Ankara Ulucanlar Cezaevi

Ankara Ulucanlar Cezaevi

Ulucanlar Cezaevi, muhteşem bir ziyaretçi akınına uğruyor.

Türk Siyasi Tarihinin en önemli duraklarından biri olan ve açıldığı günden yana 120.000 den fazla kişinin ziyaret ettiği “Ulucanlar Cezaevi Müzesi” koğuşları, tecrit odaları, zindanları ve bu bölümlerde yapılan seslendirmeleriyle ziyaretçilerin büyük ilgisini çekiyor.

Her yaştan insanın gezdiği “Ulucanlar Cezaevi Müzesine en çok hayatının bir bölümünü burada yatmış, yolu bir şekilde buradan geçmiş eski hükümlüler ilgi gösteriyorlar.

Ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken bölüm ise: Ulucanlar Cezaevinde yatmış, tanınmış kişilere ait kişisel eşyaların sergilendiği 6’ncı koğuş oluyor.

1925 yılından 2006 yılına kadar faaliyet gösteren Ulucanlar Cezaevinin 6’ncı koğuşu, burada yatan ünlü gazeteci, edebiyatçı ve siyasetçilerin kişisel eşyalarına ev sahipliği yapıyor.

Her kesimden tanınmış pek çok önemli ismin eşyalarının sergilendiği bu koğuşta, Bülent Ecevit’ten Muhsin Yazıcıoğlu’na, Deniz Gezmiş’ten Metin Toker’e, Hüseyin İnan’dan Mustafa Pehlivanoğlu’na, Kasım Gülek’ten Fakir Baykurt’a ve Necip Fazıl Kısakürek’e kadar pek çok kişinin kişisel eşyaları ve bu kişilerin öz geçmiş bilgileri bulunuyor.

Açıldığı günden bugüne Ulucanlar Cezaevi Müzesine bu kadar yoğun bir ilginin gösterilmesinden dolayı çok mutlu olduğunu belirten “Altındağ Belediye Başkanlığı”; gerçekleştirdikleri restorasyon çalışması ile Ankara’nın çok önemli bir merkez kazandığını dile getirmişlerdir.

Evet: bu genel özet girişten sonra, gelelim “Ulucanlar Cezaevi Müzesi” hakkında; ayrıntılı bilgi vermeye. Gezdim-gördüm ve işte izlenimlerim.

Asıl kullanılan adı: Ulucanlar Cezaevi Müze, Kültür ve Sanat Merkezi.

Aslına bakarsanız, gitmeden önce yaptığım araştırma da, burayı bilip, tanıyan birçok kişi tarafından ifade edildiği gibi, ne kadar orijinal olduğu da söylense, buranın pek orijinalliğinin kalmadığını yazmışlar. Ama gittikten sonra anladım ki: burayı ne renge boyarlarsa boyasınlar, o soğuk ve ürkütücü görüntü kesinlikle egemen. Yani: duvarları ne kadar pembeye boyarlarsa boyasından, hayır, o ürkütücü, korkunç ortamı sevimli hale getirememiştir.

Öncelikle, şuna karar vermek gerekir. Buraya niye gitmek istiyorsunuz? Zaten özellikle, çocukların yani ilköğretim çağındaki çocukların buraya götürülmesini kesinlikle önermiyorum. Çünkü: biraz önce de söylediğim gibi, berbat bir ortam.

Yani, buraya çocukları götürüp de, bu rezillik içinde, bir zamanlar, birçok ünlü insanımızın barındırıldığını anlatmak, göstermek kesinlikle saçma. İnsanlar hayatta elbette suç işleyebilirler, ama bunun cezalandırılması, bu tür berbat yerlerde olmaması gerekir.

Bu yüzden: bence ve kesinlikle ilköğretim çağındaki çocukları, okul çocuklarını sakın buraya götürmeyin ve bu kötü ortamı görmelerini sağlamayın.

Hani, denebilir ki, görsünler de, suç işlemekten çekinsinler, kesinlikle alakası yok, hiçbir suçun karşılığı, bu ahırdan berbat yerlerde, insanların cezalandırılmasını gerektirmez.

Yani, cezalandırma, daha insancıl ortamlarda, şartlarda yapılmalı diye düşünmemek elde değil. Her ne kadar burası halen kapalı bulunmasına rağmen, uzun yıllar, burada insanların barındığını bilmek, berbat bir duygu.

Ankara Ulucanlar Cezaevi

Tüm bunların yanında: belli bir yaş düzeyindeki insanların, Türk Siyasi Tarihinde bir çok ünlünün bir süre barındığı ve hatta idam edilerek öldürüldüğü bu mekanı görmesinde fayda olabilir. Hani, o günleri anmak, anımsamak açısından.

Yoksa: inanın, ben yabancıların yani turistlerin bile burayı ziyaret etmelerini istemem, çünkü, uzun yıllar, cezaevi olarak hizmet etmiş bu mekan, inanın çok ürkütücü, soğuk ve insan yaşamına uygun değil.

Sayın Bülent Ecevit’in, Sayın Talat Aydemir’in, Sayın Deniz Gezmiş’in, Sayın Nazım Hikmet’in ve daha birçok insanımızın: insan yaşamına uygun olmayan bu yerde nasıl yaşadığını görmek, bilmek ziyaretçiye ne kazandırır.

Orayı gezip çıktığınızda, tek duygunuz “bu berbat yerde, bu insanlar nasıl yaşamış?” Bu nedenle: ben bir kez gittim ve bir kez daha asla gitmem, hani derler ya “Allah düşürmesin, ama hiçbir şekilde” Buradan çıktığınızda, özgürlüğün ve yaşamınızın gerçek tadını daha iyi hissedeceksiniz.

Ankara Ulucanlar Cezaevi

YERİ

Ulucanlar cezaevi Müzesi: Ankara-Altındağ semtinde, Ulucanlar Mahallesindedir. Burası: Ulus semtinde, tarihi kent merkezinin kıyısında, Ankara kalesinin doğusundaki bir tepe üzerindedir.
Müzenin girişi: Ulucanlar caddesi üzerindedir.

Yani: Ulus-Bent deresi caddesi üzerinde, Ankara Hastanesinin hemen arkasında, Ulucanlar caddesi üzerindedir. Ulucanlar caddesi üzerindedir ve zaten kime sorsanız gösterirler. Ulus-Samanpazarı Hacettepe Hastanesi arkasındaki caddeden ulaşabilirsiniz. Dikimevi Opera binasının önündeki caddeden ilerleyerek ulaşabilirsiniz.

Ankara Ulucanlar Cezaevi

MÜZENİN TARİHİ

Müze olarak tanzim edilen “Ulucanlar cezaevi”: ilk olarak; 1925 yılında açılmıştır. Öneri: şehir plancısı Alman Carl Christoph’dan gelmiştir.

İlk açılışını takiben: “Cebeci Tevkifhanesi, Cebeci Umumi Hapishanesi, Cebeci Sivil Cezaevi, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi olarak kullanılmış ve son olarak Ulucanlar Cezaevi olarak kullanılıyor iken, Sincan cezaevinin açılması nedeniyle, 1 Temmuz 2006 tarihinde kapatılmıştır.

2006 yılına kadar, tam 81 yıl boyunca insanların içinde hapis edildiği, çok zor günler geçirdiği, infaz edildiği, ana babaların kapısında günlerce haber beklediği soğuk ve karanlık bir hapishane olarak hafızalarda yer edindi.

81 yıllık tarihi boyunca: cezaevinde yapılan infazlardan bazıları: Fethi Gürcan, Talat Aydemir, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Necdet Adalı, Mustafa Pehlivanoğlu, Erdal Eren, Fikri Arıkan, Ali Bülent Okran.

Cezaevinin, Cumhuriyetin ilk yıllarında inşa edilmiş olması, buranın önemini arttırmaktadır. Açık bulunduğu, 81 yıllık süreçte: Türk siyasi tarihindeki pek çok ünlü kişi, burada, bir süre cezalarının infazı için bulunmuşlardır.

Ayrıca: koğuşların yakılması, isyanları, çekilen sinema filmleri de, ünlü konukları kadar önem kazanmıştır.

MÜZENİN HAZIRLANMASI

Müze, Ulucanlar cezaevinde yapılan yoğun restorasyon çalışmaları sonucu: 2009 yılında başlayan restorasyon çalışmaları tamamlanmış ve ziyarete açılmıştır. Bu restorasyonda birlikte çalışan kurumlar: Adalet Bakanlığı, Altındağ Belediyesi, Ankara Barosu ve Mimarlar Odasıdır.

Ancak, cezaevi, tarihi süreç içinde, 2 kez yangın geçirdiği için, pek çok belgeye ulaşılamamıştır. Yalnızca, burada yatan eski mahkumlar, görev yapan görevliler ve idam edilenlerin geride kalan yakınlarında bulunan bilgi ve belgeler ve kişisel eşyalar; burada sergilenmek üzere toplanmıştır. Ayrıca: Mamak ve Sincan cezaevlerindeki bir kısım belge ve kişisel eşyalar da, toplanarak buraya getirilmiştir.

Müzenin genel yapısı ise: biraz önce de belirttiğim gibi, burada yatan mahkumlar ve görevlilerin beyanına göre düzenlendiği söylense de; daha sonra burayı ziyaret eden eski mahkumlar: cezaevinin orijinal halinden uzaklaşıldığı ve sevimli bir görüntü yaratıldığı, halbuki kesinlikle böyle bir sevimliliğin söz konusu olmadığını ısrarla söylemişlerdir.

Yani: genel bir alışkanlığımız olarak, restorasyon adı altında, eskiyi tamamen ortadan kaldırmak, eskiye olan talebi yıkıyor, insanlar eskiyi görmek üzere buraya geliyorlar ama bir bakıyorlar ki; burada eskiyi anımsatan, sadece yapı desem, yapıda da birçok değişiklik yapılmış.

Bu restorasyon faaliyetlerinde: cezaevi koğuşlarında, ranzalar ve koğuş duvarlarının boyanmış olması uygun olmamışsa da, aslına uygun olarak düzenlendiği söyleniyor. Koğuş ve tecrit odalarında, 22 adet bal mumu heykel kullanılarak: cezaevinin içindeki düzenin görülmesi sağlanmış, ayrıca: koridorlarda ve çeşitli yerlerde, ses düzeni ile, mahkum çığlıkları ve görevlilerin sesleri-bağırmaları verilerek, görselliğin yanında, işitsel gerçekçilik de yaratılmaya çalışılmıştır.

Koğuşlarda bulunan bal mumu heykellerde: biri yemek yiyor, biri bağlama çalıyor ama yüzlerinde hüzün ifadesi bulunmaması dikkatimi çekiyor. Burası cezaevi, bu bal mumu heykelleri yapanlar, yüzlerde hüznü ifade etmeliydiler diye düşünmemek elde değil.

Bunların yanında: cezaevinde, bir kısım mimari değişikliklerin de yapıldığı söyleniyor. Hani, ben veya buranın eski halini bilmeyenler gezerken bunu hissetmiyorlar. Ama, yaptığım araştırmada öğrendiğime göre, eski mahkumlar, buranın mimari yapısında da büyük değişiklikler yapıldığını ifade etmişlerdir.

Hatta: kadınlar koğuşunun kaldırılıp yerine kafeterya yapıldığı söyleniyor. En büyük görsel değişikliğin ise bahçede olduğu, eskiden yalnızca kavak ağaçlarının bulunduğu bahçenin, günümüzde yemyeşil, çim ve çiçeklerle bezeli olmasının, cezaevi görüntüsünü değiştirdiğini söylüyorlar.

Evet, tüm hazırlıklar bitirildiğinde, Ulucanlar Cezaevi Müzesi, 17 Haziran 2011 tarihinde ziyarete açılmıştır.

Ankara Ulucanlar Cezaevi

MÜZE GEZİSİ

Müze bölgesine aracınız ile giderseniz, müzenin içine girerek aracınızı park edebiliyorsunuz. İçeride yer yoksa, hemen müzenin yanındaki boşluğa, 20 TL. karşılığında aracınızı park etmeniz mümkündür.
Aracınızı park ettikten sonra, hemen solda, camlı bölmeden, giriş ücreti ödeyerek müzeye giriliyor. 65 yaş üstü ücretsiz.

Önce karanlık bir koridordan ilerliyoruz ve sonra “Adnan Menderes Bulvarı” ve ardından; Hilton olarak isimlendirilen, 9 ve 10 numaralı koğuşların bulunduğu bölüme varıyoruz. Bu koğuşlarda, 7-8 kişinin kalmış olması bir lüks. Çünkü, diğer koğuşlarda, 60-70 yatak kapasitesi olmasına rağmen, çoğu kez, 100-120 kişi kaldığı oluyormuş.

Müze içinde “Gezi için devam ediniz” şeklinde tabelalar var ve bu tabelalar geziyi gayet olumlu şekilde yönlendiriyor. İyi bir uygulama.

Ankara Ulucanlar Cezaevi

Burada: çelik merdivenlerden üst kata çıkıyoruz ve karşılıklı iki koğuş görülüyor. Bu koğuşlar, çok büyük değil. Ancak: her iki koğuşunda pencereleri şehir manzaralı ve güneş tamamen içeriye giriyor. Zaten, bu nedenle, bu koğuşa “Hilton koğuşları” ismi verilmiştir. Buradan, çelik merdivenle tekrar aşağıya indiğimizde, zemin katta, yine karşılıklı iki koğuş bulunuyor.

Ankara Ulucanlar Cezaevi
Ankara Ulucanlar Cezaevi

 

Bu Hilton koğuşlarında, bir zamanlar: Bülent Ecevit, Nazım Hikmet, Osman Bölükbaşı kalmışlar. Bunların resimleri, yattıkları ranzalara asılmıştır. Ancak, bunlar elbette aynı anda kalmamışlar ve farklı dönemlerde cezaevinin bu koğuşunda kalmışlardır.

Ankara Ulucanlar Cezaevi
Ankara Ulucanlar Cezaevi
Ankara Ulucanlar Cezaevi

 

Hilton koğuşlarını gezdikten sonra, hemen yan tarafta, farklı bir bölüme giriyoruz. Buraya girince, hemen dikkati çeken, fonda verilen sesler. Bunlar: işkence çeken insanların sesleri. Hiç hoş değil ve hatta iğrenç, zaten en başta da belirttiğim gibi, buraya okul öğrencilerinin götürülmesi bence uygun değil.

Buradaki loş koridorun sol yanında: tek kişilik hücre şeklinde odacıklar var. Bu odaların içi karanlık olduğu için görülmüyor. Ancak: çelik kapıların üzerinde küçük bir gözetleme kapıcığı var. Buradan içeriye baktığınızda, içeride bal mumu heykeller şeklindeki mahkumları göremiyorsunuz. Fotoğraf makinesi ışığı ile görmek mümkündür. Gerçekten, hücrelerdeki havayı tam yansıtmışlar, fonda bağırmalar, görüntüler ürkütücü.

Bir zamanlar: yani cezaevi faal iken, burada, ağır ceza mahkumlarının cezaları infaz ediliyormuş. Yani, bir anlamda tecrit odaları. Bu odalar: küçük, kapalı, havasız, tuvaleti olmayan ve farelerin cirit attığı yerler olarak biliniyorlar.

Bu arada, cezaevinin bir kısım bölümünde sergilenen bal mumu heykellerden söz etmek istiyorum. Bu bal mumu heykeller, yurt dışında yaptırılmıştır. 22 heykel, 4 aylık bir süreç sonunda, tüm ayrıntılar yapıldıktan sonra, önce İstanbul’a ve sonra Ankara’ya getirilerek, buraya yerleştirilmiştir.

Ankara Ulucanlar Cezaevi

Gezimize devam ediyoruz. Buradan sonra: önce havalandırma avluları ve sonra koğuşlar olan bölümlere geçiyoruz. Her koğuşun önünde, avlusu bulunuyor. Bu avlunun, bir kıyısında, koğuşlar görülüyor. Avlular arasında ise, kapılar var. Avlularda da, cezaevinde yatan mahkumların çeşitli büyük boy fotoğrafları asılmıştır.

4 numaralı koğuşa girdiğimizde, içerisi tam Türk filmlerini anımsatır görüntüler sunuyor. Özellikle: bal mumu heykeller ve çeşitli teçhizatlar yerleştirilmiş koğuşlarda, cezaevi görevlilerinin, soğukta, elektrik sobası ile ısınmaya çalışması, günümüzde bile, bu cezaevinin soğuk görüntüsünün en büyük kanıtıdır.

Koğuşta: ranzalar ve üzerinde yatak takımları, battaniyeler yerleştirilmiş, büyük ve ilginç görüntülü sobalar var. Duvarlarda ise, halı-kilim ve bir kısım resimler asılmıştır. Yine bal mumu heykeller, görüntüye ayrı bir canlılık kazandırıyor. Özellikle, cezaevi çaycısı ve cezaevi ağasının betimlendiği heykeller ilginçtir.

Daha sonra, 5 numaralı koğuşa geliyoruz. Burada, yine cezaevinde kalan, tanınmış kişilerin ranzaları ve fotoğrafları görülüyor.

Ankara Ulucanlar Cezaevi
Ankara Ulucanlar Cezaevi
Ankara Ulucanlar Cezaevi
Ankara Ulucanlar Cezaevi

 

Şeftali sokağından sonra: 6’ncı koğuştayız. Burası en kapsamlı koğuş olarak hazırlanmıştır. Hemen girişte fotoğraflar ve mahkumların mektupları var.
İçeride ise: Yılmaz Güney’in gıravatı, Bülent Ecevit’in şapkası ve gıravatı, idam edilen Mehmet Pehlivanoğlu’nun kardeşine yazdığı mektup, ayakkabısı ve takım elbiseleri, Deniz Gezmiş’in hırkası, kendi el yazısı ile tuttuğu “Roma Hukuku” ders notları, sigarası, kibriti ve üzerinden çıkan madeni paralar, Yusuf Aslan’ın kaşkolu, Hüseyin İnan’ın idamının ardından üzerinden kesilerek çıkarılan fanilası, Muhsin Yazıcıoğlu’nun namaz takkesi, seccadesi, süveteri gibi kişisel eşyalar görülüyor.

Bunlar: koğuşun sağ yanında, cam vitrinler içinde, yeterli açıklamalar yazılarak sergileniyor. Ayrıca, yine bu bölümde hemen tam karşıda: bir piyano ve sinema film makinesi dikkati çekiyor.

Hadi, kömürlü film makinesini anladım, mahkumlara çeşitli eğitici filmler izlettiriliyormuş ama bu piyanoyu anlayamadım. Söylenenlere göre, Atatürk, bu piyanoyu, cezaevinde yatan bir mahkum çocuğa hediye etmiş. Yine de, böyle kötü bir ortam ile piyano, hiç bağdaşmıyor.

Sol yanda ise, yine ranzalar ve bu ranzalarda yatan mahkumların resimleri ve hayat hikayeleri anlatılmıştır.

Buradan çıktıktan sonra, 4 tane disiplin hücreleri yani zindan bölümünden geçiyoruz. Burası da, toplum içinde yüz kızartıcı suç işlemiş ve koğuşunda kendisine verilen ihtarları ve uyarıları dinlemeyen mahkumların atıldığı yerlerdir. Odaların içleri karanlık, yani normal şartlarda göremiyorsunuz, bu olumsuz bir durum, karanlık ve göremediğim odanın içinin aydınlatılması gerekir diye düşünüyorum.

Buradan sonra: avluya çıkılıyor. Avlu bölümünde, ses yayın cihazından, müzik yayını yapılıyor. Avlunun bir köşesinde, mahkumların banyo yaptıkları hamam bölümü görülüyor.

Bu hamam bölümü restore edildikten sonra, aslına uygun olarak düzenlenmiştir. Hatta, bu bölümü yalnızca bir banyo yeri olarak düşünmemek gerek, çünkü geçmişte birçok mahkum buradan kaçma girişiminde bulunmuştur.

Ankara Ulucanlar Cezaevi Darağacı

Diğer yanında ise “darağacı” denilen ve idam cezalarının infaz edildiği yer var. Bu darağacı, daha önce “Ulu kavak” adıyla anılan ağacın önünde iken, günümüzde aynı ağacın arkasına yerleştirilmiştir. Bu darağacı, her ne kadar boyanıp cilalanmış olsa da, burada, cezaevinin açık bulunduğu yıllarda, 18 kişi asılarak idam edilmiştir.

Restorasyon sırasında, bu darağacının, çatıda bulunduğu söyleniyor. İdam edilenler arasında bulunanlardan bazıları: İskilipli Atıf Hoca, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mehmet Pehlivanoğlu var. Ancak, burada asıldığı öne sürülen İskilipli Atıf Hoca’nı aslında burada değil, şehir meydanında asıldığı da bir gerçektir.

Ayrıca, Deniz Gezmiş’in asılmadan önce, oturtularak idam sehpasını seyrettiği müdür odası, günümüzde mutfak olarak düzenlenmiştir. Günümüzde, darağacı, bir çelik kafes içine alınarak sergileniyor. Üzerinde ise, bir yazı hemen dikkati çekmektedir “Türkiye’de idam cezası 2004 yılında kaldırılmıştır”. Hemen sol yanda ise, bu darağacında idam edilenlerin isimleri yazılıdır.

Ankara Ulucanlar Cezaevi

İdam sehpasının hemen arkasındaki odalarda: kapalı görüş odası olarak kullanılmıştır. Küçük odacıklar şeklindeki yerleşim ilgi çekiyor.

Avlunun bu bölümünde, hamamın hemen yanında: küçük bir oda: hediyelik eşya satışına ayrılmıştır. Aslında, burayı da gezdim, güzel birkaç şey var (kupalar, kalemler, anahtarlıklar gibi) ama, yazının en başında belirttiğim gibi, burayı, buradaki perişanlığı hatırlamak istemiyorum, bu objeleri o yüzden almadım. Bu oda, cezaevi açık iken, çamaşırhane olarak kullanılıyormuş.

Yine avlunun bir kenarında: çay-kahve içilebilecek bir yer yapılmıştır. Buradan sonra kütüphaneyi görebilirsiniz. Müze kütüphanesi, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin unutulmaz isimlerinin yazmış olduğu kitaplar, çeşitli dönemlere ait önemli yayınlar, dönemin aktörlerinin mahkeme kayıtları, mahkumiyet tutanakları ve yine değeri kendisine münhasır günümüzde bulunması çok güç olan yayınların ilk baskıları ile tarihi bir arşiv niteliği taşıyor.

Müzede, açık bulunduğu dönemlerde, birçok film çekilmiştir. Bunlardan özellikle: senaryosunu Feride Çiçekoğulu’nun yazdığı: “Uçurtmayı Vurmasınlar” isimli film hafızalardadır. Ancak, bu filmin çekildiği “Kadınlar koğuşu” günümüzde, kafeterya olarak düzenlenmiştir.

Evet, avludaki gezimiz bittikten sonra, çıkış kapısından dışarı çıkıyoruz ve gezimiz bitiyor.

Ankara Ulucanlar Cezaevi

ÖZEL TECRİT ODASI

Ulucanlar Cezaevi Müzesi Proje Genel Koordinatörü Deniz Yavuz tarafından yapılan bir açıklamayı, hayretle okudum ve ilginç bulduğum bu açıklama hakkında sizlere de bilgi vermek istiyorum. Deniliyor ki: müzeyi ziyaret eden vatandaşlardan gelen istek üzerine: Tecrit odalarının üst bölümünde, özel bir tecrit odası oluşturulmuştur.

Bu odanın anlamı: cezaevindeki tecrit şartlarını görmek ve yaşamak isteyen ziyaretçilerin, bu isteklerinin karşılanmasıdır. Ancak: kişiler, bir ücret ödeyerek, bu odaya alınacaklar, belirlenen saat kadar kalacaklar ve üzerlerindeki saat, cep telefonu gibi objeler de alınacak ve kelepçelenerek, gardiyan eşliğinde, bu tecrit odasına konulacaklardır.

İlginç bir uygulama ve özellikle böyle bir talebin vatandaşlardan gelmiş olmasını anlamak mümkün değil. Kim, böyle bir durumu yaşamak ister? Anlamak mümkün değil.

Evet, sonuç olarak: cezaevinin kapalı bölümlerinin restorasyonunun tamamlandığı belirtiliyor. Açık bölümlerin restorasyonu ise devam ediyormuş ve bu açık bölümlerde: restorasyon faaliyetleri tamamlandığında, bu bölümlerde: Ankaralı sanatçıların; sanatsal ve kültürel faaliyetlerine yönelik çalışmalar yapmalarına imkan sağlanacakmış.

Müze gezinizde, şuna dikkat etmenizi öneririm. Müze bölgesi bayağı geniş ve kapanış saati geldiğinde, görevliler içeride kim var kim yok demeden, kapıları kapatıp gidiyorlarmış ve bu nedenle, birkaç kez, içeride mahsur kalan ziyaretçiler, cep telefonlarından itfaiyeyi arayarak yardım istemişler ve müze kapılarının açılması ile, özgürlüklerine kavuşabilmişlerdir. Bu nedenle, çıkış saatini takip ediniz ve çıkış saatinden önce mutlaka müzeden çıkınız.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Özel aracınız ile gitmek isterseniz: Tren garını önünden, Sıhhiye istikametinde doğruca ilerlediğinizde, tren garını geçince ilk sağa dönüyorsunuz ve Selim Sırrı Tarcan Spor Salonunun hemen arkasında, Müzeye ulaşabiliyorsunuz. Ücretsiz otopark bulunması büyük şans.

Toplu ulaşım araçları ile gitmek isterseniz: Sıhhiye Metro istasyonu, Sıhhiye Adliye Binası veya yine aynı istikamette, ileride bulunan Opera Binasının bulunduğu yerde, ulaşım aracından indiğinizde, yaklaşık 5 dakika yürüyerek, Müzeye ulaşabilirsiniz. Tam olarak: Adliye binasının arka bölümünde kalıyor.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

AÇIK BULUNDUĞU GÜN-SAAT

Müze: Pazartesi günleri kapalı. Bunun dışındaki günlerde: Saat: 10.00-18.00 arasında açık. Giriş ücretsiz.

GENEL

Burası: Ankara’nın kültürel kimliğine önemli katkı sağlayacak, ülkemizin başkentinin sanatsal ve kültürel bir vitrini olmaya aday bir yer.

Çünkü: hemen yanında, “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası” için bir konser salonu yapılıyor. Bu da bittiğinde, bölge tam bir kültür merkezi olacak.

MÜZE BİNASININ YAPILIŞI VE GENEL BİLGİLER 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından: eski vagon tamirhaneleri ve cer atölyelerinde restorasyon yapılmış ve “Cer Modern” ismiyle, çağdaş bir müze yaratılmış. Mimari projesi: gayet güzel. Mimar: Semra Uygur.

Yaklaşık 10 yıllık bir çalışma sonucunda, Müze: 1 Nisan 2010 tarihinde ziyarete açılmış. Elbette, bu 10 yıl sözü ilginizi çekmiştir, çünkü yapılan işlemin bu kadar zaman alması imkansız .Ancak, öğrendiğime göre, ödenek yetersizliği, böyle uzun bir süre sonucunu yaratmış. Aslına bakarsanız: hani müzenin yapılışına bir nebze değinmek gerekirse: bu konudaki ilk rapor: 31.10.1996 tarihinde, Turan Erol tarafından hazırlanarak, Cumhurbaşkanlığına sunulmuş.

Bu raporda: Türkiye’de modern anlamda bir sanat  müzesinin bulunmadığını, mevcut tarihi yapıların modern sanat müzesine dönüştürülmesinin sakıncalı olduğu vurgulanmış ve yeni bir mekan olarak, demir yolları onarım (Cer) atölyelerinin: modern sanat müzesine dönüştürülmesi önerisi getirilmiştir. Bu rapor sonucu: Cumhurbaşkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığına bir talimat vermiş ve bu talimat; Cer Modern’in kuruluşunun ilk adımı olarak kayıtlara geçmiştir. Peki, takip eden dönem.

Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı; Müze için gerekli ödeneğin büyük kısmını temin etmiş ve restorasyonun, yaklaşık yüzde 70’lik bölümü bitirilmiş. Tabii, her şeyin yolunda gittiğini düşünmek mümkün değil. İlerleyen yıllarda, müze için gereken ödenek sağlanamamış ve yaklaşık 10 yıla yakın bir süre, restorasyon durmuş, işin kötüsü: yapılan bölümler de, hurda haline gelmiş. Sonuçta: yine ilgili bir Kültür Bakanı, konuya el atmış ve yapı tamamlanabilmiş.

Bence: bu tür eserlerin, topluma kazandırılmasında emeği geçenlerin: resmini, binanın giriş kapısına asmak lazım. Gerçekten, ülkemizde, bu tür girişimler maalesef birkaç kişinin, ilgi-alakası ile yapılıyor, bitirilebiliyor veya ayakta kalabiliyor.

Kompleks: yaklaşık 11.500 metre kare. Burada: Sergi salonu:  4.500 metre kare, Fotoğraf galerisi: 700 metre kare. Bunların dışında: 370 kişi kapasiteli bir konferans salonu, kafe ve heykel parkı bulunuyor. Sergi salonunun boyutları, buranın: Türkiye’nin tek parça en büyük sergi alanı olmasını sağlamış.

Cer kelimesinin anlamını merak edenler olabilir. Cer kelimesi: çekilen-götürülen anlamında kullanılmaktadır. Burası: TCDD’nin; herhangi bir şekilde, bakıma-onarıma alınan tren vagonlarının çekildiği, bekletildiği ve  bakım-onarımlarının yapıldığı bir yer olarak kullanılmış. Yani isim buradan geliyor.

Müze kompleksi: 11.500 metre karelik bir alanda kurulmuş. Kompleks içinde: süreli sergi galerileri, fotoğraf galerisi, müze mağazası, konferans ve çok amaçlı salon, sanatçı ikametleri, kafe ve heykel park alanı bulunuyor. Tabii bunlardan biz gezginleri öncelikle ilgilendiren: süreli sergi galerisi, fotoğraf galerisi, müze mağazası ve kafe.

Süreli sergi galerisi: hemen müzenin giriş katındaki ana salonda. Yapılan düzenlemeye göre: burada, yılda 4 kez, çeşitli sergiler düzenleniyor.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

MÜZE BÖLGESİNDE GEZİNTİ

Daha önce söylediğim gibi: pek de fazla soğuk olmayan bir Aralık günü, Müzeyi ziyaret için bulunduğum yerden Kızılay’a gittim. Kızılay’da, yürüyerek, Sıhhiye-Adliye binasının bulunduğu yere yöneldim ve hemen Adliye binasının yanından yürüyerek, yaklaşık 10 dakika sonra, buradaki tabelaları (CER MODERN) takip ederek, Müzenin bulunduğu yere ulaştım.

Ama: önce büyük bir şaşkınlık. Çünkü: daha önce gördüğüm resimlerde; Müzenin önünde gayet güzel bir boş alan bulunduğu ve bu alanın hemen çevresinde ise, Müze yapılarının kurulu olduğu görülüyordu.

Bu arada; gittiğinizde bakın lütfen, hemen bahçede bulunan bir havuz var. Havuzun üzerindeki heykel bloku: sanki bir zamanlar Tandoğan Meydanında bulunan ve daha sonra uzun süre, nerede bilmiyorum ama depolarda, kapalı kapılar ardında bekletilen heykel bloğuna çok benziyor?

Evet: bu curcuna da, biraz konsantre olarak  ki olmak şart, Cer Modern Müzesinin kapısı olduğunu hissettiğim bir yer buluyorum ve içeri giriyorum.

İlk intiba: muhteşem modern bir yapı ve dekorasyon. Girişin hemen sağ yanında: bir kafeterya veya belki de bar. Çünkü: hemen karşıda: birçok alkollü içkinin sergilendiği bir bar var. Aman dikkat, hiç bir şeye karşı değiliz ama burası bir kültür abidesi.

Yani: insanlar buraya kültür yaşamaya gelsinler, içki? Neyse: oraya, o şişeleri dizerek, sergileyenlerin de elbette vardır bir bildiği diyelim ve geçelim. Hemen karşıdaki barın solunda: gayet büyük bir yer var. Ama: içeride, bu büyüklüğü dolduracak objeler yok.

Buranın “Alışveriş Merkezi” olduğunu, kapıdaki yazıdan görüyorsunuz. Ama dedim ya, bu kadar büyük bir yer ayrılmış, içeride, çok az mal var. Yani: biraz plansızlık. Devam ediyoruz, sola yöneldiğimizde: hemen sağ yanda bir banko ve bankonun üstünde, arzu ederseniz, gezerken, kulaklıktan size eser hakkında bilgi veren, elektronik dinleme cihazı. Bu cihazı kiralayabiliyorsunuz.

Bankonun yanından, tam sol yönünde ilerlediğinizde: Müzenin sergi bölgesine giriyorsunuz. Gayet güzel ve hatta muhteşem. Yoğunluk yok. Gerek eser bakımından ve gerekse ziyaretçi bakımından. Güzel bir gün ve mekanda: benden başka ziyaretçi yok. İlgililer, lütfen bu müzenin gerekli reklamını yapın ve özellikle okulları, öğrencileri buraya mutlaka ve mutlaka çekin.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Geziye devam ediyorum. Bu arada: Ziraat Bankasını da kutlamak gerek. “ Yüzyılın Sergisi” adı altında, kendi koleksiyonunda bulunan eserleri burada sergilemeleri muhteşem bir olay. Özellikle: daha önce birkaç yerde gördüğüm Mithat Paşanın tablosunun orijinalini görmek muhteşem bir duygu. Yalnız; yine ilgililere bir dokundurma, o an: orada; ben ve o muhteşem tablodan başka hiçbir şey yok tu. Yani: o muhteşem tablo; kendisini izleyenin gözleri, yüreği ve vicdanı ile baş başa.

Önceki yıl: İtalya’ya gittiğimde, Vatikan’daki Manastırda, dünyanın en güzel sanat eserlerinden olan “Meryem ve kucağında yatan İsa” heykelinin önünde: bir cam perde bulunduğunu görmüştüm. Bunun neden konulduğunu sorduğumda: akıl sağlığı pek yerinde olmayan bir ziyaretçinin; heykelin üzerine, boya attığını ve zarar verdiğini, bunun üzerine bu  tür bir önlem aldıklarını söyledi.

Nereden nereye? Bu muhteşem sanat eserlerini lütfen ziyaretçilerle baş başa bırakmayın, bence, sergi salonunda biraz daha yoğun güvenlik olması gerekir mi acaba? ( Ben gezerken, sergi salonunda hiçbir güvenlik elemanı yoktu)

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Biraz önce söylediğim gibi, sergi salonu gayet ferah. Tavan yüksek ve yüksek tavanda; havalandırma tesisatı gayet güzel yapılmış. İçeride sıkılmak mümkün değil. Gün ışığının yoğun kullanıldığı güzel bir ortam. Eserler: sık ve yoğun olarak konulmamış. Tek sıkıntı, sergi salonundaki metal alaşımdan yapılmış oturma yerlerinin, pozisyonu.

Keşke; bu oturma sıraları: sergilenen eserleri görebilecek şekilde yerleştirilseydi. Ben şahsen; hemen girişteki muhteşem  tabloların karşısında oturup; 10-15 dakika izlemek isterdim ama söylediğim gibi; oturma yerlerinin yerleştirildikleri yerler, anlamsız.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Rahat bir gezi, rahat bir izleme. Özellikle; sergi salonunda, en sol bölümde, küçük bir yerin üzeri camla kapatılmış. Camlı bölümden aşağıya baktığınızda, tren rayları görüyorsunuz. Gayet güzel ve şık olmuş. Sonuçta, burası eski bir tren bakım atölyesi. Eski ile yeniyi bağdaştırmışlar. Harika.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Sergi salonu bitince; salondan dışarı çıkıyorsunuz ve hemen girişteki bankonun karşısından aşağıya inmeniz söyleniyor. Niye? Orada da sergi salonları varmış. Hatta: gayet güzel bir panoramik asansör yapmışlar. Merdivenlerden yürüyerek iniyorum, birden büyük bir boşlukla karşılaşıyorum.

Hemen solumda; masaların üzerine dizilmiş, yüzlerce fincan ve hemen sağ yanda: konferans salonu. İçeriden sesler geldiğine göre, sanırım konferans var ve soldaki çay fincanları, konferans katılımcıları için hazırlanmış. Büyük ve boş bir alan. Anlam veremedim ve elbette hemen yukarı çıktım.

Bu arada: Müze bölgesinde fotoğraf ve kamera kullanımı yasak. Bu durum: hemen sergi salonu girişinde: şeklen uyarı olarak da göze çarpıyor. Ama: şunu düşünmemek te mümkün değil: “Elbette, bunlar yağlı boya tablo ve bunların bozulmaması için fotoğraflarının çekilmemesi değil, flash kullanılmaması gerekir”.

Yani: bırakın insanlar fotoğraf çeksinler, ama flash kullanmasınlar. Elbette: ilgililerin sözlerini duyar gibi oluyorum: “Fotoğraf çekmek serbest denirse, insanlar flahs kullanırlar, nasıl kontrol edeceğiz”. Peki, yasakladınız, şu an kontrol edebiliyor musunuz ki?

Evet: sonuç olarak: duygularınızı yazabileceğiniz bir de defter var. Ayrıca: ben müze bölgesinden ayrılırken: sergi salonuna giren: 2 bayan ve 2 erkek, gayet şık ve modern giysili bu insanları görünce, ülkemin insanı ve sanat adına gurur duydum. Her ne kadar aşırı lüks düşünülerek yapılmış (yani bu bir tenkit değil, ama bu kadar lüks yapı için mi, 10 yıl beklediniz demek lazım) olsa da; her ne kadar bölgede büyük bir curcuna, inşaat faaliyetleri bulunmuş ve bunun sonucunda bölgenin tüm estetiği gitmiş olsa da; bir boş gününüzde, üç-dört saat ayırarak bu müzeye gitmeli ve sergilenen eserleri görmelisiniz.

Ankara Ziraat Bankası Müzesi

Ankara Ziraat Bankası Müzesi

Müze, 1926-1929 yılları arasında İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından yapılan ve I. Ulusal Mimarlık dönemi yapılarından biri olan Ziraat Bankası Genel Müdürlük Binası Şeref Salonunda yer almaktadır. Burası daha önce banka şubesi olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise şeref salonu ve müze olarak kullanılmaktadır. Bu salon, iki kat yüksekliğindedir ve üzeri çelik bir konstrüksiyon tarafından taşınan cam ile örtülmüştü ve gün ışığı alabilmektedir.

Asma olarak yapılmış ikinci bir cam tavan ile çelik konstrüksiyon gizlenmiş ve renkli camlar ile yapılan dekoratif vitray çalışması göz kamaştırıcıdır. Vitrayın ortasında Ziraat Bankasını temsilen “Buğday başaklarından” oluşturulmuş bir demet yer almaktadır.

Müze Ziraat Bankasının 118’nci kuruluş günü olan 20 Kasım 1981 tarihinde dönemin Başbakanı tarafından açılmıştır. (Banka Genel Müdürlüğü binasında restorasyon çalışmaları var, müzenin açık olup olmadığını sorarak gidiniz. Zaten gezmek isterseniz, Genel Müdürlükten izin almak gerekiyor. Telefon: 03123093170)

Ülkemizin ilk banka müzesi olma özelliğini taşır. Başlangıcından bugüne kadar Türkiye Bankacılık sisteminin ticari, ekonomik, siyasi, kültürel, sanatsal ve eğitsel değişimi ile günümüze kadar gelinen gelişimi gösterme özelliğine sahip olan Ziraat Bankası Müzesi, bu özellikleri içinde barındıran ve bankacılık sisteminde kullanılan pek çok antika nesneyi, tarihi bir atmosfer içinde sergilemektedir.

İnegöl Memleket Sandıkları Levhası

1863 yılına ait orijinal “Memleket Sandığı”, yüz yılın üzerinde bir tarihi geçmişi bulanan yevmiye defterleri, bugün artık kullanılmayan altın alım ve satım kayıt defterleri, “Kinin” tevzi ve satışına ait defterler, teşhirde bulunan değerli eşyalardan sadece bazılarıdır. Ülkenin sıtma ile boğuştuğu yıllarda kinin mevcudu defteri tutulmuş ve banka aracılığı ile halka yardım dağıtılmıştır.

Müze koleksiyonundaki en eski belgeler arasında: Mithat Paşa’nın “Memleket Sandıkları” nın kurulması için:

Sadaret Makamına yazdığı ve mühürlediği mektuplar, 3-5 Ağustos 1888 tarihli Memleket Sandıklarından Ziraat Bankasına geçiş nizamnamesi, 1868 yılı tarihli Emniyet Sandığının kuruluşunda yazılan mektup ve belgeler, Şurayı Devlet Reisliği Mithat Paşa’ya ait 1.Nolu hesap sayfası bulunmaktadır.

Çeşitli dönemlerde kullanılan nostaljik kumbaralar, “kura çarkları” sayesinde bankanın müşterilerine ikramiye ve ev çekilişi yapılırmış.

Mithat Paşa Tefeci Tablosu

Teşhirde bulunan değerli eşyalar arasındakiler: 1863-1867 yıllarında açılan Şarköy ve Tava Memleket Sandıklarında kullanılmış standart ölçü ve şekilde yapılmış demir çemberli gürgen veya çam ağacından bölgeli sandıklar vardır. Ayrıca 1889 yılında Sivrihisar sandığının açılışından beri kullanılan mıhlı para kasası görülür. Bergama Şubesinden gelen demir kasa, Genel Müdürlük ve Şubelerde kullanılan hesap ve yazı makinaları, kristal hokka takımı, telefonlar, çeşitli altın ve mektup terazileri, bekçi kontrol saatleri, banka kapı levhaları bulunur.

Çorum-Osmancık şubesi personelinin sakladığı Osmanlı ve yeni Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarına ait kağıt ve madeni para örnekleri (1839-1938 yılları arasına ait) ileride daha zenginleştirilip koleksiyona dönüştürülecektir.

Müzede sergilenen objeler arasında, en ilginçlerinden birisi de AEG (ALlgemeinen Elektrizitaets-Gesellschaft) tarafından 1923-1934 yılları arasında üretilmiş ve büyük bir başarı göstermiş olan Mignon 4 modeli yazı makinesidir.

Müzede: Türk resim sanatının özgün eserleri de bulunur. Cumhuriyet dönemi ressamlarının Mithat Paşa ve Atatürk ile ilgili bazı eserleri sergilenmektedir.

Atatürk Çiftçiler arasında

Ayrıca: Genel Müdürlük binası için özel olarak yaptırılan, İbrahim Çallı’nın “Harman(1928)” isimli tablo görülür. Bu tablo: 4.50 x 5.3 metre boyutundadır. Kaput bezi üzerine yağlı boya ile yapılan  tablo, iki parça halinde taşınmış ve birleştirilerek yerine asılmıştır. İlk günden beri de asıldığı yerde sergilenmektedir.

Ayrıca: Namık İsmail’in Gazi Mustafa Kemal Çiftçiler arasında (1928) adlı yağlıboya tablosu 4.5 x  5 metre boyutlarındadır. Her iki tablo, koleksiyonun önemli eserleri arasındadır.

3 boyutlu Atatürk Tablosu

Namık İsmail’in üç boyutlu Atatürk tablosu, siz nereden bakarsanız bakın, Atatürk size bakıyor gibi görülüyor.

Türkiye’de Tarımın Gelişimi

Yine, müzede sergilenen bazı sanat eserleri var. Bunlardan biri: Mimar ve heykeltıraş Dündar Elbruz’un “Türkiye’de Tarımın Gelişimi” adlı heykeli, diğeri de Kuzgun Acar’ın “Kuzgun Yuvası” adlı heykelidir.

Dündar Elbruz:

1922 doğumlu, ODTÜ Mimarlık Fakültesinde yardımcı Profesör olarak 15 yıla yakın öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Çok yönlü ve renkli kişiliği ve her türlü sanat dalında gösterdiği becerisiyle takdir toplamıştır.

Ancak 1 Nisan 1973 tarihinde, çeşitli konferanslar verdiği bir kursun bitiminde düzenlenen kokteyl sonrasında, kullandığı otomobil ile evine dönerken geçirdiği trafik kazası sonucu erken yaşta vefat etmiştir.

Sanatçı, buradaki heykelinde: boynunda çıngırağı ile öküzü, saban, orak, tırpan, buğday başakları, sapları ve büyükten küçüğe çarklar kullanarak, 1960’lı yılların toplumsal gerçekçilik anlayışı içerisinde tarımın gelişimini ifade etmeye çalışmıştır.

Çarklar, Türkiye’de tarımın kara sabandan pulluğa ve modern araçlara geçişini, leylek başı ise çiftçinin uğurunu simgelemektedir. Sanatçı, metal dışında heykelinde ham cam parçaları da kullanmıştır.

Kuzgun Yuvası

1928 doğumlu sanatçı Kuzgun Acar’da: hurdaları değerlendirerek bir heykel yapmıştır. Ancak kendisi de bir kaza sonucu vefat etmiştir. Libya kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Abdülahet Kuzgun Çetin Acar, bir duvar rölyefi üzerinde çalışırken, merdivenden düşmüş ve beyin kanaması nedeniyle 4 Şubat 1976 yılında, 48 yaşında hayatını kaybetmiştir.

Evet, Ziraat Bankası Müzesi gerçekten tarihe ışık tutan bir müze, bence boş bir gününüzde, önce telefonla bilgi alın ve sonra mutlaka Ulus semtine gidin, şehrin tam orta yerindeki bu müzeyi ziyaret edin.