Ulus Şehir Çarşısı temel kazısı sırasında bir kısım tarihi eserler çıkınca: burada 1995 yılında yapılan resmi arkeolojik çalışmalarda: Geç döneme ait bir Roma yolu kalıntıları bulunmuştur.
2006 yılında, Ankara Valiliği tarafından yapılan otopark çalışmaları sırasında ise: bu Roma yolunun devamı bulunmuştur.
Günümüzde: zemin seviyesinin 2 ile 3.30 metre altında kalan; Roma yolunun toplam 215 metre ve genişliğinin 6.5 metre olduğu düşünülüyor.
Yolun kenarlarında: yayalar için yapılmış 20 cm yükseklikte ve 1.5 metre genişlikte kaldırım blokları bulunmaktadır.
Yolun zemini taş kaplıdır ve altındaki oluktan şehrin kanalizasyonu geçer.
2007 yılında yapılan arkeolojik araştırmalarda: burada 1800 yıllık “Hermes” heykeli, 11. yüzyıla tarihlenen Selçuklu kandilleri ve Osmanlı d önemine ait pipo ve porselenler bulunmuştur.
Çok sayıda pipo çıkması üzerine yapılan araştırmalarda: Osmanlı döneminde, burada “Kuyulu Kahvehane” denilen bir mekanın bulunduğu anlaşılmıştır.
Bu pipolar: üzerinde geometrik ve çiçek desenli, üzerinde yapan veya kullananın mührü bulunan, ince işlemeli lüle taşı pipolardır. Yine burada bulunan çinilerin ise, Osmanlının son dönemlerinde Çin ve Avrupa’dan ithal edilmiş olabileceği değerlendirilmektedir.
Bölgede yapılan araştırmalarda, ayrıca: Frig dönemine ait gri seramik parçaları, Roma dönemine ait 2. ve 3. yüzyıla tarihlenen: mermerden yapılmış, başı kırık, ayakta duran bir kadın heykeli ve seramik kaplar bulunmuştur.
Bence en kısa zamanda, Ulus semtine gidin ve bu tarihi Roma yolunu görün, çünkü yakın zaman sonra görme şansınız olmayabilir.
Ekim 2014 tarihinde: Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan kanalizasyon çalışması sırasında: Hükümet caddesindeki Roma dönemine ait tarihi sütunların üzeri önce toprakla örtülmüş ve ardından asfalt ile kaplanmış ve tarih tarihe gömülmüştür.
Ankara şehrinde, Roma hamamında bulunan bir heykelin kaidesi üzerindeki yazıtta “Dionysos” şenlikleri hakkındaki bir kararnamede, şehirde bulunan tiyatrodan söz edilince: antik dönemde Ankara’da bir tiyatronun varlığı öğrenilmiş ancak yeri uzun süre bulunamamıştır.
Yazıtta: Ulpis Aelius Pompeianus isimli şahsın Agonluğu sırasında çıkarılan bir kararnamedir ve üzerinde: tiyatronun belli bir yerine konulduğu yazılıdır.
Bu yazıtlara rağmen tiyatronun yeri uzun süre bulunamamıştır. Ancak 19. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’yu gezen İngiliz gezgin W.J.Hamilton: antik Ankara tiyatrosunun yerini ve kalıntılarını tespit etmiştir. Aynı yüzyılın ikinci yarısında G.Perrot-E.Guillaume, yine burada çevrede gördüğü blokların bir tiyatroya ait olabileceğini yazmışlardır.
Yine de: 1983 yılına kadar, burada bir tiyatro bulunduğu anlaşılamamıştır. 1983 yılına gelindiğinde: Ankara Umum Kunduracılar Kooperatifi: iş hanı yapmak üzere burada bulunan araziye satın almıştır.
Arazide hafriyat yapılarken eski eserlerin dozerler tarafından tahrip edildiği haberi gelir, aynı gece Ankara valiliğinden inşaatı durdurma yazısı çıkar ve 16 Mart 1983 tarihinde Anadolu Medeniyetleri Müzesi yetkilileri buraya müdahale ederek, arkeolojik araştırmalara başlarlar.
25 Şubat 1992 tarihinde burası Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.
MİMARİ YAPISI
Tiyatro: birçok dönem tiyatrosunda olduğu üzere: yerli kayanın oyulması ve doldurulması ile elde edilen oturma sıraları ve moloz taş ve harç dolgusu kullanılarak yapılmıştır.
Yazılı belgelerin ve ele geçen buluntuların ışığında: tiyatronun Roma döneminde MS. 1’nci yüzyılın ikinci yarısı ile 2’nci . yüzyılın başlarında yapıldığı düşünülmektedir.
Yapının ölçüleri: 50 x 43.5 metredir. Yapıda büyük ölçüde Ankara taşı kullanılmış, yer yer de mermer kullanılmıştır. Yamaca yerleştirilen yapı, vadiden yani Hatip Çayından gelecek hava sirkülasyonuna açıktır.
Dolayısı ile bu yapının hem topoğrafya ve hem de klimatik açıdan Vitruvius’un tiyatro inşaatı için uygun gördüğü kurallara uymaktadır.
Cavea: iki bölümden oluşmaktadır ve doğal bir tepe yamacına, ana kaya tıraşlanarak; 3 derece kuzeybatı yönünde inşa edilmiştir. Bu inşa yönü ile, Anadolu’da bulunan diğer 101 tiyatrodan yalnızca 10 tanesine benzerlik göstermektedir. Kuzeydoğu bölümünde duvarın ana kayaya yaslandığı alan Roma betonu ile desteklenmiştir.
Yarım daireden daha büyük “D” biçimli bir plana sahip olan cavea, üç merdiven sırası ile dört bölüme ayrılmıştır. Oturma sıralarının tamamı ve bunların alt yapıları tamamen tahrip olmuştur. Yani: cavea’ya ait hiçbir oturma basamağı ele geçirilememiştir. Ama, tiyatronun tahminen 3000-5000 kişilik bir oturma kapasitesine sahip olduğu düşünülmektedir.
Doğuda ve batıda: orkestraya girişi sağlayan iki tane parados (yan giriş) bulunmaktadır.
Skene (sahne) binası: orkestraya 5 kapı ile bağlanmaktadır ve batıdadır.
Tiyatro: Roma döneminden sonra da yapılan bazı değişiklikler ile Bizans döneminde de kullanılmaya devam edilmiştir. Ancak: Bizans döneminde: iki evreli değişikliğe uğramıştır. Birinci değişiklikte: orkestra bölümü, su oyunlarının düzenlendiği bir havuza dönüştürülmüştür.
İkinci değişiklikte ise: Skene (sahne) binasının içi ve doğu paradosa bitişik tonozlu bölümlerin, başka bir amaçla kullanıldığı düşünülmektedir.
Geç Bizans döneminde ise, bilinmeyen bir tarihte, bilinmeyen bir nedenle tiyatro tahrip olunca oturma sıraları kaldırılmış ve kale surlarının restorasyonunda kullanılmıştır.
Buna rağmen: yarım daire biçiminde bir orkestrası ve iki diozoması ile tiyatro tipik Roma tiyatrosu görünümündedir. Anadolu’daki diğer tiyatrolarla karşılaştırıldığında küçük tiyatro gurubuna girer.
Evet: tiyatro Geç Bizans döneminde bilinmeyen nedenle kullanımdan kalkmış ve tiyatronun bulunduğu bölgeye Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde seramik ve cam atölyeleri kurulmuştur. Zamanla bunlarda terk edilmiş ve tiyatronun bulunduğu yer bölgenin çöplüğü olarak kullanılmaya başlanmış ve unutulmuştur
ARKEOLOJİK KAZILAR
1982-1986 yılları arasında yapılan çalışmalarda: kazı alanının kuzeyinde bulunan yoğun gecekondular bu alandaki çalışmaları engellemiştir. Ancak bu gecekondular bu dönemde yıktırılmıştır. 1982-1986 yılları arasında, tiyatronun scenesi, proscenesi ve orkestrası kazılmış ve burada önemli plastik eserler ortaya çıkarılmıştır.
Bu çalışmalarda: Roma imparatoru Crispus’a (MS. 317-326) ait bir bronz sikke ve İmparator II. Constantinus (MS. 337-361) dönemine ait bir bronz sikke bulunmuştur. Ayrıca 1923 tarihli bir adet 5 kuruş bulunmuştur. Bunlar günümüzde Anadolu Medeniyetleri Müzesinde alt katta sergilenmektedir.
2009 yılındaki kazı çalışmalarında; scenenin kuzeydoğu tarafında yapılan çalışmalar sonucunda scene duvarı ortaya çıkarılmıştır. 2010 yılındaki çalışmalarda: 1980’lerde yıkılan gecekondulara ait moloz atıkları, asfalt parçaları ve gecekondulara ait tesisat kalıntıları temizlenmiştir.
Sahne binasının batı kısmı ve İslami döneme ait seramik ve cam atölyesinin tamamını ortaya çıkarmak için, tiyatronun batısında da çalışmalar sürdürülmüştür.
Bu çalışmalarda bir miktar Bizans-Osmanlı dönemi yeşil sırlı ve kırmızı astarlı seramikler, cam ve pipo yapımında kullanılan lüleler, okunamayacak kadar kötü durumda olan sikkeler ve üzerinde Hıristiyanlıkla ilgili tasvirler bulunan bir adet madalyon çıkarılmıştır.
Öte yandan: tiyatro binasının kuzeyi boyunca devam eden Bizans dönemine ait su kanalı, sağlam durumda ele geçirilmiştir.
2010 yılındaki çalışmalarda: daha önce açığa çıkarılan tiyatroya ait blok taşlar, alanın kuzeyine ve batısına depolanmıştır. Ancak kazı çalışmalarını engelleyen, tiyatroya ait 280 blok taş, numaralandırılarak 2009 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yıkılan İlksan Öğretmen evinin bulunduğu alana taşınarak depolanmıştır.
GÜNÜMÜZ
Evet tiyatro Bakanlığın teşviki ve Büyükşehir Belediyesinin katkıları ile restorasyona tabi tutulmuştur. Ancak bu restorasyon çalışmaları başlangıcında: cavea yani oturma sıralarının ilk bölümleri beyaz mermerle yeniden yapılmaya başlanınca, bunun yapının orijinal haline aykırı olduğu belirtilerek durdurulmuştur.
Böylece: tiyatro kalıntıları kaderine terk edilmiştir. Üzerinde hiçbir yazı veya plan yoktur. Zaten insanların sokulmadığı bu alan köpeklerin mekanı olmuş, hatta Suriyeli göçmenler de bir ara burayı mesken tutmuşlardır.
Kapısında zincirli kilitler bulunan burayı ziyaret etmek isterseniz: Ankara kalesine çıkan yoldan yani üstten burayı izleyebilirsiniz.
Roma imparatoru Constantinus: 357 yılında, saltanatının 20. yılını kutlamak için Roma’yı ziyaret ettiğinde: Circus Maximus denilen yerde, bir dikilitaş dikilerek, bu ziyaret ebedileştirilmiştir.
Ankaralılar da: kendi şehirlerinden geçen yeni imparatorları için, böyle bir anıt dikerek şehri ve imparatorlarını ebedileştirmenin gururunu yaşamak istemişlerdir.
Roma imparatoru Julianus: sevilen bir imparatordu. Örnek olarak, kendisinden önceki ünlü imparatorları seçmişti. İmparator Julianus Pers seferine çıktığında, MS. 362 yılında Ankara şehrinden geçmiş ve bu ziyaretin anısına bu sütun dikilmiştir.
Sütun: kendine özgü bir mimari yapısı olan, gövdesi birçok yivli halka şekilli beyaz taşların üst üste konulması ile yapılmış, ancak tek parça gibi görünen, üzerinde hiçbir yazıt olmayan 15 metre yüksekliğinde bir yapıdır. Korint başlığı modeline sahiptir. Başlığı yapraklarla süslüdür, kaidesi ve gövdesi ise çok sadedir. Başlığı Bizans tarzındadır.
Günümüze gelmemekle birlikte, sütun ilk yapıldığında üstünde imparatorun veya imparatorluk ailesine mensup birisi veya ileri gelenlerden birisinin heykeli bulunduğu düşünülmektedir. Ancak, var olduğu düşünülen bu heykelle ilgili herhangi bir bilgi söz konusu değildir.
İmparator Ankara’da kaldığı süreçte, Hıristiyan haklarını kısıtlayarak paganizmi yeniden canlandırma yasaları çıkardı, çünkü kendisi son Romalı pagan imparator olarak bilinir. Ardından: Pers ülkesine doğru yola devam etti, Dicle boyunca ilerledi. Bu arada Persler, sürekli hücumlarda bulunuyorlardı. Bu hücumlardan birinde, imparator ölümcül bir darbe aldı.
Kolunu parçalayan mızrak kaburgalarına saplandı ve bu onun sonu oldu, 363 yılında öldü. Ancak mızrağın nereden geldiği asla anlaşılamadı, hatta mızrağı Hıristiyan bir Romalı askerin attığı bile düşünüldü ama ölümünden sonra askerleri, Perslerden onun öcünü aldı, yeni Roma imparatoru olarak Iovianus seçildi, ölen imparatorun cesedi Constantinopolis şehrine getirilerek burada defnedildi.
16. yüzyıl gezginlerinden Hans Dernschwam “İstanbul ve Anadolu ya Seyahat Günlüğü” isimli seyahatnamesinde, Ankara şehrinde, bu sütundan söz ederek, buna yerli halkın “Belkıs Sütunu” ismini verdiklerinden söz etmektedir. Evet burada “Belkıs Sütunu” veya “Belkıs Minaresi” isimleri kullanılması ilgi çekmektedir.
Peki neden bu isimler kullanılmaktadır? Osmanlı imparatorluğu döneminde, Julianus Sütununa Saba Melikesinin adı verilmiş ve uzun zaman “Belkıs Sütunu” olarak anılmıştır. Çünkü: yine aynı dönemde, Ankaralılar, bu sütunun bir kızın mezar taşı olduğuna inanmışlar ve bundan dolayı sütuna “Kızlar Minaresi” veya biraz önce sözünü ettiğim isimleri vermişlerdir.
1934 yılına gelindiğinde; Taşhan yakınlarında bulunan anıtta tehlikeli şekilde eğilme görülür ve bunu engellemek için, anıtı; bulunduğu yerden 200 metre daha doğuda: Valilik binası önündeki yeni yerine taşınarak, monte edilmesine karar verilir.
Sütun bulunduğu yerden söküldüğünde, alt kaidesinde yaklaşık 3 metrelik bir harçlı yapı ortaya çıkar. Yani: sütun ilk olarak buraya yerleştirilmiştir. Sütun yeni taşındığı yerde: 3 x 3 metrelik bir andezit platform üzerine yerleştirilir.
Son olarak ise: 2001 yılında Ankara Valiliği tarafından restore edilmiştir. Sütun yeni yerleştirildiği yerde: üstündeki leylek yuvası ile tanınır ve bilinir olmuştur. Söylenenlere göre: her yıl, aynı leylek çifti buraya gelerek yavrulamakta ve yavrular yine buradaki yani sütunun üstündeki yuvada büyümektedirler.
Ankaralılar, bu olayı yani yuvayı korumak, yavruların aşağıya düşmesini engellemek için, 2001 yılında yapılan son restorasyonda sütunun üzerine teller yerleştirmişlerdir. Ancak, bu teller, sütunun orijinalliğini bozmuştur.
Evet, buraya yolunuz düşerse, sütunun yapıldığı dönemi düşünmeye çalışın, büyük ve sevilen bir Roma imparatorunun şehri ziyareti o dönemde kesinlikle çok önemsenmiş ve bu ziyaretin sonsuzluğa kadar hatırlanması için böyle bir anıt yapılması düşünülmüştür ki, insanların bu ziyarete ne derece önem verdikleri kanıtlanmaktadır.