Adana, ülkemizin en büyük ve yoğun nüfuslu şehirlerinden biridir. Seylan, Yüreğil, Sarıçam ve Çukurova isimli 4 merkez ilçeden oluşuyor ve ben size Adana şehrini tanıtırken, burada günlük gezi planından söz edeceğim ve sizler bu plana göre şehri gezerken, ayrıntıları o merkez ilçenin adı altındaki yazılarda bulacaksınız.
Buyurun, bu güzel şehrimizi birlikte öğrenelim ve gezelim. Kesinlikle bu geziden mutlu olacağınıza inanıyorum. Özellikle: sıcak yaz günleri dışında, Adana’nın tüm güzelliklerini en iyi keşfedebileceğiniz zamandır, ama aşırı sıcaklardan pek hoşnut olmazsanız, ilk veya sonbahar mevsimlerinde Adana’ya mutlaka gidin ve bu güzel şehri gezin.
ULAŞIM
D-400 Karayolu ve uluslar arası TEM Otoyolu ile Adana’ya ulaşılır. Ankara-Adana arası uzaklık: 472 km. dir. Ankara-Aksaray-Pozantı üzerinden gelinir. İzmir-Adana arası uzaklık: 873 km. olup, İzmir-Afyon-K. Ereğli üzerinden ulaşılır. İstanbul-Adana arası uzaklık: 909 km. olup, İstanbul-Bolu-Ankara-Aksaray-Pozantı üzerinden ulaşım mümkündür.
Otobüsler ile, Adana’ya gelirseniz, otogar, şehrin 5 km. dışındadır.
Havayolu ulaşımı: Adana’da havayolu ulaşımı: Şakirpaşa Hava Limanından sağlanmaktadır. Uluslar arası trafiğe açık bir havaalanıdır
NE YENİR-NE İÇİLİR
Adana yöresinin zengin bir mutfağı vardır. Bu yüzden, turizm denince yemekleriyle öne çıkan bu şehri anlatmaya başlamadan önce, meşhur yemekleri ve içeceklerinden uzun uzun söz etmek istiyorum.
Adana yöresinin kendine has, ünlü yemeği Adana Kebabıdır. Adana şehrinde kebap: zırh denilen satıra benzer bir bıçakla elde kıyılan parça etten yapılan bir kebap çeşididir. Bunu diğer kebaplardan ayıran özelliği, içinde kullanılan ettir. Yanında, bol yeşillik ve sumaklı soğan salatası ile yenir, Şalgam suyu, ayran veya aşlama (meyan kökünden yapılır) için.
Eğer şehri ziyaret ettiğinizde, Kazancılar çarşısı ve Tarihi saat kulesi yanındaki kebapçılardan birine giderseniz, masaya oturduğunuz gibi (eğer hafta sonu akşam giderseniz mutlaka rezerve yaptırmanızı öneririm, çünkü yer bulamazsınız, beklemek zorunda kalırsınız) kağıt kaplı masanızın üzerine mezeler ve salatalar gelmeye başlar, baş köşeye ise şalgam suyu konur.
Peki bunun dışında yani sabit yerler dışında kebap yenir mi? Elbette Adana’da çok miktarda tablacı denen seyyar kebapçılar var ve bunlara rağbet oldukça fazladır. Kazancılar çarşısında bol bol tablacı ve farklı, fasıllı yani müzikli kebapçılar vardır.
Peki bu kebaplar nerede yenir? Bence, metrelik kebapları oldukça meşhur olan Kolcuoğlu Kebap düşünülebilir, Adnan Menderes Bulvarı üstündedir. 1 ile 4 metre arasında kebap hazırlıyorlar. Fiyatlar biraz yüksek ama kalite de yüksektir. Salata ve mezeler için de ayrı ücret isteniyor. Şık bir mekanda kebap yemek isteyenler için tercih edilebilir.
Bir diğer seçenek: Tarihi Öz Asmaaltı Kebapçısıdır. Kocavezir mahallesi Pazarlar caddesindeki bu mekan, Adana şehrinin en iyi kebapçılarından birisidir. Özellikle “tereyağlı humus” yemenizi öneririm. Sarıyakup mahallesinde bulunan Tarihi Adana Kazancılar Kebapçısı ise, şehrin en eski kebapçısıdır, 1908 yılında açılmıştır.
Adana’da yemek denilince “lahmacun” olmadan olmaz. Şehrin en önemli lahmacunu “fındık lahmacun” olarak bilinir, orta boyludur, yuvarlaktır ve genellikle yemekten önce atıştırmalık olarak istenir, yenir. Yemek olarak sipariş verirseniz, bir porsiyonda 5 lahmacun gelir. En önemli özelliği, sıcak, yumuşak ve kağıt gibi ince olmasıdır.
Son bir not
Adana denince elbette “şırdan” da akla geliyor. Şırdan, koyun midesinin temizlendikten sonra, baharatlı pirinç doldurulup dikilmesi ve pişirilmesiyle yapılıyor. Meraklıları: bol pul biberli, az kimyonlu, bol kimyonlu, limon soslu veya bol kimyonlu, az biberli ve tuzlu şırdan tadabilirler. Kocaceviz mahallesinde, Karacaoğlan caddesinde şehrin en ünlü şırdancısı var.
Çorba
Gelelim çorbaya: Adana denince ilk akla gelenler kebap ve ciğer şiş olmasına rağmen, bu şehirde gece ve sabah erken saatlerde paça çorbası da yoğun tercih edilir. Adana’da çorba denince ilk akla gelenler “çürük çorbası” ve “paça çorbası” dır. Çürük çorbası: hayvanın yanak kısmındaki siyah etlerden yapılır. Paça çorbası için, şehirde “Seyhan Paça Çorba salonunu” öneririm. Cemalpaşa Mahallesi, Gazipaşa bulvarındadır.
Kahvaltı
Kahvaltı denince Adana’da ilk akla gelen sıkmadır. Sıkma, elde hazırlanan lavaş ekmeğinin içine, patates ya da peynirli soğanlı ve bol maydanozlu harç ilave edilerek hazırlanır. Oldukça doyurucudur, mutlaka tatmanızı öneririm. Yanında yayık ayranı için.
Gelelim ciğere:
Adana’da gerçek bir kahvaltı ritüeli ciğerdir. Kahvaltıda, ciğer şiş yenir. Güne farklı bir başlangıç için, sizde Adana ziyaretinizde sabah kahvaltıda ciğer şiş yemelisiniz.
Kahvaltı için bir diğer alternatif Adana böreğidir. Adana’da bol peynirli, dışı çıtır, Adana’ya has bu börekten mutlaka yemelisiniz. Peynirli yanında kıymalısı da vardır. En büyük özelliği baklava hamuru ile yapılmasıdır. Yanında ayran, domates ve turşu yemelisiniz.
Aperatifler
Muzlu süt
Pek anlamlı değil, yani bu kadar güzel yemek yanında muzlu süt basit gelebilir, ama inanın hayatınızda bu kadar lezzetli muzlu süt içmemişsinizdir. Cemalpaşa mahallesindeki Kazımın Büfesinde, mutlaka muzlu süt ve sandviç (yengen) yemelisiniz. Kazımın Büfesi, Türkiye’de en iyi büfeler seçmesinde, ilk ona girmiştir.
Şalgam
Adana’nın bu mucizevi içeceği, kimileri tarafından kebabın yanında kimileri tarafından ise rakının yanında içilir. Şalgam, bir parça kırmızı havuç eşliğinde sunuluyor. Adana şehrinde ikram edilen şalgamlarda acı bulunmaz. Çünkü Adanalılar iyi şalgamın içinde acı olmaz derler.
Fellah köftesi
Adana yöresinde sarımsaklı köfte de denen bu yemek, ince ve tercihan esmer bulgurdan yapılıyor ve bol sarımsaklı sosta pişiriliyor.
İçli köfte
Bu içli köfte haşlanarak yapılıyor, ince uzun değil, yuvarlak şekil veriliyor ve hamuru pembemsidir. Bunu limon, bol sarımsak ve maydanozla yemelisiniz.
Tüm bunların yanında salata denince Adana’da “sumak salatası” akla gelir. Elde kıyılmış soğan, bol sumakla elle karıştırılarak hazırlanır ve üzerine tuz, maydanoz ilave edilerek servis edilir.
Karpuz
Tüm bunları söylerken, belki aklımıza gelmedi, ama biliyorsunuz; bu güzel şehrimiz Adana’nın karpuzu çok meşhurdur. Tüm bu yiyeceklerin üstüne, güzel bir Adana karpuzu yemelisiniz.
Tatlı
Ama illaki tatlı derseniz, Adana mutfağında oldukça meşhur tatlılarda var. İlk örnek “bicibici” Adana’nın en meşhur bu tatlısı, sıcak yaz aylarında nişastadan yapılmış muhallebinin üzerine buz rendelenerek hazırlanır. Sonrasında buzun üzerinde açılan oyuğa pudra şekeri konur ve özel bici şerbeti dökülür.
Başkaca bir örnek: “karsambaç”, Bu tatlı türü Adana ve Mersin yöresinde oldukça çok tüketiliyor, temiz karın üzerine tatlı bir şurup eklenerek hazırlanıyor. Farklı bir tat arayanlar için: karakuş tatlısı ve taş kadayıf olabilir.
Adana şehrinde adım başı sıcak şerbetli tatlı satan yerler görülür. Her iki tatlı türü de sıcak sıcak servis ediliyor. Tatlılar için son bir not elbette “cezerye” Büyük saat kulesi önünde bulunan tarihi bedesten yani kapalı çarşıda, yöreye has cezerye satın almayı sakın unutmayın.
ADANA KEBAP VE ŞALGAM FESTİVALİ
Dünya Rakı Günü olarak anılan ama bu isim bazı kesimlerin tepkisini çekmesi üzerine ismi “Adana Kebap ve Şalgam Festivali” olan her yıl “Aralık” ayının ikinci Cumartesi günü düzenlenen festival: Kazancılar Çarşısı ve Büyük saat civarında yapılıyor.
Festivalde, bu bölgedeki kebapçılarda kebap yeniliyor ve rakı içiliyor. Ancak bu rakı konusu nedeniyle yetkili makamlar, festivale destek vermiyorlar. Hatta, bir aralar Valilik yasaklama kararı aldı, bunun üzerine insanlar başka yerlerde bu festivali kutladılar. Festival dışında da olsa, insanlar bu mekanlardaki kebapçılara yoğun olarak gidiyorlar.
NE SATIN ALINIR
Adana’da, geleneksel el sanatları çok gelişmiştir. Keçecilik, koşumculuk, at arabacılığı, demircilik ve bakırcılık, yemenicilik, mermercilik, kilimcilik, hasır ve boyra örücülüğü, İlin önemli el sanatları arasında yer alır. Bunun yanında, ilginizi çekerse, Karatepe kilimlerinden alınabilir.
ALTIN KOZA FİLM FESTİVALİ
Çukurova’nın ürünü pamuğu simgeleyen “Altın Koza Film Festivali” ilk olarak 1969 yılında yapılmıştır. O tarihten bu yana, her yıl zenginleşen içeriğiyle ülkemizin en önemli kültür ve sanat etkinliklerinden birisi olmuştur. Festival 2005 yılından sonra, Dünya Sineması ve Akdeniz Filmleri Seçkisiyle uluslararası kimliğe bürünmüştür. Festival her yıl Eylül ayının son haftasında yapılıyor. Eğer festival zamanı şehirde bulunursanız, Adana şehrinde 5-6 sinema salonunda yapılan festivaldeki filmleri izleyebilirsiniz.
GENEL
Adana il merkezinde, merkezi ilçeler: Seyhan, Yüreğil, Çukurova ve Sarıçam’dır. Bunlar arasında: öne çıkanlar Seyhan ve Yüreğil’dir.
Seyhan: denizden 40 km. içeridedir. Seyhan Nehrinin iki yakasına yayılmış olmakla birlikte, batı yakada Seyhan, doğu yakada ise Yüreğil ilçesi yer alır. İki ilçe; 317 metre uzunluğunda ve MÖ.6’ncı yüzyılda yapılmış, 21 gözlü, tarihi “Taşköprü” ile birbirine bağlanmıştır.
Seyhan Nehri: Akdeniz’e dökülen en büyük nehirdir. Tarsus Çayı ile birleşerek, Akdeniz’e dökülür. Seyhan Nehrinin, taşarak şehre zarar vermesinin önlenmesi için, Seyhan Baraj Gölü yapılmıştır. Seyhan Baraj Gölü ise, Seyhan ilçesinin, deniz görünümlü bir şehir olmasını sağlar.
Evet, daha önce söylediğim gibi, merkezin diğer ilçesi: Yüreğil. İlçenin en önemli eseri: Ceyhan nehri kıyısında, bugün Yakapınarı’nın bulunduğu yerde kurulan Misis Antik Kentidir. Kent: Roma ve Memluk Dönemlerinde de önemini korumuştur.
TARİHİ
Adana’ya ait en eski yazılı kaynak olan Hititlerin Kava Kitabelerine göre: Anadolu’nun en köklü medeniyetlerinden olan Hititler, Adana ve çevresinden: Uru Adanıa (Adana Beldesi) olarak bahsederler.
Yöreye: Milattan Önce yaşayan kavimlere: Danuna ismi verilmiştir. Bir efsaneye göre: gök tanrısı Uranüs’ün, Adanus ve Sarus isimli iki oğlu: savaşarak Adana civarına gelirler. Adanus, adını, kendi kurdukları şehre verir. Seyhan Nehri de: Sarus’un adını alır.
Hitit etkisinde kalan Fenikeliler, tarım ve bitki tanrılarının ismi olan: Adonis’i, bereketli topraklarından dolayı, Adana’ya isim olarak verirler.
MS.7’nci yüzyıldan itibaren, İslam ordularının bölgeye gelişiyle birlikte, Arap tarihçileri Adana isminin, eski peygamberlerden Yasef’in torunu, Ezene’den geldiği fikrini ortaya atarlar.
Türkler: Torosları aşıp güneye indiklerinde, buraya “Çukurova” adını verirler. Çukurova’nın tarihteki adı: Kilikya’dır. Kilikya adını kireç yataklarından almıştır.
Sümerlerden kalma Gılgamış Destanından itibaren, sayısız kaynaklarda, sayısız olaylarla açıklanmaya çalışılan yöre adı çok renkli bir gelişim takip eder.
Evet, Adana’nın tarihsel süreç içindeki hikayesi şöyle.
Eski çağlarda: Adana bölgesini egemenlik altında bulunduran guruplar şunlar: Luvi krallığı, Arzava krallığı, Hitit krallığı, Kue krallığı, Asur krallığı, Kilikya krallığı, Pers Satraplığı, Helenistik dönem, Selökidler, Korsanlar dönemi, Romalılar dönemi ve Bizans dönemidir.
Çukurova’yı Roma imparatorluğuna dahil eden Pompey döneminde, burada Adana adında bir şehir olduğu biliniyor. Romalılar, erken tarihlerden itibaren şehre gereken ilgiyi gösterirler. Taşköprü’nün büyüklüğü ve sağlamlığı, Adana’nın önemli bir merkez olduğunu ispatlar. Buna karşılık kutsal kitaplarda Adana adı geçmez. Ancak yeni bir inanışın öğretilerini yayan Aziz Pavlus’un, Tarsus ve Antakya arasındaki gidiş gelişlerinde Adana’dan geçtiği kesindir. Bu durum, şehrin Roma geleneklerine bağlı olmasıyla açıklanabilir.
MS.638 yılında, Emeviler zamanında, Çukurova fethedilmiş, Abbasiler döneminde buraya yerleşilmiştir. MS.1083 yılında, Çukurova Anadolu Selçuklu Devletine katılmıştır. Haçlı seferleri sırasında Ermenilerin eline geçen Çukurova, bir süre sonra yeniden Konya Selçukluları tarafından alınmıştır.
Anadolu’nun, Moğol istilası Anadolu Selçuklu Devleti’ni zayıflatır ve beylikler dönemi başlar. Bu dönemde, Çukurova’da kurulan beylik, Ramazanoğulları olur. Mısır seferine giden Yavuz Sultan Selim, Beyliği Osmanlı Devletine katar. Ramazanoğulları; 1516 yılında Osmanlı eyaleti olmasına rağmen, 1608 yılına kadar içişlerinde serbest bir beylik olarak devam eder. Pir Mansur’un, kendi isteği ile idareyi bırakması sonucu, Osmanlı Devletine, tam bağlı bir eyalet haline gelmiştir.
Adana, bir ada devlete baş kaldıran Mısırlı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından işgal edilir ve Mısır’a bağlanır. Ancak, 1840 yılındaki Londra Antlaşması ile, bölge, yeniden Osmanlı imparatorluğuna bağlanır.
1840 yılından sonra, merkezi idaredeki bozukluklar ve ağır vergiler yüzünden, aşiretler, merkezi idareye karşı isyan ederler. Bu durum, 1865 yılına kadar sürer. Sonuçta, aşiret reisleri, beylik unvanıyla başka yerlere yollanır, göçebe durumları, gurupları zorla yerleşik hayata geçirilmiştir. 1867 yılında, idari teşkilat kurularak, Adana il haline getirilir.
20’nci yüzyılda, Osmanlı Devletinde, büyük değişiklikler başlar. 1908 yılında: Ermeni, Hınçak ve Taşnak Komitelerinin gayretleriyle, Adana’da büyük bir baskın ve kaçış yaşanır. Ermeni isyanları ile Avrupa Devletlerinin işe karışması ile zemin hazırlanır.
Tüm olaylar sürerken, I. Dünya Savaşına girilir ve 1918 tarihinde Mondros Ateşkes antlaşması imzalanır. Antlaşmayı takiben, 1918 yılında Adana, Fransız işgaline ve ermeni terörüne sahne olur. Fransızlardan destek alan Ermeniler, Türk halkına büyük eziyetler yaşatırlar. Adana halkının bir bölümü, silahlanarak dağlara çekilir, bir bölümü de şehir içinde çete harbine başlar.
Tarihi süreç içinde: işgal biter, Ermeniler kaçar ve Adana ve yöresi; özgürlüğe kavuşur.
ADANA GÜNLÜK GEZİ PLANI
Önce Seyhan merkez ilçesini gezeceğiz, burası Adana il merkezinin en büyük merkez ilçesidir. Adana şehrinin tüm turistik ve tarihi kalıntıları buradadır, yani şehrin en önemli ve ilgi çeken turistik bölgesi burasıdır.
Seyhan ilçesinin ilk olarak gezilmesi gereken yeri Tepebağ Mahallesidir. Burası Adana şehrinin ilk yerleşim yeri olarak önem kazanır ve geçmişi MÖ 2000 yılına kadar gider. Tepebağ mahallesindeki korunan evleri gezin, görün.
Tepebağ mahallesinde Bebekli kilise var. Önce burayı görün. İsmi ilginç, neden bebekli kilise, ziyaret edin, içine girmeden, dışından bakın, hemen tepesinde bir heykel var, Meryem Ana heykeli, bu heykel bebeğe benzetildiği için kiliseye bu isim verilmiş, ama eminim siz bu heykeli bebeğe benzetmeyeceksiniz, çünkü benzemiyor, peki niye bebekli kilise, bilmiyorum.
Sonra tam ters istikametteki Atatürk Müzesine gidiyoruz. Burası Suphi Paşa Konağı olarak da geçer. Büyük Atatürk, Adana’yı ziyaret ettiğinde bu konakla kalmıştır, konak daha sonra müze olarak düzenlenmiştir.
Müzenin hemen yanında, Sinema Müzesi var. Adanalı sanatçılara ayrılan bu müzede: sinema tarihimize ait bazı objeler ve Adanalı sanatçıların bal mumu heykelleri sergileniyor.
Sonra yeni köprüye doğru yürüyün, yeni köprünün hemen yanında Merkez Park ve bunun kenarında Sabancı Merkez Camisi var.
Merkez park: Türkiye’nin en büyük park alanıdır, park alanının hemen yanında dizili yüksek apartmanlar, burayı New York şehrindeki Central Park’a benzetilmesine sebep olmuştur. Özellikle havuzları görün, dünya haritası bulunan küreli havuz ilginçtir. Sinan Paşa köprüsünden geçin. Adana şehrindeki festivaller burada düzenleniyor.
Sabancı Merkez Camisi: Seyhan nehri kıyısındaki bu caminin en büyük özelliği, çok uzaklardan da görülen uzun minareleridir. Cami Türkiye ve Ortadoğu’nun en büyük camisidir. 1988-1998 yılları arasında 10 yılda yapılan cami, mimari değerleriyle gizli şifreler taşıyor, bu şifreleri ayrıntılı tanıtım yazısında okuyabilirsiniz.
Caminin hemen önünde ise Atatürk Parkı bulunuyor.
Atatürk Parkı; Resmi törenler burada düzenleniyor, güzel bir park, zamanınız varsa, gidin gezin. Buraya yolunuz düşerse aşk ve sadakat köprüsünü görün, hatta bir kilit takın, anahtarını göle atmayı unutmayın.
Sonra kıyıdaki ana caddeden yürüyerek Taş köprüye gidin.
Taş köprü: Seyhan nehri üstündedir. Adana şehrinin simge yapılarındandır. Seyhan ve Yüreğil ilçelerini birbirine bağlar. Köprü MS 384 yılında, Roma döneminde yapılmıştır.
Oradan şehir merkezine doğru ilerleyin.
Ulu camiyi göreceksiniz. Taşköprü ye 200 metre uzaklıktadır. Şehirdeki en büyük ikinci camidir. 1513 yılında Ramazanoğulları Beyliği döneminde yapılmıştır.
Ulu caminin hemen ilerisinde tarihi saat kulesi ve kulenin hemen yanında ise tarihi bedesten ve kazancılar çarşısı bulunuyor.
Tarihi saat kulesi: Hemen Ulu caminin Medresesinin yanındadır. 1881 yılı yapımıdır, kule 32 metre yüksekliğindedir ve ülkemizin en yüksek saat kulesidir, yine bunun da içine girmek mümkün değil, dışarıdan izleyin. Ancak bu kuleyi ziyaret ettiğinizde, kulenin çevresindeki yoğun kalabalığı görünce şaşırmayın, gündüzleri şeker ve lokum satıcıları var, el sanatlarını satanlar var, akşamları ise, kulenin çevresindeki kebapçılar doluyor.
Saat kulesinin hemen yanında: kapalı çarşı yani bedesten, kazancılar çarşısı ve ciğerciler sokağı bulunuyor.
Tarihi kapalı çarşı, diğer ismiyle Bedesten, 1800’lü yılların sonunda yapılmıştır. Yapıldığında üstü kapalı olduğu için kapalı çarşı diye anılıyor, şimdi üstü açıktır, neden, çünkü Adana’nın iklimi malum aşırı sıcak, sırf iklim nedeniyle çarşının üstü sonradan açılmış.
Kazancılar çarşısı: Hükümet konağı, ulu cami ve yağ camisine komşudur. Bu çarşıda, kalaycılar, bakırcılar, ahşap işlemecileri bulunuyor. Bakır kazan imal edenler var, kalaycılar var. Çarşı Pazar günleri kapalıdır.
Ancak, eğer zamanınız uygun olurda burayı bir Pazar sabahı ziyaret ederseniz, özellikle erken saatlerde (örneğin 06.00 gibi) burada bulunan ciğercilerden ciğer de yiyebilirsiniz.
Ulu camiden sonra Yağ camisine yürüyün.
Yağ camisi ve Ramazanoğulları Medresesi: Ulu camiye yakındır, 1501 yılında eski bir kilisenin, Ramazanoğulları Beyliği döneminde camiye dönüştürülmesiyle oluşmuştur. 1542 yılında ise, hemen yanına medrese eklenmiştir. Caminin özellikle giriş kapısını mutlaka görün.
Yağ camisinden sonra sırada Arkeoloji Müzesi var, burası biraz uzak, yürümek istemeyenler için, taksi tutulması düşünülebilir.
Arkeoloji Müzesi; Reşatbey mahallesi Fuzuli caddesindedir. Müze yeni açıldı, taksi tutarsanız veya sormak isterseniz, Milli Mensucat Fabrikası olarak sorun, yoksa eski müzeye gidersiniz. Burada daha önce Milli Mensucat Fabrikası varmış, fabrika müze olarak düzenlenmiş ve 2017 yılında ziyarete açılmıştır.
Mutlaka gidin ve görün, müzenin tamamını gezin, yaklaşık 2 saatinizi alır, ancak zamanınız az ise, müzede mutlaka görmenizi önereceğim eserler: Hitit fırtına tanrısı Tarhunda’nın taş heykeli, Adana Karataş’ta denizden çıkarılan bronz erkek heykeli, Roma dönemine ait iki lahittir. (bunlar Tarsus ta bulunarak buraya getirilmiş Akhilleus lahdi ve Antropoid lahittir.
Yine uzak bir yerde bulunan Etnografya Müzesine gidebilirsiniz.
Etnografya Müzesi: Kuru köprü mevkiindedir. 1845 yılında yapılan bir kilise sonradan müze olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır. Müzede özellikle Toroslarda yaşayan aşiretlerin el dokuma kilim örnekleri, halı, heybe, seccade ve yastık örnekleri sergileniyor.
Evet, şehirde zamanınız varsa, yani 2’nci bir gününüz varsa, gezmenizi önereceğim yer Yüreğil ilçesi sınırları içindedir.
İl merkezindeki bu ilçenin en büyük özelliği, Adana Şakir paşa hava alanının bu ilçede bulunmasıdır.
Yüreğil ilçesinde “Tek kubbeli kübik mescit” i görebilirsiniz. Ulu camiye yakın: Tek kubbeli kübik mescit, akça mescit; 1489 yılı yapımıdır. Yani Adana’nın en eski yapısıdır.
Yüreğil ilçesinde mutlaka görmenizi önereceğim diğer yer ise antik Misis şehridir: İlçeye bağlı, Ceyhan ırmağı kıyısında Yakapınar köyündedir. Burayı ziyaret ederseniz yaklaşık 7000 yıllık bir yerleşim yerini yani Misis şehri kalıntılarını görebilirsiniz. Şehrin ilk olarak Hititler tarafından, MÖ 5500’lerde kurulduğu düşünülüyor.
Burayı ziyaret ederseniz: Höyük ve Akropol çevresindeki çoğu tahrip olmuş surların bir kısmını, sur duvarı parçalarını görebilirsiniz. Geniş bir alana yapılan Nekropol alanında kalkere oyulmuş oda mezarları görebilirsiniz. Günümüzde Adana Arkeoloji Müzesinde sergilenen “Misis Lahdi” burada bulunmuştur. Yine burayı ziyaret ederseniz, Ceyhan (Pyramos) nehri üzerindeki “Misis Köprüsü” nü görebilirsiniz.
Köprü MS 250’li yıllarda Roma döneminde yapılmıştır. Bu köprünün üstünde gezinirken, Lokman hekimin ölümsüzlük sırrı yazılı defterini, bu köprünün üstünden geçerken Ceyhan ırmağına düşürdüğü hikayesini hatırlayınız. Sonra Misis Kervansarayı ve muhteşem mozaiklerin sergilendiği, bulunan mozaiklerin korunması için üstüne müze yapılan “Misis Mozaik Müzesini” görün.
Buraları yani Seylan ve Yüreğil ilçelerini gezdikten sonra yine merkeze bağlı ilçeler Sarıçam ve Çukurova’da bulunuyor ama buraların turistik ve tarihi önemi bulunmuyor.
Sarıçam
Burası Adana şehrinde Çukurova Üniversitesi merkez kampüsü, İncirlik Amerikan üstü ve Hacı Ömer Sabancı Organize Sanayi bölgesinin bulunduğu bir yerdir yani herhangi bir turistik ve tarihi yeri yok.
Çukurova
İl merkezindeki bu ilçede: özellikle akşamları geniş kaldırımlarda, mevsiminde portakal çiçeği kokuları içinde yürüyüş yapabilirsiniz. Ancak yine burada da Adana şehriyle ilgili herhangi bir tarihi ve turistik yer yok, burada sadece Seyhan Baraj gölü kıyısındaki parklarda ve yollarda yürüyüş yapabilirsiniz.
Sonuç
Adana şehrini ziyaret ederseniz, yukarıdaki gezi planına göre rotanızı yapabilirsiniz. Bu planda kısaca belirttiğim yerlerle ilgili ayrıntılı tanıtım yazıları, görmeyi istediğiniz yerin ilçesine ait yazıda bulabilirsiniz. Adana güzel bir yer, gerek mutfağı, lezzetli yemekleri, kebapları, tatlıları ve içecekleri ile ve gerekse tarihi yerleriyle mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer, mutlaka gidin.
Antalya-Alanya arasındaki kara yolu uzaklığı: 130 km. dir. Yol, son yıllardaki yenileme çalışmaları sonucu, günümüzde gayet kullanımlı ve konforlu hale getirilmiştir.
Öyle ki, bu yol üzerinde yapılan tüneller, kara yolu yapımında ülkemizin ulaştığı teknolojinin en son şeklini yansıtması açısından, gurur kaynağıdır.
Ancak, Gazipaşa yani Adana-Mersin hattından, Alanya’ya ulaşmak isterseniz, sizi aşırı yoracak bir yol beklediğini unutmayın. Alanya’ya, doğu hattından ulaşmak, çok zor ve zahmetli bir ulaşım hattını geçmeyi gerektiriyor.
Hava yolu ulaşımı derseniz, buraya ulaşmak için, Antalya hava alanının kullanılması gerekiyor.
Alanya, gerek yakın geçmişte ve gerekse günümüzde, ülkemizin en büyük turizm potansiyeline sahip yörelerinin başında gelmektedir.
Bu şirin ama büyük yöremiz: kuzeyde Toros dağları ve güneyde Akdeniz ile çevrili, bir yarımada üzerinde kuruludur. Geniş plajları, tarihi eserleri, modern otelleri, sayısız balık lokantaları, kafe ve barları ile mükemmel bir tatil merkezidir.
Ülkemiz insanlarının ilk yazlık site ve tatil ile tanıştıkları bu yöre, aynı zamanda yakın geçmişte ve günümüzde, özellikle “Alman” vatandaşları ile de doldurulmuştur. Günümüzde, burada birçok Alman daimi olarak veya uzun süreli yaşamakta, yaz günlerinde ise, yoğun turist akımı olmaktadır.
Bölgenin sahil bandının uzunluğu, 70 km. ye ulaşmaktadır. Bu sahil bandının her yerinde, denize girmek mümkündür. Kalenin bulunduğu blokun batı bölümünde, deniz derin, dalgalı, kumsal çakıllı iken, bu kaya blokunun doğu bölümünde ise, deniz sakin, dalgasız, derinlik az ve kumsal ince kumludur.
Yani, kalenin bulunduğu blokun doğu bölümünde, derinlik uzun süre diz boyutunda kalmakta ve dalga bulunmamaktadır ve bu özellikleriyle, çocuklu aileler tarafından yoğun olarak tercih edilmektedir. Ayrıca, tümünün deniz kıyısından geçen yolun arkasında bulunması nedeniyle, bu yörede tatile gidecekler için otel seçimi, tatilinizi geçireceğiniz otelin denize uzaklığı önem kazanıyor.
Alanya’nın yöresel lezzet ve yemekleri ile hediyelik eşyalar konusuna gelince: buraya has özel bir yemek cinsi veya türü yok. Çünkü, burada yurdumuzun birçok bölgesini temsil eden yemek kültürlerini sunan restoranlar var. Yani, burada her türlü yiyecek maddesini ve yöresel lezzeti bulmak mümkün.
Hediyelik derseniz, Alanya’da, özellikle yabancı turistlere yönelik tekstil ürünleri satışı ağırlıktadır. Ancak, buraya has bir hediyelik düşünürseniz, değişik renklere boyanmış, kurutulmuş bal kabakları satın alabilirsiniz.
TARİHİ
Tarihi süreç incelendiğinde: kalenin bulunduğu yerde, antik dönemde bulunan şehir “Korakesium” dur. MÖ.2’nci yüzyılda, çeşitli saldırılar ile karşı karşıya kalan şehir, doğal konumunun sağladığı avantaj ile, kendisini ve bağımsızlığını korumuştur.
MÖ.1’nci yüzyılda, korsan yatağı haline gelen şehir, MÖ.65 yılında, Pompeius komutasındaki Roma ordusu tarafından, korsanlardan temizlenmiştir. Ortaçağda, Korakesium adının yerine, Kalonoros (Güzeldağ) adının kullanıldığı biliniyor.
Arap evliyası denilen Küçük Kilise, surlarda bulunan bazı yuvarlak kuleler ve Cilvarda burnu üzerinde bulunan manastır harabeleri, bu dönemden kalmadır.
13. yüzyıl başlarında, Kır Fard isimli Hıristiyan beyinin egemenliğinde olan şehir, kuşatma sonucu 1221 yılında Alaaddin Keykubat’a bırakılır.
Bu tarihten itibaren de, fatihinin ismine izafeten “Alaiyye” olarak anılmaya başlanır.
Daha sonra, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından, 1935 yılında, Alaiyye ismi “Alanya” olarak değiştirilir.
Alanya: Anadolu Selçuklularının çöküş döneminde, 1293 yılında Karamanoğulları’nın eline geçer. 1427 yılında ise Gedik Ahmet Paşa tarafından fethedilerek, Osmanlı topraklarına katılır.
GEZİ PLANI
Alanya yöresine, Antalya istikametinden geldiğinizde: çok uzaklardan, karadan denize doğru uzanan büyük kaya bloğu parçası ve üzerindeki kale silüetini görebiliyorsunuz.
Muhteşem bir görüntü. Alanya’ya yaklaştığınızda ise, son yıllarda yapılan merkezdeki trafik yoğunluğunu azaltmayı amaçlayan çevre yolunu kullanabilirsiniz.
Ama, burayı gezmek için geliyorsanız: hemen girişte, sağ ve sola ayrılan yol çatalında, üzerinde tabelaların bulunduğu, sağ yöne dönmeniz ve “Sahil, kale, Damlataş mağarası” bölümüne geçmeniz gerekiyor.
Buraya döndüğünüzde, karşınıza ilk çıkacak olan yer: Damlataş mağarası. Hemen önündeki otoparkı kullanın ve günümüzde tamamen restoran ve kafelerin arasında kalmış bu doğal güzelliği gezin.
Daha sonra: yine tabelaları takip ederek, kale istikametinde ilerleyin. Kale: yaklaşık 2 km. yukarıda, yol virajlı, dar ve zaman zaman tek arabanın geçebileceği genişliktedir.
Ancak, Alanya ziyaretçilerinin, kale bölgesine çıkmaları, çevrenin muhteşem manzarasını görmeleri ve kaleyi yaşamaları için şart. Sadece seçenek önemli. Yürüyerek kaleye çıkmayı tercih edenler için, yaklaşık 1.5 saat civarında, yorucu bir yolculuk söz konusu olabilmektedir.
Ama, bu yorucu yolculuk sırasında, bölgede gizli kalmış güzellikleri görebiliyorsunuz. Araç ile çıkmayı düşünürseniz, bu kez, yaklaşık 15-20 dakikalık bir yolculuk yapmanız gerekiyor.
Kale sonrasında, tekrar aşağıya iniyorsunuz. Ancak, bu kez, inerken, Liman tabelasını takip edin ve doğruca “Liman” bölgesine girin. Burada: Kızılkule, Tersane ve Alanya merkezini gezebilirsiniz.
Evet, Alanya’nın tarihi ve turistik yerleri bunlardan ibaret. Bunlar dışında: özellikle akşam saatlerinde yani günün sıcak saatleri bittiğinde, burada yaşayan veya tatil için gelenlerin, ilçe merkezini ve liman bandını tamamen doldurduklarını göreceksiniz.
Yani, muhteşem hareketli bir yer. Eğlence mekanları, müzik sesleri ve cadde ve sokaklarda yürüyen binlerce insan ki, bunların çoğunluğu, yurt dışından gelen yabancı uyruklu turistler.
DAMLATAŞ MAĞARASI
Antalya yöresinden, Alanya merkezine girmeden önce, deniz kıyısında, hemen ilk kayalık bölgededir. Mağara, 1948 yılında bulunmuştur. Giriş kısmında, 50 metre uzunluğunda bir geçit bölümü var.
Çapı: 14 metre ve yüksekliği 15 metredir. Silindir şeklinde boşluğu bulunan mağara, 15 bin yılda oluşan, sarkıt ve dikitler ile dikkat çekiyor. Sarkıtlardan damlayan su damlaları nedeniyle, mağaraya “Damlataş mağarası” ismi verilmiş.
Mağaranın bir diğer önemli özelliği, içindeki rutubet oranıdır. Rutubet, yüzde 95 seviyesine kadar çıkıyor ve 22 derecelik ısı oranı ile, oksijen oranı sabit. Bu oranlar, yılın tüm zamanlarında sabit olduğundan, özellikle “astım” hastaları için tercih edilen bir yer.
Yani: Damlataş mağarası, gerek turizm ve gerekse sağlık amaçlı olarak kullanılıyor. Günümüzde, tamamen kafeteryalar, evler, oteller, moteller arasında kalan bu doğal güzelliğe mutlaka zaman ayırın ve görün.
ALANYA KALESİ
Tüm bölgeye hakim konumuyla, güzel bir yapı, mutlaka zaman ayırın.
Kale: araç trafiğine açık. Zaten, kale bölgesinde yaşam da bir yandan devam ediyor. Anlamak mümkün değil, batı ülkelerinde bu tip yapıların bulunduğu tarihi yerlerde, Sit alanı ilan edilerek koruma yerine, alan kamulaştırılarak koruma sağlanıyor. Yani, bu tarihi bölgede, göreceğiniz gibi, halen yaşam sürdürülüyor.
Hatta: bir kısım lüks ve modern görünümlü evler, ziyaretçilerin dikkat ve ilgisini çekiyor. Bunun dışında, bir kısım yerleşim yerinin ise, restoran ve kafeterya olarak düzenlendiğini görmek mümkün. Elbette, muhteşem manzaraları var.
Gezi planında belirttiğim gibi, kale bölgesine, yaklaşık 2 km. lik bir yol ile çıkmak mümkün. Bu yol, gerek yürüyerek ve gerekse araç veya şehir merkezinden kiralayacağınız motorlar ile olabilir. Yürüyerek düşünürseniz, elbette mümkün ama biraz yorucu olacağı kesin.
Yürüyerek, yaklaşık 1.5-2 saat gerekebilir. Otomobil veya taksi ile düşünürseniz: yaklaşık 15-20 dakika sürüyor. Zaten, otomobil ile çıkmayı düşünürseniz: muhteşem manzaraları gördüğünüzde, mutlaka yol kıyısında kısa molalar vermelisiniz. Özellikle: zirveye yakın bölümde, yolun hemen kıyısına, ahşaptan yapılmış yürüyüş yolu, çok güzel bir düşünce ve ziyaretçilerin yürüyüş yapmalarını kolaylaştırması açısından mükemmel.
Sonuçta: iç kale bölümü yani tepenin zirvesine ulaştığınızda: otopark var. Buraya aracınızı park edebilirsiniz. Sonra: iç kale bölümüne girebilirsiniz.
Kale Kapısı
Kaleye giriş çıkışı sağlayan kapı, askeri ve törensel niteliklere sahiptir ve 13’ncü yüzyılda yapılmıştır. Ana giriş kapısı ile hemen gerisindeki burç yapısı, kalenin en önemli noktalarından birini teşkil eder.
Duvarlarında Alanya kalesine özgü kırmızı-beyaz freskler bulunur. Üzerinde yer alan kitabeye göre, ana giriş kapısı 1230 yılında inşa edilmiştir.
Evet, kale ile ilgili bilgilere devam edelim.
Kale: bugünkü görünümü ile, Selçuklu dönemi eseridir. Tarihi süreç içinde ise, ilk olarak, Helenistik dönemde, surlarla çevrilmiştir. Daha sonraki dönemlerde ise, günün koşullarına uygun olarak eklemeler ve onarımlar yapılmıştır.
Ancak, en son olarak, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat döneminde, 1226-1232 yılları arasında bugünkü görünümüne kavuşmuştur.
Kale: kenti kuşatan surlar ve çeşitli savunma hatları bakımından: dış, orta ve iç kale olmak üzere, üç ana bölümden oluşmaktadır. Surların: toplam uzunluğu: 6.5 km. Bu surlar üzerinde: 140 burç ve 400 civarında sarnıç bulunmaktadır. Denizden yükseklik: 250 metre.
Orta çağ döneminde, surlar içinde, buranın su ihtiyacını karşılamak üzere, birçok sarnıç yapılmış ve bunların toplamının 400 olduğu söyleniyor. Elbette bu kadar çok sarnıç yapılmasının tek nedeni, kale alanında doğal su kaynağının olmamasıdır. Su ihtiyacı yağmur suyunu toplayan sarnıçlardan karşılanıyordu.
Zaten bu gün de görüleceği üzere, her geleneksel evin bir su sarnıcı vardı. Ayrıca, büyük su sarnıçları da genel bir su ihtiyacını karşılıyordu. Öte yandan, iç kale büyük su sarnıçları nedeniyle, Sarnıç kalesi olarak da adlandırılıyordu. Sarnıçların çoğu 13’ncü yüzyılda yapılmıştır.
İç kale bölümünde: surların kapısından içeri girdiğinizde, herhangi bir tanıtıcı işaret olmamasına rağmen, sağ yönde ilerleyin. Tahtalardan, güzel bir yürüyüş yolu yapılmış ve bu yol, engebeli arazide yürüyüşü kolaylaştırması açısından mükemmel. Sağ bölümden ilerlediğinizde, ilk dikkati çeken antik yapı, bir kilise kalıntısı.
Halen burada arkeolojik çalışmaların sürdürüldüğü ve girişin yasak olduğu belirtiliyor. Daha sonra devam ettiğinizde ise, yine sağ bölümde, kaledeki yaşam üniteleri var. En ilgi çeken ve şahsen beğendiğim husus: buralarda tahribata karşı tedbir alınması, çelik bariyerler yerleştirilmiş ve koruma sağlanmış.
Yürüyüşe devam ettiğinizde, bir seyir terası var, buraya çıkın ve dört bir yandaki muhteşem deniz ve şehir manzarasını bir süre izleyin. Elbette, fotoğraf çekmeyi ve çektirmeyi unutmamak gerek. Sonra, yine surların dibinden ilerlemeye devam ediliyor ve giriş kapısının sol bölümünde, gezi bitiyor.
Bu arada: kale surlarından denize bakarken, kalenin bulunduğu kaya blokundan denize doğru 400 metre uzanan bölüm üzerinde, dikkatli bakarsanız, bir kısım metruk yapı kalıntısı görebilirsiniz.
Cilvarda burnu olarak isimlendirilen bu uzantının üzerindeki bu yapılar: yöre halkı tarafından “darphane” olarak isimlendiriliyor. Ancak kesme taşlardan inşa edilmiş binalarda para basılması söz konusu değildir. 11’nci yüzyılda yapıldığı düşünülen yapılar: bir kilise ve manastırdır.
Küçük kilisenin kubbesi, günümüze kadar ayakta gelmiş ve görülüyor. Kayalar üzerinde, bir de sarnıç var. Kaleden, bu bölüme eskiden merdivenler ile ulaşım mümkün iken, günümüzde bu merdivenli yol tahrip olmuş ve kullanılmıyor. Yani, bu metruk yapıları, yalnızca uzaktan görmek mümkün.
Kalenin kuzeyinde bulunan ve “Ehdemek” olarak isimlendirilen üçer kuleli ve iki ayrı bölümden oluşan kısım; kaleye kara tarafından yapılacak saldırıların önlenmesi için inşa edilmiştir. Burası, Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat tarafından Helenistik dönem kalıntılarının üstüne inşa ettirilmiştir.
Diğer duvarlara göre daha iri taşlar kullanılmıştır. Batıda bulunan kulenin dış yüzünde bir kitabe vardır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında meydana gelen bir depremde, bu bölümün büyük kısmı tahribata uğramıştır.
Ayayorgi kilisesi (Hagios Georgios)
İç kale bölgesinde gezerken, diğer bir ilginç yapı: halen arkeolojik kazı çalışmalarının sürdürüldüğü “kilise” yapısıdır. Kilise yapısı, kalenin güney doğu sur duvarına bitişiktir.
Bu kilise: yonca planlı olup, taş ve tuğladan, karma teknikle daha erken döneme ait bir bazilikanın üzerine inşa edilmiştir.
Kiliseye, batı cephesindeki bir kapı ile girilir. Kapının iki yanında, aziz büstü veya heykelciği konmak üzere iki küçük niş yapılmıştır. Yarım daire pencereler ile, sağır nişlerin oluşturduğu kemerler, merkezi kubbeyi çevrelemektedir. Bu özellik, Bizans sanatının geç dönemini işaret etmektedir.
Kubbenin ağırlığı, yan apsisleri örten yarım kubbeler tarafından karşılanmaktadır. İçeriden, kubbeye geçiş pandandiflerle sağlanmıştır. Kubbe pandandifleri ve yan apsislerin fresklerle süslenmiş olduğu: yer yer kalan izlerden anlaşılmaktadır.
Yapı: mimari özelliklerinden dolayı, MS. 11. yüzyıla tarihlenmektedir. Selçuklu döneminde eski sur duvarlarının yapımı sırasında, kilise korunmuş ve mescit olarak kullanılmıştır.
Gemili Mescit
Kalenin iç bölümlerindeki bu mekan, Selçuklu dönemine yani 13’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. Yığma yapım tekniğiyle moloz taş ve tuğla kullanılarak inşa edilmiş mescit, üzeri kubbe ile örtülü kare planlı, tek katlı bir yapıdır.
En önemli özelliği, yapının iç mekan duvarlarında kazıma tekniğiyle yapılmış, Alanya’nın denizcilik tarihine ışık tutan yaklaşık 170 tane gemi grafitisi bulunmasıdır. Hiçbir cami ve mescit yapısının duvarında bu tür resimler görülmemiştir.
Sıvayla kaplı duvarlara yaklaşırsanız gemi resimlerini görebilirsiniz. Ancak bu gemi resimlerinin kimler tarafından ve ne amaçla çizildiği bilinmiyor. Duvarlarda en çok fırkateyn, kalyon, karavel gibi gemiler tasvir edilmiştir. Bazı gemi tasvirlerinde flamalar ve bayraklar da bulunuyor. Mescitte, mihrabın sağında yunus balığı, köpek balığı ve fok balığı resmi görülüyor.
Alaaddin Keykubat Sarayı
İç kale içindeki anlatacağım son mekan, Alaaddin Keykubat tarafından inşa ettirilmiş ve günümüzde idari yapı olarak kullanılmakta ve İçkale Sarayı olarak isimlendirilmektedir. Bu yapı, iç kalenin güneydoğu köşesinde bulunan muhtelif yapı kalıntılarından ibaret bir düzlükten oluşmaktadır.
Saray, güneybatı kenarı boyunca bir teras oluşturacak şekilde uzanan bir duvarla diğer bölümlerden ayrılmıştır. Yapıldığı dönemde içerisinde süsleme sanatı açısından çiniler, freskler ve Selçuklu ahşap sanatı örneklerinin bulunduğu düşünülmektedir. Sarayın kuzeyinde, zamanında törensel bir işleve sahip olduğu düşünülen avlunun bitiminde, tonozlu koğuş ile ön avlu arasında İçkale kilisesi vardır.
LİMAN BÖLÜMÜ
TERSANE
Alanya merkezinde, liman bölümüne indiğinizde, hemen sağ tarafta, kıyıdaki bu eski dönem yapısı mutlaka dikkatinizi çekecektir.
Aslında karadan ulaşmak mümkün ise de, denizden görüntü, muhteşem ve ilgi çekicidir. Liman bölümünde, hemen Kızılkule’nin altında, demir parmaklıklı kapı açık ise, Tersane bölgesine yürüyerek kıyıdan ulaşmak mümkün. Yoksa, yalnızca denizden ve uzaktan izleyebilirsiniz.
Evet, burası bir tersane. Selçuklular döneminde yapılmış bu tersanenin en büyük özelliği, Selçuklulara ait, Akdeniz bölgesindeki ilk tersanelerden biri olmasıdır.
Burayı ele geçiren, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat: 1227 yılında, bu tersaneyi yaptırmıştır. Ancak, daha önce Karadeniz-Sinop şehrinde de bir tersane yaptırmış olması nedeniyle, burası tamamlanınca, iki denizin sultanı unvanına sahip olmuştur.
Yapı: kemerli ve beş gözden oluşmaktadır. Yapı: kemerli ve beş gözden oluşuyor. Denize bakan cephesi, 56 metredir. Derinlik ise, 44 metredir. Tersane için seçilen yer, gün ışığından en fazla yararlanılan yer olması nedeniyle önemlidir.
Günümüze kadar sağlam olarak gelmiş olması nedeniyle, uzaktan görüntüsü muhteşem. Liman bölgesinden baktığınızda, kalenin hemen altındaki yapı: güzel bir görüntü oluşturuyor.
KIZIL KULE
Liman bölümünde, hemen kıyıda, Alanya’nın sembol yapılarından biridir.
Adının kızıl kule olması: yapımında kullanılan kırmızı renkli tuğlalar ve kızıl bir görüntü vermesidir. İnşaat sırasında: belli bir yükseklikten sonra, taş blokları kaldırmak güç olduğundan, kulenin üst kısımları, pişmiş kırmızı tuğlalar ile örülmüştür.
Burayı da, yine bölgeyi ele geçiren Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat, 1226 yılında yaptırmıştır. Yapılış amacı: denizden gelebilecek saldırılara karşı, gerek limanı ve gerekse tersaneyi korumaktır.
Yapı: sekizgen planlı, her bir duvarının yüksekliği: 33 metre ve genişliği ise, 12.5 metredir. Kulenin çapı ise, 29 metredir. İçinde, zemin dahil 5 kat bulunmaktadır. Zeminden, kulenin en üst bölümüne çıkmak için, 85 basamak tırmanmak gerekiyor. Yapının bir diğer öne çıkan özelliği ise, tepeden alınan güneş ışığının, birinci kata kadar uzanmasıdır.
Liman bölgesinde: kızılkule’nin hemen yanına kadar gidebiliyorsunuz. Yanına yaklaştığınızda, kulenin muhteşemliği iyice göz önüne seriliyor.
Liman bölümünden sonra: yola devam ettiğinizde, geçişlerin ücrete tabi olmadığı bir otopark bölümünden geçiyorsunuz ve buradan şehirler arası bağlantı yoluna ulaşmanız mümkün. Alanya merkezindeki gezimiz burada bitiyor.
ARKEOLOJİ MÜZESİ
Alanya kalesine çıkış yolunun başlangıç noktasında bulunan müze: projesi İhsan Kıygı tarafından hazırlanmış ve 1976 yılında açılmıştır. İlk Açıldığında, müzede Alanya ve çevresinde bulunup Milli Eğitim Müdürlüne ait bir depoda muhafaza edilen eserler ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinden getirilen: Tunç Çağı, Urartu, Frig ve Lidya dönemi eserleri sergilenmektedir.
Müzede 1 açık teşhir ve 14 kapalı teşhir salonu bulunuyor. Teşhir salonları: Anadolu uygarlıkları, Gemi ve denizcilik bölümü, Herakles salonu, Alanya kalesi bölümü ve sikke bölümü gibi başlıklar altında düzenlenmiştir. Ana salonda yer alan vitrinler ise: mitoloji, ticaret, sağlık ve spor olarak düzenlenmiştir. Ayrıca, figürinler, cam eserler ve takı vitrinleri vardır.
Arkeoloji Bölümü
Bu bölümde: çeşitli bronz, mermer, pişmiş toprak, cam ve mozaik buluntular ve sikkeler sergileniyor. Ayrıca: Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait Türk-İslam eserleri de görülebilir.
Arkeoloji bölümünde sergilenen eserler arasında en eski olanı: MÖ 625 yılına tarihlenen, Fenike dilinde bir taş yazıttır.
Yine burada yani giriş koridorundaki bir duvar içi vitrinde, Roma dönemine ait tunç Latince yazılmış diploma bölümü vardır. Alanya’nın 15 km kuzeyindeki Laertes Antik kentinde bulunan bu diploma, 3 parça halinde bulunmuştur. Diplomada: askerin adı, alayı, komutanın ismi, doğum yeri ve Pamfilya valisinin adı ve diplomanın veriliş tarihi yer alıyor.
25 yıllık askerlik hizmeti sonunda, MS 139 yılında diplomayı alan bu asker kişi, Suriye’nin Cyrrhos şehrinde doğmuş ve emekli olmuş bir askerdir. Asker bu diploma ile, Pamfilyalı bir kadınla evlenmeye hak kazanıyormuş.
Deniz ve Denizcilik Bölümü
Bu salonda: gemi gelişimi, denizcilik terimleri, ölçü birimleri ve Alanya kalesinin duvarlarında binlercesi bulunan ve Alanya kalesinin 14-17 yüzyıllar arasındaki gemi trafiğine ışık tutan, üzerinde onlarca gemi grafitisi çizilmiş bir duvar örneği bulunuyor.
Ayrıca: Gazipaşa Antioch ad Cragum antik kenti limanında bulunan ve gemi aksamı olan tunç Pegasus ilgi çekiyor. Syedra antik kenti limanından getirilen Akdeniz’in balık çeşitliliğini ortaya koyan, balık tutan eroslar mozaiği görülebilir.
Selinus antik kentinde bulunan Trajan’In Kenotaf’ına ait gemili kabartma da, müzede bulunan birçok anforalar ile birlikte ilgi çekiyor. Sonra Roma dönemine ait oltalar görülüyor. Yine burada Abdülhamit döneminde bulunan bir gemi topu da görülüyor.
ODTÜ Reo-Tek bölümü, Alanya Arkeoloji Müzesi için bir gemi simülatörü üretti. Simülatörü kullanmak için dümenin başına geçen ziyaretçiler, hem Alanya yarımadasında sanal deniz hem de tarih yolculuğuna çıkıyorlar. Ziyaretçiler yolculuk sırasında Alanya’ya tarih boyunca gelen gemi tipleriyle karşılaşıyorlar, haklarında bilgi ediniyorlar.
Ticaret Vitrini
Bu vitrinde, bir amforanın kurşun bir mühürle kapatılması örneği görülüyor.
Sağlık-Spor Vitrini
İlaç yapımında kullanılan farklı otlar sergileniyor.
Takı Vitrini
Takılar ve kireç taşından yapılmış bir Roma dönemi kadın büstü görülüyor.
Alanya Herakles’i
Heykel, Alanya’nın Çamlıca köyündeki Asartepe’de bulunmuştur.
Yapım tarihi MS 2’nci yüzyıla tarihlenen bronz döküm heykel, ayrı bir salonda sergileniyor. Heykelin boyu 51.5 cm. dir.
Heykeli önemli kılan özelliklerinin başında, detayları gelmektedir. İskelet ve kas yapısına dikkatle bakıldığında, göze çarpan bazı yerleri görmek mümkündür. Bunların başında, güreş sporu yapanların kulaklarındaki kıkırdak deformasyonu gelmektedir.
Heykel Alanya’nın sembolü olmuştur ve müzenin açılışına sebep olmuştur. Heykel, mitolojiye göre: Herakles, Argonotlar seferi sırasında arkadaşı Hylas’ın su perileri tarafından kaçırılması sahneli cam tabanın altında bulunan mozaik ile birlikte sergileniyor.
Alanya Kalesindeki Buluntular
Burada daha çok saray bölümünde ele geçen Selçuklu dönemi çinileri ilgi çekiyor. Özellikle, üzerinde Alaaddin Keykubat’ın unvanlarının yer aldığı yıldız çini, özel bir vitrinde sergileniyor. Bu bölümde ayrıca yine kale bölgesinde bulunan küçük buluntular sergileniyor.
“Sevgi hep vardı” mesajı ile sergilenen bir kadın ve erkeğin, yanak yanağa tasvir edildiği ostotek parçası, mezar stelleri ve sunaklar da müzenin görülebilecek diğer eserleri arasındadır.
Etroğrafya Bölümü
Bu bölümde, Alanya ve çevresinden derlenen Yörük kilimleri, heybeler, giysiler, işleme örnekleri, silahlar, günlük kullanım kapları, takılar, el yazmaları ve yazı takımları gibi eserler sergileniyor. Ayrıca, eski bir Alanya evine ait günlük oda düzenlenmiştir.
Müze bahçesi
Müze bahçesinde; zeytin işçiliğinin tanıtıldığı tarım köşesi, sütun başlıkları, Roma dönemi yazıtları, İslami yazıtlar, mezar taşları ve lahitler sergileniyor. Bahçenin özel eserleri; Alanya Okurcalar Beldesi Karaburun mevkiinde deniz altında bulunan, üzerindeki yazıta göre M. Krakos’a ait girlandlı eroslu mermer lahit ilgi çekiyor.
ATATÜRK EVİ
Mustafa Kemal Atatürk’ün 18 Şubat 1935 tarihinde deniz yolu ile Alanya’yı ziyaretinde bir süre kalmış olduğu ev, müze olarak düzenlenmiş ve 1987 yılında ziyarete açılmıştır.
Giriş ücretsizdir. Müze, Damlataş mağarasına yürüyerek 20 dakika uzaklıktadır.
Evin sahibi M. Tevfik Azakoğlu’dur. Ölümünden sonra mirasçısı kardeşinin oğlu Rıfat Azakoğlu, evi Atatürk evi ve Müze olarak kullanılmak şartıyla, 8 Haziran 1981 günü tapusu ile birlikte hazineye bağışlamıştır.
evi Kültür Bakanlığına bağışlamış ve ev 1987 yılında müze haline getirilmiştir.
Ev, 19’ncu yüzyıl Türk mimarisi özelliklerini taşır. 3 katlı konak kagir olarak inşa edilmiştir. Yapının birinci ve zemin katı moloz taş ve ahşap hatıllıdır, ikinci kat ahşap yapılmıştır. İçi-dışı sıvalı badanalı olan ev, geniş saçaklı bir çatı ile kapatılmış, Marsilya kiremidi ile örtülmüştür.
Eve: güney cephedeki bahçe girişinden, iki kanatlı demir bir kapıdan girilir, kare döşemeli bir zemin ile taş basamaklı merdivenle birinci kata çıkılır. Zemin katın tabanı toprak olup, ev yapıldığı dönemlerde ahır ve depo olarak kullanılmıştır. Ön cephesi tarihi Alanya kalesine bakmaktadır.
Müze olarak düzenlenen 3 katlı binanın giriş katında, Atatürk’e ait kişisel eşyalar, fotoğraflar, Atatürk’ün Alanyalılara gönderdiği telgraflardan bir tanesi kendi el yazısı ve imzası ile sergileniyor. Ayrıca, konağı müze olması şartıyla Kültür Bakanlığına bağışlayan Rıfat Azakoğlu’nun da birkaç fotoğrafı ve hayat hikayesi sergileniyor.
Binanın üst katları ise, geleneksel Alanya evi tarzında eşyalarla döşenmiştir. Burada geleneksel bir yatak odası, çocuk odası ve kadınların günlük yaşamda kullandıkları oda tasvir edilmiştir. Bu katlarda bulunan vitrinlerde ise, geleneksel çeşitli giysiler, silahlar ve hamam kültürüne ait objeler sergileniyor.
HÜSEYİN AZAKOĞLU KENT MÜZESİ
Şekerhane mahallesindedir. Bu konak, sahipleri tarafından kültürel amaçlı kullanılmak şartıyla Alanya Belediyesine tahsis edilmiştir. Bu hali ile geleneksel Alanya evlerinin en güzel örneğidir. Gerek planlamadaki bütünlük ve gerek süsleme detayları göze çarpıcıdır. Mekansal rahatlık ve mekanlar arasındaki ilişki düzeni, kolay dolaşım imkanı ve yalınlık evin karakteristik özellikleridir. Konağın kent müzesine dönüştürülmesi amaçlanmıştır.
KORSANLAR MAĞARASI-KIZLAR YARIĞI
Buraya Alanya limanından yapılan tekne gezileriyle ulaşabilirsiniz. Mağaranın tavanının yüksekliği 78 metredir. Eski dönemlerde, bu mağaranın korsanlar tarafından ganimet deposu olarak kullanıldığı, kaçırılan kızların buraya saklandığı bilinmektedir.
Bazı söylentilere göre: bu mağaranın kale ile irtibatlı olduğu, kaçırılan kızların ve elde edilen ganimetlerin bu yolla kaleye ulaştırıldığı, ancak aradan geçen yıllar sonrasında bu yolun çökerek kapandığı söylenmektedir. Evet, gezi tekneleri bu mağaranın içine girebilmektedir.
İncekum Plajı
Antalya-Alanya kara yolunun 26’ncı kilometresinde, Avsallar Beldesinde bulunmaktadır. Deniz ve ormanın iç içe olduğu İncekum mesire alanları, Alanya için özel bir yere sahiptir. Buranın temiz ve sığ denizi, ince kumu ve piknik alanları ilgi çekmektedir.
Kleopatra Plajı
Tarihi yarımadanın batısında, Damlataş Mağarasının önündeki kıyıdadır. Mavi bayraklıdır. Kumsal sırtını yarımadanın eteklerine dayamıştır. Kayalarla çevrili havuz görünümündeki bu doğal plaj, Mısır Kraliçesi Kleopatra ve Roma İmparatoru Antonius’un burada yüzmüş olması ile ünlüdür.
Plajın yarımadaya doğru uzanan ve iri taşlardan oluşan küçük koyu Kleopatra adıyla anılır. Kleopatra koyunun özelliği suyunun berraklığıdır. Deniz gözlüğü ile yüzüldüğünde balıkları ve deniz dibinin doğal güzelliklerini seyretmek söz konusudur.
Şarapsa Han
Antalya-Alanya kara yolunda bir tepe üstündedir. Alanya ilçe merkezinin 15 km batısındadır. Gözetleme kulesine benzeyen bir minaresi vardır. On bölmeli han tipinde olan yapı tamamen taşla yapılmıştır. Hanın solundaki son bölümde, kuzeye açılan bir mescit ve aynı zamanda tabhane vardır.
Kapının üstündeki kitabeye göre, han ve bitişiğindeki mescit, Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat oğlu II. Keyhüsrev zamanında yapılmıştır. Ancak kitabede inşa tarihi yazılmamıştır.
ALANYA YAKINLARINDA GEZİLECEK YERLER
Pisarissos-Esentepe
Alanya ilçe merkezinin kuzey batısında, Hacılar köyü ile Esen Tepe köyü arasındaki bir tepe üzerindedir. Tepe ve yamaçlarında bulunan şehre ait kalıntılar bir sur ile çevrelenmiştir. Sur, büyük blok taşlarla yapılmış olup, şehir giriş kapısı ve buna ait kuleler batı yönündedir.
Tepedeki düzlüğün üstünde ise, birçok antik dönem yapısı kalıntısı bulunmaktadır. Bu yapılar arasında, evler, agora ve mezar yapıları ve zeytin işlikleri görülebilmektedir. Kalıntılar arasında bulunan bir yazıt nedeniyle, buraya “Pisarissos” adı verilmiştir. Kalıntılar oldukça kötü durumdadır.
Cibra-Kibra Harabeleri
Alanya ilçe merkezinin kuzeybatısında, Okurcalar beldesi sınırları içindedir. Burada denize doğru küçük bir çıkıntı yapan yarımadanın üzerinde ve bunun batı düzlüğünde görülmektedir.
Düzlüğün önündeki geniş bir koy ve Tuz adası, teknelerin bu bölgeye yanaşması için uygun bir ortam sağlamaktadır. Burada: sarnıçlar, mezar yapısı ve taş ocağı kalıntıları görülmektedir.
Leartes
Alanya ilçe merkezinin 24 km uzağındaki ören yeri, Cebeli Reis dağının deniz seviyesinden 850 metre yükseğinde bulunmaktadır. Burada, bulunan bir buluntu, MÖ 7’nci yüzyıla giden Fenike dilinde bir kitabe parçasıdır. Bu parça ve farklı bir döneme ait asker diploması (MS 138) Alanya arkeoloji müzesinde sergilenmektedir. Şehrin en popüler zamanı, MS 2’nci yüzyılda görülür.
Şehirden günümüze kalanlar: agora, hamam, odeon, Zeus Megistos kutsal sunağı, Apollon tapınağı, büyük sarnıç, Sezar tapınağı, askeri kuleler, yer altı yapısı, imparatorlar caddesi, evleri, nekropol alanıdır. Burada Roma dönemi yapıları ve az da olsa Bizans yerleşimine ait izler görülebilir.
Syedra
Alanya-Mersin kara yolu üzerinde, ilçe merkezinin 23 km doğusundadır. Buranın tarihi, MÖ 7’nci yüzyıla kadar gitmektedir. Yani, şehirde MÖ 7’nci yüzyıl ile MS 13’ncü yüzyıl arasında burada yerleşim vardır. Oldukça geniş bir alana yayılan şehrin çevresi surlarla çevrilidir.
Günümüzde burada hala sağlam kalan kalıntılar; içi sıvalı, oldukça büyük bir sarnıç, vaftiz mağarası, zemininde mozaik kalıntıları bulunan görkemli bir hamam, jimnazium, sütunlu cadde ve kenarındaki dükkanlar, tapınak, tiyatro, kiliseler, idari yapılar, akropol ve nekropol alanları ile örnek bir Roma yerleşim yeri görülür.
MS 2’nci yüzyılda Roma imparatorluğuna karşı yapılan isyanlara, Syedra halkı katılmamıştır. Bu nedenle MS 194 yılında Roma imparatoru Septimus Severus tarafından şehir halkına bir teşekkür mektubu yazılmıştır.
Bu mektup, mermer üzerine yazılarak, Syedra sütunlu cadde döneminde halka gösterilmiş, günümüzde ise, Alanya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
Selanik: gündüz ve gece görünümleri birbirinden ayrı ve güzel, İzmir benzeri bir şehir olmasına rağmen, asla gecekondusu bulunmayan ve Yunanistan tarafından önem verilen bir şehirdir.
Selanik ziyaretinizde: güzel deniz manzarası, ağaçlıklı sokaklar, çok sayıda müze, özellikle bizim kültürümüzden etkilenmiş mutfak, gelişen modern kültür ve eski Bizans kiliseleri görebilirsiniz.
Ama, Selanik denilince, elbette ilk akla gelen: bu şehirde bulunan, Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün evidir.
ULAŞIM
Selanik şehrine havayolu ile ulaşmak isterseniz: Atina, Yanya, Hanya, Heraklion, Limni, Midilli, Rodos ve Skiathos havaalanlarını bağlantı olarak kullanabilirsiniz. Havaalanı, şehir merkezinin16 km. dışındadır.
Şehre, demiryolu hattı ile de ulaşabilmek mümkündür. İstanbul-Selanik arasındaki ulaşımı, demiryolu ile sağlayabilirsiniz.
Selanik şehrine, karayolu ile ulaşım da mümkün. Atina-Selanik arasındaki yolculuk: 6 saat sürüyor ve 320 km. dir. Bilet fiyatları: 35 Euro. Gidiş-dönüş bileti almak isterseniz: 55 Euro.
Selanik-İstanbul arasındaki karayolu yolculuğu ise, yaklaşık 8-10 saat sürüyor. Fiyatları ise, normal 45 Euro, öğrenci 35 Euro. Gidiş dönüş alırsanız, normal 80 Euro, öğrenci 64 Euro’dur.
Bunların yanında: Selanik-Üsküp arası: 3 saat, Selanik-Belgrad arası: 7 saat, Selanik-Tiran: 6 saat, Selanik-Sofya arası: 4 saat, Selanik-Köstence arası: 8 saat sürüyor. Selanik-Kavala arasındaki yolculuk yaklaşık 1.5 saat sürüyor.
TARİH
Şehir: tarih sahnesinde, ilk olarak: MÖ.310 yıllarında, Makedonya kralı Cassander tarafından kurulmuştur. Kendisi Makedonya imparatorluğunda tahtı ele geçirebilmek için Büyük İskender’in kız kardeşiyle evlenmiştir ve şehri kurduktan sonra şehre İskender’in kız kardeşi ve karısının ismini vermiştir.
Şehrin Yunanca ismi olan “Thesaloniki” ismi yani şehrin ismi antik döneme kadar gider. Bu isim “Teselya” ve “niki” olarak iki kelimeden oluşur.
Niki: zafer demektir ve ismin anlamı Teselya zaferidir. Şehir takip eden dönemlerde birçok kere el değiştirmesine rağmen bu isim çok değişmemiştir. Evet, tarihi sürece devam edelim.
İlk kuruluş yeri ise: günümüzde “Thermi” olarak bilinen yerdedir. MÖ. 168 yılında, yörede, Romalıların hakimiyeti görülür. Bu dönemde: Asya-Avrupa arasında, önemli bir ticaret yolu üzerinde bulunması, şehrin ticarette önemli bir merkez haline gelmesine sebep olur.
Bu ekonomik öne çıkış; 12’nci yüzyıla kadar devam eder. Dini yönden de önemli geçmişi bulunmaktadır. Havari Pavlus: 1’nci yüzyılda, burada vaaz vermiş ve Bizans döneminde, birçok kilise inşa edilmiştir.
Roma döneminde imparatorluk bir dönem, 4 merkezden yönetilirdi ve bu merkezlerden birisi de Selanik olmuştur ve bu durum, şehre verilen önemin işaretidir. Bu sebeple, şehirde büyük bir imparatorluk sarayı yaptırılmıştır. Günümüzde saray yoktur sadece kalıntıları görülmektedir.
Roma döneminde Selanik şehrini tamamen surlar içine alan kale yapılır ve bu kale 7 kulelidir. Bu yüzden kalenin ismi “Eptapirmos” olarak geçer. Epta: 7 ve pirmos: kule demektir. Roma döneminde yani 4 ve 5 yüzyıllarda, İstanbul surlarıyla birlikte aynı dönemde yapılan Selanik kalesi surlarının büyük kısmı yıkılmış ve günümüzde yoktur.
1204 yılına gelindiğinde
Selanik ve çevresinde, haçlılar tarafından, Latin İmparatorluğu kurulur. 1430 yılına gelindiğinde ise: bu kez, yörede Osmanlı hakimiyeti etkin olur. Sultan II. Murat, tarafından yöre, Osmanlı topraklarına katılır. 15’nci yüzyıl boyunca, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden getirilen Türkler, bölgeye yerleştirilirler.
Ayrıca: 1492 yılında, İspanya’dan kovulan Yahudiler de, bölgeye yerleştirilirler. Sonuçta: Osmanlı egemenliğinin sürdüğü 500 yıllık süreç boyunca: Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan toplumları, burada, birlikte ve huzur içinde yaşarlar. Bölge: önemli bir kültür ve ekonomi merkezi haline gelir.
1881 yılına gelindiğinde, Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, bu şehirde dünyaya gelir. Jön Türk hareketi, yine Selanik şehrinde gelişir ve Sultan II. Abdülhamit, tahttan indirildikten sonra, 1909 yılında, yine bu şehre, yani Selanik’e sürgün gelir.
Ancak: bundan 3 yıl sonra, Balkan Savaşları başlayınca, Selanik Yunanlılar tarafından işgal edilir ve işgalden hemen önce, II. Abdülhamit, yine İstanbul’a geri gönderilir.
Osmanlı imparatorluğu döneminde: en büyük şehir olarak bilinen İstanbul’dan sonra, ikinci büyük şehir olarak Selanik görülüyor. 1890’larda Osmanlının son dönemlerinde tercih edilen Neo klasik mimari tarz yani daha Avrupai tarz, buradaki birçok Osmanlı yapısında da görülmektedir.
Burada aynı dönemde yapılan Neo klasik bir bina: günümüzde Makedonya Genel Sekreterlik binası olarak kullanılıyor. Evet, Selanik, Osmanlı döneminde çok önemli bir merkez, ticaret yeri, her zaman önem verilmiş ve bazen İstanbul’dan bile çok daha önem verilmiş bir yerdir.
İlk elektrikli tramvay İstanbul’dan önce buraya gelmiştir. Ancak: yine tarihi geçmişimizdeki acı bir olay: Selanik, 9 Kasım 1912 tarihinde, tek bir kurşun atılmadan yani hiçbir direniş gösterilmeden, Yunan ordusuna teslim edilir.
Şehirde bulunan yaklaşık 25 bin kişilik Osmanlı ordusu, hiçbir direniş göstermeden, şehri Yunan ordusuna teslim eder ve geri çekilerek, İstanbul’a döner. Rivayetlere göre, ordunun başındaki Tahsin Paşa’nın Yunanlılardan rüşvet aldığı söylenmektedir.
1917 yılına gelindiğinde
Şehrin Türk bölgesi, büyük bir yangın sonucu, tamamen yok olur. Bu yangından sonra: Fransız mimar Thomas Mawson tarafından, şehir merkezi için yeniden tasarımlar yapılır. Yeni bir şehir planı hazırlanır ve buna göre şehir tanzim edilir.
1924 yılındaki nüfus mübadelesinde ise; geriye kalan Türkler, Türkiye’ye göç etmek zorunda kalırlar. Böylece: Selanik şehrinde, Osmanlı-Türk kültürü biter. Kısa süre içinde, camilerin minareleri yıkılır. Bazı cami ve Sinegoglar, kiliseye çevrilir. Eski Osmanlı evleri, bakımsızlıktan yok olur. Kentin geçmişiyle tüm bağlantısı kesilir.
II. Dünya Savaşı yıllarında da: Yahudi cemaati, Alman Naziler tarafından şehirden toplanarak, Nazi toplama kamplarına gönderilip öldürülürler. Böylece: Osmanlıdan sonra, Yahudi cemaati de şehirden temizlenir.
GENEL
Yunanistan ülkesinin, Atina’dan sonraki ikinci büyük şehridir. Yunanistan’ın kültür başkenti olarak kabul edilir. Selanik Film Festivali ve pek çok kültürel etkinlikler düzenlenmektedir. Yunanistan’ın kuzeyindeki en iyi oteller, en iyi restoranlar ve plajlar, buradadır.
Balkanlar bölgesinin ise, beşinci büyük şehridir. 2300 yıllık geçmişiyle, Avrupa’nın en eski şehirlerindendir.
Nüfusu: 365 bin kişidir.
Şehirde: Akdeniz iklimi egemendir. Ancak: kuzey bölümlerde nispeten karasal iklim görülür. Kışlar daha soğuk ve kar yağışlı geçer. Yunanistan ülkesinin birçok yerinde olduğu gibi burada da balkon kültürü yaygındır. Balkonlar, büyük çiçekli ve yeşilliklidir.
1997 yılında, Selanik, Avrupa Kültür Başkenti seçilir. 2014 yılında ise, Avrupa Gençlik Başkenti olarak seçilmiştir. Çünkü: Selanik, Güneydoğu Avrupa’nın en büyük öğrenci merkezlerinden biridir. Yunanistan ülkesinin ise, en büyük öğrenci topluluğu, şehirde barınmaktadır.
Selanik şehrinde doğan ünlü Türkler ise: Mustafa Kemal Atatürk, Salih Omurtak, Nazım Hikmet, Refet Bele, Afet İnan, Ahmet Emin Yalman’dır.
Şehirde gezerken bolca inşaat göreceksiniz. Yaklaşık 15 yıldır burada metro kazı çalışmaları sürdürülüyormuş. Metro kazı çalışmalarının bitmemesinin sebebi, her kazılan yerden tarihi eser çıkması ve kazının yarım kalmasıymış, o yüzden burada hiç bitmeyen inşaat çalışmaları görülüyor.
İzmir-Selanik şehirleri arasındaki benzerlik
Selanik şehri: İzmir’e benzerliğiyle meşhurdur. Çünkü İzmir ve Selanik şehirlerinin şehir planlayıcısı aynı kişidir. İzmir’de yukarıda Kadife kale vardır. Burada da Selanik kalesi bulunur. Kordon da İzmir kordon boyuna çok benzer.
Burada sadece İzmir’den farklı olarak Karşıyaka benzeri bir yer yoktur. Hatta: Yunanistan’da bizim İstanbul-İzmir arasındaki güzellik çekişmesi gibi, Atina-Selanik arasında da güzellik çekişmesi vardır. Atinalılar Selanik’e bayılır, ama Selanikliler sadece Selanik’e bayılırlar.
Güvenlik
Selanik, Atina şehrine nazaran bir tık daha güvenlidir. Ama yine de tam güvenli sayılmaz yani bu şehirde gezerken çanta ve cüzdanlarınıza ve özellikle pasaportlarınıza dikkat etmeniz önemle önerilir. Pasaport yanınızda taşımanız gerekmez, ancak bir fotokopisini bulundurunuz.
Çünkü: Yunanistan’ın birçok şehrinde olduğu gibi, burada da günümüzde karışık bir nüfus yani yoğun göçmenler yaşamaktadır. Şehrin merkezinde, Venizelos meydanında, kenarlarda, kıyı-köşelerde yerlerde oturan, çimlere yatmış, kötü giysili insanlar gördüğünüzde bilmelisiniz ki, bunlar uyuşturucusu satıcısı ve kullanıcısıdır.
Yunanistan’da uyuşturucunun bayağı yaygın olduğu söyleniyor, polis çok yakın olmasına rağmen, bu uyuşturucu satıcılarını Venizelos meydanı gibi merkezi bir yerde gördüğümüzde mutlaka şaşıracaksınız.
Gecelere gelince, geceleri tenha olmayan yerler ayrı, cadde ve sokaklarda rahatlıkla gezebilirsiniz, zaten ana cadde ve sokaklar, meydanlar gecenin geç saatlerine kadar kalabalıktır, yani tenha, merkezden uzak cadde ve sokaklar dışında, geceleri rahatlıkla gezebilirsiniz.
Yunanlılar
Evet, nesillerimiz uzun süre Türk-Yunan düşmanlığı ile yetiştirilmiş olmasına rağmen, Yunanistan’da kaldığım süre içinde, birçok yerde Türk olduğum anlaşılmasına rağmen, asla bir düşmanlık emaresi görmedim.
Kendileri aşırı dindardır. Ancak, zaten Ortodoks olan bu ülkede her şey dine dayalıdır, yani burası laik bir ülke değildir.
Din ve devlet işleri birlikte yürür, Yunanlılar çalıştıkları ortamda genellikle aziz resimleri, ikonları bulundururlar, hatta bir kilisenin önünden geçerken mutlaka istavroz işareti yaparlar. Çok inançlı ve dindar bir halk, yaşam tarzında bu durum hissedilmese bile, içten içe aşırı dindardırlar.
Yunanlılar, bağımsızlıklarından sonra antik Yunan’a özlemleriyle tanınırlar. Bu yüzden, birçok yerin ismi Yunan filozoflarının isimlerinden gelir, bu tarz isimleri sıkça görebilirsiniz. Hıristiyanlık ön plana alınmakla birlikte, pagan kültüründe, büyük 12 tanrının mitolojinin de arkasındadırlar, kültürlerine çok sahip çıkmaktadırlar.
Yunanlıların, sanırım tek kötü huyları siesta alışkanlıkları. Yunanistan gezginlerine önemle hatırlatırım ki: Yunanlılar Pazartesi ve Çarşamba günleri saat 14.00’de dükkanlarını kapatır, siestaya giderler ve bir daha açmazlar. Diğer günler dükkanlar saat 21.00’e kadar açıktır.
NE YENİR-NE İÇİLİR
Yunanistan ülkesinde en iyi yemekler bu bölgededir, yani kuzeydedir. Yunan yemek kültürü içinde, Selanik yemekleri biraz daha baharatlı olma özelliğine sahip. Ama özellikle, Selanik şehrinde bulunursanız: meşhur içecekleri “Ouzo” yu tadın. Ayrıca: Sirtaki ve Bouzuki keyfini yaşayın.
Yöreye has yemeklerden tatmak isterseniz, size önerebileceğim restoranlar: Zythos ve Faul Tou Meze olabilir.
Bunun dışında önerebileceğim restoranlar:
Seven Seas
Kalapothaki caddesindedir. Menüsü balık üzerine yoğunlaşmıştır. Lezzetli yemekler, şaraplar ve tatlılar bulunabilen bu restoran, daha çok şehrin üst sınıfına hitap ediyor. Yani: şehrin en iyilerinden biridir.
Miami
Hemen denizin önünde, Thetidos caddesindedir. Balık ve deniz ürünü ağırlıklı menüsü bulunmaktadır. Burası: şehri ziyaret eden turistler tarafından sık ziyaret edilmektedir.
Palati
Morihovou caddesindedir. Et yemekleri ağırlıklıdır. Lezzetli yemekler, saat 21.00’den sonra canlı Yunan müziği eşliğinde sunuluyor.
Krikelas
Salaminos caddesinde, merkezi liman bölgesindedir. Menüsü: et ve balık yemekleri üzerine yoğunlaşmaktadır. En iyi kalite ve mükemmel yemekleri burada bulabilirsiniz.
Otellerde kahvaltı denildiğinde: kahvaltıda
Ekspresso, capuçino veya kahve türleri bulabilirsiniz. Bunların yanında ise: ekmek, kek, meyve suyu, her türlü yumurta, beyaz peynir, zeytin, domates, biber, soğan ile karıştırılmış yumurta yiyebilirsiniz. Yani, kahvaltı kültürleri nispeten bize benziyor.
Restoranların yüzde doksanında iyi yemek yersiniz, kazıklanırım, yemek kötü çıkar gibi düşünmeyin, menü de ne yazıyorsa o dur.
ŞEHİR İÇİ ULAŞIMI
Şehir içindeki otobüs işletmesinin ismi: OASTH. Bu otobüsler, toplam 80 farklı hatta hizmet vermektedirler. Otobüslerdeki bir yolculuk biletler; 0.80 Euro’dur. 90 dakika boyunca geçerli, iki yolculuk otobüs bileti: 0.90 Euro’dur. 24 saat geçerli ve sınırsız otobüs bileti ise: 4 Euro’dur. Biletler: OASTH bilgi noktalarında satılmaktadır.
Bunların dışında, şehir içinde, turistik yerleri gezen 50 otobüs bulunuyor Bunlar: birbirinden farklı, 8 rota izliyorlar ve İngilizce konuşan rehberleri var. Tüm yolculuk, yaklaşık 50 dakika sürüyor ve her saat Beyaz kule bölgesinden hareket ediliyor. Bilet ücreti: 2 Euro’dur.
Ancak genellikle bizim gibi turistler, bu otobüslerden çok kısa mesafelerde yürüme veya taksiye binmeyi tercih ediyorlar. Yunan taksilerinin hepsinde (Selanik şehrinde lacivert, Atina şehrinde ise sarı renkliler) taksimetre var ve şoförler hemen taksimetreyi açıyorlar ve gitmek istediğiniz yere en kısa yani genel yoldan götürüyorlar yani kazıklama yok, güvenerek taksilere binebilirsiniz.
Sadece şunu hatırlatmak istiyorum, katıldığım turdan bir kişi, taksiye bindiğinde para üstü olarak kendisine taksicinin verdiği 5 Euro’nun sahte olduğunu söyledi, gösterdi, gerçekten renkli fotokopi, sahte 5 Euro, yani özellikle taksiden aldığınız para üstü kağıt paralara özel dikkat gösteriniz.
GECE HAYATI-EĞLENCE
Şehir ve banliyölerinde, güzel restoranlar dışında, çok sayıda: taverna bulunuyor. Buralarda: ızgara et ve tavuk yemekleri bulabilirsiniz.
Palati Vyzantino II isimli gece kulübünde, canlı Yunan müziği bulabilirsiniz. Lido isimli gece kulübünde ise: uluslararası müzik ve danslar eşliğinde eğlenebilirsiniz.
Buzuki müziği dinlemek isterseniz: Havaalanı yakınlarındaki alanda bulunan özel tavernaları tercih etmelisiniz.
Şehirdeki: gece kulüpleri, diskotekler ve müzik salonları, gece geç saatlere kadar açıktır. Özellikle: Beyaz kuleye yakın bar ve kulüpleri de önerebilirim.
Şehirdeki en iyi barlar:
Paparouna
Vilara bölgesindedir. 2004 yılında kurulmuştur. Mekanın içinde, birbirine galerilerle bağlı, 4 farklı destinasyon var. Buralarda: caz müziği dinleyebilir, yiyecek ve içecek keyfini çıkarabilirsiniz. Menü ise çok zengin. Özellikle, şarap mahzeni, çok büyük çeşitlilik gösteriyor.
Gambrinus
Syggrou bölgesindedir. 2006 yılında kurulmuştur. Şehrin en iyi bira evlerinden biridir. Genellikle: bira sunulmaktadır. Fiyatları, yakınlardaki diğer barlara göre daha ucuz olduğundan, sürekli bir yoğunluk yaşanmaktadır. Müzik olarak, klasik rock müziği yayını var. Atmosfer çok sıcak ve rahat.
Şehirdeki tavernalar
Kreonidis: Yunan müziğini, et yemeklerinin tadına bakarak dinleyebilirsiniz. Old Town denilen bölgededir.
NE SATIN ALINIR
Selanik: her bütçeye ve zevke uygun, dükkanlar, marketler, barlar ve kahve evleriyle dolu bir şehirdir. Bir anlamda, alışveriş cenneti de denilebilir. Ama, Selanik bölgesinden, özellikle “zeytinyağı” satın alabilirsiniz. Çünkü: gerek lezzet ve gerekse fiyat olarak, çok üstündür.
Selanik şehrinde uygun fiyatla alışveriş yapmak isterseniz: Venizelos meydanının hemen karşısında sağ tarafta kalan ara sokaklara girin, burada İzmir Kemeraltı benzeri, açık tezgahlarda özellikle giysilerin satıldığı yerler var ve fiyatlar gayet uygundur. Ayrıca, yine burada antika eşyaların satıldığı yerler var. Buraya girer ve sağ tarafa doğru ilerlerseniz, ana yola ulaştığınızda, yol üzerinde, çok güzel bir restoran önerebilirim.
Özellikle, kebap türü ama gerçekten muhteşem lezzetli kebap türü ürünlerin satıldığı bu restoranda aynı zamanda fiyatlar da çok uygun, ama özellikle bir kişilik porsiyonların çok büyük olduğunu hatırlatmak istiyorum, yani porsiyonlar o kadar büyük ki, bitirmek gerçekten çok zor oluyor.
Bir de restoranda, hemen su ikramı yapıyorlar, tuvalet imkanı var, içerisi klimalı ve gayet güzel bir ortam, servis güzel, yemekler lezzetli ve fiyatlar uygun. Eğer, Selanik şehrinde daha kaliteli ürünlerin ve markaların satıldığı yerleri görmek isterseniz, o zaman Venizelos meydanından aşağıya yani denize doğru yönelin ve deniz kıyısındaki caddenin bir iç tarafındaki caddeye gidin, burası uzunca cadde, boydan boya önemli markaların satıldığı mağazalarla doludur.
Alışveriş severlere duyurulur. Selanik şehrinde bir de peynir pazarı varmış, ama ben gitmedim, giden okurlarımız peynir pazarı ile ilgili yorum yazarlarsa sevinirim. Son bir not: magnet meraklıları için, şehirdeki magnetler genellikle tanesi 3 Euro ve 4 tanesi 10 Euro’dan satılıyor. İçki almayı düşünenler için: Uzo denen Yunan içkisi malum ismi bayağı duyulmuştur ama Uzo’nun rakı olmadığını düşünürler.
Gerçek Yunan rakısı, Rodos’ta üretilip içiliyormuş, ancak içinde anason olmadığından su ile karıştırılmadan sek olarak içiliyormuş. Uzo ise, içinde anason olması nedeniyle damak tadına daha uygun olduğu söyleniyor. Bunun dışında, burada en ünlü içki olarak “Sakız likörü” düşünülebilir. Ayrıca: Mastika da bir seçenektir.
ARİSTOTALES ÜNİVERSİTESİ
Yunanistan ülkesinin en büyük ve en eski üniversitesidir. Toplamda: 43 fakültesi bulunmaktadır. Bu fakültelerde: 95 bin öğrenci ve 2500 öğretim görevlisi bulunmaktadır. Bu üniversite; 100-150 civarında Erasmus öğrencisi bulunuyor. Selanik: tam bir öğrenci ve de Erasmus kentidir.
VENİZELOS
Yunan ülkesini gezerken Venizelos hakkında da kısa bilgi gerekir. Selanik şehrinin merkezinde, Venizelos heykeli bulunan büyük bir meydan bulunur.
Venizelos, Atatürk’ten yaklaşık 20 yaş daha büyüktür. Girit’i Yunanistan’a bağlayan lider olarak tanınır. İlk ortaya çıkışı, bir Türk düşmanıdır ve Türklere karşı bayağı mücadele veren birisi olarak tanınır.
Ama bir süre sonra anlar ki: İngilizler ve Fransızlar, onu ve Yunanlıları kullanmaktadır. Bu durumu fark edince: Atatürk ile sıkı bir dostluk bağı kurar ve hatta Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne aday gösterir.
Meydanda, Venizelos’un beyaz bir heykeli bulunur. Lenin’e benzemektedir. Atatürk döneminde yaşamış bu lider, Yunanlıların Atatürk’üdür denilebilir.
GEZİLECEK YERLER
GEZİ PLANI
Şehirde, en büyük ilginizi çekecek husus: bütün evlerin, büyük balkonlarıdır. Bu balkonların çoğu: çeşitli çiçekler ve özellikle sardunyalar ile süslenmiştir. Hatta: birçok ziyaretçi, Selanik şehrini gördüğünde, İzmir şehrine benzetirler. Özellikle: kordon boyunun kesinlikle benzediğini düşünmemek elde değil.
Şehirde: Atatürk’ün evi ve tarihi kilise ve manastırlar bölgesine gidilebilir.
Burada: ilk sırada, Yunanistan ülkesinin en büyük dini yapısı olan: Agios Dimitros Katedrali (Aya Dimitros) görülüyor.
Daha sonra: Atatürk’ün doğduğu ev ziyaret edilebilir.
Sonra: şehirdeki Türk mahallesi, Ano Polis ve Yedi Kule ve ardından Zincirli kuleye gidiyoruz. Buradan: Selanik şehrinin muhteşem manzarasını izlemek mümkün. Buradan, çeşitli hediyelik eşyalar da satın alabilirsiniz.
Bu bölgedeki gezi bittikten sonra: deniz kıyısına doğru iniliyor. Egnatia yolu üzerinde: Galeriyos’un “Zafer Takı (Kamara)” , Rotanta (Hortan Efendi ya da Eski Metropol Camisi), Pazar Hamamı, Hamza Bey Camisi, Kazancılar Camisi, Bedesten görülebilir.
Deniz kıyısında: Beyaz kuleyi görüyoruz. Zaten: tur otobüslerinin çoğunluğu bunun yanında park ediyorlar.
Beyaz kulenin hemen arka tarafında: Büyük İskender’in heykeli var. Bir mermer kaidenin üzerinde, şaha kalkmış atı ve elinde kılıcı ile, İskender görülüyor.
Sonra: şehrin en gözde meydanlarından olan
Aristoteles Meydanında, kısa bir gezinti yapıyoruz. Oldukça geniş ve ferah bir meydan. Meydanın bir köşesinde, ünlü filozof Aristo, mermer bir kaide üzerinde, oturur vaziyette heykeli ile meydanı gözlüyor.
Şehrin, geniş bulvarlarında gezintinize devam edebilirsiniz. Çünkü: şehirde, gerçekten birçok geniş cadde var ve hepsinde de, ünlü markaların ürünlerinin satıldığı dükkanlar görülüyor.
Ardından: sahilde, kordon boyunda yürüyüş. Sahil boyunca, kafeteryalar ve barlar sıralanıyor. Özellikle: gençler, buraların müdavimleri. Tabi, sonuçta cıvıl cıvıl ve hareketli ortamlar ortaya çıkıyor. Buradaki kafelerden birine oturun: önce masanıza kocaman silindir bir kap geliyor, bu kap 1 litrelik içme suyunu barındırıyor.
Daha sonra, yanında içi çikolata bulunan kuruvasanlar ikram ediyorlar. Hemen sonra ise, özellikle “Frappe” yani buraya has bir tür kahve içmelisiniz.
Sahilde gezerken: İskender heykelinin hemen yakınından gezinti tekneleri kalkıyor, bence bunlara mutlaka binin ve Selanik şehrini denizden görün.
Teknelere biniş ücretsiz, sadece tekne içinde bir şey içmeniz zorunlu, menüye bakın ve seçin, içecekler genellikle 4-5 Euro civarındadır. (Bira 5 Euro)
KORDON BOYU
İzmir’deki kordon boyuna benzemektedir. Deniz kıyısında, uzunca bir sahil şeridi, sahil şeridinde genişçe bir yürüyüş yolu (ancak bu yürüyüş yolunda, genişçe bir bisiklet yolu ayırmışlar ve özellikle akşam saatlerinde kalabalık olduğunda yürüyen insanlar, bisiklet yolunun geniş olması nedeniyle kendilerine ayrılan yol yetmiyor) arada bir araba yolu ve hemen kıyısında, deniz manzaralı birçok kafe bulunuyor.
Hatta, burada bir de “Mado” bulunuyor. Bu kafelerde: oturup bir şeyler içebilir, deniz ve yürüyüş yapan insanları izleyebilirsiniz. Gerçekten güzel bir ortam yaratılmış.
Bu yürüyüş yolu, Beyaz kule ve hatta arkasına kadar uzanıyor. Bu arada gezerken denize baktığınızda, kirlilik göreceksiniz, denizin üstünde birçok çöp kalıntısı var, hayret ettim.
ŞEHİRDEKİ OSMANLI YAPILARI
Şehirde, Osmanlı döneminde yapılan Osmanlı yapıları ve özellikle Osmanlı dönemi evleri uzun süre kullanılarak günümüze ulaşmıştır. (Atatürk evi gibi)
Bunlar arasında günümüze ulaşanlar: Bey hamamı, diğer ismiyle Cennet hamamı bir Osmanlı yapısıdır. Osmanlı yapıları maalesef biraz bakımsızdır, çünkü mülkiyet sorunu vardır.
Bunlar Türkiye’ye mi yoksa Yunanistan’a mı aittir, bu konuda belirsizlik vardır ve bu yüzden restorasyonları yapılmamaktadır.
Hamza bey camisi de bunlara örnektir. Hamza Bey: İstanbul’un fethinde, gemileri karadan geçirerek Haliç’e indiren Osmanlı Paşasının ismidir. Hamza bey camisinin minaresi yoktur. Cami 15’nci yüzyılda inşa edilmiştir. Selanik şehrinde günümüzde ibadete açık ve aktif bir cami yoktur.
ATATÜRK’ÜN DOĞDUĞU EV
Atatürk’ün annesi: Selanik-Langa bölgesindendir. Orada, geniş üzüm bağları varmış. Babası ise: Makedonya-Kocacık köyündendir.
Atatürk’ün doğduğu ev: günümüzde, Selanik şehrinin Aya Dimitriya mahallesinde, Apostolu Pavlu caddesindedir. Hemen bitişiğinde, Türk Konsolosluğu bulunmaktadır.
Ev: 1870 yılından önce, Rodoslu Müderris Hacı Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Burası, önce İbrahim Zühdü isimli bir şahıs ve ailesi ve daha sonra yine Selanikli Abdullah Ağa ve eşi Ümmü Gülsüm’e satılmıştır.
O zamanki adresi: Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesidir. Selanik şehrinde Osmanlı mimari dokusunun hakim olduğu o dönemde, bu ev, Türk evlerinin iç içe olduğu bir çevrede, diğer evlerden farkı olmayan bir yapıydı.
Bütün katlarında ahşap karkasın üzerine bağlandığı teknik uygulanarak inşa edilmişti. Dikdörtgen planlı ev 13.50 x 6.80 metre boyutlarındadır. Evin asıl girişi Apostolou Pavlu Caddesinde olup, günümüzde bu giriş kullanılmamaktadır.
2012 yılına kadar giriş, Agiou Dimitriou Caddesinden, Başkonsolosluğun bahçesinden geçilerek sağlanmaktaydı. 2012 yılındaki restorasyon sonrasında, İsaias Sokak üzerinden, arka bahçe kapısından giriş ve çıkış yapılmaya başlanmıştır.
Ev hakkında bu genel bilgileri verdikten sonra, tarihi süreci anlatmaya devam edelim. Ev: Yani: ev, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi tarafından yaptırılmamış, sahiplerinden kiralanmıştır. Atatürk: 1881 yılında, bu evin, ikinci katındaki, sol tarafa düşen, ocaklı odada doğmuştur.
Ali Rıza Efendi, 1888 yılında ölünce, genç yaşında dul kalan Zübeyde Hanım: küçük oğlu Mustafa (Atatürk) ,kızları Naciye ve Makbule ile birlikte, geçim masraflarını hafifletmek için, bu pembe evden taşınmışlar ve daha küçük bir eve geçmişlerdir.
Ali Rıza bey tarafından bahçeye dikilmiş nar ağacı, günümüzde de görülmektedir.
Ev: bodrumu ile birlikte, üç katlı ve bir avlu içindedir. Güzel bir bahçesi vardır.
Cumhuriyetin 10’ncu yıldönümünde (29 Ekim 1933 tarihinde); Selanik Belediyesi, Türk-Yunan dostluğu ve Balkan Konferansının bir hatırası olarak: Atatürk’ün doğduğu evin çift kanatlı kapısının sağ köşesine, mermer bir plaka yerleştirmiştir.
Plakanın üzerine, Türkçe, Yunanca ve Fransızca olarak: Atatürk’ün burada doğduğu yazılmıştır. Selanik Belediyesi: daha sonra, evi, Yunanlı sahiplerinden satın almış ve Atatürk’e hediye edilmesini kararlaştırmıştır.
Ev; ancak, 19 Şubat 1937 tarihinde boşaltılmış ve anahtarları Selanik Başkonsolosluğumuza teslim edilmiştir. 1950 yılına gelindiğinde ise, ev büyük onarım görmüş ve Atatürk Müzesi olarak tanzim edilmiştir. Müze: 10 Kasım 1953 tarihinde ziyarete açılmıştır.
Yakın zaman önce, burası yeniden restore edilmiştir. Uzun süre kapalı kalan mekandan eşyalar taşınmış, bazıları geri gelmiş, bazıları gelmemiştir.
Ancak saçma-sapan restorasyon alışkanlığı burada da sürdürülmüş ve yerlerin yeni karolarına bakınca, sanki Atatürk’ün daha yeni burada doğduğu düşünülecek bir intiba yaratılmıştır, yani aslına uygun olarak restore edilmesi gerekirdi diye düşünüyorum.
Atatürk evi: ziyareti, Pazartesi günleri hariç her gün saat: 10.00-17.00 arasındadır. Yani saat: 10.00’dan önce buraya gitmemenizi öneririm.
Aslında bütün turlar, gece boyunca yolculuk yapıp sabahın erken saatlerinde buraya ulaşıyorlar ve binlerce insan, saat: 10.00 olmasını bekliyor, beklerken çevreye dağılıyor yani tam bir rezillik.
Özellikle Atatürk evinin hemen karşısındaki kafeterya (İzmirli olan değil) kesinlikle çalışanlarıyla tam bir rezillik, o kadar insan oralarda bekliyor, kafeye girip bir şeyler içiyorlar, magnet satıyorlar, ama es kaza bir kişi tuvalete girmek isterse, asla izin vermiyorlar, bir karış surat, bence bu kafeteryayı KULLANMAYINIZ.
Öte yandan, Sayın Konsolosluk yetkililerinden bir ricada bulunmak istiyorum, LÜTFEN SEVGİLİ ATAMIZIN EVİNİ, her gün saat: 08.00 veya en geç 09.00 da açınız, insanlar büyük bir özlem ve sevgiyle geliyorlar ve dakikalarca oralarda rezil-perişan bekliyorlar.
Evet, saat 10.00’da Atatürk’ün evi kapıları açılıyor, tur görevlileri tarafından ZİYARETÇİLERİN İSİM LİSTELERİ alınıyor ve yüzlerce kişi, sıraya girip, tam bir curcuna içeriye giriliyor, bu güzel insanın hatırına kimse bu rezilliği çekmeyi kafaya takmıyor, ama lütfen biraz düzen alınız.
Atatürk evinin bahçesi: Türk Konsolosluğu olarak kullanılıyor. Fanatik Yunanlılar tarafından yapılabilecek saldırılara karşı: eve girerken, görevliler gerektiğinde pasaport soruyorlar. Yani: ev, büyük bir koruma altında muhafaza ediliyor.
Eve girmeden önce evin hemen önündeki yazıdan söz etmek istiyorum.
Bu yazıda: “Türk milletinin büyük müceddidi ve balkan ittihadının müzahiri Gazi Mustafa Kemal burada dünyaya gelmiştir”. Bu yazı 6 dilde (önce Türkçe olmak üzere ama bozuk bir Türkçe, sebebini anlayamadım) yazılıdır.
Evin gezisi: bir konsolosluk görevlisinin eşliğinde, guruplar halinde yapılıyor. Zira: ev ahşap, ve büyük kalabalık guruplar girdiğinde, aşırı yüklenme nedeniyle zarar görebilme riski var. Evin içine girdiğinizde bir hol ve sonra sağ da Zübeyde hanımın balmumu heykelinin bulunduğu bir oda ve solda Atatürk’ün balmumu heykelinin bulunduğu bir oda görülüyor.
Üst katta ise, Atatürk’ün doğduğu odada: kürsüler ve üzerinde burada Atatürk’ün doğduğunu belirten yazılar görülüyor. Diğer odalarda ise Atatürk’ün bir takım kişisel eşyaları sergileniyor. Evet: evi gezin, Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün burada doğduğunu düşünün, her ne kadar ortam gayet yeni olmasına rağmen, bu duyguyu hissederek mutlaka burayı gezmekten mutlu olacaksınız.
AGİA SOPHİA KİLİSESİ
Hemen yan tarafında Rotondo ve sol tarafta sokak arasında bir kilise bulunmaktadır. Kilisenin ismi “Aya Sofya” dır. Bu kilise, aslında İstanbul’da bulunan Aya Sofya kilisesiyle aynı dönemde yapılmıştır. İçindeki mozaikler İstanbul’dan getirilen sanatçılara yaptırılmıştır.
Bizans dönemindeki kiliselerde, Aya Dimitri de de görüldüğü gibi, ikonalardan ziyade duvarlarda mozaikler ve freskler olurdu, daha çok mozaikler kullanılırdı, özellikle imparator emriyle yapılmış kiliselerde altın mozaik süslemeler olurdu.
Bunlar: zenginlik işareti, güç işaretidir ve genelde bu tarz kiliseler dışarıdan biraz basıktır, daha doğrusu sadedir, içeri girilince altın mozaikler göz kamaştırır. Şöyle derler “İnsan da böyle olmalıdır, dıştan sade olmalı, içten zengin olmalıdır” Kiliseler bu deyimi anımsatacak şekilde yapılmıştır.
Evet, Aya Sofya kilisesinin tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ancak: 6’ncı yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. Aynı yerde, daha önce: erken Hıristiyanlık dönemine ait bir bazilika kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.
1585 yılında, Türkler bölgeyi ele geçirince, cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1890 yılında ise, büyük bir yangın felaketi geçirir. 1907-1910 yılları arasında ise yeniden inşa edilir. 1912 yılında, ibadete açılır. 1978 yılındaki depremde, yine hasar görür.
Yapısal özellikleri: dış bölümü, özellikle çekici değildir. Batı cephesi: düz ve kare şeklindedir. İç kubbesi:10 metre çapındadır. Kilisenin kuzeybatısındaki meydan: şehrin en önemli meydanıdır. Meydan: 2 Kasım 1944 tarihinde, Almanlardan kurtuluş anısına yapılmıştır.
Buradaki pastane ve kafeteryalar, kilise ziyaretinden sonraki mola için iyi bir yerdir. Kiliseyi ziyaret etmek isterseniz: kolsuz gömlek veya şort giymemeniz gerekir.
ROMA İMPARATORLUK SARAYI KALINTILARI
Daha önce belirttiğim gibi Selanik şehri, Roma döneminde İmparatorluğun yönetildiği 4 merkezden birisi olarak seçilmiş ve buraya bir imparatorluk sarayı yapılmıştır. Bu saray günümüzde görülmemekte, sadece kalıntıları görülmektedir. Şehir merkezindeki zafer takı aslında imparatorluk sarayının girişi olarak kullanılmıştır.
GALERİUS’UN ZAFER TAKI-KAMARA
Şehrin merkezi meydanındadır. Fakat: yıkık bir halde görülüyor. Yalnızca, küçük bir kısmı günümüze kadar sağlam gelebilmiştir. Anıtın, Roma döneminde, 303 yılında, Pers zaferi anısına yapıldığı bilinmektedir. Üzerinde: savaş sahneleri görülmektedir.
ROTUNDA – AGİOS YORGOS
Bu yuvarlık yapı: bir anıt olarak gündeme gelmiştir. Yapıldığında Roma imparator sarayının içinde bulunduğu tahmin ediliyor. Yine söylenenlere göre, tarihi süreç içinde: Roma anıt mezarı, bir Hıristiyanlık kilisesi, cami olarak kullanılmıştır. İçi: erken Hıristiyanlık dönemine ait mozaiklerle dekore edilmiştir.
Şehirdeki, tek minaresi olan yapıdır. Yapı: ilk olarak, bir saray kompleksinin parçası olarak,
Roma İmparatoru Galerius zamanında inşa edilmiştir. Bu dönem: 305-11 yılları arasını kapsamaktadır. Muhtemelen, İmparatorun mezarı olarak yapıldığı düşünülüyor.
Rotunda: 4’ncü yüzyıl sonu ve 5’nci yüzyıl başlarında, bir Hıristiyan kilisesine dönüştürülmüştür. Çünkü: içindeki mozaikler, İmparator I. Theodosius dönemini ifade etmektedir. Osmanlılar, 1430 yılında, Selanik şehrini ele geçirince; 1591 yılında, Agios Georgios, camiye dönüştürülür ve mozaiklerin üzeri boyanır.
Evet: Rotunda: üç dine görev yaptıktan sonra, günümüzde müze olarak kullanılıyor. 1978 yılındaki depremde zarar görür ve restorasyon geçirir, 1999 yılında yeniden ziyarete açılır. Ancak: kubbenin çevresindeki mozaiklerin restorasyonu için yapılan çalışmalar, 2009 yılına kadar sürdürülmüştür.
Yapının özellikleri: yapının 20 metre kalınlığında duvarları bulunmaktadır. İç bölüm: yalnızca birkaç parçası hayatta kalan Bizans mozaikleriyle süslüdür. Ancak, bu mozaikler, yüzyıllar boyunca depremler sonucu olumsuz etkilenmişlerdir. Müzeye giriş ücretsizdir.
ANO POLİ – ESKİ ŞEHİR
Burası: eski şehir olarak da isimlendirilir. Atatürk evinden, birkaç sokak yukarıdadır. Şehir merkezinin kuzeyindedir. Selanik şehrinin en yüksek noktasında ve kentin Akropol’u durumundadır.
1917 yılında, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilerek, koruma altına alınmıştır. Küçük taş döşeli sokaklarda, eski meydanlar ve Yunan ve Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyan eski evlerin arasında yürüyüş yapabilirsiniz.
EGNETİA CADDESİ
Burası çok önemli bir caddedir. Çünkü: Edirne’den tutun, Arnavutluk’a kadar uzanmaktadır. Roma döneminde kullanılmış ana caddedir ve bu çok uzun cadde, o dönemde bile Egnetia ismiyle bilinmektedir, bugünde aynı isim kullanılmaktadır.
AGİOS DİMİTRİOS – AYA DİMİTROS-AYA DİMİTRİ KİLİSESİ
Burası bir kilisedir. Daha doğrusu, Yunanistan’ın en büyük kilisesidir. UNESCO tarafından, 1988 yılında Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Aziz Demetrios (veya Hagios Demetrios) kilisesi, şehrin koruyucu azizi olan: Aziz Demetrios adına adanmıştır. Buradaki ilk yapı: 4’ncü yüzyılda yapılmıştır. 629-634 yılları arasında ise, beş nefli bir bazilika olarak, yeniden inşa edilmiştir. 1493-1913 yılları arasında, Osmanlı döneminde yapı cami olarak kullanılmış ve aynı dönemde mozaikler zarar görmüştür.
Hatta: 1917 yılındaki büyük yangında: kilisenin çatı ve üst duvarları tamamen tahrip olmuştur. Aynı döneme ait siyah-beyaz fotoğraflar, yangın sırasında kaybedilen erken Bizans dönemi işçilikleri hakkında bilgi vermektedir. 1930-1940 yılları arasında, kilise bölgesinde, arkeolojik araştırma kazıları yapılmıştır.
Kazılarda ortaya çıkarılan kilisenin altında bulunan Roma hamamında: Aziz Demetrius’un esir tutulduğu ve idam edildiği söylenir. Yani “Dimitri” denilen aziz bir din şehididir. Roma döneminde Hıristiyanlık devlet dini olarak kabul edilmeden önce yani pagan döneminde, Hıristiyanlığı kabul eden kişiler işkence yapılarak öldürülüyordu.
Dimitri de, kilisenin bulunduğu yerdeki Roma hamamında şehit edilen bir ilk Hıristiyan’dır. O yüzden, Hıristiyanlık Roma tarafından kabul edildikten sonra onun öldürüldüğü bu noktaya, bir kilise inşa edilmiştir.
Yangınlar sonucu tahrip olan kilise, 1948 yılında, tamamen aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir. Zaten: kilisenin giriş bölümü değil, arka bölümündeki bir duvar, Roma döneminden kalma kilisenin duvarıdır. Yani, tam bir Bizans duvarı görülür, ama ön tarafta daha yeni bir yapı görülür.
Kiliseyi gezmek isterseniz: başınızı örtmek gerekmiyor. Sadece manastırlara girerken baş örtülüyor, omuz açık ya da şort giyen ve pantolon giyen bayanların, uzunca bir şal bağlamasını istiyorlar, yanınızda yoksa manastır girişinde şal veriyorlar. İçeride sessiz olmak gerekiyor, daha doğrusu sessiz olmanız isteniyor.
Önemli bir husus daha: kilisenin önünde iki bayrak görülüyor. Bunlardan birisi Yunan bayrağıdır. Yunan bayrağında zaten dini temsilen haç görülür. Hıristiyan olduğu zaten bayrağın üzerindeki haçtan anlaşılır. Yunan bayrağındaki mavi renk denizi, beyaz renk ise dalgaları veya bulutları temsil eder.
Üzerindeki çizgi sayısı ise, şu sloganın hece sayısıdır “ya bağımsızlık ya ölüm” Kilisenin önünde Yunan bayrağı ile birlikte, ülkenin laik olmadığının en büyük ifadesi olarak bir bayrak daha görülür, bu bayrak “patrikhane” bayrağıdır. Sarı-siyah renklerdedir. İstanbul’da bir futbol takımı, sarı-siyah renkleri kullanır. Aslında bu renkler, Fener Rum Patrikhanesinin renkleridir.
Adalar ve Trakya bölgesi, Yunanistan’daki kiliselerin hepsi, idari yönden aslında İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesine bağlıdır. O yüzden, Patrikhanenin simgesi bayrak bulunur.
Bayrak üzerinde, sarı-siyah renklerle çift başlı bir kartal resmi vardır. Bu da Roma imparatorluğunun ve günümüzde Fener Rum Patrikhanesinin resmidir.
Çift başlı kartal, iki başkentli imparatorluğu temsil eder, kartal başının biri Roma diğeri İstanbul’a bakar resmedilmiştir. Evet, kilisenin içine girildiğinde yine değişik bir durumla karşılaşılır.
Bu kiliseler yani Ortodoks kiliseleri, Katolik kiliseleri gibi şaşalı, heykellerle dolu değildir. Buranın kiliselerinde ikonalar vardır, ikonalar gümüşle kaplanır, bu bir Rus geleneğidir, burada bolca ikona göreceksiniz.
Kilisenin içinde, ilk yapılan kiliseden ve çevredeki diğer antik yapılardan kalma sütunlar göreceksiniz. Bunlar devşirme malzemelerdir, yani daha önceki antik yapılardan toplanıp burada kullanılan malzemelerdir. Ama uyumsuzluk hemen göze çarpar.
LEFKOS PİRGOS – BEYAZ KULE
Şehrin simgesidir. Döneminde, padişahlığa muhalif tüm hareketler, başta İttihat ve Terakki olmak üzere, Beyaz Kulenin çevresinde şekillenmiştir. Kuleye giriş ücretlidir ve ücret: 3 Euro’dur.
Bizans surlarının üzerinde, deniz kıyısında kalan tek kuledir. Aslen Roma dönemi yapısı olmasına rağmen, Kanuni Sultan Süleyman döneminde büyük bir restorasyondan geçirilmiştir. Bazı kaynaklarda, 1430 yılında yapıldığı yazılıdır.
Hatta: mimarının, Mimar Sinan olduğu da söylenir. Osmanlılar döneminde: burası, kale, garnizon binası ve hapishane olarak kullanılmıştır. Bu yüzden: Yunanlılar tarafından, işkence yeri olarak görülmektedir.
Hatta: tüm duvarlarının bir zamanlar kan kırmızısı olduğu ve bu nedenle isminin “Kızıl kule” olarak kullanıldığı söylenir. 1878 yılında, yine söylentilere göre: bir mahkum, kendi özgürlüğünü kazanmak için, kuleyi boyamıştır.
Yunan işgali başladığında: kule, sembolik bir vaftiz işleminden geçirilerek arınma-temizlenme adına beyaza boyanır. O günden beri, Beyaz kule olarak anılan bu yapının beyaz boyaları, zamanla dökülmüş olup, günümüzde yine eski rengine kavuşmuştur.
Burada bir de müze var. Müzede: Bizans dönemine ait eserler sergileniyor. Kulenin üst kısmında ise küçük bir kafe bulunuyor.
Beyaz kulenin çevresindeki Osmanlı surları, 1911 yılında yıkılmıştır. Beyaz kuleyi: Pazartesi günleri dışında, saat: 08.30-15.00 arasında gezebilirsiniz.
Özellikle: merdivenlerle dolaşılarak çıkılan en tepesinden, çevreyi seyretmek mümkündür. Ağustos 2017 tarihinde burayı ziyaretimde kulenin içine giriş kapalıydı. Kuleyi dışarıdan görebilirsiniz.
Kulenin bulunduğu alanda: özellikle akşamüstü saatlerinde birçok insan yürüyüşe çıkıyor, mısır satıcıları var (burada kaynamış mısır yok, mısır ateşte pişirilerek satılıyor, 2 Euro) ayrıca yine bu yani kulenin bulunduğu açıklık alanın hemen arkasında, Büyük İskender’in at üzerindeki bir heykeli bulunuyor, tüm bu alanlar park yapılmış, banklar var, insanlar oturuyor, yürüyorlar, deniz kıyısında güzel bir ortam yaratılmıştır.
ALAATTİN KÖŞKÜ
Eski bir Osmanlı sarayıdır. Ordu köşkü olarak da bilinir. Buranın önemi: 31 Mart Vakasından sonra, tahttan indirilen II. Abdülhamit’in, 1909-1912 yılları arasında, burada sürgün hayatı yaşamış olmasıdır. 27 Nisan 1909 tarihinde, Sultan tahttan indirilince, aynı gün gecesi, bir adi suçlu muamelesi görerek, apar topar Selanik’e yollandı.
Ailesinin ve kendisinin bile, şahsi eşyalarını almalarına fırsat verilmeden Yıldız Sarayından çıkarıldılar. Üzerine kışlık giysilerini almadan yola çıkan hanımı, soğuk algınlığı nedeniyle hasta olarak kısa süre sonra vefat etti. Sultan: Selanik’te, yıllardır tamir görmemiş, kullanılmamış ve içi harabe gibi olan Alaaddin Köşkünde göz hapsine alındı.
ROMA FORUMU KAZILARI
Sahil şeridindeki gezinizde, bu kazıları görebilirsiniz.
ARKEOLOJİ MÜZESİ
Beyaz kule civarındadır. Müzede: arkaik, klasik ve Roma dönemine ait heykeller görülebiliyor. Doğu Avrupa’nın ve Balkanların en büyük arkeoloji müzesidir. Müzeye giriş: 6 Euro.
Müze: Avrupa Birliğinden sağlanan fonlar ile, muhteşem bir girişe ve son derece teknolojik bir altyapıya kavuşmuştur. Sualtı araştırmaları, Ege denizinin tarihi geçmişi, Selanik ve Yunanistan’ın antik dönemlere kadar giden tarihi kalıntıları, burada sergileniyor.
Müzede: mitolojik kahramanlar, tanrılar ve bilimsel hayata yön verenlerin heykelleri görülüyor. Ayrıca: Büyük İskender zamanında, sağlık merkezi olarak bilinen Nicomedia ( yani İznik) birçok harita üzerinde işaretlenmiş olarak görülüyor.
Çünkü: Selanik şehrinde yetişen hekimlerin birçoğu, antik dönemde Nicomedia’da eğitim alırlarmış. Ayrıca: yine müzenin bölümlerinden birinde, Anadolu tarihinin, Yunan tarihi olarak yansıtıldığını görebiliyoruz. Müzenin en değerli eserleri ise, altın objeler. Bunlar: genellikle kral mezarlarından çıkarılan, altın işlemeli eşyalar olarak öne çıkıyor.
Özellikle: o dönemde, günlük yaşamdan kesitler vermesi nedeniyle, bu tür eşyalar önemseniyor. Ayrıca: müze içinde, birçok yerde “Makedonya” yazılarının bulunması, kendinizi, Yunanistan değil de, Makedonya ülkesinde olduğunuzu sanıyorsunuz.
Ancak, bu durum elbette özel, çünkü Yunanlılar ile Makedonyalılar arasında büyük çekişme ve sorunlar bulunuyor. Bu arada, siz müzeyi gezerken, sakın Makedonya farklı bir ülke gibi bir söz söylemeyin. Çünkü: Yunanlılar, utanmasalar, Büyük İskender’in Yunanlı olduğunu söyleyecek kadar, işi abartıyorlar.
PALEOCHRİSTİAN ANITLARI
1988 yılında, bu bölgede bulunan 15 anıt, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek, koruma altına alınmıştır. Bunların bazıları: Saint Gegorge-Rotunda, Acheiropoietos kilisesi, Basilica of Hagios Demetrios, Ayasofya kilisesi, Panagia Chalkeon Kilisesi, Havariler kilisesi, Saint Nicholas Orphanos kilisesi, Saint Panteleimon kilisesi, Latomos Manastırı, Aya Aikaterini kilisesi.
MUSEUM OF BYZANTINE CULTURE-BİZANS KÜLTÜR MÜZESİ
2005 yılında, Avrupa Konseyi Müze Ödülüne layık görülmüştür. Şehir merkezinde, 2 Stratou Avenue bölgesindedir. Giriş ücretli olup, 4 Euro’dur. Dünya üzerinde, Bizans sanat ve medeniyetine ayrılmış, dünyanın en iyi müzelerindendir.
Müze binası: mimar Kyriakos Krokos tarafından tasarlanmış ve 1989-1993 yılları arasında inşa edilmiştir. 1994 yılında ise, ziyarete açılmıştır.
Müze içinde: bir alışveriş merkezi ve kafe bulunmaktadır. Müzede, özellikle ikonalar sergileniyor. Bunlar, gayet iyi aydınlatılmış 11 odada sunuluyor.
Yaklaşık 2900 eser, Bizans kültürünün tüm özelliklerini ortaya koymaktadır. Bunlar arasında: mermer parçaları, freskler, mozaikler, simgeler, takı ve günlük yaşam araçları vardır.
Bunlar arasında öne çıkan eserler: 4’ncü yüzyıla ait, gümüş, kutsal emanetlerin saklandığı bir sandık, 5’nci yüzyıla ait Hıristiyan mezar freski, 6’ncı yüzyıla ait kilise zemin mozaiği, Bizans sikkeleri, Agia Sophia kilisesinden getirilen İsa’nın simgesi. Giriş: 4 Euro’dur.
YAHUDİ TARİH MÜZESİ
Bu müzede, Selanik yöresinde yaşamış olan Yahudi cemaatinin yaşamlarını tasvir eden fotoğraflar ve eserler sergilenmektedir. 1900 yıllarında, Selanik şehrinde, 80 bin Yahudi yaşamakta iken, 1917 yılındaki büyük yangın sonucunda bu miktar: 60 bin kişiye inmiştir.
Bu 60 bin Yahudi, II. Dünya Savaşı çıkana kadar, Selanik şehrinde yaşamaya devam etmişlerdir.
1941-1943 yılları arasında ise, 49 bin Yahudi, Alman Naziler tarafından, Polonya toplama kamplarına gönderilmişler ve yok edilmişlerdir. Günümüzde, şehirde yalnızca 1000 Yahudi yaşamaktadır.
Müze: 1917 yılındaki yangında ayakta kalan Yahudi Mahallesindeki birkaç yapıdan birinin içinde yer almaktadır. Bu binada, bir zamanlar: Yahudi Gazetesi çıkarılıyormuş. Birinci katta: MÖ.3’ncü yüzyıldan, Dünya savaşına kadar olan süreçte: Yahudi varlığının geçmişi canlandırılıyor. Giriş ücretsizdir.
PANAGİA CHALKEON KİLİSESİ
Kilise: bir bahçe içindedir. Selanik şehrinde, 11’nci yüzyıldan kalma, freskleri ile ilgi çekmektedir.
Yapı: ilk olarak, 1028 yılında kurulmuştur. 1430-1912 yılları arasında ise, Osmanlı döneminde, cami olarak kullanılmıştır. 1934 yılında ise büyük bir restorasyon geçirmiştir.
Yapı: klasik bir Bizans çapraz kare planı ortaya koymaktadır. Derin kırmızı renkli tuğlalarla inşa edilmiştir ve bu renk nedeniyle “Kızıl kilise” olarak da bilinir. Ana cephesi: üç yüksek kemerleri ve üç kubbe ile simetri oluşturmaktadır. Merkezi kubbe: sekizgen kasnaklı ve çapraz kolları olan üçgen alınlıklarla desteklenmektedir.
Kiliseye giriş ücretsizdir. Ancak: kısa kollu gömlek ve şort giymemeniz gerekiyor.
EPANOMİ BÖLGESİ
Şehir, Selanik şehrinin hemen yakınında: turizm ve tarım ekonomisiyle önem kazanan bir yerdir. Kıyıları ve organize güzel plajları: Mavi bayraklıdır. Epanomi ile Selanik arasındaki uzaklık: 25 km. dir. Selanik ile arasında, sürekli toplu ulaşım araçları çalışmaktadır.
Yaz aylarında çok kalabalık olur. Çünkü: plajları, yoğun ziyaretçi çeker. Özellikle: güneydeki Halkidiki bölgesindeki plajlar muhteşem güzeldir. Ayrıca: burada birçok konaklama tesisi, tavernalar ve kafeteryalar bulunuyor.
Aynı zamanda: üzümleriyle ünlü ve ülkenin en önemli şarap üreticileri burada bulunmaktadır.
ŞARAP MÜZESİ
Burada; üreticilerin tesislerindeki, bu müzeyi gezebilirsiniz, üretim ve üzüm çeşitleri hakkında bilgi edinebilirsiniz. Tabii, alışveriş şansı da var.