Antalya’dan Alanya’ya giderken, Alanya’ya 30 km. kala, kuzeye dönüp, 9 km. gittikten sonra, orman ve küçük bir yerleşim alanları içindeki Alara’ya ulaşmak mümkün. Alanya-Okurcalar Beldesi, Çakallar köyü sınırları içinde.
GENEL
Bir tarafta yeşil çam ormanları, diğer tarafta Alarahan ve önündeki kocaman düzlükte, kıvrıla kıvrıla akan Alara ırmağı. Tepedeki köşk ve hamam kalıntıları arasında gezin.
Karşınıza çıkan muhteşem manzarayı, keyifle izleyin. Burası, doğal çevresi içindeki: Alarahan, Alara kalesi ve Alara çayı ile bütünleşerek, muhteşem bir tarih ve doğal müze oluşturuyor.
ALARA KALESİ
Çayın, vadiden çıkışında, doğu yönünde, 300 metrelik bir yükselti üzerinde kurulmuş. Bizans dönemine ait. Amaç: Orta Anadolu’yu, Akdeniz’e bağlayan geçiş yolunu kontrol etmek. Ancak; çeşitli dönemlerde, haydutların eline geçmiş ve yağmacılık merkezi haline gelmiş. Kalenin içinde; Alara çayına inen gizli dehlizlerin olduğu söylenmekte.
ALARA ÇAYI
Günümüzde; turistik kano ve rafting turlarının düzenlendiği bir çay.
ALARAHAN
Antalya Alanya Alara; Alara çayının, doğu kıyısındaki düzlükte 38 x 50 metre boyutlarında ve dikdörtgen planlı bir yapı. Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından, 1231 yılında, ipek yolunun buradan geçiyor olması nedeniyle yaptırılmış. Doğu duvarları hariç, üzerinde semboller görülen kesme taşlar var.
Hanın, üç cephesi; üçgen ve dikdörtgen payandalarla desteklenmiş. Kuzey tarafı; basık bir kemerle taçlandırılmış. Aslan başı kabartmasıyla süslenen bir portali var. Portalin üzerindeki altı satırlık yazıda: ” Hanı inşa ettiren Sultan Alaaddin’i ” yücelten, birçok sıfat kullanılmış, sonra, 1231 tarihi verilmiş.
Hanın içinde, Sultanın konaklaması için, özel bölümler var. Yani: yanlızca yolcular için bir han olması ötesinde, Selçuklu sultanı tarafından kullanılıyor olması, özelliği. Anadolu’daki, birkaç sultan hanından biri.
Bunun yanında; Alanya ve Manavgat limanlarından, Anadolu içlerine uzanan ipek yolunun en önemli duraklarından biri. İşlevsel mekanların çokluğu ve mimari tasarım sonucu; Anadolu’daki en gelişmiş han örneklerinden biri. Ortaçağ’dan, yakın zamanlara kadar, Alanya’dan Antalya ve Konya yönüne giden kervanlar tarafından kullanılmış.
Hanın girişinde, güvenliğin sağlanması için: portalin her iki yanında inşa edilmiş, iki küçük kule var. Kuleler üzerinde; yağ mazgalları ve siperler görülüyor. Hanın içine girildiğinde, süslü bir salon göreceksiniz.
Yıldız tonozlarla örtülü. Hanın içinde; tonozlu dehlizler şeklinde yapılmış ahırlar, hanı üç cepheden kuşatıyor. Odaların arka duvarlarına, yolcuların, uşaklarıyla konuşabilecekleri küçük pencereler açılmış. Handa, Selçuklu mimarisindeki tek örnek olan, ön yüzü aslan başı şeklinde oyulmuş kandil konsollar var.
778 yıllık Alarahan; 1998-2000 yılları arasında, orijinaline tamamen sadık kalınarak yürütülen restorasyon çalışmaları sonucu, yaşayan bir mekan haline getirilmiş. Ziyaretçilere: kültürel ögeler tanıtılıyor ve yaşatılıyor.
Günümüzde: içinde, Anadolu’da yüzlerce yıl önce yaşamış Selçuklu Türkmenlerinin yaşam biçimini yansıtan uygulamalar var. Ayrıca; turistik Türk geceleri düzenleniyor.
Evet; Alarahan, görülmesi gereken bir yer. Tercihinize göre, ulaşım kolay, belli bir kısa zaman ayırarak görebilirsiniz.
Side’ye birçok kez gittim, en son olarak Temmuz 2023 tarihindeki gezimde Side’de gördüklerimi, yani en yeni bilgileri, aşağıda siz okurlarıma sunuyorum.
Antalya-Alanya kara yolunun 72’nci km. den, güneye dönen yol ve 6 km. sonra, günümüzün en tanınmış turizm merkezlerinden biri olan Side’ye ulaşıyorsunuz. Manavgat’a uzaklık: 7 km.
GENEL
Side’de, 1947 yılından, günümüze kadar olan süreçte, kazı ve onarım çalışmaları sürdürülmekte. Bu çalışmalarda; bölgede bulunan yoğun Roma dönemi kalıntıları, ortaya çıkarılmış.
Günümüzde: Side; gerek tarih hazinesi antik çağ kalıntıları ve gerekse muhteşem güzellikteki denizi ve güneş, kumu ile turizmin tesisindeki birçok tesise sahip. Yani: burada, muhteşem bir turizm potansiyeli var.
Denizin en büyük özelliği: deniz içinde ilerlediğinizde, uzun süre sığ olması yani derinleşmemesi. Gerek kıyıda ve gerekse deniz içinde, tabanda ince kum var. Deniz özellikle sabah saatlerinde dalgasız. Akşam üstü, çoğu kez dalga çıkıyor. Dalga çıktığında, deniz bulanıyor, fazla derin olmadığından dipteki kum, suyu bulanıklaştırıyor.
Dalgalı denizi seven için bu durum ilginç olabiliyor, ama genelde, özellikle küçük çocuklu aileler için bu dalgalar pek hoş değil. Ama denizin sığ olması, Side merkezinde, birçok çocuklu turist ailesinin ve çocuk arabaları ile gezinen turistleri görebiliyorsunuz.
Dediğim gibi denizin sığ olması, çocuklar için çekici. Yaklaşık deniz içinde 100 metre ilerlediğinizde, denizin derinleşmediğini görebilirsiniz.
Sonuçta: Side de deniz, genelde akşam üstü saat 16.00 civarında dalgalanıyor. Tabii, bu söylediklerim, çok kesin değil, genel durumlardan söz ediyorum. Buranın diğer bir özelliği de, maalesef hiç ağaç yani yeşillik olmaması.
Yani, burada sokaklarda veya kıyıda gezinirken, herhangi bir gölgelik yer bulamazsınız. Yanınızda, özellikle şapka ve güneş kremleri bulundurmanızda yarar var.
Turizme yönelik eğlence merkezleri; diskolar, barlar da yoğunlukta. Akşam belli bir saatten sonra, merkezi yerleşimde, müzik sesleri üst düzeylere yükseliyor ve ışıklandırmalar, gökyüzünü tarayan lazerler, yöreye ayrı bir hava veriyor.
TARİHİ SÜREÇ
Side; Akdeniz’e uzanan, küçük bir yarımada üzerinde. MÖ.7’nci yüzyılda, Batı Anadolu’da yaşayan, Kymeliler tarafından kurulmuş. Şehirde kullanılan yerel dile göre: Side kelimesi “nar” anlamına gelmekte imiş. Nar; Anadolu’da, bereket sembolü. Şehir adına bastırılan sikkelerde de; şehrin sembolü olarak “nar” resmi kullanılmış.
Evet; şehir kurulduktan sonraki tarihi süreçte, bölgede görülen egemenlikler: MÖ.6’ncı yüzyılda Lidyalılar, MÖ.5’nci yüzyılda Persler, MÖ.4’ncü yüzyılda Büyük İskender ve ardından Helenistik krallıklar. MÖ.215 yılında, Suriye krallığının egemenliği dahi görülür.
Bu dönemde; şehir imar edilip, bir bilim ve kültür merkezi haline getirilmiş. Şehrin en parlak dönemi ise; MÖ.1’nci yüzyılda, Roma ile ilişkilerin kurulmasıyla başlar ve MS.3’ncü yüzyıla kadar sürer.
Şehir; bu dönemde, hem Akdeniz’in en önemli liman kenti ve en işlek esir pazarı, hem de kültür ve eğitim merkezi olur. Günümüze kadar ayakta kalmayı başaran yapıların hepsi, bu dönemde inşa edilir. Tüm bunların yanı sıra; şehrin geçmiş tarihi sürecindeki en önemli olay; Romalılar ile Suriye krallığı arasındaki deniz savaşının, Side önlerinde olması.
Rodos ve Bergama krallıkları tarafından da desteklenen ve Side tarafından da tutulan Romalılar, bu savaşta, Suriye krallığının donanmasını yenerler. MÖ.188 yılında yapılan, Apameia Barış Antlaşmasına göre; Pamphylia ve Side, Romalılar tarafından, Bergama krallığına verilir. Ancak, Side, hiçbir zaman Bergama krallığının egemenliğine görmez, tarihi süreçte, büyük ticaret donanması ile refaha ve zenginliğe kavuşur.
MÖ.2’nci yüzyılda, en parlak dönemini yaşayan kent; yüzyılın sonundaki yıllarda, korsanların eline geçer. MÖ.78 yılında, Romalı konsül Servilis tarafından yapılan mücadeleler sonucu, korsanlar atılır ve şehir kurtarılır.
MÖ.25 yılında, Roma imparatoru Augustus zamanında, eyaletlerin bağlantılarının düzenlenmesi sırasında, şehir, önce Galatia eyaletine ve daha sonra ise Pamphylia eyaletine bağlanır.
MS.3’ncü yüzyıla kadar, insanlar refah içinde yaşarlar. Daha sonra ise, dağlık bölgelerden gelen kavimlerin saldırıları görülür. Bu yüzden, MS.4’ncü yüzyılın ortalarında, şehri, ikiye bölen iç surlar yapılır.
Şehrin, kuzey doğu bölümü ise terk edilir. Gittikçe fakirleşen ve parlak dönemlerini yitiren şehir, MS.5 ve 6’ncı yüzyıllarda önemini yitirir.
MS.10’ncu yüzyıldan sonra; Arap akınları başlar. Aynı dönemde, korsanlar, yine şehre yerleşirler. Ayrıca: gerek depremler ve gerekse savaşlar nedeniyle, şehir yanar ve halkın büyük çoğunluğu Antalya’ya göç eder.
Bu yüzden, tarihçiler, şehrin korsan yatağı olduğunu ve yangınlar sonucu terk edilerek önemini yitirdiğini, halkının Antalya’ya göçtüğünde ise; buranın yani şehrin, ” yanık Antalya” olarak anılmaya başlandığını yazarlar.
Evet; bu dönemden sonra, şehir uzun süre, yalnızca küçük bir kısım Hıristiyan’ın yaşadığı bir yer olarak kalır. Ta ki, 1895 yılına kadar. Bu yılda: tehcir sonucu Girit’ten göçen Türkler, yarımadanın ucuna yerleştirilirler.
Zamanla kurulan köy (Selimiye Köyü) kalıntılar üzerine doğru ilerler ve yerleşim tüm yarımadayı kaplar. Halen; roma ve Bizans dönemlerinin yapı ve özelliklerini taşıyan kent surları; birçok yerde yıkılmış olmasına rağmen, kara tarafındaki surların büyük bölümü ayaktadır.
SİDE İÇİNDEKİ GEZİ PLANI
Anayoldan ayrıldıktan sonra; şehri çevreleyen ve MÖ.2’nci yüzyılda yapılan kara surlarının ana kapısından şehre giriyoruz. Kapı: Perge’deki Helenistik dönem kapısına benziyor. Eşsiz işçiliği, gerçekten mükemmel. Yanlarında: iki kule ile korunmakta ve yarım daire şeklinde bir avlusu var.
Bu kapının karşısında: surun dışında, yol kenarında bulunan üç nişli anıtsal çeşme. Bu çeşme, Anadolu’nun en büyük tarihi çeşmesi: nymphaeum.
Evet, kapıdan girdikten sonra, özel aracınız ile burayı ziyarete gittiyseniz, aracınızı bırakabileceğiniz otopark var. Yani, yerleşim yerine araç girmesi yasak.
Ama böyle düşünmeyin, çünkü içeriye girdiğinizde, içeride çok sayıda araç bulunduğunu görüyorsunuz ve kıyıdan kıyıdan gitmek zorunda kalıyor ve şaşırıyorsunuz.
Bu araçların buraya girişlerini yadırgamamak elde değil. Yine de, ben size aracınızı otoparka bırakmanızı öneriyorum, yerleşim yerini, tarihi kalıntıları yürüyerek gezmek en güzeli.
Ben yine, biraz önce sözünü ettiğim “çeşme” ye gelmek istiyorum. Yunan mitolojisinde: su, orman ve dağ perileri olan nymphaeum’a adanmış anıtsal bir çeşme. MS.2’nci yüzyılda yapılmış. Üç katlı ve çok güzel işlemeleri var. Bu çeşmenin, bugün, yalnızca birinci katındaki kalıntılar görülüyor.
Çeşmenin önünde, geniş bir havuz yeri var. Çeşmeye; Oymapınar baraj gölü içinde kalan, dumanlı kaynağından, 25 km. uzaklıktan, kimileri iki katlı olan, on su kemeri ile su getirtilmiş. En büyük su kemeri, Oymapınar barajının yakınlarında olup, 40 gözlü.
Bu kapıdan geçildikten sonra, yassı taşlarla döşeli olan, kentteki iki caddenin başlangıç yerine geliyoruz.
Tiyatronun yanından; köye doğru giden, sütunlu cadde, deniz kıyısına kadar uzanıyor. Cadde takip edildiğinde, yolun sağında, Bizans bazilikası, solunda ise hamam kalıntıları ve Bizans döneminden kalan ev kalıntıları görülebilir.
Caddenin sona erdiği yerde ise; deniz surları ile cadde arasında, merdivenlerle çıkılan, MS.3’ncü yüzyıla ait, Korint düzeninde ve yarım daire planlı bir tapınak var. Bu tapınağın, tanrı Men’e atfen yapıldığı sanılıyor.
Evet; diğer cadde, ana caddeden ilerlemeye devam ediyoruz. Bugün, cadde, her iki yanındaki dükkanlar ile, alışveriş merkezi haline gelmiş.
Burayı ziyaret edenler, zaten genellikle bu ana caddeyi kullanıyorlar, çünkü her iki yanında, alışveriş mekanları var. Özellikle, yabancı ziyaretçiler için bu alışveriş mekanları pek uygun, gerek göze ve gerekse cüzdanlarına olumlu etkiler sunuyor.
Bu ana caddenin sonunda, liman var. Yaklaşık 250-300 metrelik bu caddenin sonunda, denizle karşılaşıyorsunuz. Ama, antik dönemde Akdeniz’in en işlek limanlarından biri. Bu yoğun işlerliğinden dolayı, liman, sık sık dolup kirleniyormuş.
Zamanla, bu güçlük, o hale gelmiş ki; yöredeki, bütün güç işler için: ” Senin işin, Side limanına dönmüş ” deyimi kullanılır olmuş.
Günümüzde, limanda, hemen dalgakıran bölümünün ardında, birkaç tekne demirlemiş görünüyor, bunun dışında, hemen sol bölümde, üzerinde yürüyüş yapılabilen, pek uzun olmayan dalgakıran bölümü var.
Liman kıyısında da, hemen yürüyüş yolu ve arkasında, kafeterya-restoran bölümleri var. Ziyaretçiler, bu mekanlara oturup, özellikle deniz üzerinden güneşin batışını izliyorlar. Liman bölümünde, bir de “Atatürk” heykelinin bulunduğu meydan var.
Evet; liman bölümünde, sola döndüğünüzde, yaklaşık 100 metre sonra, tarihi bir alanla karşılaşıyorsunuz. Burada: iki tapınak var. Bunlar, şehrin, en anıtsal Roma dönemi yapıları.
Tapınaklardan biri: Athena, diğeri ise Apollon’a ait. Athena tapınağının, kısa kenarında 6 ve uzun kenarında 11 sütun var. Apollon tapınağı; 6 sütunlu. Her iki tapınak sütunları; Prof. Jale İnan ve ekibi tarafından, büyük uğraşlar sonucu, ayağa kaldırılmış.
Tapınak alanı gerisinde, Bizans bazilikası var. Kemerli ve devşirme malzemeler ile yapılmış. Özellikle: Apollon Tapınağının ayağa kaldırılarak gökyüzüne doğru uzanan sütunları, inanın çok muhteşem bir görüntü sunuyor. Bunun dışında, bölgeye dağılmış, çok sayıda, mimari kalıntı görülüyor. Bunların üzerinde, insanlar oturup, denizi-manzarayı seyrediyorlar.
Biraz daha mantıklı gözle baktığınızda ise, bu sütunların büyüklüğü ve sütunlar üzerine yerleştirilen mimari unsurlardaki kabartmaların güzelliği, inanılmaz. Yani: nasıl yapılmış, buraya nasıl yerleştirilmiş, inanmak mümkün değil.
İnsanlar, inandıkları değerler uğruna, özellikle dini değerler uğruna, muhteşem yapılar yapmışlar. Apollon tapınağı bölümünde, sütunlar ve taş kalıntılar arasında tarihi geçmişle iç içe güzel bir yürüyüş yapabilirsiniz.
MÜZE
Eski Side ana caddesi üzerinde ilerleyerek, tiyatronun yanına dönüyoruz. Agoranın hemen karşısında. Yolun sağında; bugün müze olarak kullanılan ve MS.5’nci yüzyılda yapılmış, roma hamamı var. Burası: 1960-1961 yılları arasında restore edilerek müze haline getirilmiş.
Bölgenin, en güzel arkeolojik eserler koleksiyonu burada. Kazılardan çıkarılan: Hermes, Herakles ve Nike gibi, oldukça sağlam ele geçen roma dönemine ait heykeller, büstler ve lahitler sergileniyor. Sergilenen eserlerin büyük bölümü; Prof. Arif M. Mansel tarafından, 1947-1967 yılları arasındaki dönemlerde, antik kentte yapılan kazılarda bulunmuş.
Müzeye, doğu yönündeki kapıdan giriyoruz. Daha sonra, tabanı taşlarla kaplı ve hamamın ikinci bölümü olduğu anlaşılan bir avludan geçerek, büyük bir bahçeye çıkıyoruz. Bu avlunun etrafında ve bahçenin içinde, kentte yapılan kazılarda bulunan: lahitler, sütunlar, büstler, torsolar ( başı, kolları ve bacakları olmayan insan gövdesi heykeli), yazıtlar, heykeller, heykel kaideleri, sütun başlıkları, frizler sergileniyor.
Müzenin bahçesi, aslında Roma hamamının jimnastik salonu. Tabanı mermer parçaları ile kaplı olan bu avlunun içinde sergilenen en önemli eser: avlunun kuzey duvarında görülen, denizler tanrısı Poseidon’un mitolojik öykülerinin yer aldığı friz serisi. Burada: tanrı ve tanrıçaların, doğa ile olan ilişkisi tasvir edilmiş. Evet: Müzede, 4 salon var.
Bunlar, sırası ile
I.NOLU SALON: Geç Hitit dönemine ait, bazalt kraker, Helenistik devre ait silah kabartmaları, roma devrine ait güneş saati ve sunaklar var.
II.NOLU SALON: Roma devrine ait torsolar sergileniyor.
III.NOLU SALON: Helenistik devre ait yazıtlar, roma devrine ait amphoralar, herakles ve üç güzeller ve nike heykelleri ile kabartmalar var. Özellikle; üç güzeller, muhteşem.
IV.NOLU SALON: Roma devrine ait lahitler, Hermes, Hygieira, Athena, Nike, Apollon heykel ve portreleri var. Bu salona: iskelet havuzlu salon da denilmekte. Çünkü: tuğladan bir mezar yapılmış ve içinde bir erkek iskeleti teşhir edilmekte. Ama; kimliği bilinmiyor.
AGORA
Tiyatrodan sonra, geniş caddeden geçip, 100 x 100 m. boyutlarındaki anıtsal bir yere varıyoruz. Müzenin önünden, tiyatronun doğusundaki alan, kentin ticaret agorası. Yani: pazar yeri. MS.2’nci yüzyıla ait. Çevresi duvarlarla çevrili. Sütunlu portikolarla sınırlandırılmış. Üç yanında dükkanlar var. Agoranın tam ortasında ise; Tyche adına yapılmış, yuvarlak bir tapınak var.
Agoranın kuzeybatı köşesinde ise; eski tuvalet var, iyi durumda. Deniz kenarındaki yapı, kentin devlet agorası. Bir avlunun etrafını çevreleyen, 7 m. genişliğindeki, İon sütunlu koridor ile doğudaki üç büyük odadan oluşan bir yapı topluluğu.
Avlusu, pazar yeri olarak kullanılmış. Bu yapının, günümüzde, yalnızca doğu kısmı ayakta kalmış. İmparator salonu denilen bu salon, sütun ve heykellerle süslü. İki katlı olan yapının, orta odasının törenlerde kullanılmak üzere imparatora tahsis edildiği anlaşılıyor. Orta odanın iki yanındaki odalar ise, kütüphane yada arşiv olarak kullanılmış.
TİYATRO
Evet, anıtsal kapının yanındayız. MS.4’ncü yüzyılda kapatılan ve küçük bir kapı haline sokulan yer. Bu kapının yanında, restorasyon görmüş; Vespasianus çeşmesi var. Bu yapı; kentin başka bir yerinde iken, Vespasianus’a armağan olarak, buraya getirilmiş ve çeşmeye dönüştürülmüş. Bu alanda, bundan başka, iki çeşme kalıntısı daha var. Evet; kapıdan geçiyoruz ve kentin antik tiyatrosu karşımızda.
Side tiyatrosundayız. MS.2’nci yüzyılda yapılmış. 20 m. boyunda, iki katlı, kemer tonozlu galeriler üzerine inşa edilmiş. Sahne kısmı: üç katlı. Burada; heykeller ve mitolojik tasvirli kabartmalar var. Tipik roma devri özelliklerini taşıyor.
Yaklaşık 15 bin seyirci oturma yeri kapasiteli. 11 bölüme ayrılan oturma sıralarında, alt kısımda 29 ve üst kısımda ise 25 basamaklı merdivenler var. Geç roma döneminde, orkestra kısmı, gladyatör dövüşleri ve vahşi hayvan mücadeleleri sırasında, korkuluk ile çevrilmiş.
Tiyatronun yanında, yolun kenarında, anıtsal girişin önünde: küçük boyutlu, tiyatronun tanrısı olan Diansos’un anısına yapılan, erken roma dönemine ait tapınak var. Tiyatronun dışındaki galeride ise; 14 dükkan ve 5 giriş yeri var.
Burası, aynı zamanda, MS.5 ve 6’ncı yüzyıllarda, açık hava kilisesi olarak kullanılmış. Burada dikkat edilmesi gereken husus şu. Antik dönemde, bu tür tiyatrolar genellikle bir tepe veya yükselti eteğine bir yanı dayanılarak inşa ediliyor iken (Aspendos gibi), buradaki tiyatro, tamamen açık ve düz bir alana inşa edilmiş, kemerli mekanlar üzerine kurulmuştur. Pamphylia tiyatroları içinde, en büyük anıtsal yapıdır.
Evet; bu muhteşem, her anında tarih kokan; güneş, deniz ve kumu ile gerek tatil ve diskoları ile gerekse eğlencenin doruğunun yaşandığı beldemizden ayrılıyoruz. Gerçekten güzel bir yer. Kişisel olarak, buraya yapabileceğim tek tenkit, hiç ağaç olmaması. Özellikle, yazın gündüz saatlerinde güneş gerçekten yakıyor, kavuruyor.
Yine de; bu güzellikleri yaşamaya değer. Side’ye gittiğinizde, müzenin arkasındaki alanlarda mevcut otoparklara aracınızı park edin ve yürüyerek, bu güzellikleri, tarihi keşfedin.
Ülkemizin en büyük turizm merkezlerinden biri olan, Side mutlaka yolunuzun geçmesi gereken bir yer. Burada: tarihi, güneşi, denizi bir arada yaşayabilirsiniz. Attığınız her adımda, değişik bir tarihi kalıntı karşınıza çıkıyor, canınız güzel bir deniz ve bol güneş istediğinde ise, Side, size bunları da aynı yörede sunabilecek bir doğal yapıdadır.
Evet, Manavgat-Antalya’ya 76 km. uzaklıkta. Otobüs ile yolculuk, yaklaşık 1.5 saat sürüyor. Antalya-Alanya karayolundan ilerlerken, yeni açılan yol, Manavgat dışından geçmektedir.
Bu ana yoldan ayrılarak, Şelaleye gitmek istediğinizde, yaklaşık 8 km. yol gitmeniz gerekiyor. Bu yol: Manavgat yerleşimi içinden geçtiğinden, sıkıntılı. Yani: dar sokaklarda, trafik kargaşası arasında ilerlerken biraz sıkılacaksınız. Şelale bölgesine ilerlemek için, tabelaları takip etmeniz gerekiyor.
Evet: Manavgat denildiğinde, ilk akla gelen “Şalale” dir. Bunun yanında, Manavgat, yakın yerleşim birimlerindeki turizm ağırlıklı tesislerin yoğunluğu ile tanınıyor. Side isimli ülkemizin en büyük turizm alanlarından biri de; Manavgat ilçesinin bir beldesidir.
Side beldesine gittiğimde, özellikle, bölgenin en çok ziyaret edilen yeri olan “Apollon Tapınağı” bölgesindeki flamalar dikkatimi çekti. Üzerlerinde “Side İlçe Olmalıdır” yazılı bu flamalar sanırım yöre halkının beklentisinin en gözde ifadesidir.
Bunun dışında, Manavgat merkez yerleşimi, deniz kıyısından nispeten uzak bir Akdeniz ilçesidir. Yani, Manavgat merkezinde, turizm ağırlıklı beklentiler yok.
Burada: gayet düzenli caddeler, sokaklar gördüm, yani iyi bir Belediyecilik olduğu görülüyor. Manavgat ilçe merkezine yolunuz düşerse, Demokrasi bulvarı ve meydanı, hemen ırmağın yanındaki heykelleri ve bence, tarihi demir köprüyü görmelisiniz.
GENEL
Antalya Manavgat: Tarihin iç içe geçtiği ve her türlü turizm aktivitesinin yapılabildiği bir turizm merkezi. İlçenin tam ortasından geçen Manavgat çayı; dünyanın en uzun yeraltı akarsularından biri. Tek kaynaktan besleniyor.
Üzerinde: iki adet baraj kurulmuş. Tarsus dağlarından çıktıktan sonra, İlçe merkezini tam ortadan ikiye bölüyor ve Akdeniz’e dökülüyor. Üzerinde taşımacılık yapılabilen, ender akarsularımızdan. İlçe merkezinde, her iki yaka arasında, büyük ve demir bir köprü var. Günümüzde, bu demir köprü yoğun kullanılmıyor.
Hemen yanına, daha modern yeni köprü yapılmış ve yaya-araç trafiği bu yeni köprü üzerinden yürütülüyor ama eski demir köprü, tüm ihtişamı ile, yine aynı yerinde ve gelip geçenin birkaç dakika da olsa dikkatini çekiyor, çünkü: o demir köprüyü, bugün değil de, ilk yapıldığı dönemdeki haliyle düşünün, muhteşemliğini göz önüne getirin.
Eskiden; çay üzerinde, yük ve insan taşımacılığı tekneler ile yapılırken, yakın zamandan bu yana, bu köprü üzerinden yapılmakta. Manavgat çayının kıyılarında: parklar, çay bahçeleri, piknik alanları ve gezi yolları yoğunlukta. Buralarda, yaz sıcaklarında bunalanların ferahlayıp, ırmağın ve yeşilliğin güzelliğini yaşayabilecekleri ortamlar oluşturulmuş.
Çay kıyısında ise, birçok tekne bulunmakta. Bunlar, günümüzde, Manavgat çayı üzerinde, gezinti turu düzenliyorlar. Bu turda; Manavgat’tan başlayarak, şelaleye ve boğaza kadar gidiliyor. 30 ile 100 kişilik teknelerle yapılan bu turlar; yaklaşık 3-4 saat sürmekte. Çayın: denize bağlandığı yere boğaz deniliyor.
Boğazda, suyun tadı: Mısır-Kızıldeniz’deki gibi. Bu noktada, mola veriliyor. Yüzmek mümkün. Yüzerken, kollarınızı iki yana açtığınızda, bir yanınızda ırmak akar, diğer yanınızda ise deniz suyunu hissedersiniz. Pırıltıları bile farklıdır. İnsanların bir kısmı; ırmağın serin ve tatlı sularında yüzmeyi tercih ederken, bir kısım insanda, denizin tuzlu ve sıcak sularında, aynı anda yüzebilmektedir. Mutlaka deneyin, muhteşem bir güzellik, bunu yaşamalısınız.
Manavgat’ta, 64 km. lik bir sahil bandı var. Ancak, bütün kıyılar, oteller tarafından tutulmuş. Halk plajları, pek yaygın değil. Bu nedenle: denize girebileceğiniz herhangi bir yer yok. Yani: yalnızca günübirlik tekne gezintilerine katılarak, denize girme şansınız var.
TARİHİ SÜREÇ
Antalya Manavgat: Manavgat, antik Pamphily’a bölgesinin doğu kısmında. Pamphilia’nın kelime anlamının kökü, Yunanca: kabilelerden oluşmuş ülke, kabileler ülkesi demek. İlçenin ismi ise; buraya ilk yerleşen ve kendilerine “manav” adı verilen, Türkler tarafından verilmiş. İlçede; tarihi süreç içinde, 1220 yılında Selçuklu ve 1472 yılında ise Osmanlı idaresinin egemenliği görülmekte.
Bugünkü İlçenin kuruluş tarihi hakkında, kesin bir kayda rastlamak mümkün değil. Ancak, bu bölgedeki, köklü yerleşimin 150-200 yıl öncesine dayandığı tahmin ediliyor. Cumhuriyetin ilanı ile, 1924 yılında, Manavgat kaza yapılmış ve Antalya’ya bağlanmış.
O zamanlar, İlçe, çayın sularının taşması ve sıtma nedeniyle büyülememiş. İlçe merkezi; uzun süre, Manavgat çayının etrafındaki, iki yakalı bir yer olarak anılmış. Çaydaki tekneler ise, bu iki yaka arasında, yük ve insan taşımış. 1960 lı yıllardan sonra ise, İlçe, büyüyüp gelişmeye başlamış.
Bir Alman Firması tarafından, çay üzerine yapılan büyük demir köprü, ulaşımı rahatlatmış. Böylece, Manavgat, çağdaş bir kent görünümünü kazanmış. Ama, çağdaş bir kent görünümü yanında, kalabalık ve trafik sıkışıklığı bulunan bir kent görünümü de var. Ayrıca: gerek şehir içinde ve gerekse çevre yolundan geçerken, dikkatimi çeken bir şeyden söz etmek istiyorum.
Manavgat ilçesinde, 4 minareli, muhteşem büyük bir cami gördüm. Çok uzaklardan bile dikkati çekiyor. Şehir içinde, bunun dışında; dikkatimi çeken tek şey, Manavgat ırmağının güzelliği ve kalabalık, sıkışık trafik, insan yoğunluğu. Yani, burayı gezmek isterseniz, gerek küçük ve özellikle de büyük Manavgat şelalesini mutlaka görmelisiniz.
MANAVGAT ŞELALESİ
Antalya Manavgat: Manavgat çayının üzerinde, büyük ve küçük olmak üzere, iki şelale var. İlçenin, 2 km. kuzeyinde, büyük şelale yolunda, sağa sapılarak, küçük şelaleye gidilir. Yoldan, 1 km. içeride, çayın küçük şelale bölümü karşınıza çıkar.
Büyük şelaleye oranla, daha küçük bir yükseklikten ırmağa dökülüyor. Çevresi; mesire yeri haline getirilmiş, restoranlar ve çay bahçeleri var. Burası, daha çok sanki bir göle benzemektedir. Benim önerim, buradaki restoranlardan birinde “bıldırcın” kızartması yemenizdir. Bir göl gibi büyük bir alana yapılan çay kıyısında, birçok restoran var.
Büyük şelale ise, İlçenin 4 km. kuzeyindedir. Anayola ise, yaklaşık 8 km. uzaklıktadır. Sular, şaşılacak kadar az bir yükseklikten (4-5 metrelik bir falezden) dökülmesine rağmen, şelalenin uzunluğu çok fazla ve bir hat üzerinde dökülüyor ve gürül gürül akışı var.
Bu nedenle, çok güzel görüntü veren bir şelale. Gerek ses ve gerekse görüntü olarak muhteşem güzel. Büyük şelalenin bulunduğu yere geldiğinizde, özel aracınızı park edebileceğiniz gayet büyük bir otopark var. 3 TL. park ücreti ödeyerek, aracınızı park edebiliyorsunuz. Sonra: yine bir dedektörlü kontrolden geçtikten sonra; yöre köylüleri tarafından kurulan bir işletme tarafından işletilen, Manavgat Şelalesi görüntü yerine giriliyor.
Giriş elbette ücretlidir. Ama, şunu söylemeden geçmek istemiyorum, burada “Müze kart” geçerli değil, biraz önce söylediğim gibi, yöre köylüleri tarafından kurulan bir işletme tarafından, buranın giriş-çıkışları denetim altına alınmış. Yani, ücret bunlar tarafından toplanıyor.
Peki, neden: öğrenci indirimi yapılmaz veya neden yerli-yabancı ziyaretçi ayırımı yapılmaz. Sonuçta, burası kendi memleketimizin doğal bir güzelliği ve bu güzelliği, bir yabancı ile aynı ücrete izliyor olmak, hiç te hoş değil. İlgilenenlere duyurulur.
Evet, ücret ödeyip kapıdan içeri girdiğinizde, her iki yanınızda, turistik eşyalar ve giysiler satan mekanlar görüyorsunuz. Biraz ileri de ise, dondurmacılar ve restoranlar var. Sol da ise: Manavgat Şelalesinin en iyi izlenebildiği, seyir terası var, ama bu seyir terasında, bir karış yüksekliğinde, ırmağın suları geçiyor ve buraya inenler, bu su içinde duruyorlar.
Buz gibi suyu hissetmek, şelalenin sesinin eşliğinde ve görüntüsünün eşliğinde, güzel bir duygu yaşatıyor. Ben daha çok, doğanın-tabiatın gücünü hissetmek, muhteşem bir uğultu sesi var. Daha önce, Amerika-Niagara şelalesini de görmüştüm. Manavgat şelalesinde de, Niagara da ki gibi su akım hızı yüksek, ancak Niagara daha yüksekten döküldüğü için görüntüsü muhteşem, Manavgat şelalesinin tek eksikliği, döküldüğü yerin kısa olması.
Son ziyaretimde, karşı kıyıdaki ağaçlardan, şelalenin buz gibi sularına, artistik atlayan çocuklar yoktu. Yasaklandı mı, başka bir sebep mi var bilmiyorum?
Evet, şelalenin bulunduğu mesire alanında gezmeye devam ediyoruz. Burada: genellikle, şelale dışında, biraz önce de söylediğim gibi, hediyelik eşya satan dükkanlar, dondurmacılar, restoranlar var. Restoranlardan bazıları, şelalenin görüntüsüne o kadar hakim konumda kurulmuş ki, inanılmaz.
Ancak, bir şey dikkatimi çekti, sanırım sizlerin de çekecektir: ortamda, bir gariplik-pejmurdelik var, yani ortam daha kaliteli olabilirdi veya olabilir. Kaliteden kastettiğim: gerek restoranların ve gerekse diğer tesislerin, daha modern, güzel ve çalışanların gerek giysileri ve gerekse davranışları, konuşmalarıyla daha bilinçli olmaları, sanırım buranın tanıtılması açısından olumlu sonuçlar yaratır.
Evet; Manavgat şelalesi, Antalya’nın içindeki: Düden ve Kurşunlu şelalelerine nazaran, daha az yükseklikten akıyor ama gerçekten, uzun bir hat üzerinde akması ve suyun gücü nedeniyle, seyredilmeye, görülmeye değer. Şelalenin bulunduğu bölge, ana yoldan pek uzak olmaması ve görüntü güzelliği yaratması nedeniyle ilginç.
Fazla yüksekten dökülmese de, enlemesine uzun ve güzel bir görüntü veriyor. Mutlaka zaman ayırıp gitmenizi öneririm. Burada: muhteşem fotoğraflar çekebilir ve bir şelale izleyebilirsiniz. Hatta, zamanınız, sabrınız ve saçma bir hesap için ödeyebilecek fazla paranız varsa, restoranlarda, bu görüntü eşliğinde yemek bile yiyebilirsiniz. İyi geziler.