılı hediyelik ürünlerin satıldığı yerleri göreceksiniz Yakınlarınız ve özellikle çocuklar için çok sürpriz bir hediye bulup satın alabilirsiniz.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

GEZİLECEK YERLER

Dubrovnik şehrinde, özellikle görmenizi önereceğim yer “Old Town” bölgesidir.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

OLD TOWN-ESKİ ŞEHİR

Şehrin eski bölümüne girmeden önce, surlar, surlarda bulunan kale ve kule gibi yapılar ve kapılarla ilgili bilgiler vermek istiyorum.

Şehrin eski bölümü: özellikle evler arasındaki mesafelerin yani sokakların çok dar olmasıyla ilgi çeker. Hatta, eski şehir bölümünde günümüzde yerleşik 800 kişinin, evine bir buzdolabı, çamaşır makinası gibi beyaz eşya aldıklarında, bu dar sokaklardan geçerek evlerine yerleştirmelerinde büyük sorunlar olduğu söylenir.

Bu evlerde, hala yıkanan çamaşırlar dışarıya asılır. Normal sokak araları sadece 2.5 metredir. Saat kulesinden itibaren 3’ncü sokak “Mescit Sokağı” dır. Burada halen kullanılmakta olan Osmanlı döneminden kalma bir mescit vardır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

SURLAR:

Şehir surları: 13 ile 17’nci yüzyıllar arasında yapılmıştır. Surların toplam uzunluğu 1940 metredir. Surların kalınlığı farklıdır. Barut icat edildikten sonra, topçu ateşinden korunmak için surlar güçlendirilmiştir.

Deniz tarafındaki surların kalınlığı 1.5 ile 3 metre arasındadır. Kuzeyde, arazi tarafındaki surların kalınlığı ise yaklaşık 4 metredir. Ancak bazı yerlerde sur kalınlığı 6 metreye kadar çıkar.

Deniz tarafındaki surların kalınlığının daha ince olmasının sebebi: o dönemde gemi toplarının gücünün fazla olmamasıdır. Deniz tarafındaki surların yüksekliği 22 metre ve kara tarafındaki surların yüksekliği ise 25 metre civarındadır.

15’nci yüzyılda, surlara 15 tane kule binası ilave edilmiştir. Venedik saldırılarından korunmak için, liman bölümündeki surların bütün açıklıkları zamanla kapatılmıştır.

Her ne kadar güçlü görülseler de, surların şehre yeterince koruma sağlayamadıkları bilinmektedir. Bu durum: özellikle 988 yılında Makedonların saldırısı ve 1171 yılında Venediklilerin saldırılarında kanıtlanmıştır. Bu yüzden, 1266 yılında surların güçlendirilmesi ve yükseltilmesi için kapsamlı çalışmalar yapılmıştır.

Surların günümüzdeki görüntüsü: 15-16’ncı yüzyıllarda ortaya çıkmıştır.

Son bir not: Dubrovnikliler özgürlüklerine son derece düşkün insanlardır. Bununla ilgili olarak sur duvarlarının birçok yerinde, farklı yazılar vardır. Bunların başlıcası “Dünyanın bütün altınları için bile özgürlükler feda edilemez” Söylenenlere göre, özgürlüklerinden olmamak için, uzun süre, Osmanlıya altın vermişlerdir.

Hırvatistan ülkesinin birçok yeri, Osmanlı tarafından işgal edilirken, Dubrovnikliler vergi vererek özgür statülerini korumuşlardır. Özgürlük dışında, burada yaşayan insanların diğer hassas noktaları ise “sağlıkları” imiş.

Şehirdeki eczane, bunun en büyük kanıtıdır. Bunun yanında: şehre gelenlerin, surlar dışındaki karantina yerlerinde 30 hatta 40 gün tutuldukları ve daha sonra şehre sokuldukları da bu düşünceyi kanıtlamaktadır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

SURLARDA BULUNAN KALE VE KULELER;

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa
Minceta kulesi:

Burası: Dubrovnik şehrinin sembolüdür. Şehir surlarındaki 4 kuleden biridir. Minceta kulesi ismini almasının sebebi: Dubrovnikli soylu Mencetic, buranın yapılması için arazisini bağışlamıştır. Surların kuzeyindeki bu anıtsal ve yuvarlak kule, 1453-1464 yılları arasında inşa edildi.

Kulenin duvarlarının yüksekliği 6 metredir. Yüksekliği ve etkileyici büyüklüğü ile şehrin kuzeybatı yönündeki surlara hakimdir. Üst kısmında, dışa doğru bir çıkıntı yapan büyük bir taç vardır. Taç, stratejik değil dekoratif amaçlı konulmuştur. Buraya çıkarsanız: şehrin muhteşem bir manzarasını, bir tarafta Srd tepesi ve diğer tarafta açık deniz manzarasını izleyebilirsiniz.

Kule Bokar-Starry:

Şehir surlarının batısındaki bu kule, 1461-1463 yılları arasında Floransalı mimar Michelozza Michelozzi tarafından inşa edilmiştir.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa
Fort St Ivan:

Bu kale, 16’ncı yüzyıla ait surların güneydoğusundadır. Dubrovnik şehri surlarının üçüncü önemli kalesi oldu. Şehir limanı, kalenin kuzey tarafındadır. Limanın güney tarafında ise “Aziz” kalesi vardır ve başlangıçta bu iki kale arasına bir zincir gerilerek limana girişler önlenmeye çalışıldı.

Bu zincir çok güçlüydü ve girmeye çalışan gemilerin omurgaları kırılıyordu.

Evet, bu kale, eski şehrin liman girişini korumak için Dubrovnik şehrinin kurucusu Pasko Miliceviç tarafından yaptırılmıştır. İlk yapıldığında ismi “Mul” kalesidir. 1522 yılında kulelere bağlanmıştır. 1557 yılından beri, bugünkü görünümünü korumaktadır. Kalenin içinde, büyük bir askeri kışla vardı.

Aziz kalesi yani limanın diğer yanındaki kalenin içinde ise, günümüzde Hırvatistan Cumhuriyetinin önemli kültürel hazineleri korunuyor. Ayrıca: Denizcilik Müzesi ve Akvaryum ile Deniz ve Kıyı Enstitüsü bulunuyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa
Deniz Müzesi-Akvaryum:

Kalenin zemin kat, bir ve ikinci katında Deniz Müzesi bulunuyor. Burada: 31 akvaryum tankı içinde, birçok deniz canlısı görülebilir. Akvaryum özellikle çocukların ilgisini çekiyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa
Kale Revelin:

Bu kale, surların doğusundadır. Derin bir limanla ayrılmış, köprü ile bağlanmıştır. 1462 yılında, Osmanlı tehlikesinden bir yıl önce inşa edilmiştir. Amacı, Dubrovnik şehrini, Osmanlı saldırılarından korumaktı. Günümüzde görülen kale yapısı ise, 1551 yılı yapımıdır. Şehir girişini korumak için, şehir kapısının tam karşısına yapılmıştır, güçlü bir kaledir.

Kale: 1667 yılındaki depreminden sonra Dubrovnik Cumhuriyetinin idari merkezi haline geldi, katedralin hazinesi burada saklanmaya başlandı. Burası ile ilgili bir söylenti var. Bu kale yapılırken, Dubrovnik şehrine gelen herkesin, bedeni ve fiziksel yeteneklerine uygun bir taş getirmesi isteniyordu. Günümüzde kale içinde çeşitli festivaller düzenleniyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa
Lavrijenac kalesi:

Venedik Cumhuriyetine karşı direnişin bir sembolüdür. Şehrin “Cebelitarık” ı olarak bilinir. Şehrin batı tarafında, dış duvarların dışında, deniz seviyesinden 36 metre yükseklikte, kayalıklarda bulunan bir kaledir. Duvarların denize doğru kalınlığı 12 metreyi aşıyor.

Kalenin şehre bakan surlarının kalınlığı ise, sadece 60 cm.dir. Çünkü, kalenin düşman eline geçmesi durumunda, diğer şehir kulelerinden buraya nüfus etmenin daha kolay olması amaçlanmıştır.

Kalenin iki köprüsü ve kapının üzerindeki taşta “Non Bene Pro Toto Libertas Vendıtur Auro” yazısının oyulduğu görülür. (anlamı: Özgürlük dünyadaki herhangi bir hazine gibi satılmamaktadır.) Bu kaleyi ziyaret ederseniz, kalede birçok top göreceksiniz. Ama bunlardan en muhteşemi, 1814 yılına kadar kalenin en yüksek yerinde duran ve Guster denen bir toptur.

1814 yılında, Avusturyalılar bu topu buradan alarak Viyana müzesine götürmek istediler, ancak kalenin iç kapısını kırmalarına rağmen topu dışarıya çıkaramadılar, topu dışarıdan aşağıya indirip tekneyle götürmeye çalışırken, topun denize düşüp kaybolduğu söyleniyor.

SURLARDA BULUNAN KAPILAR:

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

Pila (Kazık) Kapı:

Şehrin batı girişindedir. Şehre gelen ziyaretçi ve turist gurupları, bu kapıyı kullanarak şehre girerler. Kapı: 972 ile 1818 yılları arasında burada bulunan, eski bir kalenin üzerinde bulunmaktadır. Çünkü iç ve dış kapı arasında, bu eski kalenin kalıntıları halen görülmektedir. Dış kapı: 1573 yılında bir kemer şeklinde yapılmıştır.

Kemer Gotik tarzdadır. Köprünün kemeri üzerinde, büyük bir Rönesans dönemi nişi içinde “St Blaise” heykeli vardır. Bu aziz: 316 yılı civarında, Anadolu’da Sivas civarında doğmuştur. Dubrovnik şehrinin koruyucu azizidir. Aziz heykeli: 20’nci yüzyılın en iyi Hırvat heykeltıraşlarından Mestroviç tarafından yapılmıştır. Heykelin bulunduğu niş ise, yerel usta Lujova tarafından yapılmıştır. Kapının önündeki taş köprü: 1471 yılında yapılmıştır.

Taş köprünün devamında ise, bir zamanlar belirli saatlerde yükseltilen ve banliyöde yaşayanların ve tüccarların şehre girmesi için sabahın erken saatlerinde indirilen, ahşap hareketli bir köprü vardır. Ahşap köprünün hareketi, zincirler ve karşılıklı tellerle sağlanıyordu. Pilla kapısının iç kapısı ise, şehrin ana surları üzerine inşa edilmiştir. Tehlikeli durumlarda, şehrin kapısı kilitlenir ve anahtarları “Rektör Sarayı” nın mahkeme salonunda tutulurdu.

Ploca Kapısı:

Kara surlarının doğu tarafında, şehre ikinci giriş kapısıdır. Bu kapı: ahşap ve asma bir köprüyle bağımsız Ravelin kalesine bağlanmıştır. Arada, koruyucu bir hendek bulunuyor. Dış kapı 1450 yılında yapılmıştır. İç kapılar ise, 19’ncu yüzyılda, Avusturya işgali sırasında Romaneks tarzda yapılmıştır. Kapı bir zamanlar “Aziz Kapısı” olarak da adlandırılmıştır.

Buza Kapısı:

Delik kapı olarak da bilinir. Kara surlarının kuzey bölümündedir. 1908 yılında burayı işgal eden Avusturya makamları için açılmıştır. Avusturyalı yetkililer, tarihi şehir merkezinde çeşitli tahribatlar yaptıktan sonra, sur duvarlarında, bu beşinci kapıyı açtırırlar. Bu kapının açılma sebebi: Avusturya ordusu subaylarının ihtiyacı için 7 metre yükseklikteki bir savunma duvarının rafının doldurulmasıyla oluşan tenis kortuna geçiş içindir.

Ribarnice kapısı-Balıkçı kapısı:

Eski şehir limanının ana giriş kapısıdır. 19’ncu yüzyılın ikinci yarısına kadar, şehir halkı bu kapıyı kullanarak balıkçılar pazarına geçiyordu. Kapı: 1381-1387 yılları arasında, Gotik tarzda inşa edilmiştir. O zamanlar, şehrin en büyük kapısıydı ve buraya “Büyük kapı” deniyordu. Kapının üstünde, gotik parçalarla dekore edilmiş masif niş içinde, Aziz Vlaha heykeli bulunur.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

GEZİ ROTASI:

Eski şehir bölümünde gün boyunca ve gece cadde ve sokaklarda gezinebilirsiniz. Ancak hemen burada bir not daha iletmek istiyorum, özellikle son zamanlarda Dubrovnik şehrinde yankesicilik aşırı artmıştır. Bu yüzden: şehirde gezerken çanta, cüzdan ve özellikle pasaportlarınıza sahip olmanız önemle önerilir. Yine eski şehirde, şehrin  taş döşeli yollarında yürürken, yerlerin kayganlığını dikkate alarak lastik tabanlı ayakkabı giymeli veya dikkatli yürümelisiniz.

Evet: Eski şehir bölgesine, “Pila Kapı” dan giriyoruz. Sonra karşımıza “Stradun” çıkıyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

STRADUN (PLACA):

Şehrin en ünlü caddesidir. İki şehir kapısı arasında, doğudan batıya doğru uzanır. Yerli ve yabancı ziyaretçilerin en popüler gezinti yeridir. Şehrin yerlilerinin burası hakkında söyledikleri bir söz var “Eğer şehri hissetmek ve bize sunduklarının çoğunu tecrübe etmek için geçmeniz gereken yerdir.”

Stradun: 10 veya 11’nci yüzyılda, iki orijinal Dubrovnik yerleşimini ayıran deniz kanalı kazılarak yaratıldı. Günümüzde, uzunluğu 298 metredir. Şehrin merkezi caddesidir. Buradaki tarihi kaldırım taşlarının ilk olarak 1468 yılında yerleştirildiği söyleniyor. Ancak 1666 yılındaki depremin ardından, cadde ile ilgili en büyük değişiklik 1667 yılında yapılmıştır.

Bu deprem sonunda,

Şehrin tarihi çekirdeği ve Stradun un çoğu imha oldu ve günümüzde Stradun, çok düzgün Barok tasarına sahiptir. Caddenin bir ucunda “Onofrio Çeşmesi”, diğer ucunda ise “Orlando Sütunu” vardır. Caddenin ara sokaklarına girerseniz, birçok küçük dükkan görebilirsiniz. Ama burada ilginç olan:  dükkanların hiçbirinde tabela bulunmamasıdır.

Tarihi dokuyu bozmamak adına, tabela takmıyorlar ve dükkan isimleri, vitrinlerdeki camlarda yazılıdır. Evet: cadde üzerinde başlıca anıtlar: çeşme, bir manastır, öbür yanında ise Sponza Sarayı ve St Blaise kilisesi, Çan kulesi ve Orlando sütünü bulunuyor.

   

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Big Onofrio Çeşmesi:

Şehre girer girmez karşımıza çıkan burası: şehirli gençlerin ve turist guruplarının toplanma, buluşma yeridir. Ayrıca, buradaki güvercinlik ve hareketlilik, turistlerin ilgisini çeker. Gezginler, çeşmenin merdivenlerine oturarak yorgunluk giderir, buluşma saatini beklerler.

Gelelim çeşmeyi anlatmaya:

Napolili mimar Onofrio Della Cavi tarafından: 1438-1444 yılları arasında; şehrin su işletmesinin açılışının anısına bir anıt olarak yaptırılmıştır. Çünkü, 1438 yılında, şehrin suyu 12 km uzaklıktaki Dubrovnik nehrinden yine çeşmeyi yapan mimar tarafından buraya getirilmiştir. Başlangıçta iki katlı olan yapı, daha sonra 1666 yılındaki deprem ve 1992 yılındaki iç savaş sırasında hasar görmüş ve onarılarak günümüzdeki görüntüsüne kavuşmuştur.

Çeşmenin 16 bölmesi ve her bölmenin bir rölyefi görülüyor. Çeşmenin şekli, altı köşelidir ve her köşede bir çeşme bulunur. Çeşmenin en üstünde, orijinalinden farklı olarak, açık bir kubbe vardır. Evet buradaki su sistemi ve çeşme, 1448 yılından beri faaldir. Muhteşem güzel ve soğuk suyun mutlaka tadına bakın ve hatta yanınızdaki su şişelerini doldurun.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

St Savior-Firensisken Manastırı:

Manastıra giriş ücretlidir. Ücret: 8 eurodur. Fransiskenler, ilk manastırlarını şehir surlarının dışında yaptılar. Ancak savaş tehlikesi nedeniyle eski manastır binası yıkıldı. Yeni manastır, 1317 yılında Stradun ve Fort Mincet arasındaki alana inşa edildi. Yani: Minceta tepesi, rıhtım ve Pila kapısı arasında bulunan güçlü duvarlarla korunmaktadır.

Dört odalı mekan, yemyeşil Akdeniz bitki örtüsünün sağladığı güzel sundurma ile çevrilidir. Ancak 1666 yılındaki depremde manastır büyük hasar görmüş, yıkılmış ve sonra yeniden yapılmıştır.

İlk manastırdan günümüze ulaşan kalıntılar ise, bir dehliz ve 15’nci yüzyıldan kalma bir havuzdur. Manastırın bulunduğu alanda yani komplekste: kilise, eczane ve zengin bir kütüphane vardır. Evet, Rönesans mimari özelliklerini yansıtan manastır, şehirde en çok ziyaret edilen yerlerin başındadır.

Kilise:

Kilise: son derece cömertçe dekore edilmiştir. Ancak, tüm kompleks, 1667 yılındaki depremde hasar görür. O zamandan kalma “Ana Majak” heykeli ve geç dönem yapısı güney kapı korunmuştur.

Kilise daha sonra restore edilir ve günümüzde eski ihtişamında olmamasına rağmen, yine de şehrin en güzel yapılarından biridir. Kilise içinde özellikle: Celestina Medoviç tarafından yapılan “Altar” ve Ivan Gundulic’in mezarı görülebilir.

Eczane:

Avrupa’nın en eski 3’ncü eczanesidir. Dünya çapında tanınmaktadır. 1317 yılında yapılan eczane, günümüze kadar etkinliğini sürdürmüştür, hala çalışmaktadır. Kuruluş amacı: rahiplerin ihtiyaçlarının karşılanmasıdır, ancak daha sonra halka açılmıştır.

Pratik amaçlar dışında: bu eczanede: tıp ve farmakoloji alanında, çok sayıda reçete ve kitap gibi tarihi belgeler korunarak günümüze ulaşmıştır. O döneme ait orijinal ilaç şişeleri, hala eczanenin vitrinlerinde sergilenmektedir. Burada eski tariflere dayalı el kremleri ve diğer kozmetik ürünleri satın alabilirsiniz.

Kütüphane:

Kütüphane, manastırla birlikte paralel gelişmiştir. Yüzyıllar boyunca, çok değerli koleksiyona ev sahipliği yapmıştır. Ancak, 1666 yılındaki depremde büyük hasar görmüştür. Ancak yeniden yapılanma çalışmalarının devamında, hızla yeni bir koleksiyon oluşturma çalışmaları sürdürülmektedir. Günümüzde burada 70 binden fazla basılı kitap ve çok sayıda el yazması eser bulunduğu söyleniyor. Özellikle: 1500 el yazması yazıtın önemli olduğu belirtiliyor.

Müzik Arşivi:

Manastırda, 10 binden fazla müzik parçası depolanan bir arşiv vardır. Bunlar, 1800’den fazla besteciye aittir.

Manastır Müzesi:

Manastırda zengin bir manastır müzesi vardır. Bu müzede, eczacılık ürünleri ve bir kısmı 14’ncü yüzyıla kadar uzanan çok sayıda kitap ve dergi bulunmaktadır. Özellikle: Floransa ve Siena kökenli, çekici eski eczacı vazoları görülebilir. Ayrıca, 15’nci yüzyıldan kalma yaldızlı bir haç ve gümüş buhurdanlık ilgi çeker.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Worcester-Dubrovnik Katedrali:

Dubrovnik şehrinin bütün resimlerinde bu katedral yapısı görülür. Eski şehir meydanının güneyinde bulunan bu güzel bina, Dubrovnik tarihine tanıklık etmiştir. 2000 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Günümüzde görülen Barok katedral: 1666 yılındaki büyük depremin ardından 1672-1713 yılları arasında yapılmıştır. Yeni katedralin inşaatında, İtalyan mimar ve sanatçılar görev almıştır.

Ancak

Burada daha önce başka bir dini yapı vardı. 3’ncü Haçlı seferi sırasında buradan geçen İngiliz kral Aslan yürekli Richard: ordusu ile birlikte buradan geçerken fırtınaya yakalanır ve çok zor kurtulur. Bu ölümcül olayı takiben, güvenli bir yerden geçtiği ilk kasabaya büyük bir kilise yaptırmaya söz verir.

Burası Dubrovniktir ve buraya para bağışı yaparak büyük bir kilise yaptırır. Ancak bu kilise, 1667 yılındaki depremde tamamen yıkılır. 1673 yılında ise, Romalı mimar Andrea Buffalini tarafından tasarlanan yeni bir kilise yapılır.

Günümüzde görülen yapı budur. Yapı: Barok tarzdadır. Dışarıdan bir kaleye benzer, ama içi bir sanat müzesi gibidir. Bir mücevher gibi işlenmiş taç kapısı, yapının hazinesidir. 1979 yılındaki depremden sonra yapılan çalışmalarda, katedralin altındaki kanalizasyon kazısı sırasında, yukarıda sözünü ettiğim Romanesk katedral kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.

Kazı çalışmaları arttırıldığında ise, daha alttan 6’ncı yüzyıla yani Bizans dönemine kadar tarihlenen başka bir kilisenin varlığı tespit edilmiştir. Buna dayanarak Dubrovnik şehrinin kuruluşu bilinenden daha da eskilere gitmiştir.

Katedral hazinesi:

Katedral hazinesinde: çoğu eski Dubrovnik’li kuyumcuların üstün yetenekle yaptıkları, 11-18’nci yüzyıllar arasında yapılan 161 nesne bulunmaktadır. İlginç olan, hazine, antik çağlardan bu yana, üç anahtarla kilitlenmiş ve anahtarlar: Prens, Piskopos ve Cumhuriyet Sekreterinde bulunmuştur. Yani, Dubrovnik’liler, hazinenin güvenli muhafazasını istemişler, en yüksek fonksiyonlara sahip itibarlı kişiler olmalarına rağmen, anahtar tek kişiye teslim edilmemiştir. Hazine kapısı, üç anahtar aynı anda çevrilerek açılabilirdi.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

   

Aziz Kilisesi Ignatius ve Cizvit Kolleji:

Kilise: ünlü bir Hırvat bilim adamı olan Boskovic sahasında yer almaktadır. Ancak, bu meydan, Roma şehrindeki İspanyol merdivenlerine benzer büyük bir merdivene çıkar. Kilise: St Ignatius Loyala’ya adanmıştır. Kurucusu: Cizvitlerdir. 1699 yılında inşa edilmiş ve 1725 yılında açılmıştır. 1729 yılında Cizvit ressam ve mimarlar tarafından dizayn edilmiştir.

Muhteşem freskler ilgi çeker. Boyama işleri ise, İspanyol kökenli Sicilyalı bir usta Garzia tarafından yapılmıştır. Kilisenin ilginç detaylarından biri: Our Lady of Lourdes’e adanmış olan mağaradır. 1885 yılında inşa edilmiş bu mağara, Avrupa’da ilk kilise cüruf mağaralarından biridir. Bugünkü formu, 1966 yılında almıştır.

Aziz Kilisesi-Dubrovnik Kaplıcaları:

Küçük kardeşlerin Fransisken Manastırı ile Pila kapısı arasındadır. 1520 yılında şehir, büyük bir deprem geçirir ve birçok bina ağır hasar görür, bazı şehir sakinleri ölür. Depremden sonra, Senato üyeleri, St Francis şükran gününde, kilise yapmaya karar verirler.

1528 yılında Rönesans tarzı kilise inşa edilir. Ancak, 139 yıl sonra, 1667 yılında yine büyük bir deprem yaşanır. Tarihi merkezde birçok bina yıkılır. Ancak “Aziz kilisesi” kaplıcaları nedeniyle hasar görmeden kalır. Bunun sebebi olarak düşünülen, yapının 1520 yılındaki depremin ardından yapılması ve daha dayanıklı yapılmasıdır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

Küçük Onorfio çeşmesi:

Büyük çeşme anıtsal olmamasına rağmen, bu çeşme daha uyumludur. Şehrin, tarihi merkezindeki en işlek yerlerden birindedir. Sıcak günlerde, şehri ziyaret eden turistlerin ilgisini çeker. Rönesans çeşmesinde, sekizgen havuz ve havuza su akıtan taraklı yunuslar ve maskotlar vardır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

   

Sponza Sarayı:

Divona olarak da bilinir. Çan kulesinin batısındadır. Şehrin en güzel sarayıdır. Giriş ücretlidir. Gotik Rönesans stilindeki sarayın inşasına 1516 yılında başlanmış ve 1520 yılında tamamlanmıştır. Ancak, en büyük özelliği, 1666 yılındaki büyük depremde zarar görmemiş olmasıdır. İlk olarak çok amaçlı bir tesis olarak planlanmıştır. Ancak sonraları: sikke ve silah deposu, gümrük ofisi ve depo olarak kullanılmıştır. Daha sonraları ise, çeşitli okullara ev sahipliği yapmıştır.

Binanın çok güzel bir kapısı ve Venedik tarzı pencereleri vardır. Dam kısmında ise: “beyaz bir gülle” görülür. Bunu: Osmanlıya şükran anısı olarak dikmişlerdir. Bu minnetin sebebi: Osmanlının, Ragusa krallığı ile Venedik arasındaki savaşta, Ragusa krallığının yanında yer almasıdır. Günümüzde ise, Dubrovnik Devlet Arşivleri, burada muhafaza edilmektedir.

Arşiv, Avrupa’nın en değerli arşiv koleksiyonlarından biridir. Arşivdeki belgeler: 11’nci yüzyıldan günümüze kadar olan süreçteki birçok belgeyi kapsamaktadır. Evet, en üst kat arşivler için ve alt katlar ise çeşitli sergiler için kullanılır. Şehirde kutlanan “Yaz Festivalleri” burada düzenlenir. Ayrıca yine buranın salonlarında, 1991-1995 yılları arasındaki iç savaş sırasında hayatını kaybeden Dubrovnikli vatandaşların anasına hazırlanan kalıcı bir sergi bulunuyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

St Blaise-Little Brothers Kilisesi:

Şehrin koruyucu azizine adanmıştır. Şehrin en sevilen kilisesidir. Kilise: 1705-1717 yılları arasında yapılmıştır. Barok tarzdadır. Kilisenin içinde: şehrin koruyucu azizinin gümüş bir heykeli vardır. Kilisenin güzel görünümlü vitray pencereleri ise 1970 yılında eklenmiştir. Her yıl, 3 Şubat tarihinde düzenlenen “Saint Blaise” günü kutlamaları, buradan başlar.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Saat ve Çan kulesi-City Bell Tower:

Hemen girişte, Luza meydanındadır. Şehrin her yerinden görülebilir. Dubrovnik çan kulesi, 1463 yılında yapılmıştır. Yüksekliği 31 metredir. Kulenin en üstünde, 4 çan ve bronz heykeller vardır. Bu çanlar: şehir tehlike altında iken haber-alarm verme amaçlı olarak kullanılıyormuş. Ancak çanlar 1952 yılında yenilenmiştir. Çan kulesine: 14’ncü yüzyılda, ünlü bilim adamı Ruder Boskoviç’in önerisiyle bir saat takılmıştır. Sonraki dönemde, depremlerde çan kulesi hasar görür ve 1929 yılında yenilenir.

Eski çan kulesinin orijinal detayları,

İki bronz figür, Sponza Sarayında görülebilir. Çan kulesinde, Venedik ve Bern şehirlerinde olduğu gibi iki mekanik figür vardır, Dubrovnik halkının yüreğinde özel bir yer tutmuş bu figürlere Maro ve Baro takma isimleri verilmiştir. Saat kulesinin üstündeki rakamlar: sol tarafta roma rakamları, sağ tarafta ise Arap rakamları vardır.

İlginç olan: soldaki roma rakamı olan saat 4 gösterirken, sağdaki Arap rakamlarıyla gösterilen saat 50 rakamını gösterir ve dolayısıyla o anda saat 4.50 dir ve her iki saat bu anlık saati birlikte gösterirler. Yani, aslında bu saatler bir digital saat gibi çalışırlar. Saat kulesinin çanları, her saat başını 3 dakika geçe çalıyor. Çünkü insanların sadece 3 dakikalık gecikme hakları olduğuna inanılıyor. Saat kulesinin dibindeki kemerli kapıdan yürümeye devam ederseniz, şehrin limanına ulaşırsınız.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

Orlando Sütünü:

Loggia meydanında, çan kulesinin önündedir. Dubrovnik şehrinin özgürlük ve bağımsızlığını simgeler. Şehrin favori anıtlarının başında gelir. Şehir yerlileri ve turistlerin buluşma yeridir. Orlando: özgürlükleri temsil eden bir şövalyedir. Efsanevi bir isim ve kişiliktir. Karel Velik’in ordusunun şövalyesi, Roland tasvir edilmiştir.

Bu konuda anlatılan bir öyküye göre:

Korsanlar, 8’nci yüzyılın sonunda Dubrovnik şehrine saldırırlar ve şehir, Roland tarafından savunulur. Burada bulunan heykel: 1418 yılında, Antun Dubrovcanin tarafından yapılmış olup, sadece özgürlüğü temsil etmesi yanında, tarihi süreç içinde, aynı zamanda, Hırvatlar için, bir ölçü birimi olarak kullanılmıştır.

Yine bir hikayeye göre: “Dubrovnik dirseği” denen uzunluk ölçüsü birimi (51.2 cm) Orland heykelinin ön koluna ve heykelinin ayak uzunluğuna göre belirleniyormuş. Günümüzde kullanılmıyor. Heykelin önünde bir arma var. Bu arma: şehrin bir serbest ticaret şehri olmasının armasıdır.

Şehrin yüzyıllar boyunca gördüğü işgaller sırasında, şehir halkının psikolojisi için büyük önem taşımıştır. Çünkü burada mitingler düzenlenmiş ve kamu adına verilen cezalar uygulanmıştır. Devletin duyuruları da, bu sütunun üzerinde yapılmıştır. Önemli törenler, günümüzde de burada düzenleniyor. Şehirde yapılan yaz festivalleri, 1950 yılından bu yana, buraya çekilen bir bayrak ile açılır.

Bu anıtın hemen önünden, arkadaki bir binanın çatısına dikkatle bakın, çatıda bir işaret göreceksiniz. Bir “Osmanlı kavuğu” dur. Bunun anlamı: buranın hamisinin Osmanlı olduğudur. Yani: Osmanlı, şehre düşmanlık yapanların, Osmanlıya da düşmanlık yapmış sayılacağını şekille ifade etmiştir. Şehrin, Osmanlı korumasında bulunduğunu belirtmiştir.

Dvorom-Rektörler Sarayı:

Temelde: Onofrio çeşmesini yapan Onofrio Della Kava tarafından tasarlanmıştır. Gotik Rönesans yapısıdır. Sponzo Sarayından farklı olarak, geç Gotik ve Rönesans ile birlikte, Barok unsurlar da dikkat çeker. Çalkantılı bir geçmişi bulunmaktadır. Orijinal binasının büyük kısmı: 1435 yılında, bir barut patlaması sonucu tamamen yıkılmıştır. 1463 yılında ise, ikinci bir patlama sonucu, yapı, tamamen tahrip olmuştur. 1667 yılında ise, deprem, yapının tümüyle hasara uğramasına sebep olmuştur.

Daha sonra yapılan restorasyonlar sonucu, saray günümüzdeki görüntüsüne kavuşmuştur. Sarayın tasviri, Hırvatistan para birimi olan “Kuna” nın 50’lik banknotunun bir yüzünde görülür. İnce oymalı cephesi ve süslü merdivenleri görülmeye değerdir. Yapıya: güzel bir avludan giriliyor ve avluda bir zamanlar, şehirdeki yoksullar için büyük para yardımı yapan, zengin gemici Miha Pracata’nın büstü görülüyor.

Alt katlarda ise

Siyasi mahkumlar için yapılmış koğuşlar vardır. Merdivenlerden yukarı çıkıldığında ise, çeşitli eserlerin sergilendiği bir müze vardır. Binanın mimarisi sık sık değişmesine rağmen, işlevi yüzyıllar boyunca aynı veya benzer şekilde sürmüştür. Bir zamanlar, bu sarayda şehri yöneten kişi otururmuş. Yani, burası Dubrovnik Cumhuriyetinin ana idari merkezi olmuştur. Buradaki yöneticiler, belli süreler için seçilir ve burada ikamet ederlermiş. Küçük konsey ve Senato burada görev yapmıştır. Bu durum yani Sarayın kamusal işlevi, Sarayın kapısında yazılı şu yazıdan anlaşılmaktadır.

“OBLIT PRİVATORUM-KAMU CURATE” Yani: Dubrovnik şehrinin Ortaçağdan bu yana, ilim ve bilim ile ticaretteki başarısının ana sebebi, bunları birleştirmiş olmasıdır. Günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Sarayın atriumunda ilginç bir anıt vardır. Mihu Pracat isimli bu anıt, sıradan bir vatandaş tarafından yaptırılan ve kamu alanına konulan bir anıt olarak dikkat çeker. Bu anıt, denizci ve hayırsever bir vatandaş tarafından yaptırılmıştır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

Dubrovnik Şehir Limanı:

Surların doğu kesiminin dibinde, eski şehir limanı vardır. Liman 15-16’ncı yüzyıl yapısıdır. Dalgakıran bölümü: gerek düşman gemileri ve gerekse şehri dalgalardan korumak için yapılmıştır. Bugün, bu dalgakıran, 500 yıldan uzun süredir bu işlevlerini yerine getirmeye devam etmektedir. 1327 yılında, limanın batı girişinde 51 metre uzunluğunda iskele yapılmıştır.

1873 yılında ise, sağ duvar inşa edilmiştir. Ravelin ve St Ivan kaleleri, limanı korumak ve deniz trafiğini gözetlemek için yapılmıştır. Şehir limanının doğu kısmında, başka ilginç bir yer var. “Lazareti” olarak bilinen bu mekan, eskiden karantina olarak kullanılmış, günümüzde ise müzikal performanslar düzenlenen bir yer olarak kullanılmaktadır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Lazareti:

Gelişmiş ticaret ile şehirler arasında veba ve benzeri salgın hastalıklar yapılmıştır. Bunu önlemek için basit çözüm bulunmuştur. Başka bölgelerden buraya gelenler için, 30 gün hatta daha sonraları 40 gün karantina uygulanmış ve insanlar bu karantina yerlerinde kalmak zorunda bırakılmıştır. Karantina uygulaması esasları: Dubrovnik Cumhuriyeti Büyük Konseyi tarafından, 1377 yılında yayınlanan “Liber viridis” yani “Yeşil Kitap” ile yayınlanmıştır.

Ardından, birkaç karantina yani Lazareti binası inşa edilmiştir. Günümüzde Ploce denen yerdeki bina, bunların en ünlüsüdür ve bu Lazaretiler, 1590 dan 1642 yılına kadar kullanılmıştır. Lazareti: 5 iç avlu ve 10 odadan oluşur. Büyük ve etkileyici bir komplekstir. Günümüzde bu yapı, çeşitli müzik performansları ve eğlenceler için Lazareti Kulübü olarak hizmet vermektedir.

ŞEHİR ÇEVRESİNDE GEZİLECEK YERLER:

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

DUBROVNİK PLAJLARI:

Burada öncelikle bilmeniz gereken husus şudur: deniz tabanı ve kıyı çakıllıdır. Denizin içindeki ve kıyıdaki taşlar, ayak kesecek ölçüde rahatsızlık vericidir. Zaten şehir içinde doğru dürüst kumsal yok, hep taşlı sahiller veya sahil olmadan doğruca denize inen iskeleler var. Deniz suyu ise oldukça temizdir. Ayrıca, deniz suyu çok sıcaktır.

Zaten öncelikle bu özelliği tercih ediliyor. Ayrıca, yosun sevmeyenler de denize girmesin, çünkü deniz yosunlu, ayaklarınız için deniz ayakkabısı kullanmanız önerilir. Ayrıca: şnolker kullanmanız da önerilir, çünkü deniz çok berrak ve denizin dibi izlenebiliyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

Banje plajı:

Bu plaj: Dubrovnik şehrinin banliyösü olan Ploce doğru, Ploce Gate denen kapıdan çıktıktan sonra yaklaşık 100 metre ileridedir. Şehrin halk plajı olarak bilinir. Çakıl taşlı ve kumlu bir plajdır. Her zaman canlıdır. Şehir içinde, sıcak günlerde serinlemek isteyenler tarafından yoğun tercih edilir. Manzarası muhteşem güzeldir. Plajda “East-West Beach Club” çok meşhurdur.

Lapad Plajları:

Şehir merkezine 3.5 km uzaklıktaki burada birkaç güzel plaj vardır. Bu plajlar, şehrin dış surlarını tutan yarımadadaki bir koyda Sumratin (Uvala Lapad) körfezindedir. Lapad körfezi, sıcak yaz günlerinde, uzun bir bulvara sahiptir. Bu bulvarın sonunda ise plajlar vardır. Sahildeki ilk plaja: Uvala Lapad veya Uvala denir.

Burası kumlu bir plajdır. Sadece oturmak ve manzaranın tadını çıkarmak isteyenler için, plaj restoranı ve kahve barları vardır. Sonraki sahil, Adriyatik sahilidir. Plaj kum ve çakıl taşı sevmeyenler için uygundur, çünkü betondan yapılmıştır. Romantik ve küçük bir plajdır. Beach Vis: Adriyatik sahilinin hemen yanındaki plajdır. Çakıl taşlıdır. Vis plajının yanında: Splendid plajı vardır. Burası, çok küçük ve çekici, çakıl taşlı bir plajdır. Ayrıca: kayalık ve çakıllı bir kısmı daha vardır.

Copacabana plajı:

Şehrin Babin Kuk denen bir bölümünde, Lapad yarımadasında bulunan güzel bir plajdır. Hotel Minceta ya çok yakındır. Muhteşem Dubrovnik köprüsü, Elaphite adalarının bir parçası olan Daksa adası manzarasına sahiptir. Sahil çakıl taşı ve betondur. Buraya yolu düşenlere kano kiralamalarını öneririm.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

MOUNT SRD:

412 metre yükseklikteki bu tepenin üstünde bir haç bulunuyor. Dolambaçlı yollardan yürüyerek buraya çıkmak mümkündür ve yaklaşık 90 dakikalık bir yürüyüş yapmak gerekiyor. Ancak, yol oldukça kayalıktır ve spor ayakkabısı ile çıkılabilir. Yürüyerek çıkması düşünmez iseniz, buraya teleferikle çıkabilirsiniz.

Tepenin üstünde bir de müze vardır. Müzede: iç savaş sırasında, Hırvat kurtuluş savaşçılarının silahları, görüntüleri ve şehir haritaları sergileniyor. Tepedeki haç, Başpiskopos District tarafından hediye edilmiştir. Bu tepeden, şehrin muhteşem güzel panaromik manzarası izleniyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

DUBROVNİK CABLE CAR-TELEFERİK:

1969 yılında hizmete giren orijinal teleferik, 1991 yılındaki iç savaş sırasında bombalanarak imha edilmiştir. Günümüzde kullanılan teleferik ise, 2010 yılında hizmete girmiştir. Biniş ücreti 20 eurodur. Ancak, teleferiğe binmek isteyenler, uzun sıraları beklemek zorunda kalıyorlar.

Teleferik yaklaşık 3.5 dakikada yukarı çıkıyor ve yine 3.5 dakikada aşağıya iniyor. Teleferik hat uzunluğu 778 metredir. İki kabinde 30 yolcu alır. Üst istasyonda panaromik manzara görülebilir. Ayrıca, hediyelik eşya satılan dükkanlar ve restoranlar bulunuyor.

Ayrıca 120 seyirci kapasiteli bir amfi tiyatro vardır. Evet, teleferikle, özellikle Old Town üzerinde, muhteşem bir yolculuk yapılıyor. Ancak teleferik biniş noktası bulmak hayli zor oluyor. Şöyle ki: Zagrebacka sokağı bulun ve oradan itfaiyeye doğru tırmanarak yürüyün ve itfaiyeye varınca, Petra Kresimira sokaktan sağa dönün ve düz yukarı devam ettiğinizde, birkaç dakika sonra, sağ yanda teleferik istasyonunu göreceksiniz. Unutmayın, Dubrovnik şehrinin meşhur bütün fotoğrafları bu teleferik seyahatinde çekilmektedir.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

ARBORETUM TRSTENO:

Burası şehrin en eski ve ilgi çeken bahçesidir. Burada: Akdeniz bölgesi bitkileri ve ayrıca bazı  egzotik bitkiler toplanmıştır. Bahçe ilk olarak 1498 yılında kurulmuştur. Bu yüzden, bahçe mimarisi bir anıt gibi korunuyor. Toplam kapladığı alan 28 d önümdür. Park içinde: çok sayıda ağaç türü görülüyor.

Bunlar arasında öne çıkanlar: okaliptüs, defne, kaktüs ve diğer bazı tür egzotik ağaçlardır. Ayrıca, denizciler tarafından şehir dışından getirilen bitkiler de bulunuyor. Burada bir de havuz vardır. 1736 yılında yapılan havuz; tanrı Neptün adına ithaf edilmiştir.

ADALAR:

Dubrovnik şehrinde, adalara gitmek isterseniz tekne kiralamanız gerekir. Tekne kiralamak için mutlaka pazarlık yapmanız önerilir. 50 Euro’dan başlayan fiyatlar, 35-40 Euro’ya kadar inebiliyor. Tur organizatörleri ise, böyle bir tekne gezisi için, 60 Euro ekstra ücreti istiyorlar. Old Town limanında bulunan teknelerle adalara gitmek mümkündür.

Ancak, bu deniz yolculuğu sırasında, yani şehir merkeziyle adalar arasındaki tekne yolculuğunda, zaman zaman muhteşem büyük dalgalarla karşılaşabilirsiniz. Yani bu konuda korkusu olanların, bu yolculuğu yapmaması uygundur.

Veya büyük tekneler seçilerek, dalgalardan daha az etkilenmek mümkün olabilir. Son bir not: tekne kiralarken, adalarda birkaç saat kalınacağı konusunda anlaşılmasına rağmen genellikle her adada en fazla 1 saat kalınmaktadır.

Elaphiti Adaları:

Şehrin güneyinde, Adriyatik kıyılarındaki adalar içinde, özellikle: Korluca, Peljesac ve Mljet adaları güzeldir.

Lokrum Adası:

“3 adalar” ın bir adasıdır. Şehir merkezindeki limana en yakın adadır ve yolculuk yaklaşık 15 dakika sürer. Feribot ile ulaşılıyor. Dubrovnik koyundaki bu ada: 72 hektarlık ormanlık alandan oluşmaktadır. Bu ada hakkında bir efsane anlatılmaktadır:

“Haçlı ordusu komutanı İngiliz Aslan Yürekli Richard, 1192 yılında bu adaya geldiğinde, burada bir kale, botanik bahçesi, manastır yaptırır” Bu manastır günümüzde de görülebiliyor. Ayrıca, limandan 10 dakikalık bir yürüyüşle ulaşılabilen, bir de doğa parkı bulunuyor. Bu park içinde bir göl vardır.

Lopud Adası:

“3 adalar” ın sonuncusudur. Burada: suni bir kumsal bulunuyor. Yani, doğal sahil yoktur. Ayrıca, bu suni kumsal aşırı kalabalık oluyor. Bazen rüzgar ters yönde estiğinde ortaya çıkan dalgalar nedeniyle, sahilde deniz çok kirli oluyor. Denize genellikle kayalıklardan giriliyor.

Belediye buraya merdivenler yapmış ve kayalar üzerinden, merdivenlerle inilerek denize giriliyor. Ama bu arada, kıyıda çok miktarda denizkestanesi olduğunu unutmayın. Ancak, denize girip, biraz açıldığınızda, denizin tüm güzelliklerini hissedebiliyorsunuz, tamamen berrak ve muhteşem bir deniz.

Adaya çıkıp, golf arabası benzeri araçlarda, 20 kuna karşılığında gezi yapılabiliyor. Ancak bu gezi yaklaşık 100 metre sürüyor, çünkü ada oldukça küçüktür.