Ankara Ulus Taşhan ve Sümerbank

 

Ankara Ulus Taşhan ve Sümerbank

Ulus meydanına gittiğinizde, hemen sol yanda, meydana komşu tarihi bir yapı ile karşılaşacaksınız.

Günümüzde: Sümerbank ve diğer bazı kurumlar tarafından kullanılan bina: görünüm olarak zaten görenleri geçmişin derinliklerine götürmektedir. Bu yüzden: bu yapının geçmişi hakkında araştırma yaptım ve aşağıda sizlere kısa bilgi veriyorum.

Öncelikle “Taşhan” dan söz etmek gerekir, çünkü Sümerbank binası, bu Taşhan yıkıldıktan sonra aynı yere yapılmıştır.

Ankara Ulus Taşhan ve Sümerbank

TAŞHAN

Taşhan: 1895-1902 yılları arasında, Ankara Valisi Abidin Paşa’nın mektupçusu Ankara Vilayeti Meclisi İdare Başkatibi İsmail Bey tarafından yaptırılmıştır. Ancak, arazide bir mescit bulunması yüzünden hemen inşaata başlanamamış, Ankara Valisi Abidin Paşa’nın yardımı ile 1888 yılında Niğdeli bir kalfa tarafından yapılmaya başlanmıştır.

Yapı: Hızırlık  dağından getirilen pembe kalker taşlardan inşa edilmiştir ve bu yüzden halk arasında “Taşhan” olarak tanınmıştır. Hanın iç kısımlarında ise, kerpiç ve ahşap malzeme kullanılmıştır.

1892 yılında Ankara şehrine demir yolu gelince, Taşhan Meydanı: istasyon ile ilişkisi nedeniyle, simgesel bir kamusal alan olarak anlam kazanmıştır. Bu yüzden: Ulus Meydanının ismi “Taşhan Meydanı” olarak bilinmektedir. Taşhan’ın da bulunduğu tozlu-topraklı meydana, ancak 1924 yılında parke döşenmiştir.

Taşhan, yapıldığında Ulus’un en büyük binasıdır.

Bu 2 katlı ve 100 odalı han: bölgeyi gezen seyyahların uğradığı ve konakladığı bir yerdir. Hatta, çevre köylerden gelenlerin kağnıları için ayrılmış bir alan, ağıl ve mescit de vardır.

Kurtuluş Savaşı yıllarında cepheden gelen yaralıların tedavi edildiği 150-200 yataklı bir hastaneye dönüştürülmüştür.

1920’li yıllarda, özellikle TBMM açıldığında, Ankara dışından gelen delegelerin büyük bölümü, burada kalmışlardır. Çünkü o dönemde şehirde mevcut diğer hanlardan farklı olarak, burası konaklama ve turizm amaçlı olarak kullanılıyordu.

1928 yılına gelindiğinde ise, burası “Taşhan Palas Oteli” (bir diğer ismi “Hotel d’Angora) olarak faaliyetini sürdürmüştür.

Hanın arka bahçesinde: bir lokanta kurulmuş ve ismi “İmren Lokantası” imiş. İmren Lokantası diye tabela asılmış. Ancak 1928 yılında kurulan bu lokanta: Bolşevik ihtilalinden kaçarak İstanbul’a yerleşen Rus Georges Karpovich tarafından işletiliyormuş ve bunun ismine ithafen zamanla “Karpiç Lokantası” diye anılmaya başlanmıştır.

Lokantanın ilk garsonu da, yine Rus Sergiyev idi. (Bu garson lokantanın kapanmasının ardından, kendi lokantasını “Süreyya Lokantası” ismiyle açmıştır.)

Karpiç Lokantası, Ankara şehrinin kuruluş yıllarındaki en modern lokantası olarak önem kazanmıştır. O dönemde: burası otelin resmi ve özel davetlerinin yapıldığı, Ankara’nın tek müzikli lokantasıydı.

Han: 1933 yılında; sahibinin bankaya borçlarını ödeyememesi nedeniyle banka (İş bankası) tarafından haciz edilir ve icra yolu ile satılır. Hanı, Sümerbank satın alır ve Kaprovich: Merkez Bankasının yanındaki meşhur “Karpiç Restoranı” açar, bu yeni yer de uzun süre Ankaralılar için önemli ve sık tercih edilen bir yer olma özelliğini korur.

Ankara Ulus Taşhan ve Sümerbank

SÜMERBANK

1933 yılında kurulan Sümerbank: özel bütçenin temelini oluşturan katma bütçeli idare uygulamasının ilk ve en önemli örneği olarak dikkati çekmektedir. Çünkü: ticari nitelikli mal üretmesi için kurulmuştur.

Bu kuruluşa: 11 Temmuz 1933 tarihinde Atatürk tarafından “Sümerbank” ismi verilmiştir. Halk tasarrufu ile oluşturulmuş Sümerbank, Türkiye’nin ilk modern tekstil kuruluşu olarak büyük bir üne kavuşmuştur.

SÜMERBANK BİNASI YAPILMASI

1928 yılında: Taşhan’ın yıkılarak yerine yeni ve modern bir banka binası yapılması için proje yarışması açılır. Yarışmaya pek çok yerli ve yabancı mimarın projesi katılır ve mimar Seyfi Arkan’ın projesi kazanır.

Ancak bir neden gösterilmeden bu projenin uygulanması iptal edilir ve yarışmaya katılmayan Alman mimar Martin Elsaeser’in proje yapması ve bunu uygulaması kabul edilir.

Hatta, Cumhuriyetin ilk yıllarında, yabancı mimarlar çalışırken, yanlarında Türk mimar çalıştırma gibi bir zorunluluk olmasına rağmen, Elsaeser, burada çalışırken yanında Türk mimar çalıştırmamıştır, sebebi belirsiz.

Bu arada: Ankara İmar Planı yarışmasını kazanan ve Plan Danışmanı olan Prof. Hermann Jansen: Taşhan’ın yıkılmasını istemez, ancak itirazlarına rağmen, Taşhan yıkılmıştır.

Yeni yapı 1937-1938 yılları arasında inşa edilmiştir. Dairesel formda yapılan yapıda, mimar Elsaeser tarafından modern mimari anlayışı uygulanır.

Betonarme iskelet sistemi uygulanan yapının öndeki alçak kütlesi dıştan ve girişi “Pembe Ankara taşı” ile kaplanmıştır.

Yapının eliptik giriş holü: en etkileyici bölümüdür. Bu giriş holüne: anıtsal bir merdivenle ulaşılan ana kapıdan girilir ve bu merdivenin üstü: dairesel bir saçak ile kapatılmıştır. Eliptik giriş holüne göre simetrik olarak planlanmıştır.

Bu planda, yapı arkaya doğru genişleyerek açılmış, öndeki Sümerbank satış mağazası ve banka kısmı alçak düzenlenmiştir. Yuvarlatılmış köşeleri, merdiveni ve pirinçten sütunları ile, ana giriş, burada simetri aksı üzerine yerleştirilmiştir.

Arkada, genişleyen bölümde: zemin üzerinde beş büro katı bulunmaktadır ve öndeki alçak kısımdan oldukça farklıdır.

Yapıda: tek, üçlü ve dörtlü olarak yerleştirilen pencerelerin ortasındaki gölgelikler: yüzeylerde gölge-ışık etkisi yaratmaktadır.

Yani: bina bittiğinde, Ankara’nın en modern binası ortaya çıkar. Tren garından gelen aksın bakış açısını oluşturacak şekilde tasarlanmıştır.

1988 yılında Sümerbank’ın özelleştirilmesiyle Sümerbank’a ait binanın ismi “Sümer Holding” olarak değiştirilmiştir. 2000 yılında binanın ön kısmı, bir hazır giyim markası tarafından mağaza olarak kullanılmaya başlanır ve daha sonra Özelleştirme İdaresi tarafından Kültür Bakanlığına devredilen bina, Sümer Holding’in genel merkezinin Atatürk Orman Çiftliğine taşınmasıyla birlikte, özel bir üniversiteye devredilir.

Sümerbank Binası içindeki “Oturan Atatürk Anıtı”

İlk önemli Atatürk heykelleri ve Türkiye Cumhuriyeti ulusal anıtları, Heinrich Krippel tarafından yapılmıştır. Avusturyalı Krippel, ilk olarak 1925 yılında, Ankara’daki “Zafer Anıtı” için açılan yarışmayı kazanmış ve Türkiye’ye gelmiştir.

Bundan sonra: İstanbul, Konya, Samsun ve Ankara’da heykeller tasarlamış ve gerçekleştirmiştir. Kendisi 13 yıl boyunca, düzenli olarak Viyana’dan Türkiye’ye seyahat etmiştir. Çünkü eserlerini Viyana’daki atölyesinde üretiyor ve Viyana Birleşik Maden İşletmelerinde dökümünü yaptırıyordu.

Krippel, Atatürk’ü sivil bir kişi olarak tasvir etmiştir. Krippel’in burada bulunan Atatürk anıtı da, taşlar yontularak yapılmıştır. Anıtta, devletin kurucusu Atatürk, merkezi holden yüksekte, taht benzeri bir koltukta otururken görülmektedir.

Atatürk, kollarını bu koltuğun kolçaklarına yaslamış ve bacakları açılı bir halde oturmaktadır. Bakışları, sağa doğru, uzaklara yöneliktir. Anıtın alt kısmına işlenmiş kitabesindeki “inanıyoruz ve yapıyoruz” sözleri, muhtemelen Kemalist yönetimin ekonomik politikasına dikkat çekmektedir.

Böylece, yeni Cumhuriyetin geleceğe yönelik potansiyeli, Krippel’in kendinden emin Atatürk figüründe ifade edilmeye çalışılmıştı.

Evet sonuç olarak Sümerbank binalarında, günümüzde bir üniversite bulunmaktadır. Son olarak üniversitede görevli bir arkadaşımı ziyaret ettiğimde, binayı bana gezdirdi. Binanın önemli bir özelliklerinden birisi de, bir zamanlar bu binanın dönemin hükümetine ev sahipliği yapmasıdır.

Başbakan Adnan Menderes’in makam odası buradadır. Daha da ilginç olanı, yine bir zamanlar devletin Hazine Dairesinin burada bulunmasıdır.

Ziyaret esnasında Hazine Dairesini de gezdim, hatta hazine dairesinin bir müze olarak düzenleneceğini ve ziyarete açılacağı konuşulmuştu, inceledim Hazine Müzesi açılmış, yine bu sitede Hazine Müzesiyle ilgili yazımı bulabilirsiniz. 

 Ankara Hazine Müzesi gezisi hakkındaki yazım için Hazine Müzesi

Ankara kalesi gezi yazım için  Kalesi

 Ankara Resim Heykel Müzesi hakkındaki gezi yazım için  Resim-Heykel Müzesi

Ankara Ulus Roma Sütunu

Ankara Ulus Roma Sütunu

 

Roma imparatoru Constantinus: 357 yılında, saltanatının 20. yılını kutlamak için Roma’yı ziyaret ettiğinde: Circus Maximus denilen yerde, bir dikilitaş dikilerek, bu ziyaret ebedileştirilmiştir.

Ankaralılar da: kendi şehirlerinden geçen yeni imparatorları için, böyle bir anıt dikerek şehri ve imparatorlarını ebedileştirmenin gururunu yaşamak istemişlerdir.

Roma imparatoru Julianus: sevilen bir imparatordu. Örnek olarak, kendisinden önceki ünlü imparatorları seçmişti. İmparator Julianus Pers seferine çıktığında, MS. 362 yılında Ankara şehrinden geçmiş ve bu ziyaretin anısına bu sütun dikilmiştir.

Sütun: kendine özgü bir mimari yapısı olan, gövdesi birçok yivli halka şekilli beyaz taşların üst üste konulması ile yapılmış, ancak tek parça gibi görünen, üzerinde hiçbir yazıt olmayan 15 metre yüksekliğinde bir yapıdır. Korint başlığı modeline sahiptir. Başlığı yapraklarla süslüdür, kaidesi ve gövdesi ise çok sadedir. Başlığı Bizans tarzındadır.

Günümüze gelmemekle birlikte, sütun ilk yapıldığında üstünde imparatorun veya imparatorluk ailesine mensup birisi veya ileri gelenlerden birisinin heykeli bulunduğu düşünülmektedir. Ancak, var olduğu düşünülen bu heykelle ilgili herhangi bir bilgi söz konusu değildir.

İmparator Ankara’da kaldığı süreçte, Hıristiyan haklarını kısıtlayarak paganizmi yeniden canlandırma yasaları çıkardı, çünkü kendisi son Romalı pagan imparator olarak bilinir. Ardından: Pers ülkesine doğru yola devam etti, Dicle boyunca ilerledi. Bu arada Persler, sürekli hücumlarda bulunuyorlardı. Bu hücumlardan birinde, imparator ölümcül bir darbe aldı.

Kolunu parçalayan mızrak kaburgalarına saplandı ve bu onun sonu oldu, 363 yılında öldü. Ancak mızrağın nereden geldiği asla anlaşılamadı, hatta mızrağı Hıristiyan bir Romalı askerin attığı bile düşünüldü ama ölümünden sonra askerleri, Perslerden onun öcünü aldı, yeni Roma imparatoru olarak Iovianus seçildi, ölen imparatorun cesedi Constantinopolis şehrine getirilerek burada defnedildi.

16. yüzyıl gezginlerinden Hans Dernschwam “İstanbul ve Anadolu ya Seyahat Günlüğü” isimli seyahatnamesinde, Ankara şehrinde, bu sütundan söz ederek, buna yerli halkın “Belkıs Sütunu” ismini verdiklerinden söz etmektedir. Evet burada “Belkıs Sütunu” veya “Belkıs Minaresi” isimleri kullanılması ilgi çekmektedir.

Peki neden bu isimler kullanılmaktadır? Osmanlı imparatorluğu döneminde, Julianus Sütununa Saba Melikesinin adı verilmiş ve uzun zaman “Belkıs Sütunu” olarak anılmıştır. Çünkü: yine aynı dönemde, Ankaralılar, bu sütunun bir kızın mezar taşı olduğuna inanmışlar ve bundan dolayı sütuna “Kızlar Minaresi” veya biraz önce sözünü ettiğim isimleri vermişlerdir.

1934 yılına gelindiğinde; Taşhan yakınlarında bulunan anıtta tehlikeli şekilde eğilme görülür ve bunu engellemek için, anıtı; bulunduğu yerden 200 metre daha doğuda: Valilik binası önündeki yeni yerine taşınarak, monte edilmesine karar verilir.

Sütun bulunduğu yerden söküldüğünde, alt kaidesinde yaklaşık 3 metrelik bir harçlı yapı ortaya çıkar. Yani: sütun ilk olarak buraya yerleştirilmiştir. Sütun yeni taşındığı yerde: 3 x 3 metrelik bir andezit platform üzerine yerleştirilir.

Son olarak ise: 2001 yılında Ankara Valiliği tarafından restore edilmiştir. Sütun yeni yerleştirildiği yerde: üstündeki leylek yuvası ile tanınır ve bilinir olmuştur. Söylenenlere göre: her yıl, aynı leylek çifti buraya gelerek yavrulamakta ve yavrular yine buradaki yani sütunun üstündeki yuvada büyümektedirler.

Ankaralılar, bu olayı yani yuvayı korumak, yavruların aşağıya düşmesini engellemek için, 2001 yılında yapılan son restorasyonda sütunun üzerine teller yerleştirmişlerdir. Ancak, bu teller, sütunun orijinalliğini bozmuştur.

Evet, buraya yolunuz düşerse, sütunun yapıldığı dönemi düşünmeye çalışın, büyük ve sevilen bir Roma imparatorunun şehri ziyareti o dönemde kesinlikle çok önemsenmiş ve bu ziyaretin sonsuzluğa kadar hatırlanması için böyle bir anıt yapılması düşünülmüştür ki, insanların bu ziyarete ne derece önem verdikleri kanıtlanmaktadır.

Ankara Olgunlaşma Enstitüsü 100 Yıl Müzesi

Ankara Olgunlaşma Enstitüsü 100 Yıl Müzesi

Atatürk Bulvarı Sıhhiye Olgunlaşma Enstitüsü içindedir. Öncelikle şundan söz etmekte yarar var. Bu müze;  protokol müzesi olarak kabul ediliyor, genellikle diplomatlara ve özel gurupları ve okul idaresinden alınan izin ile halkın ziyaretine açılıyor. (Müzenin geçmişteki ziyaretçileri arasında bulunanlar: Sophia Loren, Carlo Ponti, İngiltere Kraliçesi Elizabeth, İran Kraliçesi Farah Diba, Prenses Süreyya) Bu yüzden, gitmeden önce telefonla bilgi almanızı öneririm. (Telefon: 03123243421)

Birazda Olgunlaşma Enstitüsünden söz etmek istiyorum. Okul: ilk olarak 1 Kasım 1958 tarihinde, Maltepe semtinde, Erkek Sanat Enstitüsü olarak kullanılan binanın bir katında açılmıştır. Daha sonra, Sakarya caddesinde, Ersen Apartmanında eğitime devam edilmiştir. Günümüzdeki binaya ise, 1962 yılında geçilmiştir.

Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı nedeniyle 24 Kasım 1981 tarihinde Enstitü bünyesinde kurulmuştur.

Müzenin kuruluş hikayesi: Refia Övünç: şahsi merakı ve ilgisi nedeniyle, Anadolu’nun değişik yörelerinden ve İstanbul’dan 40 yıl süresince topladığı antik eserleri: İstanbul Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsünde toplamıştır. O yıllarda, MEB bir yetkilisi tarafından yapılan teftişte, bu koleksiyon görülmüş ve bir müzenin kurulması ve koleksiyonun sergilenmesine karar verilmiştir.

Ancak, stratejik önemi nedeniyle müzenin, İstanbul değil Ankara’da kurulmasına karar verilmiştir. Böylece İstanbul Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsündeki koleksiyon, Ankara Olgunlaşma Enstitüsüne getirilmiş ve müze envanterine devredilmiştir.

Koleksiyon: el sanatları ve Etnografik objelerden oluşmaktadır. Daha sonra, şahısların hibeleri ve az da olsa ödenekle parası ödenerek alınan objelerle koleksiyon genişletilmiştir. Şahıs hibeleri yani bağışlar: bağışlayanın ismi ile birlikte sergilenmektedir.

Müzenin amacı: kaybolmaya yüz tutmuş Etnografik eserleri korumak, yaşatmak, yeni nesillere aktarmak, enstitüyü ziyaret eden yerli ve yabancı konuklara Türk kültürü ve el sanatlarını tanıtmak amacıyla kurulmuştur.

Günümüzde, müze çalışmaları, enstitü bünyesinde kurulan bir komisyon tarafından yürütülmektedir. Müze: Kültür Bakanlığı denetimindedir.

Müzede 1008 eser bulunmakta olup bunların büyük bir kısmı Osmanlı imparatorluğu son dönemine aittir. Zengin müze arşivinde bulunan eserler, dönüşümlü olarak değiştirilmektedir.

Ankara Olgunlaşma Enstitüsü 100 Yıl Müzesi;

Müze 3 bölümden oluşur.

Birinci bölüm:

Gümüş kullanım eşyaları ve takılar bölümüdür. Burada, sergilenen eserlerin tamamı el işçiliğiyle oluşturulmuş ve savat, telkâri, mine, ajur, dövme, kakma gibi teknikler kullanılmıştır. Özellikle: altın kaplama ve gümüş tepelik, bilezik, kolye, gerdanlık, kemer, muska, hamam tası, tarak, takunya, ayna, sürahi, hattat makası, seramik tabak ve kase, cam sürahi, vazo, nargile şişesi ilgi çeker.

İkinci bölüm:

Bu bölümde Etnoğrafik eserler sergileniyor. El emeği ve göz nuru nakışlar ve çevre, örtüler, bindallı, üç etek şalvar, iç gömleği ve benzeri giyim eşyaları sergileniyor.

Üçüncü bölüm:

Atatürk’e ait fotoğraflar ve müze anı defterinin bulunduğu şeref köşesi yer alır. Ayrıca, ziyaretçilerin görüş ve düşüncelerini belirttikleri bir anı defteri bulunuyor.

Son bir not 

Ülkemizi çeşitli yerlerde temsil edecek kişilerin giysileri, yine burada yapılmaktadır. Hani, müze bir yana, okulun bu tür etkinlikleri gerçekten takdire layık, tek sıkıntı: müzenin sürekli halkın ziyaretine açık olmaması, bence, insanlar burayı ziyaret edip, bu güzellikleri rahatlıkla görebilmelidir, izin alma konusu olunca, inanın kimse bu izin konusuyla uğraşmayı istemez ve bu güzellikler gizli kalır, diplomatlar görsün ama kendi halkımız niye görmesin.