Kumluca

Kumluca
Kumluca

Kumluca; çevresindeki diğer yöreler gibi, turizmden gerekli desteği alamamış bir yer. Sanırım bunun en büyük nedeni: deniz kıyısında bulunmaması, denizden birkaç km. daha içeride bulunması. Ama; yine de, burada bulunan Olympos; gerek tarih, gerek deniz ve gerekse doğa olarak; buraya apayrı bir hava katmaya yeter.

ULAŞIM:

Kumluca-Antalya arasındaki uzaklık: 96 km.dir. Ulaşım D-400 kara yolundan sağlanmaktadır. Beldibi-Göynük-Kemer-Çamyuva-Tekirova güzergahı izlenmektedir.

Kumluca-Finike arası uzaklık: 18 km. dir. Antalya-Kumluca arasındaki karayolu rahat ve konforlu bir yolculuk sunuyor.

Kumluca

GENEL:

Kumluca: çevresindeki diğer yerleşim yerlerinin aksine; deniz kıyısında değil, denizden içeride kurulmuş bir yerleşim yeri. Bu nedenle: Kumluca içinde büyük ve devasa turistik tesis bulmak mümkün değil.

Yalnız: Olimpos-Beydağları Sahil Milli Parkının burada bulunması ve elbette Olympos; buraya turistik açıdan ayrı bir değer katıyor.

Çünkü: Olympos: gerek tarih ve gerekse deniz olarak muhteşem bir yer. Kumluca’ya gidenler: Olympos’u mutlaka görmeli ve yaşamalı.

Evet: Kumluca’nın diğer belli başlı özelliklerini şöyle sıralamak mümkün.

NE YENİR:

Kış günlerinde: buğday, mısır, nohut ve fasulyeden yapılan köle ile yine mısır unundan yapılan “arabaşı” yenilir. Bunların dışında: keşkek ve yayla kesimlerinde yapılan höşmerim yemekleri meşhurdur.

Kumluca

SAHİL ŞERİDİ:

İlçe, 30 km. uzunluğunda sahil şeridine sahiptir. Mavikent Beldesi ile, Finike İlçesi arasındaki sahil şeridi, şu anda, yalnızca yöre halkı tarafından inşa edilmiş, ahşap evler (obalar) ile iskan edilmiştir.

EKONOMİ:

İlçede, büyük sanayi tesisi bulunmamaktadır. Ekonomi, büyük ölçüde seracılığa dayanmaktadır. Halk; turizmden gerekli geliri sağlayamayınca, seracılık ve turfandacılık ön plana çıkmıştır.

Kumluca Deve Güreşleri

DEVE GÜREŞLERİ:

Halk deve güreşlerini çok sever. Her yıl, kış aylarında birkaç kez deve güreşleri tertiplenir. Bu güreşlerde: halk eğlenir. Güreşlere: Kumluca’nın dışından: Demre ve Aydın, Denizli yörelerinden develer getirilir.

TARİHİ:

13’ncü yüzyılın başlarında, Selçuklu Sultanı I’nci Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, Antalya’nın fethinden sonra, bölgenin ilk mülki amir ve komutanı olan: Bübarizeddin Ertokuş tarafından, Likya’nın doğu kısmına Oğuzların üç-ok koluna mensup, Iğdır boyu yerleştirilmiştir.

Bundan sonra: Antalya’nın batı bölgesine, Iğdır denmeye başlanmıştır.

Bu bölge: Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı Devleti döneminde, kaynaklarda: Iğdır, Iğdır eli, Iğdır nahiyesi adı ile de anılır.

19’ncu yüzyılın başlarından itibaren, Osmanlı kaynaklarında, bölgenin adı: “Iğdır maa Kardıç” olarak geçmeye başlar.

Finike kazasına bağlı olan Kumluca nahiyesinin merkezini oluşturan Sarıkavak köyü, 19’ncu yüzyılın başlarında kurulmuştur. Kumluca ve Sarıkavak adları, 15’nci yüzyıldan itibaren: yer, mevki adı olarak Osmanlı belgelerinde kendini gösterir.

Sarıkavak köyü sakinlerinin değirmencilik ve fırıncılık alanlarında mahir oldukları bilinir. Kumluca nahiyesinde genel olarak kereste ticareti, arıcılık, meyvecilik, demircilik, ağaç işleri ve hayvancılık, yaygın olarak yapılmaktadır.

Ayrıca: 20’nci yüzyılın ortalarına doğru Kumluca’da Finike Limanının etkisiyle olsa gerek, her türlü mal bulunmakla beraber, yaygın meslek olarak mefruşat ve terzilik görülür.

1 Nisan 1958 tarihi itibarı ile, Finike kazasından ayrılan Kumluca nahiyesi, Kumluca kazası olmuştur.

GEZİLECEK YERLER:

Kumluca 50.Yıl Karatepe Kültür Merkezi

50.YIL KARATEPE KÜLTÜR MERKEZİ-KALE KULE:

Kumluca merkezdedir. 50’nci yıl kültür merkezi kompleksi içinde bulunan kule, 5 katlıdır. Giriş katında Belediye tarafından işletilen bir çay bahçesi vardır.

Kumluca 50.Yıl Karatepe Kültür Merkezi

3’ncü katta bir restoran ve en üst katta seyir terası vardır. Burada yeşillikleri içinde harika bir şehir manzarası izleyebilirsiniz.

Kumluca Sarnıç Tepesi

SARNIÇ TEPESİ:

Beykonak, Sarnıç Yolu Sokaktadır. Kumluca merkeze 4 km uzaklıktadır.

Sarnıç tepesi 285 metre yüksekliktedir. Yolu asfalttır. Kumluca Belediyesi tarafından 2006 yılında kurulmuştur. Burada: piknik alanı, çocuk oyun gurubu kompleksi, kır kahvesi ve hayvanat bahçesi bulunmaktadır.

Hayvanat bahçesinde, ruminant yani ot yiyen hayvanlar barınmaktadır. Bunların sayısı 50’yi aşkın türden 600 civarındadır.

Hayvanat bahçesinin bulunduğu yer, aynı zamanda huzurlu ve sessiz bir mesire yeri olarak kullanılmaktadır.

Kumluca Aktaş Sahili

AKTAŞLAR KOYU-AKTAŞ SAHİLİ:

Sahili çakıl taşlıdır. Denizi hemen derinleşmez, sığdır. Sahilde hiçbir tesis yoktur.

GAGAE-GAGAİ:

Mavikent beldesi Aktaş-Yeniceköy Mevkiindedir. Yeniceköy’e yaklaşık 1.5 km uzaklıkta, bir tepenin üzerindedir.

Kent: Akropolis kayalığı ve deniz arasında kalan bölgede kurulmuştur. Gagae şehri: Aşağı ve Yukarı olarak değerlendirilen bir Aprepolis yapısındadır. 

Bu yüzden şehre “Paleopolis” ismi de verilmiştir. Günümüze ulaşan yapılar, Roma ve Bizans dönemine aittir. Bunlar: şehrin duvarları ve bazı Hıristiyanlık kiliselerinden kalanlardır.

CORYDELLA-KORYDALLA:

Kumluca merkeze 1 km uzaklıkta, merkezin batısındadır.

İki tepe arasında kuruludur. Antik kentin ismi, Likya dilinde “Korydalla” olarak geçer ve isminin kelime anlamı Doruk Hisarcığı’dır.

Kentin, Likya dilinde bir kitabesi vardır. Buna istinaden şehrin tarihini büyük ölçüde Rhodiaapolis ile birlikte incelemek gerekir. Çünkü kent Likya birliğinden atılmıştır ve Rhodiapolis kenti ile birlikte temsil edilmiştir.

MÖ 5’nci yüzyılda, Pers ordularına bölgede casus Korydallas yol göstermiştir. Kendisi: Corydella şehrinin bir ferdiydi.

Kent, Roma döneminde de varlığını sürdürmüş, ancak özellikle Bizans döneminde gelişmiştir. Zamanla şehirden, kıyı şehirlerine doğru bir göç olmuş ve giderek önemini yitirmiştir.

11’nci yüzyılda Tekeoğulları isimli Türk boyu bölgeye gelmiş, kalıntıların yakınındaki verimli ve kumlu, alüvyonlu ovada “Kumluca” yerleşimini kurmuşlardır.

Günümüzde, zeminde sadece şehre su getiren “Aguaduktur” kalıntıları görülebilmektedir. Başkaca kalıntı yoktur. Çünkü Kumluca evleri yapılırken, kent talan edilmiştir. Antik kentin üzerine Hacıveliler köyü yapılmışıtır.

Günümüzde ve yakın geçmişti, Korydella denildiğinde ilk akla gelen Korydella definesi veya Kumluca definesidir.

Kumluca Definesi
Corydella-Kumluca Definesi:

Sion Hazinesi 1963 yazının sonlarında, Hacıveliler mezrasının (Kumluca’nın 2 km batısında, Likya’da modern bir kasaba olan Büyük Asar (Büyük Harabe-antik kentin bulunduğu yer) denen alanda bulunmuştur.

Kumluca Definesinin bulunduğu yer

Hazinenin erken bir Bizans kilisesinin kalıntılarından yaklaşık 30 metre uzaklıkta bulunduğu bilinmektedir.

Hazinenin: MS 7’nci yüzyılda işgalci Araplardan saklanmak için gömülmüş olabileceğine inanılmaktadır.

Definenin bulunması hakkında çeşitli söylentiler bulunmaktadır.

1’nci Söylenti:

1963 yılında Hörü isimli bir çoban köylü kadın bölgede keçilerini otlatırken keçilerinden birinin ayağına bir zincir takılır. Akabinde burada “Corydella” ve “Kumluca definesi” olarak isimlendirilen define bulunur.

2’nci Söylenti:

1961 yılında Kumluca yöresinde yaşayan, yaşlı bir kadın, rüyasında bir define görür. Bu rüyasını çocuklarına anlatır ve ovadaki büyük ağacın altını kazmalarını söyler. Bunun üzerine çocuklar annelerinin söylediği yeri kazarlar ve defineyi bulurlar.

Kumluca Definesi
Define:

Definede bulunan objelerin kesin sayısı bugün bile bilinmemektedir. Muhtemelen 50’den fazla parçadan oluştuğu düşünülüyor.

Hazinenin, gömülme tarihi ve gömülme nedeni bilinmemektedir.

Definede: Likya birliği ve Roma dönemlerine ait birçok sikke bulunmaktadır. Ayrıca: gümüş kilise eşyaları vardır ancak bu kilise eşyalarının işçilikleri muhteşem güzeldir.

Kilise eşyalarının üstünde: Myra kuzeyinde “Sion kilisesi” ne ait oldukları belirtilmektedir. Objeler: MS 6’ncı yüzyılda, tek bir atölyede, ancak farklı teknikler kullanılarak yapılmıştır.

Parçaların üstünde: Bizans’ın en görkemli olduğu İmparator I Justinianus döneminde, Konstantinopolis yani İstanbul şehrinde yapıldıklarını gösteren damgalar vardır.

Bir kısım obje üzerinde ise, monogramlar görülür. Bunların: hayırsever Piskopos Eutykhianos tarafından Sion Manastırına hediye edildiği belirtilmektedir.

Güney Likya dağlarındaki bir manastır için, bunlar olağanüstü hediyelerdir.

Hediyeler arasında: büyük bölümü altın ve bir kısmı gümüşten: altın kaplamalı tepsiler ve haçlar, kandiller vardır. Özellikle: İmparator I Justinianus döneminden (MS 527-565) kalma buhurdan büyük ilgi çeker. 

Buluntular: Bizans dönemini yansıtması, maddi yönü ve bilimsel değerinin çok yüksek olması nedeniyle bütün dünyanın ilgisini çeker.

Kumluca Definesi
Definenin Talan Edilmesi:

Define haberinin alınmasının ardından: eski eser kaçakçıları, derhal İstanbul’dan Kumluca’ya gelirler. Antalya Müze Müdürü ise, Antalya’dan Kumluca’ya gidecek bir araç bulamadığından geç kalır ve Kumluca’ya ulaştığında, definenin büyük bölümünün yöreden kaçırıldığını görür, definenin sadece küçük bir bölümünü (20 parça kadar) ele geçirir.

Definenin yöreden kaçırılan büyük bölümü ise, uluslararası kaçakçı Yorgo Zakos tarafından, Amerika’da yaşayan emekli büyükelçi Robert Bliss ve eşi Mildret Bernes Bliss’e, 1 milyon dolara satar. Onlarda defineyi müzeye bağışlamışlardır.

Yorgo Zakos, define parçalarını 1962 yılında Kumluca’dan satın almış ve resmi soruşturmadan kaçmak için 1963 yılında Türkiye’den kaçmıştı.

Define, 1963-1965 yılları arasında, İstanbul üzerinden önce İsviçre ve oradan da Amerika’ya kaçırılır. Küçük bir kısmı ise, Avrupa’daki bazı koleksiyoncular tarafından satın alınır.

Günümüzde: İngiltere-Londra Hewit Koleksiyonunda 4 parça ve Digby koleksiyonunda ise 1 parça vardır.  Ancak Hewit koleksiyonunda bulunan parça başkalarına satıldığı için günümüzde akıbeti meçhuldür. İsviçre’de bazı koleksiyoncularda da definenin bazı parçalarının bulunduğu tahmin edilmektedir.

Antalya Arkeoloji Müzesinde ise, sadece 14 parça Sion eseri olarak definenin parçaları sergilenmektedir.

Definenin 18 parçalık bölümünün yani kayıt bölümünün, 1964 yılında Atina’da yapılan bir toplantıda İstanbul Arkeoloji Müzesinden Nezih Fıratlı tarafından fark edilir. Kısa bir süre sonra hazinenin ülkemize iade edilmesi istenir. Ancak iade edilmez.

Halen Amerika’da Dumbarton Oaks Koleksiyonunda bulunmakta ve Washington şehrinde Dumbarton Oaks Müzesinde sergilenmektedir. Müze envanterinde günümüzde Kumluca definesine ait 18 parça eser bulunmaktadır.

Kumluca Definesi
Sonuç:

Define parçalarının ülkemize iade edilmesiyle ilgili olarak yıllardır Amerika’da bulunan Dumbarton Oaks Müzesi yetkilileriyle görüşülmektedir, ancak herhangi bir olumlu gelişme olmamıştır.

Kumluca Rhodipolis

RHODİAPOLİS:

Kumluca merkeze 5 km uzaklıktadır.

Rhodiapolis, Sarıcasu’nun arka bölümünde, deniz seviyesinden 300 metre yükseklikteki bir tepe üzerinde bulunur.

Tepenin güneyinde Kumluca düzlüğüne ve Akdeniz’e bakan yamaç: yapılarla doludur. Çünkü Rhodiapolis’in en önemli özelliği şehirciliktir. Dar ve zor arazide oldukça başarılı planlanmış kompakt bir kent yaratılmıştır.

Yapılar arasında sadece cadde ve sokak boşlukları dışında bir boşluk yoktur. Eğimli arazide, kentsel yapılaşmaya imkan tanıyan, çok sayıda teras çoğunlukla sarnıçlar ile oluşturulmuştur.

Böylece hem su ihtiyacı karşılanmış, hem de yapılara uygun düzlükler sağlanmıştır.

İsmi nedeniyle şehrin Rodoslular tarafından kurulduğuna inanılmaktadır.

Theopompos’un yazdıklarına göre: Rhoriapolis şehri ismini Mopsos’un kızı Rhodos’tan alır.

Bir başka yazara göre ise, şehir Troya savaşından sonra Akhaların önderi Amaphilokhos tarafından kurulmuştur ve şehre aynı zamanda bir kahin olan kızı “Rhodia” nın ismini vermiştir.

Bölgedeki şehirlerin merkezi konumundaki Rhodiapolis şehri Likya birliğinde 1 oy kullanma hakkına sahipti. Ancak çevresindeki küçük kentlerin ise, üçü bir arada sadece 1 oy kullanabiliyordu.

Rhodiapolis, Doğu Likya’nın sınır kentidir. Likya bölgesi bundan sonra bitiyor. Şehir, zengin ve verimli arazilere sahipti.

Ören yerinde: Akropoldeki kalıntılar dışında, kuzey ve doğu Kumluca ovaları ve Akdeniz’i çevreleyen yamaçlarda da bina kalıntıları vardır.

Rhodiapolis: başarıyla planlanmış çok kompakt bir şehircilikle öne çıkmaktadır.

Binalar, birbirine yakın konumlandırılmıştır.

Eğimli arazide, teraslar oluşturulmuştur. Çünkü Rhodiapolis şehrinde yeterince  düz arazi yoktur.

Klasik dönem Rhodiapolis sakinleri, tepenin üzerinde yaşıyordu.

Kaya mezarları ile kuzey vadisindeki ev kalıntıları, orada daha küçük bir yerleşim kurulduğunu gösterir.

 

KENTTE YAŞAMIŞ ÖNEMLİ KİŞİLER:

OPRAMOAS:

Kentin en ünlü simasıdır.

Antonius Pius (MS 138-161) döneminde yaşamış ve Likya’nın en zengin ve en ünlü hayırsever adamı olmuştur. Kendisi, yaptığı tarımsal ürünler ve deniz ticareti sayesinde büyük bir servet edinmişti.

Opramoas’ın Likya birliğinde üstlendiği ilk görevi: arkhiphylakia olur. Erken dönemdeki hizmetleri nedeniyle, 4 kez onurlandırılır. Bu onurlandırmalarda: bronz heykel, altın kaplama ikon ve altın çelenk almıştır.

MS 131-132 yıllarında cömertliğini kanıtlayan Opramoas, Likya birliği tarafından yıllık onurla onurlandırılmıştır.

MS 136 yılında, İmparator kültü başrahipliği ve Likya birliği yazmanlığı görevini alır.

Opramoas’ın tüm Likya’da yardım etmediği şehir yoktur.

Özellikle, MS 141 yılında, depremde yıkılan pek çok yapı, Opramoas tarafından onarılmıştır.

Kentlere yapılan yardımlar dışında: kurduğu vakıf sayesinde: Likya’da 16 yaşına gelmiş bütün çocukların eğitim ve beslenmeleri, yaşlılar için kefen parası, genç kızlar için çeyizlik ve yoksullara yiyecek yardımları da yapmıştır.

İmparator Hadrianus: Asya olaylarını detaylıca bilen Likyalı tüccar Opramoas’ın gizli raporlarının, Palma tarafından alaya alındığını” anlatır.

Yöredeki birçok antik şehrin günümüze ulaşmasında Opramoas tarafından şehirlerin deprem sonrasında yeniden imarında yapılan yardımın büyük katkısı olmuştur.

2015 yılında Prof. Dr Nevzat Çelik’in girişimleriyle, Opramoas Antalya Sanayici ve İşadamları Derneğine onursal üye yapılmıştır.

HERAKLEİTOS;

MS 2’nci yüzyılda yaşamış bir hekim ve din adamıdır.

Atina’da rahiplik yapmış, belli bir yaştan sonra da Rhodiapolis şehrine geri dönüp şehirde Asklepios kültünü kurmuş ve başrahip olmuştur. Ayrıca bir hastane açmıştır.

Böylece, şehir aynı zamanda bir sağlık merkezi olmuştur.

Kazılarda hastane ve tedavi odaları bulunmuştur. Üç girişli bir yapı ve burada su tedavisi ve telkin odaları gün yüzüne çıkarılmıştır. Çünkü hastanede su tedavisi yapılıyor, telkinle hastalar iyileştiriliyordu.

Hastanede masaj odaları, yağlanma odaları ve telkin odaları vardı. Tedavi odalarında küçük krem kaşıkları, iğneler bulunmuştur, ayrıca yatakhaneler de vardır.

Ayrıca kütüphane tespit edilmiştir. Ancak ortaya çıkan yapıların ve yazıtların anlamları tam olarak çözülememiştir.

ARKEOLOJİ KAZI ÇALIŞMALARI:

Şehir, ilk kez, 1842 yılında İngiliz bilim adamları Daniel, Sprat ve Forbes tarafından keşfedilmiştir. 1881-1882 yıllarında da çalışmalar devam etmiştir.

KALINTILAR:

Rhodiapolis şehri, Likya dilinde yazıta sahip kaya mezar dışında, MÖ 7’nci yüzyıl öncesini yansıtacak kalıntılara sahip değildir. Bizans çağı yapılarının büyük kısmı da tahrip olmuş, günümüze ulaşmamıştır.

Kumluca Rhodipolis Tiyatro
TİYATRO:

Tiyatro, kentin kuzeyinde, bugün görülebilen Bizans yerleşiminin bulunduğu Akropol tepesinin güney doğusundadır. Kamu yapılarının merkezindedir.

Tiyatro, güneye bakar. Yöneliminden dolayı, gün boyu güneş alır. Helenistik dönemde en erken inşa edilen yapıdır. Yerli kireçtaşından yapılmıştır.

Roma döneminde, kent merkezinde yer bulma sıkıntısı yaşandığından, kamu yapıları, kentin en önemli yapısı konumundaki tiyatro çevresinde konumlanmıştır.

Tiyatronun Cavea  bölümü oldukça iyi korunmuştur. Sahne binasının, hyposkene ve postskene bölümleri de iyi korunarak günümüze ulaşmıştır.

Oturma sıralarının uçlarında bulunan aslan ayağı kabartmalarıyla Cavea, ince bir işçiliği sahiptir. Cavea’nın sekizde dörtlük bölümü, yamaca yaslanmıştır. Kuzey batı analemma duvarı, palygonal duvar örgüsü ile yükseltilmiştir.

Caea: 7 klimakes ve 6 kerkides’e bölünmüştür. Cavea’da 18 oturma sırası vardır. Cavea önünde: cella curilis denen iki koltuk, en arka sırasında ise bisellum olarak taht-bank şeklinde koltuk sırası bulunmaktadır.

Seyirci kapasitesi 1500 kişi civarındadır. Cavea’da taşçı işaretleri bulunmaktadır.

Tiyatro, Helenistik dönemde baldachin, Roma döneminde ise, velarium denen farklı gölgelik sistemlerine sahiptir. Tiyatroya giriş-çıkışlar, doğu ve batı parodoslardan sağlanmaktadır. 

Orkestra formu daireseldir ve çapı 10.50 metredir. Zemin ise sıkıştırılmış topraktır.

Sahne binası, zeminle birlikte 2 katlıdır ve mimari stili Dor düzenindedir. Doğu-batı aksında uzanır. Sahne binasının üst kesimi tamamen yıkılmıştır. Sadece zemin katı görülmektedir.

Tiyatroda önemli yazıtlar bulunmuştur.

Tiyatronun üst kısmında: batıya doğru sadece apsisi korunarak günümüze ulaşmış bir kilise bulunmaktadır. Amfi tiyatro, Geç Roma dönemine kadar kullanılmıştır. Bu dönemde tek tanrılı dinle birlikte tiyatro faaliyetleri sona ermiş ve yasaklanmıştır.

 Tiyatroda, 22 Haziran 2011 tarihinde yapılan bir organizasyon ile konser düzenlenmiş ve bin yılı aşkın bir zaman diliminden sonra tiyatro, tekrar müzikle buluşmuştur.

Tiyatro Yanındaki Toplantı Salonu:

Geç Roma döneminde, tiyatronun var olan duvarı kullanılarak ek mekanlar yapılmıştır. Bu yapı, kare formludur. MS 3 ile 5’nci yüzyıl arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. 

Stoa teras duvarına kadar uzanır. Cephe yapısallığı belirsizdir.

Görünüşe göre, iki katlı stoanın üst katı bu yapıya 9 metrelik bir ön alanı oluşturmaktadır. Stoa sonu ile yapı arasında, dar bir geçiş koridoru bırakılmıştır.

Burası: Rhodiapolis şehrinin, dar alanda şehircilik karakterinin en sıkışık ve aynı zamanda en başarılı uygulamasıdır. 

Sahne binasından sonra yapılan toplantı salonunun, batı arka duvarı, sahne binasını kısmen keserek oturtulmuştur. 

Dış duvarları çoğunlukla blok taşlardan örülüdür. Sadece arka duvarında, ana bölümler moloz taşla kapatılmıştır. İçinde 4 sıra oturma basamakları vardır.

Kumluca Rhodipolis Opramoas anıt mezarı

OPRAMOAS ANIT MEZARI:

Mezarın sahibi Opramoas Likya bölgesinin ünlü hayırseveridir. Kendisi hakkındaki ayrıntılı bilgiyi yukarıda vermiştim.

Anıtın cephesi ve iki yan yüzündeki yazıtlar, antik dünyanın ikinci en uzun Eski Yunanca yazıtı olma özelliğini taşımaktadır. Uzunluktan öte asıl içerikte benzersizdir. Opramoas’a euergetizme, Lykia’ya, Roma Dönemi Lykiasındaki sosyal, politik ve ekonomik yaşama, dönemin elitlerine, kurumların ne tür destekler alarak çalışmalarını sürdürdüklerine ve Lykia kentlerindeki birçok binanın yapım ve finans temin süreçleri gibi pek çok konuda önemli bilgiler içermektedir. 

İlk kez 1842 yılında keşfedilen anıtın yazıtları, 2006 yılındaki kazılarda tamamen ortaya çıkarılmıştır. 

Mezarın ön ve yan duvarlarına kazınmış olan yazıtın uzunluğuna karşın, taş yazım ustası/ustaları tarafından sadece 13 hata yapılmış olması da dikkate değerdir. Yaklaşık her biri 100 satından oluşan 20 sütunda, 36.000 harften oluşan 7260 kelime bulunmaktadır. Toplam 70 döküman vardır. 

Bunlar: tüm yardımların listesi onurlandırmalar yanında biri Roma İmparatoru Antoninus Pius’tan ve biri de bir prokuratordan ve kalanı da değişik kentlerden gelen toplam 38 mektup, Lykia birliğine ait 32 karar dökümanı, Opramoas’ın anıt mezarının duvarlarını doldurmaktadır. 

Bu mektuplar özellikle Antoninus Pius ile olan yazışmalardır. İmparator Hadrianus’un anılarında “Asya olaylarını iyi bilen Lykialı tüccar Opramoas’ın gizli raporlarının Palma tarafından alaya alındığını” anlatır. Bu durum, dönemin yerli iktidar sahipleri ve zenginlerinin Roma yönetiminde senatörlük ve diğer görevleri alabilmek için kamu yararına ve Roma istekleri ve beklentileri doğrultusunda işler de yaptıkları açıklar. Bunun iyi yanı, kendi bölgesini Roma gücünden daha çok yararlandırmak ve kendi hanedanının ekonomik ve siyasal gücüne güç katmaktır.

Evet, anıt mezarı anlatmaya devam edelim:

Anıt mezar sahibinin, yerleşimdeki en ayrıcalıklı kişi olduğunu gösterircesine, kentin en odak merkezinde, tiyatronun önündeki terasın ortasına konumlandırılmıştır.

Kumluca Rhodipolis Opramoas anıt mezarı

Mezarın kuzey köşesi, tiyatro sahne binasına değecek şekilde yerleştirilmiştir.

Amaç sahne binası ile Agora teras duvarı arasında kalan, 19 metre genişlikteki alana yapıyı sığdırmaktır. Anıtın boyutları: 7.6 x 6.7 metredir. Tüm yapıda kesme taş bloklar kullanılmıştır.

Güneybatı yan duvarın tamamı, cephenin tamamı ve kuzeydoğu yan duvarın ön yarısı, yukarıda anılan ünlü Opramaos yazıtlarıyla doldurulmuştur. 

Yapıda ele geçen tek kabartma; çatı alınlığındaki Medusa başıdır. Yuvarlandığı Stoa alanında bulunan Medusa bloğunun ele geçen parçaları onarılarak birleştirilmiştir.

Kumluca Rhodipolis Opramoas anıt mezarı
Evet, mezar, karakteristik prostylos tapınak düzenindedir.

Yani, bölgede birçok benzeri bulunan, 2’nci yüzyıl Roma dönemi moda tapınak planındadır. Sadece cepheden basamaklarla çıkılan bir merdiven vardır. Bu podyuma çıkan merdiven ölçüleri: 2.34 x 3.07 metredir.

Podyum ucunda: 4 sütunlu bir cephe düzenlemesi görülür. Sonraki dönemde, yapının özellikle cephesi tahrip edilmiştir. Bu kesimdeki mermer malzeme: alt terastaki Bizans kireç kuyusunda yakılmıştır. 

Batı yan ve cephe duvarının tamamı ve doğu yan duvarının ilk yarısı, yazılı bloklarla örtülüdür. Arka duvar ise boştur.

Bu kitabeler 64 belgeden oluşmakta olup, Opramoas’ın bütün resmi ilişkileri sıralanmaktadır. Bu belgeler arasında: 12 İmparator mektubu, 19 Procurator mektubu ve 33’ü birlik toplantısına ait belgedir.

Bu yazıtlı anıta ait bloklar, çevreye dağılmıştır. Bu kayıtlarda: Opramoas’a sunulan onurlandırmalar ile kendi şehrine ve diğer şehirlere yaptığı hayır işleri anlatılmaktadır. Mektuplar, özellikle Antonius Pius ile olan yazışmalardır.

Yazışmalar içerisinde bu kişinin Lkkiarkh (Likya birliği yöneticisi) olduğu da anlaşılmaktadır. Anıtın üstünde kırma çatı bulunur.

Çatı kiremit kaplıdır. Tüm yapı: kesme taş bloklarla örülüdür.

Kumluca Rhodipolis Agora/Stona

AGORA/STOA:

Kuzeydoğu-güneydoğu doğrultusunda uzanır.

Agora ve Stao birlikte tasarlanmıştır. Yapılış tarihi olarak muhtemelen MS 1’nci yüzyılın ilk yarısı düşünülmektedir.

Stoa, Agoranın batısı boyunca uzanan, yarı kapalı bölümdür. Stoanın doğusunda, paralel uzayan Agora düzlüğü vardır. Bu düzlük, kuzeyden başlayıp güneye doğru genişler. 

Agoranın güney tarafında 4 büyük sarnıç bulunur ve bu sarnıç, geniş terasın alt yapısını oluşturur. Agoranın iki taraftan girişi bulunur.

Stoa’nın ele geçen parçalardan 2 katlı olduğu anlaşılmıştır. Stoanın zemininde mozaikler bulunmuştur.

Bunlar geometrik desenlidir. Agoranın kuzeydoğu köşesinde, heykel kaideleri bulunmuştur. Ancak heykeller yoktur.

Kumluca Rhodipolis Hadrian Sebasteion

HADRİAN SEBASTEİON:

Şehir merkezinde, Agora ve Stoanın güneyindedir.

Asimetrik dikdörtgen yapıdadır. Doğu cephesi blok taşlarla örülüdür ve zemin kattan giriş vardır.

Kumluca Rhodipolis Hadrian Sebasteion

Doğu-batı yönde uzayan, anıtsal nişli cephe şehir merkezine hakimdir. Zemin kat, son blok sırasına kadar korunarak günümüze ulaşmıştır.

FORTUNA TAPINAĞI:

Tapınağın ön alanını oluşturan, tonozları çökmüş olan sarnıçlara düştüğü tespit edilen podyum blokları kaldırılarak orijinal yerlerine konulmuştur. Tapınağın giriş yüzü: kuzeye ana alan girişine bakar. 

Bu yüzün iki yanında, tapınağa bitişik birer heykel kaidesi bulunmaktadır. Kaidelerden biri kütüphaneye, diğeri ise doğuya nişe bakmaktadır.

Kumluca Rhodipolis Asklepion

ASKLEPİON:

Fortuna Tapınağı ve Kütüphanenin bulunduğu, kentin güney batı alanında, Sebasteiona bitişiktir. Yapı MS 2’nci yüzyıla tarihlenir.

Asklepeion ve Asklepeios ile ilgili yazıtlar, bu yapının çevresinde bulunmuştur.

Kompleks içindeki kütüphane ve avlu çevresindeki odalar, bu fonksiyonu güçlendirir. Asklepeios ve kızı Hygeia’ya heykeller adayan ve ilk kez bölgede Asklepeios kültünü kuran Herakleitos yazıtı, bu yapının hemen arkasında bulunmuştur.

Yine yapının ana girişi önünde, Asklepeion yazan bir yazıt bulunmuştur.

Asklepeion yapısının alt yapısı, sarnıçlardan oluşmuştur. Bu kısım bir avlu görevindedir. Kuzey yönünde 3 kapılı bir Stoa alanından mekana girilir. Giriş kapısından sonra, geniş bir koridor vardır. 

Doğu ve batıda bulunan odaların girişi, bu alandan sağlanır. Avlunun doğu ve batısında 6 mekan vardır. Bu mekanlar hasta odalarıdır.

Alandaki diğer yapılar gibi, buranın da yapı duvarlarında da: doğal nedenlere bağlı bozulmalar ve yapısal kayıplar olmuştur. Duvar: moloz taş ve kireç harcı kullanılarak inşa edilmiştir.

KÜTÜPHANE:

Fortuna Tapınağının batı bitişiğindedir. Tapınakla aynı ön alana bakmakta ve kapısı da bu yöne açılmaktadır. Hekim Heraikleitos tarafından MS 2’nci yüzyılda yaptırılmıştır. Heraikleitos yazdığı 6 ciltlik eserinin de burada bulunuyordu.

Yapı dikdörtgen planlı ve tek hacimlidir. Kütüphanenin duvarları genellikle moloz taş ve harçla örülmüştür. Sıva üstü mermer kaplamadır. Yapının küçük ölçülerine göre oldukça güçlü görülen duvarları 1.20 metre kalınlıktadır.

Yapının kalın duvarları içinde: 0.50 metre derinlik ve 1.5 metre genişlikte nişler açılmıştır. Kuzey duvarda 3 ve doğu duvarda ise 2 niş vardır. Doğu yüzü ortasında, tapınakla bakışımlı bir giriş vardır. Güney tarafı yamaca bakar.

HAMAM:

Şehrin doğusunda, son kamu binasıdır. MS 2’nci yüzyıla tarihlenmektedir.

Yapının güney yarısında paestra altında sarnıçlar vardır. Kuzey yarısında ise hamam bulunur. Yapı iyi durumda korunarak günümüze ulaşmıştır. Bizans döneminde kullanılmıştır. Tasarımı: Anadolu hamam-gymnasium modelindedir.

Likya bölgesi, sıralı I tipi hamam planındadır. Hamam duvarlarındaki moloz taşlar, harçla örtülmüştür. Hamamın ana mekanı, tonoz örtü ile kapatılmıştır.

Hamamın içinde su basınç odası olarak adlandırılan kastellum vardır. Duvarlar arasında eğimli hava kanalları bulunur. Duvarlar: terrakota çivilerle ısıtılmaktaydı.

KENOTAPH:

MÖ 2’nci yüzyıla tarihlenen bir anı mezardır. Henüz burada kazılara başlanmadığından bilgi yoktur.

Kumluca Rhodipolis Nekropoller

NEKROPOLLER:

Şehrin nekropolleri, şehre gelen ve giden yolların kenarlarında yoğunlaşmıştır.

En erken Nekropol, yerleşimin kuzeyindeki vadi kenarında bulunan kayalıklardaki kaya mezarlığıdır. Kentin çevresindeki Roma dönemi nekropolleri, genellikle çok tonozlu oda mezarla ve lahitlerden oluşmaktadır.

Lahitler, kentin güneyinden çıkan yol boyunca yoğundur. Oda mezarlar ise, kentin kuzey ve kuzeybatısında çoktur.

Kent merkezindeki cadde kenarlarında da anıt mezarlar görülür. Roma dönemi anıt mezarları, kentin merkezinde yol boylarında dizilmiştir.

Ancak, Rhodiapolis kentindeki en önemli mezar, Tiyatronun sahne binasının arkasında bulunan Opramoas anıt mezarıdır.

KAYA MEZARLAR:

Şehirde 26 tane kaya mezar varlığı tespit edilmiştir. Ancak bu mezarların sahiplerinin yaşamlarına ait bir mimari kalıntıya henüz rastlanmamıştır.

KONUTLAR:

Kentin en çok dikkat çeken özelliği, küçük taşlardan harçlı ve harçsız olarak yapılmış ve günümüze kadar ulaşan çok sayıdaki yapıdır. Değişik ölçülerdeki bu yapıların birçoğu özel kişilere ait evlerdir.

AKROPOLİS:

Kumluca Rhodipolis Akropolis Bizans Kilisesi

Bizans Kilisesi:

2009 yılında yapılan kazı çalışmalarında, kilisenin apsis ve hema kısmı, pastaphorium odaları, kuzey nefin tamamı ve kilisenin kuzey doğu köşesine bitişik şapelde kazı çalışmaları tamamlanmıştır.

Yapılan çalışmalara göre, kilisenin Akdeniz Bölgesi, erken Bizans dönemi bazilikal planlı kiliselerinin tipik örneklerinden birisi olduğu anlaşılmıştır.

Kilisenin MS 5’nci yüzyıla ait olduğu tahmin edilmektedir. Erken Bizans dönemine yani MS 11-12’nci yüzyıllara kadar kullanılmıştır.

Kilise, Akropol düzlüğünün merkezinde konumlanmıştır. Doğu-batı uzanımlıdır. Narteksi yoktur. Batı girişli ve üç neflidir. Apsisin içinde 6 basamaklı syntronom vardır.

Yapının uzunluğu yaklaşık 25 metredir. Naos, iki sütun ile üç nefe ayrılmıştır. Yapının orijinal üst örtüsü ahşaptır. Kilisenin cephesinde üç giriş vardır. Bunlar Roma dönemi yapılarında devşirme bloklarla örülmüştür.

Kilise bölümlerinden bazılarının zeminleri mozaik, bazıları ise taş kaplıdır. Mozaik döşemede: beyaz, kırmızı, mavi, sarı renklerde tessera kullanılmıştır.

Bu bölümde, günlük kullanım amaçlı seramikler de bulunmuştur. Az sayıda fresko parçalarına rastlanmıştır. 

Bir piskoposluk merkezi olan Rhodiapolis şehrindeki bu büyük kilise, muhtemelen şehrin katedrali yani piskoposluk kilisesiydi.

Şapel:

Yapının kuzeydoğu köşesinde 5.80 x 4 metre ölçülerinde bir şapel vardır. Şapelde: dolgudan mavi, beyaz ve kırmızı renklerle boyalı fresko parçaları ve iki kırık sütun gövdesi bulunmuştur.

Konutlar:

Kilisenin kuzeyine bitişik olan ve doğrudan kuzey nefin doğru kısmına, bir kapı ile açılan yapının da, muhtemelen piskopos konutu olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak: kilise, piskoposluk konutu ve şapel, birbirine bağlıdır.

KARACAÖREN:

Karacaören beldesi, Kumluca merkeze 30 km uzaklıktadır.

KORMOS:

Karabük Mahallesindedir. Kumluca merkezin 20 km kuzeyindedir ve bu bölgede bulunan 3 kent arasında, ilk varılan kenttir.

Kent: Alakır nehri ve vadisinin doğusundadır. Günümüzdeki Karabük yerleşiminin eteklerine kadar uzanmaktadır. Sarp bir tepenin sırt kısmında kuruludur. Bu sırt, güneye doğru 2 km devam eder.

Tepedeki yerleşim, yaklaşık 450 metre uzunlukta ve 30 metre genişliktedir. Binaların çoğunluğu bitişik nizamda yapılmıştır.

Yol olarak kullanılan alan, yok denecek kadar azdır. Ancak tepeye çıkarken rastlanılan kalıntılar, aslında yerleşimin daha geniş bir alana yayıldığını göstermektedir ve hatta Alakır nehrinin kıyısına kadar uzandığı tahmin edilmektedir.

Sırt üzerinde bulunan kalıntıların hepsi, tahrip edilmiş ve yağmalanmıştır.

Yerleşim yerinde, buranın kent olarak düzenlendiğini gösterir kamu binaları kalıntıları görülmemiştir.

Bu yüzden, burası muhtemelen Bizans döneminde bir köy kent veya kuleye sahip çiftlik yerleşimidir.

Belki de kıyıdan iç kesimlere giden ticaret kervanlarının uğradığı veya sığındıkları tahkimli bir yer olmalıdır.

Bölgede mezar yapısına rastlanmamıştır.

Evet, sonuç olarak, burada Bizans dönemi sonrasına ait herhangi bir kalıntıya rastlanmamıştır. Bölgenin, MS 7’nci yüzyıl civarında Arap akınları nedeniyle boşaltıldığı düşünülmektedir.

Kentin günümüze ulaşan en önemli yapı kalıntısı: batı sırtta kule olması muhtemel yapı mimari parçalarıdır. Dağlık Likya ve Kilikia bölgelerinde, kuleler: gözetleme, savunma, saklanma, barınma ve depo görevi görmek üzere inşa edilmiştir.

Bu kuleler, yerel halkın ve malları için korunaklı mekanlar olarak kullanılmıştır.

Kormos kentindeki kule de, kayalık bir tepenin zirvesinde yani savunmaya elverişli bir yerde yapılmıştır. Kule, günümüzde de, ovayı gözetleme açısından ve saldırıya karşı savunma özelliği bakımından değerlendirilmektedir.

Kumluca Akalissos

AKALİSSOS:

Ören yeri, Kumluca merkezinin yaklaşık 25 km kuzeyindedir.

Karacaören köyünün Asarderesi ile Gavuristanlık Mahallesindedir. Kumluca’dan kuzeye, Alakıra giden yolda, iki kent arasında kalmaktadır. Alakır vadisinde, Asar deresi denen derenin ayırdığı vadinin iki tarafında yerleşiktir.

Günümüzde, şahıslara ait bağ ve bahçe olarak kullanılan araziler içinde kalan antik kentte, tahribat ve yağma oldukça fazladır.

Ana yolun diğer tarafı yani dere yatağının kuzeyinde kalan dik kayalık bölünde, şehrin mezarları yani nekropol alanı vardır. Akalissos antik kenti kalıntıları, İdebessos’a 2 km mesafededir.

Burası bir Likya kentidir ve Likya birliğine üyedir.

Patara kentinde bulunan ve aslen askeri amaçla yapılan yolların güzergah bilgilerinin işlendiği “Stadiasmus Patarensis Anıtı” üzerinde, Akalissos ve Kormos kenti arası uzaklık 24 stadion yani yaklaşık 4.5 km olarak yazılıdır.

Kentte bulunan bir yazıtta: “Akalissos, Arykanda, Kyaneai ve Korydalla Halk Meclisleri tarafından onurlandırılan Oreios, bir heykel diktirmiştir. Oreios grammateusluk, eşi Aridesa ile birlikte İmparator rahipliği ve çeşitli görevler yapmışlardır.

Söz konusu yazıt Roma İmparatorluk dönemine tarihlenmektedir.

Kent: kaya mezarlarının bulunduğu tepenin etrafına açılan yol ile sınırlandırılmıştır.

Güney ve güneydoğu yamacında, alt kodlarda, ana kayanın düzleştirilmesiyle oluşmuş teras duvarları görülür.

Kentin kuzeyi ve güneyi arasında, dere yatağının yanında, bölgeye ulaşımı sağlayan modern yol yapılmıştır ve doğu batı yönünden bölgeden geçer.

Güneydeki tepeye bu yoldan itibaren ulaşım sağlanmış olmalıdır, çünkü izler bulunmaktadır. Ancak kuzeyde kalan kaya mezarlarına ulaşmak mümkün olmaz.

Güneydeki tepe sırtlarında bulunan lahitler, burada ayrı bir nekropol alanı bulunduğunu gösterir. Lahitlerin çevresinde başka yapılar yoktur. Yani, kent ve Nekropol iç içe değildir.

Lahitler, Roma dönemine tarihlenmektedir.

Kuzeydeki tepe yamaçlarında ilginç kaya mezarları bulunur.

Kente ait yapı kalıntıları, çalılık ve ağaçların arasına gizlenmiştir, tepenin güneydoğu yamacında yoğundur. Ancak büyük tahribat nedeniyle, yapıların mahiyeti ve fonksiyonlarını tespit etmek mümkün değildir.

Öte yandan, alanda her yapı parçasının yanında veya civarında kaçak kazılar yapıldığı görülmektedir. Özellikle kentin güney tarafı, tamamen özel şahısların mülkiyetindeki arazilerin içinde kalmaktadır.

Antik kaynaklara göre: Roma döneminde, şehir komşuları olan İdebessos ve Kormos ile siyasi birlik oluştururmuştur.

Çünkü söz sahibi olabilmek ve aynı zamanda kendi aralarında ekonomik geçim ve güvenliği sağlamak istemişlerdir.

MS 141 yılında, tüm bölgeyi etkileyen depremde ağır hasar görür.

Rhodiapolis kentinin vatandaşlarından ve Likya’nın en zengin kişisi Opramos’un maddi katkıları ile yeniden inşa edilir. Bu durum, Rhodiapolis kentinde bulunan ve Opramoas anıtı adıyla bilinen yazıtta yazılıdır.

Akalissos kentine ait en önemli buluntular:  Gardianus zamanında basılan sikkelerdir.

MS 242-244 yılları arasında, III Gordianus ve eşi Tranquillina zamanında kentte sikke basılır ve bu bronz sikkelerin üzerinde, Akalissos kentinin ismi ve Gordianus ile eşinin adı basılmıştır.

Bizans döneminde, Hıristiyanlığı seçen kentte, 2 tane kilise bulunmaktadır ve Piskoposluk merkezi olmuştur.

Kent alanında, yüzeyde ise bol miktarda keramik kalıntısı bulunmaktadır. Bunlar muhtemelen günlük kullanımda kullanılmış, basit ve sade işçilikli ve irili ufaklıdır. Bu kalıntılar Bizans dönemine aittir.

Evet, şehrin tarihi geçmişi incelendiğinde: MS 7 ve 8’nci yüzyıllardan sonra yerleşim olmamıştır.

Günümüze kalan kalıntılar:

Ören yerinde derenin diğer yanında, Akropole bakan tepe üzerinde şehrin en önemli kalıntıları bulunmaktadır.

Burası, doğal özellikleri nedeniyle şehrin nekropol alanı olarak kullanılmıştır. Nekropol alanı, İdebassos şehrindeki gibi ormanlık arazide değildir.

İki tepenin kayalık yapısı nedeniyle, burada kaya mezarları bulunmaktadır. İki ayrı kodda bulunan 8 kaya mezarı görülmektedir. Ancak bu kaya mezarlarının mimari stili, Likya özellikleri taşımaz.

Akropol tepesinin üzerindeki yapılar ise büyük tahribata ve yağmaya uğramıştır.

Nekropol alanındaki lahitler, yerel kireç taşından yapılmıştır. Hepsi Roma dönemine aittir. Lahitlerde, komşu şehir İdebassos’dakilere benzer, kalkan motifleri ve tekne kenarlarında kabartma süslemeler vardır.

Lahitlerin alt kısmında, basamaklı podyumların bulunduğu görülür. Bu lahitler günümüzde şahısların şahsi arazilerinde bulunduğu için, sınır taşı, hayvan besleme ve depo amaçlı olarak kullanılmıştır.

Evet, bu mezarlar dışında, bölgede yapılan araştırmalarda, sağlam kalabilmiş bazı yapı parçalarının, kentte, büyük kamusal yapılar inşa edildiğini göstermesi açısından ilginçtir. Kentin önünden dere geçmesine rağmen, kentte sarnıç kalıntıları bulunmaktadır.

Akropol tepesinin doğu yamaçlarında ise, sur duvarlarına ait izler görülmektedir.

Kumluca İdebassos

İDEBASSOS-KOZAĞACI

Kozağacı köyü yakınlarındadır.

Kumluca merkeze 21 km uzaklıktadır. Ancak ulaşımı zordur, çünkü ören yeri ormanlık bölgededir.

Kentin isminin muhtemelen, arkasındaki en yüksek dağdan kaynaklanmıştır.  Kentin arkasındaki dağlık alanda, bölgenin en yüksek tepesi olan “Kızlarsivrisi” vardır. 

Çevresindeki tarım arazilerinden ve daha çok ormanlardan geçimini sağlayan bir Doğu Likya dağ yerleşimidir.

Kent, Likya Birliğinin bir üyesi olarak bilinir. Doğu Likya bölgesinin kuzeyindeki dağ yerleşimleri ve kıyı kentlerini birbirine bağlayan yol üzerinde olması nedeniyle önem kazanmıştır. 

Roma dönemi sonrasında ise, kentin ismi “Edebessos” olmuştur. Hıristiyanlık döneminde Myra Metropolü içindedir. İsmi ise “Lebissos-Lemissos” olan bir Piskoposluk merkezidir.

Günümüze ulaşan kalıntılar arasında:

Kentte, klasik dönem ve öncesine ait hiçbir veri yoktur. Sadece bir sikke de kentin ismi geçmektedir. Yine kentteki günümüze ulaşan kalıntılarda: kaya mezar yoktur.

Ayrıntılı arkeolojik araştırma yapılmamıştır, sadece yüzeyde görülen yapılan incelenmiştir. Yüzeyde yoğun olarak görülen Roma ve Bizans dönemi seramikleri yanında, tek ele geçen buluntular bronz heykelciklerdir.

1989 yılında ele geçen ve halen Antalya Arkeoloji Müzesinde bulunan bir define içinde: Likya’nın binicisi Men olan tek atlı heykelcik, Likya’da oldukça popüler olan 3 tane Kakasbos-Herakles heykelciği, 1 atlı heykelcik ve binicileri olmayan 3 at heykelciği bulunmaktadır.

Bu heykelcikler: atlı tanrı figürlerinin yaygınlık kazandığı, MS 2’nci yüzyıla tarihlenmektedir.

Ancak İdebassos şehrindeki kalıntılardan, tanrılara yani kültlere ait bir kabartma, tapınak veya yazıt bulunamamıştır.

Tiyatro:

Helenistik dönemde var olduğu bilinen tiyatronun, boyutları ve planı bilinmemektedir.

Agora:

Bütün yapılar arasında kalan bölgedir.

Nekropol:

Kendin ana caddesi boyunca uzanır.

Evler:

Kentin yaşam alanı olan evler, harabe halindedir.

 

SARAYCIK

Ören yeri, Söğütcuması köyü ile Gölcük köyü arasındadır. Kumluca merkeze 43 km uzaklıktadır.

Kalıntıların tam ortasından, maalesef asfalt yol geçmektedir.

Pek çok yapı ve kalıntı, gerek doğal şartla ve gerekse kaçak defineci kazıları nedeniyle harap olmuştur.

Kumluca Kitenaura

KİTANAURA-KİTHANAURA:

Saraycık mevkiinin kuzeyindeki tepe ve yamaçlarda kurulmuştur.

Antik çağda yazılan hiçbir eserde, şehirden söz edilmemektedir. Bu yüzden şehrin geçmişi bilinmez.

Şehir ilk olarak 1842 yılında subay olan iki gezgin tarafından keşfedilmiştir.

1898 yılında ise, bölgede bir hazine bulunmuştur. Hazinede, 31 adet Helenistik dönem sikkesi vardır. Bu sikkelerden, 9 tanesi “Kitanaura” sikkesidir. Bu sikkeler, Kitanaura şehrinde; Helenistik dönemde sikke basıldığını göstermektedir.

Bu sikkelerle birlikte, Patara şehri kazılarında ele geçen “Stadiasmus Patarensis” (yol taşı) geçen yol güzergahına göre, günümüzde Saraycık bölgesinde bulunan kalıntıların, Kitanaura şehrine ait oluğu kabul edilmiştir.

Patara şehrinde bulunan Stadiasmus Patarensis’e göre, Kitanaura şehri, İdebessos şehrine 17-18 km uzaklıktadır ve Termessos egemenlik sınırları içindedir.

Evet, yol taşında verilen güzergaha göre, Kitanaura şehri, İdebessos şehrinin 20 km doğusundadır.

Antik şehir kalıntıları: Limyros nehrinin bir kolu olan “Gönen Çayı” nın yukarısında, küçük bir dağ platosunun üzerindedir. Rakımı 1300 metredir.

Kentin tarihi süreçteki konumuna bakıldığında: MS 1’nci yüzyılda, Romalılar ve bölgedeki korsanlar arasında yapılan çatışmalarda korsanların başı Zenikeles’in yanında yer aldığı, korsanların yenilmesinden sonra ise, Roma tarafından cezalandırılan kentin, Termessoslulara verilmiş olduğu tahmin edilmektedir.

Kentin, Roma dönemine ait sürece ait herhangi bir bilgi yoktur. Sadece kentin çevresinin surlarla çevrili olduğu bilinir. Bizans döneminde ise, şehir Perge Metropolitliğine bağlı bir Piskoposluk merkezidir.

Kumluca Kitenaura Günümüzdeki Kalıntılar

GÜNÜMÜZDEKİ KALINTILAR:

Günümüzde şehirdeki kalıntılar: doğu-batı yönünde uzanan Akropol üzerinde ve Akropolün güney ve batı eteklerinde yayılmıştır.

Surlar:

Surların farklı dönemlerde yapıldığı ve en erken evresinin MÖ 1’nci yüzyıla ait olduğu anlaşılmıştır. Akropolün güney yönünden başlayan surlar, güney-batı yöndeki ana girişe kadar devam eder.

Mimari stillerine bakılarak Helenistik döneme tarihlenirler.

Güney giriş: bu surlarla benzer nitelikte işçilik gösterir. Bu nedenle güney girişin aynı dönemde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Surların diğer bir bölümü ise, daha uzundur ve çeşitli nedenlerle yıkılan orijinal surların yerine, muhtemelen Roma döneminde yapılmıştır.

Bu döneme ait surlarda kullanılan bloklar, bu kez kaba işçilikle kesilmiş ve aralarında harç kullanılmıştır.

Surlar bazı bölümlerde 3 metreye kadar günümüze ulaşmıştır. Surlarda kuleler kullanılmamıştır.

Günümüzde mevcut surlar 1.30 metre kalınlığındadır. Sur duvarları Akropolü çepeçevre dolanırlar. Ancak zaman içinde yer yer yıkılmıştır.

Kumluca Kitenaura Agora
Agora:

Geç Helenistik dönemin merkezidir ve önemli yapıları barındırmıştır. Burada birbirine bitişik üç yapı, alışveriş ile ilgili mekanlar olarak tanımlanmaktadır. Agora: birbirine bitişik üç mekan ve benzer planlı iki kamu yapısından oluşmaktadır.

Agora alanına daha sonra bazı yapılar eklenmiştir. Batı yönüne oldukça büyük ölçülerde ve üç nefli bir bazilika eklenmiştir.

Akropol:

Akropol, denizden 1300 metre yüksektedir. Çevresi surlarla çevrilidir. Akropol’de 3 kapı vardır. Ancak asıl giriş güney batıdadır. Akropolde: güney kent girişi, resmi yapılar, dükkanlar dışında kalanların hepsi tahrip olmuştur. Bazı yapılarda, çok sayıda devşirme malzeme kullanıldığı görülür.

Güney Girişi:

Helenistik dönem yapısıdır. Basamaklar ve kapı, düzgün ve iri bloklarla oluşturulmuştur. İki yönde, ana kayaya açılmış nişler görülür. Kapıdan içeri girilince, sağ yanda bulunan yapının, girişin savunulmasına yönelik olduğu tahmin edilmektedir. Bu yapının doğu  duvarı, ana giriş kapısının duvarıyla bitişiktir.

Kumluca  Kitenaura Bazilika
Bazilika:

Akropol’ün güney batısında, Bizans dönemi bazilikası kalıntıları görülebilir. Bu bazilikanın üç girişi, narteksi, üç nefi ve apsisi bulunmaktadır.

Bazilikanın kuzey yanında ise, büyük ve dikdörtgen, şehirdeki en büyük sarnıç vardır. Bazilikanın apsis genişliği 5.60 metredir. Ön avlusu ise, 4.85 metredir. Neflere ait sütunların çoğunluğu çevreye yayılmıştır.

Dıştaki duvarların kalınlığı 0.80 metredir. Ancak bu duvarlar temel seviyesine kadar yıkıktır. Sadece kuzeybatı köşede, üç sıra blok durmaktadır. Yan duvarlar, düzgün kesilmiş iri bloklarla örülmüştür.

Merkez Bazilika:

Diğer bazilikadan ayrı olarak Akropolün kuzey doğu ortalarında ikinci bir bazilika vardır. Bu bazilika üç neflidir ve oldukça nitelikli bir mimariye sahiptir. Nefleri ayıran sütunlar ve başlıkları, oldukları yerlerinde devrik durumdadır.

Bunların incelenmesi sonucunda, yapının Roma dönemin bazilikası olduğu ve Hıristiyanlıkla birlikte kilise olarak kullanıldığı düşünülmektedir.

Nekropol:

Akropolün aşağısında, batı ve kuzey yönlerde oluşturulmuştur. Modern yani yakın geçmişte yapılan asfalt yol, nekropol alanını ikiye ayırır. Nekropol alanında çeşitli özellikleri olan lahitler ve anıt mezarlar bulunmaktadır.

Bunlar: 7 anıt mezar, 2 khamosorion, 2 kaya osthotheki ve 98 tane lahit mezardır. Lahitlerin bir kısmı yalın, diğerleri ise bezemelidir. Çoğunlukla kalkan kabartmalı iken, az sayıda örnek figürlü bezemelere sahiptir.

Tespit edilen 11 kaya osthotheğinin 3 tanesi yuvarlak forumludur.

Nekropolde, çeşitli mezar tiplerinin bir arada ve karışık kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu karmaşık yapı, aslında sosyal ve ailesel ilişkilerin yansımasıydı.

Anıt mezarlar arasına lahitler yerleştirilmiş, kayaların uygun olduğu yerlere de osthothekler açılmıştır.

Anıt mezarların ikisi, aşırı tahrip olmuştur. Modern yolun hemen altındaki anıt mezar ise çok iyi korunmuştur. Nekropoldeki  en ünlü mezar “Saraycık Heroon” udur.

Saraycık Heroon:

Nekropolün doğu kesimindedir. Modern yolun alt bitişiğindedir. Günümüze sağlam bir şekilde gelmiştir.

Heroonun güney ve kuzey duvarı, mezarın doğu duvarına birleştirilen yapılar bütünü, girişleri bağımsız v iç duvarları ortak olan 3 mekandan oluşur. Bu düzenleme, Heroon yazıtında belirtilen “Mezarın ön tarafında kutsal bir alan oluşturuldu” ifadesini sağlamaktadır.

Üç mekandan oluşan ve ayrı girişleri bulunan bu yapının işlevi tam olarak belirlenememiştir. Ancak muhtemelen mezar olmasının yanı sıra mezarlık görevlilerine ait olabileceği de düşünülmektedir.

Yapı, duvarları boyunca işlenen mezar sahibi kahramanın uzuvları ve pusatlarından (kalkan, mızrak, kol, bacak, kafa ve benzeri) oluşan nitelikli kabartmalarıyla ilgi çekmektedir. Böylece Heroon anlamıyla bütünleşmektedir.

Hamam:

Akropolün güneybatısında, orman yolunun hemen kenarındadır. 7 bölümden oluşur. Bazı bölümler, çatı seviyesine kadar günümüze ulaşmıştır. Şehrin en kaliteli yapısıdır. Ancak hamamın bu kadar büyük olması ilgi çekicidir. 700 metre kare büyüklüktedir.

MAVİKENT KASABASI:

Mavikent kasabası: Kemer, Tekiroğva, Çıralı, Olympos, Adrasan hattından gelerek, Finike-Kaş istikametine giden turistlerin uğrak yeridir.

Mavikent kasabası ve Finike arasındaki sahil şeridi: yöre halkı tarafından yapılmış ahşap evler yani obalarla doludur.

Bölgede kıyının, ormanla iç içe olması yörede yoğun bir günübirlik turizm faaliyetinin yaşanmasına sebep olmaktadır. Mavikent Belediyesi, bu bölgede her türlü düzenlemeleri yapmıştır. Sahil boyunca, Karaöz’e kadar uzanan yol asfaltlanmış ve yol güzergahı ağaçlandırılmıştır.

Kumluca Mavikent Tabiat Parkı

MAVİKENT TABİAT PARKI:

Kumluca merkeze 15 km uzaklıktadır.

Tabiat parkı olarak ilan edilmeden önce, daha çok yöre insanı tarafından mesire yeri olarak kullanılıyordu. Burada oldukça uzun bir ormanlık alan bulunmaktadır. Yani oldukça büyük bir park alanıdır. Toplam alanı 420 dekardır.

Yapılış amacı: sahada kumul ağaçlandırması yapılarak gerek sahil kumlarının ana maddesi olan ince kumun rüzgarla savrularak her türlü araziyi örtmesi ve zamanla büyüyerek ana rüzgar yönündeki araziler için tehlikeli olmasının önlenmesidir.

Sahilde, Belediyeye ait çok güzel bir çay bahçesi vardır. İlaveten çok bakımlı bir havuz, piknik masaları, kamelyalar, restoran gibi tesisler bulunuyor.

Kumluca Taşlık Burnu-Gelidonya Burnu

TAŞLIK BURNU-GELİDONYA BURNU-KIRLANGIÇ BURNU:

Taşlıkburnu: Mavikent ile Adrasan arasında küçük bir yarımada şeklindedir. Taşlıkburnu mevkiinin doğu tarafında ise, Suluada bulunmaktadır. Taşlıkburnu mevkiinin batı tarafında: “Korsan Koyu” vardır.

Antik kaynaklarda, burası “Hiera Burnu” yani “Kutsal Burun” olarak isimlendirilmiştir. Piri Reis tarafından yapılan haritalarda buradan “Şilden Burnu” diye söz edilir. Fenerin bulunduğu burnun, ön tarafında dikine sıralanan ve üzerinde yaşam olmayan 5 ada bulunmaktadır.

Gelidonya burnu: ters akıntılar nedeniyle, Pamfilya denizinin yani günümüzdeki ismiyle Antalya körfezinin en tehlikeli yeridir. Antik dönemde sayısız gemi, kayalara sürüklenerek batmıştır. Böylece Taşlık burnu, tam bir sualtı mezarlığına dönüşmüştür.

1960 yılında burada yapılan su altı araştırmalarında 30 metre derinlikte bulunan MÖ 15’nci yüzyıla ait gemi kalıntıları, günümüzde Bodrum Sualtı Müzesinde sergilenmektedir. Bakır ve bronz külçeler taşıyan Suriye ticaret gemisi, Gelidonya burnu önündeki kayalıklara bindirdikten sonra batmıştır.

Kumluca Gelidonya Feneri

Gelidonya Feneri-Taşlıkburnu Feneri:

Gelidonya feneri, yolu olmayan, sarp ve dik kayalıklar üzerinde kuruludur. Fenerin yapımına Fransızlar tarafından 1934 yılında başlanmış ve 1936 yılında tamamlanmıştır.

Türkiye kıyılarının en yüksek feneridir.

Fenerin denizden yüksekliği 237 metredir, bu yüksek konumu nedeniyle Türkiye’nin en yüksek feneri olarak kabul edilmektedir. Denizden 3 km içeridedir. Fenerin yerden yüksekliği 9 metredir. Görünüş uzaklığı 10 mildir.

Fenerde elektrik yoktur. İlk yıllarda gaz yağı, daha sonra ise LPG tüpü kullanılmış, 2017 yılından sonra ise güneş enerjisiyle elektrik sağlanmıştır. Fenerde: fener ve gardiyan binası, Ulusal Miras olarak tescil edilerek koruma altına alınmıştır.

Fenerin bakımını üstlenen aile için fenerin yanında iki odalı bir lojman bulunmaktadır.

Korunması: Kıyı Emniyet ve Gemi Kurtarma İşletmeleri tarafından sağlanmaktadır.

Ayrıca fenerin önünde bir çardak bulunmaktadır. Bu çardak, 2004 yılında güneş tutulmasını izlemek için bölgeye gelen Amerikalılar tarafından, fenerin bekçisine yaptırılmıştır.

Buradan günümüzde güneşin batışını izlemek muhteşem güzeldir.

2007 yılında Gelidonya feneri ve önündeki manzara, Türkiye’nin en güzel manzarası seçilmiştir.

Kumluca Gelidonya Feneri
Ulaşım:

Bence denemeyiniz, ulaşım oldukça zordur. Yine de mutlaka gitmek isteyenler için güzergah şöyledir. Antalya-Kumluca karayolu, Adrasan sapağına girilir ve yaklaşık 8 km ilerledikten sonra, Adrasan merkeze varılır, Adrasan merkezden dar ve zorlu bir karayolundan 5 km daha gidilir, sonra Korsan koyu ve Gelidonya feneri tabelaları görülür, buradan itibaren 5 km yürümek gerekir.

Ancak aracınız ile devam etmek isterseniz, bir süre daha orman yolunun sonuna kadar araçla gidebilir, sonra aracınızı bırakıp yürümek zorunda kalırsınız.

1 metre genişliğindeki patika yol, yaklaşık 2 kilometredir ve 1 saat civarında sürer. Özellikle bu yol üzerinde herhangi bir su kaynağı yok, yani mutlaka su takviyeli gitmelisiniz.

Likya Yolu:

Antik Likya yolu, Efes şehrinden başlar ve fenerin önünden geçerek ilerler. Bu yüzden, bahar ve yaz aylarında buradan gelip geçen eksik olmuyor.

Kumluca Karaöz Mevkii

KARAÖZ MEVKİİ:

Kumluca merkeze 25 km uzaklıktadır. Adrasan merkeze ise 15 km uzaklıktadır.

Karaöz mevkii, yazlık konutların çokluğu ile dikkat çeker.

Bölgedeki doğal güzellikler, deniz, kum ve güneş, yaz aylarında yerli ve yabancı turistleri buraya çekmektedir. Karaöz sahilinde: mangallı piknik yapılabilecek yerler var. Bölge sessiz ve sakin, deniz masmavidir. 

Ancak Karaöz normal bir kıyı kasabası olmasına rağmen, bölgenin en kötü yani düzenlenmemiş, bakımı yapılmamış sahili buradadır. 

Ancak denize girmek için Korsan koyu veya benzeri yerleri yakın yerleri, örneğin Mavikent veya Çıralı plajlarını tercih etmelisiniz.

Kumluca Korsan Koyu

KORSAN KOYU:

Mavikent mahallesi Karaöz Mevkiinde Gelidonya Feneri arasındadır.

Karaöz sahiline, yaklaşık 3 km uzaklıktadır.  Koya ulaşmak için stabilize yani toprak bir yol bulunmaktadır. Kumluca merkeze 26 km uzaklıktadır.

Buraya “Korsan Koyu” isminin verilmesinin sebebi: “Bir söylentiye göre, koyun yakınlarındaki Gelidonya burnunda ters akıntılar olması nedeniyle ticari gemileri akıntıya kapılıp kayalara çarpıp batmamak için doğal liman vazifesi gören bu koya sürüklenirlermiş.

Tabii sonrasında burada bekleyen korsanların ellerine düşerlermiş. Bu yüzden buraya korsan koyu ismi verilmiştir.

Kumluca Korsan Koyu

Olympos tanıtım yazısında da belirttiğim gibi, bir zamanlar buralarda Korsan Kralı Zeniketes ve buna bağlı birçok korsan bulunuyormuş ve bölgenin hakimi durumundaymışlar.

Piri Reis, 1521 yılında hazırladığı haritalarında, buraya “Karaöz Koyu” olarak isim vermiştir.

Kumluca Korsan Koyu

Evet Korsan Koyunun bir diğer özelliği: buranın Melanippe antik kentinin limanının burada bulunmasından kaynaklanmaktadır.

Korsan koyu, son yıllarda özellikle çadırlı kamp yapanlar tarafından yoğun tercih edilmektedir. Çadır kurmak ücretsizdir.

Kumluca Korsan Koyu

Ayrıca, günübirlik tatilciler de burayı tercih ediyorlar. Çadırınız yoksa burada bulunan işletmelerde kiralık çadır veya bungalovlar bulunmaktadır. Sonuç olarak, burası özellikle hafta sonlarında aşırı kalabalık olmaktadır.

Çünkü gelidonya deniz fenerinden önce denize rahat girilebilecek tek yerdir.

MELANİPPE-MELANİPPİON

Evet, Melanippe antik kentinin limanının Korsan koyunda bulunduğunu söylemiştim.

Antik kente: deniz veya kara yolu ile ulaşmak mümkündür. Kent ismini: Poseidon’un sevgilisi Melanippe’den alır. Kentin isminin anlamı: siyah at demektir.

Kent, günümüzde denizden yaklaşık 40 metre kadar yukarıda bulunmaktadır. Kentin bulunduğu buran, içerisinde birçok doğal liman barındırmaktadır.

Kent: Likya ve Pamphylia sınırında, Rodoslular tarafından kurulmuş, 5 koloni kentinden birisidir. Kent hakkındaki en erken tarihli bilgiler, Miletoslu Hekataios’a aittir.

Hekataios, kentin bir Pamphylia kenti olduğunu yazmıştır.

Gagai kentinden, 11 km uzaklıktadır. Ayrıca: Kyaneai kentinde bulunmuş, MS 135 yılına tarihlenen bir yazıtta da, Melanippe kentinin, Likya Birliğinin 15 kentinden birisi olduğu kayıtlıdır. 

MÖ 188 yılında Apameia Barışından hemen sonra, III Antiokhos’a karşı yürütülen savaşta, Melanippe, Rodos birliği içinde yer almıştır.

Melanippe kenti, Helenistik ve Roma devirlerinde önemini yitirmiş ve daha sonra Gagai kentinin denetimi altına girmiştir. Bazı kaynaklarda, Melanippe kenti Gagai’nin doğal mimanı olarak değerlendirilmektedir.

MÖ 1’nci yüzyılda, şehrin, bölgedeki diğer şehirler olan Olympos, Phaselis ve Attaleia ile birlikte, korsan Zeniketes’in yanında yer almış olmalıdır. Çünkü: MÖ 78 yılında Romalı Komutan Servillius komutasındaki donanma, Zeniketes’in güçlerini savaşta yenmiş, ardından Olympos, Korykos, Phaselis ve Attaleia şehirlerini korsanlardan almıştır.

Bu sırada, muhtemelen korsanları destekleyen Mellanippe şehri de ele geçirilmiştir. Romalı Servillius: bölgede korsanları destekleyen diğer şehirler gibi, Melanippe şehrini de cezalandırmış olmalıdır.

Bu yüzden, şehir muhtemelen Helenistik dönemin yüzyılında, halk tarafından terk edilmiştir. Toprakları ise, Gagai şehrine bağlanmıştır.

Takip eden Roma döneminde, şehre yerleşim olmuştur. Çünkü: kentin nekropolisinde az sayıda Roma ev tipi mezar bulunmaktadır. Ayrıca yüzeyde yine Roma dönemine ait keramik parçaları görülür.

Kent, asıl önemine Bizans döneminde kavuşmuştur. Kentin korunaklı doğal limanı, aynı zamanda kentin uzaktan görünmesini engelleyerek doğal koruma sağlamıştır.

Günümüze ulaşan kalıntılar:

Kentte günümüzde, Roma ve Bizans dönemine ait kalıntılar bulunmaktadır.

Ayrıca: kentte biri limanın yakınında, diğeri Akropolis’te olmak üzere iki büyük kilise kalıntısı vardır. Bunlar, Hıristiyanlık döneminde, Melanippe kentinde yerleşim bulunduğunu göstermektedir.

İlk Melanippe Piskoposu, kayıtlara 787 yılında geçen Piskopos Niketas’dır.

Ortaçağ’da kentin ismi “Sanctus Stephanus” olur.

Çünkü limanın kuzeybatısındaki düzlük alanda “Aziz Stephanus” için yapılmış ve temelleri günümüze kadar ulaşmış bir kilise bulunmaktadır.

Liman Basilikasının apsis bölümünde çeşitli dillerden kazınmış olan isimler, Melanippe şehrinin denizciler tarafından sık sık ziyaret edildiğini gösterir. Basilikanın girişinde: duvar üzerine kazılı birçok gemi grafittosu görülmektedir.

Çünkü Ortaçağ’da, Gelidonya Burnunun çevresinden dolaşmak son derece tehlikeliydi. Hatta, Arap kaynaklarında da yazılı bir olayda, bu burnun açıklarında, MS 842 yılında Abu Dinar isimli bir komutan yönetiminde, 400 gemiden oluşan donanmanın parçalandığı bilinmektedir.

Bu yüzden, Gelidonya Burnuna giriş ve çıkışlardan önce Mellanippe limanı, güvenli bir liman olarak ziyaret ediliyordu. Liman basilikasının duvarı üzerine kazınan gemi grafittoları da, denizcilerin Gelidonya Burnunu aşarken başlarına gelebilecek tehlikelere karşı korunmak için tanrıya yakarışlarını belgelemektedir.

Öte yandan, Aziz Stepnanus denizcilerin koruyucusudur.

Evet, liman ve limanın önemi hakkındaki bu ayrıntılardan sonra şimdi gelelim şehri tanıtmaya.

Melanippe antik kentinin, yüzeydeki kalıntılara bakılarak varlığını Ortaçağ sonlarına kadar sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Özellikle Hıristiyanlık ve Bizans devrine ait yoğun kalıntılar görülmektedir. Ancak kentin kesin olarak ne zaman terk edildiği bilinmemektedir.

Kent yerleşimi:

Kent yerleşimi, kuzeyden-güneye yaklaşık 200 metre uzunluğundadır. Kent yerleşimi, üç bölüme ayrılmıştır.

1’nci Bölüm:

Liman ve çevresindeki antrepolar ve hemen yanındaki Liman Bazilikasıdır.

2’nci Bölüm:

Burun üzerinde bulunan ve çevresi surlarla çevrili Akropolis bölümüdür. Akropolisi çevreleyen surlar, MS 5’nci yüzyılda yapılmıştır ve büyük kısmı sağlam olarak  günümüze ulaşmıştır.

Evler: birbirine ve kimi yerde surlara bitişik olarak yapılmıştır. Evlerin temelleri görülmektedir ve bazı yerlerde ise, bu temellerin 1 metreye kadar yükseklikleri günümüze ulaşmıştır.

Genelde iki katlı olan konutların, en altlarında ise tonozlu su sarnıçları bulunmaktadır.  Kentte su sarnıçlarının çok olması, kentte büyük su sıkıntısı çekildiğini göstermektedir.

Akropolis Basilikası:

Kentin merkezindedir. Yapının bazı duvarları 3 metreye ulaşmaktadır ve günümüze sağlam olarak ulaşmıştır. Bu yapının içi günümüzde tamamen otlar, taşlar ve ağaçlarla kaplanmış vaziyettedir.

Burada yine bir varsayımdan söz etmek gerekir, şöyle ki antik kaynaklarda kentte Melanippe kentinde bir “Athena Tapınağı” bulunduğu bildirilmesine rağmen, bu tapınak bugüne kadar bulunamamıştır.

Ancak Roma döneminde, basilika gibi dini yapılar antik dönem tapınaklarının üzerine kurulmuştur. Bu yüzden, bu basilikanın, Athena Tapınağı üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir.

3’ncü Bölüm:

Surların arkasında, doğu yönde kalan Nekropol alanıdır.

Yerleşimin kuzeybatısında, kumlu ve korunaklı bir sahil şeridi bulunmaktadır. Buranın genişliği sadece 20 metredir. Bu sahil şeridinde, içe doğru uzanan dar bir boğaz çevresinde muhtemel antrepo olarak kullanılan yerlere ait kalıntılar görülür.

Erken Dönem Bizans Bazilikası:

Kuzeybatıda, küçük bir kaya terası üzerinde, denizden 8 metre yüksektedir. Üç nefli bazilikanın, küçük bir ön avlusu vardır. Ancak bu bazilika, yukarıda sözünü ettiğim Haigos Stephanos bazilikasından daha küçüktür.

Bazilikanın güneyinde, ana kayaya oyulmuş işlik bölümünün ise, bir zamanlar zeytinyağı üretimi için kullanıldığı tahmin edilmektedir.

Şehrin ana girişi:

Şehrin ana girişi, doğu tarafındadır. Bu ana girişe bir cadde bağlanmaktadır. Caddenin genişliği 2.5-3 metredir. Burada bazı yapı kalıntıları seçilmekle birlikte, yoğun bitki örtüsü nedeniyle net bir yorum yapmak mümkün olmaz.

Ancak bu yapı kalıntılarının birçoğu Bizans dönemine tarihlenmektedir ve kırma  taş tekniği kullanılarak yapılmıştır.

Son bir not: Melanippe kentinin kendi adını taşıyan sikkeleri olduğu ve bu sikkelerin yörede yaşayanlar tarafından zaman zaman bulunduğu söylenmektedir. Gerçek olan tek şey, kentin kalıntılarının herhangi bir resmi arkeolojik araştırma olmadığı için işlevlerinin net olarak bilinmediğidir.

Tek gerçek, burada yaşayan yöresellerin kalıntıların ve binlerce yıllık sütunların üzerine yazıp çizdikleri iğrenç yazılardır.

Kumluca Papaz Koyu-Papaz İskelesi

PAPAZ KOYU-PAPAZ İSKELESİ:

Mavikent Mahallesi Karaöz Mevkiindedir. Karaöz mevkiine, 5 dakika uzaklıktadır.

Kumluca merkeze 19 km uzaklıktadır. Burası: Orman işletmesi ve Kumluca Belediyesi tarafından, kamp ve piknik alanı olarak düzenlenmiştir.

Kumluca Papaz Koyu-Papaz İskelesi

Arabanızı yol kenarına park ettikten sonra, aşağıya inmeniz gerekiyor. Yukarıdaki bölüm piknik yapmak içindir. Bu bölümde piknik masaları ve tuvaletler bulunuyor. Masaların yanında ise sabit mangallar vardır.

Piknik alanında yeteri kadar tatlı su çeşmesi de düzenlenmiştir. Çeşmelerden buz gibi su akmaktadır. Buranın en büyük eksikliği, elektrik ve aydınlatma olmamasıdır.

Yakınlarda market de yoktur. Buraya gelirken tüm ihtiyaçlarınızı karşılayarak gelmenizi öneririm.

Kumluca Papaz Koyu-Papaz İskelesi

Dev ağaçların altında, deniz kenarında çadır kurabilirsiniz. Ancak bir ayrıntıdan söz etmekte yarar var, özellikle Haziran-Temmuz gibi sezon aylarında, buraya aşırı günübirlik ziyaretçi olduğundan, akşamları çadır kurup, sabahları toplamanız istenebiliyor.

Bunu dikkate alarak gidiniz. Sahil kısmında: soyunma kabinleri, duşlar ve tuvaletler bulunur.

Kumluca Papaz Koyu-Papaz İskelesi

Sahil kısmı taşlık ve kayalıktır. Ancak oldukça küçüktür. Deniz suyu temiz ve dalgasızdır. Günün ilerleyen saatlerinde bazen dalga çıkabiliyor.

İlk girişte kaya ve taşlar vardır. Deniz içinde 10 metre ilerledikten sonra su derinliği boy yapmaktadır. Deniz suyu sıcaktır. Denizin ortasında büyük bir kaya kütlesi bulunmaktadır.

Adrasan gezilecek yerler

Olimpos gezilecek yerler

 

 

Ankara Polatlı Gordion

Ankara Polatlı Gordion Midasın Mezarı

Anadolu tarihinde önemli bir yeri bulunan Frigyalılara başkentlik yapmış şehir. Özellikle: burada, Midas’ın anıtsal mezarı mutlaka ilginizi çekecektir. Mezar yapısının içinde  bulunan; muhteşem genişlikteki ağaç kütüklerine dikkatle bakın. Şu anda, tamamen ağaçsız olan bu bölgenin, bir zamanlar muhteşem ormanlarla kaplı olduğunu düşünmemek elde değil.

ULAŞIM

Gordion şehri, Sakarya nehri ile Porsuk çayının birleştiği noktanın, tam yukarısında bulunan höyük. Ankara’ya uzaklık, yaklaşık 94 km. ve Polatlı’ya uzaklık ise, 29 km. dir. Ankara-Eskişehir kara yolunda, Polatlı’yı geçtikten sonra, yolun sağında kalan tabela ile, Gordion’a sapılır. Yaklaşık, 10 dakikalık bir yolculuktan sonra, kent höyüğü, Midas’ın mezar tümülüsü ve müzenin bulunduğu yere varılır.

TARİHSEL SÜREÇ

Ankara Polatlı Gordion: Arkeolojik verilere göre: MÖ. 1360 yılında, Anadolu ve Yunanistan çok şiddetli depremlerle sarsılır. Bu arada: birçok kent yıkılır. İşte, bu felaketten sonra, eski Yunanistan ve Makedonya’nın Trakya kavimleri, topraklarını terk ederek, yeni yurtlar aramak üzere yollara düşerler.

Bu dönemde; Anadolu’da hüküm süren, Hitit Krallığı ise, ülkeyi saran veba hastalığı ve isyan eden yerli kavimlerle uğraşmaktan iyice zayıflamıştır. Trakya’dan göç eden bir gurup, MÖ. 1200 yılında, boğazı geçerek, Anadolu’ya girer ve Anadolu’da Hitit hakimiyetine son verir.

Frigler, başkenti Gordion olan bir krallık kurarlar ve kurulan krallık kısa zamanda büyür ve Orta Anadolu’nun tümünü egemenliği altına alır. Krallığın, Gordion isimli bir kral tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. Mitolojik kuruluş öyküsünü, aşağıda anlatacağım.

Gordion kenti, krallığın başkenti olur. Frigler, barışsever bir toplumdur. Ağaç işçiliğinde, çok ileri giderler. Tarihte, ilk defa, metalden yapılmış, yaylı çengel iğneyi kullanırlar ve müzikle uğraşırlar. En parlak dönemi ise; kral Midas zamanında yaşanır.

Midas, şüphesiz çağının en ünlü krallarından biridir ve Asur çivi yazısı belgelerinde “Mita” olarak tanımlanır. Şehrin, kral yolu üzerinde bulunması, pazar ve konaklama yeri olarak uzun süre önemini korumasını sağlar.

7’nci yüzyılın başlarında, Gordion, Kimmerler tarafından işgal edilir. Birçok buluntu ve tümülüsler, 6’ncı yüzyılın sonuna kadar devam eden bu işgalin izlerini taşır. Daha sonra, MÖ. 333 yılında, Makedonya Kralı Büyük İskender tarafından, şehir kurtarılır ve yeniden onarım faaliyetleri başlar.

Daha sonraki tarih sürecinde, herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanılmaz. Bundan sonraki dönemde, Gordion’un önemini kaybettiği ve terk edilmiş gibi bir hale geldiği düşünülmektedir.

GORDİOS’UN KRAL SEÇİLMESİ VE KENTİN DÜĞÜMÜ

Gordion şehri için, bir kral seçilecektir. Kahinler, yeni seçilecek kralın, kente, dört tekerlekli bir yük arabası ile geleceğini söylerler. Derken, köylü Gordios, dört tekerlekli bir öküz arabası ile kente gelir. O günden sonra, köylü Gordios, adaletli kral Gordios olarak tarihe geçer.

Kral Gordios, ölmeden öne, kral olduğu gün bindiği ve onu kral yapan öküz arabasını, çözülemeyecek bir düğüm ile bağlar ve der ki ” bu düğümü çözen, tüm Asya’nın efendisi olacak”
Gordios ölür, peşi sıra pek çok kral gelir-geçer ama düğüm çözülemez.

Düğüm hakkındaki bir başka efsane ise, şöyle gelişir. Frigler, yöneticilerini belirlemek için yarışma düzenlerler. Bir kağnı arabasını, belirlenen bir tepede, en yükseğe çıkaran kişi, kral olmayı hak edecektir. Bu yarışmada, Gordios, kağnıyı herkes den daha yükseğe ve daha çabuk çıkarır ve geri düşmesin diye, kağnıyı sıkıca bağlar. Bunun üzerine, Gordios kral olur.

Kağnının bulunduğu yer, Gordios kenti olarak gelişir. Gordios kenti, Anadolu’dan geçen ve Mezapotamya’ya kadar giden, ünlü kral yolunun önemli merkezlerinden biri haline gelir. Gordios’un tepeye bağladığı kağnı ise, asırlarca ticaret yapanlar tarafından ziyaret edilir ve merakla izlenir, düğüm çözülmeye çalışılır.

Ama nafile. Kağnı, bulunduğu yere çok sıkı şekilde bağlandığı için, bu düğümü kimse çözemez, çözebilecek insanın ise, bütün dünyayı ele geçireceğine inanılır.

MÖ.333 yılında, Makedonya Kralı Büyük İskender, bölgeye hakim olan Persler’i yener ve Gordion kentini bağımsızlığa kavuşturur. Bir fetih dönüşünde, kışı geçirmek üzere kente uğrar. Gordios ve Midas’ın yönettiği, Frig krallığının başkenti Gordion; çözülemez düğümü ile ünlenmiştir. Büyük İskender, düğümü kendisine göstermelerini ister.

Düğüm; eski bir arabanın boyunduruğuna, kızılcık ağacı dallarıyla ve büyük bir ustalıkla atılmıştır ve o güne dek kimse tarafından çözülememiştir.

Ve yine, efsaneye göre: düğümü çözecek olan kişi, tüm dünyanın efendisi olacaktır. İskender, düğümü gördüğünde, çevresindekilerin şaşkın bakışları arasında, kılıcını çeker ve hızla düğüme vurarak, düğümü parçalar, ne düğüm kalır, ne efsane. Büyük İskender’in, düğümü çözmek için uğraşmak yerine, düğümü kılıcı ile kesmesi, dünyaya kılıçla hakim olacağını işaret eder.

Bu başarı karşısında, Makedon ordusu ve Frigyalılar, İskender’i Asya’nın efendisi olarak selamlarlar. Aynı zamanda, dünyaya hakim olunacağı efsanesi de gerçekleşmiş olur. Çünkü; o zamanda, bilinen dünya olarak kabul edilen tüm yerler ki ta Hindistan’a kadar, Büyük İskender tarafından ele geçirilmiştir. Büyük İskender, 13 yılda dünyanın hakimi olur ama genç yaşta da ölür.

Kral Gordios’un efsanevi arabası ve düğümün bulunduğu tapınak, antik kaynaklarda belirtilmektedir. Ancak, arkeolojik kazılarda, günümüze kadar bulunamamıştır.

MİDASIN KRAL SEÇİLMESİ

Tarihçi Arrianos’un yazdıklarına göre: Kral Midas’ın acı dolu hayat öyküsü şöyle başlar. Demir çemberli tekerleklerin aşındırdığı kral yolunda, bir gün, eski bir araba yol almaktadır. Arabayı kullanan genç, yaşlı annesi ve orman işçisi babası.

Annesinin doğduğu Telmessosu (bugünkü Fethiye) geride bırakalı günler olmuştur. Bey Dağları ve Toros Dağlarını aşıp, kuzeye Frig ülkesine doğru ilerlerler.
Frig kralı Gordios ölmüş, halk çok üzgündür.

Ancak, kralın yerine seçilebilecek kimse yoktur. Ülkenin ileri gelenleri toplanır ve kahinlerden yardım isterler. Kahinler; kente arabası ile giren ilk kişinin kral olacağının kehanetinde bulunurlar. O anda kente giren Midas, kral ilan edilir. O Midas, Frig ülkesinin iki kralından bir tanesidir. Frig kralları, ya Gordios ya da Midas ismi ile anılır olur.

MİDASIN EŞŞEK KULAKLARI EFSANESİ

Yunan tanrısı Apollon ile kır tanrısı Pan arasında, bir çalgı yarışması düzenlenir. Midas, yarışma jürisin oluşturan yargıçlardan biri olarak seçilir. Kır tanrısı: çaldığı kaval ile hoş sesler çıkarır. Tanrı Apollon ise; her çalgıdan üstün olduğunu düşünen lirini çalar ve herkes onu dinler. Yargıçlardan birincisi, dağ tanrısı Tmolos; kazanan çelengini Apollona verir.

Midas ise; kazanan çelengini, kır tanrısı Pan’a verir. Tanrı Apollon, Midas’ın bu yorumuna çok kızar ve ” güzel müziği ayırt edemeyen kulak, insan kulağı olamaz, sana eşek kulağı yakışır ” diyerek, Midas’ın kulaklarını eşek kulağına dönüştürür.

Bunun üzerine; her türlü seçimde ve tercihte, insanların beğendikleri yönünde değil, güçlü olan yönünde oy kullanmaları gerektiği hakkında, tarih öncesinden gelen bir sav doğar.

Midas, bir süre tanrı Apollon’un kendisine armağanı olan bu kulaklarını; bir külahın içine saklar. Ama, saçlarını kesen berber, sonunda Midas’ın kulaklarını görür ve kralın sırrını öğrenmiş olur. Ancak, bu sır insan ağzına sığmaz.

Berber büyük sıkıntılar yaşar. Dayanılmaz ızdıraplar içine düşer. Sonunda, sırrı, bir kuyuya söylemeye karar verir. Kuyuya eğilir ve ” Midas’ın kulakları eşek kulağı ” diye bağırır.

Sırrı; kuyudaki su, sazlara, sazlar ise rüzgara söyler. Böylece; bütün ülke, kısa zamanda, Midas’ın sırrını öğrenir. Daha sonra, halk, Midas’ın kulakları ile dalga geçmeye, hakkında gölge oyunları oynamaya başlar. Midas, artık bıkar ve kulaklarını kestirir. Ama, sonradan kulakları, sarmaşık gibi yeniden çıkar.

Kral Midas, tanrıya yalvarmaya başlar. ” Tanrım, benim bu kulaklarımı düzelt, ama bütün servetimi elimden al ” Tanrı, onu bağışlar ve Midas kulaklarını geri alır. Ama kimse görmeden, tanrı onun canını da alır ve mezara gömer. ( En büyük servetimiz sanırım yaşamımız? Lütfen bunun değerini çok iyi bilelim.)

Midas’ın masallara konu olan eşek kulakları; mitolojinin sihirli hikayeleri ötesinde, bir gerçeğe dayanmaktadır. Uzun kulakların sırrı; dönemin asillerini, sıradan halktan ayırmak için uygulanan bir yöntemle bağlantı kurulur. Sivri kafalıların asil, yada asillerin sivri kafalı olduklarına inanılır.

İdeal kafatasına sahip olabilsin diye, yönetici sınıf, bebeklikten itibaren başa bağlanan bir kafa kundağı ile büyütülür. Kral Midas’ın olduğu kabul edilen kafatasında, günümüzde yapılan teknolojik incelemelerde; hem bu garip kundağın izlerini, hem de kulak yerleri eğri ve yukarı doğru görülmektedir.

Ayrıca; kral Midas’ın kafatası üzerinde yapılan bilimsel çalışmalarda; Midas’ın, ana karnında, bir çeşit hastalığa yakalandığı ve kulak kanallarının asimetrik olarak doğduğu anlaşılmıştır. Asimetrik kulak yapısı, nadir görülen bir hastalık türüdür. Önden veya arkadan bakıldığında, bir kulağın diğerinden çok daha yukarıda veya aşağıda olduğu görülür.

Çirkin bir görünüm oluşturan bu hastalık, Midas’ın kafatasında belirgin izler bırakmıştır. Halkından utanan Midas, sürekli olarak, başına geçirdiği bir serpuşla gezer. Kulaklarını, hiçbir zaman göremeyen halkı ise, krallarının kulakları hakkında yorum yaparak, görmedikleri kulakları, eşek kulaklarına benzetirler.

DOKUNDUĞU HER ŞEYİ ALTINA ÇEVİREN MİDAS EFSANESİ

Şarap tanrısı Dıonısos’un yoldaşı Satıros, bir gün Frigya’yı gezerken, Midas’ın sarayının gül bahçesinde uyuyakalır. Midas’ın adamları, Satıros’u bulurlar ve Midas’ın yanına getirirler. Midas, Satıros’u, on gün on gece sarayında ağırlar.

Midas’ın konukseverliğinden çok etkilenen tanrı Dıonisos, kralın kendisine bir dileğini söylemesini ister. Kral Midas ” dokunduğum her şey altına dönüşsün, böylece daha zengin olayım ” der.

Midas’ın dileği, tanrı tarafından kabul edilir. Ancak, aynı gün gecesi yemekte, kral Midas, dokunduğu yiyecek ve içeceklerin altına dönüştüğünü görünce, tanrı Dıonısos’tan, bu uğursuz gücü geri almasını ister.

Midas’ın durumuna acıyan tanrı, krala Paktalos ırmağında yıkanmasını söyler. Bu ırmakta yıkanan Midas, tuttuğu her şeyin altına dönüşmesinden kurtulur. Ve o günden, bu güne, bu ırmakta bulunan altın parçacıkları, bu efsaneye bağlanır.

MİDASIN ÖLÜMÜ

Midas, kendisini görkemli ve zapt edilmesi imkansız bir başkente sanır. Ancak, bugün dahi, surları ve kale kapısı görenleri şaşırtan şehir, MÖ. 695 yılında, İran’dan gelen ve adeta çekirge sürüsü gibi Anadolu’yu işgal eden Kimmerler tarafından işgal edilir.

Midas, bu baskından sağ kurtulur. Ama o günden sonra, sıkıntılı bir hayat sürdürür. Gordion’lu Midas, tamamen tahrip edilen kent harabeleri üzerinde gezerken, mitolojiye göre, dayanamaz ve boğa kanı içerek intihar eder.

Uzmanlar tarafından, günümüzde; Midas’ın kafatası üzerinde yapılan incelemelerde: kafatasının iç yapılarında, büyük ölçüde değişiklikler tespit edilir. Kafatasının göz çukurunun sağ köşesinde, yukarı doğru giden bir kırık hattı görülür.

Alınan küçük bir kemik parçası, patoloji uzmanları tarafından incelendiğinde ise, kemik dokusunda, demir içeren ve kan elemanlarının kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Bunun sonucunda ise, kral Midas’ın, gerçek ölüm sebebinin, mitolojide belirtildiği gibi boğa kanı içerek intihar değil, başının sağ tarafına aldığı ağır bir darbe sonucu olduğu tespit edilmiştir.

Ankara Polatlı Gordion Kral Midasın Mezar Tümülüsü

Ankara Polatlı Gordion Kral Midasın Mezar Tümülüsü

KRAL MİDASIN MEZAR TÜMÜLÜSÜ

Kral Midas, Gordion kentinde yaşamış, efsanevi Frigya kralıdır. Kral oluşu gibi, yaşamı ve ölümü üzerine de mitolojik efsaneler vardır. MÖ. 695-696 yıllarında öldüğü tahmin edilmektedir.

Mezarın: bölgede sürü otlatan bir çoban çocuk tarafından bulunduğu söylenir. Çoban, tümülüsün üzerindeki büyük havalandırma deliğini oyarak, sallandığı ip ile, tümülüsün içine girer ve ahşap mezarı görür. Bölge yetkililerinin haber alması ile, resmi araştırmalara başlanır ve mezar ortaya çıkarılır.

Resmi kayıtlara göre ise: 1893 yılında, Alman arkeolog Alfred Körte, bu mezarı, Gordion’un mezarı olarak tanımlar, ancak ilk bilimsel kazılar, 1950 yılında Pensilvanya Üniversitesinden Rodney Yougn tarafından yapılır.

1950 yılında, kazı çalışmalarına başlanmış,  tümülüsün içine girmek için önce tepeden sondaj denenmiş ancak başarılı olmamıştır. Daha sonra, 1957 yılında Zonguldak’tan gelen maden işçileri, zeminden kazdıkları 80 metre tünel ile mezar kısmına ulaşılır. 1960 yılında ise, Türk mühendislerinin başarılı çalışmalarının ardından, mezar ziyarete açılır.

Son yıllarda elde edilen bulgulara göre, buranın Kral Midas’ın mezarı olmadığı kesinleşmiştir. Çünkü, Asur metinlerine göre, Midas, Frigya’da MÖ 718 yılında kral olmuştur. Mezarın yapım tarihi ise, MÖ 740 yılıdır. Bu durumda, mezarın, Midas’ın babası veya büyük babasına ait olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, Kimmer istilasından ardından: bu büyüklükte bir tümülüsün yapılamayacağı düşünülmektedir.

Evet, biz yine de alışılagelen ismiyle buradan söz edelim.

Kral Midas’ın anıt mezarı, bölgede bulunan tümülüslerin en büyüğüdür. Yapımının: 1-2 yıl sürdüğü tahmin edilmektedir.

Çapı: 355 metre olan bu tümülüsün yüksekliği ise 55 metreye yakındır. Ancak yapıldığında daha da yüksek olduğu ve zamanla erozyon nedeniyle yüksekliğinde düşmeler olduğu değerlendirilmektedir.

Anadolu’nun ve antik dünyanın ikinci yüksek tümülüsüdür. Anadolu’nun en yüksek tümülüsü: Manisa Sardes’te bulunan ve Lidyalılar tarafından yapılan “Alyettes Tümülüsü” dür.

Tümülüs: “Kurgan” geleneğine göre yapılmıştır. Buna göre: ölüler eşyaları ile birlikte gömülüyordu. Hatta sevenleri, mezarlara hediyeler bırakıyorlardı. Bugün, o bırakılan hediyeleri, birer tarihi eser olarak Gordion Müzesi ve Anadolu Medeniyetleri Müzesinde görmek mümkündür.

Büyük toprak yığını altındaki ahşap mezar, çok iyi durumdadır.

O dönemde, bölgede bulunan ve yaklaşık 800 yaşında kesildikleri tespit edilen, muhteşem kalınlıktaki ladin, sedir ve ardıç ağaçları ile yapılan ahşap, yığma mezar odası, hiç bozulmadan, günümüze kadar gelebilmiştir.

Tümülüsün gezilmesi

Tümülüsün içine girmeden bir bilgi vermek istiyorum. Müzeye girmeden önce tümülüse girmek isterseniz, kapıda bir görevli göremez ve doğrudan girmek isterseniz, hemen arkanızdan bir görevlinin koşarak geldiğini göreceksiniz.

Aslında, tümülüsün hemen kapısında “Müze girişinden bilet alınması gerektiği yazılı” ancak elbette istiyorsunuz ki, görevli kapıda beklesin gelenleri bilet alınması konusunda uyarsın, ancak elbette görevli kişi, burada beklemekten se, müzede dolanmayı tercih ediyor.

Evet: Müze girişinden bilet alıyorsunuz, bu bilet gerek tümülüsün ve gerekse müzenin gezilmesi için geçerlidir.

Tümülüse uzun ve dar bir koridordan giriliyor. Yaklaşık 100 metre yürüyüşten sonra mezara ulaşılıyor. Girişte, demir parmaklıklı kapı var, bu kapının hemen girişte solunda tümülüsle ilgili bilgilerin verildiği bir pano görülüyor.

Gayet iyi ışıklandırılmış, havadar tünelden ilerledikten sonra, mezar odasına ulaşılıyor.

 

Mezar Odası

Ancak, mezar odasına girmek mümkün değil, sadece küçük bir pencere gibi açıklıktan mezar odası görülüyor. Mezar odası: ardıç tomruklarından yapılmış, dört tarafı kapalı bir küp şeklindedir.

Özellikle, mezar odasını çevreleyen ahşap ve muhteşem kalınlıktaki ağaç kütükleri ilginçtir.

Mezarın duvarları, birbirine iyice uydurulup tutturulmuş olan, dört köşe yontulmuş tomruklardan yapılmıştır. Bu duvarlarda kullanılan tomruklar sarı çamdır.

Kazı sırasında giriş yolu açmak için kesilen mezar duvarının kalındığı 37 cm dir.

Mezarın dört yanındaki duvar kalınlığının da aynı olduğu varsayılır.

Duvarları oluşturan tomruklar, yontularak köşeli hale getirilmiş, birbirine çok muntazam şekilde uydurulmuş ve düzeltilmiştir.

Mezar odasının uzun kenarında, üst üste 8’er tomruk, diğer iki kenarında 9’ar tomruk kullanılmıştır.

Bu yontulmuş tomruklar arasındaki bağlantılar öyle sıkı ve düzgündür ki, çoğu yerlerde gözle fark edilir, bazı yerlerde ise ancak üstteki ve alttaki tomruk yüzeylerinin renklerindeki hafif farklılıklardan bunların ayrı tomruklar olduğu anlaşılır.

Duvarların iç yüzeyleri, keserle düzeltilmiş ve sonra zımparalanmıştır. Yüzeylerdeki keser izleri, ışığın uygun bir açıyla vurduğu bazı yerlerde görülebilir. Duvar yüzeylerinin zımparalanması, duvarların bütünüyle tamamlanmasından sonra yapılmıştır.

Duvarları meydana getiren, dört köşe tomrukların yükseklikleri, birbirinden farklıdır. 64 cm ile 22 cm arasında değişir.

Duvar yüksekliği tabandan itibaren 3.25 metredir.

Mezar odasının iç boyutları: doğu-batı doğrultusunda 5.15 metre ve kuzey-güney doğrultusunda 6.20 metredir.

Taban kısmı:

Odanın uzun ekseni boyunca, uzunlamasına yerleştirilmiş 14 tane kalastan oluşur. Bunların genişlikleri 20.5 cm ile 53.3 cm arasındadır. Ortalama kalınlık 33 cm dir. Bunlar, zemin malzemesi olarak kullanılan, çakıl bir altlık üzerine oturtulmuştur.

Üst Bölümü:

Odanın üstü, tomruklarla iki akıntılı çatı tipinde örülmüştür. Tomrukların odanın içine bakan yüzleri, düzgün şekilde işlenmiştir.

Dış Tahkimat:

Bu ahşap mezar odası, ayrıca bir dış tahkimatla korunmuştur.

Bu amaçla, oda işlenmemiş yuvarlak tomruklarla, ikinci bir duvar ve çatı örtüsü yapılarak, adeta bir kasa içine alınmış, dış ve iç duvarlar arasındaki boşluk da çakılla doldurulmuştur.

Mezarın yapımında kullanılan ağaçlar:

Mezarın yapılında kullanılan ağaçların seçimi, bu konuda o zamanlar üstün bir bilgi ve deneyim birikimi olduğunu gösterir.

Nitekim iç kısımlarda kullanılan yontulmuş porsuk, Toros sediri ve sarı çam, dayanıklı ve yontmaya elverişlidir.

Dış duvarları oluşturan ardıçların da sağlam, nem ve basınca duyarlı ağaçlar olduğu anlaşılır.

Ortam son derece nemli olmasına rağmen, bu ağaçların çürümeden nasıl günümüze kadar ulaştıkları bilinmiyor.

Bu mezar odasının üzerine 4 metre yükseklikte taşlar yığılmış ve bol kil tabakası ile kaplanarak tepe oluşturulmuştur.

 

Buluntular

1950 yılında Kral Midas’ın mezar odasına ulaşan arkeologlar, Midas’ın büyük bir serveti olmasına rağmen, mezarında altın ve değerli eşya bulamamışlardır.

Bunun sebebi muhtemelen, o dönemde Gordion şehrini istila eden Kimmerlerin, değerli eşyaları yanlarında ganimet olarak götürmeleriydi.

Mezarda mobilya olarak 1 yatak, 2 pano ve 9 masa bulunmuştur.

Ancak bir köşede bulunan bir yığın çürümüş ağaç parçalarının, hangi tip bir mobilyada kullanıldığı anlaşılamamıştır. Bu çürümüş yığının üç ayrı mobilya parçasına, muhtemelen 2 tabure ve 1 sandalyeye ait olduğu tahmin edilir.

Eşyaların fazlalığına rağmen, mezar odasının tabanında boş alan bırakılmıştır.

Bu kullanılmamış alanlar, duvarlar çatı düzeyine kadar inşa edildikten sonra, ziyaretçilerin odaya inip ölüye armağanlarını bırakmalarını ve odadan çıkmalarını sağlamak amacıyla, yukarıdan aşağıya merdiven gibi uzatılmış kalasların kapladığı yerler olmalıdır.

379 objenin, duvarlardaki çivilere asıldığı, yere ve masalar üzerine üst üstü yığıldığı düşünülürse, çok sayıda insanın tek sıra halinde bir kalasın üzerinden inerek, mezar odasına girdiği, armağanlarını yerleştirdiği ve diğer kalas üzerinden çıkarak odayı terk ettikleri kabul edilir.

 

YATAK:

Yatağın sedir ağacından yapılmış olması: Sedir odunu kendine özgü kokusu ile parazitlere engel olması nedeniyle çok dayanıklıdır. Öte yandan kutsal bir değeri olması da muhtemeldir. Nitekim daha sonraları birçok tapınaklardaki kapıların, özellikle Sedir ağacından yapılmış olduğu dikkat çekmiştir.

Yatağın boyu: 2.93 metre, genişliği ise 1.40 metredir.

Baş ve ayak ucu tahtaları, 10 cm kalınlığında ve koyu renkli ağaçtan yapılmıştır. Üst kısımları kavislidir.

Baş ve ayak ucu tahtalarının, birer demir çubuk üzerine oturtulmuş olduğu tahmin edilir. Bu demir çubuklar, yatağın ahşap köşe blokları arasında uzanmakta ve çubuk uçları muhtemelen köşe bloklarına açılmış yuvalara girmekteydi.

Yatağın baş ve ayak ucundaki bu demir çubuklar, hem yatak platformunu oluşturan kalas uçları taşıyor, hem de baş ve ayak ucu tahtalarına destek oluyordu.

Kalaslar 4 cm kalınlıktadır. İki yandaki kalaslar, alttan kirişlerle desteklenir.

Kalaslar üzerinde de yatağın iki kenarı boyunca, 22 cm yüksekliğinde, 3’er adet düşey ayak üzerine oturtulmuş, kenar korkulukları olmalıdır. Bu korkulukların kalınlığı da 7.5 cm dir.

Sonuç olarak: yatak platformu uzunlamasına konmuş 5 tane kalas, iki dış kenarı desteklemek için yine uzunlamasına, fakat düşey olarak konmuş 2 kalastan oluşur.

Bunlar olduğu gibi tabana çökmüş olarak bulunmuştur.

Evet, yatağın en ilginç yanı: parçaların sökülebilmesi ve başka bir yere götürülüp yeniden monte edilebilmesidir.

YATAKTA BULUNAN KRALIN İSKELETİ:

Yatak platformunun çökmesi nedeniyle, kral iskeleti bir miktar zarar görmüştür. Yapılan incelemede, bu iskeletin 1.59 metre boyunda, 61-65 yaşlarında, uzun ve dar yüzlü bir erkeğe ait olduğu anlaşılmıştır.

Kralın üstü 21 kat kumaşla örtülüydü. Üzerinde: 6 yerden Tunç fibulalarla tutturulmuş 2 kat giysisi, ayağında işlemeli çizme ya da potinler vardı.

Mezarda bulunan ve Kral Midas’a ait olduğu düşünülen kemiklerin büyük bölümü kaybolmuştur. Sadece, kafatası halen aynı müzede sergileniyor.

Burada ilginç bir durum var. Yapılan incelemelerde, kafatası üzerinde, sargılama sonucu olduğu düşünülen izler bulunmuştur. Bu izler: kafatasındaki deformasyonun patalojik ya da toprak basıncı gibi nedenlerle oluşmadığını göstermektedir. Sonuç olarak: Midas’ın Gordion topluluğundaki tek örnek olması, kafa deformasyonunun sadece kraliyet üyelerine uygulandığının bir göstergesi olabilir. Ayrıca: kafatasındaki dikkat çeken kırıklar, ölüm sonrası meydana gelmiştir.

Ayrıca yatağın baş ucuna yakın yerdeki büyük keten torbada bulunan 165 fibula, torba parçalanınca yere saçılmıştır.

Ancak değerli madenlerden yapılmış, değerli nesnelere rastlanmamıştır.

(Merak edenler için ayrıntıya giriyorum: Mezardan çıkarılan ve Kral Midas’a ait olduğu kabul edilen iskelet 1957 yılında, R.S.Young tarafından ortaya çıkarılmış ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde Prof. Dr. M.Süleyman Şenyürek’e teslim edilmiştir. Şenyürek, 1961 yılında bir uçak kazasında vefat edince, iskelet Dr Enver Yaşar Bostancı tarafından korumaya alınmıştır. Bostancı: 1990 yılında emekli olana kadar iskeleti odasında muhafaza etmiştir. Bu dönemde, kafatası İngiltere’ye gönderilmiş ve Manchester Müzesinde etlendirme yöntemiyle rekonstürsiyonu yapılmıştır. Prof Dr Bostancı’nın emekli olmasından sonra, Midas’ın vücut iskeleti, Prof Dr Berna Alpagut tarafından teslim alınmış, daha sonra kaybolmuştur. Kafatası ise, Prof Dr Erksin Güleç’in 1993 yılında Bölüm Başkanı olmasından sonra, bölüm başkanlığınca yapılan Paleontrohojik malzemelerin envanterlenmesi çalışmaları sırasında ortaya çıkarılmıştır. Kültür Bakanlığınca yapılan tüm girişimlere rağmen, Midas’ın vücut iskeleti bulunamamıştır.

PANOLAR:

Mezarda, birbirinin eşi olarak yapılmış, 2 tane kakma işlemeli pano bulunmuştur.

Panolar yapım tekniği nedeniyle, devrilmeden dik olarak durabilmektedir.

Ancak panoların yapılması ve süslenmesinin çok zaman alıcı bir iş olduğu açıktır.

Bunlar, kralın ölümünden sonra ve sadece mezarına konulmak üzere yapılmış olamazlar.

Aksine, kral hayatta iken kullandığı bu panoların, ölümünden sonra saraydan getirilerek mezara konmuş olmaları gerekir.

Panoların kullanım amacı, önceleri anlaşılamamıştır.

Araştırmalara göre, bu panolar alçak bir sandalye ya da kalın bir minder üzerinde oturan, seçkin bir kişinin arkasında fon olarak kullanılan, birer aksesuar, dolayısıyla bir tahtın fizik kondisyonu olmasa bile psikolojik fonksiyonunu yerine getiren birer parça olduğu tahmin edilir.

Pano yüzeyi;

Ortasındaki çiçek motifli pencere çevresindeki kabarık çerçeve ve aşağısındaki gömme eğri bacaklar dışında, tamamen düzdür.

Pano boyu: 95 cm, genişliği ise 80 cm dir. Kalınlık 2.5 cm dir.

Pano yüzeyi: ahşabın kalınlığı içine açılmış yuvalara gömülmüş geçmelerin, önden ve arkadan çakılmış gömme ahşap çivilerle tutturulması suretiyle birbirine eklenmiş 15 parça tahtadan oluşur.

Pano yüzeyinin zemini, açık renkli ağaçtan, bu zemin üzerindeki kakma işlemeleri koyu renkli ağaçtandır.

Pano yüzeylerinin dekorasyonunda, kareler içinde gamalı haç ve daha başka geometrik formlardan yararlanılmıştır.

Toplam 112 motif kullanılmıştır. En çok kullanılan motif, gamalı haç adı verilen motiftir.

Panonun alt kısmının ortasında, çiçek (gül) motifli pencere vardır.

Bu pencere bir pergel yardımıyla yapılmıştır. Pergelin sabit ucunun izi tam merkezde göze çarpar.

 

MASALAR:

Mezardaki mobilya buluntuları arasındaki 9 masadan, 8 tanesi üç bacaklı düz masa (sehpa) dır.

Bunların hemen hemen hepsi aynı tip ve ölçülere sahiptir. Yaklaşık 50 cm yükseklikleriyle, bu masalar, normal boyda bir insanın dizlerini rahatça masa altına sokup oturabilmelerine elverişli değildir.

Dolayısıyla Frigyalıların çoğunlukla masaların yanına sandalye, tabure gibi şeyler koyarak oturmadıkları, yere serilen minderler üzerinde oturma alışkanlıkları olduğu söylenebilir.

En güzel ve farklı masa:

Bir masa ise olağanüstü özellik ve güzellikte olup, diğerlerinden tamamen farklıdır.

Bu masa: büyük bir  sanat ve emek ürünüdür.

Masa teknik açıdan, mobilyacılık sanatının bir şaheseri olarak tanımlanır.

Masanın dört köşesindeki desteklerin, masayı kolayca taşımaya yarayan tutamaklar şeklinde olması, bu masanın yiyecek taşımak amacıyla kullanıldığını düşündürür.

 

Tutkal:

Panolar ve olağanüstü güzellikteki masa, Frigyalı marangozların çok kuvvetli bir tutkal kullandıklarını gösterir.

Çoğu yerde, geçme ve gömme eklerde, çapraz çivi/perçin kullanmamışlardır. Buralar muhtemelen tutkalla tespit edilmiş olmalıdır.

Ahşabı tutkalla yapıştırma işleminin: Doğu Akdeniz yöresinde, çok eski zamanlarda bile yaygın şekilde uygulandığı bilinmektedir ve muhtemelen ilk çıkış yeri Mısır’dır.

 

Üç bacaklı masalar:

Açık deve tüyü renginde bir ağaç malzemeden yapılmışıtır.

Bacakların bazıları kırılmış, ancak çoğu sağlam kalabilmiştir.

Yumuşak, koyu kahverengi ağaçtan yapılmış masa üstlerinin boyları 75 cm, genişlikleri 60 cm dir.

Bu masalar, 3 bacaklı olup bu sayede, tabana dengeli olarak basmaları ve sarsılmamaları sağlanmıştır.

Masaların üst tabla kısımları, köşeleri yuvarlatılmış yekpare tahtadan yapılmıştır.

Tahtalar, ağacın liflerine paralel doğrultuda kesilmiş olup, kalınlıkları 1-1.5 cm dir.

Üst yüzeyin kenarları, hafifçe kazınarak kavislendirilmiştir.

Her masa tablasında, bacakların tablaya geçirilerek tutturulduğu, 3 adet delik/yuva vardır.

Masaların bacakları, yukarıdan aşağıya doğru incelir.

Yuvarlak kesitlidir.

Bacakların aşağı kısımları, dışa doğru kıvrıktır ve kıvrım oldukça aşağıdan başlar.

Ağaç liflerinin bu kıvrımları izlemesi nedeniyle, bacakların basınç altında, ısıtılarak ya da buharlama suretiyle bükülmüş oldukları anlaşılır.

Bacaklarda masaların üst tablaları: bacakların yukarı ucundaki zıvanaların masa tablasına açılmış deliklere/yuvalara geçirilmesi suretiyle birleştirilmiştir.

Bacakların bağlantı yerlerinin tutkalla takviye edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

 

Kakma Süslemeli Pagoda Masa:

Mezar açıldığında, kırılıp dağılmış halde bulunan bu olağanüstü mobilya, yine de şeklini açıkça belli olacak derecede koruyabilmiştir.

Bütün parçalar oldukça iyi durumda bulunmuş ve bunların çoğu, yuvalarına tam olarak uyan, kırık zıvanalar yardımıyla, orijinal yerlerine konmuş ve buna dayanarak masanın teorik rekonstriksiyonu yapılabilmiştir.

Kakma süslemeli masaya, egzotik dizaynı ve oriyental görünümlü desenleri nedeniyle: Pagoda Masa adı verilmiştir.

Masa, açık renkli ağaç malzemeden yapılmıştır.

Koyu renkli ağaç malzemeden yapılmış bol miktarda kakmalarla dekore edilmiştir.

Ancak masanın üst kısmı/tabla: tamamen bozulmuş, geriye sadece kırıntı parçaları kalmıştır.

Bu tablanın yumuşak ve koyu renkli bir ağaç malzemeden yapılmış olduğu anlaşılır.

Masanın yüksekliği 64 cm, çerçeve boyu 70 cm ve çerçeve eni 56 cm dir.

Masa 3 bacaklıdır.

Bu bacakların üst kısımlarındaki geçme zıvanalar, iki kademelidir.

Masanın ön bacağı, masanın önüne doğru dışa bükülmüştür.

Diğer iki bacak ise, masanın iki arka köşesinde dışa doğru bükülmüş durumdadır.

Üç bacaklı masanın eski zamanda pek düzgün olmayan zeminler için en dengeli dizayn olduğu kuşkusuzdur.

Fakat masanın dört köşeli çerçeve ve tablasını desteklemek amacıyla masanın tasarımcıları, alışılmadık bir sistem geliştirmiştir.

Masanın iki arka ayağında, çerçevenin iki arka köşesinde, dayanak oluşturan destekler yükselir.

Ön bacağın ayak kısmının hemen arkasına bağlanan geniş ve “U” şeklindeki bir destek de, iki yana yükselerek, çerçevenin sol ve sağ ön köşelerine dayanak oluşturur.

Masanın dengesini daha da sağlamlaştırmak amacıyla, bacaklar gergi bağlantılarıyla birbirine ve ahşap çivilerle çerçeveye tutturulmuştur.

Gergi bağlantılarıyla birlikte, masanın: yaklaşık 44 ayrı parçanın geçme olarak ve muhtemelen tutkal da kullanılarak birbirine tutturulması suretiyle yapılmış olduğu anlaşılmıştır.

DİĞER BULUNTULAR:

Mezarda, sayıları 1069’u bulan Tunç kaplar bulunmuştur.

Sağda, duvar boyunca büyük bakır kazanlar, demir saç ayakları üzerine dizilmiştir.

Bunların önünde, kakmalı büyük mobilyaların çökmesiyle yerlere saçılan kaplar vardır.

Her şey bir yana küflenmiş, Tunç’un saçtığı tavus kuşu mavisi renkleriyle olağanüstü etkileyici bu kaplar; günümüzde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor.

Güzel işçiliklerine karşın, kapların özgün etkileyici görünüşleri kaybolmuştur.

Kapların belki de en çarpıcı olanları, ağızları insan figürleriyle süslenmiş olan 3 Tunç kazandır.

Dış ülkelerden alındıkları sanılan bu kazanlar, Urartu maden işçiliğinin en yüksek düzeydeki örnekleridir.

Mezarlarda panoların yanında bulunan objeler arasında: 10 tane küçük bronz kazan (tencere), 2 tane kepçe ve biri koç başı, diğeri aslan başı biçiminde 2 tane maşrapa (situla) vardır.

Kazılar tamamlandığında: mezar odasında 169 tane Tunç ve Bakır kap, 15 tane çeşitli elbise, bu elbiselerde kullanılan 175 tane fibula yani bir çeşit çengelli iğne ve karyola üzerinde yatan kralın iskeleti.

 

Yemek kalıntıları:

Mezar odasında yemek tarihi açısından çok önemli bilgiler bulunmuştur.

Şöyle ki, buluntular arasında, görkemli bir ziyafeti işaret eden, bronz kazan, kap-kacak, kase gibi eserlerin içlerinde, taşlaşmış tortu ve donup kalmış yiyecek ve içecek kalıntıları bulunmuştur.

Mezardan çıkan Tunç ve Bakır kaplar incelendiğinde, Kral Midas’ın mezar odasında, son bir yemek yenildiği ve kalıntılardan menünün acı et güveci, mercimek lapası ve ballı bira olduğu anlaşılmıştır.

 

Yazıtlar:

Midas’ın mezarında bulunan yazıtların büyük bölümü, Tunç kapların üzerindeydi.

Üç tanesi temizlendikten sonra, ağzının tam kenarındaki küçük bal mumu levhalar üzerinde anlaşılmak Frig alfabesiyle yazılmış kısa yazılır görüldü.

 

Kalıntıların Sergilenmesi:

Mezar odasında bulunanlar günümüzde, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor.

 

Ankara Polatlı Gordion Müzesi

Ankara Polatlı Gordion Müzesi

Ankara Polatlı Gordion Müzesi

Ankara Polatlı Gordion Müzesi

Ankara Polatlı Gordion Müzesi

GORDİON MÜZESİ

Gordion Müzesi, hemen Midas Tümülüsünün karşısındadır. Güzel bir müze, girmenizi, ziyaret etmenizi öneririm. Ancak, Tümülüs yazısında belirttiğim gibi, müze görevlileri ilginç, ziyaretçilere karşı stresli, müzede gezerken sürekli arkanızda birilerinin gezinmesi rahatsız ediyor.

Gordion Müzesi: 1963 yılında, Yassıhöyük olarak tanımlanan 500 kişilik nüfusa sahip küçük bir köyün yanında kuruldu. Günümüzde, müzede, bölgede egemenlik kurulan her dönem, karakteristik örneklerle temsil ediliyor.

Müzenin bahçesinde: Gordion şehrindeki kazılarda bulunan çok sayıda antik eserin yanı sıra Roma Mozaiği, Kayabaşı Mozaiği ve Galat Mezarı bulunuyor. Galat mezarı: 1954 yılında defineciler tarafından bulunmuş ve maalesef tahrip edilerek zarar verilmiştir. 1999 yılında mezarın yapı taşları tek tek numaralandırılmış, müzenin bahçesine taşınarak koruma altına alınmıştır.

Kayabaşı köyü mozaiği: Kayabaşı köyünde bulunan bir evin temelinden çıkarılmıştır. MÖ 8’nci yüzyıla tarihlenmektedir. Mozaik, çakıl taşlarının doğal hallerinin motiflendirilmesiyle oluşturulmuştur. Yani, henüz taşların boyanıp renkli mozaiklerin yapılmadığı döneme aittir. Bu nedenle, Anadolu’nun ilk mozaik kalıntısı olduğu söylenir.

Müzenin içinde bulunan 3 vitrinde: Eski Tunç eserleri, bunu takiben Kral Midas ile son bulan erken Frig dönemine ait eserler sergileniyor. Bu eserler içinde: Erken Demir çağına ait el yapımı çanak-çömlekler, erken Frig dönemine ait demir aletler, tekstil üretim aletleri vardır.

Yeni sergi salonunda ise: panaromik vitrin içinde: MÖ 700 yıllarına tarihlenen tipik bir yapı sergileniyor. Yeni salonun geri kalan kısmında ise, MÖ 6 ile 4’ncü yüzyıllara ait Yunan seramiği, Helenistik çağ ve Roma dönemine ait malzemeler sergileniyor. Son bölümde ise, Gordion’da ele geçirilen mühür ve sikke örnekleri görülüyor.

GORDİON ŞEHRİ KALINTILARDA GEZİ

Gordion şehri kalıntılarını görmek isterseniz: Tümülüs ve Gordion Müzesinin önünden sola doğru devam ettiğimizde, bir süre sonra buraya ulaşabilirsiniz, ancak burayı doğrudan görme veya tabela ile bulma şansınız yok.

Benden size tavsiye, yolun sol kıyısında, büyükçe bir toprak set gördüğünüzde, durun, aracınızdan inin ve bu toprak setin üstüne çıkın, Gordion şehri kalıntılarını uzaktan panoramik olarak görebilirsiniz. (keşke ilgililer tabela koymayı düşünseler)

Evet, Gordion şehrinde, güneydoğudaki tarihi kapı, sur içindeki saraylar ve Frig kral ailesi üyeleri ile zengin soylular için yapılmış 80 kadar yığma mezar tepeleri, şehrin en önemli özelliklerini yansıtır.

Kent Höyüğü

Höyükte; Gordion adını ortaya koyan, kitabeye benzer hiçbir açık delil bulunmamıştır. Buna rağmen, höyük eski Gordion olarak kabul edilir. 350 x 500 metre ölçülerindeki, yassı bir höyüktür. Sakarya ırmağının hemen doğusundadır.

Arkeologlar, anıtsal bir kapı ile birlikte, kral ailesine ait birçok yapı, evler ve kent duvarlarına ait kalıntılar ortaya çıkarmışlardır. Bunların tümü, Frigya krallığının en parlak dönemine (MÖ. 725-667) yıllarına tarihlenmektedir.

Kent Kapısı

MÖ. 8’nci yüzyılın sonlarında yapılmıştır. Yumuşak kireç taşından, 9 metre yüksekliktedir. Günümüze kadar korunmuş, anıtsal bir yapıdır. Kente asıl giriş ise, 9 metre genişliğindeki, 23 metre uzunluğundaki, üstü açık bir koridordan sağlanır.

Kapının iki yanında yer alan kulelerin ise, kente açılan birer kapısı bulunur. Tamamen kazılan, kuzey avlu silah deposu olarak kullanılmıştır. Güney avlu ise, Pers kapısının büyük güney duvarının korunması amacı ile günümüzde kazılmadan bırakılmıştır.

Kent Merkezi

Höyüğün orta kısmı, saraylar için ayrılmıştır. Kerpiçten bir duvar, sarayın birinci avlusunu kent kapısından ayırır. Daha kalın bir duvar ise, iç avluyu, kuzey-batı ve güney yönlerinde çevirir. Büyük olasılıkla, bu duvarlar, saray yapılarının doğu yönünde uzanmakta ve böylelikle onları, dışarıdan tümüyle ayırmaktadır.

Saraylar

Birinci avludaki iki yapı, bir ön oda ile arkasındaki ikinci odadan (ortada ocak bulunur) oluşan evlerdir. İkinci megaron; geometrik desenli mozaik ile döşenmiştir. Buranın, kral evi olduğu düşünülmektedir. Bu mozaik, bilinen en eski uygarlığa ait, çakıl taşı mozaik örneğidir. Bugün, bir kısmı Gordion müzesinde sergileniyor.

Üçüncü megaron ise, MÖ. 8’nci yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş ve günümüze kadar, Gordion şehrinde ortaya çıkarılmış en önemli yapıdır.

İç avluda yer alan yapı; Frig akropol’ünün en büyük binasıdır. Yapı, iki sıra ahşap direkle, bir orta ve iki yana ayrılmıştır. Arkeologlara göre, orta bölümde, tek katlı ve yüksek bir salon vardı.

Yan kısımlar ise, iki katlı, ahşap galeriler şeklinde idi. Teras yapısının üzerinde bulunan megaronların, sarayın günlük işlerinin görüldüğü yerler olduğu düşünülüyor.

Evet; Gordion, Ankara’nın hemen dibinde ve ulaşılması zor olmayan bir yer. Fırsat bulunduğunda mutlaka gidilmeli, tarihsel süreçte, özellikle kulakları ve her şeyi altına çeviren özelliği ve düğümü ile öne çıkan bu şehir, bu uygarlık kalıntısı mutlaka görülmeli.

Düşünebiliyor musunuz ki, tarihsel süreç içinde, mitolojide günümüze kadar taşınan birçok efsaneye konu olmuş kral Gordios ve kral Midasın yaşadıkları, yürüdükleri bu topraklar üzerinde, aradan geçen 3000 yıl sonunda, sizlerde aynı havayı teneffüs ederek dolaşabileceksiniz, muhteşem bir duygu, mutlaka gidin

( küçük bir not; buraya gidince, buranın çok yakınında, 22 gün ve 22 gece süren Sakarya Savaşlarının dönüm noktasını oluşturan ve Türk’ün makus talihini yenmesine vesile olan DUA TEPEYE de kısa bir zaman ayırarak gidebilirsiniz.)

Polatlı Duatepe tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için. 

Polatlı Sakarya Şehitleri anıtı tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Polatlı Mehmetçik Anıtı ve Müzesi tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

GORDİON

HİSTORİC ASSETS

Situated 96 km. southwest of Ankara in the village of Yassıhöyük, Polatlı, Gordion was first inhabited in the late 3000 BC (Early Bronze Age). This particular ancient city has various layers of settlement belonging to the Hittites, the Phrygians, the Persians and the Romans, According to legend, the man who made Gordion a capital city for the first time in 8th century BC was the Phrygian King Gordias. The city enjoyed rapid growth and dazzling prosperity during the reign of King Midas (725-695 BC). Having been destroyed by the Cimmerians in 695 BC, Gordion was rebuilt as a commercial and military centre under the reign of the Lydians. The city was captured by the Persians in 546 BC, Alexander the Great in 333 BC and the Glatians in 278 BC. İt was abandoned soon afterwards, only to be occupied by the Roman army in 189 BC. During the Roman era, Gordion gradually lost its importance and became an insignificant setlement.

The ancient Gordians buried their deceased in a tomb called a tumulus. Over 80 tumuli lie scattered across a large valley to the east of the village of Yassıhöyük. These ancient tombs vary in size and were built out of wood covered with a large pile of earth.

The large tumulus in Gordion is believed to be that of King Midas. İt is the second biggest tumulus found in Anatolia, and measures 300 metres in diameter and 53 metres in height. A male skeleton, nine wooden tables, three big cauldrons, 166 bronze containers in various sizes and 145 fibulas, lying beside the head of the skeleton, were found in the burial chamber, which was made out of wood and enclosed on four sides.

The most important tumulus of the rest in Gordion is consructed using a special piling technique. Called the P tumulus, it is 80 metres in diameter and 12 meter in height and is estimated to date back  to around 700 BC. The burial mound is thought to be that of a child, as a small skeleton and some wooden toys shaped like lions, horses and deer were found in the burial chamber, 40 ceramic containers were also extracted from the tumulus. Most of the artefacts recovered in the Gordion excavations are on display in the Museum of Anatolian Civilizations and the Gordion Museum.

According to the famous legend of Gordion, the Phrygians were in search of a new leader. They were told by an oracle to crown the first person to enter the city on an ox-cart. That person happened to be Gordias, whose ox-card then got tied to a column by a knot of ivy. The ox-cart became the focus of another legend, as it was said that the one who managed to untie the knot would become the ruler of Asia. İn 334 BC, Alexander the Great made his way to Gordion to try and undo the knot. Unsuccessful, the impetuous Macedonian king drew his sword and cut the knot in two,  going on to fulfil the prophesy by conquering much of Asia. However, his untimely death at the age of 33 was thought by some to have been caused by his unorthodox method of undoing the Gordion Knot.

THE GORDİON MUSEUM

Established in Yassıhöyük in 1963, the museum exhibits hand-made pottery dating back to the Bronze Age, as well as metal weaving implements belonging to the early Phrygian Era, the period that ended with King Midas’s death. A typical dwelling dating 700 BC. İs exhibited  in a panoramic glass display case in the centre of the new hall. The remaining section of the new hall hosts imported Greek ceramics from 600 BC. and 400 BC. and other items of importance from the Hellenistic and Roman periods. İn the final section, visitors can browse a collection of Phrygian seals and silver coins.

İzmir Şirince

İzmir Şirince

Selçuk ilçesine ulaştıktan sonra, tabelaları takip ederek, dolambaçlı ve nispeten konforlu olmayan bir yoldan, buraya ulaşmanız mümkündür. Yani, yol kötü, döne döne çıkılıyor ve dar. Selçuk ilçe merkeziyle, Şirince arasındaki mesafe: 8 km. dir.

Şirince köyüne vardığınızda: hemen girişte, solda otopark alanı var. Aracınızı orada bırakıp, köy içindeki gezinize yürüyerek devam edebilirsiniz.

İzmir Şirince
İzmir Şirince

             

Otopark ile, yerleşim yerinin meydanı arasında gidip-gelen ilginç bir ulaşım aracı var. Buna “Şirince Köyü Ekspresi” diyorlar, traktör arkasına bağlanan bir römork, rengarenk boyanmış ve otantik bir ulaşım aracı ortaya çıkmış. Ama, özellikle sıcak yaz günlerinde, yokuş yukarı çıkış için ideal.

Evet: Şirince köyü girişinde aracınızı bıraktıktan sonra: hafif meyilli köy yerleşimi içinde yürümeye başlıyoruz. Çevre, tamamen satış tezgahlarıyla dolu. Ayrıca: birkaç pansiyon ve restoranlar var.

İzmir Şirince
İzmir Şirince

 

Bu restoranlarda: mutlaka gözleme yemeli ve ayran içmelisiniz. Ayrıca: buraya özgü dondurma tatmalısınız. Burada, yine buraya has “kabak çiçeği dolması” yemelisiniz. Yani sonuçta bence bu yerel lezzetleri mutlaka tatmalısınız.

İzmir Şirince

 

Şirince’nin özellikle yabancı ziyaretçiler tarafından en ilgi çeken yanı: otantik evleri, bu evler restore edilerek günümüze taşınmışlar. Özellikle: uzaktan güzel bir görüntü sunuyorlar. Ama, sıcak yaz günlerinde, bunların bulunduğu alana ulaşmak biraz zahmetli ve zor, ziyaretçilerin büyük bölümü, bu evleri yalnızca uzaktan izlemekle yetiniyorlar. Tercih sizin, bulundukları yere kadar gidebilirsiniz.

İzmir Şirince

 

 

Evet, Şirince denilince, Nisan 2024 tarihinde en son yaptığım ziyarette aklımda kalan: sıcak olmasına rağmen, bölgenin yüksek olması nedeniyle, serin bir esintinin olması ve otantik restoranında yediğim yiyeceklerin lezzeti, bir de, buraya has ilginizi çekerse, buraya has “meyve şarapları” çok meşhur. Burayı ziyaret edenlerin büyük bölümü, bu meyve şaraplarından satın alıyorlar. Ama: ben, son ziyaretimde, Denizli yöresine ait bir meyve şarabının burada satıldığını görünce, bu işin esprisini kaybettiğini düşündüm.

Sonuçta, burası eski bir Rum yerleşimi ve burada uzun yıllar boyunca, yöreye özgü, meyve şarabı yapılmış. Şimdi, çevreden meyve şarabı toplayıp, buraya özgü gibi satmak sanırım pek hoş değil. Ayrıca: şarap almaya niyetlenirseniz, aroma değil de, gerçek meyve suyundan üretilmiş şarapların seçilmesi sanırım daha mantıklı. Ama: elbette, bu tür şarabın fiyatı, diğer türe göre daha fazla. Aromadan üretilen şarapları 250 TL. civarında, orijinal meyve ile üretilen şarapları ise, 350 TL. arasında bulup satın alabilirsiniz.

Sonuç olarak: Şirince, belki yabancı ziyaretçiler için ilginç gelebilir, ama ben burada restore edilen evlerin benzerlerini birçok yerde gördüm ve bu yüzden, yöreyi ziyaret etmeyi düşünen yerli ziyaretçiler, zamanları varsa Şirince köyüne çıkmayı düşünmeliler, yoksa kısa süreli tatillerde, buraya zaman ayırmanız yersiz olabilir. Çünkü, burada sizi bekleyen çok orijinal mekanlar yok.

Selçuk tanıtımı.

Efes tanıtımı.

Selçuk Artemis Müzesi tanıtımı.

https://www.youtube.com/watch?v=yCrsSyHTT6A