Zagreb şehri, gündüz alabildiğine sıkıcı, akşam ise bir nebze hareketlenen bir yer.
Dümdüz ve sakin bir Hırvat şehridir.
Nem oranı, özellikle yaz aylarında insanı rahatsız edici boyutlara ulaşır.
Şehirde, geçireceğiniz zamanı, en fazla 2 gün ile sınırlamanız yeterlidir.
ULAŞIM
İstanbul-Zagrep arasındaki havayolu uçuş süresi: 1 saat 45 dakikadır. Özellikle, belli dönemlerde, THY dan, çok ucuza uçak bileti bulmanız mümkündür. Zagreb havaalanı, şehir merkezine 17 km. uzaklıktadır. Havaalanı ile şehir merkezindeki bu uzaklık: 20-25 dakikada alınabilmektedir. Şehir merkezinden havaalanına gitmek isterseniz: otobüs terminali Merkez Otogar Marin Drzic Caddesi üzerinden araç bulabilirsiniz.
Havaalanından, şehir merkezine ulaşım için otobüs kullanabilirsiniz. Otobüsler ile: şehir merkezine ulaşım ücreti, 1 kişi: 30 kuna.
VİZE
Ülkeye giriş için: vize isteniyor. Çünkü Hırvatistan ülkesi Avrupa Birliği üyesidir.
PARA BİRİMİ
Ülkede, para birimi olarak: Kuna kullanılıyor.
1 Euro = 7 kuna.
GENEL
Şehir: Hırvatistan ülkesinin başkenti ve aynı zamanda en kalabalık şehridir. Şehirde, yaklaşık 1 milyon üstünde kişi yaşıyor. Bunların büyük çoğunluğu ise, Hırvattır. Ülke başkanı, hükümet ve parlamento, bu şehirde bulunuyor.
Şehrin hemen içinden “Sava” nehri geçiyor. Nehrin üzerinde, 7 tane trafik köprüsü bulunuyor. Şehrin, deniz yüzeyinden yüksekliği, yani rakımı: 122 metredir.
Şehrin iklimi nispeten ılımandır. Yani: kış aylarının en soğuk günlerinde bile, şehirdeki hava sıcaklığı 1 derecenin altına düşmez.
Şehir
Uluslararası bir ticaret ve iş merkezi olarak öne çıkıyor. Ülke genelinden ayrı olarak, burada yaşayan insanların milli geliri, çok daha yüksektir. Ülke firmalarının üçte biri, bu şehirde yaşamaktadır. Ülke ihracatının da, büyük bölümü, bu şehirden yapılır.
Şehir: özellikle “The Upper Town” bölümünde: barok stil eserlerle süslü mimari anıtlar, müzeler, çeşmeler, yeşil alanları ile; Avrupa’nın en öne çıkan turistik merkezlerinden biri haline gelmiştir.
TARİHİ GEÇMİŞİ
Bölgedeki ilk yerleşimin, 1’nci yüzyılda olduğu söyleniyor. Tarih kayıtlarında ise, şehrin ismi ilk kez: 1094 yılında görülüyor. 1851 yılında: Kaptol ve Gradel şehirleri birleşerek, Zagrep şehrini oluştururlar.
1242 yılında ise, Cengiz Han saldırıları sonucu, şehir olumsuz etkilenir ve zarar görür.
1699 yılına gelindiğinde, bu kez şehirde açılan üniversite ve devamında, veba salgınları, büyük sıkıntılar doğurur.
20’nci yüzyılda ise: Yugoslavya’nın dağılması sonucu: şehir, yine tam bir savaşın ortasında kalır. İç savaş öncesinde, gerginliği arttıran en büyük olay: 13 Mayıs 1990 tarihinde yapılan: Dinamo Zagreb-Kızılyıldız futbol takımları arasındaki maçtır.
Sırplar, savaşın başlarında, uçaklarıyla, şehre birkaç bomba atmışlar ve bunun dışında, şehir iç savaştan fazla etkilenmemiştir.
ARABA KİRALAMA
Havaalanından araba kiralayabilirsiniz. Günlüğü: 20 Euro. Araba kiralamaktan korkmayın, çünkü trafik gayet güzel ve rahat. Çünkü: yollarda özellikle kamyon göremiyorsunuz.
Hatta: yollarda görebileceğiniz arabalardan büyük bölümünün yabancı plakalı olmasına alışmanız gerekir. Ancak, araba kiralamanın tek olumsuz yani: şehir merkezlerinde otopark ücretlerinin çok çok yüksek olmasıdır, bunu göze almanız gerekiyor.
GECE HAYATI
Şehirde: gece hayatı, oldukça hareketlidir. Çünkü: çok sayıda birahane, gazino, kulüp, bar, diskotek ve caz kulübü bulunuyor.
Akşam yemeğinden sonra: Maraschino’da geceye başlayabilir ve ilerleyen saatlerde ise, göl kıyısındaki kulüplere gidebilirsiniz.
Ancak: özellikle “Aquarius” denilen gece kulübünden uzak durmanızı öneririm. Göl kıyısında: özellikle “Piranha” seçilmelidir.
OTELLER
Zagrep bölgesindeki otellerde: otel ücreti dışında, ilaveten vergi alınıyor. Yani: otelin günlük ücreti: iki kişi: 330 kn. İken, ilaveten 7 kn. Vergi ödeniyor. Şehir merkezindeki otellerin birçoğunda, iki kişilik oda fiyatı: 60-90 Euro arasında değişiyor. Hostellerin oda fiyatları ise: 15-20 Euro arasında değişiyor. Ancak, elbette gitmeden önce, internet üzerinden rezervasyon yaptırmanız şart.
Şehirde, konaklama için birçok alternatif bulunuyor.
Bunlar:
5 Yıldızlı Tesisler: The Regent Esplanade Zagreb Oteli, Sheraton Zagreb Oteli, The Westin Zagreb Oteli.
4 Yıldızlı Tesisler: Arcotel Allegra Zagreb Oteli, Palace Hotel, Hotel Dubrovnik.
NE YENİR
Şehir: pastaneleri ve kahve evleriyle ünlüdür. Burada: özellikle kalp şeklindeki “Paprenjak” yani “Bahatlı Bisküvi” yemelisiniz. Yemek olarak ise: Zagreb Bifteği (peynir ve jambonlu dana eti ile hazırlanan) deneyebilirsiniz.
Şehre özgü diğer lezzetlerin başında: krpice sazeljem (kavrulmuş lahana), kotlovina (komposto et), strukli (bir tatlı çeşidi) önerebilirim. Pazar meydanının yanında: birkaç güzel et lokantası bulabilirsiniz. Ayrıca: Leonardo denilen bir restoranda deniz ürünlerinin tadına bakmalısınız. Hatta, burada mutlaka “kalamar” yemenizi öneririm.
İçki olarak ise, buraya has bir bira türü var: Ozujsko. Bu bira: pek hoş değil. Karlovacka birası, nispeten daha güzel. Ancak, unutmamalısınız, bunların biralarının alkol oranı: % 11, yani bizim ülkemizdeki biraların alkol oranının çok üstündedir. Biranın yanında: patates kızartması veriyorlar.
Bu arada: özellikle kış aylarında, sokaklarda satılan kestanelerden, bir külah alıp, yiyebilirsiniz. Son olarak: alkolsüz içecek olarak, yörede en çok kullanılan içki: kava. Bu bizim bildiğimiz Türk kahvesidir. Buna: aynı zamanda espresso da deniliyor.
İçme suyuna gelince, buradaki insanlar genellikle içme sularını çeşmelerden sağladıklarından, şişe ile satılan içme suları biraz pahalıdır.
Son olarak, bu şehirde “bureg” denilen kıymalı böreği denemenizi öneriyorum.
NE SATIN ALINIR
Şehirde: birçok butik, dükkan, alışveriş merkezi ve hediyelik eşya satılan mağazalar var. Buralarda: kaliteli giysiler, şaraplar, kekler, hasır yada hasır sepetler ve kristal objeler satın alabilirsiniz.
Ama, ilginizi çekerse, bu şehirden mutlaka şarap satın almalısınız. Ayrıca: şehirden, kravat veya boyunluk eşarp satın alabilirsiniz.
Alışveriş merkezlerini bulabileceğiniz yerler: Branimir Centar, Kaptol Centar, İmportanne Centar, Rotonda ve City Centar Varteks.
ŞEHİR İÇİ ULAŞIMI
Sokaklarının birçoğu araç trafiğine kapalıdır.
Zagreb şehir içi ulaşımında, tramvayın büyük önemi var. Tramvay: şehrin birçok bölgesine ulaşımı sağlıyor. İlk olarak, 5 Eylül 1891 tarihinde kurulan tramvay hatları, zamanla tüm şehre yayılmıştır.
Şehirde: düzenli şehir turları da bulunuyor. Zagreb temalı şehir turları: eğlenceli ve interaktif tur olarak düzenleniyor ve fiyatı: 90 kuna.
Tramvaylarda, bütün kapılardan giriş-çıkış yapılabiliyor. Çoğu kişi de, bu yüzden tramvay parasını ödemiyormuş. Ancak, kontrol elemanlarına yakalanma durumunda, ceza ödemek zorunda kalınıyor.
GEZİLECEK YERLER
Zagreb şehri: özellikle Avusturya, Almanya ve İtalya’dan olmak üzere, yılda 1 milyon turist almaktadır.
Bir zamanlar: şehrin kralı, şehirdeki otoritesini güçlendirmek için: şehrin en yüksek yerine bir top koydurur ve bu topun: her öğlen vaktinde, bir kere ateşlenmesini emreder.
Bu uygulama: 1 Ocak 1877 tarihinden, günümüze kadar aynen devam ediyor ve her gün öğlen saat: 12.00’de, top ateşleniyor, bu sesi duyduğunuzda şaşırmamalısınız.
Bu konuda son bir not: bu top, sözüm ona “Türkler geliyor” anlamında, her gün ateşlenip, halkın dikkati çekiliyormuş.
Şehirde, muhteşem bir tramvay düzeni var ve her dakika, her yöne tramvay gidiyor. Ancak: şehir gezinizi, yürüyerek de yapabilirsiniz. Yürüyerek birçok önemli merkezi görebilirsiniz.
Şehir: iki bölümden oluşmaktadır. Bunlar:
1. Gornji grad
2. Donji grad.
GORNJİ GRAD – THE UPPER TOWN
Burası: şehrin, ortaçağ eserlerinin yoğun olarak bulunduğu bölgesidir. Kaptol ve Gradec bölgeleri, buradadır.
Şehirdeki gezimize: kent merkezinde bulunan “Trg Ban Jelacica” meydanından başlıyoruz. Burası: şehrin tam merkezidir.
TRG BAN JELACİCA MEYDANI
Şehrin merkezindedir. Bu meydanda: “Ban Josip Jelacic” heykeli görülüyor. Ban: vali demektir. Kendisi, heykelinde: at üzerinde, kılıcı havada durur görülüyor. Kendisinin, Macarlarla yapılan savaşlarda şehri korumaya çalıştığını, ancak başarılı olamadığını söylüyorlar.
Yine de, heykeli buraya dikilmiş. Ancak: Yugoslavya devleti yönetimi sırasında, Meraşal Tito tarafından heykel, Hırvat milliyetçiliğini anımsatıyor diye yerinden kaldırılmış, 1990 yılında ise, Hırvatistan bağımsızlığını kazanınca, heykel, yeniden yerine konulmuştur.
Noel kutlamaları: burada düzenleniyor. Ayrıca: burada insanlar buluşuyor, kafeteryalarda oturup gazete-kitap okuyorlar, gelen geçeni seyrediyorlar.
Meydanı gezdikten sonra: hedefimiz bir katedral.
ST.STEPHEN – ZAGREB KATEDRALİ
Söylenenlere göre: 1242 yılında, Tatarlar ülkeyi işgal ettiklerinde, burada bulunan katedrali yıkmışlar ve yaklaşık 10 yıl sonra, yeniden inşa ederken, Fransa Troy şehrinde bulunan St. Urban kilisesini örnek almışlar.
İki tane, gotik tarz kulesi görülüyor. Kulelerin uzunlukları, 100 metreyi aşmaktadır. Anıtsal yapı olarak önem kazanmaktadır. Katedralin hemen önünde: altın renkli, dört sütun bulunuyor. Bunlar: Melek ve Meryem Ana sütunlarıdır.
St. Stephen Katedrali gördükten sonra, yine kentin en hareketli yerlerinden biri olan bir pazar yerine ulaşıyoruz. Dolac Pazarı.
DOLAC PAZARI
Şehrin en canlı bölgesidir. Hırvatistan’ın her yerinden gelen insanların ürünlerini sattıkları bir yer olarak biliniyor. Buradaki tezgahlar arasında gezinebilirsiniz. Burası: her türlü sebze, et, meyve, peynir, şarap, hediyelik eşya vs. nin satıldığı dükkan ve tezgahların bulunduğu bir yer olarak önem kazanıyor.
Burası da, çok hareketlidir. Burada: özellikle öğlen yemek yemek ve kahve molası vermek için güzel yerler bulunuyor. Pazar çevresindeki küçük dükkanlarda ise, el yapımı hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz.
Pazarı gezdikten sonra: Tkalciceva Ulica sokağına giriyoruz. Burada, bir kent kapısı ve taş geçit var. Kamenita Vrata isimli bu geçit içinde: bir kent kapısı görülüyor. Kapı: 13’ncü yüzyıldan günümüze kalmıştır.
Geçit üzerinde, bir de küçük şapel var. Şapelin duvarlarında: Meryem Ana ve bebek İsa’nın resimleri görülüyor. Söylenenlere göre: bir yangında, bu resmin tahta çerçevesi tamamen yanmış, ancak resme herhangi bir şey olmamıştır.
Bu nedenle: resmin kutsal olduğuna inanılıyor. İnananlar: bu resmin önünde ve geçidin diğer yerlerinde: mumlar ve çiçekler arasında, diz çöküp dua ediyorlar.
Daha sonra: şehrin diğer bölgesine geçiyoruz.
DONJİ GRAD
Burada: devlet başkanı makamı olan Banski Dvori binası görülüyor. Devamında ise: St. Mark kilisesi var.
ST. MARK KİLİSESİ
Kilisenin tavanındaki freskleri görmenizi öneririm. Kilise: 13’ncü yüzyılda inşa edilmiştir. Üç kubbelidir. Avrupa’nın bu bölgesindeki en özgün dini yapıların başında gelmektedir. Kilisenin çatısı: Hırvat bayrağını andırır bir şekilde, seramiklerle kaplanmıştır.
Bu özelliğiyle, başka bir benzeri yoktur. Kırmızı, beyaz ve mavi damalı zemin üzerinde, iki tane hanedanlık arması görülüyor.
Bunlardan: sağdaki arma: Zagreb şehrini, soldaki arma ise: Hırvatistan, Slovenya ve Dalmaçya üçlü krallığını temsil ediyormuş. Yani: ilginç ve güzel bir çatı yapılmış.
Şehir manzarasını izlemek isterseniz, bu bölgedeki bir kuleye çıkmanız gerekiyor.
LOTRSCAK KULA – HIRSIZ KULESİ
Buraya çıkış için: isterseniz yürüyerek, isterseniz feniküleri kullanabilirsiniz. Özellikle, yaklaşık 100 yıllık, feniküleri kullanmanızı öneririm. Burası: yapıldığı dönemde, şehirdeki hırsızların gözlenmesi için yapılmış bir kuledir.
Günümüzde ise, buradan harika şehir manzarası izlenebiliyor. Özellikle: çatıların fotoğraflarını çekmek mümkündür.
Daha sonra: yorgunluk atmak için: bir park tercih edebilirsiniz.
MAKSİMİR PARK
Park, şehir merkezine biraz uzak bulunuyor. Avrupa’nın en büyük doğal parkı olarak biliniyor.
Parka ulaşmak için: tramvay kullanmanız ve Buckovacka durağında inmeniz gerekiyor. Park içinde: 1853 yılında yapılan, Anton Dominik Fernkorn’un; bir heykeli var. Bu heykelde: bir ejderha öldürme sahnesi temsil ediliyor.
Park içinde: yemek yiyebilir ve kahve içebilirsiniz. Hatta: orman ve göl kıyısında, uzun yürüyüşler yapabilirsiniz. Aynı zamanda, bisiklet binmek te mümkündür. Gölde: su sporları yapılıyor.
Park içinde: bir de, 85 yaşında olan hayvanat bahçesi bulunuyor. Hayvanat bahçesi, özellikle çocuklar için ilginç bir gezi oluyor.
Bunların dışında: Zagreb şehrinde gezebileceğiniz diğer yerler ise şunlardır:
ZAGREB MÜZESİ
Müze: şehir tarihini ortaya koyan çizimler, el sanatları ve dökümanların sergilendiği bir yerdir. Müzenin bulunduğu yapı ise: 17’nci yüzyıldan, günümüze kalan, St. Clair Manastırıdır.
ARKEOLOJİ MÜZESİ
Şehrin, önemli sergilerinin başındadır. Müze: Zrinski meydanındadır. Müze koleksiyonlarında, yaklaşık 450.000 çeşit arkeolojik eser bulunmaktadır. Bu eserler, uzun yıllar boyunca farklı kaynaklardan toplanmış, Hırvat varlığının kaynaklarıdır.
Bunların en ünlüsü: Mısır bölgesinden toplanan eserlerdir. Müzede, özellikle “Zagreb mumyası” görülmelidir. Ayrıca: eski Etrüsk yazıt koleksiyonu da ilgi çekmektedir.
ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ
1954 yılında kurulmuştur. Müzenin koleksiyonları içinde: Hırvat ve yabancı çağdaş sanatçılara ait eserler sergileniyor. Müzenin günümüzdeki binası ise, 2009 yılında açılmıştır.
MİMARA MÜZESİ
Müzede: 20’nci yüzyıla kadar, tarih öncesinden kalan eserler sergilenmektedir. En ünlü sergiler: Lorenzetti, Raffaell, Giorgione, Caravaggio, Canaletto ve Hollandalı Rembrant, Van Goyen gibi sanatçıların eserlerine aittir.
MİROGOJ
Burası, Zagreb şehrinin mezarlığıdır. Şehir merkezinin kuzeyindeki mezarlık, 1876 yılında açılmıştır. Burada: Hırvatistan’ın geçmişinde önemli yer almış kişilerin mezarları bulunmaktadır.
BOTANİK BAHÇELERİ
Tomislav meydanının güneyinde, Hotel Esplanade yakınlarındadır.
MODERN GALERİ – MODERNA GALERİ
Zrinjevaç parkı bölgesinde, 1934 yılında yapılan, tarihi Vranyczany Sarayındadır.
Burada: önemli ve kapsamlı koleksiyonlar sergileniyor. Bu koleksiyonlar içinde: 19 ve 20’nci yüzyıl Hırvat sanatçılarına ait tablolar, heykeller ve çizimler bulunuyor.
HIRVATİSTAN ULUSAL TİYATROSU
1895 yılında yapılmış ve Avusturya İmparatoru I. Franz Joseph tarafından açılmıştır. Şehrin en önemli tiyatro merkezidir. Bu güzel mekanda: muhteşem bir dekorla desteklenen, her türlü sahne etkinlikleri, kongreler ve oturumlar düzenlenmektedir.
ZAGREB ÜNİVERSİTESİ
1669 yılında kurulan Zagreb Üniversitesi, Hırvatistan ülkesinin en eski üniversitelerindendir. Kuruluşundan bu yana sürekli büyüyen üniversite, günümüzde 28 fakülte bulundurmaktadır. Bu fakültelerde: 200 binden fazla öğrenci eğitim görmektedir.
2011 yılında, Dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına girmiştir. Güzel bir bahar günü: üniversitenin karşısındaki büyük parkta, piknik yapmanızı ve hatta çimenler üzerinde dinlenmenizi öneririm.
JARUN GÖLÜ
Şehrin, Jarun mahallesinin güneybatısındadır. Sava nehri girişi tarafından oluşturulmuştur. Gölde: kürek, yelken, sörf, yüzme, koşu, paten ve kaykay gibi açık hava etkinlikleri düzenlenmektedir.
Göl çevresindeki çakıllı plajlardan, göle girilerek yüzmek mümkün ve güneşlenmek mümkündür.
Göl kıyısında: birçok restoran ve gece kulübü bulunmaktadır.
VATROSLAV LİSİNSKİ
Burası, şehrin en ünlü konser salonudur.
ULUSAL PARK – PLİTVİCKA JEZERA- NATİONAL PARK
Burası, dünyaca ünlü bir park olarak öne çıkmaktadır. Tam bir cennet denilebilir. Giriş ücretli: 110 kuna.
Birçok ziyaretçi, sırf bu park için, şehri ziyaret etmeyi tercih etmektedirler.
Ahşap bilet gişelerinden bilet alarak girdikten sonra: büyükçe bir göl karşımıza çıkıyor. Gölün öbür ucuna ulaşmak için tekneye binmek gerekiyor. Teknenin motoru yok, çelik bir halat üzerinde gidip geliyor. Karşı kıyıya çıktıktan sonra, parkı gezmeye devam edebilirsiniz.
Parkın her noktası, ayrı bir güzelliktedir. Toplam: 260 km. karelik alanda muhteşem güzellikler sizi bekliyor. Tek sahip olmanız gereken, kuvvetli bacaklar. Küçük yürüyüş parkurunun bitiminde, bir kafeterya var ve burada küçük bir dinlenme molası vererek, kahve içebilirsiniz.
Milli parkın içinde: 15 tane göl olduğu söyleniyor. Bunlar: 10 km. karelik bir alana yayılmışlardır. Göller: şelaleler yardımıyla, birbirlerine bağlanmış durumdalar. Aralarındaki yükseklik farkı: 140 metre civarındadır.
Ayrıca: su kanalları var. Bunların yanında: biraz önce söylediğim gibi, insanlar rahat yürüsün diye ahşaptan yürüyüş yolları yapılmış. Ama, bu yürüyüş yolları, ziyaretçilerin tercihine göre değişiyor.
Yani: 1 saatlik bir yürüyüş te yapabilirsiniz, 10 saatlik bir yürüyüş te mümkün. Hatta bu yürüyüş sırasında, çeşitli hayvanlarla, geyik ve tavşanlarla karşılaşma şansınız da varmış.
Bitki derseniz, park tam bir bitki cenneti. Park içinde, broşürlerde yazdığına göre: 75 çeşitten, 1400 civarında bitki çeşidinin bulunduğu yazılıdır. Özellikle: 50 çeşit civarında orkide bulunuyormuş.
Yunanistan Alexandrapolis-Dedeağaç; Burada: herhangi bir antik kalıntı veya tarihi eser yok. Bu şehirde daha çok: masmavi ve tertemiz bir deniz, uzun kumsallar var.
Ayrıca: şehir, özellikle akşam saatlerinde hareketli ve canlı. İnsanlar: eğlenmeyi seviyorlar.
Burayı ziyaret etmeyi düşünürseniz: denize girmek, balık restoranlarında muhteşem deniz ürünlerini tatmak ve tavernalarda, akşam saatlerinde sabaha kadar süren eğlencelere katılmak, başlıca yapabilecekleriniz bunlar.
Fazla zamanınız varsa, Semadirek adasına da geçebilirsiniz. Orada: tarihi kalıntılar, tarih meraklıları için ilginç gelebilir.
Evet: İpsala sınır kapısından çıktıktan sonra: gerek E-90 karayolu ve gerekse sahilden ilerleyen karayolu takip edildiğinde, Yunanistan’ın Trakya bölgesinde bulunan: Aleksandropolis şehri ile karşılaşıyoruz.
Yani: 32 km.lik uzaklık, yaklaşık 30 dakikada alınabiliyor. İstanbul’dan yola çıkıldığında ise, yaklaşık 4-5 saat sonra, Dedeağaç şehrine ulaşmanız mümkün. İstanbul’dan buraya ulaşmak için toplu ulaşım araçlarına ödemeniz gereken ücret: 40 Euro civarındadır.
Ulaşım için bir diğer alternatif ise: havaalanı. Şehirde: batı bölümünde, küçük bir havaalanı bulunuyor. Dedeağaç ile Selanik şehri arasındaki uzaklık: 346 km. dir.
Atina şehrine olan uzaklığı ise: 750 km. dir. Şehirde, bir de havaalanı bulunuyor. Havaalanı, şehir merkezine: 6 km. uzaklıktadır.
Buranın bir diğer ismi ise: Dedeağaç.
Söylenenlere göre: 15’nci yüzyılda, burada, Türk yönetimi etkin iken, bir tekke kurulmuştur. Bu tekkeye bağlı topluluğun dedesinin altında oturduğu ağaç, kutsal sayılarak kasabaya Türkler tarafından “Dedeağaç” ismi verilmiştir.
Aleksandrapolis ismi ise;
Yunanistan Alexandrapolis-Dedeağaç; Hani tarihteki Makedonyalı Büyük İskender’den gelmez. İsim: 19’ncu yüzyılda yaşamış bir Yunan kralından geliyor.
Şehir: 1913 yılında, Bükreş antlaşması ile verildiği Bulgaristan tarafından, Neuly antlaşması sonucu Yunanistan’a ilave edilince, dönemin Yunan kralının ismine izafeten bu isim verilmiştir.
Şehir: Ege denizi kıyısında, bir liman kentidir. Evros yani Meriç nehri bölgesinin en büyük şehridir. Meriç nehrinin yaklaşık 14.5 km. batısındadır. Ülkemiz ile olan sınırı:40 km. dir.
Kentte: büyük Türk nüfusu yaşamaktadır. Ayrıca: şehirde bulunan “Sağlık Bilimleri Fakültesi” nedeniyle, önemli bir öğrenci nüfusu barınıyor.
Bir de liman şehri olması nedeniyle, özellikle yaz aylarında, yoğun turist bulunuyor. Şehrin her yanında Osmanlı izleri, tarih, balık, zeytinyağı görülebiliyor.
Günümüzde: şehir nüfusu yaklaşık 115 bin kişi civarındadır ve bu nüfusun, 20 bin kişilik bölümü Türklerden oluşmaktadır. Yani, şehirde karşılaştığınız orta yaş üzerinde bir yerli ile Türkçe konuşmaya kalkarsanız, büyük olasılıkla konuşabilirsiniz.
Nüfus içinde büyük çoğunluğu oluşturan diğer gurup, Üniversite öğrencileridir. Şehirde: Trakya Demokritos Üniversitesinin: Tıp Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı, Temel Seviye Eğitim Bölümü, Eğitim Bilimleri Bölümü bulunmaktadır.
Ayrıca: Bölgesel Üniversite Hastanesinde, çok özel tıbbı operasyonlar yapılabilmektedir.
Gündüzleri: cadde, sokak ve kafeleri dolduran gençler, şehri canlandırıyorlar. Kafelerin sokağa bakan bölümlerinde, teraslar oluşturulmuş ve teraslarda oturup şehrin hareketli sokaklarına bakarak, muhteşem güzel zaman geçirebilirsiniz.
Öğleden sonraları oturduğunuz kafelerde, akşam olunca yer bulamazsınız, çünkü daha önce de söylediğim gibi, akşam saatlerinde bütün şehirliler, sokaklara çıkıyorlar.
TARİHİ GEÇMİŞİ
Yunanistan Alexandrapolis-Dedeağaç; Bölgenin tarihi geçmişi, MÖ.7’nci yüzyıla kadar uzanmaktadır. Buralarda görülen ilk yerleşimciler olan Tıraklar: bölgeye geldiklerinde, şehrin hemen karşısındaki “Somathraki” yani “Semadirek” adasına yerleşirler.
Daha sonra ise, yeniden anakaraya çıkıyorlar ve burada, yerleşim yerleri kuruyorlar. Özellikle: anakarada kurdukları bu kentleri, yeni yollar yaparak birbirlerine bağlıyorlar, tapınaklar yapıyorlar, deniz ve kara ticaretini geliştiriyorlar.
Takip eden dönemde, yani 1’nci yüzyılda ise: bölgede Romalılar görülüyor ve 4’ncü yüzyıla kadar, bölgede egemenlik kuruyorlar. 4’ncü yüzyıldan sonra ise, Bizans dönemi başlıyor. Bu dönemde: eski bir pagan tapınağı üzerine, Kosmosotiras kilisesi inşa ediliyor.
Sonraları:
Osmanlılar bölgede görülmeye başlıyorlar. 1821 tarihine gelindiğinde ise, Yunanlılar bağımsızlıklarını kazanıyorlar. 1869 yılında, Maurice de Hirsch isimli bir şahıs: Rumeli Demiryolları Şirketinin sahibi olarak bu bölgeye geldiğinde: Selanik-İstanbul demiryolu hattının yapımını ve işletme hakkını satın alır.
Ayrıca: şirket, Enez bölgesinde bir liman yapacaktır. Ancak, Meriç nehrinin aşırı alüvyon taşıması nedeniyle, limanın, Enez yöresine değil, buraya yapılmasına karar verilir.
Bunun üzerine, burada, sahil şeridindeki 10 km. lik kesime: liman işletmesi için gerekli antrepolar ve çalışanlar için evler yapılır. 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sonucunda ise, Ruslar burayı işgal ederler ve şehri, yeniden imar ederler.
Ancak, şehir yine şirket şehri olmaya devam eder. Sonuç olarak: 1871 yılına kadar bir balıkçı köyü olarak gelen şehir, bu tarihten sonra, elverişli coğrafi konumu nedeniyle, gelişmiş, büyümüş ve şehir halini almıştır.
Özellikle: Selanik-İstanbul demiryolunun yapılması ve şehrin bu demiryolu üzerinde olması, gelişimini hızlandırmış ve etkilemiştir.
ŞEHİR İÇİ ULAŞIMI
Yunanistan Alexandrapolis-Dedeağaç; Şehirde: genellikle ulaşım taksiler ile sağlanıyor. Çünkü: taksilerin ücretleri uygun. Özellikle: İstanbul ile karşılaştırırsanız, uygun olduğunu görüyorsunuz.
Ayrıca: ülke genel şartları gereğince, beş yaşın üstünde taksi yok. Zaten marka olarak da, bayağı kaliteli taksiler var.
KONAKLAMA
Yunanistan Alexandrapolis-Dedeağaç; Şehirde, çok sayıda otel ve pansiyon bulunuyor. Hatta: tüm bölgenin en büyük konaklama tesisleri buradadır. Oteller aynı zamanda, toplantı salonlarıyla, kongre turizmi için de elverişli yapıdadırlar.
Otel fiyatları, internetten verilen fiyatlar ile büyük farklılıklar gösteriyor. Bu nedenle: otellerden fiyat alırken dikkat etmenizi öneririm.
Genellikle, fiyatlar: iki kişilik oda için: 50-150 Euro arasında değişiyor. Türkiye’den giden birçok ziyaretçinin genel olarak tercih ettiği otellerin başında: Thraki Otel var. Şehir merkezinden, yaklaşık 10 km. uzaklıktaki otel, eski ama bakımlı, odaları temiz. Ayrıca: güzel bir sahili de var.
Şehrin en lüks oteli ise: deniz kıyısındaki Grand Hoteldir. Otelin kapalı yüzme havuzu bulunuyor ve her yere, yürüyerek ulaşım mümkündür.
NE YENİR
Yunanistan Alexandrapolis-Dedeağaç; Şehirde, kıyı şeridinde, birçok balık lokantası var. Bu lokantalarda; deniz ürünleri ve mezelerin tadına bakabilir ve barbayani isimli yöresel içkiden içebilirsiniz. Bu içki, rakıya benziyor.
Fiyatlar, genel olarak uygun. Özellikle: İstanbul balık lokantalarının fiyatları yanında çok uygun. Bu uygunluk: özellikle yöre valiliğinin sıkı denetimleriyle sağlanıyormuş.
Bir balık restoranı önermem gerekirse: “Taverna Nea Hili” olabilir. Bu restoran, zeytinliklerin arasında kalıyor ve özellikle mezeleriyle ünlüdür. Zaten kapısında, çok sayıda, İstanbul plakalı otomobil görebilirsiniz.
Şehirde diğer bir mekan: Ouzeri denilen ve Yunan rakısı Uzonun isminden gelen isimle anılan barlar yani bir tür meyhanelerdir. Bunlar, özellikle mezeleriyle öne çıkıyor.
Bunun dışında: bu şehirde, özellikle, denize bakan kafeteryalarda oturup, kahve için ve güneşin batışını izleyin. Güneş battıktan sonra ise şehirde muhteşem bir hareketlilik başladığını göreceksiniz.
Yunanlılar, genellikle akşam yemeklerini geç saatlerde yemeyi tercih ediyorlar. Daha sonra ise, geç saatlere ve hatta sabaha kadar sokaklarda oluyorlar.
Bu arada: büyük peynir üreticilerinden “Evropharma” nın merkezi, buradadır.
DENİZ
Şehrin kıyı şeridinde, deniz çok temiz. Çünkü: denizdeki kimyasal kirliliği önleyici tedbirler alınmış. Hatta: sahillerinin Mavi Bayrakları bulunuyor.
ŞEHİRDEKİ GEZİ
Yunanistan Alexandrapolis-Dedeağaç; Şehirde, en işlek cadde olarak: Dimokratias caddesi görülüyor. Leoforos Dimokratias caddesi: zaten şehrin hemen merkezinde, limana paralel uzanıyor. Şehri boylu boyunca geçiyor.
Cadde üzerinde, birçok kafeterya ve alışveriş merkezleri, dükkanlar bulunuyor. Ancak: özellikle sizlere hatırlatmam gereken husus: şehirde, tam bir “siesta” uygulaması olması.
Yani: saat: 13.00-17.00 arasında, tüm dükkan sahipleri siesta yani uyku molası veriyorlar ve dükkanlarını kapatıyorlar. Özellikle: hafta sonlarında, dükkanlar mutlaka kapalıdır.
Hatta: benzin istasyonları bile kapalı. Yani: özel aracınız ile gitmeye niyetlenirseniz, bu durumu mutlaka dikkate almalısınız. Öte yandan: bir gerçek daha var, İpsala sınır kapısından çıkıştı, birçok özel araç, yakıt deposu boş olarak çıkış yapıyor.
Çünkü: Yunanistan yani bu bölgedeki yakıt fiyatları, ülkemizdeki fiyatların çok altındadır. Bu nedenle: bir çok gezgin, özel araçları ile yola çıkarken, yakıtı Yunanistan topraklarından almayı düşünüyorlar.
Evet: şehrin tüm caddeleri ve sokakları, tertemiz ve pırıl pırıldır. Çarşıları canlı ve hareketlidir. Gece hayatı, nispeten daha renkli. Akşam saatleri geldiğinde: sahildeki yol, araç trafiğine kapatılıyor.
Sonra da: tüm kafeler, barlar, tavernalar ve balık lokantaları, gerek şehir yerlileri ve gerekse yabancı turistler tarafından dolduruluyor.
Şehir yerlileri eğlenceyi o kadar çok seviyorlar ki, her gün saat 22.00’den sonra, bütün kafeteryalar ve eğlence merkezleri, çılgınca eğlenenler ile doluyor.
Yani, her fırsatta dışarıdalar. Gündüz siesta adı altında uyku ve gece geç saatlere kadar eğlence.
DEDEAĞAÇ CAMİSİ
Şehir merkezinde, Leoforos Dimokratias caddesindedir. Dedeağaç tren istasyonunun hemen ilerisindeki bir sokakta, şehrin tek camisidir.
Bazı yerlerde, ismi “Selahattin Camisi” olarak da geçmektedir. Şehir merkezinde, günümüze kadar ayakta kalabilen tek camidir. Caminin tarihçesinde hazin bir öykü var.
Şöyle ki: 1912 Balkan Savaşında, cami ve içindeki Müslüman halk: Bulgarlar tarafından, yakılmıştır. 1921 yılına gelindiğinde ise, cami, Yunanlılar tarafından onarılmıştır.
Ancak: caminin ilk olarak kim tarafından ve hangi tarihte yapıldığı belli değildir. Son olarak: cami, 13 Mart 1993 tarihinde çıkan bir yangın sonucu tamamen yanarak yok olmuştur. Yangın olayının faili meçhuldür.
Yunan hükümeti, yangın olayından sonra camiyi yeniden onarılmış ve günümüzde halen ibadete açıktır. Ancak, çevresindeki büyük apartmanlar, caminin görüntüsünü etkiliyor.
Adeta, uzaktan görünmesi engellenmiş gibi bir hava var. Hatta: minarenin tepesindeki hilal sökülmüş ve bahçesinde, azınlık okulunun bulunması nedeniyle, Yunan bayrağı dalgalanıyor.
Azınlık okulu dedim de, burası bir Türk azınlık okulu. Ancak, bu Türk okulunun pek fazla öğrencisi var denilemez.
DENİZ FENERİ
Şehrin sembolüdür. 1880 yılından kalmadır. Sultan II. Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Hemen deniz kıyısında, sahil kesiminde yükseliyor ve şehrin en hareketli bölgeleri, fenerin bulunduğu mahaldedir.
MAKRİ KÖYÜ
Şehrin, 11 km. batısında, deniz kıyısındadır. Aynı zamanda: E-90 karayolunun da hemen yanındadır. Burası: şirin bir yerleşim yeri.
Özellikle: balık restoranları çok ünlü ve mutlaka uğramanızı ve deniz ürünlerini tatmanızı öneriyorum.
Fiyatlar ise, çok uygun. Hatta, bazı restoranlarda, yoğun Türk ziyaretçiler nedeniyle, Türkçe menü bile bulmanız mümkün. Menülerde: midyeler, boy boy karidesler, kızarmış balıklar bulabilirsiniz.
Öne çıkan bir husus olarak: tüm yemeklerde, beyaz peynir ilave edilmesidir. Özellikle: salataya, mutlaka beyaz peynir ilave ediliyor.
LOUTROS KÖYÜ
Burası, şehir merkezine 13 km. uzaklıktadır ve kaplıcaları ile ünlüdür. Şehrin doğusunda, yani Türkiye tarafında, Meriç nehrinin hemen yanında kalıyor.
SOUFLİ-SOFULU KÖYÜ
Şehir merkezine, 1 saat (65 km.) uzaklıktadır. Ama, sınırı geçtiğimizde ilk karşımıza gelen yerdir.
Burası: ipeği ve ipekböceği ile tanınmaktadır. Buranın pazarında-çarşısında ipek ve el dokusu kumaşlar bulup satın alabilirsiniz.
İpek bu bölgede, 1911 yılında o kadar önem kazanmıştır ki, yörenin nüfusu, 13 bin civarına ulaşmıştır.
Ancak, bu tarihten sonra, Batı Trakya’nın bölünmesi ve ipek böceği için gereken dut ağaçlarının sınırın öte yanında kalması nedeniyle, burada, ipek böcekçiliği gerilemiştir.
Böylece, şehrin nüfusu da gittikçe azalmıştır. Ayrıca, sentetik ipeğin bulunması da, bu olumsuzluğu etkilemiştir. Yine de, günümüzde burada ipek ve ipekböceği yetiştiriciliği sürdürülmektedir.
Hatta, burada bir de “İpek Müzesi” bulunuyor. Müze: şehir merkezinde, eski bir Türk konağı görüntüsü veriyor. 1990 yılında açılmıştır. K. Kourtidis isimli doktor ve politikacı birinin konağında kurulmuştur. Konak: 1883 yılında yapılmıştır.
Zemin kat ve birinci kat müze, ikinci kat ise konut olarak kullanılmaktadır. 4 tematik bölüm vardır. Buralarda: metinler, fotoğraflar, tasarımlar ve haritalar görülüyor. Buralarda; ipek böceği kültürü hakkında geleneksel nesneler içeren toplam 46 parça obje var.
SAMOTHRAKİ ADASI-SEMADİREK ADASI
Adaya, deniz yolu ile ulaşılabilen tek noktadır. Ada ile şehir arasındaki ulaşım, yaklaşık 1-2 saat sürmektedir. Kavala ile ada arasındaki deniz ulaşımı ise, 5-6 saat sürüyor. Adanın boyutu: 178 km. karedir. Uzunluğu ise, 17 km. dir.
Ekonomik etkinlikler: balıkçılık ve turizm üzerine kuruludur. Ayrıca: granit ve bazalt gibi yeraltı kaynakları da bulunmaktadır. Adanın Fengari dağı: 1611 metre yüksekliktedir.
Ada, özellikle yaz aylarında mutlaka gezilmesi gereken bir yerdir. Kumu: sarı ve tertemiz deniziyle, doğanın güzellikleri birleşmektedir. Adada, nehir ve şelaleler arasında yürüyüş yapabilir, kuş seslerini dinleyebilirsiniz.
Ayrıca: adada, çok sayıda antik kalıntılar da görülebilir. Özellikle: antik dönemlerde dini törenlerin yapıldığı bir site olan “Sanctuary” önem kazanmaktadır. Çünkü: bu dini yer, dönemin birçok ünlüsü tarafından ziyaret edilmiştir. Antik kent kalıntılarının bulunduğu yer ise: “Pelasgians” olarak bilinir. Burada: Kayralılar ve Traklar egemenlik kurmuşlardır.
Hatta:
Günümüzde, Paris-Louvre Müzesinde sergilenen “Kanatlı Zafer Tanrıçası Nike” heykeli, 1863 yılında buradan bulunarak kaçırılmıştır. 1863 yılında, Fransız arkeologlar tarafından bulunan ve MÖ.190 yılından kalan anıt: başsız olarak, adanın dini sitesi olan Sanctuary bölgesinde bulunmuştur.
MÖ. 508 yıllarında, Persler de, adada hakimiyeti ele geçirirler. Daha sonra ise, ada, Helen hakimiyetine girer. Ada tarihindeki diğer önemli bir husus: İsa’nın havarisi Pavlus’un, Filistin dışında ikinci misyonerlik yolculuğuna yani Makedonya’ya giderken, Semadirek adasında bir gece geçirmiş olmasıdır ki, bu durum İncil de yazılıdır.
Adaya giderseniz: ilk olarak, limanın kenarında uzanan, dar ve uzun bir ana caddenin bulunduğu, Kamariotissa denilen köyü göreceksiniz. Burada: hediyelik eşya satış dükkanları ve plajlar var. Ayrıca: yine burada araba ve motosiklet kiralayabilirsiniz.
Burada: özellikle yaz aylarında, yoğun turist akımı oluyor. Buranın hemen arkasında: konaklama tesisleri var. Yaklaşık 14 km. lik bir yol sonunda ise, Therma şehri var.
Burada da: oteller, kiralık daireler, dükkanlar ve restoranlar bulunuyor. Ayrıca, yemyeşil bitki örtüsü, oldukça güzel bir görünüm ortaya koyuyor. Therma, aynı zamanda adanın kaplıcalar sitesidir.
Adanın başkenti: Hora şehridir. Burası: ada sakinlerinin korsanlardan gizlenmek için daha yukarılara ve iç kesimlere, dağın doğal amfi tiyatro gibi olduğu yere kurulmuştur. Yamaç boyunca, dar sokaklar, küçük ama şirin kasabaya ayrı bir güzellik vermektedir.
Burada, popüler restoranlar, batı tarzı kafeteryalar ve denizin muhteşem güzel manzarasını izlemek mümkündür. Aynı zamanda, adanın küçük hastanesi de bu şehirdedir. Bir de folklor müzesi, bir kale kalıntısı da görülüyor.
Adanın diğer öne çıkan özelliklerinden birisi de, plajlarıdır. Kamariotissanın güney kıyısında, yaklaşık 16 km. uzaklıkta: mükemmel bir kaya blok üzerinde yükselen tepelerin hemen önündedir.
Plaj: gayet sessiz, güneş şemsiyeleri ve sahilde bir bar, mükemmel bir balık restoranı, duşlar ve şezlonglar bulunuyor. Plajın uzunluğu: 800 metredir.
Makedonya Cumhuriyetinin başkenti ve en büyük şehridir. Yunanistan üzerinden Ege denizine dökülen Vardar nehrinin üst kısmındadır. Belgrad ve Atina şehirleri arasında, kuzey-güney Balkan rotasında bulunur.
Ülkenin politik, kültürel ve akademik merkezidir. Yunan ve Roma döneminde “Scupi” adıyla biliniyordu. Rahibe Terasa’nın doğduğu yer olarak, şehir, bütün dünyada tanınmıştır.
Şehir Vardar nehrinin iki kıyısında kurulmuştur ve arada “Taş köprü” vardır. Nehrin sağ yanında kalan bölüm “Eski şehir” ve sol yanında kalan bölüm ise “Yeni şehir” dir.
Şehirde en çok görünenler:
Ana caddeleri ve meydanları süsleyen heykellerdir. Şehir, kendine ait bir Zafer Takına sahiptir. Ana meydandaki savaşçı heykelleri (Aslında Büyük İskender ve ailesinin heykelleri ama Makedonlar ve Yunanlılar, İskender’i sahiplenmek istediklerinden bu konuda Makedonlar açıkça İskender ismini kullanmıyorlar, Büyük Savaşçı diyorlar.) ilgi çekiyor.
Üsküp şehrinin ismi son zamanlarda ülkemizde de sık sık gündeme geliyor. Çünkü ekonomik sıkıntı nedeniyle, Makedonya devleti, özellikle Üsküp şehrinde bulunan Osmanlı mirasına, camilere, hanlara ve diğer eserlere sahip çıkmıyor. Bunların onarımı ve restorasyonu Türkiye Devleti (TİKA) tarafından yaptırılıyor.
Üsküp şehrinin bizi ilgilendiren bir diğer özelliği:
Ünlü şair Yahya Kemal Bayatlı’nın Üsküplü olmasıdır. Hatta: Üsküp şehri için “Fatih devrinin manevi mezarlığı” da denir. Çünkü: Üsküp şehrinin her köşesinde bir evliya mezarı varmış. Osmanlı döneminde, Arnavut kökenli, dünyaca tanınan Rahibe Terasa da, bu şehirde bir süre yaşamıştır.
Son bir not: Üsküp denince bir türkü akla geliyor “Vardar Ovası” Bu türkü, Üsküp şehri için söylenmiştir. Ayrıca, burada çok sayıda Türk yaşamasına rağmen, televizyonlarda Türk kanalı görünmez. Ancak, televizyonlarda, mevcut Makedon kanallarında, inanın çok sayıda Türk dizisi izlemek mümkündür.
Ayrıca: halen Bursa ve Üsküp kardeş şehirlerdir. Camilerin restorasyonu için Bursa Büyükşehir Belediyesi de katkı sağlıyormuş.
Giriş için yine önemli bir not: şehirde gezinirken, bir anda çevrenizi dilenen Roman çocukları doldurabilir, bu arada kesinlikle ceplerinize ve çantalarınıza sahip çıkınız.
ULAŞIM
Üsküp şehrinin çevresindeki bazı şehirlere uzaklığı: Selanik 233 km, Belgrad 433 km, Priştina 87 km, Tiran 291 km ve Sofya 245 km. dir. Şehrin çevresinde otoyol ağı yoğundur ve ulaşım problemi yaşanmaz. Eğer Üsküp şehrine Selanik üzerinden karayolu ile giderseniz, Selanik-Makedonya arasındaki otoyol güzel, 2 şerit gidiş, 2 şerit geliş, rahat bir yoldur.
Girişte Makedon gümrüğünde en az 2 saat beklemeyi göze alın, ayrıca yine burada çok ucuz Makedon Duty-free mağazası var, içki ve parfümler ucuz, buraya mutlaka uğrayın. Üsküp hava alanı (İsmi: Büyük İskender hava alanıdır.) 1928 yılında inşa edilmiştir.
Günümüzde, şehrin 23 km doğusundadır. Hava alanının 2014 yılı yolcu kapasitesi 1 milyon kişiye ulaşmıştır. Birçok Avrupa şehrine uçuş bağlantısı vardır. Hava alanı ile şehir merkezi arasında, günde birkaç otobüs seferi vardır. Bir bilet: 2.25 Euro’dur. Taksiler 24 saat çalışır, şehir merkezi için muhtemelen 16-20 Euro ücret isterler.
TARİH
Şehir Yunan ve Roma döneminde “Scupi” ismiyle biliniyordu. Şehir, MÖ 2’nci yüzyılda, Dardanya’nın başkenti oldu. MS 1’nci yüzyılda bölgeye Romalılar egemen oldular ve burayı bir askeri kamp alanına çevirdiler.
MS 395 yılında, şehir Bizans egemenliğine geçti. 518 yılında şiddetli bir deprem şehri tahrip etti. Ardından Justinien tarafından yeniden inşa edildi. 830’larda şehir Bulgar imparatorluğunun bir parçası oldu.
1282 yılında, şehir Sırp imparatorluğunun bir parçası oldu. 1392 yılında Osmanlılar şehri ele geçirdi ve şehrin ismi “Üsküp” oldu. 17’nci yüzyılda, Üsküp şehrinde yaşayanların sayısı 30 ile 60 bin kişi arasındaydı.
Şehirde 10 binden fazla ev vardı. Belgrad ve Saraybosna ile birlikte bölgenin en büyük şehirlerinden biriydi. Çarşılar, kervansaraylar, camiler ve hamamlar yapıldı. 1689 yılında, Avusturyalılar kolera salgınıyla zayıf düşmüş şehri ele geçirdiler ve şehri ateşe verdiler. Ancak ardından geri çekildiler. Üsküp harabeye dönmüştü. Resmi binaların çoğu yeniden yapıldı ve restore edildi.
Ancak
yine veba ve kolera salgını yaşandı ve şehirliler başka yerlere göç ettiler. 1850 yılından sonra şehir gerilemeye başladı. Kırsal göç nedeniyle, şehirde Hıristiyan nüfus arttı. 1903 yılında bölgede Arnavut isyanları başladı ve 11 Ağustos tarihinde Üsküp şehrini ele geçirdiler.
1’nci Balkan Savaşında, 1912 yılında yani 500 yıldan fazla Türk hakimiyetinin ardından, Sırbistan krallığı tarafından ilhak edildi. Türkler şehirden göç ederek ayrıldılar. 1’nci Dünya savaşı sırasında, 1915 yılında şehri Bulgar krallığı aldı.
II. Dünya savaşından sonra ise, yeni kurulan Yugoslav krallığının bir parçası oldu. II. Dünya savaşından sonra hızla gelişen şehir, 1963 yılındaki depremde büyük hasar gördü. Nüfusun yüzde 70 kadarı evlerini kaybetti, birçok eğitim tesisi, fabrika ve tarihi bina tahrip oldu. Hızla yeniden yapılanma başladı, ancak insanlar aşina olmadıkları evlere ve binalara taşındılar.
1980’lere gelindiğinde fonların bitmesiyle birlikte yeniden yapılanma da bitti. Üsküp şehir manzarası, büyük ölçüde değişti ve şehir Modernist mimarinin örnekleriyle doldu. 1991 yılına gelindiğinde ise, bağımsız Makedonya’nın başkenti oldu. “Üsküp 2014 Projesi” ile yeniden yapılanma hazırlıkları yapıldı. Proje ile ilgili ayrıntılı bilgi aşağıda verilecektir.
PARA BİRİMİ
Üsküp şehrinde Makedon Dinarı kullanılıyor. 1 Euro: 6.15 Dinar yapıyor. Yani paralarının değeri düşük, zaten ekonomik sıkıntıları vardır. Ama birçok yerde, Euro kabul ediliyor. Siz yine de yerel para kullanmak isterseniz, birçok döviz bürosu var, her seferinde 10 Euro gibi küçük para bozdurun. Aksi halde, tur sonunda cebinizde bir sürü bozuk para ile dönersiniz.
NE YENİR-NE İÇİLİR
Taş köprüden geçerek, eski şehir bölümüne geçen ve sağ tarafınızda “Turistik” denen bir restoran görülüyor. Burada, mutlaka büyük boy köfte yemelisiniz. Bu şehrin “iri köfteleri” meşhurdur. Bu köftelere “kebap” ismi veriliyor. Ayrıca, şehir merkezindeki “Destan” isimli restoranda da bu kebapların tadına bakabilirsiniz.
Tüm balkanlarda “kebabi” denildiği zaman, yedikleri bizim İnegöl köfteye benzerdir. Yani köfte isterken kebabi istiyorum diyeceksiniz. Bir porsiyonda 10 tane köfte olur, köftenin yanında yeşil ve müthiş acı bir biber ve kıyılmış kuru soğan getirirler.
Yanında güveçte kuru fasulye yenir. Buranın en tipik yemekleri bunlardır. Bu çarşının arkalarında çeşitli restoranlar vardır. Ancak, en bilineni “Destan” köftedir. Burada 1 porsiyon köfte: 7 Euro’dur. Tatlı denince, çarşıdaki Abdi Ağa tatlıcısına uğrayın ve burada boza ve limonata için.
NE SATIN ALINIR
Şehirde alışveriş yapmak isterseniz, tanıdık bir marka veya tabela görürsünüz. Ülkemizde tanınan “Migros” şehirde, büyük bir alışveriş yeri açmıştır. Mutlaka almanızı önereceğim özel bir obje yoktur.
ŞEHRİN HAYATINDA ÖNEMLİ HUSUSLAR:
Dışarıdan Üsküp şehrine girerken: Tito döneminde yapılan çok lüks olmayan, birbirine çok benzeyen sosyal konutları göreceksiniz. Bunlar halen kullanılıyor, yani kentsel dönüşüm fikri yoktur. Şehri gezmeye başlamadan önce, şehri tanımak açısından bazı özel hususlardan söz etmek istiyorum. Bunları bilirseniz, şehri daha bilinçli gezersiniz.
Etnik yapı:
Şehirde 500 binden fazla nüfus barınır. Bunların büyük bölümü: Makedon ve Arnavut, kalanlar ise Romanlar, Sırplar ve Türklerdir. 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre: şehirde yaşayanların % 1.7 kadar bölümü Türk’tür. Şehirde yaşayan Türklerin nüfusu 10 bin civarındadır. Etnik Arnavut ve Makedon nüfus fazladır.
Türklerin yaşadığı eski şehir bölümü: tam bir Osmanlı şehri gibidir. Burada yaşayan soydaşlarımız: genellikle sıcakkanlı ve geleneklerine bağlı insanlardır. Her ne kadar dindar olsalar da, asla tutucu değillerdir. İnsan ilişkilerinde çok rahatlar, bölgedeki kahvehaneler, sabahlara kadar tıklım tıklım doludur.
Şehrin yeni şehir olarak bilinen diğer kesiminde ise,
Komünist yönetim tarafından gerçekleştirilen planlı yapılaşma ve modern görünüm egemendir. Ancak bu kesimde, yani genellikle Makedonların oturduğu kesimde, karşı bölümdeki yani Müslüman bölümdeki camilere nispet yaparcasına, Hıristiyanlık alametleri yerleştirilmiştir. Özellikle, şehrin eteklerinde kurulduğu dağın tepesine, kocaman bir “Haç” dikmişlerdir.
Yine, aynı yerde, tepesinde ışıklı kocaman haçlar bulunan bir kilise yapılmıştır. Türk tarafındaki camilerin bakım ve restorasyonu ise, TİKA tarafından karşılanıyor. Çünkü, Makedon devleti, bu tarafı, yani Türk tarafını görmezden geliyor. Ancak bu ikilik, aynı zamanda, karşı tarafa bir yabancılık ve sanırım nefret olarak da yansıyor.
Makedon-Yunan uyuşmazlığı:
Makedonların bayraklarında “Makedon güneşi” simgesi vardır. Yunanlılar buna şiddetle karşı çıkıyorlar. Çünkü: bu bayrağın, Büyük İskender tarafından kullanıldığını söylüyorlar. Diğer bir konu: Makedonlar aslen Slav ırkı kökenlidirler.
Hatta: Kril alfabesini bulan ve Balkanlarda Slavlar arasında Hıristiyanlığın, Ortodoksluğun yayılmasında en büyük etkileri olan Aziz Kril ve Aziz Ptoli de Makedondur.
Dolayısıyla bunların Slav olmaları, burada doğmuş olmaları, Makedonların Büyük İskender ile bağlarını boşa çıkarıyor. İskender ile bağları olsa, Slavları Hıristiyanlaştıran, Ortodokslaştıran azizlere sahip çıkıyorlar, öte yandan Büyük İskender’e de sahip çıkmalarına Yunanlılar karşı çıkıyorlar.
Vardar nehri:
Makedonya Cumhuriyetinin ve Yunanistan’ın en büyük nehridir. 388 km uzunluktadır. Bunun 301 km Makedon topraklarında, 87 km ise Yunanistan topraklarındadır. Kaynağından çıktıktan 25 km sonra Üsküp şehrine ulaşır. Burada en büyüğü 130 km olan Treska ırmağı da karışarak büyür. Maksimum derinliği 4 metredir.
Nehir, Yunanistan’ın kuzeyinde Selanik şehrinin batısından Ege denizine dökülüyor. Nehrin havzası, yani hani bizde türküleri olan “Vardar Ovası”, Makedonya Cumhuriyeti topraklarının üçte ikisini kaplar.
Şehir merkezinde, Vardar nehri üzerinde 2 tane büyük boyutlu ahşap tekneler göreceksiniz. Bunlar Temmuz 2014 yılında yapılmış ve nehir yatağına dikilmiştir. Barok tarzındaki tekneler turistik hizmet (restoran) veriyorlar.
Ancak, elbette büyük bir alt yapı ve eğitim eksiği olan ülkede, bu tür yatırımlar için harcanan paralar, halk arasında büyük infiale sebep oluyor, zaten: özellikle yaz döneminde suyu iyice azalan nehirde, saçma sapan ve oldukça büyük gemiler, hoş olmamış, görünce hak vereceksiniz.
Deprem:
1963 yılında, büyük bir deprem (20 saniye sürer, 6.1 şiddetinde), şehri şafaktan hemen önce vurdu ve şehirdeki binaların % 80’i yıkıldı. Ardından, Hiroshima şehri için de plan yapan Japon mimar Kenzo Tange tarafından yapılan projeye göre şehir yenilendi.
Yapılan binaların büyük çoğunluğu tipik olarak beton ve Komünizm tarzı binalardı. Ancak tartışmalı “Üsküp 2014 Projesi” sayesinde, bu binalar kademeli olarak değiştiriliyor. Neoklasik tarzda, yeni anıtlar ve özellikle inşa ediliyor.
Üsküp 2014 Projesi:
1963 yılındaki büyük deprem, şehirde mevcut binaların yaklaşık % 80’lik kısmını yok etti. Ardından yapılan yeniden yapılanma faaliyetlerinde, çoğunlukla düz modernist binalar inşa edildi. Ancak, şehre daha anıtsal ve görsel açıdan hoş bir imaj verilmesi isteniyordu.
Bunu sağlamak için, 2010 yılında, “Üsküp 2014 Projesi” ilan edildi. Buna göre: ağırlıklı olarak müzeler ve hükümet binalarının belli kurallara göre inşası, mevcutların cephelerinin değiştirilmesi ve Makedonya tarihindeki bazı figürlerin heykellerinin şehrin merkezi yerlerine yerleştirilmesidir.
Projenin bir parçası olarak, yaklaşık 20 bina ve 40’dan fazla anıt yapılması planlanmıştır. Ancak, bu proje, halkın içindeki çeşitli guruplar tarafından eleştirildi, çünkü maliyetinin çok yüksek olması planlanmıştı. Yüksek işsizlik ve yoksulluk olan ülkede, kaynak israfı olarak görüldü. Anıtların, hükümetin ödediğinden çok daha ucuza mal olabileceği ileri sürüldü.
Öte yandan:
Makedonlar, bu anıtlar için harcanan paranın, eğitim ve hastaneler için harcanmasını istiyorlar. Ancak, hükümet, bu heykel ve anıtların, turizm gelirlerini arttırdığını ileri sürüyor.
Şubat 2018 tarihinde, ülkenin yetkilileri ve kurumları, projenin durdurulması ve tartışmalı anıt ve heykellerin kaldırılması kararını aldı. Makedon hükümeti, anıtların Yunan-Makedon dostluğunu onurlandıran yazıtlarla yeniden adlandırılacağını duyurdu.
Sonuçta, yapılar 2014 yılına yetiştirilemedi, ancak şöyle bir kural getirildi: “eğer yeni bir yapı yapılacak ise Barok tarzı yapılacaktır” Mesela: Merit otel inşa edilmek istendi, hükümet, oteli yapabilirsiniz, ama barok tarzı yapacaksınız, dış kaplaması barok tarzı olacak, giydirme yapılacak diye karar aldı. Özellikle Makedon meydanında görülen çoğu yapılar (sağda arkeoloji müzesi, yanında bakanlıklar) yeni yapılan yapılardır ve çoğu 2014 yılına kadar tamamlandı.
Eğer şehri ziyarete Balkan turu ile gittiyseniz, zaten pek fazla zamanınız olmayacak. Tur görevlisi, sizi: Makedon kapı, Rahibe Teresa anıt evi, Makedon meydanı, İskender ve Philip heykeli ve Türk çarşısında kısa bir gezi yaptırıyor, ardından otele yerleştikten sonra kendiniz gezebiliyorsunuz.
Özellikle: Makedon meydanında akşam saatlerinde heykeller ve havuzlarda muhteşem ışık ve su gösterisi var, ayrıca yine yerel sanatçılar (kuklacılar gibi) gösteri düzenliyorlar, hoş bir ortam, özellikle akşam saatlerinde Makedon meydanı ve Taş köprünün bulunduğu yerde gezinmenizi öneririm. Yoksa şehir çok büyük, tur ile gidenlerin şehri tamamen gezmesi mümkün değil, ancak buraya yalnız gidenler için, aşağıda ayrıntılı olarak gezilecek yerlerle ilgili bilgiler vereceğim.
GEZİLECEK YERLER
Eğer şehri ziyarete Balkan turu ile gittiyseniz, zaten pek fazla zamanınız olmayacak. Tur görevlisi, sizi: Makedon kapı, Rahibe Teresa anıt evi, Makedon meydanı, İskender ve Philip heykeli ve Türk çarşısında kısa bir gezi yaptırıyor, ardından otele yerleştikten sonra kendiniz gezebiliyorsunuz.
Özellikle: Makedon meydanında akşam saatlerinde heykeller ve havuzlarda muhteşem ışık ve su gösterisi var, ayrıca yine yerel sanatçılar (kuklacılar gibi) gösteri düzenliyorlar, hoş bir ortam, özellikle akşam saatlerinde Makedon meydanı ve Taş köprünün bulunduğu yerde gezinmenizi öneririm. Yoksa şehir çok büyük, tur ile gidenlerin şehri tamamen gezmesi mümkün değil, ancak buraya yalnız gidenler için, aşağıda ayrıntılı olarak gezilecek yerlerle ilgili bilgiler vereceğim.
TAŞ KÖPRÜ:
Vardar nehri üzerinde, Makedonya meydanı ve eski çarşıyı birbirine bağlar. Yani köprünün bir yanı Avrupa, diğer yanı Türkiye gibidir. Türkiye tarafında: kahvehaneler, camiler ve Türkçe konuşan insanlar görürsünüz. Diğer tarafta ise: geniş caddeler, sokaklar ve güzel barlar görülür. Evet, günümüzde görülen taş köprü: 1451-1469 yılları arasında, şehri ziyaret eden Fatih Sultan Mehmet tarafından, burada daha önce bulunan Roma dönemi köprüsünün temelleri üstüne inşa edilmiştir.
1’nci Jüstinyen,
MS 6’ncı yüzyılda buraya bir köprü yaptırmıştır. Bu yüzden, bu köprüye batılılar “Jüstinyen köprüsü” derler. 1555 yılındaki depremde ağır hasar görmüş, sürekli yenilemelerle günümüze kadar ulaşmıştır. Özellikle 1944 yılında, Nazi işgali sırasında, Naziler köprünün üzerine patlayıcılar yerleştirmişler, ancak Üsküplülerden gelen yoğun baskı üzerine köprüyü havaya uçurmaktan son anda vazgeçmişlerdir.
Vardar nehri üzerindeki bu köprünün toplam uzunluğu 214 metredir. Genişlik 6 metredir. Köprü, 12 tane yarım daire kemer üzerine kurulmuştur. Köprünün ayaklarının ortasındaki hol boşluklarında, köprünün yapıldığı dönemde, köprüyü koruyan askerler nöbet tutuyorlarmış. Mihrap ise günümüze ulaşmamış kaybolmuştur.
Makedonlar, mihrabın bulunduğu yerin hemen karşısına: Karpos isimli kişiye ait bir taş yerleştirmiş ve üstüne bir tabela asmıştır. Karposh, 1689 yılında Osmanlıya karşı isyan hareketini başlatmış, yakalanınca burada infaz edilmiştir. Evet, son olarak köprü 1994-2008 yılları arasında büyük bir restorasyondan geçirildi.
Köprünün en büyük özelliği, taş yapısı sayesinde şehirdeki depremlere rağmen ayakta kalarak günümüze kadar ulaşmasıdır. Köprü: şehrin sembolü olarak kabul edilir. Ayrıca: şehrin bayrağının içindeki şehrin armasının ana objesidir.
SANAT KÖPRÜSÜ:
Üsküp 2014 Projesinin bir parçası olarak, Vardar nehri üzerindeki bu köprünün toplam uzunluğu 83 metre ve genişliği 12 metredir. Bir yaya köprüsü olarak düzenlenmiştir. Köprü üstünde, ünlü Makedon sanatçı ve müzisyenlerin heykelleri bulunuyor. Köprüde: toplam 29 heykel bulunuyor. Bu heykelleri tek tek anlatmak bir anlam ifade etmeyecek, bizlere çok yabancı isimlere ait heykeller var, ama bunların hepsi müzisyen ve sanatçıdır.
GÖZ KÖPRÜSÜ:
Üsküp 2014 Projesinin bir parçası olarak, Vardar nehri üzerinde kurulu bu köprünün yapımına 2011 yılında başlandı. Yaya köprüsü 28 heykel vardır.
PORTA MAKEDONYA-ZAFER TAKI:
Üsküp 2014 Projesinin ana simgelerinden biridir. Makedon meydanının yakınlarında, 11 Ekim caddesindedir. Anıt, Makedon bağımsızlığı için yapılan uzun mücadeleyi anmak amaçlıdır. Yükseklik 21 metredir.
Dışında, Makedon Cumhuriyetinin bağımsızlığını tasvir eden 32 kabartma vardır. Anıtın içinde ise, hediyelik eşya dükkanı ve galerinin bulunduğu iki kat ve çatı gözlem güvertesi vardır. Anıt, resmi olarak 2012 yılında açılmıştır. Bunu görünce aklınıza şu soru takılabilir. Model nereden alınmış, evet bu anıtın modeli, Paris Şanzelize’deki Zafer Takından alınmıştır, aynısıdır.
TAŞ KÖPRÜNÜN SOL YANI-MAKEDON MEYDANI:
Şehir merkezindeki bu meydan, muhteşem anıtlar bulunduruyor. Bunlardan en önemlisi, Büyük İskender anıtıdır. Meydan, tarihi taş köprü ile eski çarşıya bağlanıyor. Başka bir cadde ile (Makedonya caddesi) de eski tren istasyonuna bağlanıyor. Bu cadde: İstanbul Beyoğlu İstiklal caddesine benzer. Makedon meydanında çok sayıda heykel göreceksiniz. Bunların ölüm tarihine baktığınızda: 1908-1910-1912 yılları görülür. Yani: 1’nci Balkan Savaşıdır. Yani Makedonlar için, Makedon kahramanları, Osmanlıya karşı isyan eden kişilerin heykelleridir.
İskender anıtı:
Üsküp 2014 Projesinin ana sembolüdür. Makedon meydanının ortasındadır. Resmi olarak adlandırılmasa da (Bu konuda yani Büyük İskender konusunda Yunanistan ile sorun yaşadıkları için) Büyük İskender’in tasvir edildiği düşünülüyor.) Büyük İskender: MÖ 356 yılında yaşamış ve o dönemin keşfedilmiş dünyasının üçte birini fetih etmiştir.
Evet, heykel atı üstünde İskender’in görüntüsünü yansıtmaktadır. Çevresinde ise, 8 asker ve 8 aslan heykeli görülür. Özellikle askerlerin ellerindeki mızrakların uzunluğuna dikkat ediniz. İskender, ordusunda askerlerin kullanmaya başladığı bu uzun mızraklar ile, birçok savaşı kazanmıştır. Aslan: her ülkede gücün sembolüdür.
Heykel: Valettine Stevanovska tarafından, Floransa’da bronzdan döküm olarak yapıldı. Maliyetinin 12 milyon dolar olduğu söyleniyor. Makedonya Cumhuriyetinin bağımsızlığının 20’nci yılı anısına, 8 Eylül 2011 tarihinde dikildi. Heykel: 10 metre yüksekliğinde, silindirik bir sütun üzerine yerleştirilmiştir, boyu 14.5 metredir. Yani toplam yükseklik 24.5 metredir. Sütun, bir havuz içinde yerleştirilmiştir.
Kolonun dibinde, her biri 3 metre uzunluğunda 8 bronz asker heykeli görülüyor. Ayrıca: her biri havuzun bir parçası olarak yerleştirilen ve ağızlarından su fışkıran bronz aslan heykelleri bulunuyor. Bunların her birinin uzunluğu 2.5 metredir. Burada: İskender’in heykelde görülen atından söz etmek istiyorum. İsmi “Bukefalos” dur. İskender, bu atının ismine doğuda şehir kurmuştur. İskender 7 yaşında iken babasına siyah bir at hediye edilir.
At o kadar güçlüdür ki, bütün ipleri koparır, hayvanı sakinleştiremezler. İskender, hayvanın “kendi gölgesinden korktuğunu” hisseder ve der ki “bunun başını güneşe doğru tutarsak, gölgesi arkasına düşer ve böylece atı sakinleştiririz.” Bütün batı dünyasında, insanın kendi egosundan vazgeçip kendi gölgesi üzerinden atlamak manasına gelen “Gölgesi üstünden atlayabildi” özdeyişi, Büyük İskender’in çocuk yaştaki bu inanılmaz zekasından gelir.
Bu at, kendisine Asya seferinde katılır, ölümüne kadar çok uzun süre yaşar. Yaklaşık 12-13 sene yaşar ve son nefesine kadar İskender’in yanında kalır, yani tarih sahnesinde en az İskender kadar tanınır, bilinir. Havuzda, akşamları müzik ve ışıklı gösteri düzenleniyor.
Justinian anıtı:
1’nci Jüstinyen Doğu Roma yani Bizans imparatorluğunun kurucusu olarak bilinir. MS 6’ncı yüzyılda Üsküp şehrinin hemen dışında, Tauresium şehrinde doğmuştur. İtalya Floransa’da yapılan bu anıt 16 Haziran 2011 tarihinde açıldı. Taş köprünün hemen kuzeyindedir. Bir kaide üzerinde, tahta oturmuş olarak betimlenmiştir. Bronz rölyefler hariç, beyaz mermerden yapılmıştır. Kaide 3.5 metre uzunluğunda, tahta oturmuş Justinyen ise 5 metre yüksekliktedir.
Rahibe Teresa Anıtı:
Üsküplü Rahibe Teresa için yapılan anıttır. Anıt, Vardar iskelesi yakınlarında, Makedonya meydanının kuzeyindedir. Yaklaşık 30 metre yüksekliktedir. Yapılan planlamaya göre: atı üstündeki Büyük İskender anıtından daha yüksek olması planlanmıştı. Anıtın finansmanı, Hindistan’dan yapılan bir bağışla karşılandı.
Pavilion:
Makedon meydanın kuzey tarafındadır. İnşaatına 2011 yılında başlanmıştır. Anıt (köşk) romantik bir çiftin heykelini kaplayan, birkaç sütun tarafından desteklenen bir kubbeden oluşur. Aslında Osmanlı döneminde, şehirde burada bir “Burmalı cami” isimli bir cami varmış. 2014 yılı projesi hazırlanırken, buraya bir kilise yapılmak istenir, ancak şehir halkının Müslüman çoğunluğu, eskiden orada bir cami vardı, kilise yapılmasını istemiyoruz diye itiraz edince, ortayı bulmak için, hükümet buraya romantik bir çift heykeliyle süslenen pavilion yaptırır.
Tsar Samuil anıtı:
Makedon meydanındaki bu anıt, İlk Bulgar İmparatoruna aittir. 2011 yılında açılmıştır, Makedonya caddesinin, Makedonya meydanıyla buluştuğu Pelister binasının önündedir. Beyaz mermerden yapılmıştır. 5 metre yükseklikte, taht üzerinde oturan Tsar Samuil tasviri, 3.5 metrelik kaide üzerindedir. Kaidenin kenarındaki kabartmalar bronzdur. Anıtta: Tsar Samuil, elinde bir asa tutar. Anıt Floransa’da yapılmıştır.
Metodija Andonov-Cento anıtı:
Makedon meydanındadır. Makedon kurtuluş savaşına katılmış bir milliyetçidir. Tito’nun yeni Yugoslav politikasına katılmamış, Makedonya’nın bağımsızlığını savunmuş, bu nedenle hapse atılmış ve 1957 yılında hapiste iken işkence sonucu ölmüş bir kişidir.
Dimitri Cupovkski anıtı:
Makedon ders kitabı yazarı ve sözlük bilimcidir. 1913-1914 yılları arasında: Yunanlılar, Bulgarlar ve Sırplardan farklı bir Makedon halkının varlığını desteklemesiyle tanındı. Bağımsız bir Makedon halkının varlığını destekledi. Kendisi: tarihteki en önde gelen etnik Makedonyalılardan birisi ve etnik Makedon uyanışının en önemli aktörlerinden biri olarak kabul edilir.
Dame Gruev anıtı:
1871-1906 yılları arasında, Makedonya ve Trakya’nın Osmanlı bölgelerinde, isyancı bir Makedon lider olarak tanınır.
Selanikliler anıtı:
1900-1903 yılları arasında, Osmanlı imparatorluğunda aktif olan anarşist bir guruptu. Gurup üyeleri ağırlıklı olarak Makedonyalı idi. Selanik’in Bulgar Erkek Lisesinden mezun gençlerdi. Selanik’te bir terör kampanyası başlattılar.
Gotse Delçev anıtı:
20’nci yüzyılın başında, Makedonya ve Trakya’da yaşamış bir Bulgar devrimci figürüydü. Balkanlarda Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren bir milis örgütü olan İç Makedonya Devrim örgütünün önde gelen lideriydi.
Dimitar Popgeorgiev anıtı:
Makedonya’dan bir Bulgar devrimciydi. İç Makedon-Adrianonple Devrimci Örgütüne destek verdi.
Georgi Pulevski anıtı:
Makedon dili ve kültürüyle ilgili konularda kendini yetiştiren bir yazar oldu. Bulgarlardan ayrı bir Makedon milleti ve Makedon dili taraftarıydı. Anıt Vardar nehrinin doğu kıyısında, Taşköprü’nün hemen kuzeyinde, Makedon Mücadele Müzesi önündedir.
Aziz Kiril ve Aziz Methodios anıtı:
Anıt Vardar nehrinin doğu kıyısında, taş köprünün sonundadır. Bunlar Bizans Hıristiyan ilahiyatçıları ve Hıristiyan misyoneri olan iki kardeşti. Çalışmalarıyla: Slavların kültürel gelişimini etkilediler. Hıristiyanlık yani Ortodoksluğu yaymak için tüm hayatları boyunca uğraştılar.
TAŞ KÖPRÜNÜN SAĞ YANI-ŞEHRİN ESKİ ÇARŞI BÖLÜMÜ:
Vardar nehrinin doğu kıyısında, Taş köprünün hemen başlangıcındadır. Taş köprünün bu yanına geçince, önce bir kısım heykel görülüyor.
İskender Ailesi heykeli:
Taş köprüyü geçince hemen sağ bölümde karşımıza çıkar. En altta 4 tane heykel gurubu vardır. Bunlardan ikincisi, İskender’in gençlik halidir. Sol tarafta İskender’in annesi Olimpia otururken (hamile) görülür. Sağda babası Philip, altta ise her ülkede gücün sembolü aslanlar.
Philip II Savaşçı anıtı:
Uzaktan görünen bu heykel, Taş köprünün karşı kıyısında, Eski çarşıya ana giriş kapısı olarak açılan Karpos İsyan Meydanındadır. Üsküp 2014 Projesinin bir parçası olarak yapılmıştır. İskender’in babası Philip II’nin heykelidir. Kendisinin bir gözü kördür, bir savaşta kaybettiği söylenir, 46 yaşında suikast sonucu ölmüştür. Heykelde, kendisi oğlu Büyük İskender’i selamlarken tasvir edilmiştir. İtalya Vicenza şehrinde yapılan heykel 15 metre yüksekliğinde ve 13 metre uzunluğundaki bir kaide üzerine yerleştirilmiştir.
Çarşıya devam ediyoruz.
12’nci yüzyılda kurulan bu çarşı, kurulduğu yıllarda, Balkanların en eski ve en büyük pazarlarından biri olarak bilinir. Üsküp şehrinde, Osmanlı yönetimi sırasında, çarşı, hızla gelişmiş ve şehrin ana ticaret merkezi olmuştur. Mevcut çarşının mimari karakterinin oluşmasında, en büyük etkiyi Vali İshak bey ve oğlu İsa bey yapmıştır.
1445-1469 yılları arasında inşa edilen binalar, şehrin ekonomik gelişimi için büyük önem taşır. Çarşıda, Osmanlı dönemine ait yaklaşık 30 cami ve sayısız kervansaray bulunmaktaydı. Üsküp önemli bir ticari merkez olduğu için, şehirde 3 tane han bulunuyormuş.
Makedonya’da “Han” derken “H” harfini söylemezler ve “an” diye telaffuz ederler. Ancak 1555 ve 1963 yılındaki depremlerde ağır hasar görmüş ve ayrıca I ve II Dünya savaşları da çarşıyı olumsuz etkilemiştir. Devamında çarşıda yeniden yapılanma çalışmaları görülür. Evet, eski çarşı bölümü, ticaretle birlikte şehrin kültürel yapısını da barındırır.
Hatta, Osmanlı mimarisi yanında Bizans mimarisi de görülebilir. Günümüzde burada: hala aktif camiler, türbeler, iki kilise ve bir saat kulesi bulunmaktadır. Ayrıca: Makedonya Müzesi ve Modern Sanatlar Müzesi de buradadır. 2008 yılında, Makedonya Parlamentosu, eski çarşıyı, kültürel miras olarak kabul ederek koruma altına aldı. 2010 yılında ise, bölgedeki çeşitli yapıların restorasyonu için proje başlatıldı.
Sultan Murad Camii:
Eskiden “Hünkar camisi” olarak biliniyormuş. Şehirde Eski Çarşı bölgesinin ortasında, bir tepe üzerindedir. Bu tepede: 1392 yılında şehir Paşa Yiğit Bey tarafından, Vuk Brankoviç’ten alındığında Saint George Manastırı bulunuyormuş. Kosova savaşında, Sultan I. Murat, Sırp kral Lazar’ın damadı Milos tarafından şehit edilince, iç organları şehit edildiği yere gömülür.
Naaşı ise, tahnit edildikten sonra, gömülmek üzere Bursa şehrine doğru yola çıkarıldığında, ilk gece, bu caminin bulunduğu yerde konaklanılmıştır. Cami: 1436 yılında tamamlanan cami, İshak bey tarafından yaptırılmıştır.
Caminin mimarı Debar’dah Hüseyin’dir. Sultan Murad tarafından bağışlanan parayla yapılmıştır. Ancak 1537 de çıkan yangın sonucu tahrip olmuş ve 1539 yılında yeniden yapılmıştır. İkinci olarak, bütün şehri ateşe veren Avusturyalılar tarafından yakılmıştır. 23 yıl sonra Sultan III. Ahmet tarafından verilen parayla yeniden yapılmıştır.
Son olarak ise, 1912 yılında, Sultan Mehmet V. Tarafından onarılmıştır. Cami: Üsküp şehrinin en büyük camisidir. Hatta Balkanlardaki Osmanlı yapılarının en önemlilerinden birisidir. Bazilika mimari formuna sahiptir. 4 kenarı çatı ile kaplıdır. Yani, Osmanlının erken dönem Konstantinopolis mimari tarzına benzer.
Evliya Çelebi,
şehri ziyaret ettiğimde: caminin güney kısmında (bugün sadece kalan kısımları görülüyor) bulunan medreseden söz eder. Medrese: 1537-1538 yıllarındaki yangında zarar görür, 1555 yılındaki depremde ve 1689 yılındaki yangında yanarak tamamen yok olur. Medresenin daha sonra yeniden inşa edildiği tahmin ediliyor. Çünkü: Üsküplü Yahya Kemal Bayatlı, caminin avlusundaki bu medresede okumuş ve medreseden bahsetmiştir. Hatta, 1932 yılına kadar burada eğitim verildiğinden söz ediliyor.
Yine bir söylentiye göre, Fatih Sultan Mehmet, bu caminin avlusunda bulunan bir konakta, bir kış mevsimi geçirmiş ve İstanbul’un fetih planlarını burada yapmıştır. Hatta, ünlü Macar topçusu Urban ile bu konakta görüşmüştür. Caminin bahçesinde, sadece 2 türbe korunarak günümüze gelebilmiştir. Bunlardan Dağıstanlı Ali Paşa türbesinde, Ali Paşa’nın karısı ve kızının mezar yeri olan iki taş lahit görülür. Caminin güney tarafında Beyhan Sultan Türbesi bulunuyor. İç kısımda ise yazıtı olmayan 5 mezar vardır. Bu türbe, Makedonya’da mevcut bu tür yapıların en büyüğüdür.
Saat kulesi:
Caminin hemen yanındaki saat kulesinin yapılış tarihi kesin olarak bilinmiyor. Ancak 1566-1577 yılları arasında yapıldığı düşünülüyor. Bölgedeki, ilk ve tek saat kulesidir. Kule, 3 bölümden oluşur. Üst tarafında demir tırabzanlar görülür.
En üst bölüm ise, kubbe ile biter. Alt bölümü, taş ve kare şeklinde yapılmıştır. Orta bölüm: sekizgendir. Yarısı taştan, yarısı tuğladan yapılmıştır. Eskiden, tepede, 4 saat varmış. Bunların çukur şeklindeki oyukları görülüyor. Günün belli zamanlarında da saat, çan ya da zil sesine benzer sesler çıkarıyormuş.
Söylenenlere göre, Macaristan’dan getirilen, buradaki saatler, 1963 yılındaki depremde zarar görmüş ve tamir edilmek üzere yerlerinden sökülmüş, ancak bir daha yerlerine konulmamıştır. Hatta, nerede olduklarına ilişkin herhangi bir bilgi ve kayıt bulunmamaktadır.
Ancak bazı kaynaklara göre bu saatlerin günümüzde İsviçre’de bir saat müzesinde bulunduğu tahmin ediliyor. Saat kulesi, günümüzdeki görünümüne 20’nci yüzyıl başlarında, Kosova valisi Hafız Ahmet Paşa döneminde almıştır. 1963 yılındaki depremden sonra ise restore edilmiştir. Son olarak saat kulesinin yapılış amacı: çarşıda bulunan Müslümanların namaz saatlerini bilmeleri ve çarşı içinde, hiçbir kimsenin diğerinden fazla çalışmak veya kazanmak için şansının bulunmamasını sağlamakmış.
İshak bey camii-Süslü camii:
Eski çarşının kuzeyindedir. Aynı zamanda Alaca camii olarak da bilinir. Duvarlarında bulunan çiçek motifleri, yazıtları ve renkli fayansları nedeniyle “Süslü cami” olarak da bilinir. İshak bey tarafından 1438 yılında yapılmıştır. İshak bey: Sultan II. Murat zamanında yaşamış ve Osmanlı adına bu şehirde Valilik yapmıştır. Cami, imaret tipi camidir. Yani, burada dini hizmet verilmemiştir. Caminin yanında, İshak Bey tarafından yaptırılan medrese, dönemin öne çıkan medreselerinden biridir. Bu medresede, ünlü Osmanlı bilim adamları ders vermiştir. Cami içinde imaret mutfağı bulunuyor. 1963 depreminden sonra, caminin çevresindeki evler ve binalar yaptırılmıştır. Caminin minaresi 30 metre yüksekliktedir, bahçesinde bir şadırvan vardır.
Kapan han:
Eski çarşı bölümünde bulunan 3 kervansaraydan biridir. Kapan kelimesi Arapçadır “Büyük terazi, kantar” anlamındadır. Yani, bu han ismini: dışarıdan gelen malların, burada bulunan büyük kantarda tartılması nedeniyle almıştır. Kantar, genellikle hanın bahçesinde dururmuş. Burada ölçülen, tartılan mallar, daha sonra hanın deposunda muhafaza edilirmiş. 15’nci yüzyılda inşa edilmiştir. Zemin kat, misafirlerin atları için üst kat ise misafirlerin kullanımı için düzenlenmiştir. Bakımsız olmasına rağmen, günümüzde burada birkaç restoran vardır. Özellikle “Popov” isimli restoran ilginizi çekebilir.
Bedesten:
Burası, eski çarşı içinde kapalı bir pazardır. 15’nci yüzyılda, Gazi İshak bey tarafından yaptırılmıştır. Ancak 1689 yılındaki yangında yıkılır ve daha sonra yeniden inşa edilir. Bedesten, 1899 yılındaki tadilattan sonra günümüzdeki görüntüsüne kavuşmuştur.
Çifte hamam:
Eski çarşı merkezindedir. 1531 yılında Vali İsa bey tarafından yaptırılmıştır. Bina iki bölüme ayrılır. Bir bölüm erkek ve diğer bölüm kadınlar içindir. Her iki bölümün de genel düzeni birbirine benzer. Burası, 1915 yılına kadar hamam olarak kullanılmıştır. 1963 yılındaki depremde hasar görmesi üzerine onarılır ve Çağdaş Sanat Galerisi olarak kullanılmaya başlanır.
Mustafa Paşa camisi:
Eski çarşıda, kale hisarı yakınlarındadır. Bulunduğu yer yüksek olduğundan, şehrin birçok yerinden görünür. Üsküp şehri fetih edildikten 100 yıl sonra yani 1492 yılında, eski bir Hıristiyan bölgesinde Yavuz Sultan Selim’in vezirlerinden Mustafa Paşa tarafından yapılmıştır. 1963 yılındaki depremde zarar gören caminin, 2007 yılında restorasyonu yapılmıştır. Bu restorasyonda, minare taşları tek tek sökülmüş, onarım işlemi gerçekleşmiştir. Ardından, taşlar orijinaline uygun şekilde yerlerine yerleştirilmiştir.
Makedonya ülkesinin en zarif İslam yapılarından birisi olarak kabul edilir. Komplekste: cami, Mustafa Paşa’nın türbesi, kızlarından birinin lahdi, bir çeşme ve diğer bazı bina kalıntıları vardır. Ayrıca: caminin içinde, camide çalışanların ikametgahı olarak yapılmış tek katlı konutlar bulunur. Cami: kare şeklindedir. En büyük kubbesinin çapı 16 metredir. 3 küçük kubbeyle örtülü dört mermer sütun üzerine yerleştirilmiştir. İç dekorasyon, güzel yazılı işlemeler içerir. Minaresi 42 metre yüksekliktedir. Kireç taşından yapılmıştır. Caminin bahçesinde 1933 yılında yapılmış bir şadırvan görülür. Şadırvanın suyu, söylenenlere göre, Karadağ bölgesinden geliyormuş.
Türbe: Mustafa Paşa’nın türbesi: sekiz yüzlü tamburun üzerine, bir kubbe ile örtülmüş, altıgen mermerdendir. Dört kızından biri olan Umi, dört kenarı Farsça yazıtlar içeren bir süslü lahitte gömülüdür. Cami avlusu güllerle doludur. Sadece cami ve türbe korunarak günümüze gelmiştir. İmaret ve medrese kalıntıları yoktur.
Daut Paşa Hamamı:
Doğu Rumeli Büyük veziri Davut Paşa tarafından 1489-1497 yılları arasında yaptırılmıştır. Yapı, 13 kubbeyle örtülü, 15 odadan oluşur. En büyük iki kubbe, genel bölümü ve diğer kubbeler ise bireysel banyo odalarını kaplar. Hamam, 1948 yılından beri Ulusal Sanat Galerisi olarak kullanılmaktadır.
Yahya Paşa Camisi:
Günümüzde halen ayaktadır. 1504 yılında yaptırılmıştır. I. Dünya savaşı sırasında, cami, Alman silah ve mühimmat üretim tesisi olarak kullanılmıştır. Caminin minaresi 50 metre yüksekliktedir. Caminin avlusunda, birkaç mezar görülür.
Kurşunlu Han:
Aynı zamanda “Müezzin Hoca Hanı” olarak da biliniyor. 16’ncı yüzyılın ortalarında inşa ettirilmiştir. Eski çarşı bölgesindeki 3 kervansaraydan en büyük olanıdır. Sultan II. Selim’in emrindeki bir bilim adamının oğlu olan Musein Odza tarafından yaptırılmıştır. Hanın çatısı bir zamanlar kurşunla kaplıymış. Bu yüzden, ismi kurşunlu han olmuş.
Ancak bu kurşun tabaka, I. Dünya savaşı sırasında kaldırılmıştır. Handa piramit şeklinde birkaç kubbe vardır. Buraya: 17’nci yüzyılda bir cami ve 15’nci yüzyılda bir hamam eklenmiş ancak her ikisi de 1963 depreminde yıkılmıştır. Yapı, günümüzde “Pyetar Bogdani Arnavut Enstitüsü” olarak kullanılıyor, aynı zamanda Makedonya Müzesinin heykel koleksiyonunu barındırmaktadır. Pyetar Bogdani: ilginç bir kişiliktir, kendisi 1686 yılında Kosova bölgesinde, Osmanlılara karşı savaşmak üzere 6000 asker toplamasıyla tanınıyor. Yani, bir isyancı.
Sulu han:
Eski çarşıda bir handır. Şehrin kurucusu İsa-Beg Isakoviç tarafından 15’nci yüzyılda inşa edilmiştir. Hanın yakınlarındaki bir nehir nedeniyle, Sulu han ismini aldığı düşünülüyor. Osmanlı döneminde: kervanlarıyla hareket eden tüccarlar için yapılmıştır. Üst katta 54 oda vardır. Yapı: 1963 Üsküp depreminde ağır hasar görür ve 1972 yılında yeniden inşa edilir. Günümüzde: Üsküp Sanat Fakültesi ve Üsküp Eski Çarşı Müzesine ev sahipliği yapmaktadır. Hanın üstünde: “Atatürkçüler Derneği” de bulunuyor.
Kutsal Kurtuluş Kilisesi-İsa’nın Yükselişi kilisesi:
1543 yılında, Osmanlı döneminde onaylanan ilk Hıristiyan projesidir. Ancak daha önce de burada bir kilise bulunduğu biliniyor, bu kilise eski kilisenin temelleri üzerine inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde, Hıristiyan yapılarının İslam yapılarından daha yüksek olması istenmediğinden, kilise yere yarı gömülü inşa edilmiştir. Bu yüzden, şehrin siluetine camiler hakimdir. Kilise, günümüzdeki görünümünü 19’ncu yüzyılda almıştır. Kilisenin ikonları ahşaptan oyulmuştur. Devrimci daha doğrusu isyancı Goce Delveç, kilisenin avlusunda beyaz bir lahit içinde gömülüdür.
ŞEHİRDE GEZİLECEK DİĞER YERLER:
FEODAL KULESİ:
Şehrin yeni bölümündedir. Osmanlı döneminde, gözetleme kulesi olarak kullanılmıştır. Kare şeklinde, büyük blok taşlardan ve tuğlalardan yapılmıştır. Kuzey ve doğu yönlerinde, farklı boyutlarda balkon ve pencereleri vardır. Kule, içten 3 katlıdır. Katlara merdivenle çıkılır. Birinci kat merdivenleri, günümüze kadar korunmuştur. 20’nci yüzyılın başında, kule bir Roma Katolik Kilisesine dönüştürülmüştür. Rahibe Terasa’nın bu kilisede vaftiz edildiği sanılıyor. Günümüzde ise, kule askeri bir tesis olarak kullanılıyor. Yanında ise Rahibe Teresa evi ve heykeli bulunuyor.
RAHİBE TERESA EVİ:
Ristik Sarayı ve Makedonya Meydanının hemen doğusunda Makedonya caddesindedir. Biraz Rahibe Teresa’dan söz etmek istiyorum. Kendisi (mezarı: Hindistan Kalküta şehrindedir), burada doğmuş, 1910-1928 yılları arasında, burada yaşamıştır.
Yani 18 yaşına kadar burada yaşamış, daha sonra İrlanda ve Hindistan yolculuklarına çıkmıştır. Katolik dünyasında çok tanınan bir kişidir. Hayatını yoksullara adamış ve binlerce hastayı, yüzlerce çocuğu iyileştirmiştir. Bununla Nobel Barış Ödülünü kazanmıştır. Aslen Arnavuttur.
Arnavut olmasına rağmen Makedonların ona sahip çıkmasına Arnavutlar kızıyorlar. Makedonlar ise, “kendisi Üsküp doğumlu olduğu için bizim için kıymetli” diyorlar. Ev: bir zamanlar Rahibe Teresa’nın 27 Ağustos 1910 tarihinde vaftiz edildiği ve Katolik kilisesinin bulunduğu yer üzerine inşa edilmiştir. Mimar Vangel Bozinovski tarafından yapılan proje, Makedonya hükümeti tarafından finanse edildi ve 2009 yılında açılmıştır.
Müze evin içinde, kalıntıların bir kısmı korunmaktadır. Bu kalıntılar, Roma Katolik kilisesinin desteğiyle buraya nakledilmiştir. Ev: Katolik kilisesi tarafından vaftiz edilmiştir. Günümüzde kültürel sergilere ev sahipliği yapılıyor. Evin önünde: Rahibe Teresa, taşa oturan ve elinde bir güvercin tutan 10 yaşındaki çocuk ile görülüyor.
ÜSKÜP ŞEHİR MÜZESİ:
1948 yılında kurulmuştur. 1970 yılında, kültürel bir anıt olarak korunan eski bir tren istasyonunun bir parçası haline getirildi. En önemli özelliği, kısmen yıkılmış olan dış cephesidir. Cephede bulunan saat: 27 Temmuz 1963 tarihinde şehri etkileyen depremin saati olan 05.17’de durdurulmuştur. Bu depremde, şehirde 1066 kişi ölmüş, şehrin büyük kısmı yıkılmıştır. Müze, MÖ 3000 yılı civarında ilk kaydedilen yerleşimden günümüze kadar olan döneme ait nesneleri, dört bölümde sergiliyor. Bölümler: Arkeoloji, Etnografya, Tarih ve Sanat Tarihidir.
MAKEDONYA MÜZESİ:
Giriş ücretsizdir. 1924 yılında kurulan müze, Eski çarşı bölgesinde Üsküp kalesinin yanındadır. Ülkenin en eski müzelerinden birisidir. Müze, 3 müze katılarak oluşturulmuştur. Birleşen bu üç müze: Arkeoloji, Tarih ve Etnografla müzeleridir.
MİLENYUM HAÇI VE TELEFERİK:
Üsküp şehrinde, 1066 metre yükseklikteki Vodno dağının tepesinde bulunan 66 metrelik bir haçtır. Ortodoks Hıristiyanlar, yüksek yerlere haç dikmeyi çok seviyorlar. Bu haç olayı, Mostar şehrin de de görülüyor. Buradaki haçın, Kosova bölgesinden dahi görülebildiği söyleniyor. Haç: bölgedeki Hıristiyan varlığının 2000’nci yılı kutlamaları için dikilmiştir.
Haç inşaatına 2002 yılında başlanmıştır. Makedon Ortodoks kilisesi, Makedon hükümeti ve Makedonyalıların bağışlarıyla yapılmıştır. Vodno dağının en yüksek noktasındadır. Orada daha önce küçük bir haç bulunuyormuş ve bu yüzden bu alan “Haçın yeri” olarak isimlendiriliyor. 2008 yılında içine asansör kuruldu. 2009 yılında haçın yakınlarında, bir restoran ve hediyelik eşya satış yeri kuruldu.
2011 yılında ise “Millenium Cross Teleferiği” açıldı. Teleferik 3.5 km uzunluğundadır. Geceleri, haç ışıklandırılıyor. Son bir not: uzaktan belki fark edemeyeceksiniz, ancak bu haçın hemen yanına, İslami temsilen bir minare yapımı sürüyor, yani eşitliğin ifadesi için haç ve minare yan yana olacakmış.