Buraya gittiğinizde, sizi muhteşem bir doğal güzellikler karşılayacaktır.
Anayoldan Adrasan’a giden ara yola girdiğinizde, çekirge sesleri ve tamamen yemyeşil bir ortam hemen ilginizi çekecek, sonra bir küçük beldeden geçeceksiniz ve ardından, Adrasan, hemen karşınızda masmavi bir deniz, denizin her iki yanında ise, yemyeşil yükselen dağlar, hemen önünüzde uzunca ve oldukça geniş bir sahil.
Tüm bunlar, bu doğal güzellik elbette ilk gelenleri etkiliyor, ama özellikle: ülkemizde birçok tarihi ve turistik yeri gezmiş olanlar, burada muhteşem güzel bir ortamda, turizm adı altında yaşananları görünce bu güzel cennetin nasıl çekilmez hale getirildiğini görünce şaşıracaksınız.
ULAŞIM:
Adrasan-Ankara arasındaki uzaklık: 650 km. civarındadır. Adrasan-Antalya arasındaki uzaklık ise 95 km , Adrasan-Olimpos arasındaki uzaklık; 7 km , Adrasan-Kemer arasındaki uzaklık 55 km dir. Adrasan-Kumluca arasındaki uzaklık 22 km dir.
Adrasana, Antalya üzerinden gidecekler için: Antalya-Kumluca kara yolundan, Kemer ve Ulupınar’ı geçtikten sonra sol yanda “Adrasan” sapağı levhasını göreceksiniz. Burada anayoldan ayrılıp ara yola girdiğinizde, denize ulaşmak için yaklaşık 22 km lik yolunuz bulunuyor.
Bu yolu takip ettiğinizde, bir süre sonra yol ikiye ayrılıyor, sola dönerseniz 3 km uzaklıktaki Olimpos, düz devam ederseniz, önce Çavuşköy ve ardından 10 km sonra Adrasan’a ulaşacaksınız.
Derken, karşınıza deniz çıkıyor.
Üzerinde bulunduğunuz yol ikiye ayrılıyor. Hemen bu yol ayırım noktasında, Jandarma kulübesi vardır. Bunun önünden sağa dönerseniz; oteller, restoranlar ve pansiyonlar bulunuyor.
Sola dönerseniz: Adrasan ırmağının bulunduğu yine restoran, otel ve pansiyonların bulunduğu bölgeye ulaşacaksınız.
Biraz önce sözünü ettiğim yoldan, sağa döndüğünüzde: bu yol üzerinde, sol yanda sahil ve deniz, sağ yanda ise otel, pansiyon ve restoranlar bulunuyor. Ayrıca küçük bakkal tipi alışveriş yerleri de vardır.
Yörenin en lüks oteli, bu yolun sonunda bulunuyor.
Diğer pansiyon ve oteller, restoranlar ise, küçük işletmelerdir. Bu tesisler, ağaçların arasına yerleştirilmiş, yemek yeme yerlerini yanında ahşap oturma ve dinlenme yerleri bulunmaktadır.
Akşamları genellikle Çavuşköylü olup ta o tesisi işleten aile fertleri tarafından yapılan yemekler sunuluyor. Hatta ızgaraların pişirilmesi için yakılan mangalların dumanlarının davetkar kokusu insanları kendisine çekiyor.
En büyük özellik, biraz önce belirttiğim gibi, bu tesislerin, yörenin insanı yani Çavuşköyü köylüleri tarafından işletiliyor olması.
Burada doğa o kadar güzel ki, önünüzde masmavi bir deniz, denizin kıyısında uzun bir kumsal, ağaçlar var, denizin her iki yanında, yükselen yemyeşil dağlar, inanılmaz güzel ama bu güzelliği, güzel olmayan ortamlarda çok yüksek fiyatla sattıklarını da unutmayınız.
Özellikle Kemer civarında birçok otelin sunduğu fiyatlar Adrasan otellerinin altında kalır. Öte yandan, yukarıda biraz söz ettiğim gibi, işletmecilik faktörü de var.
Bölgenin havasına gelince:
Nisan ve Mayıs aylarında burada akşamları oldukça serindir, yani buna göre kılık-kıyafet götürmeniz önerilir. Koyda bir özellik daha buranın yoğun tercih edilmesine sebep olmaktadır.
Şöyle ki, burada karadan denize doğru bir rüzgar eser ve bu rüzgar gerek bölgede havada nem olmamasına ve gerekse denizde dalga olmamasına sebep olmaktadır.
Havada nem olmaması, Antalya yöresinde çok sıcak yaz aylarında büyük bir özelliktir.
Ayrıca, tüm sezon boyunca sivrisinek boldur, özellikle akşam saatlerinde bolca sivrisinek saldırısına uğrayacaksınız. Ayrıca: burada bulunan arılar, özellikle et yemeklerine yoğun saldırırlar.
Bölge: gerek Olympos kentinin tarihi dokusu, gerekse doğal güzellikler nedeniyle denize girmek isteyenler ve kumsalda dinlenmek isteyenler için uygun olanaklar sunar.
En büyük özellik: deniz kıyısına kadar ulaşan yeşilliklerin, büyük çam ağaçlarının ortamda yarattığı yeşil görüntünün, denizin mavisiyle birleşmesidir. Ancak, yakın zaman önce, burada çıkan büyük orman yangınında bu yeşil görüntünün büyük kısmı yok olmuştur.
Evet, Adrasan’ın bir başka en önemli özelliği: sessiz ve sakin bir yer olmasıdır. Burada: eğlence mekanları, gece hayatı yoktur.
Hatta, buraya birkaç kez gittiğim pansiyonda, odalarda televizyon dahi yoktu, yani tamamen dinlenmeye, sessizlik ve sakinliğe göre düzenlenmiş bir ortam yaratılmış, ancak öte yandan insanların tatil anlayışında sakinlik, birkaç günün ardından sıkıcı olabiliyor.
ÇADIR-KARAVAN:
Çadırlı kamp yapmak isteyenler için, sol yanda uygun bir yer bulunuyor. Burada çadır kurmak mümkündür. Karavanlar da buraya park edebiliyorlar. Ancak bazen aşırı yoğunluk nedeniyle karavan park etmesine izin vermiyorlar.
ARAÇ TRAFİĞİ:
Özellikle, hafta sonlarında Adrasan içinde araç trafiği büyük sorun olmaktadır. Sahile inen araçlar, ciddi keşmekeş yaratmaktadır. Sahil yolunun tamamı iki taraflı otopark olarak kullanılıyor, ortadan sadece bir araç geçebilecek kadar yol ayrılıyor.
Otopark olarak kullanılan yerler ise, sahildeki işletmeler tarafından kendi müşterileri için parselleniyor.
Günübirlik ziyaretçiler için sadece bir tane Çavuşköy belediye otoparkı var, ücretli olan bu otopark da hafta sonlarında yeterli gelmiyor.
Yani, burayı günübirlik ziyaret için, hafta sonu gittiğinizde, büyük olasılıkla aracınızı park etmek için büyük sıkıntılar yaşama imkanı çoktur. Çünkü aşırı kalabalık oluyor.
ÇAVUŞKÖY
Adrasan, Çavuşköy Beldesine bağlıdır.
Çavuşköy ise, Kumluca merkeze oldukça uzakta, güzel bir koyda ve vadi içinde kurulmuştur. Çavuşköy merkezi, Adrasan merkezden yani denizden 3.5 km içeride kalır.
Çavuşköy olarak isimlendirilen yerleşim yeri, 19’ncu yüzyılda kurulmuştur. Buranın önceki ismi, Rumca bir kelime olan “Adrasan” dır.
Kelime anlamı “Belde” demektir. Sonradan Çavuşköy ismini almış ama daha sonra yeniden “Adrasan” olarak isimlendirilmeye başlanmıştır.
Burada Rum ustalar tarafından yapılan evlerin bazıları hala durmaktadır. Bu evlerin evlerin yapımında kaliteli taş işçiliği dikkat çeker.
Ancak mübadele sonucunda, Cumhuriyetin ardından burada yaşayan Rumlar, Yunanistan’a göç ederler.
Yörede: turizmden önce, uzun yıllar tarım yapılmış ve hala devam etmektedir.
Bu dönemde, bir kısım Adrasanlı, deniz kıyısında derme-çatma tesisler, restoranlar, birkaç odalı ve lüks olmayan pansiyon tarzı yerler yaparlar. Ama bunlar turizm yanında aynı zamanda Portakal bahçeleriyle de uğraşmaktadırlar.
Sonrasında, tarihi ve doğal dokunun bozulmaması için, bölge Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınır.
Ancak, bu karar alınmadan önce, bölgede Çavuşköy yerlileri tarafından yapılan derme-çatma tesisler kalır, turizm gelişince bu tesisler küçük değişiklikler le, birkaç odalı ama lüks olmayan otel ve pansiyonlara dönüştürülür.
Tesisler genellikle Çavuşköy yerlileri tarafından aile fertleri ve akrabalar ile işletilir ve işletilmeye devam edilmektedir.
Bölge Sit alanı ilan edildiği için, yeni ve modern tesisler yapılamamış, mevcut tesislerde de herhangi bir düzenleme mümkün olmamıştır.
En önemli husus ise, bölgede kanalizasyon sistemi olmamasıdır. Yerel işletmeler, sorunlarını fosseptik çukurlarıyla çözmeye çalışıyorlar, Belediyeye ait iki tane vidanjör gelip sıra ile tesislerin fosseptiklerini çekmektedir.
Ancak Adrasan deniz seviyesinde olduğu ve tesis sayısının çokluğu nedeniyle, bazen bu fosseptik çekme işlemi uzamakta ve Adrasan yöresini bir koku kaplamaktadır.
ADRASAN TARİHİ:
16’ncı yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Piri Reis “Kitab-ı Bahriyesi”nde bölge hakkında şunları yazmıştır.
“Adanın (günümüzdeki Suluada) karayel tarafında, Anadolu kenarında, gündoğusu poyraza karşı bir körfez vardır. Ecnebiler buraya “Venedik Limanı”, Türklerse “Adirasan” derler. Limanın nişanı: iki tarafındaki dağlardır.
Liman, uzaktan düz bir dere gibi görünür. Poyraz tarafında, yumru bir burun vardır. Bunun ucu küçük bir taş adadır. “
Gerek Evliya Çelebi ve gerekse Piri Reis’in sözünü ettiği bölgede, antik dönemde yoğun bir yerleşim bulunduğu tahmin edilmektedir.
Ancak düzlükte bulunan kalıntılar, Kanlı çay tarafından getirilen alüvyonların altında kalmıştır. Çünkü Çavuşköylüler araziyi işlerken sık sık antik bloklara rastlamışlardır.
Özellikle Çakmak Mahallesi çok sayıda antik kalıntı bulunmuştur.
Çakmak Mahallesi yakınlarında yapılmak istenen bir otelin temel kazısı sırasında Helenistik döneme ait, bir mezarlık yani Nekropol alanı bulunmuştur. Burada, 1997 yılında Antalya Müzesi Müdürlüğü tarafından araştırma yapılmıştır.
Beldeye ait Dolayaka Mahallesinde ise, Taşınbaşı mevkiinde, günümüze kadar gayet iyi durumda gelmiş bir mezar odası vardır. Anıt mimari stiline bakılarak MS 3’ncü yüzyıla tarihlenmiştir.
ADRASAN KOYU:
Kumsal özellikleri:
Adrasan kumsalının boyu 2 km dir. Bu kumsalda üç farklı bölge vardır. Kumsalın kuzey bölümü: taşlıdır ve deniz aniden derinleşir. Kumsalın orta bölümü: kumluk ve deniz biraz daha sığdır, yani aniden derinleşmez.
Kumsalın güney bölümü: ince kumlu ve deniz uzun bir süre yani yaklaşık 15-20 metre gidilmesine rağmen derinleşmez, sığdır. Çocuklu ailelerin bu bölümden denize girmelerini öneririm.
Sahilde, kumsalda: Çavuşköy belediyesi tarafından kiralanan şezlong ve şemsiyeler vardır.
Son bir not: sezonda, öğlen sıcağında şemsiye altında bile olsanız, yerden yansıyan güneş ışınları nedeniyle yanmak mümkündür. Güneş yanıklarına karşı dikkatli olmanızı öneririm.
Deniz özellikleri:
Yukarıda söz ettiğim gibi, üç bölüme ayrılan kumsalın her bölümünde denizin derinliği farklılık gösterir. Deniz suyu çok berraktır.
Deniz altında 29 metreye kadar görüş mesafesi bulunduğu söyleniyor. Deniz suyu sıcaktır. Denizi küçük ince çakıllarla başlar.
Yüzerken çevredeki dağlar oldukça ilginç bir görüntü yaratmaktadır.
Dalga ise; özellikle öğleden sonra çıkan ve karadan denize doğru esen rüzgarlar nedeniyle deniz dalgasız ve sakindir.
TUR TEKNELERİ
Adrasan, son yılların en gözde günübirlik tatil beldelerinden olan Suluada’ya tur düzenleyen onlarca tekne yüzünden berbat olmuştur.
100 tane tekne, sahilin neredeyse yarısını kaplamış, deniz de resmen mazot kokusu-mazot tadı alınmaktadır.
Daha önce oldukça az sayıda olan tekne, söylediğim gibi Suluada turları nedeniyle çok fazla sayıda artmıştır.
Sonuç olarak, sahil, 100 civarındaki tekneye limanlık yapmaktadır. Bu yüzden o muhteşem sahil küçülmüş, hem de ciddi görüntü kirliliği oluşmuştur.
Son aldığım bir duyuma göre, tekne sayısına sınırlama getirilmez ise, her yıl bu tekne sayısına onlarca daha tekne katılacağı söyleniyor, hadi bakalım, cenneti cehenneme çevirmek çok kolaydır.
ADRASAN ÇEVRESİ:
MUSA DAĞI:
Heybetli dağda bulunan Eliğ Tepesi: uzaktan bakıldığında, baş ve hörgüç kısmıyla, yere çökmüş bir deveyi andırır.
Musa dağı, Adrasan ve Olympos’u birbirinden ayırır. Sıfır rakımdan, 1500 metrelere birden çıkan dikliklerle doludur. Dağda zemin oldukça keskin kayalardan oluşmaktadır. Bu durum, buranın volkanik bir yapıda olduğunu gösterir.
Likya yol güzergahında olan dağ: hem doğa ve hem de tarihi kalıntılar açısından oldukça zengindir.
Dağ çam ormanlarıyla kaplıdır, yamaçlarında Olympos antik kentine benzeyen, korsanlardan korunmak için yapılmış bir antik kent kalıntıları bulunmaktadır.
En dikkat çeken ve günümüze ulaşan kalıntılar, su sarnıçlarıdır. Yere gömülü küplere benzeyen su sarnıçları, yaklaşık 7-8 metre derinlikte ve ağız genişlik çapları yaklaşık 2 metre civarındadır.
Ancak dağ uzaktan seyretmekle yetinmekte yarar var çünkü çıkışı oldukça zordur, birkaç kez niyetlendim ama buralı bir tanıdık, dağda oldukça fazla yılan bulunduğunu söyledi ve çıkmaktan vazgeçtim.
LİKYA YOLU:
Likya yolunda, Olympos-Adrasan etabı: 16 km uzunluğundadır ve 746 metre yükseklikteki Musa dağından geçmektedir. Yani, Likya yolunun en zorlu etabı buradadır.
KALELER:
Türkler, Alanya’yı fetih ettikten sonra Adrasan merkezli Iğdır ilini kurarlar. Oğuzların Iğdır boyu Üçok kolu buraya yerleşir ve Adrasan limanının kuzeyine Kız Kalesi, Çakmak Mahallesinin arkasına ise Oğlan kalesi inşa edilir.
KIZLAR KALESİ:
Adrasan limanına “Porto Ceneviz Limanı” denilmektedir. Adrasan limanının kuzeyinde Musa dağının güney uçları olarak önce Kızlar Kalesi tepesi, bunun üzerinde Kızlar Sivrisi yükselir. Bunlar limana hakimdir. Kale, sarp bir kayalığın üzerine inşa edilmiştir.
Kalenin ismiyle ilgili efsane:
“Bir gün erkeklerin Cuma namazına gittiği sırada, Adrasan Limanı açıklarında, bir düşman gemisi sahile yönelir.
Bu arada kalede sadece kızlar ve çocuklar vardır. Erkeklerden yardım gelmeyeceğini anlayan kızlardan birisi kaledeki topu düşman gemisine yönelterek ateşler ve gemiyi batırır.
Böylece, kale ahalisi, düşman tehdidinden kurtulur. Gemiyi batıran kız ise kahraman ilan edilir. Bundan böyle düşman gemisine topun atıldığı bu tarihi kaleye “Kızlar Kalesi” derler.”
Kalenin çevresindeki yerleşim izleri: ilk ve orta çağlarda kalenin iskan edildiğini gösterir. Burada: Akropol olarak adlandırılan küçük bir yerleşim yeri varlığı düşünülür.
Günümüzde: kalenin güney ve batı duvarları ayaktadır. Ayrıca: iç mimarisi ve ikinci kata çıkan merdiven ve mazgallar kısmen ayaktadır. Kuzeydoğu köşesinde içi sıvanmış tonozlu bir sarnıç bulunur. Kalenin bu cephesinde bulunan giriş kapısında, devşirme bloklar kullanılmıştır.
Gelelim kaleye çıkmaya:
Oldukça sarp bir yerde bulunan kaleye çıkmak zordur.
ÇAKMAK KALESİ-OĞLAN KALESİ-ADRASAN KALESİ:
Tepenin yani Kızlar Sivrisi tepesinin karşısında bulunan Markiz dağının eteğinde, bir kaya burnu üzerinde inşa edilmiştir.
Buraya Iğdır kalesi de denir. Çünkü Iğdır nahiyesinin yönetimi buradadır.
Evliya Çelebi: 1971 yılında gezip gördüğü kalenin, sarp bir yalçın kaya üzerine, beşgen şekilli ve yan yana iki sağlam ve küçük bir kale olduğunu, dış katının bazı yerlerinin mühendis elinden çıkmış gibi göründüğünü yazmıştır.
Evet, gelelim günümüze,
Günümüzde Likya yolu güzergahı üzerinde ilerlerken bu kaleyi görmek mümkündür. Ama günümüzde kale tamamın yıkık durumdadır. İlk akla gelen neden bu kadar dik bir yere kale yapılmıştır?
Muhtemelen savunma amaçlı olduğu düşünülmektedir. Ancak karşı tarafta da aynı yükseltide bir başka kale vardır.
Yani, zamanında buralarda 70-80 metre kadar yükseklikte deniz olduğu ve bu iki kale de limanın iki ağzını tutan kaleler olduğu düşünülmektedir.
Evet, sonuç olarak Musa dağında bulunan bu kaleyi gidip görmek isterseniz, oldukça zorlu bir patikayı tırmanmanız gerekir.
Kaleye ulaştığınızda ise, öyle fazlaca antik kalıntı beklemeyin, tepede göreceğiniz muhteşem manzara tüm yorgunluğunuzu giderecek güzelliktedir.
YAMAÇ PARAŞÜTÜ:
Sahilde güneşlenirken, denize girerken, tepenizde uçan yamaç paraşütlerini göreceksiniz.
Yamaç paraşütü için, atlama noktası olan Tozlu tepesi, merkeze 12 km uzaklıktadır. Stabilize yoldaki araç yolculuğu yaklaşık 15 dakika sürer.
Bir başka uçuş atlama noktası ise, yine 15 dakikalık bir stabilize yolla ulaşılan 980 metre yükseklikteki Odunluk Tepe (Markiz Tepe) dir.
Atlama noktasının denizden yüksekliği 1000 metre civarındadır. Rüzgarın durumuna göre, Adrasan koyuna veya Karaöz koyuna inilir. Hava durumuna göre, uçuş süresi 20-25 dakika sürmektedir.
SULUADA:
Adrasan sahiliyle Gelidonya Fenerinin bulunduğu Taşlıkburnu arasındadır.
Suluada, karadan 2 km açıktadır. Gelidonya Fener Burnuna ise 7 km uzaklıktadır.
Uzun ve dar olan adanın boyu yaklaşık 1200 metredir. Adanın şekli, yunusa benzetilmektedir.
Antik dönemdeki ismi “Krambura” dır.
Ada üstünde yerleşim yoktur.
Adını, adada bulunan tatlı sudan alır. Bu tatlı su, adanın doğu tarafında bir noktadan çıkmaktadır. Gayet lezzetlidir ve içilebilir.
Bu suyun nasıl geldiği hakkındaki tahminler: adanın dağdan koptuğu ve deniz altından bir damar aracılığıyla dağlarda biriken kar sularının adaya ulaştığı şeklindedir.
Suyun şifalı olduğu söylense de bu konuda bilimsel bir araştırma veya sonuç yoktur. Tur tekneleriyle adaya gelen ziyaretçiler: kayalıklardan, birkaç metreye kadar yaklaştırılan tatlı sudan içebiliyorlar.
Su kaynağı: parmak kalınlığında akmakta olup, bir hortum ile kıyıya yaklaştırılmıştır. Çünkü tur tekneleri buraya yanaşmaktadır.
Hatta, ada antik dönemden bu yana denizci ve balıkçıların tatlı su temin ettikleri bir yer olarak bilinmektedir.
Adanın çevresinde: Akdeniz fokları, orfozlar ve su altı mağaraları bulunmaktadır. Adanın üzerinde ise 5 siyah keçi yaşamaktadır.
Tekne Turları:
Adrasan sahilinden Suluada ya tekne turları düzenlenmektedir. Yani Suluada’ya gitmek isterseniz, önce Adrasan’a gitmeniz gerekiyor.
Adrasan-Suluada arasındaki tekne yolculuğu yaklaşık 45 dakika sürer. Tekne turunda: Suluada da bulunan 2 plaj, tatlı su kaynağı ve mağaralar bölgesinde duraklama yapılmaktadır.
Sezonda, buraya günlük 50 tekne uğramakta ve ziyaretçi sayısı ise 1500 civarındadır.
Plajlar;
Suluada da 2 tane plaj vardır. Bunlardan birisi 50 metre ve diğeri 120 metre uzunluktadır.
Deniz içinde taban kum ve küçük çakıllı olduğu için yosun ve deniz kestanesi yoktur.
Her iki plajın kumsalı da: beyaz kumludur ve deniz turkuaz renklerdedir. Bu yüzden plajlar, halk arasında “Maldivlere” benzetilmektedir.
Aşıklar Mağarası:
Adanın uç kısmındadır. Mağarada loş bir ortam bulunmaktadır. Bu yüzden çiftlerin ve turistlerin ilgisini çekmektedir. Denizin mavi tonları oldukça güzel bir görüntü yaratır.
Tur tekneleri buraya uğruyorlar. Ancak mağara içinde düzensiz ve hızlı akıntılar nedeniyle tekneler burada demirleyemiyorlar, mağaranın öbür ucundan adanın öbür tarafına geçilebiliyor ancak tekneler sığmadığı için geçemiyorlar, yüzülerek geçilebildiği söyleniyor.
Amerikan Koyu-Kelleci Koyu:
Suluada gezi tekneleri, adanın karşısındaki Amerikan Koyundan öğle yemeği alırlar. Buraya Amerikan Koyu isminin verilmesinin sebebi: “Koyda batan bir Amerikan Teknesi” dir. Burada gayet güzel bir plaj bulunuyor, tur tekneleri burada kısa süreli yüzme molası veriyorlar.
Hacıvat-Karagöz Kayalıkları;
Adrasan’dan kalkan günübirlik Suluada gezi tekneleri, genellikle buraya da uğrarlar.
Hacıvat Burnu koyu, ismini koyun kıyısında bulunan ve Hacıvatın kukuletasına benzeyen kayalıklardan alır. Burada denizin rengi ve derinliği ilgi çekmektedir. Güneş ışınları denizin içindeki beyaz renkli taşlar nedeniyle, denizin rengini turkuaz yapmaktadır.
ADRASAN DERESİ:
Tahtalı dağından doğan Adrasan deresinde: levrek, kefal gibi balıklar var. Bu derenin bulunduğu yer çok güzel. Adrasan içinde; doğuya doğru gittiğinizde, bu derenin bulunduğu yere ulaşmanız mümkün.
Araç trafiği: derenin sol yanında ilerliyor. Otoparklar da burada. Burada: aracınızı park ederek, dere üzerindeki köprülerden karşı kıyıya geçiyorsunuz ve muhteşem restoranlardan birini tercih edip giriyorsunuz.
Dere üzerine yapılmış, ahşap oturma teraslarında, kilim ve minderler üzerine oturup, ortaya konulan yuvarlak tahta üzerinde yemeklerinizi yiyorsunuz. Bu sırada: ayaklarınızı derenin serin sularına uzatma şansınız var.
Ayrıca: dere üzerindeki renk renk ve çeşit çeşit ördekler; sizden, kendilerini beslemelerini isteyen çığlıklar atıyorlar. Gerçekten muhteşem bir ortam.
Dere boyunca; özel bir hava akımı var. Esintili hava, doğal klima gibi, zaten az olan nemi dağıtıyor ve serinlik veriyor.
Zindelik veren bu havayı mutlaka teneffüs edin, anıtlaşmış çınar ağaçlarının gölgesinde, mutlaka konaklayın.
Kumluca; çevresindeki diğer yöreler gibi, turizmden gerekli desteği alamamış bir yer. Sanırım bunun en büyük nedeni: deniz kıyısında bulunmaması, denizden birkaç km. daha içeride bulunması. Ama; yine de, burada bulunan Olympos; gerek tarih, gerek deniz ve gerekse doğa olarak; buraya apayrı bir hava katmaya yeter.
ULAŞIM:
Kumluca-Antalya arasındaki uzaklık: 96 km.dir. Ulaşım D-400 kara yolundan sağlanmaktadır. Beldibi-Göynük-Kemer-Çamyuva-Tekirova güzergahı izlenmektedir.
Kumluca-Finike arası uzaklık: 18 km. dir. Antalya-Kumluca arasındaki karayolu rahat ve konforlu bir yolculuk sunuyor.
GENEL:
Kumluca: çevresindeki diğer yerleşim yerlerinin aksine; deniz kıyısında değil, denizden içeride kurulmuş bir yerleşim yeri. Bu nedenle: Kumluca içinde büyük ve devasa turistik tesis bulmak mümkün değil.
Yalnız: Olimpos-Beydağları Sahil Milli Parkının burada bulunması ve elbette Olympos; buraya turistik açıdan ayrı bir değer katıyor.
Çünkü: Olympos: gerek tarih ve gerekse deniz olarak muhteşem bir yer. Kumluca’ya gidenler: Olympos’u mutlaka görmeli ve yaşamalı.
Evet: Kumluca’nın diğer belli başlı özelliklerini şöyle sıralamak mümkün.
NE YENİR:
Kış günlerinde: buğday, mısır, nohut ve fasulyeden yapılan köle ile yine mısır unundan yapılan “arabaşı” yenilir. Bunların dışında: keşkek ve yayla kesimlerinde yapılan höşmerim yemekleri meşhurdur.
SAHİL ŞERİDİ:
İlçe, 30 km. uzunluğunda sahil şeridine sahiptir. Mavikent Beldesi ile, Finike İlçesi arasındaki sahil şeridi, şu anda, yalnızca yöre halkı tarafından inşa edilmiş, ahşap evler (obalar) ile iskan edilmiştir.
EKONOMİ:
İlçede, büyük sanayi tesisi bulunmamaktadır. Ekonomi, büyük ölçüde seracılığa dayanmaktadır. Halk; turizmden gerekli geliri sağlayamayınca, seracılık ve turfandacılık ön plana çıkmıştır.
DEVE GÜREŞLERİ:
Halk deve güreşlerini çok sever. Her yıl, kış aylarında birkaç kez deve güreşleri tertiplenir. Bu güreşlerde: halk eğlenir. Güreşlere: Kumluca’nın dışından: Demre ve Aydın, Denizli yörelerinden develer getirilir.
TARİHİ:
13’ncü yüzyılın başlarında, Selçuklu Sultanı I’nci Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, Antalya’nın fethinden sonra, bölgenin ilk mülki amir ve komutanı olan: Bübarizeddin Ertokuş tarafından, Likya’nın doğu kısmına Oğuzların üç-ok koluna mensup, Iğdır boyu yerleştirilmiştir.
Bundan sonra: Antalya’nın batı bölgesine, Iğdır denmeye başlanmıştır.
Bu bölge: Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı Devleti döneminde, kaynaklarda: Iğdır, Iğdır eli, Iğdır nahiyesi adı ile de anılır.
19’ncu yüzyılın başlarından itibaren, Osmanlı kaynaklarında, bölgenin adı: “Iğdır maa Kardıç” olarak geçmeye başlar.
Finike kazasına bağlı olan Kumluca nahiyesinin merkezini oluşturan Sarıkavak köyü, 19’ncu yüzyılın başlarında kurulmuştur. Kumluca ve Sarıkavak adları, 15’nci yüzyıldan itibaren: yer, mevki adı olarak Osmanlı belgelerinde kendini gösterir.
Sarıkavak köyü sakinlerinin değirmencilik ve fırıncılık alanlarında mahir oldukları bilinir. Kumluca nahiyesinde genel olarak kereste ticareti, arıcılık, meyvecilik, demircilik, ağaç işleri ve hayvancılık, yaygın olarak yapılmaktadır.
Ayrıca: 20’nci yüzyılın ortalarına doğru Kumluca’da Finike Limanının etkisiyle olsa gerek, her türlü mal bulunmakla beraber, yaygın meslek olarak mefruşat ve terzilik görülür.
1 Nisan 1958 tarihi itibarı ile, Finike kazasından ayrılan Kumluca nahiyesi, Kumluca kazası olmuştur.
GEZİLECEK YERLER:
50.YIL KARATEPE KÜLTÜR MERKEZİ-KALE KULE:
Kumluca merkezdedir. 50’nci yıl kültür merkezi kompleksi içinde bulunan kule, 5 katlıdır. Giriş katında Belediye tarafından işletilen bir çay bahçesi vardır.
3’ncü katta bir restoran ve en üst katta seyir terası vardır. Burada yeşillikleri içinde harika bir şehir manzarası izleyebilirsiniz.
SARNIÇ TEPESİ:
Beykonak, Sarnıç Yolu Sokaktadır. Kumluca merkeze 4 km uzaklıktadır.
Sarnıç tepesi 285 metre yüksekliktedir. Yolu asfalttır. Kumluca Belediyesi tarafından 2006 yılında kurulmuştur. Burada: piknik alanı, çocuk oyun gurubu kompleksi, kır kahvesi ve hayvanat bahçesi bulunmaktadır.
Hayvanat bahçesinde, ruminant yani ot yiyen hayvanlar barınmaktadır. Bunların sayısı 50’yi aşkın türden 600 civarındadır.
Hayvanat bahçesinin bulunduğu yer, aynı zamanda huzurlu ve sessiz bir mesire yeri olarak kullanılmaktadır.
AKTAŞLAR KOYU-AKTAŞ SAHİLİ:
Sahili çakıl taşlıdır. Denizi hemen derinleşmez, sığdır. Sahilde hiçbir tesis yoktur.
GAGAE-GAGAİ:
Mavikent beldesi Aktaş-Yeniceköy Mevkiindedir. Yeniceköy’e yaklaşık 1.5 km uzaklıkta, bir tepenin üzerindedir.
Kent: Akropolis kayalığı ve deniz arasında kalan bölgede kurulmuştur. Gagae şehri: Aşağı ve Yukarı olarak değerlendirilen bir Aprepolis yapısındadır.
Bu yüzden şehre “Paleopolis” ismi de verilmiştir. Günümüze ulaşan yapılar, Roma ve Bizans dönemine aittir. Bunlar: şehrin duvarları ve bazı Hıristiyanlık kiliselerinden kalanlardır.
CORYDELLA-KORYDALLA:
Kumluca merkeze 1 km uzaklıkta, merkezin batısındadır.
İki tepe arasında kuruludur. Antik kentin ismi, Likya dilinde “Korydalla” olarak geçer ve isminin kelime anlamı Doruk Hisarcığı’dır.
Kentin, Likya dilinde bir kitabesi vardır. Buna istinaden şehrin tarihini büyük ölçüde Rhodiaapolis ile birlikte incelemek gerekir. Çünkü kent Likya birliğinden atılmıştır ve Rhodiapolis kenti ile birlikte temsil edilmiştir.
MÖ 5’nci yüzyılda, Pers ordularına bölgede casus Korydallas yol göstermiştir. Kendisi: Corydella şehrinin bir ferdiydi.
Kent, Roma döneminde de varlığını sürdürmüş, ancak özellikle Bizans döneminde gelişmiştir. Zamanla şehirden, kıyı şehirlerine doğru bir göç olmuş ve giderek önemini yitirmiştir.
11’nci yüzyılda Tekeoğulları isimli Türk boyu bölgeye gelmiş, kalıntıların yakınındaki verimli ve kumlu, alüvyonlu ovada “Kumluca” yerleşimini kurmuşlardır.
Günümüzde, zeminde sadece şehre su getiren “Aguaduktur” kalıntıları görülebilmektedir. Başkaca kalıntı yoktur. Çünkü Kumluca evleri yapılırken, kent talan edilmiştir. Antik kentin üzerine Hacıveliler köyü yapılmışıtır.
Günümüzde ve yakın geçmişti, Korydella denildiğinde ilk akla gelen Korydella definesi veya Kumluca definesidir.
Corydella-Kumluca Definesi:
Sion Hazinesi 1963 yazının sonlarında, Hacıveliler mezrasının (Kumluca’nın 2 km batısında, Likya’da modern bir kasaba olan Büyük Asar (Büyük Harabe-antik kentin bulunduğu yer) denen alanda bulunmuştur.
Hazinenin erken bir Bizans kilisesinin kalıntılarından yaklaşık 30 metre uzaklıkta bulunduğu bilinmektedir.
Hazinenin: MS 7’nci yüzyılda işgalci Araplardan saklanmak için gömülmüş olabileceğine inanılmaktadır.
Definenin bulunması hakkında çeşitli söylentiler bulunmaktadır.
1’nci Söylenti:
1963 yılında Hörü isimli bir çoban köylü kadın bölgede keçilerini otlatırken keçilerinden birinin ayağına bir zincir takılır. Akabinde burada “Corydella” ve “Kumluca definesi” olarak isimlendirilen define bulunur.
2’nci Söylenti:
1961 yılında Kumluca yöresinde yaşayan, yaşlı bir kadın, rüyasında bir define görür. Bu rüyasını çocuklarına anlatır ve ovadaki büyük ağacın altını kazmalarını söyler. Bunun üzerine çocuklar annelerinin söylediği yeri kazarlar ve defineyi bulurlar.
Define:
Definede bulunan objelerin kesin sayısı bugün bile bilinmemektedir. Muhtemelen 50’den fazla parçadan oluştuğu düşünülüyor.
Hazinenin, gömülme tarihi ve gömülme nedeni bilinmemektedir.
Definede: Likya birliği ve Roma dönemlerine ait birçok sikke bulunmaktadır. Ayrıca: gümüş kilise eşyaları vardır ancak bu kilise eşyalarının işçilikleri muhteşem güzeldir.
Kilise eşyalarının üstünde: Myra kuzeyinde “Sion kilisesi” ne ait oldukları belirtilmektedir. Objeler: MS 6’ncı yüzyılda, tek bir atölyede, ancak farklı teknikler kullanılarak yapılmıştır.
Parçaların üstünde: Bizans’ın en görkemli olduğu İmparator I Justinianus döneminde, Konstantinopolis yani İstanbul şehrinde yapıldıklarını gösteren damgalar vardır.
Bir kısım obje üzerinde ise, monogramlar görülür. Bunların: hayırsever Piskopos Eutykhianos tarafından Sion Manastırına hediye edildiği belirtilmektedir.
Güney Likya dağlarındaki bir manastır için, bunlar olağanüstü hediyelerdir.
Hediyeler arasında: büyük bölümü altın ve bir kısmı gümüşten: altın kaplamalı tepsiler ve haçlar, kandiller vardır. Özellikle: İmparator I Justinianus döneminden (MS 527-565) kalma buhurdan büyük ilgi çeker.
Buluntular: Bizans dönemini yansıtması, maddi yönü ve bilimsel değerinin çok yüksek olması nedeniyle bütün dünyanın ilgisini çeker.
Definenin Talan Edilmesi:
Define haberinin alınmasının ardından: eski eser kaçakçıları, derhal İstanbul’dan Kumluca’ya gelirler. Antalya Müze Müdürü ise, Antalya’dan Kumluca’ya gidecek bir araç bulamadığından geç kalır ve Kumluca’ya ulaştığında, definenin büyük bölümünün yöreden kaçırıldığını görür, definenin sadece küçük bir bölümünü (20 parça kadar) ele geçirir.
Definenin yöreden kaçırılan büyük bölümü ise, uluslararası kaçakçı Yorgo Zakos tarafından, Amerika’da yaşayan emekli büyükelçi Robert Bliss ve eşi Mildret Bernes Bliss’e, 1 milyon dolara satar. Onlarda defineyi müzeye bağışlamışlardır.
Yorgo Zakos, define parçalarını 1962 yılında Kumluca’dan satın almış ve resmi soruşturmadan kaçmak için 1963 yılında Türkiye’den kaçmıştı.
Define, 1963-1965 yılları arasında, İstanbul üzerinden önce İsviçre ve oradan da Amerika’ya kaçırılır. Küçük bir kısmı ise, Avrupa’daki bazı koleksiyoncular tarafından satın alınır.
Günümüzde: İngiltere-Londra Hewit Koleksiyonunda 4 parça ve Digby koleksiyonunda ise 1 parça vardır. Ancak Hewit koleksiyonunda bulunan parça başkalarına satıldığı için günümüzde akıbeti meçhuldür. İsviçre’de bazı koleksiyoncularda da definenin bazı parçalarının bulunduğu tahmin edilmektedir.
Antalya Arkeoloji Müzesinde ise, sadece 14 parça Sion eseri olarak definenin parçaları sergilenmektedir.
Definenin 18 parçalık bölümünün yani kayıt bölümünün, 1964 yılında Atina’da yapılan bir toplantıda İstanbul Arkeoloji Müzesinden Nezih Fıratlı tarafından fark edilir. Kısa bir süre sonra hazinenin ülkemize iade edilmesi istenir. Ancak iade edilmez.
Halen Amerika’da Dumbarton Oaks Koleksiyonunda bulunmakta ve Washington şehrinde Dumbarton Oaks Müzesinde sergilenmektedir. Müze envanterinde günümüzde Kumluca definesine ait 18 parça eser bulunmaktadır.
Sonuç:
Define parçalarının ülkemize iade edilmesiyle ilgili olarak yıllardır Amerika’da bulunan Dumbarton Oaks Müzesi yetkilileriyle görüşülmektedir, ancak herhangi bir olumlu gelişme olmamıştır.
RHODİAPOLİS:
Kumluca merkeze 5 km uzaklıktadır.
Rhodiapolis, Sarıcasu’nun arka bölümünde, deniz seviyesinden 300 metre yükseklikteki bir tepe üzerinde bulunur.
Tepenin güneyinde Kumluca düzlüğüne ve Akdeniz’e bakan yamaç: yapılarla doludur. Çünkü Rhodiapolis’in en önemli özelliği şehirciliktir. Dar ve zor arazide oldukça başarılı planlanmış kompakt bir kent yaratılmıştır.
Yapılar arasında sadece cadde ve sokak boşlukları dışında bir boşluk yoktur. Eğimli arazide, kentsel yapılaşmaya imkan tanıyan, çok sayıda teras çoğunlukla sarnıçlar ile oluşturulmuştur.
Böylece hem su ihtiyacı karşılanmış, hem de yapılara uygun düzlükler sağlanmıştır.
İsmi nedeniyle şehrin Rodoslular tarafından kurulduğuna inanılmaktadır.
Theopompos’un yazdıklarına göre: Rhoriapolis şehri ismini Mopsos’un kızı Rhodos’tan alır.
Bir başka yazara göre ise, şehir Troya savaşından sonra Akhaların önderi Amaphilokhos tarafından kurulmuştur ve şehre aynı zamanda bir kahin olan kızı “Rhodia” nın ismini vermiştir.
Bölgedeki şehirlerin merkezi konumundaki Rhodiapolis şehri Likya birliğinde 1 oy kullanma hakkına sahipti. Ancak çevresindeki küçük kentlerin ise, üçü bir arada sadece 1 oy kullanabiliyordu.
Rhodiapolis, Doğu Likya’nın sınır kentidir. Likya bölgesi bundan sonra bitiyor. Şehir, zengin ve verimli arazilere sahipti.
Ören yerinde: Akropoldeki kalıntılar dışında, kuzey ve doğu Kumluca ovaları ve Akdeniz’i çevreleyen yamaçlarda da bina kalıntıları vardır.
Rhodiapolis: başarıyla planlanmış çok kompakt bir şehircilikle öne çıkmaktadır.
Binalar, birbirine yakın konumlandırılmıştır.
Eğimli arazide, teraslar oluşturulmuştur. Çünkü Rhodiapolis şehrinde yeterince düz arazi yoktur.
Klasik dönem Rhodiapolis sakinleri, tepenin üzerinde yaşıyordu.
Kaya mezarları ile kuzey vadisindeki ev kalıntıları, orada daha küçük bir yerleşim kurulduğunu gösterir.
KENTTE YAŞAMIŞ ÖNEMLİ KİŞİLER:
OPRAMOAS:
Kentin en ünlü simasıdır.
Antonius Pius (MS 138-161) döneminde yaşamış ve Likya’nın en zengin ve en ünlü hayırsever adamı olmuştur. Kendisi, yaptığı tarımsal ürünler ve deniz ticareti sayesinde büyük bir servet edinmişti.
Opramoas’ın Likya birliğinde üstlendiği ilk görevi: arkhiphylakia olur. Erken dönemdeki hizmetleri nedeniyle, 4 kez onurlandırılır. Bu onurlandırmalarda: bronz heykel, altın kaplama ikon ve altın çelenk almıştır.
MS 131-132 yıllarında cömertliğini kanıtlayan Opramoas, Likya birliği tarafından yıllık onurla onurlandırılmıştır.
MS 136 yılında, İmparator kültü başrahipliği ve Likya birliği yazmanlığı görevini alır.
Opramoas’ın tüm Likya’da yardım etmediği şehir yoktur.
Özellikle, MS 141 yılında, depremde yıkılan pek çok yapı, Opramoas tarafından onarılmıştır.
Kentlere yapılan yardımlar dışında: kurduğu vakıf sayesinde: Likya’da 16 yaşına gelmiş bütün çocukların eğitim ve beslenmeleri, yaşlılar için kefen parası, genç kızlar için çeyizlik ve yoksullara yiyecek yardımları da yapmıştır.
İmparator Hadrianus: Asya olaylarını detaylıca bilen Likyalı tüccar Opramoas’ın gizli raporlarının, Palma tarafından alaya alındığını” anlatır.
Yöredeki birçok antik şehrin günümüze ulaşmasında Opramoas tarafından şehirlerin deprem sonrasında yeniden imarında yapılan yardımın büyük katkısı olmuştur.
2015 yılında Prof. Dr Nevzat Çelik’in girişimleriyle, Opramoas Antalya Sanayici ve İşadamları Derneğine onursal üye yapılmıştır.
HERAKLEİTOS;
MS 2’nci yüzyılda yaşamış bir hekim ve din adamıdır.
Atina’da rahiplik yapmış, belli bir yaştan sonra da Rhodiapolis şehrine geri dönüp şehirde Asklepios kültünü kurmuş ve başrahip olmuştur. Ayrıca bir hastane açmıştır.
Böylece, şehir aynı zamanda bir sağlık merkezi olmuştur.
Kazılarda hastane ve tedavi odaları bulunmuştur. Üç girişli bir yapı ve burada su tedavisi ve telkin odaları gün yüzüne çıkarılmıştır. Çünkü hastanede su tedavisi yapılıyor, telkinle hastalar iyileştiriliyordu.
Hastanede masaj odaları, yağlanma odaları ve telkin odaları vardı. Tedavi odalarında küçük krem kaşıkları, iğneler bulunmuştur, ayrıca yatakhaneler de vardır.
Ayrıca kütüphane tespit edilmiştir. Ancak ortaya çıkan yapıların ve yazıtların anlamları tam olarak çözülememiştir.
ARKEOLOJİ KAZI ÇALIŞMALARI:
Şehir, ilk kez, 1842 yılında İngiliz bilim adamları Daniel, Sprat ve Forbes tarafından keşfedilmiştir. 1881-1882 yıllarında da çalışmalar devam etmiştir.
KALINTILAR:
Rhodiapolis şehri, Likya dilinde yazıta sahip kaya mezar dışında, MÖ 7’nci yüzyıl öncesini yansıtacak kalıntılara sahip değildir. Bizans çağı yapılarının büyük kısmı da tahrip olmuş, günümüze ulaşmamıştır.
TİYATRO:
Tiyatro, kentin kuzeyinde, bugün görülebilen Bizans yerleşiminin bulunduğu Akropol tepesinin güney doğusundadır. Kamu yapılarının merkezindedir.
Tiyatro, güneye bakar. Yöneliminden dolayı, gün boyu güneş alır. Helenistik dönemde en erken inşa edilen yapıdır. Yerli kireçtaşından yapılmıştır.
Roma döneminde, kent merkezinde yer bulma sıkıntısı yaşandığından, kamu yapıları, kentin en önemli yapısı konumundaki tiyatro çevresinde konumlanmıştır.
Tiyatronun Cavea bölümü oldukça iyi korunmuştur. Sahne binasının, hyposkene ve postskene bölümleri de iyi korunarak günümüze ulaşmıştır.
Oturma sıralarının uçlarında bulunan aslan ayağı kabartmalarıyla Cavea, ince bir işçiliği sahiptir. Cavea’nın sekizde dörtlük bölümü, yamaca yaslanmıştır. Kuzey batı analemma duvarı, palygonal duvar örgüsü ile yükseltilmiştir.
Caea: 7 klimakes ve 6 kerkides’e bölünmüştür. Cavea’da 18 oturma sırası vardır. Cavea önünde: cella curilis denen iki koltuk, en arka sırasında ise bisellum olarak taht-bank şeklinde koltuk sırası bulunmaktadır.
Seyirci kapasitesi 1500 kişi civarındadır. Cavea’da taşçı işaretleri bulunmaktadır.
Tiyatro, Helenistik dönemde baldachin, Roma döneminde ise, velarium denen farklı gölgelik sistemlerine sahiptir. Tiyatroya giriş-çıkışlar, doğu ve batı parodoslardan sağlanmaktadır.
Orkestra formu daireseldir ve çapı 10.50 metredir. Zemin ise sıkıştırılmış topraktır.
Sahne binası, zeminle birlikte 2 katlıdır ve mimari stili Dor düzenindedir. Doğu-batı aksında uzanır. Sahne binasının üst kesimi tamamen yıkılmıştır. Sadece zemin katı görülmektedir.
Tiyatroda önemli yazıtlar bulunmuştur.
Tiyatronun üst kısmında: batıya doğru sadece apsisi korunarak günümüze ulaşmış bir kilise bulunmaktadır. Amfi tiyatro, Geç Roma dönemine kadar kullanılmıştır. Bu dönemde tek tanrılı dinle birlikte tiyatro faaliyetleri sona ermiş ve yasaklanmıştır.
Tiyatroda, 22 Haziran 2011 tarihinde yapılan bir organizasyon ile konser düzenlenmiş ve bin yılı aşkın bir zaman diliminden sonra tiyatro, tekrar müzikle buluşmuştur.
Tiyatro Yanındaki Toplantı Salonu:
Geç Roma döneminde, tiyatronun var olan duvarı kullanılarak ek mekanlar yapılmıştır. Bu yapı, kare formludur. MS 3 ile 5’nci yüzyıl arasında yapıldığı tahmin edilmektedir.
Stoa teras duvarına kadar uzanır. Cephe yapısallığı belirsizdir.
Görünüşe göre, iki katlı stoanın üst katı bu yapıya 9 metrelik bir ön alanı oluşturmaktadır. Stoa sonu ile yapı arasında, dar bir geçiş koridoru bırakılmıştır.
Burası: Rhodiapolis şehrinin, dar alanda şehircilik karakterinin en sıkışık ve aynı zamanda en başarılı uygulamasıdır.
Sahne binasından sonra yapılan toplantı salonunun, batı arka duvarı, sahne binasını kısmen keserek oturtulmuştur.
Dış duvarları çoğunlukla blok taşlardan örülüdür. Sadece arka duvarında, ana bölümler moloz taşla kapatılmıştır. İçinde 4 sıra oturma basamakları vardır.
OPRAMOAS ANIT MEZARI:
Mezarın sahibi Opramoas Likya bölgesinin ünlü hayırseveridir. Kendisi hakkındaki ayrıntılı bilgiyi yukarıda vermiştim.
Anıtın cephesi ve iki yan yüzündeki yazıtlar, antik dünyanın ikinci en uzun Eski Yunanca yazıtı olma özelliğini taşımaktadır. Anıt mezar sahibinin, yerleşimdeki en ayrıcalıklı kişi olduğunu gösterircesine, kentin en odak merkezinde, tiyatronun önündeki terasın ortasına konumlandırılmıştır.
Mezarın kuzey köşesi, tiyatro sahne binasına değecek şekilde yerleştirilmiştir.
Amaç sahne binası ile Agora teras duvarı arasında kalan, 19 metre genişlikteki alana yapıyı sığdırmaktır. Anıtın boyutları: 7.6 x 6.7 metredir. Tüm yapıda kesme taş bloklar kullanılmıştır.
Güneybatı yan duvarın tamamı, cephenin tamamı ve kuzeydoğu yan duvarın ön yarısı, yukarıda anılan ünlü Opramaos yazıtlarıyla doldurulmuştur.
Yapıda ele geçen tek kabartma; çatı alınlığındaki Medusa başıdır. Yuvarlandığı Stoa alanında bulunan Medusa bloğunun ele geçen parçaları onarılarak birleştirilmiştir.
Yani, bölgede birçok benzeri bulunan, 2’nci yüzyıl Roma dönemi moda tapınak planındadır. Sadece cepheden basamaklarla çıkılan bir merdiven vardır. Bu podyuma çıkan merdiven ölçüleri: 2.34 x 3.07 metredir.
Podyum ucunda: 4 sütunlu bir cephe düzenlemesi görülür. Sonraki dönemde, yapının özellikle cephesi tahrip edilmiştir. Bu kesimdeki mermer malzeme: alt terastaki Bizans kireç kuyusunda yakılmıştır.
Batı yan ve cephe duvarının tamamı ve doğu yan duvarının ilk yarısı, yazılı bloklarla örtülüdür. Arka duvar ise boştur.
Bu kitabeler 64 belgeden oluşmakta olup, Opramoas’ın bütün resmi ilişkileri sıralanmaktadır. Bu belgeler arasında: 12 İmparator mektubu, 19 Procurator mektubu ve 33’ü birlik toplantısına ait belgedir.
Bu yazıtlı anıta ait bloklar, çevreye dağılmıştır. Bu kayıtlarda: Opramoas’a sunulan onurlandırmalar ile kendi şehrine ve diğer şehirlere yaptığı hayır işleri anlatılmaktadır. Mektuplar, özellikle Antonius Pius ile olan yazışmalardır.
Yazışmalar içerisinde bu kişinin Lkkiarkh (Likya birliği yöneticisi) olduğu da anlaşılmaktadır. Anıtın üstünde kırma çatı bulunur.
Çatı kiremit kaplıdır. Tüm yapı: kesme taş bloklarla örülüdür.
AGORA/STOA:
Kuzeydoğu-güneydoğu doğrultusunda uzanır.
Agora ve Stao birlikte tasarlanmıştır. Yapılış tarihi olarak muhtemelen MS 1’nci yüzyılın ilk yarısı düşünülmektedir.
Stoa, Agoranın batısı boyunca uzanan, yarı kapalı bölümdür. Stoanın doğusunda, paralel uzayan Agora düzlüğü vardır. Bu düzlük, kuzeyden başlayıp güneye doğru genişler.
Agoranın güney tarafında 4 büyük sarnıç bulunur ve bu sarnıç, geniş terasın alt yapısını oluşturur. Agoranın iki taraftan girişi bulunur.
Stoa’nın ele geçen parçalardan 2 katlı olduğu anlaşılmıştır. Stoanın zemininde mozaikler bulunmuştur.
Bunlar geometrik desenlidir. Agoranın kuzeydoğu köşesinde, heykel kaideleri bulunmuştur. Ancak heykeller yoktur.
HADRİAN SEBASTEİON:
Şehir merkezinde, Agora ve Stoanın güneyindedir.
Asimetrik dikdörtgen yapıdadır. Doğu cephesi blok taşlarla örülüdür ve zemin kattan giriş vardır.
Doğu-batı yönde uzayan, anıtsal nişli cephe şehir merkezine hakimdir. Zemin kat, son blok sırasına kadar korunarak günümüze ulaşmıştır.
FORTUNA TAPINAĞI:
Tapınağın ön alanını oluşturan, tonozları çökmüş olan sarnıçlara düştüğü tespit edilen podyum blokları kaldırılarak orijinal yerlerine konulmuştur. Tapınağın giriş yüzü: kuzeye ana alan girişine bakar.
Bu yüzün iki yanında, tapınağa bitişik birer heykel kaidesi bulunmaktadır. Kaidelerden biri kütüphaneye, diğeri ise doğuya nişe bakmaktadır.
ASKLEPİON:
Fortuna Tapınağı ve Kütüphanenin bulunduğu, kentin güney batı alanında, Sebasteiona bitişiktir. Yapı MS 2’nci yüzyıla tarihlenir.
Asklepeion ve Asklepeios ile ilgili yazıtlar, bu yapının çevresinde bulunmuştur.
Kompleks içindeki kütüphane ve avlu çevresindeki odalar, bu fonksiyonu güçlendirir. Asklepeios ve kızı Hygeia’ya heykeller adayan ve ilk kez bölgede Asklepeios kültünü kuran Herakleitos yazıtı, bu yapının hemen arkasında bulunmuştur.
Yine yapının ana girişi önünde, Asklepeion yazan bir yazıt bulunmuştur.
Asklepeion yapısının alt yapısı, sarnıçlardan oluşmuştur. Bu kısım bir avlu görevindedir. Kuzey yönünde 3 kapılı bir Stoa alanından mekana girilir. Giriş kapısından sonra, geniş bir koridor vardır.
Doğu ve batıda bulunan odaların girişi, bu alandan sağlanır. Avlunun doğu ve batısında 6 mekan vardır. Bu mekanlar hasta odalarıdır.
Alandaki diğer yapılar gibi, buranın da yapı duvarlarında da: doğal nedenlere bağlı bozulmalar ve yapısal kayıplar olmuştur. Duvar: moloz taş ve kireç harcı kullanılarak inşa edilmiştir.
KÜTÜPHANE:
Fortuna Tapınağının batı bitişiğindedir. Tapınakla aynı ön alana bakmakta ve kapısı da bu yöne açılmaktadır. Hekim Heraikleitos tarafından MS 2’nci yüzyılda yaptırılmıştır. Heraikleitos yazdığı 6 ciltlik eserinin de burada bulunuyordu.
Yapı dikdörtgen planlı ve tek hacimlidir. Kütüphanenin duvarları genellikle moloz taş ve harçla örülmüştür. Sıva üstü mermer kaplamadır. Yapının küçük ölçülerine göre oldukça güçlü görülen duvarları 1.20 metre kalınlıktadır.
Yapının kalın duvarları içinde: 0.50 metre derinlik ve 1.5 metre genişlikte nişler açılmıştır. Kuzey duvarda 3 ve doğu duvarda ise 2 niş vardır. Doğu yüzü ortasında, tapınakla bakışımlı bir giriş vardır. Güney tarafı yamaca bakar.
HAMAM:
Şehrin doğusunda, son kamu binasıdır. MS 2’nci yüzyıla tarihlenmektedir.
Yapının güney yarısında paestra altında sarnıçlar vardır. Kuzey yarısında ise hamam bulunur. Yapı iyi durumda korunarak günümüze ulaşmıştır. Bizans döneminde kullanılmıştır. Tasarımı: Anadolu hamam-gymnasium modelindedir.
Likya bölgesi, sıralı I tipi hamam planındadır. Hamam duvarlarındaki moloz taşlar, harçla örtülmüştür. Hamamın ana mekanı, tonoz örtü ile kapatılmıştır.
Hamamın içinde su basınç odası olarak adlandırılan kastellum vardır. Duvarlar arasında eğimli hava kanalları bulunur. Duvarlar: terrakota çivilerle ısıtılmaktaydı.
KENOTAPH:
MÖ 2’nci yüzyıla tarihlenen bir anı mezardır. Henüz burada kazılara başlanmadığından bilgi yoktur.
NEKROPOLLER:
Şehrin nekropolleri, şehre gelen ve giden yolların kenarlarında yoğunlaşmıştır.
En erken Nekropol, yerleşimin kuzeyindeki vadi kenarında bulunan kayalıklardaki kaya mezarlığıdır. Kentin çevresindeki Roma dönemi nekropolleri, genellikle çok tonozlu oda mezarla ve lahitlerden oluşmaktadır.
Lahitler, kentin güneyinden çıkan yol boyunca yoğundur. Oda mezarlar ise, kentin kuzey ve kuzeybatısında çoktur.
Kent merkezindeki cadde kenarlarında da anıt mezarlar görülür. Roma dönemi anıt mezarları, kentin merkezinde yol boylarında dizilmiştir.
Ancak, Rhodiapolis kentindeki en önemli mezar, Tiyatronun sahne binasının arkasında bulunan Opramoas anıt mezarıdır.
KAYA MEZARLAR:
Şehirde 26 tane kaya mezar varlığı tespit edilmiştir. Ancak bu mezarların sahiplerinin yaşamlarına ait bir mimari kalıntıya henüz rastlanmamıştır.
KONUTLAR:
Kentin en çok dikkat çeken özelliği, küçük taşlardan harçlı ve harçsız olarak yapılmış ve günümüze kadar ulaşan çok sayıdaki yapıdır. Değişik ölçülerdeki bu yapıların birçoğu özel kişilere ait evlerdir.
AKROPOLİS:
Bizans Kilisesi:
2009 yılında yapılan kazı çalışmalarında, kilisenin apsis ve hema kısmı, pastaphorium odaları, kuzey nefin tamamı ve kilisenin kuzey doğu köşesine bitişik şapelde kazı çalışmaları tamamlanmıştır.
Yapılan çalışmalara göre, kilisenin Akdeniz Bölgesi, erken Bizans dönemi bazilikal planlı kiliselerinin tipik örneklerinden birisi olduğu anlaşılmıştır.
Kilisenin MS 5’nci yüzyıla ait olduğu tahmin edilmektedir. Erken Bizans dönemine yani MS 11-12’nci yüzyıllara kadar kullanılmıştır.
Kilise, Akropol düzlüğünün merkezinde konumlanmıştır. Doğu-batı uzanımlıdır. Narteksi yoktur. Batı girişli ve üç neflidir. Apsisin içinde 6 basamaklı syntronom vardır.
Yapının uzunluğu yaklaşık 25 metredir. Naos, iki sütun ile üç nefe ayrılmıştır. Yapının orijinal üst örtüsü ahşaptır. Kilisenin cephesinde üç giriş vardır. Bunlar Roma dönemi yapılarında devşirme bloklarla örülmüştür.
Kilise bölümlerinden bazılarının zeminleri mozaik, bazıları ise taş kaplıdır. Mozaik döşemede: beyaz, kırmızı, mavi, sarı renklerde tessera kullanılmıştır.
Bu bölümde, günlük kullanım amaçlı seramikler de bulunmuştur. Az sayıda fresko parçalarına rastlanmıştır.
Bir piskoposluk merkezi olan Rhodiapolis şehrindeki bu büyük kilise, muhtemelen şehrin katedrali yani piskoposluk kilisesiydi.
Şapel:
Yapının kuzeydoğu köşesinde 5.80 x 4 metre ölçülerinde bir şapel vardır. Şapelde: dolgudan mavi, beyaz ve kırmızı renklerle boyalı fresko parçaları ve iki kırık sütun gövdesi bulunmuştur.
Konutlar:
Kilisenin kuzeyine bitişik olan ve doğrudan kuzey nefin doğru kısmına, bir kapı ile açılan yapının da, muhtemelen piskopos konutu olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak: kilise, piskoposluk konutu ve şapel, birbirine bağlıdır.
KARACAÖREN:
Karacaören beldesi, Kumluca merkeze 30 km uzaklıktadır.
KORMOS:
Karabük Mahallesindedir. Kumluca merkezin 20 km kuzeyindedir ve bu bölgede bulunan 3 kent arasında, ilk varılan kenttir.
Kent: Alakır nehri ve vadisinin doğusundadır. Günümüzdeki Karabük yerleşiminin eteklerine kadar uzanmaktadır. Sarp bir tepenin sırt kısmında kuruludur. Bu sırt, güneye doğru 2 km devam eder.
Tepedeki yerleşim, yaklaşık 450 metre uzunlukta ve 30 metre genişliktedir. Binaların çoğunluğu bitişik nizamda yapılmıştır.
Yol olarak kullanılan alan, yok denecek kadar azdır. Ancak tepeye çıkarken rastlanılan kalıntılar, aslında yerleşimin daha geniş bir alana yayıldığını göstermektedir ve hatta Alakır nehrinin kıyısına kadar uzandığı tahmin edilmektedir.
Sırt üzerinde bulunan kalıntıların hepsi, tahrip edilmiş ve yağmalanmıştır.
Yerleşim yerinde, buranın kent olarak düzenlendiğini gösterir kamu binaları kalıntıları görülmemiştir.
Bu yüzden, burası muhtemelen Bizans döneminde bir köy kent veya kuleye sahip çiftlik yerleşimidir.
Belki de kıyıdan iç kesimlere giden ticaret kervanlarının uğradığı veya sığındıkları tahkimli bir yer olmalıdır.
Bölgede mezar yapısına rastlanmamıştır.
Evet, sonuç olarak, burada Bizans dönemi sonrasına ait herhangi bir kalıntıya rastlanmamıştır. Bölgenin, MS 7’nci yüzyıl civarında Arap akınları nedeniyle boşaltıldığı düşünülmektedir.
Kentin günümüze ulaşan en önemli yapı kalıntısı: batı sırtta kule olması muhtemel yapı mimari parçalarıdır. Dağlık Likya ve Kilikia bölgelerinde, kuleler: gözetleme, savunma, saklanma, barınma ve depo görevi görmek üzere inşa edilmiştir.
Bu kuleler, yerel halkın ve malları için korunaklı mekanlar olarak kullanılmıştır.
Kormos kentindeki kule de, kayalık bir tepenin zirvesinde yani savunmaya elverişli bir yerde yapılmıştır. Kule, günümüzde de, ovayı gözetleme açısından ve saldırıya karşı savunma özelliği bakımından değerlendirilmektedir.
AKALİSSOS:
Ören yeri, Kumluca merkezinin yaklaşık 25 km kuzeyindedir.
Karacaören köyünün Asarderesi ile Gavuristanlık Mahallesindedir. Kumluca’dan kuzeye, Alakıra giden yolda, iki kent arasında kalmaktadır. Alakır vadisinde, Asar deresi denen derenin ayırdığı vadinin iki tarafında yerleşiktir.
Günümüzde, şahıslara ait bağ ve bahçe olarak kullanılan araziler içinde kalan antik kentte, tahribat ve yağma oldukça fazladır.
Ana yolun diğer tarafı yani dere yatağının kuzeyinde kalan dik kayalık bölünde, şehrin mezarları yani nekropol alanı vardır. Akalissos antik kenti kalıntıları, İdebessos’a 2 km mesafededir.
Burası bir Likya kentidir ve Likya birliğine üyedir.
Patara kentinde bulunan ve aslen askeri amaçla yapılan yolların güzergah bilgilerinin işlendiği “Stadiasmus Patarensis Anıtı” üzerinde, Akalissos ve Kormos kenti arası uzaklık 24 stadion yani yaklaşık 4.5 km olarak yazılıdır.
Kentte bulunan bir yazıtta: “Akalissos, Arykanda, Kyaneai ve Korydalla Halk Meclisleri tarafından onurlandırılan Oreios, bir heykel diktirmiştir. Oreios grammateusluk, eşi Aridesa ile birlikte İmparator rahipliği ve çeşitli görevler yapmışlardır.
Söz konusu yazıt Roma İmparatorluk dönemine tarihlenmektedir.
Kent: kaya mezarlarının bulunduğu tepenin etrafına açılan yol ile sınırlandırılmıştır.
Güney ve güneydoğu yamacında, alt kodlarda, ana kayanın düzleştirilmesiyle oluşmuş teras duvarları görülür.
Kentin kuzeyi ve güneyi arasında, dere yatağının yanında, bölgeye ulaşımı sağlayan modern yol yapılmıştır ve doğu batı yönünden bölgeden geçer.
Güneydeki tepeye bu yoldan itibaren ulaşım sağlanmış olmalıdır, çünkü izler bulunmaktadır. Ancak kuzeyde kalan kaya mezarlarına ulaşmak mümkün olmaz.
Güneydeki tepe sırtlarında bulunan lahitler, burada ayrı bir nekropol alanı bulunduğunu gösterir. Lahitlerin çevresinde başka yapılar yoktur. Yani, kent ve Nekropol iç içe değildir.
Lahitler, Roma dönemine tarihlenmektedir.
Kuzeydeki tepe yamaçlarında ilginç kaya mezarları bulunur.
Kente ait yapı kalıntıları, çalılık ve ağaçların arasına gizlenmiştir, tepenin güneydoğu yamacında yoğundur. Ancak büyük tahribat nedeniyle, yapıların mahiyeti ve fonksiyonlarını tespit etmek mümkün değildir.
Öte yandan, alanda her yapı parçasının yanında veya civarında kaçak kazılar yapıldığı görülmektedir. Özellikle kentin güney tarafı, tamamen özel şahısların mülkiyetindeki arazilerin içinde kalmaktadır.
Antik kaynaklara göre: Roma döneminde, şehir komşuları olan İdebessos ve Kormos ile siyasi birlik oluştururmuştur.
Çünkü söz sahibi olabilmek ve aynı zamanda kendi aralarında ekonomik geçim ve güvenliği sağlamak istemişlerdir.
MS 141 yılında, tüm bölgeyi etkileyen depremde ağır hasar görür.
Rhodiapolis kentinin vatandaşlarından ve Likya’nın en zengin kişisi Opramos’un maddi katkıları ile yeniden inşa edilir. Bu durum, Rhodiapolis kentinde bulunan ve Opramoas anıtı adıyla bilinen yazıtta yazılıdır.
Akalissos kentine ait en önemli buluntular: Gardianus zamanında basılan sikkelerdir.
MS 242-244 yılları arasında, III Gordianus ve eşi Tranquillina zamanında kentte sikke basılır ve bu bronz sikkelerin üzerinde, Akalissos kentinin ismi ve Gordianus ile eşinin adı basılmıştır.
Bizans döneminde, Hıristiyanlığı seçen kentte, 2 tane kilise bulunmaktadır ve Piskoposluk merkezi olmuştur.
Kent alanında, yüzeyde ise bol miktarda keramik kalıntısı bulunmaktadır. Bunlar muhtemelen günlük kullanımda kullanılmış, basit ve sade işçilikli ve irili ufaklıdır. Bu kalıntılar Bizans dönemine aittir.
Evet, şehrin tarihi geçmişi incelendiğinde: MS 7 ve 8’nci yüzyıllardan sonra yerleşim olmamıştır.
Günümüze kalan kalıntılar:
Ören yerinde derenin diğer yanında, Akropole bakan tepe üzerinde şehrin en önemli kalıntıları bulunmaktadır.
Burası, doğal özellikleri nedeniyle şehrin nekropol alanı olarak kullanılmıştır. Nekropol alanı, İdebassos şehrindeki gibi ormanlık arazide değildir.
İki tepenin kayalık yapısı nedeniyle, burada kaya mezarları bulunmaktadır. İki ayrı kodda bulunan 8 kaya mezarı görülmektedir. Ancak bu kaya mezarlarının mimari stili, Likya özellikleri taşımaz.
Akropol tepesinin üzerindeki yapılar ise büyük tahribata ve yağmaya uğramıştır.
Nekropol alanındaki lahitler, yerel kireç taşından yapılmıştır. Hepsi Roma dönemine aittir. Lahitlerde, komşu şehir İdebassos’dakilere benzer, kalkan motifleri ve tekne kenarlarında kabartma süslemeler vardır.
Lahitlerin alt kısmında, basamaklı podyumların bulunduğu görülür. Bu lahitler günümüzde şahısların şahsi arazilerinde bulunduğu için, sınır taşı, hayvan besleme ve depo amaçlı olarak kullanılmıştır.
Evet, bu mezarlar dışında, bölgede yapılan araştırmalarda, sağlam kalabilmiş bazı yapı parçalarının, kentte, büyük kamusal yapılar inşa edildiğini göstermesi açısından ilginçtir. Kentin önünden dere geçmesine rağmen, kentte sarnıç kalıntıları bulunmaktadır.
Akropol tepesinin doğu yamaçlarında ise, sur duvarlarına ait izler görülmektedir.
İDEBASSOS-KOZAĞACI
Kozağacı köyü yakınlarındadır.
Kumluca merkeze 21 km uzaklıktadır. Ancak ulaşımı zordur, çünkü ören yeri ormanlık bölgededir.
Kentin isminin muhtemelen, arkasındaki en yüksek dağdan kaynaklanmıştır. Kentin arkasındaki dağlık alanda, bölgenin en yüksek tepesi olan “Kızlarsivrisi” vardır.
Çevresindeki tarım arazilerinden ve daha çok ormanlardan geçimini sağlayan bir Doğu Likya dağ yerleşimidir.
Kent, Likya Birliğinin bir üyesi olarak bilinir. Doğu Likya bölgesinin kuzeyindeki dağ yerleşimleri ve kıyı kentlerini birbirine bağlayan yol üzerinde olması nedeniyle önem kazanmıştır.
Roma dönemi sonrasında ise, kentin ismi “Edebessos” olmuştur. Hıristiyanlık döneminde Myra Metropolü içindedir. İsmi ise “Lebissos-Lemissos” olan bir Piskoposluk merkezidir.
Günümüze ulaşan kalıntılar arasında:
Kentte, klasik dönem ve öncesine ait hiçbir veri yoktur. Sadece bir sikke de kentin ismi geçmektedir. Yine kentteki günümüze ulaşan kalıntılarda: kaya mezar yoktur.
Ayrıntılı arkeolojik araştırma yapılmamıştır, sadece yüzeyde görülen yapılan incelenmiştir. Yüzeyde yoğun olarak görülen Roma ve Bizans dönemi seramikleri yanında, tek ele geçen buluntular bronz heykelciklerdir.
1989 yılında ele geçen ve halen Antalya Arkeoloji Müzesinde bulunan bir define içinde: Likya’nın binicisi Men olan tek atlı heykelcik, Likya’da oldukça popüler olan 3 tane Kakasbos-Herakles heykelciği, 1 atlı heykelcik ve binicileri olmayan 3 at heykelciği bulunmaktadır.
Bu heykelcikler: atlı tanrı figürlerinin yaygınlık kazandığı, MS 2’nci yüzyıla tarihlenmektedir.
Ancak İdebassos şehrindeki kalıntılardan, tanrılara yani kültlere ait bir kabartma, tapınak veya yazıt bulunamamıştır.
Tiyatro:
Helenistik dönemde var olduğu bilinen tiyatronun, boyutları ve planı bilinmemektedir.
Agora:
Bütün yapılar arasında kalan bölgedir.
Nekropol:
Kendin ana caddesi boyunca uzanır.
Evler:
Kentin yaşam alanı olan evler, harabe halindedir.
SARAYCIK
Ören yeri, Söğütcuması köyü ile Gölcük köyü arasındadır. Kumluca merkeze 43 km uzaklıktadır.
Kalıntıların tam ortasından, maalesef asfalt yol geçmektedir.
Pek çok yapı ve kalıntı, gerek doğal şartla ve gerekse kaçak defineci kazıları nedeniyle harap olmuştur.
KİTANAURA-KİTHANAURA:
Saraycık mevkiinin kuzeyindeki tepe ve yamaçlarda kurulmuştur.
Antik çağda yazılan hiçbir eserde, şehirden söz edilmemektedir. Bu yüzden şehrin geçmişi bilinmez.
Şehir ilk olarak 1842 yılında subay olan iki gezgin tarafından keşfedilmiştir.
1898 yılında ise, bölgede bir hazine bulunmuştur. Hazinede, 31 adet Helenistik dönem sikkesi vardır. Bu sikkelerden, 9 tanesi “Kitanaura” sikkesidir. Bu sikkeler, Kitanaura şehrinde; Helenistik dönemde sikke basıldığını göstermektedir.
Bu sikkelerle birlikte, Patara şehri kazılarında ele geçen “Stadiasmus Patarensis” (yol taşı) geçen yol güzergahına göre, günümüzde Saraycık bölgesinde bulunan kalıntıların, Kitanaura şehrine ait oluğu kabul edilmiştir.
Patara şehrinde bulunan Stadiasmus Patarensis’e göre, Kitanaura şehri, İdebessos şehrine 17-18 km uzaklıktadır ve Termessos egemenlik sınırları içindedir.
Evet, yol taşında verilen güzergaha göre, Kitanaura şehri, İdebessos şehrinin 20 km doğusundadır.
Antik şehir kalıntıları: Limyros nehrinin bir kolu olan “Gönen Çayı” nın yukarısında, küçük bir dağ platosunun üzerindedir. Rakımı 1300 metredir.
Kentin tarihi süreçteki konumuna bakıldığında: MS 1’nci yüzyılda, Romalılar ve bölgedeki korsanlar arasında yapılan çatışmalarda korsanların başı Zenikeles’in yanında yer aldığı, korsanların yenilmesinden sonra ise, Roma tarafından cezalandırılan kentin, Termessoslulara verilmiş olduğu tahmin edilmektedir.
Kentin, Roma dönemine ait sürece ait herhangi bir bilgi yoktur. Sadece kentin çevresinin surlarla çevrili olduğu bilinir. Bizans döneminde ise, şehir Perge Metropolitliğine bağlı bir Piskoposluk merkezidir.
GÜNÜMÜZDEKİ KALINTILAR:
Günümüzde şehirdeki kalıntılar: doğu-batı yönünde uzanan Akropol üzerinde ve Akropolün güney ve batı eteklerinde yayılmıştır.
Surlar:
Surların farklı dönemlerde yapıldığı ve en erken evresinin MÖ 1’nci yüzyıla ait olduğu anlaşılmıştır. Akropolün güney yönünden başlayan surlar, güney-batı yöndeki ana girişe kadar devam eder.
Mimari stillerine bakılarak Helenistik döneme tarihlenirler.
Güney giriş: bu surlarla benzer nitelikte işçilik gösterir. Bu nedenle güney girişin aynı dönemde yapıldığı anlaşılmaktadır.
Surların diğer bir bölümü ise, daha uzundur ve çeşitli nedenlerle yıkılan orijinal surların yerine, muhtemelen Roma döneminde yapılmıştır.
Bu döneme ait surlarda kullanılan bloklar, bu kez kaba işçilikle kesilmiş ve aralarında harç kullanılmıştır.
Surlar bazı bölümlerde 3 metreye kadar günümüze ulaşmıştır. Surlarda kuleler kullanılmamıştır.
Günümüzde mevcut surlar 1.30 metre kalınlığındadır. Sur duvarları Akropolü çepeçevre dolanırlar. Ancak zaman içinde yer yer yıkılmıştır.
Agora:
Geç Helenistik dönemin merkezidir ve önemli yapıları barındırmıştır. Burada birbirine bitişik üç yapı, alışveriş ile ilgili mekanlar olarak tanımlanmaktadır. Agora: birbirine bitişik üç mekan ve benzer planlı iki kamu yapısından oluşmaktadır.
Agora alanına daha sonra bazı yapılar eklenmiştir. Batı yönüne oldukça büyük ölçülerde ve üç nefli bir bazilika eklenmiştir.
Akropol:
Akropol, denizden 1300 metre yüksektedir. Çevresi surlarla çevrilidir. Akropol’de 3 kapı vardır. Ancak asıl giriş güney batıdadır. Akropolde: güney kent girişi, resmi yapılar, dükkanlar dışında kalanların hepsi tahrip olmuştur. Bazı yapılarda, çok sayıda devşirme malzeme kullanıldığı görülür.
Güney Girişi:
Helenistik dönem yapısıdır. Basamaklar ve kapı, düzgün ve iri bloklarla oluşturulmuştur. İki yönde, ana kayaya açılmış nişler görülür. Kapıdan içeri girilince, sağ yanda bulunan yapının, girişin savunulmasına yönelik olduğu tahmin edilmektedir. Bu yapının doğu duvarı, ana giriş kapısının duvarıyla bitişiktir.
Bazilika:
Akropol’ün güney batısında, Bizans dönemi bazilikası kalıntıları görülebilir. Bu bazilikanın üç girişi, narteksi, üç nefi ve apsisi bulunmaktadır.
Bazilikanın kuzey yanında ise, büyük ve dikdörtgen, şehirdeki en büyük sarnıç vardır. Bazilikanın apsis genişliği 5.60 metredir. Ön avlusu ise, 4.85 metredir. Neflere ait sütunların çoğunluğu çevreye yayılmıştır.
Dıştaki duvarların kalınlığı 0.80 metredir. Ancak bu duvarlar temel seviyesine kadar yıkıktır. Sadece kuzeybatı köşede, üç sıra blok durmaktadır. Yan duvarlar, düzgün kesilmiş iri bloklarla örülmüştür.
Merkez Bazilika:
Diğer bazilikadan ayrı olarak Akropolün kuzey doğu ortalarında ikinci bir bazilika vardır. Bu bazilika üç neflidir ve oldukça nitelikli bir mimariye sahiptir. Nefleri ayıran sütunlar ve başlıkları, oldukları yerlerinde devrik durumdadır.
Bunların incelenmesi sonucunda, yapının Roma dönemin bazilikası olduğu ve Hıristiyanlıkla birlikte kilise olarak kullanıldığı düşünülmektedir.
Nekropol:
Akropolün aşağısında, batı ve kuzey yönlerde oluşturulmuştur. Modern yani yakın geçmişte yapılan asfalt yol, nekropol alanını ikiye ayırır. Nekropol alanında çeşitli özellikleri olan lahitler ve anıt mezarlar bulunmaktadır.
Bunlar: 7 anıt mezar, 2 khamosorion, 2 kaya osthotheki ve 98 tane lahit mezardır. Lahitlerin bir kısmı yalın, diğerleri ise bezemelidir. Çoğunlukla kalkan kabartmalı iken, az sayıda örnek figürlü bezemelere sahiptir.
Tespit edilen 11 kaya osthotheğinin 3 tanesi yuvarlak forumludur.
Nekropolde, çeşitli mezar tiplerinin bir arada ve karışık kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu karmaşık yapı, aslında sosyal ve ailesel ilişkilerin yansımasıydı.
Anıt mezarlar arasına lahitler yerleştirilmiş, kayaların uygun olduğu yerlere de osthothekler açılmıştır.
Anıt mezarların ikisi, aşırı tahrip olmuştur. Modern yolun hemen altındaki anıt mezar ise çok iyi korunmuştur. Nekropoldeki en ünlü mezar “Saraycık Heroon” udur.
Saraycık Heroon:
Nekropolün doğu kesimindedir. Modern yolun alt bitişiğindedir. Günümüze sağlam bir şekilde gelmiştir.
Heroonun güney ve kuzey duvarı, mezarın doğu duvarına birleştirilen yapılar bütünü, girişleri bağımsız v iç duvarları ortak olan 3 mekandan oluşur. Bu düzenleme, Heroon yazıtında belirtilen “Mezarın ön tarafında kutsal bir alan oluşturuldu” ifadesini sağlamaktadır.
Üç mekandan oluşan ve ayrı girişleri bulunan bu yapının işlevi tam olarak belirlenememiştir. Ancak muhtemelen mezar olmasının yanı sıra mezarlık görevlilerine ait olabileceği de düşünülmektedir.
Yapı, duvarları boyunca işlenen mezar sahibi kahramanın uzuvları ve pusatlarından (kalkan, mızrak, kol, bacak, kafa ve benzeri) oluşan nitelikli kabartmalarıyla ilgi çekmektedir. Böylece Heroon anlamıyla bütünleşmektedir.
Hamam:
Akropolün güneybatısında, orman yolunun hemen kenarındadır. 7 bölümden oluşur. Bazı bölümler, çatı seviyesine kadar günümüze ulaşmıştır. Şehrin en kaliteli yapısıdır. Ancak hamamın bu kadar büyük olması ilgi çekicidir. 700 metre kare büyüklüktedir.
Mavikent kasabası ve Finike arasındaki sahil şeridi: yöre halkı tarafından yapılmış ahşap evler yani obalarla doludur.
Bölgede kıyının, ormanla iç içe olması yörede yoğun bir günübirlik turizm faaliyetinin yaşanmasına sebep olmaktadır. Mavikent Belediyesi, bu bölgede her türlü düzenlemeleri yapmıştır. Sahil boyunca, Karaöz’e kadar uzanan yol asfaltlanmış ve yol güzergahı ağaçlandırılmıştır.
MAVİKENT TABİAT PARKI:
Kumluca merkeze 15 km uzaklıktadır.
Tabiat parkı olarak ilan edilmeden önce, daha çok yöre insanı tarafından mesire yeri olarak kullanılıyordu. Burada oldukça uzun bir ormanlık alan bulunmaktadır. Yani oldukça büyük bir park alanıdır. Toplam alanı 420 dekardır.
Yapılış amacı: sahada kumul ağaçlandırması yapılarak gerek sahil kumlarının ana maddesi olan ince kumun rüzgarla savrularak her türlü araziyi örtmesi ve zamanla büyüyerek ana rüzgar yönündeki araziler için tehlikeli olmasının önlenmesidir.
Sahilde, Belediyeye ait çok güzel bir çay bahçesi vardır. İlaveten çok bakımlı bir havuz, piknik masaları, kamelyalar, restoran gibi tesisler bulunuyor.
TAŞLIK BURNU-GELİDONYA BURNU-KIRLANGIÇ BURNU:
Taşlıkburnu: Mavikent ile Adrasan arasında küçük bir yarımada şeklindedir. Taşlıkburnu mevkiinin doğu tarafında ise, Suluada bulunmaktadır. Taşlıkburnu mevkiinin batı tarafında: “Korsan Koyu” vardır.
Antik kaynaklarda, burası “Hiera Burnu” yani “Kutsal Burun” olarak isimlendirilmiştir. Piri Reis tarafından yapılan haritalarda buradan “Şilden Burnu” diye söz edilir. Fenerin bulunduğu burnun, ön tarafında dikine sıralanan ve üzerinde yaşam olmayan 5 ada bulunmaktadır.
Gelidonya burnu: ters akıntılar nedeniyle, Pamfilya denizinin yani günümüzdeki ismiyle Antalya körfezinin en tehlikeli yeridir. Antik dönemde sayısız gemi, kayalara sürüklenerek batmıştır. Böylece Taşlık burnu, tam bir sualtı mezarlığına dönüşmüştür.
1960 yılında burada yapılan su altı araştırmalarında 30 metre derinlikte bulunan MÖ 15’nci yüzyıla ait gemi kalıntıları, günümüzde Bodrum Sualtı Müzesinde sergilenmektedir. Bakır ve bronz külçeler taşıyan Suriye ticaret gemisi, Gelidonya burnu önündeki kayalıklara bindirdikten sonra batmıştır.
Gelidonya Feneri-Taşlıkburnu Feneri:
Gelidonya feneri, yolu olmayan, sarp ve dik kayalıklar üzerinde kuruludur. Fenerin yapımına Fransızlar tarafından 1934 yılında başlanmış ve 1936 yılında tamamlanmıştır.
Türkiye kıyılarının en yüksek feneridir.
Fenerin denizden yüksekliği 237 metredir, bu yüksek konumu nedeniyle Türkiye’nin en yüksek feneri olarak kabul edilmektedir. Denizden 3 km içeridedir. Fenerin yerden yüksekliği 9 metredir. Görünüş uzaklığı 10 mildir.
Fenerde elektrik yoktur. İlk yıllarda gaz yağı, daha sonra ise LPG tüpü kullanılmış, 2017 yılından sonra ise güneş enerjisiyle elektrik sağlanmıştır. Fenerde: fener ve gardiyan binası, Ulusal Miras olarak tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
Fenerin bakımını üstlenen aile için fenerin yanında iki odalı bir lojman bulunmaktadır.
Korunması: Kıyı Emniyet ve Gemi Kurtarma İşletmeleri tarafından sağlanmaktadır.
Ayrıca fenerin önünde bir çardak bulunmaktadır. Bu çardak, 2004 yılında güneş tutulmasını izlemek için bölgeye gelen Amerikalılar tarafından, fenerin bekçisine yaptırılmıştır.
Buradan günümüzde güneşin batışını izlemek muhteşem güzeldir.
2007 yılında Gelidonya feneri ve önündeki manzara, Türkiye’nin en güzel manzarası seçilmiştir.
Ulaşım:
Bence denemeyiniz, ulaşım oldukça zordur. Yine de mutlaka gitmek isteyenler için güzergah şöyledir. Antalya-Kumluca karayolu, Adrasan sapağına girilir ve yaklaşık 8 km ilerledikten sonra, Adrasan merkeze varılır, Adrasan merkezden dar ve zorlu bir karayolundan 5 km daha gidilir, sonra Korsan koyu ve Gelidonya feneri tabelaları görülür, buradan itibaren 5 km yürümek gerekir.
Ancak aracınız ile devam etmek isterseniz, bir süre daha orman yolunun sonuna kadar araçla gidebilir, sonra aracınızı bırakıp yürümek zorunda kalırsınız.
1 metre genişliğindeki patika yol, yaklaşık 2 kilometredir ve 1 saat civarında sürer. Özellikle bu yol üzerinde herhangi bir su kaynağı yok, yani mutlaka su takviyeli gitmelisiniz.
Likya Yolu:
Antik Likya yolu, Efes şehrinden başlar ve fenerin önünden geçerek ilerler. Bu yüzden, bahar ve yaz aylarında buradan gelip geçen eksik olmuyor.
KARAÖZ MEVKİİ:
Kumluca merkeze 25 km uzaklıktadır. Adrasan merkeze ise 15 km uzaklıktadır.
Karaöz mevkii, yazlık konutların çokluğu ile dikkat çeker.
Bölgedeki doğal güzellikler, deniz, kum ve güneş, yaz aylarında yerli ve yabancı turistleri buraya çekmektedir. Karaöz sahilinde: mangallı piknik yapılabilecek yerler var. Bölge sessiz ve sakin, deniz masmavidir.
Ancak Karaöz normal bir kıyı kasabası olmasına rağmen, bölgenin en kötü yani düzenlenmemiş, bakımı yapılmamış sahili buradadır.
Ancak denize girmek için Korsan koyu veya benzeri yerleri yakın yerleri, örneğin Mavikent veya Çıralı plajlarını tercih etmelisiniz.
KORSAN KOYU:
Mavikent mahallesi Karaöz Mevkiinde Gelidonya Feneri arasındadır.
Karaöz sahiline, yaklaşık 3 km uzaklıktadır. Koya ulaşmak için stabilize yani toprak bir yol bulunmaktadır. Kumluca merkeze 26 km uzaklıktadır.
Buraya “Korsan Koyu” isminin verilmesinin sebebi: “Bir söylentiye göre, koyun yakınlarındaki Gelidonya burnunda ters akıntılar olması nedeniyle ticari gemileri akıntıya kapılıp kayalara çarpıp batmamak için doğal liman vazifesi gören bu koya sürüklenirlermiş.
Tabii sonrasında burada bekleyen korsanların ellerine düşerlermiş. Bu yüzden buraya korsan koyu ismi verilmiştir.
Olympos tanıtım yazısında da belirttiğim gibi, bir zamanlar buralarda Korsan Kralı Zeniketes ve buna bağlı birçok korsan bulunuyormuş ve bölgenin hakimi durumundaymışlar.
Piri Reis, 1521 yılında hazırladığı haritalarında, buraya “Karaöz Koyu” olarak isim vermiştir.
Evet Korsan Koyunun bir diğer özelliği: buranın Melanippe antik kentinin limanının burada bulunmasından kaynaklanmaktadır.
Korsan koyu, son yıllarda özellikle çadırlı kamp yapanlar tarafından yoğun tercih edilmektedir. Çadır kurmak ücretsizdir.
Ayrıca, günübirlik tatilciler de burayı tercih ediyorlar. Çadırınız yoksa burada bulunan işletmelerde kiralık çadır veya bungalovlar bulunmaktadır. Sonuç olarak, burası özellikle hafta sonlarında aşırı kalabalık olmaktadır.
Çünkü gelidonya deniz fenerinden önce denize rahat girilebilecek tek yerdir.
MELANİPPE-MELANİPPİON
Evet, Melanippe antik kentinin limanının Korsan koyunda bulunduğunu söylemiştim.
Antik kente: deniz veya kara yolu ile ulaşmak mümkündür. Kent ismini: Poseidon’un sevgilisi Melanippe’den alır. Kentin isminin anlamı: siyah at demektir.
Kent, günümüzde denizden yaklaşık 40 metre kadar yukarıda bulunmaktadır. Kentin bulunduğu buran, içerisinde birçok doğal liman barındırmaktadır.
Kent: Likya ve Pamphylia sınırında, Rodoslular tarafından kurulmuş, 5 koloni kentinden birisidir. Kent hakkındaki en erken tarihli bilgiler, Miletoslu Hekataios’a aittir.
Hekataios, kentin bir Pamphylia kenti olduğunu yazmıştır.
Gagai kentinden, 11 km uzaklıktadır. Ayrıca: Kyaneai kentinde bulunmuş, MS 135 yılına tarihlenen bir yazıtta da, Melanippe kentinin, Likya Birliğinin 15 kentinden birisi olduğu kayıtlıdır.
MÖ 188 yılında Apameia Barışından hemen sonra, III Antiokhos’a karşı yürütülen savaşta, Melanippe, Rodos birliği içinde yer almıştır.
Melanippe kenti, Helenistik ve Roma devirlerinde önemini yitirmiş ve daha sonra Gagai kentinin denetimi altına girmiştir. Bazı kaynaklarda, Melanippe kenti Gagai’nin doğal mimanı olarak değerlendirilmektedir.
MÖ 1’nci yüzyılda, şehrin, bölgedeki diğer şehirler olan Olympos, Phaselis ve Attaleia ile birlikte, korsan Zeniketes’in yanında yer almış olmalıdır. Çünkü: MÖ 78 yılında Romalı Komutan Servillius komutasındaki donanma, Zeniketes’in güçlerini savaşta yenmiş, ardından Olympos, Korykos, Phaselis ve Attaleia şehirlerini korsanlardan almıştır.
Bu sırada, muhtemelen korsanları destekleyen Mellanippe şehri de ele geçirilmiştir. Romalı Servillius: bölgede korsanları destekleyen diğer şehirler gibi, Melanippe şehrini de cezalandırmış olmalıdır.
Bu yüzden, şehir muhtemelen Helenistik dönemin yüzyılında, halk tarafından terk edilmiştir. Toprakları ise, Gagai şehrine bağlanmıştır.
Takip eden Roma döneminde, şehre yerleşim olmuştur. Çünkü: kentin nekropolisinde az sayıda Roma ev tipi mezar bulunmaktadır. Ayrıca yüzeyde yine Roma dönemine ait keramik parçaları görülür.
Kent, asıl önemine Bizans döneminde kavuşmuştur. Kentin korunaklı doğal limanı, aynı zamanda kentin uzaktan görünmesini engelleyerek doğal koruma sağlamıştır.
Günümüze ulaşan kalıntılar:
Kentte günümüzde, Roma ve Bizans dönemine ait kalıntılar bulunmaktadır.
Ayrıca: kentte biri limanın yakınında, diğeri Akropolis’te olmak üzere iki büyük kilise kalıntısı vardır. Bunlar, Hıristiyanlık döneminde, Melanippe kentinde yerleşim bulunduğunu göstermektedir.
İlk Melanippe Piskoposu, kayıtlara 787 yılında geçen Piskopos Niketas’dır.
Ortaçağ’da kentin ismi “Sanctus Stephanus” olur.
Çünkü limanın kuzeybatısındaki düzlük alanda “Aziz Stephanus” için yapılmış ve temelleri günümüze kadar ulaşmış bir kilise bulunmaktadır.
Liman Basilikasının apsis bölümünde çeşitli dillerden kazınmış olan isimler, Melanippe şehrinin denizciler tarafından sık sık ziyaret edildiğini gösterir. Basilikanın girişinde: duvar üzerine kazılı birçok gemi grafittosu görülmektedir.
Çünkü Ortaçağ’da, Gelidonya Burnunun çevresinden dolaşmak son derece tehlikeliydi. Hatta, Arap kaynaklarında da yazılı bir olayda, bu burnun açıklarında, MS 842 yılında Abu Dinar isimli bir komutan yönetiminde, 400 gemiden oluşan donanmanın parçalandığı bilinmektedir.
Bu yüzden, Gelidonya Burnuna giriş ve çıkışlardan önce Mellanippe limanı, güvenli bir liman olarak ziyaret ediliyordu. Liman basilikasının duvarı üzerine kazınan gemi grafittoları da, denizcilerin Gelidonya Burnunu aşarken başlarına gelebilecek tehlikelere karşı korunmak için tanrıya yakarışlarını belgelemektedir.
Öte yandan, Aziz Stepnanus denizcilerin koruyucusudur.
Evet, liman ve limanın önemi hakkındaki bu ayrıntılardan sonra şimdi gelelim şehri tanıtmaya.
Melanippe antik kentinin, yüzeydeki kalıntılara bakılarak varlığını Ortaçağ sonlarına kadar sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Özellikle Hıristiyanlık ve Bizans devrine ait yoğun kalıntılar görülmektedir. Ancak kentin kesin olarak ne zaman terk edildiği bilinmemektedir.
Kent yerleşimi:
Kent yerleşimi, kuzeyden-güneye yaklaşık 200 metre uzunluğundadır. Kent yerleşimi, üç bölüme ayrılmıştır.
1’nci Bölüm:
Liman ve çevresindeki antrepolar ve hemen yanındaki Liman Bazilikasıdır.
2’nci Bölüm:
Burun üzerinde bulunan ve çevresi surlarla çevrili Akropolis bölümüdür. Akropolisi çevreleyen surlar, MS 5’nci yüzyılda yapılmıştır ve büyük kısmı sağlam olarak günümüze ulaşmıştır.
Evler: birbirine ve kimi yerde surlara bitişik olarak yapılmıştır. Evlerin temelleri görülmektedir ve bazı yerlerde ise, bu temellerin 1 metreye kadar yükseklikleri günümüze ulaşmıştır.
Genelde iki katlı olan konutların, en altlarında ise tonozlu su sarnıçları bulunmaktadır. Kentte su sarnıçlarının çok olması, kentte büyük su sıkıntısı çekildiğini göstermektedir.
Akropolis Basilikası:
Kentin merkezindedir. Yapının bazı duvarları 3 metreye ulaşmaktadır ve günümüze sağlam olarak ulaşmıştır. Bu yapının içi günümüzde tamamen otlar, taşlar ve ağaçlarla kaplanmış vaziyettedir.
Burada yine bir varsayımdan söz etmek gerekir, şöyle ki antik kaynaklarda kentte Melanippe kentinde bir “Athena Tapınağı” bulunduğu bildirilmesine rağmen, bu tapınak bugüne kadar bulunamamıştır.
Ancak Roma döneminde, basilika gibi dini yapılar antik dönem tapınaklarının üzerine kurulmuştur. Bu yüzden, bu basilikanın, Athena Tapınağı üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir.
3’ncü Bölüm:
Surların arkasında, doğu yönde kalan Nekropol alanıdır.
Yerleşimin kuzeybatısında, kumlu ve korunaklı bir sahil şeridi bulunmaktadır. Buranın genişliği sadece 20 metredir. Bu sahil şeridinde, içe doğru uzanan dar bir boğaz çevresinde muhtemel antrepo olarak kullanılan yerlere ait kalıntılar görülür.
Erken Dönem Bizans Bazilikası:
Kuzeybatıda, küçük bir kaya terası üzerinde, denizden 8 metre yüksektedir. Üç nefli bazilikanın, küçük bir ön avlusu vardır. Ancak bu bazilika, yukarıda sözünü ettiğim Haigos Stephanos bazilikasından daha küçüktür.
Bazilikanın güneyinde, ana kayaya oyulmuş işlik bölümünün ise, bir zamanlar zeytinyağı üretimi için kullanıldığı tahmin edilmektedir.
Şehrin ana girişi:
Şehrin ana girişi, doğu tarafındadır. Bu ana girişe bir cadde bağlanmaktadır. Caddenin genişliği 2.5-3 metredir. Burada bazı yapı kalıntıları seçilmekle birlikte, yoğun bitki örtüsü nedeniyle net bir yorum yapmak mümkün olmaz.
Ancak bu yapı kalıntılarının birçoğu Bizans dönemine tarihlenmektedir ve kırma taş tekniği kullanılarak yapılmıştır.
Son bir not: Melanippe kentinin kendi adını taşıyan sikkeleri olduğu ve bu sikkelerin yörede yaşayanlar tarafından zaman zaman bulunduğu söylenmektedir. Gerçek olan tek şey, kentin kalıntılarının herhangi bir resmi arkeolojik araştırma olmadığı için işlevlerinin net olarak bilinmediğidir.
Tek gerçek, burada yaşayan yöresellerin kalıntıların ve binlerce yıllık sütunların üzerine yazıp çizdikleri iğrenç yazılardır.
PAPAZ KOYU-PAPAZ İSKELESİ:
Mavikent Mahallesi Karaöz Mevkiindedir. Karaöz mevkiine, 5 dakika uzaklıktadır.
Kumluca merkeze 19 km uzaklıktadır. Burası: Orman işletmesi ve Kumluca Belediyesi tarafından, kamp ve piknik alanı olarak düzenlenmiştir.
Arabanızı yol kenarına park ettikten sonra, aşağıya inmeniz gerekiyor. Yukarıdaki bölüm piknik yapmak içindir. Bu bölümde piknik masaları ve tuvaletler bulunuyor. Masaların yanında ise sabit mangallar vardır.
Piknik alanında yeteri kadar tatlı su çeşmesi de düzenlenmiştir. Çeşmelerden buz gibi su akmaktadır. Buranın en büyük eksikliği, elektrik ve aydınlatma olmamasıdır.
Yakınlarda market de yoktur. Buraya gelirken tüm ihtiyaçlarınızı karşılayarak gelmenizi öneririm.
Dev ağaçların altında, deniz kenarında çadır kurabilirsiniz. Ancak bir ayrıntıdan söz etmekte yarar var, özellikle Haziran-Temmuz gibi sezon aylarında, buraya aşırı günübirlik ziyaretçi olduğundan, akşamları çadır kurup, sabahları toplamanız istenebiliyor.
Bunu dikkate alarak gidiniz. Sahil kısmında: soyunma kabinleri, duşlar ve tuvaletler bulunur.
Sahil kısmı taşlık ve kayalıktır. Ancak oldukça küçüktür. Deniz suyu temiz ve dalgasızdır. Günün ilerleyen saatlerinde bazen dalga çıkabiliyor.
İlk girişte kaya ve taşlar vardır. Deniz içinde 10 metre ilerledikten sonra su derinliği boy yapmaktadır. Deniz suyu sıcaktır. Denizin ortasında büyük bir kaya kütlesi bulunmaktadır.
Antalya’nın içinden, batı yönüne ilerlediğinizde: D-400 kara yolundan, Konyaaltı’ndan geçip, Akdeniz Bulvarı ile Antalya’nın yeni liman bölgesine kadar ilerleyebilirsiniz.
Bu bölgede ilerlerken: Konyaaltı denilen bölgede: sağ bölümde evler-moteller-hatta büyük bloklar-benzin istasyonları-satış yerleri görebilirsiniz.
Solunuzda ise: yol boyunca devam eden sahil bandı, beachler, restoranlar, kafeteryalar göreceksiniz. Bir de, unutmadan söylemek gerekirse: yüzlerce araç, hatta otobüs, kamyon görebilirsiniz.
Bu noktadan sonra: Kemer yolu olarak isimlendirilen yola giriyor ve devam ediyorsunuz. Bu yol: son bir-iki yıl içinde yenilenen, gerek asfaltı ve gerekse yol üzerinde bulunan tünelleriyle, muhteşem bir rahatlık sunuyor.
Çünkü: yine özellikle son yıllarda: bu yol üzerinde muhteşem bir trafik yoğunluğu olmaya başlamıştı. Yolun gerek genişletilmesi, gerek tüneller ve gerekse rahatlığı: inanın bu muhteşem trafiği ancak kaldırıyor ve sürücülere ızdırap yaratmıyor.
İyi ki, düşünülmüş ve bu muhteşem yol yapılmış.
Evet, bu yol üzerinde, sırası ile karşılaşacağınız mekanlar şunlardır:
Beldibi, Göynük, Kemer, Kiriş, Çamyuva, Tekirova, Ulupınar, Olimpos ve Adrasan,
Bu mekanları; ayrı ayrı inceleyip, gezmeniz ve görmeniz gereken yerleri ayrı yazılar olarak yazıyorum. Evet; Antalya Şehrinin dışında, batı yakasında, nereye gidelim, nereyi görelim, nereyi gezelim diyorsanız, buyurun, bu yazılar sizler için.
Özellikle: gezi meraklıları için önerebileceğim yerler
Antalya Batısı Şehir dışı gezi planı: Kemer (tam bir turizm cenneti, merkezindeki çarşısı ile dikkat çekiyor, merkezdeki çarşı bölümünde özellikle akşam saatlerinde güzel gezintiler yapılabilir),
Ulupınar (burası tam bir yeşil cennet, kendinizi yemyeşil bir ortamda ve su sesleri içinde bulmak istiyorsanız ve böyle bir ortamda, ilginç ahşap teraslar üzerinde yemek yemek isterseniz, evet, işte tam burası)
Olimpos ve Adrasan (Akdeniz bölgesinin en güzel kumsal ve denizinin bulunduğu yerler, Olimpos daha çok genç nesil için, hareketli ve otantik, Adrasan ise daha sessiz, sakin ve aile veya sessizliği tercih edenler için, ama tek bir gerçek her iki bölgenin de, doğa yani yeşil ile denizin yani mavinin birleştiği noktalarda bulunması)