Kaş

Kaş

Kaş; daracık, sarmaşıklar ile kaplı sokakları, başka yerde tatmanın imkansız olduğu Kaş a özgü lezzetleri ile tatilcilerin vazgeçemediği küçük bir beldedir Kaş.

Ama, muhteşem bir güzellik, küçük ama sakin, güzel bir belde. Tam bir tatil yeri.

Kaş

ULAŞIM

İstanbul-Kaş arası uzaklık, yaklaşık:950 km. dir. Antalya-Kaş arası uzaklık: 198 km. dir. Ankara-Kaş arasında uzaklık: 741 km. dir.

Kaş’ın çevredeki yerleşimlere uzaklıkları ise şöyledir; Kaş-Kalkan: 26 km., Kaş-Xanthos: 44 km., Kaş-Patara. 43 km,, Kaş-Letoon: 50 km., Kaş-Fethiye: 108 km., Kaş-Köyceğiz: 173 km., Kaş-Marmaris: 236 km., Kaş-Bodrum: 357 km., Kaş-İzmir: 470 km., Kaş-Demre: 48 km., Kaş-Finike: 78 km., Kaş-Kumluca: 98 km.

Kaş Ne Yenir

NE YENİR

Yörede, her mevsimde yetiştirilen taze tarım ürünleri, günlük olarak sunuluyor. Her türlü et yemekleri, deniz ürünleri ve balık çorbası meşhurdur. Yörede: arıcılık ve bağcılık ta gelişmiştir. Kara kovan balı ve çam balı, pekmez alınabilecek ürünlerdendir. Özellikle: keçiboynuzu pekmezini mutlaka deneyin.

Kaş Genel

GENEL

Kaş Plajları

Kaş için: “Arkası taş, önü yaş” olan Kaş’ta işler zor, zaman yavaş ilerler. Bu gecikmenin ödülü ise, Kaş’ın olağanüstü tarihi ve kültürel birikimlerini, karasal ve su altı doğal zenginliklerini bugüne kadar korumuş olarak geleceğini sağlayacak konumda olmasıdır.

PLAJLAR

Kaş’ın bütün deniz kıyılarından denize girmek mümkün dür ancak, halkın tercih ettiği plajlar şunlardır. Patara Plajı, Kaputaş Plajı, Küçük Çakıl Plajı, Akça Germe Plajı, Seyret Çakılı Plajı, Büyük Çakıl Plajı, Karadere Plajıdır.

Kaş Plajları

Kaş’ın en güzel plajı: Kaputaş Plajıdır. Kalkan-Kaş kara yolunda, dağların ve virajların arasında giderken bir anda belirir. Dünyanın en güzel cep plajlarından biridir.

Kalkan’dan özel araba ile: yaklaşık 10 dakikada gidilir. Kaş’tan ise 20 dakikada gidilir.

Kaputaş Plajı ile ilgili ayrıntılı tanıtımı Kalkan bölümünde bulabilirsiniz.

Kaş’ta konaklama sıkıntısı yok. Bir de öğretmen evi bulunuyor.

Meis adası
Kaş sualtı dalış

Kaş’ın hemen karşısında: Yunanistan’a ait olan “Meis adası” bulunmakta olup, uzaklığı: 3 km. dir.

KAŞ’DA YAPILABİLECEK ETKİNLİKLER

Kaş Tüplü Dalış

TÜPLÜ DALIŞ-SCUBA DİVİNG

Kaş’ta tüplü dalış yaparak kristal berraklığındaki suların metrelerce altına inebilirsiniz. Kaş da su altı dalışları 1986 yılında yapılmaya başlamıştır. Günümüzde ise, turizmin motor sektörü olmuştur.

Burada 21 farklı dalış noktası bulunmaktadır. Avrupalı dalıcıların en çok keyif aldıkları dalış bölgesidir. Tespit edilmiş 30’a yakın dalış noktasıyla, dalıcılara heyecanlı anlar yaşatmaktadır.

Çünkü: denizin altı da, üstü kadar renklidir. Ayrıca Caretta görme ihtimali vardır ve denizin altında MÖ 1300’lere kadar uzanan bir tarihle karşılaşmak mümkündür.

Sualtı kanyonları, rengarenk balıklar, çeşit çeşit deniz canlıları ve profesyonel dalış okulları bulunmaktadır.

Yaz sezonunda, 40-50 metreye varan görüş mesafesi ve kayalık dip yapısıyla, Kızıldeniz’den sonra Akdeniz’deki önemli dalış yeridir.

Kaş Yamaç Paraşütü

YAMAÇ PARAŞÜTÜ

Minübüslerle 9 dakikalık bir yolculukla denizden 600 metre yükseklikteki Kırdavlı Tepesine ulaşılıyor. Veya Asas dağına çıkılıyor. Asas dağına ulaşım yolculuğu 30 dakika sürer.

Paraşüt uçuşu, Asas dağında 650 metre yükseklikten başlıyor. Burada yamaç paraşütü pilotları eşliğinde yamaç paraşütü yapılıyor. Uçuş yaklaşık 20-30 dakika sürmektedir.

Kaş limanına iniş yapılıyor. Yamaç paraşütü yapmak için ayırmanız gereken süre 2 saat civarındadır.

YÜRÜYÜŞ-TRECKİNG

Kaş’ın en rağbet gören doğa aktivitelerinden birisidir. Bölge: trekking ve antik kentler arası yürüyüşler gibi, doğa etkinlikleri için sayısız olanaklar sunmaktadır.

Herkesin kolaylıkla yürüyebileceği patikalar ile süslü rotalarda, zengin maki toplulukları arasından geçerek, sedir ormanları ile kaplı yeşil tepeleri, kanyonları, vadileri ve su kaynaklarını izleyerek, yarı evcil keçilere, bazen de sempatik sincaplara rastlayarak harika zaman geçirebilirsiniz.

Kaş Mavi Yolculuk

Bu yürüyüşler; doğa güzelliklerinin yanı sıra, Likya patikalarını takip ederek, henüz yoğun turist akınına uğramamış, antik kentleri keşfetmek, bozulmamış köyleri ve yöresel özellikleri tanımak olanağı da sağlamaktadır.

Doğa yürüyüşleri, bölgeyi çok iyi tanıyan, tecrübeli ve tüm iletişim-emniyet donanımlarına sahip rehberler eşliğinde yapılmakta olup, tur başlama noktalarına araçlarla gidilmektedir.

Likya yolu seçeneğinin dışında: Liman ağzı, Gedife Tepesi, Phellos, Gökçeören, Asaz Dağı, Gömbe Yaylası alternatif yürüyüş parkurları da programlar içindedir.

Yalnız, asla, rehber olmadan, böyle uzun bir yürüyüşü tercih etmeyin.

MAVİ YOLCULUK VE TEKNE TURLARI

Gulet tipi yelkenli, ahşap yatlarla yapılıyor. Çünkü bu tip tekneler, günümüzde yalnızca mavi yolculuk için dizayn edilmiştir.

Çağdaş yaşamın gereklerini karşılayacak şekilde üretilen bu el emeği guletler, kamaralarından, mutfağına kadar her türlü konforu, ahşap sıcaklığı içerisinde yolcularına sunuyor.

Mavi yolculuk içinde: Akdeniz ve Ege’nin en güzel koylarını: Kekova’yı, Kaş-Kalkan’ı, Kelebekler Vadisini, Fethiye ve yemyeşil Göcek koylarını görebilirsiniz.

Kaş Sualtı Arkeoloji Parkı

KAŞ SU ALTI ARKEOLOJİ PARKI-ARKEOPARK

Hidayet koyundadır.

Arkeopark’ta, Uluburun’da kalıntıları bulunan teknenin bir benzerinin, Kaş’ta inşa edilip batırılması ile oluşturulan bir yapay resif ile, batığın sünger avcıları tarafından ilk bulunduğu “İn Situ” halini temsilen, taklit amphora, taş çapa ve bakır külçelerin, batik planına göre düzenlendiği yapay batık alanı yapılmış.

Yeryüzünde benzeri olmayan bu su altı parkı, dalıcılara hoş bir keşif heyecanı yaşatıyor.

Kaş Tarihi

TARİHİ

Kaş’ın eski adı: Hebessos’tur. Antik kent, tarihte: Antiphellos ismi ile anılmıştır. Karia ve Likya bölgeleri arasında, bağlantıyı sağlayan yolların kesişme noktasında bulunması nedeniyle, şehir, aynı zamanda bir ticaret limanıdır.

Antik kent: Roma döneminde önem kazanır. Bizans döneminde, piskoposluk merkezi olur. Bu dönemde: Arap akınları görülür ve daha sonra Anadolu Selçuklu topraklarına katılarak, Andıflı adını alır.

Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra ise, Tekeoğulları Beyliği yönetiminde geçer ve daha sonra Yıldırım Beyazıt tarafından, Osmanlı topraklarına katılır.

Kaş gezilecek yerler

GEZİLECEK YERLER

Kaş Cumhuriyet Meydanı

CUMHURİYET MEYDANI

Kaş merkezinin göbeğinde Andifli Mahallesindedir. Ara sokaklarda gezinmelisiniz. Burası: Kaş merkezinde hareketle gecelere yakın olmak isteyenlerin tercih edeceği küçük işletmelerle doludur. Burada birçok kafe ve bar bulunuyor.

KAŞ MERKEZ CAMİİ-NASRETTİN CAMİ

İlçe merkezinde en tarihi yapıdır. İlçenin tam ortasında Andifli Mahallesindedir. Caminin Kitabesinde: Yusuf Ağa tarafından 1770’li yıllarda yaptırıldığı yazılıdır.

Elmalı ilçesindeki Ketenci Ömer Paşa camisinden sonra Batı Antalya’nın en eski 2’nci camisidir. Cami tek kubbelidir. Batı yönünde minaresi bulunur.

Kaş Uzun çarşı

UZUN ÇARŞI

Yan yana dizilmiş eski ve şirin evlerin altları butik, mağaza ve yöreye ait hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlardır.

Kaş Uzun çarşı

Ne satın alınır: El işçiliği gümüş takılar, Likya halıları, kilimler, cam sanat eserleri, tahta oyma figürler, tasarım kıyafetler.

Yani, o kadar da düşündüğünüz kadar uzun bir çarşı değil, ancak burada ara sokaklara girmenizi öneririm. Buranın en büyük özelliği: Selçuklu mimarisi özellikleridir.

Uzun çarşı: alışveriş mekanları dışında, akşamları yemek sonrasında dolaşmaya çıkanların da adresi ve ışıltılı gezinti yeridir. Kenarlarda: bar ve kafeler bulunur.

Kaş Kral Mezarı

KRAL MEZARI-ANIT MEZAR

Likya dönemi lahitlerinin en görkemlisi, günümüzde Uzun çarşı sokağındadır. Sokağın yukarı kısmında tepeden aşağı sokağı seyredercesine duran bir lahit vardır.

Buraya halk arasında “Kral Mezarı” olarak adlandırılır. “Aslanlı Lahit” olarak da bilinir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir.

Gerek mezar odası ve gerekse üstündeki yükselti: tek bir kaya bloku yontularak yapılmıştır.

Kaş Kral Mezarı

Üç bölümden oluşan, yükseltilmiş bir lahittir. Hyposorium veya alt mezar odası, yaklaşık 1.5 metre yüksekliktedir ve zemini çökmüştür.

Bunun üstünde, yaklaşık 0.80 metre yüksekliğinde bir düz tavan vardır ve bu ikisi, bir kaya bloğundan yontularak yapılmıştır. Lahdin en üstünde ise ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya ogivali veya sivri kemerli bir taş kapak bulunur.

Kaş Kral Mezarı

Kitabe

Lahdin 1.5 metre uzunluktaki alt kısmında, Boncuk motifleri ve 8 satırlık Likçe bir kitabe bulunmaktadır. Ancak bu kitabe yazılar belirgin olmasına rağmen henüz okunamamıştır. Bu yüzden mezarın kime ait olduğu bilinmiyor.

Sanduka

Kaidenin üzerinde, dikdörtgen prizması şeklinde anıtın sandukası oturtulmuştur. Kapağın kuzeybatı alınlığında: sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üzerine atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın figürü vardır.

Kapağın güneydoğu alınlığında: ayakta duran ve uzun bir manto giymiş bir kadın figürü görülür.

Kaş Kral Mezarı Kitabesi

Lahit Kapağı

Lahdin en üstünde, ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya sivri kemerli taş kapak bulunur. Kapağın her iki yanında da aslan kabartmaları bulunur. Aslan başları: pençelerin üstünde dayalı durur. Kapağın kısa kenarı: dört levhaya bölünmüştür.

Kuzey batı alınlığında “sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üstüne atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın” figürü işlenmiştir. Güneydoğu alınlığında ise “ayakta duran ve uzun manto giymiş bir kadın figürü” görülür.

Kapağın batı tarafı pencere şeklindedir.

Kaş Acısu plajı

OLYMPOS/ACISU HALK PLAJI

Kaş Marinanın devamındadır. Merkezden yürüyerek ulaşabilirsiniz. Kaş merkeze uzaklık 1 km dir. Temiz ve bakımlı plaj, yörenin gözde turistik belgesinin hemen içinde yer alması nedeniyle avantajlıdır. Araba yolundan, merdivenle inilir. Acısu Halk Plajı, Mavi Bayraklıdır.

Kaş Acısu plajı

Plaj dar ve çakıl taşlıdır. Kum ve kayalık yoktur. Ahşap iskele ve beton platform yoktur. Plajın uzunluğu 8 metre, genişliği ise 5 metredir. Denizi ise berrak ve serindir. Yılın 9 ayı denize girmek mümkündür.

Kumsal küçük çakıl taşlarından oluştuğu için, denizden çıkışta ayağınız kumlanmıyor. Kumsala şezlong ve şemsiyenizi götürebilirsiniz. Plajın bitiminde, “Olympos Kamp” bulunmaktadır. Olympos, daha geniş bir alana yayılmıştır.

Kaş Kamp Alanları

ÇADIR VE BUNGALOV KAMP ALANLARI

Kaş Kamping

KAŞ KAMPİNG

Antik Tiyatrodan, Yarımadaya giden yol üzerindedir. Kaş merkeze yürüyerek 10 dakika uzaklıktadır. Kamp alanına araç sokmak yasaktır, aracınızı yol kenarında bir yere park etmeniz gerekiyor. Resepsiyondan çadır kurabileceğiniz yerlere ait bir harita veriliyor ve buna göre çadırınızı kurabiliyorsunuz.

Evet, kamp alanı, Kaş merkeze oldukça yakındır. 1981 yılından beri faaliyetini sürdürmektedir. Burada bungalov ve çadır kampı yapılmaktadır. İsterseniz burada bulunan bungalowlarda kalabilirsiniz. Kamp alanında, ortak banyolar ve bir de kafe bulunuyor. Ayrıca kendi plajı bulunuyor. Türkiye’nin en sevilen kamp alanlarındandır.

7 dönümlük alanda, zeytin ağaçlarının gölgesinde, denize sıfır bir doğa deneyimi yaşamak için burası tercih edilmektedir. Çadır, müşterilerin kendileri tarafından getirilmektedir, ancak en önemli husus rezervasyon alınmamasıdır.

Yani, buraya gittiğinizde “Yer yok” gibi bir deyimle karşılaşabilirsiniz. Bence uygun bir yaklaşım değil, insanlar yer yok deyimi ile karşılaşınca alternatif ne yapabileceklerdir. Kamp alanında: Diving dalış okulu da bulunuyor.

Kaş Can Mokamp

CAN MOCAMP

Kaş merkezine 20 dakikalık yürüyüş uzaklığındadır. Kamp alanı: toprak zemin ve ahşap platform olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Sabah saatlerinde zeytin ağaçları güneşi engeller ancak günün ilerleyen saatlerinde güneş kamp alanında etkili olur.

Kamp alanında ortak kullanılan duş ve tuvaletler bulunmaktadır.

Kaş Olimpos Mokamp

KAŞ OLİMPOS MOCAMP

Kaş merkeze 2 km uzaklıktadır.

Kamp alanı deniz kıyısından 70 metre uzaklıktadır. Zeytin ve keçiboynuzu ağaçlarının altında çadır alanında çadırınızı kurabilirsiniz. Yani, burada çadır kiralanmıyor, kendi çadırınızı getirmeniz gerekiyor.

Çadır alanı, toplam 70-80 çadır kurulacak kapasitedir. Geniş kamp alanında ortak kullanımlı olarak: tuvalet, duş, mutfak buzdolabı, çamaşırhane, elektrik ve plaj bulunmaktadır.

KAŞ MARİN CAMPİNG

Acısu bölgesindedir. Ortak kullanım alanlarında: mutfak, buzdolabı, restoran, 24 saat sıcak ve soğuk su, duşlar, elektrik ve ücretsiz internet bağlantısı bulunmaktadır.

Kaş Evren Kamping

EVREN CAMPİNG

Andifli, Uğur Mumcu Caddesindedir.

Plajlara ve alışveriş merkezine yakındır. Otopark ücretsizdir. Kaş merkeze 800 metre yürüme mesafesindedir. Burada kiralık çadır bulunmaktadır.

Tüm çadırların hemen yanında elektrik prizi vardır. Ortak kullanıma yönelik: çamaşır makinası, duşlar, tuvaletler, sıcak su hizmeti verilmektedir.

KAŞ ÇEVRESİNDEKİ PLAJLAR

Kaş Limanağzı Plajı

LİMAN AĞZI PLAJI

Kaş ilçesinin güneyinde, ancak denizden ulaşılan bir yerdir. Kaş merkezden kalkan teknelerle buraya ulaşılır. Küçük teknelerle buraya 15-20 dakikada ulaşılıyor. Bulunduğu yön nedeniyle, güneşin en uzun süre kaldığı koydur.

Burası eskiden liman olarak kullanılıyormuş, bu yüzden ismi “Limanağzı” plajıdır. Burada deniz: dalgasız, berrak ve oldukça dingindir.

Kaş Limanağzı Plajı

Limanağzı bölgesinde, konaklama hizmeti veren 4 tesis bulunmaktadır. Bu işletmeler, genellikle ahşap sedirler ve localarda denize girenlere hizmet verirler. Koyda oteller yanında bungalovlar da bulunmaktadır.

KÜÇÜK ÇAKIL PLAJI

Kaş ilçe merkezinin sol tarafında küçük bir koydadır.  Bu yüzden bulmak zordur, tabelası yoktur, Hükümet caddesi üzerinde plajın yerini sorarak bulabilirsiniz.

Merkezde kayaların arasında 10 metre uzunlukta çakıllı bir koydadır. Adından anlaşılacağı üzere minik çakıllardan oluşmaktadır. Kaynak sularıyla beslenen plajın denizi oldukça soğuktur. Dalgalı ve sığ değildir. Denize iskeleden giriliyor.

Plaj sahil kesimi çakıllı olduğu için şezlong ve şemsiye konulamaz. Şemsiye ve şezlonglar kayaların üzerine kurulmuş ahşap platformlara yerleştirilmiştir. Burada: iki tane Beach işletmesi bulunuyor.

Kaş Büyükçakıl Plajı

BÜYÜK ÇAKIL PLAJI

Kaş ilçe merkezinden oteller bölgesine doğru 20 dakikalık bir uzaklıktadır. Uzaklık yaklaşık 2 km dir. Andifli Mahallesi Hükümet Caddesinden gidilir. Kaş’ın popüler plajlarından birisidir.

Gidişte yokuş aşağı oldukça keyifli olmasına rağmen, dönüşte yürümeye seçerseniz yokuşu çıkmak sıkıntılı oluyor. Plajın çevresinde: soğuk su kaynakları vardır. Bu yüzden deniz suyunun sıcaklığı düşüktür. Ancak bunaltıcı yaz aylarında, bu serinlik iyi gelir. Ancak suyun üstü soğuk, altı sıcaktır.

Plajın çakıllı olması, suyun berraklığını arttırır. Diğer plajlara oranla daha sessiz ve ıssızdır. Küçük Çakıl plajına nazaran daha geniş bir plaj alanına sahiptir. Burası da adından anlaşılacağı gibi çakıllıdır. Çakıllar beyaz renklidir.

Plajda, küçük tesisler bulunmaktadır ve bunlardan ihtiyaçlarınızı temin edebilirsiniz. Plaj, gün batımını seyredebileceğiniz en güzel plajlardan birisidir.

Güneş batarken, sahildeki restoranların bazıları masalarını denizin yanına çakıl taşlarının üzerine kuruyorlar. Böylece, Kaş bölgesinde denize en yakın yemek yiyebileceğiniz yer burasıdır. Buraya giderseniz yanınızda mutlaka şnolker ve paletleriniz olsun, denizi altında muhteşem görüntüler izleyebilirsiniz.

Kaş Akçagerme Plajı

AKÇAGERME PLAJI

Akçagerme plajı: Kaş ve Kalkan arasındadır. Kaş ilçe merkezine 4 km uzaklıktadır. Kaş ilçe merkezinin batısından, yaklaşık 25 dakika yürüyerek buraya ulaşabilirsiniz. Toplu ulaşım araçları ile buraya ulaşmak mümkündür.

Akçagerme koyu: 2008 yılında Kaş Kaymakamlığı tarafından “Halk Plajı” haline getirilmiştir.

Kaş Akçagerme Plajı

Plajın uzunluğu 200 metredir. Plajın genişliği de 200 metredir. Denize sıfır plajda tesis vardır. Çakıl, kayalık, ahşap iskele ve beton platform yoktur.

Mavi Bayraklıdır
Kaş Akçagerme Plajı

Plajın en belirgin özelliği: rüzgarlı ve dalgalı havalarda dahi denizin süt liman olmasıdır. Çünkü plajın karşısında yarımada bulunmaktadır.

Kaş Akçagerme Plajı

Plajı yörede bulunan diğer mavi bayraklı plajların aksine çakıllardan değil kumdan oluşur. Denizi sığdır. Dalgasızdır. Bu yüzden özellikle çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Ayrıca çocuklar için havuz ve su kaydırağı yani Aquapark bulunur.

Sahilde ise spor alanları ve çocuk parkı vardır. Plaj: Kaş Kaymakamlığına bağlı “Anadolu Turizm Meslek Lisesi” tarafından işletilmektedir. Öğrenciler burada staj yapmaktadırlar.

Kaş Kaymakamlığı tarafından faaliyete alınan ve tepe üzerinde bulunan restoran ve piknik alanı gayet uygundur.

ÇEVREDE GEZİLECEK YERLER

ÇUKURBAĞ YARIMADASI

Kaş merkeze 5 km uzaklıktadır. Kaş merkezden Çukurbağ yarımadasına dolmuşlar gidip gelmektedir. Yolculuk yaklaşık 10 dakika sürer.

Çukurbağ Yarımadasının antik dönemdeki ismi “Habesos” dur. Buradaki antik kent daha sonraları “Antiphellos” ismini almıştır. Antiphellos kenti, Likya ve Karya bölgeleri arasındaki ulaşım yollarının üstünde ve ayrıca bir ticaret limanı olarak kullanılmıştır.

Sakin ve kalabalıktan uzak durmak isteyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bulunan otellerin kendi beach bölümleri vardır. Ancak bazı otellerin denize ulaşımı zordur, bu yüzden rezervasyon yaptırırken sormanızı öneririm.

Ayrıca açıkta olduğu için sürekli bir esinti vardır. Yine de deniz ve Meis yönündeki manzara oldukça güzeldir.

Çukurbağ köyünün bulunduğu yer ise: denize kıyısı olmayan bir köydür. Burada yaşayanlar deniz için Halk Plajı veya Hidayet Koyu nu kullanıyorlar. Köy sadece seyirliktir. Buradan harika tablo gibi manzaralar görebilirsiniz.

Hidayet koyu ve İnceboğaz plajı, yörenin en meşhur yerleridir.

Kaş Belediyesi Halk Plajı

KAŞ BELEDİYE HALK PLAJI

Çukurbağ Yarımadasındadır.

Plajın geniş bir otoparkı vardır. Ayrıca Kaş merkezden buraya dolmuşlar kalkmaktadır. Kendi aracınız ile giderseniz otopark problemi yoktur. Giriş ücretsizdir.

Oldukça geniş ve bakımlı bir plajdır. Sol tarafta tahta platform üzerinde sağ tarafta ise kum üzerinde şezlonglar bulunmaktadır. Platform tarafında genellikle çocuklu aileler bulunmaz. Denize, platform üzerindeki merdivenlerden giriliyor. Çünkü denize giriş bölümü çakıllıdır.

Kaş Belediyesi Halk Plajı

Denizi akvaryum gibi berraktır. Büyük çakıl ya da küçük çakıl plajlarına göre daha çok tercih edilmektedir. Deniz suyu hafif dalgalı ve ılıktır.

Plaj alanında: restoran, kafe ve çocuk oyun alanı vardır. İsterseniz kafeterya da oturup denize girebilirsiniz, yani şezlong ve şemsiye almak zorunda değilsiniz.

Piknik yapmaya elverişli ağaçlıklı bir yeşil alanda bulunmaktadır. Sahile yakın arka tarafta ağaçlık bölgede kendi sandalyende gölgede rahatlıkla oturabilirsiniz.

Hem kum, hem de çim üzerinde güneşlenmek mümkündür.

Kaş Hidayet Koyu

HİDAYET KOYU

Çukurbağ Yarımadasındadır. Kaş ilçe merkezine 3 km uzaklıktadır. Çukurbağ yöresindeki en güzel plajdır.

Koy ismini, burada daha önce yaşayan “Hidayet” isimli bir kişiden almaktadır. Zeytin ağaçları gölgesinde dinlenip denize girebilirsiniz. Koyda kumsal yoktur. Denizin tabanı çakıl taşları ve kayalıklardan oluşmaktadır. Denize buradan giriliyor.

Kaş Hidayet Koyu

Ancak deniz suyu berrak ve temizdir. Hatta bir akvaryum gibidir. Son yıllarda koya bir “Beach” yapılmıştır. Güneşlenmek için ahşap platformlar üzerine şezlong ve şemsiyeler konulmuştur.

Yörenin diğer plajlarına nazaran biraz daha kalabalıktır. Eğer sakinlik arıyorsanız, burası size göre değildir, burası oldukça hareketlidir ve yoğundur. Çünkü koyda müzik çalınıyor. Koy çevresinde kalınabilecek birçok pansiyon bulunmaktadır.

Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı

İNCEBOĞAZ ÇINAR HALK PLAJI

Çukurbağ yarımadası yolu üstündedir. Çukurbağ yarımadasının en ince kısmında, hem açık denize hem de koya bakmaktadır.

Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı

Aralarından araba yolu geçmektedir. Kaş merkezden kalkan dolmuşlar ile veya taksilerle buraya ulaşabilirsiniz. Hatta Kaş merkezden buraya 15 dakikada yürüyerek gitmek de mümkündür. Kendi aracınız ile giderseniz otoparkı uygundur.

Plaj, Kaş Belediyesi işletmesidir. Plaj: Meis adasına yani açık denize bakar. Kaş merkezden buraya yürüyerek gidilebilir. Kaş merkeze 1 km uzaklıktadır.

Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı

Plaj: Mavi Bayraklıdır. Plajın uzunluğu 500 metre, genişliği 15 metredir. Denize sıfırdır. Kum yok, çakıl vardır. Kayalık, beton platform da yoktur.

Açık deniz tarafındaki bölüm: rüzgarlı ve dalgalıdır. Açık denize bakmasının olumlu yanı ise, muhteşem manzarasıdır. Marina tarafına bakan kapalı koy bölümü ise, daha korunaklı ve deniz suyu ılıktır. Deniz sığdır ve bu yüzden çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bir “Beach” işletmesi bulunmaktadır.

Kaş Antiphellos

ANTİPHELLOS

Bazı kaynaklarda “Meryemlik” ismiyle geçer. Bölgede bulunan bazı yazıtlardan, Kaş’ın altında bulunan kentin adının “Antiphellos” olduğu anlaşılmıştır.

Arkeolojik verilere göre, Likya dilinde “Habessos” veya “Habesa” olarak geçen Kaş’ın ilk çağlardaki ismi ise “Antiphellos” dur. Şehir, antik dönemde Phellos’un limanıdır.

Kaş Antik Tiyatrosu

Kentin en çok dikkat çeken yapısı ise antik tiyatrodur. Roma dönemi yapısıdır. MÖ 1’nci yüzyıl yapımıdır. Çünkü inşaat tarzı ve düzeni bu tarihi göstermektedir. MS 141yılımda ise, bölgenin birçok kentini etkileyen deprem sonucu hasar görmüş ve MS 2’nci yüzyılda restore edilerek yenilenmiştir. Çünkü antik kentten günümüze sağlam olarak gelmiş tek yapıdır.

Tiyatro, 4000 seyirci kapasitelidir. Cavea yani seyircilerin oturdukları bölüm 26 basamaklıdır. (Başlangıçta ise 28 sıralı yapılmıştır.) Tiyatronun sahnesi yoktur. En büyük özelliği, Anadolu’da bulunan deniz manzaralı, denize doğru yapılmış tek tiyatro olmasıdır. Yani denize bakan bir yamaca kurulmuştur. Günümüzde, antik tiyatroda açık hava konserleri düzenleniyor.

Surlar

Bir zamanlar Antiphellos şehrini çevreleyen surlardan günümüze çok az bir kısmı ulaşmıştır.

Bazilika

Tiyatronun yanındadır.

Akropolis

Tepenin güney yamacında, yerel kireç taşından yontma taşlarla imal edilmiştir.

Akdam

Akropolün kuzeybatı ucundadır.

Ev tipi mezar yapısı: MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. Tek bir parça kaya blokuna, hafifçe konik bir küp şeklinde oyularak yapılmıştır. Anıtı çevreleyen bir geçit vardır. Yüksekliği 3.5 metredir.

Yunan stilinde, cephesi olan bu kaya mezarı: girişindeki sütunlu bir ev ile sütunlar üzerinde yükselen üçgen bir bölüm veya alınlığa sahiptir. Anıtın tabanında, süslemeler ve her köşesinde dikdörtgen bir sütun veya yarım sütunlar vardır.

Giriş, orijinalde sürgülü bir kapı ile kapalıdır. 1.9 metre yükseklikte bir açıklığı çevreleyen, kalıp şeklinde bir kapı kasası vardır. İç kısım: üç taraftan ölülerin konulduğu klineler yani banklarla donatılmıştır.

Odanın arka tarafındaki sıranın üstündeki boşlukta: el ele tutuşarakdans eden 24 kız figürü vardır. Kenarları çiçek desenleri süslemektedir.

Helenistik Tapınak

Hastane caddesi üzerindedir. Antiphellos şehrinin tapınaklarından günümüze gelen tek örnektir. Helenistik tapınak, antik limana bakmaktadır. Dış yüzü muntazam kesme taş kullanılarak yapılmıştır. Büyük taş bloklar, pürüzsüz ve düzgün kesilmiştir.

Duvarların sadece alt sıraları korunarak günümüze gelmiştir.  Kenarlarda dar kenar boşlukları vardır ve orta kısımlar hafifçe yükseltilmiştir. MÖ 1’nci yüzyıldan kalma orijinal yapı, Roma İmparatorluk döneminde onarılmıştır. Yapının adandığı tanrı bilinmemektedir.

Sarnıç

Bu sarnıç: Yat limanı girişindedir. Likya döneminden kalmadır. Antik tiyatroya kadar uzanan alandaki bir sıra sarnıçtan günümüze ulaşan tek örnektir. Diğer sarnıçlar, zaman içinde yok olmuştur. Sarnıç, başlangıçta su depolamak üzere tasarlanmıştır. MÖ 5’nci yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Sarnıç: 12 x 6  metre boyutlarındadır.

Yekpare bir kaya bloku oyularak yapılmıştır. Tavanı: yedi oyma sütun üzerine oturmuştur. Ancak bu sarnıç yakın geçmişte: şarap, zeytinyağı, sebze ve su depolamak için kullanılmıştır. Kazılar sırasında, sarnıçların bulunduğu alanda: çeşitli amforalar, tabak ve kaplar bulunmuştur.

FELEN YAYLASI-PHELLOS

Kaş ilçe merkezine 12 km uzaklıktadır. Çukurbağ ve Pınarbaşı köylerinin hemen yanındadır.

Şehrin ismi Likçe dilinde “Veninda” dır. Torosların tepesinde kurulmuştur. Tepenin üzerinden, güneye doğru vadiye ve Akdeniz’e, kuzeyde ise Toroslara ve gerideki tepelere hakim bir manzarası bulunmaktadır. Şehrin geçmişi, MÖ 700’lü yıllara kadar gitmektedir. Ancak özellikle MÖ 4’ncü yüzyılda önemli bir kent olarak bilinir.

Kaş ilçe merkezi yani Antiphellos şehri: antik dönemde bu şehrin yani Phelos şehrinin limanıdır. Phellos şehrini çevreleyen surlar bulunmaktadır. Ancak bu surların sadece bir bölümü, sağlam olarak günümüze ulaşmıştır.

Birlik tipi sikkelerden burada da bulunmuştur. Burada bir lahit vardır. Bu lahit, MÖ 4’ncü yüzyıla aittir. Bu lahit rölyeflerle bezelidir ve ev tipi bir lahittir. Oda tipi bu mezarın yanında, kayaya oyulmuş kabartma bir inek tasviri vardır.

Ayrıca: küçük bir Helenistik dönem tiyatrosu, agora ve antik mezarlar bulunmaktadır. Akropol üstündeki sura bitişik olan yapı: muhtemelen bir gözetleme kulesidir.

BELENLİ-İSİNDA

Kaş ilçe merkezine 13 km uzaklıktadır.

Belenli köyünün yakınlarında bir tepe üzerinde kurulmuştur. İsinda, küçük bir Likya şehridir. Kentin Akropolu bulunmaktadır. Akropolun ortasında: Likya yazıtlı 2 ev tipi mezar bulunur. Günümüzde kenti çevreleyen surların sadece küçük bir bölümü görülmektedir.

Ancak bu görülen su duvarlarındaki işçilik ilgi çekmektedir. Basit bir görünümdeki sur duvarlarının sağlamlığını arttırmak için, takip eden uzun yıllar boyunca eklemeler yapılmıştır.

Ayrıca bölgede çok sayıda kaya mezar bulunmaktadır. Kaya mezarları, kayanın içinin oyulmuş ve ölen kişi oraya defnedilmiştir.

Kaş Aperlai

APERLAİ-SIÇAK İSKELESİ

YERİ:

Lykia’nın yaşanması oldukça güç olan, sarp kayalıkların denizle buluştuğu kesimde, özellikle denize ve kısmen de doğal dağlara bağlı yaşanmıştır.

Küçük ve da bir körfezin kıyısındadır.

Körfezin dar ağzı Uluburun tarafına açılır.

Asarkoyu başında güneybatı rüzgarlarına tamamen açık bir konumdadır.

Koyun darlığı gemilerin manevrasında zorluk yaratacak düzeydedir.

Neredeyse adalaşacak kadar kıyıdan kopmuş kara parçalarının oluşturduğu derin koylarda kurulmuş kentlerden biridir.

Karşısındaki ada ile aralarındaki güçlü akıntı nedeniyle, bugün olduğu gibi geçmişte de adı “Akar boğaz” la (Aprilla) ilişkilidir.

Üç ağızdan yaklaşık 4 mil deniz yolculuğu ve ardından batıya doğru 1 km yürüyerek varılır.

Yani buraya sadece tekne ile ulaşmak mümkündür. Tekneler: Kaş ve Üçağız’dan kalkar.

 

ŞEHRİN İSMİ:

Yörede çok sayıda “sikke” bulunmuştur.

Klasik dönem sikkelerinde adı “April” olarak geçer.

Bu sikkelere göre, Aperlai bir liman şehridir ve tarihi geçmişi MÖ 5 ve hatta 4’ncü yüzyıla kadar gitmektedir.

Bizans Piskopos listelerinde “Aprilla” olarak geçer.

Eski Yunanca’da karşılığı bulunmayan bu sözcük “akar boğaz” anlamına gelir.

Adının geçtiği sikkeler dışında bugüne dek Likçe bir yazıt da bulunmamıştır.

Aperlai adı 142 cm yüksekliğinde ve 293-305’e tarihlenen bir mil taşında okunmuştur.

 

GENEL ÖZELLİKLERİ;

Hierokles piskoposluk merkezlerini listelerden, Aperlai 5’nci sırada yer alır.

Apollonia, İsinda ve Simena’nın yer aldığı birliğin başındadır.

Sympoliteia adına Lykia Birliğinde 2 oy hakkı vardır.

Sikkeler üzerindeki yunuslar, denizcilikle bağlantısını perçinler.

Roma döneminde liman oluşu ve denizcilikten ve purpur (giysilerde kullanılan mor boya) ticaretinden kaynaklanan zenginliği belli ki kenti geliştirmiştir.

Opramoas’ın 30.000 dinar gibi büyük bir yardım yapmış olması, Lykia zenginlerinin ilgisini çektiğini ifade eder.

MS 7’nci yüzyıldaki Arap işgaline kadar en az 1000 yıldan fazla bir süre boyunca yerleşim ve liman hareketi söz konusudur.

Muhteşem doğanın koynuna gizlenmiş Aperlai, her dönemde gösterişsiz bir kent olmuştur.

Gelişmeye uygun olmayan yerleşim, topoğrafyası nedeniyle 1000 civarında insanın yaşadığı bir şehir olmaktan öteye gidememiştir.

Sur içi boyutları bu kadarını karşılamaktadır.

Lykia sahillerinin ortak kaderinde olduğu gibi, burası da su kaynakları konusunda çok fakirdir.

Bu kentin sakinleri de 40’ı geçen sarnıçla toplanan sularla yetinir.

 

NEKROPOL:

Kentin çoğunlukla doğusunda, kısmen de batısında sur dışında dağılmış nekropolünde 80’den fazla mezar tespit edildiği halde hiçbir Lykia kaya mezarına rastlanmamış olması da ilginçtir.

Lahitler yalın tekneler ve semerdamlı kapaklardan oluşur.

Kapaklarda karşılıklı kaldırma çıkıntıları bulunmaktadır.

Bunların 35 tanesi yazıtlıdır.

 

GÜNÜMÜZE ULAŞAN KALINTILAR:

Modern yerleşim olmaması şansı nedeniyle, antik kalıntılar bugüne kadar korunmuştur.

Ne bir tiyatrosu ne de görünürde anıtsal bir tapınağı yoktur.

Ancak; Agora, iki hamam, dükkan ve işlikler ve diğer kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla görece olarak iyi imar görmüştür.

Günümüzde sular altında kalan 250 metre uzunluktaki kıyı şeridinde bulunan mendirek ve diğer liman yapıları özellikle Roma döneminin zenginliğini gösterir.

Bizans döneminde de yerleşimin yoğunluk düzeyini koruduğu 4 kiliseden anlaşılır.

En erken kalıntı, kuzey duvarındaki Erken Helenistik dönem gözetleme kulesidir.

Bu dönemden başka kalıntı yoktur.

Ancak Roma ve Bizans kalıntıları görünüşteki en yoğun iki dönemi anlatır.

Bunlar, sarp yamaçta ustalıkla dizildiği özgün topoğrafyasıyla şaşırtır.

Tüm kenti kulelerle berkitilmiş bir sur duvarı çevreler.

Güneyinde denizle arasında kalan kesim ise iki yandan akropol bağlantılı surla sınırlanmıştır.

Burada asıl sınır, zamanla yapıları içine çeken denizdir.

Tiberius ve karısı Livia için, İmparator kültü oluşturulmuştur.

Cladius döneminde; İmparator kültü rahibi atanmış olmasından anlaşılmaktadır.

Ancak bugüne kadar bir sebasteiona rastlanmamıştır.

 

KİLİSELER:

İç kentin en kuzey ve en güneyinde birer kilise yetmemiş, denizin tam kıyısında da küçük bir kilise yapılmıştır.

Bugün; ikisinde rüzgarlar, su altında kalanda da dalgalar ve balıklar tapınmaktadır.

Suyun tam kenarında kalabilmiş hamamların biri sur dışında biri de içerisindedir.

Roma döneminde en az 25 metre kıyıdan içeride bulunmaktaydı.

 

HAMAMLAR:

İçeride olan küçük Batı Hamam, Lykia için geleneksel sıra tipi mimarisiyle dikkat çeker.

Yazıta göre MS 80 yılında Titus adına yapılmıştır.

Sur dışındaki Doğu Hamam Aperlai yazıtlarında anılan gymnasium olabilir.

 

PURPUR ÜRETİMİ:

Aperlai kıyılarında gezinirken, dünün iğrenç kokuları hala hatırlanır.

Purpur işleyerek sürdürdüğü yaşamının bedeli de budur.

Kötü kokular nedeniyle kıyılarını yaklaşılmaz kılan bu mor-kırmızı karışımı renk maddesinin elde edildiği, demir çubuklarla parçalanan ve fırında işlem gören deniz kabuklarından yayılan berbat kokular, geçmişte Aperlai kıyılarının bu denli keyifle gezilen yerler olmadığını düşündürür.

Ancak, Akdeniz ışığında en kırmızısı elde edilen renk maddesi pahalı bir dış satım kalemi olduğundan, Aperlai’yi zenginleştirmiştir.

Bu değerli sıvının içindeki yüksek tuz oranı, uzun süre korunması konusunda sıkıntı yarattığı için içine bal katılmaktaydı.

Aperlai’de murex trunculus’tan, en değerli boya maddesi renk olarak mor ve kırmızı elde edildiğini gösteren işleme artığı kabuk kırıkları tepecikleri ve muhtemelen müreksleri canlı tutmak için kullanılan depolama tankları bulunmaktaydı.

Aperlai’nin önemli yanı müreks’den boya üretilmiş olmasıdır.

Kentin batısındaki boş alanlardaki müreks artıklarından oluşan tepecikler önemli miktarda üretim olduğunu gösterirken müreks işlikleriyle ilgili herhangi bir kalıntı görülmez.

Müreks artıklarının karşılaştırılması sonucunda Andriake’deki üretimin çok daha büyük boyutlarda olduğunu söylemek mümkündür.

Atıkların incelenmesi sonucu burada çoğunlukla murex turunculus türü yumuşakçaların işlendiği anlaşılmıştır.

Aynı atıklar içerisinde MS 350-650 yılları arasına tarihlenen ve mureks canlısı taşımakta kullanılan Geç Roma amphora parçaları bulunmuştur.

Mureks artıklarının kentte harç katkısı olarak da kullanıldığı küçük yığınlardan ve uygulanmış örneklerden anlaşılmıştır.

 

SULAR ALTINDA KALAN KIYI YAPILARI:

MS 6-7’nci yüzyıllarda bölgede olan büyük depremlerin etkisiyle, kıyı yapıları sular altında kalmıştır.

Ancak, sualtındaki Lykia bilgileri çok yeni ve eksiktir.

Körfeze dökülen bir akarsu olmadığından su altındaki kalıntılar erozyonla örtülmemiştir.

1970-1975 yıllarında Carter isimli bir turistin görmesiyle, su altındaki kalıntılar ortaya çıkmıştır.

Bundan sonra yapılan araştırmalarda, 2.5 metre derinde seramik bulgulara rastlanır.

Dalgakıran 1 metre derinde kalmıştır.

Yapıların önü boyunca sahilde bir cadde ilerler.

Cadde kıyısından sonra 12 metreye ulaşan derinlik başlar.

APOLLONİA-SAHİLKILINÇLI

Kekova yolu üstünde, Likya döneminden kalma bir Likya şehridir. Kaş ilçe merkezine 22 km uzaklıktadır. Şehir “L” harfine benzeyen bir kayalığın üzerinde MÖ 4’ncü yüzyılda kurulmuştur.

Şehri çevreleyen surların bir bölümü günümüze ulaşmıştır. Şehirdeki diğer antik dönem kalıntıları şunlardır: Likya lahitleri, Bizans kilisesi, Tiyatrosu, bir hamam ve bir sarnıçtır.

DEREAĞZI MEVKİİ

DİRGENLER KÖYÜ-ŞEŞEBE KİLİSESİ

Kaş ilçe merkezine 35 km uzaklıktadır. Dirgenler Mahallesi Dereağzı Mevkiindedir. Elmalı-Kaş karayolu üstündedir. Köyde yoğun olarak seracılık yapılmaktadır.

Şeşebe Kilisesi

Bazı kaynaklarda “Şişama kilisesi” olarak da geçer. Kilise: Dereağzı bölgesinde dağların eteklerinde kuruludur. MS 9 veya 10’ncu yüzyılda Bizans döneminde inşa edildiği düşünülmektedir. Bazilika tarzındadır.

Kiliseden günümüze çok az kalıntı gelebilmiştir. Kubbesi ve sütunlarını çoğu yıkıktır. Ancak günümüzde yine de heybetli bir görüntü sunmaktadır. Yani mimarisi olağanüstü güzeldir.

Kaş Dirgenler Köyü Kale
Kale

Dirgenler köyünde bir de kale bulunuyor. Yalnız bu kaleye ulaşmak için 2 saatlik bir tırmanış gereklidir. Kaleye tırmanırsanız, aşağıda oldukça güzel bir manzara görebilirsiniz. Özellikle seraların çokluğu dikkat çekiyor. Kilise çevresinde: yol kalıntısı, şehrin kale duvarları, su sarnıçları bulunur. Lahitler ise basit yapılıdır ve kayaya oyulmuştur.

MASTAURA

Akdeniz’le Elmalı arasındaki geçitte bulunur.

Myra’nın 19 km kuzeybatısındadır.

Myros vadisinde gözlemlenen Roma dönemi yolu bu güzergaha aittir.

Önemi:

Uzun bir süre yerleşim gördüğü anlaşılan yerleşimin en erken verileri, seramiklere göre Orta Demir Çağ’dır.

Seramikler MÖ 9 ncu yüzyıldan 6 ncı yüzyıla kadar tarihlenir.

Klasik ve Helenistik dönemlerin de tanıkları seramiklerdir.

Klasik dönemden itibaren de mimari kalıntılar görülür.

Bunların en erkenleri kaya mezarlarıdır.

Yokuş başlangıcındaki ana kayaya açılmış 3 kaya mezarı, Klasik dönem geleneksel Lykia mezarlarıdır.

Roma ve Bizans dönemlerinde de yerleşim kesintisiz devam etmiştir.

Roma mimarisinin dünya üzerindeki en iyi örneklerinden birisi olarak kabul edilen Roma şehrindeki “Collezyum” un bir benzeri, Mastaura şehri kalıntıları buradadır.

En geç 12 nci yüzyıla kadar yerleşim yaşamıştır.

MÖ 2 nci yüzyıldan başlayan Lykia Birlik sikkeleri ve ardından erken Roma sikkelerine ek olarak Constans II (7 nci yüzyıl) ile ve 16 ncı yüzyıl Osmanlı sikkelerinin desteğinde yerleşim tarihi aydınlanır.

Araştırmacılara göre, Myra Metropolisine bağlı Mastaura Piskoposluk bölgesi burasıdır.

Ve zaten erken kuruluşunun da Myra hanedanlığı tarafından gerçekleştiği söylenir.

Kalıntılar:

Kasaba vadisinin güney yamacındaki görkemli kilise ile tanınır.

Kilisenin 2 km güneybatısında, Kasaba ve Karadağ Çaylarının Myros ile buluştuğu noktada yükselen tüm vadiye egemen ve vadi girişini koruyan bir tepe üzerinde “kale” yer alır.

Myra ve Andriake’ye su taşıyan kanal buradan başlar.

Kanalın uzun süre kullanılmış olduğu, 9’ncu yüzyıl onarımlarından anlaşılır.

Kayalıkta ilk göze çarpan, Lykia tipi kaya mezarları ve lahitlerdir.

Büyük kısmını savunma yapılarının oluşturduğu kalıntılar, çoğunlukla kalenin kuzeyinde bulunur.

Lykia klasik kentinden ilk savunma kalesinin kalıntıları görülür.

Teraslanmış tepe yamacında üst alan iyi işçilikli poligonal büyük bloklarla örülü sur ile korunmuştur.

Tepenin korunaksız kuzey ve doğu yana, payandalı sur duvarları ile çevrilmişken uçuruma bakan güney yanında buna gerek kalmamıştır.

Ana giriş kayalıklarda bir boğa ve kurban sahnesinde, elinde oinokhoe ile betimlenen erkek figürü bulunmaktadır.

Benzerleri MÖ 4 ncü yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.

Lykia ahşap imitasyon cepheli klasik kaya mezarı 4 ncü yüzyılın ilk yarısına aittir.

Bunlardan birinin sahibinin adı belirlenmiştir. “Chakbija”

Bu mezarlar ve kapı kabartması Klasik yerleşimin de tarihini destekler.

Dereağzı yerleşimi Myra’ya bağlı bir kaledir ve kaya mezarları ile diğer kalıntılar, küçük ama varlıklı bir kent olduğunu gösterir.

Yerleşimde zorlukla tanımlanabilen diğer kalıntılar Roma dönemine aittir.

Bizans kilisesi ve diğer yapıların inşaatında Roma malzemeleri devşirme olarak kullanılmış ve tahrip edilmiştir.

Mermerden yapılmış üst yapı elamanlarındaki mimari bezekler, MS 1-2’nci yüzyıla tarihlenir.

Bizans varlığı ise, MS 5’nci yüzyılda başlar.

Orta Bizans döneminde ise Lykia kalesi, kireç harcı ve moloz taşlarla örülen 1.90 metre genişlikteki duvarlarla tekrar yapılır.

Bu döneme ait başka yapılar ve bir de şapel vardır.

Bu yapıların dönemi için 9’ncu yüzyıl verilir.

Bu tarihler, 9’ncu yüzyıldaki Arap-Bizans mücadelesi dönemine denk gelmekte ve anlaşılan bu nedenle tüm bölgede olduğu gibi savunma güçlendirilmiştir.

Vadinin kuzeydoğusundaki Dereağzı’nın ünlü kilisesi, Başkent İstanbul örnekleriyle karşılaştırılabilecek niteliktedir.

Burası bir haç merkezi veya bir bişof katedrali olmalıdır.

Tuğla ve taştan örülmüş olan kilise, Bizans kalesiyle aynı dönemdendir.

Kilisenin iki yanında, apsisli iki sekizgen yapı vardır.

Nartheks kuleleri içinden üst kata çıkılır.

Dış nartheks ve “U” biçiminde bir galeri katı vardır.

 

Amfi Tiyatro Kalıntısı

Yaklaşık 14-15 metrelik duvarları korunarak günümüze ulaşmıştır. Ayrıca: oturma sıraları 360 derece dönmekte, yaklaşık 100 metre çapındadır. Anadolu’da bulunan tiyatroların hepsi yarım ay şeklinde iken, buranın Colezyum benzeri olması oldukça önemlidir.

Orta ölçekli bir tiyatro yapısıdır. Günümüzde zeytin ağaçlarının altında oturma sıraları, orkestrası ile birlikte çok iyi korunmuş olarak görülmektedir.

SÜTLEGEN-NİSA

Kaş ilçe merkezine 60 km uzaklıktadır.

Burası günümüzde bir yayla köyü olmasına rağmen, Likya ve Roma dönemine ait birçok kalıntı bulunmaktadır. Ören yeri, bugün köyden 15 dakikalık yürüyüş mesafesindedir. Şehrin Likçe ismi “Neiseus” dur. Bu isim, Tiyatronun duvarında yazılıdır. Ören yerinde Likya ve Roma dönemine ait kalıntılar bulunmaktadır.

Bölgede yapılan arkeolojik araştırmalarda, çeşitli sikkeler bulunmuştur. Bu sikkeler, Likya dönemine aittir ve günümüzde Antalya Müzesinde sergilenmektedir. Şehirde bulunan bazı lahitlerin ön cephelerinde: mızrak, kalkan, kadın ve erkek tasvirleri görülebilir. Antik kentte ayrıca: Agora ve Tiyatro bulunmaktadır.

GÖMBE YAYLASI

Kaş ilçe merkezine 68 km uzaklıkta Elmalı yolu üzerindedir.

Yol boyunca: çam ve sedir ağaçlarıyla kaplı ormanlar bulunur. Köyler bu ormanların içindedir. Gömbe yaylası: soğuk suları ve elma bahçeleriyle ünlüdür. Ayrıca: yaylada turistik hizmet veren konaklama tesisleri vardır. Bu konaklama tesislerindeki yemekler, yöreye ait kokulu otlarla hazırlanır.

Bölge: Hıristiyanlık zamanında Piskoposluk merkezi olarak önem kazanmıştır. Çevredeki kilise ve lahitler, günümüze kadar gelebilen kalıntılar arasındadır. Yayla: Osmanlı döneminde hayvan panayırı olarak kullanılmıştır. Çok sayıda Yörük günümüzde yaşamlarını sürdürüyor. Türkiye’nin en eski yağlı güreşlerinin yapıldığı yer olarak da biliniyor. Zamanında burası Mais ve Rodos adalarının tahıl ihtiyacını karşılıyormuş.

Kaş Tekke Köyü

TEKKE KÖYÜ VE ABDAL MUSA EFSANESİ

Kaş ilçe merkezine 70 km uzaklıkta, Gömbe yaylasından 8 km uzaklıktadır. Yayla yolu stabilizedir.

Tekke köyünde: Abdal Musa türbesi bulunmaktadır. Bu yüzden, köy özellikle Aleviler tarafından yoğun ziyaret edilir.

Rivayete göre “Abdal Musa, Teke yarımadasına yerleşmiş ve bölgeyi dolaşmıştır. Fethiye yakınlarına geldiğinde, çobanlardan su ister. Ancak ona kimse su vermez. Daha sonra Yumru dağına çıktığında, orada bir çobandan su ister, çoban pınardan çanağına doldurduğu suyu kendisine verir.

Abdal Musa, burada namaz kılar ve çobandan bir isteği olup olmadığını sorar. Çoban bunun üzerine “bu pınar yaz aylarında susuzluğumuzu gideriyor, ancak kışın seller oluyor ve tüm ekili alanlarımız harap oluyor” diye yakınır.

Bunun üzerine Abdal Musa, “bu pınar yazım Gömbe’ye, kışın ise bardak suyu çok görenlere gitsin” diye dua eder.

Yine söylenenlere göre, o zamandan bu yana Uçarsu Şelalesi, 6 Mayıs Hıdırellez gününden itibaren Gömbe’ye akar. Ekim ayından itibaren ise Fethiye’ye akmaya başlar. Bu yüzden, bölge Aleviler için kutsal kabul edilir ve her Hıdırellez günü çeşitli yerlerden gelen binlerce Alevi, Uçarsu Şelalesi çevresinde kurban kesip dilekte bulunurlar.

Kaş Tekke Köyü Yeşilgöl
Yeşilgöl

Yeşilgöl, Gömbe’nin üstünde bulunan dağların arasında kalan volkanik bir göldür. Özellikle İlkbahar döneminde görülmesi gereken bir göl olan Yeşilgöl, çevresinde bulunan yemyeşil bitki örtüsü ve çiçeklerle birlikte fotoğrafçılar için oldukça güzel manzaralar sunar.

Kaş Tekke Köyü Uçarsu Şelalesi
Uçarsu Şelalesi

Gömbe yaylasında Yeşilgöl güneybatısında konumlanan Aygır gölünden doğan sular, şelalede 60 metreden dökülüyor.

Şelale, bulunduğu bölgenin bitki örtüsü özellikleri nedeniyle, kilometrelerce uzaktan bile görülebiliyor.

Şelalenin mucizevi yön değiştirmesi günümüzde de devam etmektedir.

Manevi yanında, bilimsel olarak bu durumun kaynaklanması sebebi: bölgenin toprak yapısı çok killi ve farklıdır.

Havanın soğumasıyla toprak donar ve oluşan buz setleri, suyun yönünü değiştirir.

Mayıs ayının ilk haftasında karların erimesiyle “Uçarsu” da akmaya başlayan şelale, Ağustos ve Eylül aylarına kadar akışını sürdürür. Haziran ayında düzenlenen şenliklerde, buraya gelen ziyaretçiler, Uçarsu’da dilek dileyip kurban kesiyorlar, sema törenleri ve folklor gösterileri yapılıyor. Sonra da Tekke Köyü Abdal Musa Türbesi ziyaret ediliyor.

Kaş Xanthos

XANTHOS-KSANTHOS 

Kınık olarak da anılan Xanthos (Arnna); Fethiye-Kaş karayolu üzerinde, Kaş merkeze 45 km. uzaklıktadır. Kalkan merkeze 20 km ve Antalya merkeze ise sahilden 235 km uzaklıktadır.

Kınık köyünün yanındaki Eşen Çayının ayırdığı, Muğla-Antalya il sınırındadır. Eski Yunancada: “Sarı” anlamına geliyor.

Kaş Xanthos

Kent, Likya uygarlığının özgünlüğü ve kazılarda elde edilen buluntuların önemi nedeniyle, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesine” dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Kınık içinden geçen yol, doğrudan Xanthos’a çıkar. Antik şehrin içinden aracınızla gişeye doğru giderken şehrin ayağa kaldırılmayı bekleyen yapılarını görebilirsiniz. Gişe önünde otoparka aracınızı bırakın, gişenin hemen arkasında ücretsiz tuvaletler ve müze dükkanı bulunuyor.

Giriş ücretli ancak müze kart geçerlidir. Evet burayı ziyaret ederseniz öğlen sıcağına dikkat ediniz, sabah saatlerinde gitmeniz, şapka kullanmanız ve yanınızda su bulundurmanızı öneririm.

Xanthos

Önemi

Kazılarda elde edilen buluntulara göre, şehrin ilk kuruluşunun MÖ 1200’lere kadar gittiği tahmin edilmektedir.

Likya döneminde bölgenin idari ve dini merkezidir.

Kentin ismine ilk olarak Likya dilinde yazılmış kitabelerde “Arnna” veya “Arna” olarak rastlanır.

Homeros: İlyada Destanında “Likyalı kahraman Bellerophontes’in torunu Sarpedon, MÖ 1200 yıllarında Troyalılarla birlikte savaşarak büyük kahramanlık göstermiştir” diye yazar. Ayrıca yine Homeros “Sarpedon’un çok uzaktan, Xanthos ırmağının aktığı vadiden geldiğini yazmıştır.

Sarpedon, Bellerophontes’ten kalan topraklarda hüküm sürmekteydi. Evet: antik dönem yazarlarına göre Xanthos şehrinin kurucusu Girit kökenli kahraman Sarpedon’dur.

Xanthos savaşçı ve cesur bir halk olarak tanınırlar.

MÖ 545 yılına kadar şehir, şehir bağımsız bir şehir devletidir.

Pers işgali

Ancak: Heredot’a göre: “ Şehir: MÖ 545 yılındaki Pers Ordusu Komutanı Harpagos tarafından kuşatılır.

Kahramanlıklarıyla ünlü Xanthoslular, az sayıdaki güçleriyle çok direnmelerine rağmen yenilirler. Ancak yenilmeden hemen önce, kadınlarını, çocuklarını, hazinelerini ve kölelerini Likya Akropolüne doldurdular, alttan ve yandan ateşe verdiler, öyle bir yangın kaleyi yerle bir etti.

Ardından birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak, düşmana saldırdılar, savaşta hepsi savaşarak öldü.

Bu savaştan sadece başka yerlerde bulunan 80 aileden oluşan Xanthoslular kurtuldu, onlar da şehri baştan kurdular.”

MÖ 475-450 yılları arasında, şehir büyük bir yangın geçirir ve büyük zarar görür.

MÖ 333 yılında, Büyük İskender bölgeye gelip şehri teslim alınca, bölge Likya kültüründen kopup Helenleşmeye başlıyor. Resmi dil olarak Yunanca konuşulmaya başlıyor. Bölgenin en büyük kenti olma özelliği ise, Patara şehrine kaptırılıyor.

MÖ 197 yılında: Suriye Kralı III Antiochus’un eline geçen şehir, parlak bir dönem yaşar.

MÖ 2’nci yüzyılda, Xanthos şehri Likya birliğinin başkenti olur.

MÖ 42 yılında bu kere Romalılar şehri işgal ederler ve Brutüs şehri tahrip eder ve şehir halkını öldürtür.

Bu olaydan 1 yıl sonra, Roma İmparatoru Markus Aurelius, şehri yeni baştan imar ettirir. Roma döneminde uygulanan bir şehircilik planına göre yapılan döşemeli iki ana cadde ile revaklarıyla çevrili iki meydan sonradan keşfedilmiştir.

Bu caddeler birbirleriyle dik açı çizerek kesişmektedir. Şehrin yeniden düzenlenmesi çalışmaları sırasında, geniş teraslamalar sayesinde çevresi resmi anıtlarla çevrili büyük meydanlar yaratmak mümkün olmuştur.

Bu meydanlardan bir tanesi, yeraltı sarnıçlarının üzerine orjinal bir teknikle kurulmuştur.

Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olan şehir, Arap akınlarının başlamasıyla terk edilir.

Kaş Xanthos

ANTİK KENTİN KALINTILARI

HARPİ ANITI

Antik kentte, günümüzde en çok dikkat çeken kalıntı bir savaş anıtıdır.

Anıtın mezarın MÖ 479 yılında Salamis savaşında ölen Kybernis’in mezarı olduğu düşünülüyor.

Tiyatronun batısındadır. Mezar, beyaz mermerden İon üslübundaki bir tapınak şeklinde inşa edilmiştir. İnşaat tekniği, Atina’dan gelen ustaların varlığını kanıtlamaktadır. Dekor ise tamamen Likyalı sahnelerle (surlara saldıran askerler), Atina sanatından esinlenen sahneler (Parthenon’un firizini andıran asker ve atlılar geçidi) ilginç bir karışımı görülür. Yani yerli kültürden Yunan kültürüne geçişin izleri hissedilir.

Mezar binasının alt kısmı, monolit bir kare prizması bloktur. Üstteki oda mermerdir ve rölyeflerle süslenmiştir. Bu rölyeflerde: şemsiyesi altında tahta oturmuş Persli yönetici, onun önündeyse yöneticiyi kutsayıp ona bağlılık bildiren kişiler betimlenmiştir. Yani, Anadolu’da Pers etkisinin en iyi sergilendiği bir anıt olarak önem kazanmaktadır.

Anıt ismini: kabartmalarda bulunan ve Harpiler olarak adlandırılan “Yarı kadın yarı kuş” şeklindeki mitolojik varlıklardan alır.

Anıtın yüksekliği 5.43 metredir. Kule şeklindeki monolit kaidenin üstünde mezar odası vardır. Böylece anıtın toplam yüksekliği 8.87 metredir. Bu mezar anıtı: kayalardan oyulmuş, masif bir paye ile dört yüzü frizle çevrili, küçük bir mezar odasından oluşur.

Üstü bir kapak taşıyla örtülü bu mezar odasındaki kabartmalar: günümüzde Londra British Museum’dadır. Çünkü: 1842 yılında bölgeyi yağmalayan İngiliz Fellow tarafından çalınarak Londra’ya götürülmüştür.

Yerlerine ise, orijinallerinden alınan alçı kopyaları konulmuştur. Kabartmalarda: mezar sahibi kral ve eşine, diğer aile bireylerinin sundukları hediyeler konu ediliyor. Kuzey ve güneydeki yarı kuş yarı kadın şeklindeki “Siren” isimli yaratıklar bebekleri sembolize ediyor ve ölünün ruhunu gökyüzüne taşıyor.

Xanthos Beylerinden Kybernis adlı kral adına dikilen, iki yüzü Likçe ve Grekçe yazılı anıt mezar, dünyaca meşhurdur.

KENT SURLARI

Xsantos şehrinde oturanlar, şehirlerini dış saldırılardan korumak için, büyük olasılıkla MÖ 5’nci yüzyıl sonlarında, şehri çevreleyen büyük suru inşa ederler. Bu surun bazı bölümleri, Akropolü korumak için, muhtemelen daha önceki yüzyıllarda yapılmıştır.

Büyük sur, iki tekniğin birbiriyle karışımıdır. Yunanlılardan kalan taş işleme tekniği ve eski Anadolu ve Yakın Doğu sur inşası tekniğidir. Surlar: Roma ve Bizans dönemlerinde onarılarak çeşitli ilavelerle güçlendirilmiştir.

ŞEHİR KAPISI

Güneyde, MÖ 2’nci yüzyıl yapımı bir kapı bulunmaktadır. Helenistik dönem yapısıdır.

ZAFER KEMERİ

Bu kapının arkasında, şehre büyük katkıları bulunan Roma İmparatoru Vespasianus’a ait, Dor düzenli bir Zafer Kemeri bulunur.

LİKYA AKROPOLÜ

Kentin güneybatı da, kentin ilk kurulduğu yer olan Likya Akropolisi vardır. Eşen çayına ve ovaya doğru uzanır. Akropolis’de: Artemis’e ait olduğu düşünülen bir tapınak kalıntısı ve bir Bizans kilisesi vardır.

Likya Akropolünde yürütülen kazılarda, çamur ile birbirine tutturulan küçük taşlardan yapılmış evler ortaya çıkarılmıştır. Bu yapılar, MÖ 6 ile 5’nci yüzyıldan kalmadır. Bu yapıların kalıntıları kül halinde bulunmuştur ve bir yangın sonucunda yandığı saptanan ahşap bir katı üstlerinde taşıyorlardı.

ROMA AKROPOLÜ

Kentin kuzeyinde Roma Tiyatrosunun bitişiğindedir. Kare formlu alan, Roma dönemi agorasıdır. Burada görkemli bir manastır dikkat çeker.

LAHİT

Roma Akropolisinin doğusundaki lahit, MÖ 4’ncü yüzyıla tarihleniyor. Bu lahit de çalınarak götürüldüğü Londra Brisith Museum’da sergileniyor.

Xanthos Tiyatro

TİYATRO

Roma Akropolünün kuzeyindedir. Roma dönemine aittir ve MS 2’nci yüzyılda yapılmıştır. Sahnesi iki katlıdır. Yapının Bizans döneminde oturma yerleri sökülerek sur duvarlarının yapımında kullanılmıştır.

YAZILI MEZAR ANITI-OBELİSK

Satrap Kherei’ye aittir. MÖ 5’nci yüzyıla tarihlenir. Anıt: bir kaide ve mezar odasından oluşur. Kaidenin dört yüzünde Likya yazıtı bulunur. Mezar odası: yaklaşık 2 metre yüksekliktedir. Yanlar; Satrapın zaferlerini gösteren kabartmalar ile süslüdür.

Ayrıca: çatı üstünde Satrapın heykeli bulunmaktadır. Bu kabartmaların bir bölümü, günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde, diğer bir bölümü ise, çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.

Xhanthos Mezar Anıtları

MEZAR ANITLARI

Kent, ününü mezar anıtlarıyla kazanmıştır. Bu muhteşem mezarlar “Pilyeli” mezarlardır. Bu pilyeler olağanüstü yapılardır. Ağırlığı 10 tonu geçebilen, kocaman bir  kayadan oluşmakta ve üstünde ölü odası bulunmaktadır.

Bu anıtlardan sadece bir tanesi yazıtlıdır. Bu yüzden, Yazılı Kaya veya Yazılı Pilye olarak adlandırılır. Bu yazıt da mezarın MÖ 5’nci yüzyılın sonlarına doğru Xsanthos kralı olan Gergis’in mezarı olduğunu yazar.

Bu durumda, Xsanthos ve Likya’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi, Xsanthos’da bulunan pilyelerin krallara mahsus olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Bu pilyelerden bazıları alçak kabartmalarla süslüdür.

Bu anıtların muhtemelen Xsanthos kralları için şehre çalışmaya gelen Yunanlı sanatçılar tarafından yapılmış olmalıdır.

Ancak bu mezar anıtlarının çoğu çalınarak yurt dışına kaçırılmıştır. Bunlar arasında en tanınanları: Nereitli Pilye, Harpili Pilye, Paya ve lahdi, Aslanlı Pilye.

Aslanlı Mezar

Kentin kuzeydoğu ucunda, Roma Akropolisinin doğu eteğinde sadece kaidesi görülmektedir. Bilinen en eski Likya mezarı olarak önemlidir. MÖ 525 yılına tarihlenen anıt mezarın kabartmaları, günümüzde çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.

Kule Mezarı

Harpiler Anıtının güneyindedir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenir. Likya mezarlarının özgün bir örneğidir. Toplam yükseklik 8.59 metredir. Anıt mezarın, blok taşlarından yapılan kulesi, güneş resimleriyle bezeliydi. Ancak kabartmalar: İstanbul Arkeoloji Müzesine alınarak orada sergilenmektedir. Kulenin üzerinde 3.56 metre yükseklikte bir lahit vardır. Lahit sivri kemerlidir.

Nereidler Anıtı (Londra Brisith Museum’da sergilenmektedir.)
Nereitler Anıtı

Şehrin güneyindedir.

MÖ 390-380 yılları arasında Xsanthos Kralı Arbinas için yapılmıştır.

Nereidler Anıtı

Bugün, burada sadece anıtın temelleri görülür. Tahmin ettiğiniz gibi, bu anıt da çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.

Yine de bu anıt hakkında bilgi vereceğim.

Nereidler Anıtı

Anıt, yüksek bir kaide üzerindedir. Kaide kabartmalı frizlerle bezelidir. Kaidenin önü, sütunlarla çevrili üst bölümden oluşur. Sütunlar: üçgen alınlıklı bir çatıyı taşırlar.

Mezar odası: yüksek kaidenin içindedir. Anıt adını: sütunlar arasında bulunan Su Perileri “Nereid” heykellerinden almıştır. Burası bir Likyalı Satrap mezar anıtıdır.

Son bir not: 2017 yılında Londra Brıtish Museum’a gittim, İngilizler müzeyi oluştururken bütün dünyadan elde ettikleri eserleri, ziyaretçileri müzeye ücretsiz sokarak gösteriyorlar.

Nereidler Anıtını müstakil bir salona yerleştirmişler, ışıklandırmışlar, hemen karşısına da koltuk koymuşlar, bu koltuklara oturup bu muhteşem anıtı dakikalarca seyrettim, inanılmaz güzel, böyle güzel bir anıtın ülkemizden uzaklara, Patara Limanına yanaşan bir İngiliz Savaş Gemisine yüklenerek götürülmesi olacak iş değil,

Xhandos Sütunlu Cadde

SÜTUNLU CADDE

Roma dönemine ait sütunlu cadde, Bizans dönemine ait Katedral (Doğu Bazilikası), Haç Bazilikası ve yaklaşık 2 km uzunluğundaki surlar da görülebilir. Cadde, taş kaplamalarıyla Anadolu’nun en iyi ele geçen caddelerinden birisidir.

KSANTHOS AGORA DİKMESİ

Anıtın gövdesindeki yazıt çift dillidir. Dönemin en uzun yazıtının çoğunluğu Likçe’dir. Ayrıca 11 satırlık eski Yunanca dizede kralın askeri başarıları övülür. MÖ 430 yılında Atina’dan Lykia’ya bağış toplamak için gönderilen Atinalılar gibi Spartalılar ve Melasandos’tan da bahsedilmiştir. Henüz tam çözülemeyen, salt isimler konusunda güvenilir araştırma düzeyinde bulunan Ksanthos yazılı dikmesi hem çok dilli oluşu hem de tarihi olaylardan bahsetmesiyle ayrıcalıklı bir yer edinirken, Likçe’nin eski diyalektinde yazılmış olmasıyla da özelleşir. İki dilli yazıtlardaki benzer kelimelerin farklı yazılışlarının nedeni, Grekler’in Likçe’nin egzotik seslerini tam anlayamamış olmalarıdır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri: Patara’da yaşanmıştır. Büyük İskender birkaç günlük kamp kurduğu kentin görkemli yapıları arasında dolaşan iyi giyimli halkı öylesine anlaşılmaz bir dille konuşmaktaymış ki, çevirmen yardımı olmadan anlaşamamışlar.

 

Leteon

LETOON

Lykia şehir devletlerinin kültür merkezi olduğu sanılıyor. Çünkü, o dönemde, milli festivaller burada düzenleniyormuş. Letoon adı ise, efsanelerden gelmekte. “Tanrılar kralı Zeus, Leto’ya aşık oluyor ve birlikteliklerinden, Leto ikiz çocuklarına hamile kalıyor.

Zeus’un kıskanç karısından korkan Leto, kaçıyor ve Delos’a geliyor. Burada: çocukları Apollon ve Artemis’i doğuruyor. Ancak; Leto, Hera’dan daha çok uzaklaşabilmek için, Lykia’ya, Anadolu kıyılarına kaçıyor.

Yolda karşılaştığı kurtlar, ona Xantos Nehrine kadar klavuzluk ediyorlar. Leto, minnettarlık içinde nehri Apollon’a adayarak, o zamana kadar “Termilles” adıyla bilinen yere, Yunanca kurt anlamına gelen “İykos” sözcüğünden türetilmiş olan “Lykia” adını veriyor.

Letoon’un kuzeyinde, Grek planlı, Helenistik döneme ait olan tiyatro var. Sahne kısmı ayakta olmayan tiyatronun doğu ve batısındaki kapılar, Dorik firizlerle süslenmiş. Tiyatro, büyük ölçüde, Patara tiyatrosunu hatırlatıyor.

Kazılar sırasında, tapınak kalıntılarının arasında, Lykia tarihine ışık tutabilecek nitelikte yazıtlar bulunmuş. Bunlardan en önemlisi: Büyük İskender’in Letoon’u ziyaretini anlatan yazıttır. Şehirde: MS.8’nci yüzyıldan sonrasına ait kalıntı izleri görülmüyor.

 

3 dilli yazıt:

Lykia bölgesinde ele geçen yazıtlar içinde Letoon üç dilli yazıtı en önemlisidir. Likçe, Eski Yunanca ve Aramice dillerinin aynı anıtta birlikte yer alması resmi/politik bir söylemden iz vermektedir. MÖ 4 ncü yüzyıla ait yazıt, Klasik Dönem Lykia’sının bilinen en uzun ikinci yazıtıdır. Likçe kısmı 41 dizeden oluşur. Bugün Fethiye Müzesinde bulunan yazıt, ilk olarak 1974 yılında yayınlanmıştır. Yazıt içeriğinde Kral Kaunos ve Karanlık Tanrılar kültü (Arkesimas) kayıtları bulunmaktadır.

Evet, Letoon; Arap akınlarının başlaması ve Hıristiyanlığın putperest yapılarına karşı acımasız olan tutumu yüzünden, şehrin terk edildiği tahmin ediliyor.

Kalkan gezi yazıları.

Kekova gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Demre gezi yazıları.

 

 

 

Demre

Demre

ULAŞIM

Demre-Antalya arası uzaklık: 147 km. dir. Bitmesini istemeyeceğiniz güzelliklerle dolu, asfalt bir yolla Demre’ye ulaşılır. Finike-Demre arası uzaklık: 28 km. dir. Demre-Kaş arası uzaklık: 37 km. dir. Demre-Fethiye arası uzaklık: 130 km.dir.

GENEL

Demre ilçesinin tarihteki ismi Myra’dır. Myra şehrinin isminin “Mür” yağının üretildiği yaban mersin bitkisinden gelmektedir. Günümüzde kazılarda ortaya çıkan mür yağı şişeleri, mür yağı saklama odaları bu görüşü desteklemektedir.

Üç tarafı dağlarla çevrili bulunan İlçenin kurulduğu arazi, Demre Çayının getirmiş olduğu verimli alüvyonlu topraklardan meydana gelmiştir. Akdeniz ikliminin tipik özellikleri görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağmurludur.

İlçenin ekonomisinin % 90’ı tarıma dayalıdır. Aslında turizm cenneti olmasına rağmen, turizm tesislerinin yetersizliği nedeniyle, halk geçimini tarım ile sağlamaktadır. Türkiye’nin en çok: Sivri Biber üretilen yeridir.

Demre sivrisi, adını buradan almıştır. Evet, niye turizm yetersiz? Çünkü: ulaşım zorluğu var, konaklama tesisleri az ve bu yüzden hizmet sektörü gelişmemiştir. Bunun sonucunda: Demre’de, gece eğlence merkezi veya eğlence hayatı da yok.

NE YENİR

Demre’de yöresel bir yemek tatmak isterseniz: Köle (buğday, fasulye, nohut ve bakla haşlamasından yapılan) deneyebilirsiniz.

TARİHİ YERLER

Demre de bulunan tarihi yerler

Myra antik kenti,

Noel Baba Kilisesi.

Andriake Limanı

Myra

MYRA

Demre merkezinden 5 km uzaklıktadır. Kuruluşu MÖ 5’nci yüzyıla kadar gider. Likya birliğinin en önemli 6 şehrinden birisidir. Şehirde Likya döneminin en etkileyici taş oyma figürleri bulunmaktadır.

MÖ 42 yılında, Xanthos şehrinin istila edilmesinden sonra, Roma İmparatoru Brutus, Komutanı Lentulus Spinther’i para toplamak için şehre gönderir. Myralılar karşı koyarlar, limanı bir zincirle kapatırlar.

Spinther: Andriake limanını kapatan zinciri güç kullanarak kırdırır ve Myralılar bunun üzerine teslim olurlar. Öte yandan, Roma İmparatorları, Myra şehrine karşı iyi davranırlar.

MS 18 yılında, İmparator Tiberius evlatlığı olan Germanicus ve karısı Agrippina şehri ziyaret ederler ve Andriake şehrinde dikilen heykellerle onurlandırılırlar.

MS 60 yılında Aziz Paulus, Roma’ya giderken Myra’da gemi değiştirir.

Myra şehri daha sonra İmparator II Theodosius tarafından Likya bölgesinin başkenti ilan edilir.

MS 9’ncu yüzyılda Arap akınları nedeniyle şehir terk edilmiştir.

Şehrin batısında 5.5 km uzaklıkta, Andriake limanı bulunur.

Eskiden bir kıyı kenti iken, Demre çayının getirdiği alüvyonlarla denizin dolması nedeniyle günümüzde denizden içeride kalmıştır.

Ayrıca derine gömülmüş olan şehirde günümüze kadar herhangi bir resmi arkeolojik kazı çalışması yapılmamıştır. Bu yüzden günümüzde şehrin kalıntıları olarak sadece tiyatro ve mezarlar görülebilir.

Liman

Şehrin Limanı: Andriake, Patara ve Phaselis ile birlikte Likya’nın önemli limanlarından birisidir.

Tiyatro

Tiyatro

MÖ 1’nci yüzyılda yapılmıştır. MS 141 yılındaki depremde hasar görmüş ve yeniden yapılmıştır. Dikey kaya yüzeyi, caveasının eğimi için değerlendirilemiş, bu yüzden tamamen baştan inşa edilmiştir.

Tiyatro: arena olarak kullanılmış ve gladyötör döğüşleri yapılmıştır. Şehrin tiyatrosu çok etkileyici ve son derece iyi korunarak günümüze ulaşmıştır.

Tiyatronun Caveasında: aşağıda 29 sıra ve üst kısımda 6 oturma sırası bulunmaktadır. Bu 6 sıralık Diazoma bölümü oldukça geniştir ve arkasında üzerine boya ile isimler yazılmış, 2 metre yükseklikte bir duvar bulunur.

Burası muhtemelen kişiler için ayrılmış yerleri belirlemektedir.

Tiyatroda: 14 merdiven yolu vardır. Tonozlu galeriyle çevrilidir ve bunlardan dışta kalan iki katlıdır. Batı galeride: iki koridor vardır ve duvarlardan birinde “Gezici esnaf Gelasius’un yeri” yazıtı görülür.

Muhtemelen, antik dönemde tiyatroya gelen izleyicilere günümüzdeki kuruyemiş ve şekerleme benzeri bazı ürünlerin satıldığı bir yerdir.

Tiyatro yaklaşık 6500 kişiliktir. Tiyatronun çapı ise, 108 metredir. Orkestra bölümünde: Myra’nın ihracat ve ithalatından söz eden bir yazıt bulunur.

Bu yazıtta, şehrin ithalat işinden elde edilen gelirlerden, Birlik Hazinesine 7000 dinar ödemesi gerektiği yazılıdır.

Antik Mezarlar

Antik Mezarlar

Şehirde tepelere oyulmuş antik mezarlar dikkat çeker. Bu mezarlardan bazıları: ahşap yapıların taklidi olacak şekilde kayadan yontulmuş ve işlenmiştir.

Myra şehrinin ünlü kaya mezarları iki gurup halindedir.

1’nci Gurup Mezarlar

Tiyatronun batısındaki dik yamaçta, birbirine yakın dizilmiş mezarlar bulunur. Ancak bunların büyük bölümü ev tipindedir. Bazıları renkli kabartmalarla bezenmiştir.

Bazıları ise tapınak biçiminde ve kalanlar ise son derece sadedir. Lahit yoktur. Mezarlardan birinin kaya duvarındaki yazıtta “Moskhos;  Demetrios’un kızı Philiste’yi seviyor” yazılıdır.

Tiyatro yakınındaki bir mezarın üstünde 2 asker kabartması görülür. Ev tipi bir mezarda ise, alınlığında sola doğru ilerleyen ve kalkanlar taşıyan iki savaşçı betimlenmiştir. Sol taraftaki, diğerinin kalkanını ondan koparıp almak istercesine betimlenmiştir.

Üstteki mezar kabartmasında: kendisi bir sedire uzanmış ve eşi yanına oturmuş heykel figürü dikkat çeker. Solda ayakta duran, silahlı ve muhtemelen adamın oğullarını temsil eden üç figür görülür.

2’nci Gurup Mezarlar

Tepenin kuzeydoğuya bakan diğer tarafındadır. Buraya kaya bir patika yoldan çıkılır.

Resimli Mezar

Ev tipindeki bu mezar, Likya bölgesindeki en etkileyici mezardır. Mezarın iç kısmında: sağ ve sol yanda birer sedir vardır. Mezarın en özel kısmı: kabartma olarak yapılmış ve gerçek ölçülerde 11 insan figürüdür.

Sol tarafta: sedir üstünde: sağ elinde taşıdığı içki kadehini yukarı doğru kaldıran sakallı bir adam görülür. Bu muhtemelen ailenin babasıdır. Karşı duvarda: Her iki yanında da çocuklarıyla bir kadın figürü görülür ki, bu muhtemelen adamın eşidir.

İki giriş arasındaki duvarın iç kısmında: yüzü sola dönük, elinde kepçeye benzer bir obje bulunan göbekli bir oğlan bulunur. Bu figürlerin, daha önce Yunanlılar tarafından görüldüğü ve Atina’ya götürüldüğü söylenmektedir. Sağdaki kayalıklarda 5 figür daha bulunur.

Boğa ile dövüşen Aslan figürü

Daha yukarıdaki bir mezardadır. Mezarın iç kısmında sekiz figürden oluşan bir sahne görülür. Aslanın başının iki yanında, muhtemelen dansözlerden oluşan fantastik bir figür bulunmaktadır.

Nekropol

Deniz tarafındadır.

Hadrian Buğday Deposu

Antik şehirdeki en önemli yapısıdır.

Aziz Nikolaos

AZİZ NİKOLAOS-NOEL BABA

Kendisi: MS 3’ncü yüzyılda, Patara bölgesinin küçük bir köyünde zengin bir buğday tüccarının oğlu olarak dünyaya gelmiştir.

Ebeveynlerini genç yaşta hastalık nedeniyle kaybeder.

Ardından bütün mal varlığını hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç kişiler için kullanmıştır. Hayatını iyilik yapmaya adamış, sahip olduklarını yoksullarla paylaşan ve yardımlarını gizli olarak pencere veya bacalardan hediyeler bırakarak gerçekleştirmiştir.

Genç yaşta Myra Episkoposu olmuştur

Myra, Likya Eyaletinin başkenti olduğu için burada görev yapan piskopos da, Anadolu’nun en büyük ikinci din otoritesi olarak kabul ediliyordu.

Ardından çok seyahat etmiş ve duaları ile denizcileri birçok kazalardan korumuştur. Akdeniz’de büyüklü küçüklü bütün teknelere Aziz Nikolaos’un resmi veya ikonası asılmış, sefere çıkarken “Dümeninizi Aziz Nikolaos Tutsun” dileklerinde bulunulması gelenek haline gelmiştir.

Katolik, Ortodoks ve Anglikan kiliseleri tarafından önemli bir “Aziz” olarak kabul edilmiştir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde Noel Baba’ya adanmış 2000 civarında kilise bulunmaktadır.

1931 yılında Haddon Sundblum tarafından Coca Cola şirketi için hazırlanan çizimlerle Noel Baba son görüntüsüne kavuşmuştur.

1955 yılında: Antalyalı bir kısım turizmci, PTT işbirliği ile üzerine üzerlerine Noel Baba pulları yapıştırılmış Antalya Kartpostallarını tüm dünya devlet adamları ve önemli kurumlarına, yılbaşında postaladılar ve Demre’de bulunan Noel Baba kilisesinin tanınmasını sağladılar.

Bunun üzerine Amerika’da da sevilerek New York şehrini koruya azizlerden biri sayıldı ve “Santa Klaus” olarak tanındı. Hollanda’da Sinterkoas, Fransa’da Pere Noel, İngiltere’de Father Christmas ve Almanya’da Heilige Nikolaus isimleriyle tanınmaktadır.

Aziz Nikolaos’un Noel Baba efsanesi

Demre de St Nicholaus Kilisesi yakınında, bir fakir baba ve üç kızı yaşarlar. O devirde, hiçbir kız çeyizi olmadan evlenemezmiş. Yoksul baba, o kadar çaresizdir ki, kızlarını nasıl evlendireceğini düşünür, bir türlü çare bulamazmış.

Soğuk bir Noel gecesi, üç kız kardeş odalarında oturmuş, nasıl evleneceklerini konuşuyorlarmış. Kızlardan en büyüğünün aklına, kendini esir pazarında satarak elde edilecek para ile diğer kız kardeşlerine çeyiz düzme fikri aklına gelmiş.

Bu düşüncesini diğer kız kardeşlerine açmış. Evin büyük kızı, kız kardeşlerine “Sizin için kendimi esir pazarında satarak sizleri evlendireceğim” der.

Diğer kız kardeşler buna karşı çıkarlar. Her biri, kendisinin esir pazarında satılarak, elde edilecek para ile diğer kardeşlerin evlenmesini ister.

Bu sırada, evin açık penceresinden bu konuşmaları duyan Aziz Nikolaus, bu yoksul aileye yardım etmeye karar verir, kiliseden getirdiği bir kese altını, açık olan pencereden evin içine atar. Tarih 25 Aralıktır ve Kızlar, İsa’nın doğduğu gece bir mucize olduğuna inanırlar.

Böylece büyük kız evlenir, sonra ikinci sıradaki kız için de pencereden bir kese altın atılır ve kız evlenir. Ancak: Aralık ayı oldukça soğuktur, pencereler kapalı olduğu için en küçük kız için Aziz Nikolaos, bu kez evin çatısına tırmanır ve bacadan aşağıya bir kese altın atar ve küçük kızın da evlenmesini sağlar.

Bunun üzerine, her yıl Myra halkı, 25 Aralık tarihinde pencereleri ve kapılarının önünde altın elma, çerezler, çocuk oyuncakları bulmaya başlarlar. Aziz Nikolaos, yardım ettiği kişilerin kendisine şükran borcu olmaması için yaptığı yardımlara gizliliği seçmiştir.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi-Noel Baba Kilisesi

En başta şunu belirtmekte yarar var, kiliseyi tanıtım yazısı sizlere biraz uzun gelebilir ancak bu yazıyı okuduktan sonra kiliseyi daha bilgili ve zevk alarak gezeceğinize inanıyorum.

Demre Gökyazı Mahallesi Kolcular Sokakta bulunan kilise, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Anıt müze olarak ziyarete açıktır. Her yıl 1 milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Giriş ücretlidir.

Aziz Nikolaos: Myra Piskoposu iken 6 Aralık 365 yılında 65 yaşında iken ölür.

Kaynaklara göre: Aziz Nikolaos öldüğünde, Demre Aziz Nikolaos kilisesine defnedilmiştir.

Ancak, 6’ncı yüzyılda bu eski kilisenin üzerine, dönemin İmparatoru I Justinianos tarafından yeni bir kilise inşa edilmiştir.

Ancak bu yeni kilise yapılırken, eski kiliseden kalma bir bölüm muhafaza edilmiştir. Hatta: 529 yılındaki depremde, eski kiliseden kalma bu bölümün herhangi bir hasar görmediği tahmin edilmektedir.

Peki bu gizli kalmış bölüm nasıl bulunmuştur?

Aziz Nikolaos kilisesinde yapılan koruma ve restorasyon çalışmaları sırasında çekilen tomografi sırasında ortaya çıkmıştır ve bu bölüm, 4’ncü yüzyıldan kalmadır, yani Aziz Nikolaos’un mezarının burada bulunması muhtemeldir.

Mezar olmasa da, bu gizli bölümde Aziz Nikolaos’a ait bilgilere ulaşılabilir.

Evet, kilise yukarıda sözünü ettiğim gibi, 529 yılında yenilenmiştir.

8’nci yüzyılda bu kilise, bilinmeyen bir nedenle harap olmuştur. Muhtemelen bunda bir deprem veya Arap akınları sebep olmuş olmalıdır.

Ancak bu büyük kilise, 1034 yılında harap olur. Çünkü Arap donanması, bir kez daha Demre’yi vurmuştur.

Fakat, 1042 yılında İmparator IX Konstantin Monomakhos (1042-1055) ve karısı Zoe tarafından günümüzde görülen yeni kilise yaptırılır. Bir zamanlar köy mezarlığında bulunan ve kiliseden buraya getirildiği düşünülen bir Bizans kitabesinde bu durum yazılıdır.

Bu kitabenin kilisenin yeniden yapımı ile ilgili olduğu düşünülmektedir.

1042 yılında yapılan kilisenin içinde, Aziz Nikolaos’un kemikleri, bir lahit içinde muhafaza ediliyordu.

Aziz Nikolaos Kilisesi: Orta Çağ boyunca bir hac merkezi olarak kullanılmıştır. Deniz yolu ile Kudüs’e giden hacılar, yolları üzerinde Myra’nın limanı Andriake’ye uğrar ve bu limandan Aziz Nikolaos kilisesine ulaşıp hacı olurlardı.

Aziz Nikolaos Kemikleri

Ancak 20 Nisan 1087 tarihinde; Aziz Nikolaos’ın mezarı kırılarak açılır ve kemikleri, İtalyan tüccarlar tarafından çalınarak İtalya Bari şehrindeki bazilikaya götürülerek gömülür ve Bari şehrinde Basilica di San Nicola adıyla muhteşem bir kilise inşa edilir.

Aziz Nikolaos’un bazı kemikleri ise, Venedik başta olmak üzere Avrupa’nın birçok kilisesinde muhafaza edilmektedir.

Peki: İtalyanlar, Bari şehrinde bulunan mezardaki kemiklerin, Aziz Nikolaos’a ait olduğunu kanıtlayabildiler mi? Hayır, DNA testi yapılmasına rağmen testin sonuçlarını açıklamadılar. Yani çalıp götürdükleri kemiklerin, normal bir papaza ait olma olasılığı da yüksektir.

1738 yılında bu büyük kilisenin bitişiğine, küçük bir şapel yaptırılır veya daha önce burada mevcut bulunan şapel tamir ettirilir.

Çünkü Rum nüfus burada yaşamaya devam etmektedir.
Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Aziz Nikolaos, zamanla Rusya Çarlığının en popüler azizi haline gelmişti. Bunun üzerine, Kırım Harbi yıllarında Rusya buraya yerleşmek üzere girişimlerde bulunur. Nikolaos Manastırında bir koloni kurmak ister ve bunun için, İbrahim Efendi adında bir tapu görevlisinin yardımı ile kilise ve çevresi Anna Galicia adında bir Rus Kontesi tarafından satın alınır.

Bu alışveriş Rodos’da bulunan Rus konsolosu tarafından onaylanır.

Ancak Osmanlı devleti, bu dini görünüşlü işlemin altında politik bir amaç olduğunu anlayarak Rusların Demre’ye yerleşmesini engeller ve arazi Devlet tarafından geri alınır.

1862-1863 yıllarında; Rus Çarı II Aleksandr tarafından tamir ettirilmiş ve çan kulesi eklenmiştir. Ancak bu tamirat sırasında kilisenin orijinal mimarisi bozulmuştur.

Bunun sebebi yani kötü restorasyonun sebebi olarak Rusların Akdeniz’e çıkıntı yapan bu ücra köşede yerleşmeye çalıştıkları düşünülüyor.

Günümüzde kilise içinde, bu dönemden kalma mermer üzerine yazılı bir Rusça kitabe bulunmaktadır. (Kitabenin boyutları: 1.46 x 0.60 metre boyutlarındadır.)

Kilisenin duvarlarında: Aziz Nikolaos tarafından gerçekleştirilen mucizeler resmedilmiştir. Bu duvar resimlerinde: Hıristiyanlıkla ilgili kararların alındığı dinsel toplantılar olan konsül sahneleri canlandırılmaktadır.

Roma dönemine ait lahit ise: balık pulları ve akantus yapraklarıyla süslüdür. Kesin olmasa da bu lahdin Aziz Nikola’ya ait olduğu düşünülüyor.

Evet, kilise zamanla Myros (günümüzdeki ismi Demre) çayının taşkınları sonucu toprak altında kalmıştır. 1956 yılında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.

1994 yılında ziyarete açılmıştır.

Aziz Nikolaos Antalya Müzesinde bulunan kemikleri
Antalya Arkeoloji Müzesinde Sergilenen Aziz Nikolaos Kemikleri

Aziz Nikolaos’un kemikleri çalınırken geride kalan bir kısım kemik ise, günümüzde Antalya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Demre’de bulunarak 1923’ten sonra buradan Rumların ayrılmaları üzerine Antalya Müzesine götürülen, Nikolaos’un kalıntıları olarak kabul edilen kemikler (bazıları eksiktir), içinde bulundukları muhafazadan anlaşıldığına göre: çok daha geç bir döneme, 18’nci yüzyıla aittir.

Muhtemelen, Aziz Nikolaos’a saygısı olan bir kişi tarafından yaratılmış ve buraya konmuş olmalıdır.

Evet, kiliseyi anlatmaya devam edelim

Kilise, günümüzde “Ortodokslar” tarafından özellikle her yıl 6 Aralık tarihinde yoğun ziyaret edilmektedir.

Çünkü her yıl Noel Babanın ölüm tarihi olan 6 Aralık tarihinde Demre’de “Noel Baba ile Dünya Barışına Çağrı” etkinlikleri düzenleniyor. Farklı dinlerden insanların katıldıkları bu etkinliklerde, barış duaları ediliyor, törenler yapılıyor.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Kilisenin içi

Kilisenin duvar, tonoz ve kubbeleri önceki yıllarda fresko resimlerle kaplıdır. Hatta kilise duvarlarının bazı kesimlerinde, iki ayrı resim tabakasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlar genellikle 11 ve 12’nci yüzyılda yapılmıştır.

Freskoların en iyileri ise, iç narteks ve ana binanın yan mekanlarındadır.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

İç nartekste: 6 konsil resimleri bulunur.

Apsisin solunda: küçük mekanın kubbeli tonozunda: İsa’nın, havarilerine şarap ve ekmek dağıttığı akşam yemeği sahnesi betimlenmiştir. Kilisenin diğer bölümlerinde de tek aziz figürleri bulunmaktadır.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi Lahit

Kilisenin güney yönüne bitişik şapeldeki lahitler, 2 ve 3’ncü yüzyıllarda yani Roma döneminde kullanılmıştır. Bunlardan bir tanesi görülmelidir.

Bu lahdin dış yüzü, geniş akantus kıvrımları ile süslüdür. Diğer Roma dönemi lahit ise, kapağında yatar vaziyette, esas sahiplerinin yüksek kabartması vardır. Bu lahitte teknenin dış yüzü: çok eskiden parçalanmış ve gelişigüzel mermer parçalar ile yamanmıştır.

Ben burayı gezdiğimde, bu lahdin parçalanmış olması da dikkate alınarak Noel Baba’nın lahdi olduğunu düşündüm.

Çünkü, yukarıda da belirttiğim gibi Noel Baba’nın lahdi İtalyan tüccarlar tarafından parçalanarak açılmış ve kemikler çalınmıştı. Ancak benim düşüncemi kanıtlayan bir şey yok, yani burası Noel Baba’nın lahdi değildir.

Kilisenin güney tarafında, iki küçük şapelden, ikincisinin apsis yarım yuvarlağı içinde bir mezar vardı. Genellikle bu mezarın, Noel Baba’nın cesedinin korunduğu lahit olduğuna inanılıyor.

1906 yılında çekilen bir fotoğrafta: lahdin son derece tahribe uğramış olduğu görülür.

Noel Baba Heykeli

Noel Baba Heykeli

Demre Aziz Nikolaos Kilisesinin bahçesine ilk olarak 1981 yılında Noel Baba heykeli dikilmiştir. Ancak 2000 yılında bu yerinden kaldırılarak yerine yeni bir heykel dikilmiştir.

Bu bronz heykel Rus heykeltıraş Gregory Pototski tarafından yapılmıştır. 2005 yılında bu heykel yerinden kaldırılmış ve yerine kırmızı-beyaz kostümlü, plastik malzemeden yapılan Coca Cola’nın Noel Baba heykelini yerleştirdi.

Ancak bu heykel de beğenilmedi, 2008 yılında Kültür Bakanlığı tarafından heykeltıraş Necdet Can’a yeni bir heykel yaptırıldı ve gömlekli, terlikli Noel Baba heykeli: Kilisenin bahçesine yerleştirildi.

Andriake

ANDRİAKE-ÇAYAĞZI LİMANI

Günümüzde şehir Myra merkeze, 5 dakika uzaklıktadır.

Şehir tarih sahnesine ilk olarak MÖ 197 yılında çıkar.

Bu tarihte: Büyük İskender’in ardıllarından olan Seleukos Kralı III Antiokhos, Ptolemaioslar’dan kenti alır.

Kent, Myra kentinin dışında bir yerleşim yeri ve liman olarak düzenlenmiştir. En parlak dönemini Roma devrinde İmparator Hadrian döneminde yaşamıştır.

Kentte bulunan: Granarium, ticari Agora ve benzeri yapılar, İmparator Hadrian döneminde inşa edilmiştir.

Liman kıyısında bulunan “Liman Onurlandırma Anıtları” ise, MS 4’ncü yüzyılda şehrin önemli bir liman kenti olarak işlevini sürdürdüğünü kanıtlamaktadır.

Andriake kentinin limanı

MS 7’nci yüzyıla kadar işlevselliğini korumuştur. Ticaret gemileri için korunaklı bir liman olmasının yanında lojistik destek sağlayan tesisleriyle gemicilerin yoğun tercih ettiği bir uğrak yeri olmuştur.

Ancak bu tarihte liman bataklık haline gelmiş ve deniz ile ulaşımı kesilmiştir. Ayrıca: bataklık haline dönüşen bölgede sıtma ve benzeri hastalıklar ortaya çıkar ve daha sonra balçıklar içinde kalan kent terk edilir.

Andriake kalıntıları: Demre’ye yakın kısımda liman ağzında, tepenin eteğinde bulunmaktadır.

Harabelerde: ilk görülen şey, şehre su ulaştıran “Aquadüktler”  dir.

Liman ağzında görülen görkemli yapı kalıntısı: Roma devrinden kalma bir meydan çeşmesinin günümüze kadar ulaşan kısmıdır.

Andriake

Andriake ören yeri: ziyaretçi karşılama yeri ve gezi güzergahı düzenlenerek ziyarete açılmıştır.

Ören yerinde: Andriake Liman Kentinin güney yerleşiminde: Agora, sarnıç, granarium yapısı, hamamlar, kiliseler, sinegog ve liman yapıları bulunmaktadır. Ziyaretçilerin ören yerini rahat gezmeleri için gezi yolları yapılmıştır.

Kara Büyü

Kazı çalışmalarında 2019 yılında bulunan “Kaya Büyü” dikkat çekmektedir. Çünkü bu tür bir objenin benzerine, Anadolu’da hiç rastlanmamıştır. Bu obje, kurşundan yapılmış 5.5 cm çapındaki kurşun kabın içine saklanmış, yine kurşundan bir zarftır.

Bu kurşun kap: dört yerinden delinerek bronz bir telle sıkıca dikilmiştir. Zarar görmemesi için açılamayan bu kapın içindeki obje görülemiyor. Kurşun olduğu için x ışınlarıyla da anlaşılamamıştır.

Bu yüzden kurşun kabın içinde saklanan objenin büyük olasılıkla kara büyü olduğu, kurşun zarfın görünmeyen iç yüzünde ise bir yazı bulunduğu tahmin edilmektedir.

Kurşun kabın açık yani kırık olan bölümü değerlendirildiğinde: kabın içinde ebedi hapsedilmek üzere bir şey bulunduğu tahmin ediliyor.

Hiçbir zaman açılmasın ve sahibine zarar vermesin diye sıkıca kapatılmıştır.

Likya Uygarlıkları Müzesi

ANDRİAKE ÖREN YERİ LİKYA UYGARLIKLARI MÜZESİ

Müze: Demre ilçesinin 5 km güneybatısında Demre-Kaş karayolu üzerindedir. Önce Andriake ören yerini gezeceksiniz ve sonra 800 metre kadar ileride müze bulunuyor.

2015 yılında ziyarete açılmıştır. Girişte otopark bulunmaktadır. Giriş ücreti 10 TL dir.

MS 129 yılında yapılmış, granarium yani tahıl ambarı müze olarak düzenlenmiştir. Granarium: İmparatorluk silosudur. Roma imparatoru Hadrianus’a adanmıştır.

Granium yapımında, ilk defa “Murex harcı” kullanılmıştır. Murex; denizde yaşayan yırtıcı ve dikenli bir tür deniz salyangozudur. Tarihi süreçte, bu deniz salyangozları “Mor boya üretimi” için kullanılmıştır.

Mor renk ve mor boya

Roma ve Bizans dönemlerinde en kıymetli renk olarak kullanılmış, özellikle İmparatorlar tarafından tercih edilmiştir. Fenikeliler tarafından 1 gram mor renk elde etmek için, yaklaşık 8 bin murex yani deniz salyangozu dövülerek işleniyordu.

İşte kırılan binlerce deniz salyangozunun kabukları harç olarak kullanılıyordu ve bu harca “Murex harcı” deniliyordu. Granarium, murex harcının ilk kullanıldığı yapı olması nedeniyle de önemlidir.

Likya Uygarlıkları Müzesi

2307 metre kare büyüklükteki yapı 8 bölümden oluşmaktadır. Uzunluğu 56 metre, genişliği 32 metredir.

Yapı restore edilerek çatısı kiremit örtü ile kapatılmıştır. Ayrıca, zemini oldukça tahrip olduğundan çalışmalar sırasında yenilenmiştir.

Likya Uygarlıkları Müzesi

Kapı üstündeki kitabesinde ve orta yerdeki Hadrian ve karısı Faustina’nın kabartmalarından, binanın MS 129 yılında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Ayrıca burada MS 5’nci yüzyılda görev yapmış olan Herakleon isimli bir memurun rüyası ile ilgili kabartma da bulunmaktadır.

Andriake Gümrük Yazıtı

Roma İmparatoru Nero döneminden Lykia Eyalet Valisi olan C. Licinius Mucianus zamanında MS 60-63 yıllarına tarihlenir. (Günümüzde Antalya Müzesinde sergileniyor.)

kalmadır. Likya bölgesinin idari yapısına ve ekonomisini değinen bu yazıtı, Müzeye girmeden önce, müzenin ön tarafında görmek mümkündür.

Anadolu’nun bu içerikte bilinen 3 yazıtın (Efes ve Kaunos) en uzun ve korunmuş olanıdır. Lykia Birliği Gümrük Yasasını içeren yazıt gümrük kurallarını, liman işletmesini ve gümrüğe tabi malların listesi gibi özel bilgiler içermektedir.

 

MÜZE:

Müzede: Likya kentlerine ait eserler ve Likya uygarlığının tanıtımı yapılmaktadır.

Müzede: Myra, Patara, Xanthos, Tilos, Pınara, Olympos, Arykanda ve Antiphellos Salonları düzenlenmiştir. Bunlar: Likya Birliğini oluşturan kentlerin isimleridir.

1’nci Bölüm

Burada: Likya bölgesi hakkında panolar ve kentleri hakkında bilgilendirmeler vardır.

12 Tanrılı Adak Steli

Ayrıca: Andiake kenti ve müzenin bulunduğu Granarium hakkında bilgi ve 12 Tanrılı adak steli bulunuyor.

Likya Uygarlıkları Müzesi cam zemini

Müzenin 1’nci Salonunda yerde orijinal zemin görülür. Hz Süleyman, Saba Melikesi Belkıs’ı Süleyman Tapınağına getirttir. Yerlerde havuz vardı ve üstü camla kaplıydı.

Belkıs, ıslanırım diye eteğini topladı, Süleyman camın üzerinde yürümesini, ıslanmayacağını söyledi. Burada da yerler birçok yerde camdır.

Altta havuz yerine özel kaya ve efektler bulunur. Yine de cam kırılır düşerim diye korkabilirsiniz.

Likya Uygarlıkları Müzesi
2’nci Bölüm

Likya birliği ve meclis binası, Likya sikkeleri, Likya yazıt bilimi, dili ve alfabesi, bir takım yazılar, Letoon Yazıtlı Dikme, Patarensis Anıtı bulunmaktadır.

3’ncü Bölüm

Burası Likya bölgesinin denizcilik bölümüdür. Burada: sudan çıkarılan amforalar, kireçtaşına kazınmış bir ticaret yazıtı, çapalar, çapa taşları sergileniyor.

4 ve 5’nci Bölümler

Likya bölgesinde ekonomik ve sosyal yaşama ait objeler sergileniyor. Çeşitli heykeller, Likyalıların kullandığı takılar ve ziynet eşyaları görülebilir.

6’nci Bölüm

Likya’da din kültürü bölümüdür. Buranın önemli objeleri: 12 Tanrılı adak stelleri, Kader Tanrıçası Thyke heykelidir.

7’nci Bölüm

Simülasyon bölümüdür.

8’nci Bölüm

Konferans salonudur. Burada: Andriake şehrindeki restorasyon çalışmalarına ait fotoğraflar bulunmaktadır.

Andriake kenti kalıntıları gezisi

Müzeden çıkınca, hemen Sinagog görülür. Yapıdan günümüze sadece yüksek duvar kalmış, yapının kalan kısmı tahrip olmuştur.

Sinagog, MS 6’ncı yüzyıla aittir. Bölgede bulunan ilk ve tek sinagog olarak önemlidir. Sinagogla birlikte bulunan üç yazıttan biri müzede sergilenmektedir.

Sonra karşınızda şehrin Liman bölümü görülüyor.

Limana doğru yürüyerek liman anıtlarını görebilirsiniz.

Liman onurlandırma anıtı

Liman onurlandırma anıtlarında, bir takım onurlandırmalar ve uyarılar bulunmaktadır.

Liman temsili Roma gemisi

Burada sonra karşınıza bir maket gemi çıkıyor. Bu gemi aslına uygun olarak yapılan bir Roma ticaret gemisidir.

Bugün kullanılmayan rıhtımda 16 metre uzunluğunda bir gemi canlandırması içinde: amphoralar içinde zeytinyağı, şarap gibi sıvı malzemeler bulunur. Antik dönemde, limana yüklerin nasıl getirildiği canlandırılan bu bölüm, yoğun ilgi görmektedir. Merdivenlerle geminin içine girebilirsiniz.

Agora

Harabelerin en büyük yapısı “Plakoma” denen Agoradır. Burası Liman Agorası bölümüdür ve şehrin ticaret yani Pazar yeridir.

Agoranın üç tarafı dükkanlarla çevrilidir, ortasında büyük bir sarnıç bulunmaktadır.

Yine burada, çok az kentte görülen “Murex işlikleri” bulunmaktadır. Murex işliklerinde yani buradaki atölyelerde, mor renk elde ediliyordu.

Sarnıç
Sarnıç

Agoranın ortasındadır.

Sarnıç’a girmeyi unutmayınız. Likya kentlerinde bu kadar güzel bir sarnıç bulunmadı. Sarnıcın içine girilebiliyor. 24 metre uzunluğunda ve 12 metre genişliğindeki sarnıç 6 metre derinliktedir.

İçi ışıklandırılmıştır. Merdivenlerden aşağıya inin ve kemerli geçişlerle içeride yürüyün, sarnıcı gezin. Sarnıcın hemen üst tarafında bir kuyu bulunuyor bu kuyudan gelenlerin su ihtiyaçları karşılanıyordu.

Gezimize devam ettiğimizde: Kilise ve Roma Hamamı görülüyor. Hamam, limana çok yakın bir bölgeye inşa edilmiş, denizden gelenlerin temizlenerek şehre girmeleri isteniyordu. Sonra bir başka kilise kalıntıları görülüyor.

Biraz daha ileride ise, yüksek bir gözetleme platformu yapılmış, ziyaretçilerin liman ve kenti yüksekten görmeleri imkanı yaratılmıştır.

Çayağzı Plajı

Çayağzı Plajı

Buraya kumsalda yürüyerek ulaşabilirsiniz. Eşen çayının denizle birleştiği noktada yani Çayağzı Plajında sular oldukça serindir.

Plaj berraklığı ve göz alıcılığı yanında Caretta Carettalara ev sahipliği yapmaktadır. Haziran-Temmuz aylarında bunların sahile yumurtalarını bırakmaları ve denizde yüzmelerini görebilirsiniz. İsterseniz burada denize girebilirsiniz.

Andriake Kuş Cenneti

Demre’ye 5 km uzaklıktadır. Buradaki sulak alan, 149 kuş türüne ev sahipliği yapmaktadır. Her yıl, yüzlerce kuş gözlemcisi burayı ziyaret etmektedir.

Sura Antik Kenti

 

SURA ANTİK KENTİ

Demre (Myra) merkeze 6 km uzaklıktadır. Kaş merkeze ise 45 km uzaklıktadır.

Antik şehrinin isminin kökeninin “Luwi/Etrüks” dilinde “Kutsal ve Yüce Swa/Soa” anlamındadır. Şehrin ismi Likçe “Surezi” dir ve anlamı “duvar” demektir.

Sura köyündedir. Andriake harabelerinin hemen üzerindedir.

Likya kenti, Bizans döneminde de önemini korumuştur. Bu yüzden, birçok medeniyetin izlerini taşımaktadır. Antik kentteki kalıntılar: Kaya mezarları, tapınak, kilise, Apollon Tapınağıdır.

Şehir hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Ancak: Apollon’un kehanet merkezlerinden birisi olduğu tahmin edilmektedir.

Burada, Anadolu ay ve ışık tanrısı Men adına kutsal bir tapınak ve kehanet merkezi bulunduğu söyleniyor. Men’in ardılı Apollon tüm Likya’da olduğu gibi bu bölgede de kutsanmış ve kutsal tapınakla kehanet merkezinin adı “Apollon Soura” olmuştur.

Akropol

Günümüzdeki köyün batısında, 80 metre yükseklikteki tepenin üstünde Akropol bulunur. Akropol oldukça küçüktür ve çevresi surlarla çevrilidir.

Kuzeyde bulunan surlar: dikdörtgen yapılarıyla hala ayaktadır, güney yöndeki surlardan ise hiçbir kalıntı yoktur. Akropol surlarının doğu ve güneyinde, koruma kuleleri vardır.

Likya Yazıtı

Akropolün güneybatı köşesinde, denize karşı yükselen görkemli bir heykel kaidesi görülür. Kaidenin üzerinde, Xanthos Obelist’inden sonra bilinen en uzun Likya yazıtı vardır. Ancak yazıt günümüze iyi korunarak gelememiştir. Yazıtın her satırından, günümüzde sadece birkaç harf okunabilmektedir.

Stel

Akropolün alt kısmında ana kaya üzerine, Apollon Surius rahiplerinin listesinin kazınmış olduğu iyi korunmuş iki stel vardır.

Kaya Mezar

Kaya Mezar

Akropol tepesinde 6’ncı yüzyıldan kalma ki bir kaya mezar, Likya’daki en büyük lahit olarak biliniyor. Bu mezarın yazıtında: Doğu Likya bölgesinin en önemli Apollon kutsal alanı ve kehanet merkezinin Surra kentinde olduğu anlatılmaktadır.

Curius-Kahin Balıklar

Tarihi süreçte, en ilginç kehanet sistemlerinin birinin merkezi de Sura imiş.

Suralı rahipler balıkların davranışlarından geleceği sorgulamışlar.

Şimdilerde bataklık olan vadi, bir zamanlar limanın bulunduğu bir koy imiş ve o zamanlarda Apollon Surius Tapınağı, hemen denizi kenarında ve üç kaynak suyunun birleştiği bir yerde kurulmuştur.

Çevre kentlerden, sayısın insan geleceği sorgulamak için Apollon Surius kehanet merkezinin ve Curius denen kahin balıkların yolunu tutmuş.

Polykharmos tarafından anlatılanlara göre

“Haklarında bir kehanette bulunulmasını isteyen kişiler: kumdaki girdabın bulunduğu deniz kıyısındaki Apollon koruluğuna gelirlerdi. Ellerinde her birine 10 parça kızarmış et takılı olan 2 tahta şiş tutarak kendilerini takdim ederlerdi.

Rahip koruluktaki yerini sessizce alırken, kişide şişleri girdaba doğru atıp olacakları izlerdi. Şişler atıldıktan sonra havuz, deniz suyu ile dolar ve çok sayıda ve çok değişik boylarda birçok balık, sihirli bir şekilde ortaya çıkardı.

Kahin balıkların cinslerini belirtir ve kişi buna göre rahipten kehaneti öğrenirdi. Küçük balıkların görülebileceği gibi, bazen de bilinmeyen türlere rastlanırdı. “

Plinius tarafından aktarılanlara göre ise “Apollon çeşmesinde balıklar kehanetlerini bildirmek üzere, 3 kez su kanalında toplanırlardı. Eğer balıklar kendilerine atılan eti parçalarsa bu kehanetin yapıldığı kişi için iyi, kuyrukları ile geri çevirirlerse de kötüyü işaret kabul edilirdi.

Hatta yine Plinius’un anlattığına göre, bu su kaynağındaki balıklar Curius adı ile anılarak onlara üç kez düdük öttürülerek sesleniliyordu. “

Ancak tarihçi yazarların üstünde uyum göstermedikleri tek konu: kehanetin kaynağı balıkların hareketleri mi, yoksa türleri midir?

Kehanetin yapıldığı su kaynağı, günümüzde de görülmektedir. Curiuslar tapınağın önüne kadar giremeseler de kıyıda bir yerde hala varlıklarını sürdürmektedirler.

Apollon Curius Tapınağı

Akropolün batısındaki derin vadidedir. Antik dönemde ise: vadinin denize açıldığı noktada, limanın dibinde, klasik Roma mimarisini yansıtan, küçük, iyi korunmuş bir yapıdır. Kayalara oyulmuş merdivenlere göre, Akropolden buraya merdivenlerle inildiği düşünülüyor.

Tapınak: Dor planlıdır. Kuzey ve doğu duvarları ayaktadır. Batı duvarı ve ön cephesi çökmüştür.

Tapınağın iç duvarlarında: destekçileri tarafından yapılan bağışları içeren bir yazıt bulunur. Bu yazıtta bahsedilen bağışların Apollon Surius’a değil Anadolu’da at binici tanrı Sozon’a ithafen yapılması ilgi çekici bir durumdur.

Sozon kültü, Küçük Asya’nın güneybatısında Helenistik dönem Grek yazıtlarında da bilinen yerel Anadolulu bir tanrıdır. Sura’da ise, muhtemelen Apollon’un Likyalı özdeşi olarak görülüyordu. Aynı yazıtta, bir bağış ta Rhodoslu tanrı Zeut Atabyrius adına kaydedilmiştir.

Apollon Çeşmesi

Tapınağın hemen doğusunda, tepenin eteklerinden çıkan su kaynağıdır. Apollon çeşmesinden tapınağa su taşıyan kanal örgüsü, günümüzde ne yazık ki bataklığın içinde kalmıştır.

Bizans Kilisesi

Apollon Tapınağının gerisindedir. Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılmasıyla, Apollon Tapınağı ve kehanet merkezinin kuzeyine, tek apsisli Bizans şapeli inşa edilmiş ve Ortodoks Bazilikası olarak kullanılmıştır.

Ancak takip eden süreçte, Myra’da Noel Baba kilisesinin ön plana çıkması ve hac yeri olarak kullanılması nedeniyle Sura önemini kaybetmiştir. Günümüzde oldukça harap durumdadır. Sadece yıkıntıları görülmektedir.

Sarnıçlar

Kuzeydeki bir tepede bulunan Bizans yapısının kalıntılarının yakınında bir su sarnıcı vardır. Kentteki çok sayıda su sarnıcı ve su kemeri olmayışı, Sura şehrinde su sıkıntısı olduğunu kanıtlamaktadır.

KYANEAİ-YAVU KÖY

Demre karayolu üzerinde, Yavu köy yakınlarında, köyün batısında kalan tepenin üzerindedir. Kaş merkeze 23 km uzaklıkta, Demre-Kale yolu üzerindedir. Demre ye yaklaşık 20 km uzaklıktadır. Myra’nın 16 km batısındadır.

Araç yolu bile oldukça berbattır. Tepeye ulaşmak için yorucu bir yol yürümek gerekir. Bölgede herhangi bir resmi arkeolojik araştırma yapılmamıştır.

“Kyaneai” isminin kelime anlamı “koyu mavi” dir. Ayrıca “Çınlayan kayalar” olarak da bilinir. Çünkü: rüzgar burada kayalara çarparak çınlamaktadır. Likya dönemi şehridir. Şehrin Likçe ismi “Turaxssi” veya “Khbahn” dır.

MÖ 4’ncü yüzyılda yoğun bir Yunan etkisinin görüldüğü şehir, Likya Birliğine dahildir ve MÖ 167 ile MS. 43 yılları arasında birlik sikkeleri basmıştır.

Kyaenaili zengin İason: 16 Likya şehrine yardım ettiği gibi, kendi şehrine de yardım etmiş ve imarına çalışmıştır. Bu yüzden, ona Likya’nın en büyük hakimi anlamına gelen “Lykiakn” unvanı verilmiştir.

MS 6’ncı yüzyılda, Yazar Hierokles tarafından şehir, Likya Eyaleti kentleri arasında sayılmıştır.

Roma devrinde, büyük gelişmeler gösteren şehir, Bizans döneminde de Piskoposluk merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. 10’ncu yüzyılda ise terk edilmiştir.

Kynaenai: 240 metre yükseklikte, sarp kayalıklar üzerine kurulmuştur.

Şehrin çevresini 450 metre uzunlukta bir sur çevirir. Surun Bizans döneminde de kullanıldığı sonradan konan taşlardan anlaşılmıştır. Surun batı ve kuzey kısımlarında günümüzde üç kapı görülmektedir.

Batı duvarının güney ucunda da, dördüncü bir kapı olmalıdır.

Tepenin güney eteğinde ise, tabii meyile oturtulmuş ve günümüze kadar sağlam gelebilmiş bir tiyatro bulunur. Tiyatro ile Akropol arasında Nekropol sahası vardır.

Ağaçlar arasında, Roma devrine ait irili-ufaklı birçok lahit bulunur. Kyaenai, Likya bölgesinde en çok lahit görülen şehir niteliğindedir. Bu yüzden buraya “Lahitler Şehri” de denilmektedir. Bu lahitlerden batı tarafındakiler sade ve doğ tarafındakiler ise daha değişik ve bazıları kabartmalıdır.

Bu kabartmalı lahitler, MÖ 350 yılına tarihleniyor. Diğer lahitlerin hepsi Roma dönemine aittir.

Antalya Arkeoloji Müzesinin girişindeki lahit “Kyaneai” den götürülmüştür.

Tiyatrosu: 25 sıralıdır ve günümüze sağlam olarak gelmiştir. Ancak tiyatro diğer Roma tiyatroları gibi bir tepe yamacına yaslanarak yapılmamıştır. Tiyatronun destek duvarı vardır.

 

TUBURE-TYBERİSSOS-TİRMİSİN-ÇEVRELİ

Myra’nın 12 km güneybatısında, Tirmisin Ovasının doğusunda ovaya egemen konumdaki 310 m yükseklikteki tepe üzerinde kuruludur.

Teimiusa’nın kuşuçumu 2 km kuzeyindedir.

Ksanthos Yazıtlı Dikme’ye dayanarak, eski yerel adının “Tubure” olduğu belirtilir.

Yunancası ise “Tyberissos” dur.

Geç Helenistik yazıtta da okunur.

Bugün kullanılan “Tırmısın” ise aynı isimden değişerek gelmiştir.

Kent sikkelerinin ön yüzünde Apollon, arka yüzünde Artemis başları vardır.

Helenistik Dönem’de demos statüsündeydi.

Araştırmacılara göre, Tyberisos’un Myra’ya bağlı olduğunu, Teimiusa ile birlikte ortak bir demos kurduğu söylenir.

Kentte ele geçen yazıta göre: Augustus döneminde Myra ile sympoliteia oluşturmuştur.

Mezar ceza yazıtlarından Myra’ya bağlı, Tyberissos olduğu anlaşılmaktadır.

Hemen yakınındaki Kyneai’yle bağlantısı olması, geniş teritoryuma sahip olan Myra’nın siyasi gücünden kaynaklanmaktadır.

Klasik Dönemden Geç Antik’e kadar kalıntılar görülür.

Yerleşimin üzerinde ve eteklerinde yayıldığı iki tepeden kuzeye yüksekçe olanı surla korunmuş bir yerleşim niteliğindedir.

17 x 16 metre ölçülerindeki merkezi korunaklı birimin çevresi arazi biçimine göre şekillenmiş duvarlarla çevrilmiştir.

Duvarların kuzey ve güneyinde giriş açıklığı vardır.

Asıl anıtsal giriş batı yüzde bulunur.

Kaleden güneye doğru alçalan yamaçta bazı yapı kalıntıları görülür.

Kalenin kuzeyindeki tepecikle arada kalan sırtta, yerleşim kalıntıları vardır.

Bunların çoğunluğu konutlar, işlikler ve sarnıçlardır.

Kalenin yaklaşık 150 m güney aşağısında bir gözetleme kulesi vardır.

Apollon Tapınağı yanında bulunan yazıta göre, Roma ile Lykialılar arasında bir anlaşma yapılmıştır.

Ovaya doğru yamaçta çoğunlukla lahit olan mezarlar bulunur.

Klasik Döneme ait iki kaya mezarı kabartma ve Likçe yazıtla dikkat çeker.

Güney tepecik üzerinde agora alanı ve bunun güneyinde de Bizans kalıntıları görülür.

Devşirme malzemelerin de kullanıldığı 3 nefli bir şapel, Helenistik Apollon Tapınağı alanına yapılmıştır.

Buradaki yazıtlardan birinde kentin adı okunurken, diğer birinde Apollon tapınımı kanıtlanmaktadır.

 

Istlada

ISTLADA

Demre ile Tirmisin (Çevreli) arasında, Hoyran köyünün 1 km. güneyindedir. Akropolün bulunduğu tepeden aşağıya inildiğinde, Kapaklı köyü görülüyor. Tepeden bakıldığında, Gökkaya Körfezi, Aşıryı ve Kişneli adaları ile Kaleköy ve Üçağız köyünün görüntüsü ile en güzel manzarası olan Likya kentidir.

Istlada, Luwi dilinde: “vadi dibinde derecik” anlamına gelen bir sözcüktür.

Tarihçesi ile ilgili bilgilerin olmadığı bu kentin yerinde de yüzey araştırması ve arkeolojik kazı yapılmamıştır. Bununla beraber, Lykia bölgesinin bu küçük kentinden bazı kalıntılar günümüze gelebilmiştir. Akropolün kuzey ve doğusundaki kaya mezarları, tamamen birbirinin eşi gibi tek bir elden çıkmışcasına yapılmış lahitler, steller ve sarnıçlar bulunmaktadır.

Bunların arasında: güvercinli mezarın üzerinde horoz, sfenks ve güvercin tasvirlerine yer verilmiştir. Bunun kuzeyinde, MÖ.4’ncü yüzyıla tarihlenen bir diğer mezarda’da mezar sahibi yakınlarıyla birlikte görülmektedir.

MÖ.4’ncü yüzyıla ait, Hoyran anıtı, kayadan oyularak, ev tipi mezara dönüştürülmüştür. Bu mezarın alınlığında da ayakta duran üç kişi ve onun altında da uzanmış mezar sahibi görülmektedir.

Roma devrine ait olan sarkofaj tipindeki Likya mezarlarından daha iyi durumdadır. Kentin bulunduğu yerde akarsu olmadığından, çevrede birçok sarnıçlar ve toplama kuyular bulunmaktadır. İstlada’da, bunların dışında, gözle görünen bir kalıntı bulunmuyor.

ÜÇAĞIZ KÖYÜ-TEİMUSSA

Karayolu ile Kaş ilçe merkezine 33 km uzaklıktadır. Demre ye uzaklık ise 14 km dir.

Küçük bir Akdeniz balıkçı köyüdür. Doğal bir liman görünümündedir. Kekova tekne ve kano turlarının başlangıç yeridir. Tarifeli ve özel Kekova Tekne turları buradan hareket etmektedir. Buraya aracınızı bırakıp turlara katılabilirsiniz.

Ayrıca: Mavi yolculuk tekneleri, buraya mutlaka uğrarlar. Uçağız köyünden Kekova’ya gidiş yaklaşık 10 dakikadır.

Demre merkeze bağlı olan köyde bulunan tezgahlarda, köylü kadınları kendi yaptıkları el ürünlerini satarlar. Ayrıca üçağız köyünde, birçok pansiyon, lokanta ve turistik işletme vardır. Sakin ve küçük bir yer olması nedeniyle, turistler tarafından yoğun tercih edilmektedir.

Teimussa

Köyde bulunan Teimussa antik şehrinin geçmişi, MÖ 4’ncü yüzyıla kadar gider. Ancak şehrin ismi olarak Rumca kaynaklarda “Tristoman” ismi de geçer. Kekova adasının gizlediği Ölüdeniz’den: açık denize 3 yolla çıkıldığı için buraya “Üçağız” anlamına gelen isimler verilmiştir.

Bir Likya şehridir.

Şehirde: Lahitleri, mezarlar, gözetleme kulesi, kilise gibi kalıntılar görülebilir. Kaya mezarlarında Likçe kitabeler vardır. Roma döneminden kalma lahitlerin ön ve arka yüzlerinde, bazı hayvan figürleri görülür.

Gözetleme kulesi: köyün kıyısında söveleri hala yerinde bir kapı ile alçak bir kayalık üzerindedir. Şehirde bulunan kitabelerin bir kısmında “İkinci kumandan” diye bir şahıs tanıtılmaktadır.

Bu komutanın Likyalı Perikles’e bağlı biri olduğu düşünülmektedir. Şehir hakkında daha ayrıntılı bilgi yoktur.

Trysa şehri

TRYSA

Davazlar köyü Gölbaşı Mahallesindedir.

Demre-Kaş karayolundan ayrıldıktan sonra, sapılan dağ yolu, kötü de olsa yerleşim tepisinin dibine kadar araçla gidilebilir.

Yavu’nun 6 km kuzeydoğusunda Kocaorman içinde yükselen tepede konumlanır.

Güneydoğusu Myra vadisine açılır.

Kalıntılar 550 metre uzunlukta ve 150 metre genişlikte bir alanı kapsar. Denizden yükseklik 866 metredir.

Önemi:

Şehir, MÖ 2’nci yüzyılda Lykia Birliği üyeleri arasında görülür.

Likçe ismi “Trus” dur. Şehrin kuruluşu MÖ 7’nci yüzyıla kadar gitmektedir. Yani Lykia’nın en erken örneklerini barındırmaktadır.

Evet, Klasik dönem Lykia’sının küçük bir yerleşiminin tüm özelliklerini barındırır.

Ancak az da olsa Bizans Dönemine kadar da kalıntılar bulunur.

Kalıntılar:

Kalıntılar, günümüzde, kuzeydoğu-güneybatı uzantısında, bir tepede ve bu tepenin güney düzlüklere bakan eteklerindedir.

Heroon:

Ünlü Heroon, ince uzun yerleşim tepesinin doğu ucunda ve sur dışında tek başınadır.

Ve bir ölü akropolü gibi etrafı kendine özel koruma duvarıyla çevrelenmiştir.

Evet, bilim dünyasında en çok ünlü heroonu ile tanınır.

En çok da bu görkemli anıtın tümüyle Viyana’ya taşınışının acıklı hikayesiyle hatırlanır.

Önce, 1842 yılında Schönborn taşımayı dener.

Almanya’ya yazdığı mektupta “Fellows ekibinin Ksanthos anıtlarını sökmeye ve İngiltere’ye taşımaya başladıklarını, eğer acele etmezlerse Trysa anıtının da İngiltere’ye taşınacağını” yazar.

Karşıdan gelen yanıtta: “bir an önce hiç olmazsa önemli parçaların taşınması” istenir.

Neyse ki o dönemde Osmanlı Sultanından bu izin alınamadığı için anıt bir 40 yıl daha yerinde kalır.

Ancak Lykia’da görkemli bir anıt bırakmamaya kararlıdırlar.

Trysa Anıtı’nın da peşini bırakmayacaklardır.

Nihayet; 1881 yılında Trysa’ya gelen Benddorf, dağdan denize yaptığı özel yoldan 1882-83’de tüm Heroon’u Viyana’ya taşır.

Bu kez her yolu denemiş ve güya izin de almıştır.

Anıt bugün Viyana Müzesinin duvarlarını süslemekte ve depolarını doldurmaktadır.

Evet, anıt bugün yerinde değil, ama ben yine de anıt hakkında bilgi vermek istiyorum.

Anıtın güney cephesi ortasında açılan ana giriş oldukça anıtsaldır.

Bugün görülemeyen orijinal yapısında lentonun dışa bakan yüzünde baş ve ön vücutları görülen kanatlı boğalar ve gorgo medusa vardır.

Anıt kabartma programının en eğlenceli bölümü, kapısının iç kesiminde, lento ve sövelerdedir.

Lento’da müzisyenler çalarken, söveler de gerçek boyutta birer dansöz betimlenmiştir.

Aralarında da rozetler görülür.

Şimdi artık görülmeseler de, anıt mezarı çevreleyen 3.3 m yükseklikteki temenos duvarları boyunca kabartma kuşakları uzanır.

Mitolojik sahneler içinde, Grekler’le Amazonlar’ın savaşı, Yedilerin Thebaililer’e karşı savaşı, Troya savaşı, Theseus’un başarıları ve Peirithous’un düğününde olan Lapith-Kentauros savaşı gibi sahneler yer alır.

Anıtın iç yüzende de kabartma kuşakları devam eder.

Bunlar: Odysseus’un intiharı sahnesi, Meleagros’un Kalydon domuzuyla mücadelesi, Bellerophon ile Pegasos’un mücadelesi, Theseus’un İsthmos’a ulaşması ve ölü kültü sahneleri bulunmaktadır.

Tyrsa şehriAnıt her yanıyla önemli bir kahraman yöneticinin mezarı olduğunu göstermektedir.

Ve anıttaki kabartmaların ikonografik içeriklerinin çoğunlukla mitolojik olması, mezar sahibi yerle de olsa kültürünün yerli olmaktan çıktığını göstermektedir.

Ünlü Dereimis-Aiskhylos lahdi de, heroon’un doğu dışında bulunmaktaydı.

Günümüzde, çıkılmaz olan tepeye, hala Benndof’un kabartmaları taşımak için açtırdığı yoldan ulaşılıyor.

Dolayısı ile, yol doğrudan, yerleşim tepesinin doğu ucundaki Heroon’a ulaşır.

Bizlere, bugüne kalan o kadar azdır ki, literatür bilinmese, burada görkemli bir heroon olduğunu tahmin etmek oldukça güçtür.

Sadece tabanlar ve yalın duvar taşları kalmıştır.

Bir de Benndof’un kestiği halde götüremediği, Heroon’un sahibinin yan yatmış kaya mezarı.

Gölbaşı Anıtı

Gölbaşı Anıtı;

Bu anıt “Gölbaşı Anıtı” olarak isimlendirilir.

MÖ 420-410 yıllarına tarihlenir.

22 x 26 metrelik bir alanın ortasında, kayalara oyulan lahit ve onu çevreleyen 3 metrelik duvarlardan oluşur. Duvarlar çok köşeli taşlardan örülmüştür.

Bir aile için hazırlanan lahit, yerli kayadan oyularak çıkarılmış ve bu duvarların batı köşesine konulmuştur.

Heroon dışında köşedeki bu lahdin her iki yanında cenaze şölenini gösteren kabartmalar vardır.

Gölbaşı Anıtı frizleri

 Nekropol ve Mezarlar:

Tepenin batı eteklerindedir.

Bu gurupta 20’den fazla lahit vardır.

10 kadar dağınık lahit de, bu gurubun doğusundadır.

Evet, kentte Lykia’ya özgü farklı mezar tiplerinden nitelikli örnekler vardır.

Yerleşimin batı ucunda, gerçekte 4 m yüksekliği olan dikme, bir zamanlar ayaktayken tepesindeki mezar odasında bir savaşçı yatmaktaydı.

Altlıktaki atlı savaşçı kabartmaları bunu doğrular.

Her bir Lykia kentindeki yapı formları ve kabartmalar Lyka geleneklerini günümüze taşır.

Lahitlerden birisi kabartmalarıyla diğerlerinden farklıdır.

Kapak yüzünde taçlar ve masklar arasında savaş arabasında kral resmedilmiştir.

Bu kişi mezarın sahibi olmalıdır.

Taçlar ise Trysa’nın yönetim kenti olduğunu göstermektedir.

Kapağın uzun kenarında öküz ve inek başları, diğer dar yüzünde yunuslar işlenmiştir.

Ölü törenlerinde kurban edilen hayvanlara rastlamak ne kadar doğalsa bir mezarda Gorgo kabartması olması da o kadar doğaldır.

Gorgo: kökleri Mezopotamya’da Lamastu’ya inen en eski ölü kültü unsurlarından biridir.

Lahitin diğer yanında görülen kaz üzerindeki adam ise benzersizdir.

Etrafında insanlar ve dörtnala bir atlı izlenir.

Belli ki bilinmez bir Lykia mitolojisinden izler taşımaktadır.

Trysa mezar kabartmaları çok kırılıp dökülmüş ve neredeyse tamamen taşınmış olsa bile Lykia ölü gömme gelenekleri konusunda önemli bilgiler verir.

Mezar steli üzerindeki köpek kabartması bunlardan biridir.

Bir zamanlar evin kapısında sahiplerini korurken şimdiki yanlızlığında, çalınmaktan koruyamadığı ölülerine yanmaktadır.

Sanki Lykia’da zaman durmuş ve sanki Lykia’nın günlük yaşamında ne varsa atıyla, köpeğiyle, kralıyla ve haykıyla ve de kültürüne kattığı yerli olmayan efsanelerin resmiyle tümü birlikte öteki dünya sahnesinde yer almış ve kabartmalarla ölümsüzleştirilmiştir.

Ve de en dikkat çekici: bu saraysız kral, küçücük surların içerisindeki küçük konutunda yaşamışlığın tersine olağanüstü görkemli bir mezarda kalıcılığı seçmiştir.

Sanki, Kral yaşarken güç gösteren yaşayan bedenindeki erktir de, öldükten sonra bunu halkına hatırlatan aynı erkin mimariye ve sanata yansımışlığıdır.

Kale:

Tepenin doğu kesiminde konuşlanmıştır.

Tepenin morfolojisine göre biçimlenmiş olan sur duvarlarından içeriye, girintili korunaklı yapısıyla ana kale girişinden geçilir.

Bugün, bu kesimdeki nitelikli duvarlar ve özel düşünülmüş planlama görülecek kadar ayaktadır.

Kapıdan sonra dar alana sıkışmış iç kale alanına girilir.

Kale yaklaşık 100 metre uzunluğunda ve yer yer 20-30 m’ye daralan üst alanıyla salt kral mekanının korunması amacıyla tasarlanmış görülmektedir.

Bu kesimde, Kyaneai açıklıkla görülebilmektedir.

Kapıdan girildikten sonra karşılaşılan ilk alanda, benzerini Lykia’dan bilinen ilginç bir kaya-kült anıtı bulunmaktadır.

Bir podyuma benzer kesilen ana kayanın önündeki iki dikme altlığı bulunmaktadır.

Ana girişten gelenleri karşılayacak konumda olması dikkat çekmektedir.

Kaya anıtının hemen doğusundaki dar alanda küçük bir şapel, sarnıçlar ve işlik kalıntıları da bu kesimin dönemler boyunca kullanılmış olduğunu gösterir.

Trysa Anıtı:

Tepenin eteklerinde lahitlerin bulunduğu alanda, akropolün güney eteğindedir.

Anıt Lykia’da hep yönetici sınıfa mal edilenlerle aynıdır.

Muhteşem Heroon’un sahibi esaslı bir kraldır.

Dikmenin sahibi de ondan daha erken, bir 6 ncı yüzyıl kralıdır.

Ve ikisi de yönetim sınıfındaysa neden bu kadar farklı yerlerde mezarları konumlanmıştır.

Ve, Tyrsa Kralı diğer Lykia krallarından nasıl olur da bu denli farklı olur?

Ve, Tyrsa gibi küçük bir yerleşimin kralı, örneğin Limyra’daki Perikles’in Heroon’uyla rahatlıkla boy ölçüşür, hatta geçer.

Bu karşılaştırma, Heroon’ların niteliğinin bir yerleşimin ve kralın gücünü her zaman doğru yansıtmadığını, yanıltıcı olabileceğini düşündürür.

Trysa Dikmesi, bugün kırılmış olan gövdesi ve kapağıyla toplam 5.5 metreyi bulan yüksekliğe sahiptir.

Gövdesi son 0.50 m lik kısmı kabartma kuşağıyla çevrilidir.

İki yüzde askeri sırasıyla yürüyen pusatlı savaşçılar betimlenmiştir.

MÖ 6 ncı yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.

Tapınak:

Tepenin batı tarafında, tanrılara adanmış bir tapınak kalıntıları görülür.

Yazıta göre sahibi; Zeus ya da Helios’tur.

Tanrılara uzun süre hizmet etmiş bir rahip bu yazıtta onurlandırılır.

Sonuç:

Yukarıda anlatılan ünlü heroon ve diğer kalıntılar MÖ 4’ncü yüzyılda Trysa hanedan yerleşiminin tamamen değiştiğini göstermektedir.

Ancak bölgedeki diğer hanedan yerleşimlerine göre fazlaca nitelikli olan, Myra gibi merkezi büyük kentlerde rastlanabilecek düzeyde sanat ve kültürün varlığı şaşırtmaktadır.

Çünkü Trysa, bu zenginliği sağlayacak gelirin kaynağı olması beklenen büyüklüğe ve arazilere sahip değildir.

Orta Lykia’da batı-doğu ulaşımının kavşağı Trysa’dır.

Perikle’nin bir vasalı aracılığıyla Trysa’yı yönettiği ve bu stratejik noktaya bu yolla sahip olunabileceği düşünülür.

Vasalını zenginleştirmenin yolu olarak da Avşar Tepe’den aldığı hatırı sayılır ganimetlerin payı olduğu düşünülür.

 

Kalkan gezi yazıları.

Kekova gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Patara

Patara


Patara: 2020 yılında ülkemizde “Turizm Destinasyonu” seçilmiştir. 

Bu doğa cenneti güzellikteki yere yani Patara ya ulaşım biraz problemli. Şöyle ki: elbette buraya geleceğiniz yer, ulaşım planı çizmek açısından önemli. Antalya yöresinden gelinecek ise: kıyı yolu takip edilebilir. Yani: Antalya-Kemer-Finike-Kaş üzerinden.

Bu yolun uzunluğu: yaklaşık 220 km. Ama: bu uzunluğu düşünüp, en kötü 3 saatte giderim demek mümkün değil. Çünkü: kıyı yolu, bazen viraj, bazen bir kenarı uçurum, bazen iniş, bazen çıkış, yani aslında yolcular için muhteşem doğa güzelliğini izlemek açısından çok güzel, ama sürücü açısından zor bir yol.

Antalya ve yöresinden buraya ulaşmanın diğer bir alternatifi ise: iç yolu kullanmak. Yani: Antalya-Korkuteli-Söğüt-Fethiye üzerinden buraya ulaşım. Bu yolda: 220 km. civarında, ama kıyı yoluna nispeten daha rahat bir yolculuk sağlıyor.

Bunun dışında, herhangi bir yerden buraya ulaşmak istiyorsanız: öncelikle, Fethiye’ye ulaşacak şekilde, yol planınızı çizmeniz gerek. Fethiye’den buraya ulaşım kolay. Ana yolda ilerlerken; “Gelemiş” yoluna sapacaksınız ve 5 km. lik yol, sizi Patara harabelerinin bulunduğu yere ulaştıracak.

Bunun dışında: bölgeye uzaklıklar şöyle. Muğla merkez alındığında: Ankara: 622 km. İstanbul: 780 km. ve İzmir: 225 km. Muğla-Fethiye arası uzaklık: 130 km. ve Fethiye-Kaş arası uzaklık ise: 103 km. Yani: Ankara-Kaş arası uzaklık, yani Patara’ya ulaşım: 860 km. civarında.

Patara: Kaş merkeze 45 km ve Kalkan merkeze ise 16 km uzaklıktadır.

Patara Kumsalı

GİRİŞ

Ören yerine giriş ücretlidir, müze kart geçerlidir. Kendi aracınız ile giderseniz, hemen girişte otopark bulunuyor.

Patara Sahili

GENEL

Patara; Antalya ilinin Kaş ilçesine bağlı Kalkan ve Demre arasında Ovagelmiş köyü sınırlarındadır.

Şehir ve liman, yaklaşık 3 km uzunluğundaki vadinin girişindedir.

Antalya-Muğla sınırını çizen, Eşen Çayının doğusunda bulunuyor.

Eşen Çayı dedim de, evet, bu çay, binlerce yıldır, buranın kaderini etkilemiş.

Kumsalı ikiye bölerek, denize dökülüyor.

Patara Kumsalı

Kumsalın 1’nci Bölümü

Kuzey-batı kesimi. Dağ eteğinden başlayan bu bölüm, Özlen Adası önüne kadar uzanıyor.

Uzunluk, yaklaşık; 6 km.

Genişlik ise: 40-50 m. arasında değişiyor.

Son derece düz ve alçak yükseltili bir kumsal.

Bu bölümün arkasında ise: hareketli kumullar dikkati çekiyor.

Burada: kumsal o kadar geniş ve büyük ki; bir zamanlar, Yeşilçam filmcileri tarafından “Çöl Sahneleri” burada çekilmiş.

Patara Kumsalı

Kumsalın 2’nci Bölümü

Kumsalın ikinci bölümü: güney-doğu yönünde uzanıyor. Uzunluğu: 6-7 km. kadar. Kumsalın bu bölümünde: genişliğin 20 metrelik kısmı, ıslak alan. Bu alanın genişliği, sürekli değişiyor. Bu alanın gerisinde ise: genişliği 500-600 metreyi bulan, hareketli kumul tepelerinin bulunduğu bölüm var.

Hafif meyille yükselen bir arazi var. Deniz sahilinden esen rüzgarlar: kumu, ovaya doğru ilerletiyor. Ancak: bu kumların içerilere hareketini önlemek için; Antalya Orman Bölge Müdürlüğü tarafından, 1986 yılından bu yana, bu bölgede, ağaçlandırma çalışmaları sürdürülüyor.

Çünkü: hiç bitmeyen rüzgar, bir yere yığdığı kumu, ertesi gün dağıtıp, başka yerlerde tepecikler oluştururmuş.

Bunu önlemek için; yeşil bir kuşak oluşturulmuş. Okaliptus ve Kıbrıs akasyaları dikilmiş.

Kumuldaki bu dikim, o kadar yoğun olmuş ki; yapılan iş erozyon kontrolün den çıkıp, orman oluşturmaya dönüşmüş.

Ama; elbette bu sonuçta, kumulun topraklaşmasını yaratmıştır.

Yeni dikilen ağaçlar, ortama yabancı olduklarından, son derece hassas olan kumul-su dengesi bozulmuş.

Ortamın doğal bitki toplulukları ise, bundan zarar görüyorlarmış. Neyse, bunları uzun uzun anlatmak niye?

Çünkü; burada yanlış politikalar uygulanıyor, umarım ileri de, bu güzel cenneti farklı şekilde görmeyiz.

Tedbir alırken, dengeleri bozmamaya çalışmak gerek.

Bence: halen çoğu yerde uygulandığı üzere, yer yer kamış perdeler, bu kumul hareketlerini önleyebilir.

Bir cümle ile bu konuyu bitireceğim. Bu bölgede; binlerce yıl önce, öyle muhteşem ormanlar varmış ki, bu ormanlarda bulunan Ladin ağaçları; Arap akıncılarının buralara kadar gelip saldırmalarına neden olmuş.

Gelemiş Köyü

Evet, burada, halen bir yerleşim yeri var. Gelemiş Köyü, burada. Kumsala: yalnızca 1.5 km. uzaklıkta.

Evet: burada, Gelemiş Köyü var dedim, ama aynı mekanda kurulu, yıllarca burada muhteşem bir medeniyetin tüm güzelliklerini yaşamış antik bir kent de var. Ayrıca: yine muhteşem bir deniz ve kumsal.

Tüm bunların yanında: kaplumbağaları da unutmayalım. Burası: aynı zamanda caretta carettaların üreme bölgesi. Bu özelliği: sizleri nasıl etkiler? Akşam saatleri ile, sabah saatleri arasında, plaja ve denize girmek yasak.

Tüm bu doğal güzelliklerin korunması amacıyla: Patara, 1990 yılında, Çevre Bakanlığı tarafından “Doğal Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiş.

Patara Tarihi Süreç

TARİHİ SÜREÇ

Tarihi süreç incelendiğinde: Patara’nın en büyük özelliği: Zeus ile Letoon’un çocuğu olan, Tanrı Apollon’un doğduğu yer olmasıdır. Ayrıca: Saint Nicholas yani Noel Baba’da Patara şehrinde doğmuştur. Apollon, bir Anadolu tanrısıdır. 

Homeros, İlyada Destanında; ondan, Işıklı anlamına gelen “Pholbos” ve “Ün salmış okçu, Lykia’lı Apollon” diye söz eder. Bu nedenle: Anadolu’lu Tanrı, kardeşi Artemis ile birlikte, bir Anadolu kenti olan Troya’ya daima yardım etmişlerdir.

Lykia; antik çağlarda, ışık ülkesi anlamında kullanılmış ve onun baş tanrısı Apollon da, ışık soylu olarak algılanmıştır. Bu nedenle: şehirde, günümüze kadar henüz bulunamayan, Büyük Apollon Tapınağı’nın ve kehanet merkezinin, Patara’da bulunduğuna inanılıyor.

Buradaki şehri: Su perisi “Lykia” ile tanrı Apollon’un oğlu “Patarus” un kurduğuna inanılıyor. Ne zaman? MÖ.8’nci yüzyıldadır. Bu tarihe ait, değişik belgeler bulunmuştur. En önemli belge ise: Hitit belgeleridir. 

Hitit kaynaklarında, kente: “Patar” ismi verilerek, bilgiler aktarılmıştır. Şehrin ismi Likya dilinde ise “Pttara” olarak geçer. Arap kaynaklarında ise Patara “Batara” olarak isimlendirilir.

Evet, Patara Likya uygarlığının başkenti ve aynı zamanda en önemli şehirlerindendir. Özellikle Likya yöresinde oy hakkına sahip olan 6 şehirden biri olması nedeniyle önemlidir. Likya birliği toplantıları, burada bulunan Meclis Binasında yapılıyordu.

Patara’da günümüzde ayakta kalarak gelen kalıntıların birçoğu Roma dönemine aittir. Büyük İskender ve Roma İmparatorları Hadrian ve karısı, şehre çok önem verirler.

Son yıllarda yapılan kazılarda: Ören yerinde “Likya Birliği Meclis Binası” ve “Dünyanın en eski Deniz Feneri” ortaya çıkarılmıştır. Meclis Binası: dünya üzerinde bilinen ilk Parlamento olması nedeniyle şehrin önemini arttırmaktadır.

Erken Hıristiyanlık döneminde, şehir Piskoposluk merkezidir.

Patara Limanı

Patara, aslında bir liman kentiymiş. Patara Limanı: Hububat deposu ve sevki açısından oldukça önemliydi. Doğu Akdeniz’de bulunan üç önemli Hububat Depolarından biri olan “Granarium” burada bulunuyordu.

Liman: 400 metre genişlikte ve 1600 metre uzunluktaydı. Ancak: Patara Limanı, zaman içinde Xanthos (günümüzdeki ismiyle Eşen) çayı tarafından getirilen alüvyonlarla dolunca, günümüzdeki görüntüsü almıştır.

Öte yandan, sadece alüvyonlar değil, rüzgarlar da kumsalı taşımış ve liman dolmuş, kent de kumların altında kalmıştır. Limanın dolmaya başlaması ve teknelerin yanaşmakta güçlük çekince, ticaret zayıflar, bataklık oluşur, sivrisinekler artar, sıtma çoğalır ve bölgedeki diğer tüm antik kentlerin kaderi, burada da gündeme gelir. 

Patara giderek önemini kaybetmeye başlar.

Öte yandan, bu kumlar, aynı zamanda şehirdeki birçok yapının sağlam olarak günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Çünkü kumlar altındaki yapılar yüzyıllar boyunca sağlam kalmış ve arkeolojik çalışmalarla bu kumlar temizlenerek, şehrin kalıntıları ortaya çıkarılmış ve çıkarılmaya devam edilmektedir.

Son bir not: Patara Limanını hakkında önemli bir husus: Hz İsa’nın havarilerinden Aziz Paulos, Luke ile birlikte Roma’ya doğru yola çıkmak için Patara Limanından gemiye binerler. Patara’da kaldıktan sonra yolun devam etmesi, Patara’ya “İncil” de adı geçen kentlerden biri olma özelliğini kazandırmıştır.

Bu bölümde: Havari Paulos’un arkadaşı Luke ile 3’ncü seyahatleri sonunda, Miletos’tan Kudüs’e dönerken Patara’da kaldıkları ve buradan muhtemelen daha büyük bir gemiye binerek seyahatlerine devam ettikleri anlatılmaktadır.

KONAKLAMA

Konaklama için birçok seçenek bulunuyor. Tesislerin büyük çoğunluğu: pansiyon ve apartlardan oluşmuştur.

Yani: konaklama için herhangi bir sıkıntı yoktur. Yalnızca: konaklama tesisleri, plaj alanının dışında. Tesis seçerken: plaja mümkün olduğunca yakın olanı seçmeniz, konaklama tesisini seçiminizde etken olabilir.

Patara Kaplumbağalar

KAPLUMBAĞALAR

Bir zamanlar çakalların yemek listesinde olan caretta carettaların nesli tehlikeye girince, Dünya Doğayı Koruma Birliğinin yayınladığı listede yer almaya başlamış Patara. Akdeniz sahilinde, Dalyan’dan sonra, caretta carettaların ikinci önemli üreme alanı olan Patara sahilleri, nesli tükenmekte olan yeşil kaplumbağaların da, ender görüldüğü yerlerden biri.

Bu nedenle: kaplumbağaların ürküp kaçmamaları için, akşam saatlerinden sabah saatlerine kadar, plaj bölgesine ve denize girmek yasaktır.

Patara Gezilecek Yerler

GEZİLECEK YERLER

Günümüzde Patara kentinde görülebilecek antik kalıntıların büyük çoğunluğu, hala kumların altındadır.

Ancak son yıllarda yapılan arkeolojik çalışmalarda, kent, üzerini örten kumlardan arındırılmaya başlanmıştır. Eski liman, günümüzde sulak alan durumunda yani ortada yoktur.

Kent, gerçekten büyük bir alana kurulmuştur. Merkezi oluşturan geniş alan, sık bitki örtüsü, bataklık ve kum altındadır. Bu doğal doku, kentsel dokuyu gizliyor. Ama yine de görünen kalıntılar ile, kent, tam bir Romalı görünüm sergilemektedir.

Aracınızı otoparkta bıraktıktan sonra, biraz yürümek gerekiyor. Özellikle yaz sezonunda burayı ziyaret ederseniz, gezinize mutlaka şapka ve yanınızda su ile çıkmalısınız. Aşırı bir sıcak olduğunu unutmayınız.

Evet, kaldırım taşlı yürüme yolunda hediyelik eşya satan yerler vardır. Ayrıca bu yolun sonunda kafe tarzı yiyecek ve içecek yerleri, tuvalet, duş alma yerleri bulunuyor. Şezlong ve şemsiye kiralayabiliyorsunuz. Ama yanınızda portatif sandalye ve şemsiye varsa onları kullanmakta serbesttir.

Ören yerine giden yolun, limana bakan yamaçlarında anıt mezarlar bulunuyor.

Bu mezarlar, Likya tipi Roma dönemi mezar anıtlarıdır.

Yoldan geldiğinizde, ilk olarak kemerli ve bütün olarak korunmuş bir giriş kapısı sizi karşılar. Bu: Roma dönemi Zafer Takıdır.

Patara üç gözlü zafer takı

ROMA ÜÇ GÖZLÜ ZAFER TAKI (METİUS MODESTUS)

Kentteki, Roma kalıntılarının en görkemlisidir. MS.1’nci yüzyılda yapılmıştır. Kente girişin simgesidir. Üç gözlü. Roma tarzında yapılmıştır. Kapının her iki yanında ve kemerlerin arasında yazıtlar var. Ayrıca: burada, üstlerinde, geçmişte büstler bulunan, altı konsol görülüyor.

Büstler: Lykia’nın MS. 100 yılında valisi olan Mettius Modestus ve onun aile üyelerine aittir. Yapı da, bu bilgilere göre tarihleniyor.

Kuzey cephesindeki bir yazıtta, Zafer Takının: “Lykia’ nın metropolü Patara halkı tarafından “ inşa ettirildiği yazıyor. Bu tak, aynı zamanda, Patara’ya su getiren kanallar içinde kullanılmış.

Patara üç gözlü zafer takı

Evet: bu kapının, batı kısmına doğru ilerliyorsunuz. Bir alçak tepe göreceksiniz. Bu tepede: klasik döneme ait, yüksek kaliteli attika seramikleri bulunmuş.

Patara Seramik Fırınları

SERAMİK FIRINLARI

Tapınak ile kaya mezarları arasından, sahile kadar inen asfalt yolun hemen doğu kenarında. Burada: beş adet fırın bulunmuş. Bunların kapsadığı alan: 21 x 12 metre ebatlarındadır. Kazı çalışmaları sonucu: bu alanın, MS.3 ile 6’ncı yüzyıllar arasında, faal olduğu sanılıyor.

Ocak ve fırın ağızlarının tabanı: tuğla plakalar ile döşenmiştir. Kentte; bu büyük ölçüde bir seramik üretim kompleksinin çıkarılmış olması: hem Patara ve hem de Lykia bölgesi için önemlidir.

Çünkü: Lykia bölgesinde devam eden kazı çalışmalarında, henüz, seramik üretimine dair herhangi bir tesis bulunamamıştır.

Bu alanda: yani: Zafer Takı’nın üzerinde bulunduğu tepede: aynı zamanda, uzun zamandır kayıp olan: Apollon Tapınağının bulunduğu sanılıyor.

Çünkü: burada yapılan kazılarda, büyük bir Apollon başı ele geçirilmiş. Ama daha önce de söylediğim gibi; henüz bu alanda da tam olarak kazı çalışmaları yapılmış değil.

Tepenin güney eteklerinde: bir yapı var. Kemerli bir çatının birbirine bağladığı, iki odadan oluşuyor. Bu yapı: arkeologlar tarafından, değişik şekillerde yorumlanmış. Hamam veya tersane olabileceği değerlendirilmiş, ancak kesin bir kanıt yok. Çünkü: oldukça kötü bir durumda.

Tepeye doğru ilerlediğinizde: muhteşem bir yapı olan Bizans Bazilikası ve kutsal alanları göreceksiniz. Batı’daki tapınak yapısı: daha da etkileyici. Ancak; yabani bitki örtüsü sarmış durumda.

KORİNT TAPINAĞI

Antik kentte, bugüne dek bulunabilmiş tek tapınak olması açısından ilginçtir. Muhteşem taşlardan yapılmıştır. MS.2’nci yüzyıla tarihleniyor. Kapısı: 6.10 metre yüksekliğinde, tek bir odası var. Duvar sıvaları üzerinde: çok zengin mimari süslemeler var.

Temizlendiğinde; ortaya daha güzel bir görüntünün çıkacağı kesin. 13 x 11 metre ebatlarındaki bu tapınağın, kime ait olduğu hakkında bilgi yok.

Evet; Bazilikanın güneyinde (Tepecik’in güney topuğunda) , daha iyi korunmuş olan: hamam yapısı var. ( Hamam yapısı: Zafer Takının hemen yanındaki Roma Lahdinin batısında kalıyor. )

Patara Liman Hurmalık Hamamı

LİMAN-HURMALIK HAMAMI

Diğer hamamlara nazaran, Limana en yakın hamam olması nedeniyle, Liman Hamamı olarak isimlendirilmiştir. Önünde yüzlerce yıllık hurma ağaçları bulunması nedeniyle “Hurmalık Hamamı” olarak da isimlendirilir. Limana yapılması sebebi, Romalılar şehirlerin hemen girişine, şehre gelenlerin yıkanıp temizlenmesi için hamamlar yapmışlardır.

Hamamda bulunan yazıtta yazılı olduğuna göre: “Hamam, yüzme havuzları ve ek dekorasyonları ile birlikte, İmparator Vespasianus (MS.69-79) tarafından, bu amaç için ayrılmış kaynak ve Lykia Birliği tarafından bağışlanmış para kullanılarak inşa ettirilmiş”. Bizans döneminde de kullanılmıştır.

Etkileyici mimarisi var. Kentin en alımlı yapılarından biridir. Yan yana dizili, dikdörtgen, 5 mekandan oluşuyor.

Bu mekanlar: birbirlerine kapılar ile birleşiyor. Doğu uçtaki iki küçük odada: fırın bulunuyormuş. Tabanı iri taşlar ve mozaiklerle süslüdür.

Duvarlardaki çok sayıda delik; mermer ve bronz kaplamaları tutturmakta kullanılmıştır.

İçinde bir yüzme havuzu da bulunan, doğudaki eklenti, çökmüş durumdadır. Hamamın güneyinde: tuğla örgülü ve tonoz örtülü dükkanlar var. Hamam yapısı: yanındaki devasa bitkiler nedeniyle: Hurmalık Hamamı olarak da isimlendiriliyor.

YOL KLAVUZU-PATARA YOL ANITI-STADİASMUS PATARENSİS

Hamamın 100 metre ilerisindedir. Son yıllardaki kazılarda ortaya çıkarılan, ilginç bir buluntu daha var. Bu bir yol kılavuzudur. 

Roma Lykia’sının en önemli yazıtlarından biridir. Yüzyılın en önemli buluntuları arasında sayılan bu ünit anıt, 10 blok taş katından oluşan ve kaidesi ile birlikte 6.04 metreyi bulan, 2.35 x 1.60 metre ölçülerinde dikdörtgen bir gövdeye ve en üstte muhtemelen altı imparator Claudius yontusuna sahiptir. Claudius’un askeri operasyonlar amacıyla Lykia’ya gönderdiği Vali Veranius tarafından MS 46 yılında inşa ettirilmiştir. 

Anıt ve yazıtları işlevsel olarak üç amaca hizmet etmektedir. Ön yüzdeki ithaf yazıtı dikkate alındığında, bu monumental heykel kaidesinin İmparator Claudius onuruna dikilmiş bir anıt olarak kabul etmek gerekir. Yazıtta: kendilerini Roma dostu ve İmparator sever müteffikler olarak tanımlayan Lykia’nın yeni sahipleri, kurtarıcı olarak gördükleri imparator karşısında tam bir teslimiyetçi üslup kullanmaktadırlar. Bu ifade tarzı, hiç kuşku yok ki bir zamanlar kaidenin üzerinde süvari olarak betimlenmiş olan heybetli imparator heykeliyle iletişim içindeydi. Anıtın önünde duran bir kimse, gözle gördüğü ve yazıtla algıladığı ön yüzdeki bu kompozisyonu sadece ve sadece emperyal bir iradenin hakimiyet talebi olarak anlamak zorundaydı. 

Sol yan düzdeki 1-8 satırlar dikkate alındığında:  anıtı Claudius’un talimatıyla askeri vali Quintus Veranius tarafından eyalet çapında gerçekleştirilen bir yol inşaat yazıtı olarak değerlendirmek mümkündür. 

Hemen bunun altında başlayan ve sağ yan yüzdeki devam eden liste ise eyaletin tamamını kapsayan resmi bir itinerar (yollar) envanteridir. Yani, bir ititeraria (seyahat rehberi) ya da bazı çevrelerce kullanıldığı gibi bir “Yol Klavuz Anıtı” kesinlikle değildir. Genel bir değerlendirme yapılacak olursa: Stadiasmus Anıtı emperyal bir iradenin sonucunda askeri işgal amacıyla ülke çapında yapılan yolların resmi envanteri olup, pratik amaca hizmet etmeyen, emperyal bir eylemin demonstasyonu ve yerli ahaliye bu yolla verilen tehditkar bir mesajdır. 

Yani, hem imparatoru onurlandıran bir yol inşaatları anıtı hem de güzergahları ve üzerindeki yerleşimleri sırasıyla vererek ve aralarındaki mesafe bilgilerini sunarak dönemin yolcularına rehberlik te yapmaktaydı. 

Anıtta: Patara’dan 3 yöne (Batı, Kuzey ve Doğu) ilerleyen ve bu ana güzergahlara bağlanan tali yollardan oluşan Lykia yol ağı, kent sırasıyla anlatılmaktadır. Üç yazılı yüzün iki uzun yanında, 65 güzergah yer alan 53 antik kent sırasıyla ve aralarındaki mesafeler stadia bazında Eski Yunanca ile yazılmıştır. Örneğin: Limyra’dan Korydalla’ya 56 stadia ya da Balboura’dan Kibyra’ya 126 stadiadır. 

Yazıtlarda yol sırasıyla anılan “Trmmili” ise, Lykialıların kendilerine “Trmmili”  derken nereden bahsettiklerini anlamayı sağlar. Trmmili: günümüze adı değişmeden gelen Dirmil. Bu anıt-belge sayesinde bugüne dek adı bilinmeyen ya da yanlış bilinen kentlerin isimleri bulunmuş/doğrulanmıştır. 

Lykia yol ağı çoğunlukla öğrenilmiştir. Kaunos’tan Attaleia’ya kadar, Teke yarımadasını içine alan en kuzeyden Kibryra ile sonlanan bir alandaki, şimdiki 53 yerleşim, bağlantısındaki güzergahları ile tüm Lykia eyaletini kapsamaktadır. 

 

Evet, Hamamın güney duvarını takip ederek ilerleyen bir cadde göreceksiniz.

Patara Sütunlu Cadde

SÜTUNLU CADDE (HADRİAN GRANARİUMU) 

Bu cadde: kentin omurgasını oluşturuyor.

Kuzeybatıdaki Limanı, güneydeki Devlet Agorasına bağlıyor.

Ancak, günümüzde, bataklık suyu içinde kalmış olması nedeniyle, yalnızca 100 metrelik bölümü açılabilmiştir.

Genişliği: 12.60 metredir.

Anadolu’nun en geniş ve iyi korunmuş caddelerindendir.

Doğu kenarına: 1.50 metre genişliğinde, bir yaya kaldırımı döşenmiştir.

Caddede: araba tekerlek izleri yoktur.

Altından ise, kanalizasyon geçiyor. Cadde üzerinde, bu kanalizasyon sistemi ile bağlantı için: atık su ağızları yapılmıştır.

Her iyi yanı: sütunlarla sınırlandırılmıştır.

Bunların oluşturduğu, üzeri örtülü bölümün arkasında dükkanlar bulunuyor. (Hamamın güneyindeki dükkanlar)

Burada: hamama yakın yerde: dikkatinizi çekebilecek bir çukur var.

Ortaya yakın yerde, döşemeler sökülerek açılmıştır.

Çapı: 3.50 metre derinliği ise 1.50 metredir.

Bu çukurun: hamamı süsleyen heykelleri ve iç duvarları kaplayan mermer levhaları; Hıristiyanlık döneminde kirece dönüştürmek için yapıldığı söyleniyor.

Onca muhteşem sanat eseri, bu çukurda yakılarak kirece dönüştürülmüş.

Tepenin yamacında: kuzeydoğu eteğinde: Tiyatro var.

Patara Tiyatro

TİYATRO

Kent merkezinin güney ucundaki Kurşunlutepe’nin rüzgara karşı korunaklı kuzey yamacındadır. Oldukça görkemli bir görüntüsü vardır. Kent merkezine gelenler, uzaktan görkemli tiyatroyu görebiliyorlardı.

Anadolu’nun en büyük tiyatroları arasında sayılmaktadır, üzerindeki kumlar nedeniyle gayet iyi bir şekilde korunarak günümüze ulaşan tiyatro, kumların temizlenmesiyle ortaya çıkarılmıştır.

Tiyatro büyük olasılıkla MÖ 2’nci yüzyılda veya en geç MÖ 1’nci yüzyılda yapılmıştır.

Polyparkhen yazıtından anlaşıldığı üzere: İmparator Tiberius döneminde onarım görmüştür.

Villus Titlanus ile eşzamanlı olarak Cladius Plavianus Eudenus isimli Patara vatandaşı da tiyatronun Caveasına üst bölümü ekletmiş, köşe destek kuleleri ile tapınak taptırmıştır.

Erken Doğu Roma döneminde, oturma sıraları ve orkestra arasına ikinci kez kullanılmış devşirme malzemeden bir duvar örülmüştür. Böylece ortadaki alanda gladyatör ve vahşi hayvan döğüşleri yapılmıştır.

Patara Tiyatro

Mimarisi

Tiyatronun özünü oluşturan ve yarım daireyi biraz aşan 80 metre  çapındaki kollon (oturma yuvarlağı), her iki ucunda da kulo gibi görünen güçlü duvarlarla desteklenmiştir.

Cavea Bölümü

Tiyatro yaklaşık 6000 kişinin oturabileceği Caeva, bir diazoma (açık koridor) ile ikiye ayrılmıştır.

Bi diazoma’da sıralanan koltuklarda, kentin ileri gelenleri oturuyorlardı.

Tiyatro, üst bölümde 14, alt bölümde 23 ve bir tanesi de tasarlanmış olarak 38 oturma sırası vardır.

Cavea, altta 9 merdivenle, 8 dilime ayrılmıştır. Bu dilimler, üstte kendi içlerinde bir kez daha bölünürler. Üst bölümde, ayrıca doğu ve batı yanlarda merdivenle ulaşılan, tonoz örtülü koridorlar vardır.

Seyircilerin güneşten korunması için bezden gölgelikler kullanılmıştır.

Oturma sıralarının en üstünde, orta aks bölümünde bir tapınak vardır. Bir tanrıya veya İmparator kültüne adanan bu tapınak, Patara Tiyatrosundaki önemli mimari uygulamalardan biridir.

Sahne Binası

Sahne binasının uzunluğu 41.50 metre ve genişliği 6.50 metredir. Bağımsız ve alttan bir hyposksion olmak üzere 2 katlı tasarlanmıştır. Sahne binasının, oturma yerlerinden bağımsız olarak düzenlenmesi ilgi çeker.

Alt katta. sahneye açılan 5 kapı ve pencereler bulunur. Üst katta, yine kemerli pencereler vardır.

Sahne binasının dış doğu dar cephesi duvarı üzerinde bulunan anıtsal yazıtta: “Patara vatandaşlarından biri olan Villi Procula’nın, babasının inşa ettirdiği Proskene Binası, heykelleri ve mermer kaplamaları ile kendi inşa ettirdiği sahne binasını, MS 147 yılında, Patara şehrine, İmparator Antonius’a ve şehrin tanrılarına adamıştır” yazar.

Yani: Sahne binası yapımına, Villus Titlanus başlamış, ancak MS 126 yılında ölünce, kızı Villa Procula devam ettirmiş ve MS 147 yılında tamamlatmıştır.

İç duvarın cephesini bezeyen görkemli mimari yapılanmanın önünde, oyunların sergilendiği bir sahne vardır.

Sahne binası ile oturma yeri arasında kalan yuvarlak alana giriş: hem yanlardan hem de sahne binasının  dış yüzü ortasından açılmış özel bir kapıdan sağlanır. Girişlerde tonoz örtü yoktur.

Doğu girişinde, duvara kazınan bir yazıtta “İmparator Tiberius döneminde (MS 14-37) Tiyatroda, Tanrı Apollon’un rahibi olan Polyperkhon tarafından yaptırılan bir onarımdan söz edilmektedir. Yani bu durumda, tiyatronun ilk yapım tarihinin daha da eskilere dayandığından söz etmek mümkündür.

Kuzeye dönük ve cephe, hareketli mimarisi ve başta sütunlar olmak üzere diğer süsleyici unsurları ile tiyatro mimarisinde çok az görülen bir uygulamadır.

Tiyatro: 1884 yılında büyük bir depreme maruz kalır.

SU SARNICI

Bu yapı: çapı ve derinliği : 9 metre olan, dairesel formlu bir kuyudur.

Kuyunun tam ortasında: taştan yapılmış bir ayak yükseliyor. Bu ayak: zeminden itibaren 1.8 metre yükseklikte. Özenle kesilmiş, kare taş bloklardan oluşuyor. Her bir sırada: 3 blok var. En alttaki 9 sıra, çok iyi korunarak günümüze kadar ulaşmış.

Kayadan kesilerek yapılmış, dik merdivenler ile aşağıya iniliyor.

Evet, bu kuyunun işleviyle ilgili olarak değişik görüşler ortaya atılmış. En mantıklı görüş: kuyunun bir sarnıç olduğu yönünde. Ayağın amacı: yaz sıcağına karşı, çatı örtüsünü taşıyıcı bir eleman olması.

Bu tür bir sarnıç: erken dönemde, Patara için çok büyük önem taşıyordu. Çünkü: şehir, neredeyse tamamen, akan sudan yoksundu. Ancak, çok sonraları, şehir, su kemerleriyle beslenebilmişti. Çok sonraları ise, bu sistem eskiyince, sarnıca ekler yapılarak bir kez daha hizmete sokulmuştur.

Evet, Tepeden iniyoruz. Tiyatronun kuzey karşısında; yine muhteşem bir yapı var.

Patara Meclis Binası

 

Patara Meclis Binası

MECLİS (BLOULEUTERION) BİNASI

Anadolu’da bilinen en eski yönetim binasıdır. Likya birliği: yapısı ve Anayasası ile, batı yönetimlerine örnek gösterilmektedir. Bu özelliği ile, dünyada tektir. Birlik Anayasası: antik dünyanın en mükemmelidir.

Kazı çalışmaları sonucu: yapının, dikdörtgen bir temel üzerinde yükseldiği ve batı yönünden, bir doğal kaya ile sınırlandırıldığı anlaşılmıştır. Kapasite: 1400 kişiliktir. Ana girişler: kuzey ve güney yönlerindedir.

Üst oturma guruplarına rahatlıkla ulaşılması için: ana girişlerin hemen yanında, merdiven çıkışları bulunmaktadır. Yapının tam merkezinde: mermer döşeli, küçük bir orkestra ve onun hemen önünde sahne binası konumlandırılmıştır.
Bu binanın: Lykia Meclis binası olarak; MS.4’ncü yüzyıla kadar hizmet verdiği tespit edilmiştir.

1988 yılında başlayan kazılarda ortaya çıkarılan bu görkemli yapının; meclis binası olabileceği düşünülmüştür. 1996 yılındaki kazılarda ise; ortaya çıkarılan yapı ve önündeki stoada ele geçirilen çok sayıdaki yazılı kaide; bu görüşü doğrulamıştır.

Meclis Binasının iç kısmı; 2001-2006 yılları arasındaki kazılarda, tamamen temizlenmiştir.

Evet: Tepedeki gezimiz bitti. Liman ağzına iniyoruz. Liman ağzının batı tarafında: ilginç bir yapı göreceksiniz.

Patara Deniz Feneri

 

Patara Deniz Feneri

DENİZ FENERİ

Binlerce kamyon dolusu kumun altından gün ışığına çıkarılan deniz feneri, deprem sonucu yıkıldığı şekilde ele geçmiştir.

Dünyanın en eski deniz feneridir. “Pharos” olarak da isimlendirilmektedir. Dünyanın en eski deniz feneri, Mısır’daki İskenderiye Feneridir, ancak bu fenerden günümüze tek bir yapı taşı bile kalmamıştır.

Akdeniz’de ayakta kalarak günümüze ulaşan tek deniz feneri ise, İspanya Lacarunya kentindedir. Ancak bu fener de 19’ncu yüzyılda yeniden inşa edilmiştir, yani günümüzdeki şekli orijinal değildir.

Patara deniz feneri ise, yapı taşlarının tamamı günümüze ulaşmıştır.

Evet fener günümüzde kıyıdan ortalama 500 metre uzaklıktadır. Dış yuvarlağın limana dönük yüzüne, altın kaplama büyük bronz harflerle İmparator Neron’un bu feneri “Denizcilerin Selameti için MS 64/65 yıllarında yaptırdığının” yazıldığı onur yazıtı yerleştirilmiştir.

Ancak yazıtından çok az blok ele geçmiştir. Şöyle ki, ele geçen blokların her biri sadece birkaç harf taşımaktadır.

Fakat korunmuş tek sözcük “İnşa edildi” kısmıdır. Harflerin oyuklarında bulunan delikler, bunların bronz çubuklarla doldurulduğunun göstergesidir.

İmparator Neron, yaklaşık 2000 yıl önce, Patara şehrine iki deniz feneri yaptırmıştır. Ancak bu fenerler, bir Tsunami sonucu yıkılmıştır. Günümüzde burada görülen tek fener kalıntıları onarılmayı beklemektedir.

Fener ilk yapıldığında yani 1834 yılındaki depremde yıkılmadan önce, dikdörtgen şeklinde ve basamaklı bir kaide görüntüsündeymiş. Ancak bu gün basamaklar üzerinde yükselen dairesel bir yapısı vardır.

Bu fener binası, muhtemelen limanın girişinde, uzun zaman önce kumlar altında kalmış olan bir mendirek üzerinde bulunmakta idi.

Liman bölgesindeki gezimize devam ediyoruz. Kuzeye gidiyoruz ve burada bir yapı var.

HADRİANUS (GRANARİUM) AMBARI

Cephesi üzerindeki yazıttan:”Hadrianus Ambarı” olduğu öğreniliyor. Anadolu’nun buğdayının özellikle Roma’ya sevk edilmesinde kullanılmış. Doğu Akdeniz’de, bu amaçla yapılmış, 3 ambardan biri.

Çatısı dışındaki bölüm, günümüze kadar gelebilmiş. Burada da, yabani otlar, büyük engel oluşturuyor. Yapı: 60 metre uzunluğunda ve 19 metre genişliğinde. Eşit büyüklükte, 8 oda var. Bu odalar: orijinalde, kemerli ve kapılar aracılığı ile, birbirlerine bağlanıyorlar.

Binanın cephesinde: her bir odaya açılan: 8 kapı bulunuyor. Her kapının üzerinde ve üst kata denk gelecek şekilde bir pencere bulunuyor. Ön cepheden görünüş iki katlı gibi ise de, aslında iç kısım yalnızca bir tek kat halindedir.

Evet, ambarın yanında, bir zamanlar gayet gösterişli olduğu belli olan, bir mezar kalıntısı var. İri ve gösterişli taşlarla yapılmış. Tapınak formunda, Liman tarafındaki basamaklardan çıkılıyor. Ön cephesinde: 4 sütun var.

Duvarlarından biri, günümüze kadar ayakta kalabilmiş. Dış yüzey: yarım sütunlarla süslü. Ayrıca: işlemeli, panellere sahip. Kemerli çatının bir kısmı ayakta kalabilmiş. Kapılardan ise, yalnızca biri, yarısına kadar ayakta kalarak, günümüze ulaşmış.

Bu civarda başka mezar yapıları da var. Bunların bazıları, kavisli kapağı olan lahitler. Köye kadar olan yolda; çeşitli büyüklükteki birçok mezar anıtlarını görmek mümkün.

Patara Plajı

PATARA PLAJI

Antik kalıntıların hemen güneyinden başlar.

Forbes Dergisinin “Dünyanın en iyi 25 Plajı” listesi içinde; evet, Patara da var. İngiliz Sunday Times Gazetesi, Tatil Ekinde, 100 den fazla tur operatörlerine “Gezegendeki en iyi plaj hangisi” sorusu yöneltildiğinde, oyların yarısından fazlasını alan, yine Patara Plajı olmuş. Evet: Patara, açık ara fark ile birinci olmuş.

Kalıntıların hemen güneyinde bulunan kumsal: 16 km uzunluktadır. Dünyanın en uzun 11’nci sahilidir. Kumsalın; bu boyutlarda büyük olması; günümüzde, naturist ve nudistlerin, rahatlıkla, çıplak olarak “yüzüp güneşlenebildikleri “ bir sahil olarak, burayı seçmelerine neden oluyor.

Patara Plajı

En dar yeri 280 metre ve en geniş yeri ise 1500 metredir.

Bu ölçülere göre, Türkiye’nin en uzun kumsalıdır.

Kumsal: Caretta Caretta kaplumbağalarının yumurtlama alanıdır. Bu yüzden Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Akşam saatlerinde plaja girmek yasaktır.

Plaja girmek ücretlidir.

Patara antik kentinin içinden geçip plaja ulaşılmaktadır. Sahilde şezlong ve şemsiye isterseniz ilave ücret ödemeniz gerekir. Plaj her gün saat: 08.00-20.00 arasında insanlar ve saat 20.00-08.00 arasında ise deniz kaplumbağaları tarafından kullanılmaktadır.

Patara Plajı

Deniz özellikleri

Deniz sığdır. Ancak deniz oldukça fazla dalgalıdır, sığ olduğundan dalgalar kıyıyı oldukça fazla etkimemektedir. Dalgalar kum kaldırıyor. Bu yüzden deniz çok kumludur. Dalgaların boyu çoğu zaman 1 metreyi buluyor.

Dalgalar denize girenlere soluk aldırmıyor, metrelerce, insan boyunu geçmeyen deniz, yine de insanı aşan dalgalar yaratıyor olması, deniz severleri her yıl Patara sahillerine taşıyor.

Evet; deniz sığ. Deniz içinde, metrelerce ilerleyin, derinliğin dizlerinizi geçmediğini göreceksiniz. Deniz içi de kum. Ancak: söylediğim gibi, sürekli olarak denizden esen bir rüzgar var. Ayrıca: sürekli bir dalga var.

Yani: denizin içine oturup, bu dalgalarla oynaşmak, gerçekten büyük keyif veriyor. Küçük çocuklu aileler için, denizin sığ olması avantaj ama söyledim ya, deniz dalgalı. Bu dalgalar, bazen rahatsız edici olabiliyor.

Denizde hiç durmayan rüzgar nedeniyle, bölge özellikle rüzgar sörfü için de çok tercih edilmektedir.

Patara Plajı

Kumsalın özellikleri

Kumsal oldukça geniştir ve ince kumludur. Aynı zamanda: Caretta Caretta deniz kaplumbağalarının Türkiye’deki önemli üreme alanlarından birisidir. Bu yüzden, burada kuma şemsiye saplanmaz.

PATARA CAMEL CAMPİNG

Gelemiş Köyündedir.

İşletme önce bar olarak kurulmuş, daha sonra barın karşısındaki alan düzenlenerek kamp alanı haline getirilmiştir. Çam ağaçlarının içinde kuruludur. Kamp alanında: bungalov evler, barberü ve ahşap sedirler bulunur.

Ayrıca: ortak kullanıma yönelik tuvaletler ve duşlar vardır. Karavanlar için de uygundur. Kamp alanında konaklarken elektrik ihtiyacınızı sadece Camel Bar denen yerden karşılayabilirsiniz. Kamp alanında, mutfak da yoktur.

SONUÇ

Evet; Patara’da sizleri neler bekliyor? Patara’da neler görebilirsiniz? Güzel bir kumsal, güzel bir deniz arıyorum. Sığ, hemen derinleşmeyen bir deniz arıyorum. Rüzgar sörfü yapılabilecek bir deniz arıyorum. Sessiz, sakin ve kalabalık olmayan bir kumsal ve deniz?

Patara’da muhteşem bir plaj, kumsal ve deniz var. Özellikle: denizin tadına doymak mümkün değil. Muhteşem büyük kumsal: insan kalabalığı yaratmaması nedeniyle, sakin ve sessiz. Bunun dışında: tarihe ve antik kalıntılara merakınız varsa, burası tam size göre. Antik çağlarda, burada, çok büyük bir medeniyet kurulmuş.

Tarihin derinliklerinde gezmek ve o büyük medeniyetin izlerine ulaşmak, o insanlarla aynı toprağa basmak, aynı havayı solumak, aynı mekanları, günümüze kadar gelebilmiş hali ile yaşamak istiyorsanız, işte size tam uygun bir yer Patara.

Mutlaka gidin.

Ama, burada eğlence hayatı yok. Ayrıca: tarihi mekanları gezmek için, Temmuz ve Ağustos gibi aşırı sıcak ayları tercih ederseniz, terlememek elde değil.

Özellikle: gezinizde, yanınızda mutlaka su bulundurun. Çünkü: antik dönemde, binlerce yıl susuzluk sıkıntısı yaşanan bu bölgede, halen tek damla su bulmak mümkün değil.

Uçsuz-bucaksız kumsallardan, sığ denize girip, dalgaların keyfini yaşayabilirsiniz. Tarihi mekanlar arasında dolaşıp, yüzyıllar öncesi yaratılan muhteşem uygarlığın izlerini sürebilirsiniz.

Patara güzel bir yer, şimdiden iyi tatiller.

Kalkan gezi yazıları.

Kekova gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Demre gezi yazıları.