Burada fotoğraf makinası kullanmak yasaklanmıştır. Ancak: 2’nci Meclis binası, yani hemen 200 metre aşağıdaki ortamda, fotoğraf çekmek yasak değil iken, burada fotoğraf çekmenin yasaklanmasını anlamak mümkün değil.
Özellikle: yasak denilse de, özellikle şehir dışından gelenler, burayı gezdiklerini belgelemek adına, birkaç fotoğraf çekmeye kalkıştıklarında ise, görevlilerin sert müdahale içeren sözleri, inanın kırıcı oluyor ve müze gezmek gibi bir kültür gezisi, stresle yoğuruluyor.
Evet, gelelim, en büyük değerimiz olan ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusumuza armağanı, Türk gençlerine emaneti Cumhuriyetimizin hangi ortamda, ne gibi şartlarda ilan edildiğini gezip görmeye.
Müze: Ulus Meydanındadır. Cumhuriyetimizin ilan edildiği, 1’nci Meclis Binası. 1920 ile 1924 yılları arasında kullanılmış. Gerçekten; o yıllardaki şartları göreceksiniz. O insanların, saatler, günler boyunca, o tahta sıralar üzerinde oturduklarını göreceksiniz.
Ve o zor ve güç şartlarda yarattıkları, kurtuluş mücadelesi olsun, cumhuriyet olsun ve bunlar gibi ülkenin kurtuluşu ve gelişmesi için yarattıkları birçok çabanın, yaratıldığı o güç şartları göreceksiniz ve bugünle karşılaştırıp, elbette şaşıracaksınız.
Evet; Cumhuriyetimizin ilan edildiği bu bina, günümüzde müze olarak kullanılıyor ve adı: Kurtuluş Müzesi. İlk toplantının yapıldığı bu binanın yapımına; 1915 yılında, mimar Hasip Bey tarafından başlanır. Atatürk’ün, 27 Aralık 1919 tarihinde, Ankara’ya gelişinden sonra, yapının meclis binası olarak kullanılmasına karar verilir.
İlk parlamento binası; 22 x 43 metre boyutlarında. Bodrum üzerine, tek kat olarak yapılmış. Büyük bir toplantı salonu ve 9 odası olan taş bir yapı. Dış cepheler; kemerler ve geniş saçaklarla bezenmiş ve ayrıca iki balkon var. Devletimizin kuruluşu ve kurtuluş savaşının tüm askeri ve siyasi kararları burada alınmış.
Bu küçük bina; 18 Ekim 1924 tarihine kadar kullanılmış. Günümüzde ise, Müze. Evet; kurtuluş savaşımız ve cumhuriyetin ilanı aşamasındaki o imkansızlıklar ortamını mutlaka gidin görün. Müzeye; girdiğinizde, sizi büyük bir nezaketle, müzenin görevlileri karşılıyor. Gerçekten, bu nazik insanları, görevli olarak oraya koymak, muhteşem bir uygulama. Gerek davranışları, gerek kıyafetleri ve gerekse yol göstermeleri: ” gezinize şuradan başlayacaksınız ” şeklinde yol göstermeli çok güzel.
Evet; müze kartınızı gösteriyor veya bilet alarak giriyorsunuz, hemen ilk oda; mescit, sonra Atatürk’ün çalışma odası ve sonra toplantı salonu. Bir koridorun çevresindeki bölümleri geziyorsunuz. İlgi çeken yerler; toplantı salonundaki tahta oturma yerlerine bakın lütfen, kötü oturma yerleri, sonra ısınmak için konmuş, iki soba göreceksiniz.
Özellikle: Lozan Barış Antlaşmasının imzalandığı masa var. Hemen yanında: Atatürk ve İsmet İnönü’nün resimleri bulunuyor. Bu masa; İsviçre’den buraya nasıl getirilmiş anlamadım. Ama; Lozan barış antlaşması, Türk Siyasi tarihinde çok önemli yeri olan bir antlaşma.
Bunun imzalandığı masayı bulup, buraya getirmek ve sergilemek, güzel bir uygulama. Düşünene ve bu masayı buraya kadar alıp getirene teşekkür etmek gerek, gerçekten Türkiye’nin siyasi geleceği, işte bu masanın üstünde şekillendi dememek elde değil. Ayrıca; zamanında Mecliste görev yapmış kişilere ait, şahsi eşyalarda sergileniyor.
Bunun yanında; o zamanlar kullanılan, üç makineli tüfek ve normal mavzer tüfekler sergileniyor. Meclis çatısı altında, bu tür silahların niye sergilendiğini anlayamadım? Bu tür silahlar, milli mücadelede kullanıldı ise, bunların sergilenebileceği bir çok yer olduğunu düşünüyorum, ama burası Meclis ve ben buraya, Cumhuriyetin hangi şartlar altında ve ne gibi bir ortamda ilan edildiğini, bir zamanlar milletin temsilcilerinin ne gibi ortamda çalışarak, ülkenin kurtuluşunda çaba gösterdiklerini görmeye gittim ve gerek tahta sıra ve masalar ve gerekse ısınmak için kullanılan sobalar; ziyaretçileri etkilemek için yeterli geliyor.
Birde, Atatürk’ün Sivas kongresinde kullandığı masası var. Bunlara bakarken, lütfen, o günün şartlarını düşünün. Bugün olsa, asla dönüp te kimsenin bakmayacağı bir masa, ama masanın lüks olmasının ne önemi var, o insanlar, lüksten ziyade, kararlılıklarını bu masaların üzerinde, tahta sıraların üzerinde ortaya koymuşlar, önemli olan bu.
Evet; bu güzel müzeyi gezip çıkıyoruz. Mutlaka gitmenizi öneriyorum. En fazla bir saat zamanınızı alır ve çok yakın, hemen dibimizde, mutlaka gidilmeli. Ama, bu giriş ücreti konusuna çözüm bulunması gerekir diye düşünüyorum.
Altındağ ilçesi adını: Ankara kalesinin hemen karşısındaki; Altındağ tepesinden almıştır. Altındağ tepesi: Ankara’nın en eski yerleşim yerlerinden birisidir. Ailem ile birlikte, yıllar önce Ankara’ya geldiğimizde, biz de bir süre, burada yaşamıştık.
Evet: söylediğim gibi, Altındağ tepesi Ankara şehrinin en eski (muhtemelen 70-75 yıllık bir yerleşim var) yerleşim yerlerinden biri olduğundan, buranın korunması adına: herhangi bir imar faaliyetinde bulunulmamıştır.
Bu nedenle: bölge, ilk yerleşildiği gibi gecekondular ile doludur ve yalnızca, bu gecekondularda yaşayan insanlar zamanla değişmiştir. Ayrıca: tepedeki “Sağlık Ocağı” nedeniyle, bölgenin yeşil alan olarak tasarlanmış olması iddiası da, bölgede imar faaliyetlerinin yapılmaması nedeniymiş.
Altındağ’da gecekonduların ilk kuruluşu, 1’nci Dünya savaşı sonlarına dayanır. Çarlık Rusya’sının Doğu Anadolu’yu işgalinden sonra, Doğulu göçmenlerden bazıları, 93 Harbinde (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) buralara gelmiş ve aşiretlerini bulmak, onların yardımını görmek için, Haymana, Bala, Kulu ve Cihanbeyli yörelerine gelirler.
Bir bölümü de, devlet eliyle Ankara’ya emval-i metrüke (terk edilmiş mallar) evlerine yerleştirilir. Öyle anlaşılıyor ki, yeni gelen göçmenler, 93 göçmeni akrabalarını bulup Ankara’ya yerleşmiştir.
Yeni göçmenler, Altındağ’da tehcir edilen Ermenilerin altınlarını gömdüklerini işitip burayı kazmaya başlarlar. Altındağ adı buradan kalmadır. Asıl adı “Hıdırlıktepesi” dir. Halk, kısaca “Hıdırlık” ya da “Hıdırlık tepe” der.
TARİH
Altındağ tarihçesi, Ermeni göçünde, Hıdırlık Tepeye gömülen altınlar ve 93 Harbiyle öykülendiriliyor. Doğu Anadolu’dan, Ankara yöresine gelen insanların burada altın aradıklarını ve bu yüzden Altındağ adını aldığı, biraz da devletçe bir söylenti.
Gelişen Yenişehir’e karşı, yoksul yaşayan Hıdırlık kondularını, güzel bir adla sevdirmek istemişler. Altındağ, halk arasında üretilmiş bir isim değil, resmi bir addır.
Milat öncesi ve sonrası yerleşmelerin bulunduğu ilçeyi, ilk Frig kralı Midas kurar. İlçe, antik ve Osmanlı Ankara’sı olarak bilinmesinin yanı sıra, Anadolu Selçuklu’sunun “Melik” şehri olmuş ve Osmanlının eyalet merkezliğini yapmıştır. Zengin bir tarihe ve kültür mirasına sahip olan İlçe, başkentin ilk yerleşim alanı olması nedeniyle tarihi açıdan çok önemli eserlere ev sahipliği yapar.
Bu yüzden, bölge olarak değerli arsalara, evlere sahiptir. Bölgede yaşamanın pahalılığından ve değerli mekanların, arsaların olması, altın gibi değerli görülmesi ve ilçede yer yer yüksek kesimlerin olmasından dolayı bölgeye “Altındağ” adının verildiği rivayet edilmektedir.
Altındağ: Ulucanlar Cezaevi, Mezarlık ve Bent deresi üçgeninde bulunuyor. Tarihi eserlerin bulunduğu kocaman bir alandır. Roma Hamamları, kale, ilk meclis, bankalar, tamamen tarihi bir dokudur.
Anafartalar caddesi
Eski adı “Karaoğlan” idi. Mustafa Kemal’in 1915 yılında Çanakkale’de kazandığı birinci ve ikinci Anafartalar savaşları onuruna bu caddeye bu isim verilmiştir.
Ulus meydanındaki heykelin yanından yukarıya doğru çıkıldığında, sağ tarafta biraz içerlek yerde Milli Eğitim Bakanlığı vardı ve bir gün cayır cayır yandı. Daha yukarıda ise, ünlü hal binası ve satıcılar bulunurdu.
Anafartalar caddesi, o bölgede başlardı, Ankara’nın en canlı, ünlü alışveriş caddesiydi. Biraz aşağıda, yol ikiye ayrılır, biri Bent deresi yönünde aşağıya doğru inerdi. Anafartalar caddesi, sağlı sollu dükkanlarla doluydu ve bugün de öyledir.
Yukarıya doğru gittiğinizde yol yine ikiye ayrılır ve daha yukarı çıkan Çıkrıkçılar yokuşu yine bir alışveriş merkezidir. Sağa doğru devam ettiğinizde, solda Adliye Binası (günümüzde Kültür Bakanlığı), biraz daha ilerleyince Anafartalar ilkokulu bulunur.
Kurucu önderimiz Atatürk zamanından kalan bu ilkokul, oranın en büyük okuluydu ve aileler çocuklarını orada özellikle okutmak isterlerdi. Adliyeden sonra, sağ tarafa giden cadde ise Denizciler Caddesidir.
Aşağıya doğru uzanır gider. Anafartalar caddesinde sağ kaldırım üzerinde, Çocuk Esirgeme Kurumu vardı. Onun arka bahçesinde ağaçlar altında bir de yüzme havuzu vardı ve o yörenin çocukları, gençleri hep orada yüzerdi.
Çankırı Caddesi
Ankara’nın bilinen en eski barı: Çankırı caddesinde, 1924 yılında popüler olan ve ismini İspanya Yahudilerinden alan “Elhamra” bardı.
Dışkapıda eski bulunduğu yerde, günümüzde aynı isimle “Elhamra Otel” yükselmektedir.
Geçmişte, Çankırı caddesi, Çankırı yönünden, Ankara’ya giriş yapanların kullandığı ana yollardan biriydi. Ankara’ya alışveriş yapmaya gelenler atlarını, arabalarını, kağnılarını Saman pazarı civarında bağladıktan sonra, günlük alışverişlerini yapar, akşam meyhaneye uğrayacaklar ise, soluğu Çankırı caddesinde alırdı.
Ankara’da eski meyhane kültürünün günümüzde sürdüğü mekan ise, yine Çankırı caddesi civarı olmaya devam etmektedir. Tarihi Çiçek Lokantası ve meyhane kültürüne yakın tarzıyla müşterilerine hizmet vermeye devam eden Uğrak Lokantasının kuruluş tarihi ise, 1926 yılına kadar uzanmaktadır.
Çıkrıkçılar Yokuşu
Yün eğirmeye yarayan çıkrık yapımcıları bu yokuşta toplandığından, yokuş Çıkrıkçılar yokuşu diye anılır olmuş.
Ama elbette düven yapımcıları, tabutçular, çeyiz sandığı yananlar vb gibiler de bu yokuşta faaliyet sürdürüyordu.
Çıkrıkçılar yokuşu, Ankara’nın en eski esnaf ve sanatkarlarının toplandığı yer olarak bilinir. Yokuş boyunca sıralanan çıkrıkçılarda, o devirde, hamur açma işinde kullanılan oklava, hamur tahtası, hamur yoğurmakta kullanılan tekne, tahta bebek beşikleri, basit mutfak eşyaları yapılırdı. Eskiden bu caddede dokuma tezgahları varmış.
Bu tezgahlarda, Ankara’nın ünlü tiftik keçisinden “sof” dokunurmuş. Çıkrık sesinden, dokuma tezgahlarının tıkırtısından geçilmezmiş. Takip eden dönemde, İngiliz dokuma sanayi yüzünden, tezgahların çıkrıklarının çoğu susmuş.
El ile işleyen bu iptidai aletlerin bir de kendilerine göre sesleri vardı. “Çık çık” diye ses veren aletlerden kaynaklanarak, bu yokuşa “Çıkrıkçılar yokuşu” ismi verildi.
Yeğenbey
Ankaralılar, Yeğenbey denince, hemen Vergi Dairesini hatırlarlar. Gelelim buranın tarihi geçmişine. Günümüzde Tekke köyünde camisi ve türbesi bulunan “Turasan Bey”: Ankara Sancağının önemli Tımar beylerindendir.
Sahip olduğu köyler “Turasan Bey Memleketi” olarak anılır. Turasan Bey: yaptırdığı zaviyenin vakfiyesine şu ifadeleri yazdırmıştır. “Zaviyenin kapısı daima açık bulundurulacaktır. Giren girer, çıkan çıkar.
İsteyen misafir olur gider, dileyen mücavir olarak kalır. Geceyi geçirmek isteyen yatar, gitmek isteyen gider. Oradan misafir kovulmaz, azarlanmaz, men olunmaz, nasıl isterse öyle yapar, misafire tabi olunur.”
Turasan Bey: erkek evladı olmadığı için vakıflarına yeğeni “Hızır Bali” yi yönetici tayin eder. Hızır Bali: Ankara’da, Ak Medreseyi ve Yeğen Bey camisini yaptırır. Hacı Bayram-ı Veli dergahının giderleri için Orman Çiftliğini vakfeder. Günümüzde “Yeğenbey Vergi Dairesi” ismini bu tarihi şahsiyet olan Hızır Bali’den almıştır.
Bent Deresi
Günümüzde minübüs durakları ile dolu olan bu alan, eskiden Ankara’nın özel bir mekanı ile biliniyordu. Ancak, aslen burada Hatip çayı vardı. Bir zaman: Ankara yerleşiminin su ihtiyacını karşılamak için, Hatip çayı üstüne su toplanması için bir bent yapılınca, derenin ismi “Bent deresi” olmuştur.
Bellevue Palas
Bugünkü “Radisson Blue” bir süre öncesi Stat Otelinin bulunduğu yerde yapılmıştır. Mimar Kemalettin Bey’in tasarladığı Evkaf Apartmanlarından biridir. Yapımı mimarın ölümünden sonra tamamlanmış ve otele dönüştürülmüştür. Ankara’nın ilk çağdaş otellerinden biri ve bugün tarihe karışmış olan otele “Bellevue” ismi verilmiştir. Bellevue, Fransızca ve “güzel manzara” demektir.
GEZİLECEK YERLER
ZİNCİRLİ CAMİ
Ulus-Anafartalar caddesindedir.
Yapı: 1685 yılında, Ankaralı Şeyhülislam Mehmet Emin tarafından yaptırılmıştır.
Alt kısmı kırmızı Ankara taşı, üst bölümü tuğladır. Boyuna: dikdörtgen planlıdır. Minaresi: kuzeybatı köşededir. Temeli: kesme taş, duvarları kerpiçtir. Duvarların dışı, son onarımda tuğla ile kaplanmıştır.
AĞAÇAYAK CAMİ
Ulus-Ulucanlar caddesindedir.
Yapının, yapılış tarihi olarak 1705 yılı düşünülmektedir.
Güneye doğru meyilli bir arazideki yapı: dikdörtgen planlı, çatılıdır. Duvarlarında, su basman seviyesine kadar moloz taş ve onun üstünde ahşap hatıllı kerpiç duvar görülür. Kuzey cephesi ise, tuğladır. Çatısı: kiremit kaplıdır. Küçük minare: kuzeybatı köşesindedir.
AHİ ELVAN CAMİİ
Ulus-Saman pazarı bölgesinde, kaleye çıkarken, yolun solunda görülebilmektedir.
Yapım tarihi olarak: 1291 yılı görülür. Kuzeye doğru yükselen bir arazi üzerinde yapılmıştır. Dikdörtgen planlı, ahşap minberi ve direkleriyle önem kazanmaktadır. Minaresi: kuzeybatı köşededir. Dıştan sade bir görünüm arz eder. Caminin duvarları: altta iri moloz taş, sonra kerpiç örgülüdür. Ancak, yapılan onarım çalışmalarında duvarlar tuğla ile güçlendirilmiştir. Çatı: kiremit kaplıdır.
KURŞUNLU CAMİ
Anafartalar caddesi üzerinde, Altındağ Belediye Sarayının hemen yanındadır.
Cami: 16’ncı yüzyılda yapılmıştır. Kare planlı ve tek kubbelidir. Doğuya doğru yükselen bir yamaç üzerine yapılmıştır. Duvarları, sıralı moloz taş örgülüdür.
Günümüzde: son cemaat yerinin altı: tuvalet ve su deposu ve abdest alma yeri olarak kullanılmaktadır.
HACI BAYRAM CAMİSİ
Hacı Bayram Veli: bütün Anadolu’da bilinen, manevi kişiliği önem kazanan bir zattır. Osmanlıdan günümüze kadar, kendisine halkın ilgisi, eksilmeden ulaşmıştır.
Bu cami, Ankara şehrinin sembol yapılarındandır.
İlk yapılış tarihi olarak: 1427 yılı düşünülmektedir. Öte yandan: burada yalnızca bir cami yapısı değil, bir yapılar topluluğu bulunduğunu da söylemem gerek. Camiye bitişik, türbe görülüyor. Bunun hemen arkasında ise, Osmanlı devrinde “Ak Medrese” olarak kullanılmış, Augustus Mabedi var.
CENABİ AHMET PAŞA CAMİSİ
Ulucanlar caddesindedir. Yapılış tarihi olarak: 1565 yılı düşünülmektedir.
Bu yapının en önem kazanan durumu: Mimar Sinan veya kalfasının, Cenabi Ahmet Paşa adına bu camiyi yapmış olmalarıdır ve Ankara şehrinin en güzel cami yapısıdır.
Cami: türbe, Mevlevihane ve hazireden oluşur. Ancak: günümüze, yalnızca cami ve türbe ulaşabilmiştir. Kuzeye doğru hafif bir meyille yükselen külliye: geniş bir avlu duvarı tarafından çevrelenmektedir. Cami, bu avlunun güneyinde kalır. Türbe ise, avlunun kuzeyindedir. Caminin yanında bir de çeşme görülüyor.
AHİ ŞERAFETTİN KÜLLİYESİ-ASLANHANE
At pazarı semtine çıkarken, Aslanhane mahallesindedir. Yapılış tarihi olarak: 13’ncü yüzyıl düşünülmektedir. Yapı: dikdörtgen planlı, yarı ahşaptır. Mihrabı önem kazanmaktadır. Caminin kuzeydoğusunda, külliyeye adını veren Aslanhane Zaviyesi bulunsa da, harap olmuş durumdadır
Ahi Şerafettin Türbesi, zaviyenin yanındadır.
SULU HAN
Ulus Hal binasının güneyindedir.
Yapı: 2 katlı, 2 avlulu, yanında arastası olan bir şehir hanıdır. Moloz taş, tuğla ve kesme taş kullanılarak yapılmıştır. Han: değişik zamanlarda onarım görmüş ve yer yer genişletilmiştir. Ancak: bir dönem yapının birçok kısmı yıkılınca: büyük bir onarım geçirmiş ve günümüzdeki halini almıştır. Evet, Sulu han: yoğun ticaretin yaşandığı, özellikle takı işiyle uğraşan bayanların yoğun olarak ziyaret ettikleri bir yer olarak önem kazanıyor. Ama, buraya giderseniz, hemen alt katta bulunan masalarda oturup, bir çay içerek tarihi havayı teneffüs edebilirsiniz.
ÇENGEL HAN
At pazarı meydanında, hanlar bölgesindedir.
Yapı: Kanuni Sultan Süleyman döneminde: Mihrimah Sultan’ın eşi Damat Rüstem Paşa tarafından, 1522-1523 yılları arasında yaptırılmış ve Anadolu’da, tarih boyunca kervansaray işlevini sürdürmüştür. Yapı: alçak avlulu, dikdörtgen planlı ve 2 katlıdır. Yapımında: kaba yontu taş ve tuğla kullanılmıştır.
Burada: halkın konaklama ve alışveriş ihtiyaçları karşılanmıştır. Özellikle: 16 ve 17’nci yüzyıllar arasında, şehir ticaretinin artması ile, burası da ticaretin yürütüldüğü başlıca hanlardan biri haline gelmiştir. Dönemin en büyük ve pahalı hanlarından birisidir. Çok sayıda odası ve develik denen kısmı bulunmaktadır.
20’nci yüzyıla gelindiğinde ise: handa: çeşitli dokumalar, urgan, kuru bakliyat, hububat, tiftik yünü, işlenmemiş deri ve at arabaları için koşum takımları satan dükkanlar bulunmaktadır. 20’nci yüzyılın sonlarında, terk edilmeden önce, burada: ham deri toptan satışlarının yapıldığı bir tabakhane, yün deposu ve tiftik ile yapağı satışı yapılan dükkanlar bulunuyormuş.
Ankara’nın hanlar bölgesinde, özgünlüğünü günümüze kadar sürdürebilen nadir hanlardan birisidir.
Buranın en büyük özelliği: iş adamı Vehbi Koç’un; ticaret hayatına burada başlamış olmasıdır. Bu yüzden, han: Koç Vakfı tarafından “Müze” olarak kullanılmak üzere kiralanmış ve restore edilmiştir. Avlunun üzeri, cam ile kapatılarak koruma altına alınmıştır. Müze: 2005 yılında, Müze olarak ziyarete açılmıştır.
Müzenin hemen yanında otopark bulunmaktadır. Müze: ulaşım, iletişim ve sanayi tarihine adanmıştır. Öte yandan, müze koleksiyonu içinde: Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili objeler de bulunmaktadır. Ayrıca: sandal ve otomobiller gibi, bire-bir ölçekli objeler de sergileniyor. Pazartesi günü hariç, her gün ziyarete açıktır.
Evet, günümüzde burada, biraz önce de sözünü ettiğim gibi “Sanayi Müzesi” bulunuyor. Ancak müze yanında: müzenin girişindeki bedesten dükkanlarını ziyaret ederek, el yapımı nadide çiniler, takılar, halılar, kilimler ve Ankara için yazılmış kitaplardan satın alabilirsiniz.
Ayrıca: Divan gurubu tarafından işletilen bir pastane bölümü var. Burada, yöresel tatlıların yanı sıra dünya mutfaklarından favori yemekler ve içkilerden bulmak da mümkündür. Son olarak, burada bir “Kafe” bulunduğundan söz etmem gerek. Yorgunluk atmak ve çeşitli tatlıların, yaş pastaların, lokumların tadına bakmak isterseniz burayı ziyaret edebilirsiniz.
PİRİNÇ HAN
Kale mahallesinde, antikacılar çarşısındadır.
Ankara’nın en eski hanlarından biri olması yanında, Türkiye’nin en güzel ahşap hanlarından birisidir. Eski ahşap gıcırtısı sesleri arasında, koridorlarında dolaşabilirsiniz. Otantik bir mekan olarak önem kazanmaktadır.
Tatlı bir ortaçağ havası görülmektedir. Eskiye ait, hatıra kokan eşyalarla karşılaşabilirsiniz. Han içindeki kafeteryada oturup: bir şeyler yeyip içebilirsiniz. Özellikle: patlıcanlı gözleme öneririm. Ayrıca, han içinde bulunan otantik dükkanları ziyaret edebilirsiniz.
Bunlar arasında: antikacılar, gümüşçüler, bakırcılar, gramafoncular var. Ayrıca: küçük resim atölyeleri var. Fotoğraf meraklıları için de bulunmaz bir mekandır. Sonuç olarak, pirinç han: kültür ve sanat merkezi olarak hizmet vermektedir.
Atatürk Bulvarı Sıhhiye Olgunlaşma Enstitüsü içindedir. Öncelikle şundan söz etmekte yarar var. Bu müze; protokol müzesi olarak kabul ediliyor, genellikle diplomatlara ve özel gurupları ve okul idaresinden alınan izin ile halkın ziyaretine açılıyor. (Müzenin geçmişteki ziyaretçileri arasında bulunanlar: Sophia Loren, Carlo Ponti, İngiltere Kraliçesi Elizabeth, İran Kraliçesi Farah Diba, Prenses Süreyya) Bu yüzden, gitmeden önce telefonla bilgi almanızı öneririm. (Telefon: 03123243421)
Birazda Olgunlaşma Enstitüsünden söz etmek istiyorum. Okul: ilk olarak 1 Kasım 1958 tarihinde, Maltepe semtinde, Erkek Sanat Enstitüsü olarak kullanılan binanın bir katında açılmıştır. Daha sonra, Sakarya caddesinde, Ersen Apartmanında eğitime devam edilmiştir. Günümüzdeki binaya ise, 1962 yılında geçilmiştir.
Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı nedeniyle 24 Kasım 1981 tarihinde Enstitü bünyesinde kurulmuştur.
Müzenin kuruluş hikayesi: Refia Övünç: şahsi merakı ve ilgisi nedeniyle, Anadolu’nun değişik yörelerinden ve İstanbul’dan 40 yıl süresince topladığı antik eserleri: İstanbul Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsünde toplamıştır. O yıllarda, MEB bir yetkilisi tarafından yapılan teftişte, bu koleksiyon görülmüş ve bir müzenin kurulması ve koleksiyonun sergilenmesine karar verilmiştir.
Ancak, stratejik önemi nedeniyle müzenin, İstanbul değil Ankara’da kurulmasına karar verilmiştir. Böylece İstanbul Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsündeki koleksiyon, Ankara Olgunlaşma Enstitüsüne getirilmiş ve müze envanterine devredilmiştir.
Koleksiyon: el sanatları ve Etnografik objelerden oluşmaktadır. Daha sonra, şahısların hibeleri ve az da olsa ödenekle parası ödenerek alınan objelerle koleksiyon genişletilmiştir. Şahıs hibeleri yani bağışlar: bağışlayanın ismi ile birlikte sergilenmektedir.
Müzenin amacı: kaybolmaya yüz tutmuş Etnografik eserleri korumak, yaşatmak, yeni nesillere aktarmak, enstitüyü ziyaret eden yerli ve yabancı konuklara Türk kültürü ve el sanatlarını tanıtmak amacıyla kurulmuştur.
Günümüzde, müze çalışmaları, enstitü bünyesinde kurulan bir komisyon tarafından yürütülmektedir. Müze: Kültür Bakanlığı denetimindedir.
Müzede 1008 eser bulunmakta olup bunların büyük bir kısmı Osmanlı imparatorluğu son dönemine aittir. Zengin müze arşivinde bulunan eserler, dönüşümlü olarak değiştirilmektedir.
Müze 3 bölümden oluşur.
Birinci bölüm:
Gümüş kullanım eşyaları ve takılar bölümüdür. Burada, sergilenen eserlerin tamamı el işçiliğiyle oluşturulmuş ve savat, telkâri, mine, ajur, dövme, kakma gibi teknikler kullanılmıştır. Özellikle: altın kaplama ve gümüş tepelik, bilezik, kolye, gerdanlık, kemer, muska, hamam tası, tarak, takunya, ayna, sürahi, hattat makası, seramik tabak ve kase, cam sürahi, vazo, nargile şişesi ilgi çeker.
İkinci bölüm:
Bu bölümde Etnoğrafik eserler sergileniyor. El emeği ve göz nuru nakışlar ve çevre, örtüler, bindallı, üç etek şalvar, iç gömleği ve benzeri giyim eşyaları sergileniyor.
Üçüncü bölüm:
Atatürk’e ait fotoğraflar ve müze anı defterinin bulunduğu şeref köşesi yer alır. Ayrıca, ziyaretçilerin görüş ve düşüncelerini belirttikleri bir anı defteri bulunuyor.
Son bir not
Ülkemizi çeşitli yerlerde temsil edecek kişilerin giysileri, yine burada yapılmaktadır. Hani, müze bir yana, okulun bu tür etkinlikleri gerçekten takdire layık, tek sıkıntı: müzenin sürekli halkın ziyaretine açık olmaması, bence, insanlar burayı ziyaret edip, bu güzellikleri rahatlıkla görebilmelidir, izin alma konusu olunca, inanın kimse bu izin konusuyla uğraşmayı istemez ve bu güzellikler gizli kalır, diplomatlar görsün ama kendi halkımız niye görmesin.