Muğla Dalaman

Dalaman

Buranın en büyük özelliği: Dalaman havaalanının açılmış olmasıdır.

Bunun yanında, ilçede tren yolu bulunmamasına rağmen, gişeleri bile bulunan tren istasyonu bulunmaktadır ki, bunun hikayesini aşağıda anlatacağım.

ULAŞIM:

Muğla-Fethiye karayolu ile, buraya ulaşmak mümkündür. Özellikle, burada havaalanı bulunması, buranın hareketlenmesine neden oluyor. Uluslar arası nitelikteki havaalanı, yoğun olarak kullanılıyor.

Dalaman Havaalanı

DALAMAN HAVAALANI:

Dalaman Havaalanı: ülkemizin en yoğun turistik bölgelerine (Marmaris, Datça, Göcek, Dalyan, Sarıgerme, Fethiye, Ölüdeniz, Kalkan, Kaş) hizmet vermektedir. Yıllık yolcu kapasitesi, 10 milyon yolcudur. 1982 yılında işletmeye açılmıştır.

4 katlı terminal binasında: 22 yürüyen merdiven ve 21 asansör var. Bu nedenle, katlar arasındaki bağlantılar gayet hızlı yürütülüyor. Zemin ve 1. katlar: gelen yolculara, 2 ve 3 katlar ise giden yolculara ayrılmıştır.

Check-in hizmeti veren 60 nokta, pasaport kontrol hizmeti veren 44 nokta bulunmaktadır. Bu nedenle, işlemler, hızla gerçekleşmektedir. Otoparkta, 550 araç kapasitelidir.

Dalaman Tarihi

TARİH:

Yörede, resmi arkeolojik kazı çalışmaları yapılmadığından, antik döneme ait herhangi bir kalıntı ve bilgi bulunmamaktadır. Ancak, antik dönemde, buranın Karya bölgesi içinde yer aldığı bilinmektedir.

Dalaman: 1983 yılında ilçe olmuştur.

Euhippe antik kentinin, Dalaman ilçesinin günümüzdeki yerleşim yerinin yakınlarında, Alaçatlı köyünün yakınlarında olduğu tahmin edilmektedir.
Yörenin eski ismi: Karaçalı.

Dalaman genel

GENEL:

İlçe merkezi, denize 10 km. uzaklıktadır.

Yörenin: kuzey, doğu ve batı kesimleri dağlık, güney kesimi ise ovalıktır. Dalaman ovası: ülkemizin en verimli ovasıdır. İlçe topraklarını, Dalaman çayı sular. Toplam uzunluğu, 229 km. dir. Ortaca’nın 8 km. güneyinden denize dökülür. Bölge “günlük ağacı” yetişen nadir yerlerden biri olarak önem kazanmaktadır.

Yerleşim yerinin deniz seviyesinden yüksekliği: 15 metredir. Yüzölçümü ise, 61 km. karedir.
Yörede: tipik Akdeniz iklimi hakimdir ve buna bağlı olarak kışları ılık ve yağışlı, yazları ise kurak ve sıcak geçer.

Bölgedeki ekonomik faaliyetlerin özünde: turizm, tarım, kağıt sanayi ve nakliyecilik gelmektedir. Üretilen başlıca tarım ürünleri: buğday, ayçiçeği, pamuk ve mısırdır. Bunun yanında: nar, incir ve akavado üretimi yaygındır.

Yörenin coğrafi özelliklerinin başında: Kapıdağ yarımadası çevresindeki koylardan söz etmek gerekir. Ancak, bu koyların birçoğuna, yalnızca denizden ulaşılmaktadır.

Bu nedenle, bu koylar özellikle mavi yolculuk yapan tekneler tarafından tercih edilmekte ve kullanılmaktadır.
Bu arada, bazı koylara karayolu bağlantısı da bulunmaktadır.

Burada, ülkemizde benzeri olmayan köy var. Bu köyde: zenci nüfus fazladır. Söylenenlere göre: Mısır Hidivinin inşaat çalışmaları yaptırdığı dönemde, Mısır ülkesinden buraya çalışmak üzere gelen bu zenci vatandaşlar, zamanla geri dönmemişler, Türk vatandaşı olmuşlar ve hatta bir zamanlar: Osmanlı saraylarında çalışmışlardır. Bu köyün ismi: Akıncı köyüdür.

Dalaman Çayı

DALAMAN ÇAYI VE RAFTİNG:

Antik dönemdeki ismi “İndos” dur. Dirmil yakınlarından Kocaş Dağından doğar, toplam uzunluğu 229 km dir. Dar ve derin vadilerden akarak, Ege denizine dökülür. Çay içinde bulunan kireç taşından dolayı, turkuaz renge sahiptir.

Dalaman Çayı

Tamamen orman içinde olan nehir çevresinde birçok balık lokantası vardır. Çay üzerinde:  Bereket Barajı ve Akköprü Barajı bulunmaktadır. Bu baraj çalışmaları nedeniyle, nehirde rafting yapımının aksayabileceği ve ileriki yıllarda rafting yapılamayacağı söyleniyor.

Dalaman Çayı Rafting

Rafting:

Adrenalin dolu zaman geçirmek isterseniz, dalaman çayında rafting yapmalısınız. Rafting yapmayı düşünürseniz, yaklaşık 2 saat zaman ayırmalısınız.

Özellikle, çayda su seviyesinin en yüksek orana geldiği Mayıs ve Eylül aylarında rafting yapmanız önerilir. Rafting düzenleyen firmalar, müşterilerini gurubun başlangıç yerine transfer etmektedirler.

Raftinge 830 metreden başlanır ve 280 metreye kadar inilir. Yani, nehirde zirveden başlayıp, bu seviyeye inmek adrenalin seviyesini üst düzeyde tutmaktadır. Ayrıca, yine nehirde her yerde kayalık ve taşlıklar bulunur.

Çayın 26’nci kilometresinde, zorluk derecesi 3 ve 4 olan parkurlar vardır.

Nehrin alt bölümlerinde kalan 2’nci etap ise, river kayaking denen küçük botlarla geçilmektedir.

Bu etap: Demirli köyü, Akköprü mevkiinde start alır ve yaklaşık 12 km boyunca uzanır ve Arpacık mevkiinde son bulur. Raftingi ilk kez deneyenler için, burası önerilmektedir. Çünkü bu bölümde su akış hızı azalmaktadır.

Akköprü’den yaklaşık 5 km sonra ise açık havada yemek molası verilir. Yemekten sonra, parkurun yaklaşık 10’ncu kilometresine kadar, kürek çekilir ve bu zevkli yolculuk, animasyon ağırlıklı bir yüzme molası ile biter.

Rafting yapmayı düşünenler için son bir not: nehirdeki su seviyesinin azlığı nedeniyle, baraj kapakları belli günlerde sadece saat 11.00’de rafting için açılıyor ve belli bir süre sonra kapatılıyor.

DALAMAN TARIM AÇIK CEZA İNFAZ EVİ:

Burası, 3600 dönümlük bir arazi üzerinde 1942 yılında kurulmuştur. 250 civarında hükümlü kapasitesi bulunmaktadır. Cezaevinde: büyükbaş hayvan, küçükbaş hayvan, kümes hayvanları yetiştirilmektedir.

Ayrıca, narenciye üretimi yapılmaktadır. Hükümlüler: marangozhane, restoran işletmesi, inşaat, alüminyum doğrama, torna-tesviye ve demir atölyelerinde faaliyetlerini sürdürmektedirler.

NE YENİR-NE İÇİLİR:

Bu yöreye yolunuz düşer ve yöresel lezzetlerden tatmak isterseniz: kesinlikle bu yöreye ait otlardan yapılan yemeklerden yemelisiniz.

Çünkü: bu yörede yetişen (kayazak, semiz otu, sarı ot, geren, labada) otlardan, yörenin kadınları muhteşem lezzetli yemekler yapıyorlar. Bu yemekleri: esnaf lokantalarında bulabilirsiniz.

Son bir not: Gazi Bulvarı üzerindeki Cezaevi Restoranına uğramanızı özellikle tavsiye ederim. Çünkü burada sunulan ürünler: tamamen doğal ortamlarda, mahkumlar tarafından yetiştiriliyor.

Piliç kızartması tercih edebilirsiniz ki, bu piliçler, buranın kümeslerinde yetiştiriliyor. Domates, salatalık ve biberler ise, yine tarladan koparılarak buraya getirilip, konuklara sunuluyor.

Dalaman Sivil Havacılık Meslek Yüksekokulu

DALAMAN SİVİL HAVACILIK MESLEK YÜKSEKOKULU:

Dalaman Atakent Mevkiindedir. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesine bağlıdır.

Okul, 1999-2000 Eğitim öğretim yılında, Sivil Hava ulaştırma işletmeciliği programı ve seyahat ve tur işletmeciliği programları ile faaliyete başlamıştır. 2002-2003 yılında ise Dalaman Belediyesi tarafından yapılan bugünkü yerleşkesine geçmiştir.

Öğrenciler, 8 km uzaklıktaki Ortaca’da bulunan Yurt Kur yurtlarında kalabilmektedirler. Ayrıca: Atakent mevkii ve Dalaman merkezde özel yurt ve apartlar bulunmaktadır.

Okul, turistik faaliyetlerin yoğun olduğu bir bölgede bulunduğu için, öğrenciler, yaz döneminde havalimanı ve çevredeki turistik tesislerde çalışma imkanı bulmaktadırlar.

Dalaman Gezilecek Yerler

GEZİLECEK YERLER:

Dalaman Tren Gari Tigem Çiftliği

DALAMAN TREN GARI-TİGEM ÇİFTLİĞİ:

Abbas Hilmi Paşa, Padişah fermanı ile, 1893 yılında Mısır Hidivi olarak atanır.

Öte yandan, 1905 yılında buradaki çiftlik, Mısır Valisi Abbas Hilmi Paşa’nın kullanımına verilmiştir.

Paşa, aynı yıl, “Nimetullah” isimli yatı ile, Dalaman yakınlarındaki Sarsala koyundaki küçük bir yerleşim yerine çıkar. Burada, 30 haneli Söğüt isimli bir köy bulunmaktaydı.

Paşa: bu verimli ve yemyeşil ovaya ve av hayvanlarına hayran kalır.

Sarsala koyuna: iskele ve depo yaptırır.

Daha sonra buradan, Dalaman merkeze yol yaptırır. Bölgedeki bataklıkları kurutur, Mısır’dan getirttiği okaliptüs ağaçlarını diktirir.

1908 yılında, Dalaman’a bir av köşkü yaptırır. Aynı yıl, Mısır’da ise İskenderiye şehrine bir tren garı yaptırmayı düşünmektedir. Tren garı inşaat işini, Fransızlara verir, ancak Fransızlar garın yerini karıştırırlar ve gar binasını, İskenderiye yerine, Dalaman’a yaparlar. Dalaman’a yaptırmayı düşündüğü av köşkünün malzemelerini ise, İskenderiye şehrine gönderirler.

Dalaman Tren Gari Tigem Çiftliği

Paşa’nın Dalamandaki işçileri, gemiyle gelen malzemeyi alıp köşkün yapılacağı yere taşırlar ve hızla inşaat işine girişirler, ancak bu yoğun çalışma sonrasında ortaya av köşkü değil, bir tren istasyonu çıkar.

Hatta, işçiler bu tren istasyonunun önüne: bir bilet gişesi ve tren rayları da döşerler.

Ancak tren garı yapılsa da, burası yani tren garının yapıldığı yere en yakın tren rayları, kilometrelerce uzaktadır, yani buraya yapılan tren garına hiçbir tren gelmez, uğramaz. En yakın tren rayları, 200 km uzaktadır.

Dalaman Tren Gari Tigem Çiftliği

İskenderiye şehrinde ise, bir tren istasyonu yerine, bir av köşkü yapılır.

Hidiv: buraya geldiğinde yanlışlığı anlar, bitmiş binayı yıktırmaz ve sadece gişe bölümü ve rayları kaldırtır. Daha sonra istasyonun hemen yanına bir de cami yaptırır.

1928 yılına kadar: Hidiv Abbas Hilmi Paşa tarafından hazırlanan çiftlik, yine onun mülkiyetinde kalır. Ancak: çiftliğin organizasyonu için Türk Sanayi Bankasından aldığı krediyi ödeyemeyince, çiftlik: 1935 yılında Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatı ve Bakanlar Kurulunun kararıyla devlet adına satın alınmış ve bir Fransız şirketine kiralanır.

Fransız şirketi, çiftliği 10 yıl kadar işletir, sonrasında ise, 1938 yılında çiftlik, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyetine göre Ziraat Vekaletine bağlı Devlet İşletmeleri Kurumuna devredilir.

1950 yılından sonra ise, ismi “Dalaman Devlet Üretme Çiftliği” olur.

İstasyon binası: 1930-1958 yılları arasında “Jandarma Karakolu” olarak kullanılır.

1958 yılında ise, “Devlet Üretme Çiftliği” ne devredilir.

Çiftlik arazisi, 1984 yılından bu yana: TİGEM adıyla, “Dalaman Tarım İşletmesi Müdürlüğü” olarak çalışmaktadır.

Evet hikaye burada bitmedi. Abbas Hilmi Paşa, 1905 yılında çiftlikte çalıştırılmak üzere buraya Mısırlı ve Sudanlı aileler getirtmiştir. Paşa çiftliği kaybedince bu ailelerin bazıları geri dönmüş, bazıları da Dalaman’da kalmıştır.

Çiftliğin satışı sırasında, Dalaman’da kalan Afrika kökenli ailelere, devlet tarafından Ortaca çevresinde bedelsiz arazi verilmiştir.

Günümüzde: Afrika kökenli bu ailelerin çocuklarının bir kısmı Dalaman Tarım İşletmelerinde ücretli olarak çalışmakta, bazıları da Ortaca’da kendi tarım arazilerini işletmektedir.

Evet hikayesi böyle, şimdi gelelim tren garımızın mimari özelliklerine:

Yapı 2 katlıdır. Her katında 7 oda bulunur. Gar binasının yüksek kapıları ilgi çeker. Çatı kiremitleri, eşkenar üçgen şeklinde özel üretilmiştir.

Çatı katı ve sütunsuz merdivenleri vardır. Havalandırma bacaları yapılarak, yapının kışın ılık ve yazın serin olması sağlanmıştır. Yapının çevresine, Mısır’dan getirilen palmiye ve hurma ağaçları dikilmiştir.

Dalaman Akköprü

AKKÖPRÜ-ESKİ KÖPRÜ:

Köprü: Fethiye ve Köyceğiz bölgesini, Muğla il merkezine bağlamak için yapılmıştır. Ancak günümüzde yol güzergahı değiştiğinden, köprü kullanılmamaktadır.

1936 yılında yapılan köprü: 105 metre uzunluğundadır. Oldukça geniş ve sağlam köprünün üzerinden büyük araçlar geçebiliyorlardı.

Günümüzde, köprü yakınlarında şenlikler düzenleniyor.

Ayrıca: Akköprü köyündeki pansiyonlarda konaklama yapabilirsiniz.

Son bir not: tarihi Akköprü’nün bir süre sonra baraj suları altında kalacağı söyleniyor.

Dalaman Tlos

TLOS:

Saklıkent yolunda Yakaköy’dedir. Saklıkent’e gidenlerin buraya mutlaka uğramalarını öneririm.

Giriş ücretlidir, girişte otopark vardır.

Antik kent, UNESCO Dünya Mirası Listesinde, geçici listeye dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Dalaman Tlos

Kent: MÖ 14’ncü yüzyılda Hitit belgelerinde “Dlawa” ve Likya belgelerinde ise “Tlawa” olarak geçer. Hitit kralı IV Tuthaliya’nın (MÖ 1250-1220) Lukka seferinin anlatıldığı açık hava tapınağı ortostatlarında, 14 ve 15’nci bloklar üzerinde “Dalawa ülkesine indim. Dalawa ülkesinin kadınları ve çocukları önümde eğildiler” ifadesi okunmaktadır.

Tlawa ismi: MÖ 15’nci yüzyıldan itibaren Hitit metinlerinde birçok kez karşılaşılan Lukka toprakları içerisinde “Dalawa” yerleşimi ile benzerdir.

Hitit yazılı kaynaklarında, şehrin büyüklüğünü ifade etmek için “Ülke” olarak bahsedilmektedir.

Dalaman Tlos

Kentin Tlos isminin ise, Tremilus ile Praksidike’nin 4 oğlundan biri olan Tloos’tan geldiği düşünülmektedir. Hatta: Pinaros, Xanthos ve Kragos’un onun kardeşleri olduğu tahmin edilmektedir.

Yani, Tlos kentinin Likya bölgesinin en eski şehri olduğu ve kuruluşunun MÖ 2000’li yıllara kadar uzandığı anlaşılmaktadır.

Kent: Likya yöresindeki en eski yerleşim alanındadır. Likya yöresindeki 6 önemli kentten birisidir. Bölgedeki Xanthos, Patara, Pınara, Olympos ve Myra gibi birliğin 3 oy hakkına sahip büyük altı şehrinden birisidir.

MS 43 yılında, Roma İmparatoru Claudius, Likya bölgesini bir Roma eyaletine dönüştürmüştür. Bu  dönemde de Tlos kenti, birlik içindeki önemini korumuş ve Metropolis ünvanı taşımaya devam etmiştir.

Dalaman Tlos

Patara’ya dikilen “Yol Klavuzu Anıtı” nda, Likya yol ağı, 7 farklı yönden, Tlos’a bağlanmış ve güneyde Xanthos’tan, Güneybatıda Pınara’dan, Batıda Telmessos’tan, Kuzeybatıda Kadyanda’dan, Kuzeyde Araxa’dan, Kuzeydoğuda Oinoanda’dan ve Doğuda Choma’dan gelen ticari yolların hepsi: Tlos şehrinde kesişmiştir. Bu güzergahların pek çoğu günümüzde kullanılmaktadır.

Dalaman Tlos
Hıristiyanlık döneminde, Tlos, Likya’nın önemli piskoposluk merkezlerindendir.

Bu dinsel önemin, MS 12’nci yüzyıla kadar devam ettiği belgelenmiştir. Bölgeye en son olarak 19’ncu yüzyılda gelen ve “Kanlı Ali Ağa” olarak ünlenen Osmanlı Derebeyi, Tlos Akropolünün zirvesine, antik dönem kalıntılarını da kullanarak şatosunu yani günümüzdeki kaleyi inşa ettirmiştir.

Dalaman Tlos

Evet, günümüzdeki Yaka Köyü yerleşimi, antik Tlos yerleşiminin üzerine kurulmuştur.

Antik şehir ise, oldukça iyi korunarak günümüze ulaşmıştır.

Uçan at Pegasus

Mitolojiye göre Bellerofon öyküsü;

Şehirdeki bir anıt mezarın duvarlarında, uçan at Pegasos resimleri bulunmaktadır ve buna istinaden uçan ata binen Bellerofon’un bu şehirde yaşadığı düşünülmektedir. Bu konuda bir de mitolojik öykü vardır.

Tanrıça Athena: kanatlı at Pegasos’u: ağzından ateş püskürten canavarla savaşmak için giden Bellerofon’a verir.

Bellerofon; Pegasos sayesinde, canavarın alevlerinin yetişemeyeceği yüksekliğe çıkar ve oklarıyla onu öldürmeyi başarır.

Bu başarısının ardından: Likya kralının kızı ile evlenir ve taht varisi olur. Ardından, uzun yıllar mutlu bir şekilde Tlos kentinde yaşar.

Ancak: zamanla başarıları nedeniyle kibre kapılır. Bunun üzerine tanrıların öfkesini çeker. Hatta, bir gün Pegasos’a binerek Olympos dağına çıkmayı dener. Bunun üzerine Zeus’un gazabına uğrar.

Zeus: Pegasos’a bir at sineği musallat eder. At sineği atın kuyruğa altına yerleşir ve atı ısırınca at Bellerophontes’i üstünden atar, gözden kaybolana kadar yukarı çıkar.

Bu sırada Bellerophontes  ise hızla aşağıya düşer.

Sonunda, bir zamanlar düşmanların korkulu rüyası olmuş

Bellerophontes, yaşamının sonuna kadar tanrıların laneti nedeniyle sakat ve kör olarak yaşar.

Akropol:

Kentin girişindeki Akropol; 500 metre yüksekliğindedir ve dik yamaçları nedeniyle korunaklıdır. Kuzey doğusunda dik uçurumlar bulunan bir tepe üzerine kurulmuştur. Akropol alanın doğaya ve çevreye hakim görüntüsü ilgi çeker. Çevresinde yer yer sur kalıntıları görülmektedir.

Kale:

Akropolün bulunduğu tepenin doruğunda: Osmanlı döneminde yapılmış bir 14’ncü yüzyıl kalesi bulunmaktadır. Kalenin bölge hakimi olduğu tahmin edilen Kanlı Ali Ağa tarafından yapıldığı düşünülmektedir.

Bu kale, tepenin doruğunda bulunan daha eski kalıntıları gözlerden gizlemektedir. Kalenin altındaki düzlükte: Likya duvar kalıntıları bulunmaktadır. Kaleye tırmanırken, kayalara oyulmuş tapınak mezarlar görülür.

Kent Bazilikası:

Haç formlu bazilika: 84 x 32 metre boyutlarındadır.

Kronos Tapınağı:

Gök tanrısı Kronos’a adanmıştır. Kronos: ilk titan ve zamanı yaratan tanrıların tanrısıdır. Daha da ilginç olanı, Anadolu’da Kronos’a adanmış başka bir tapınak yoktur. Tapınak, MS 2’nci yüzyılda yapılmıştır. Ölçüleri: 15 x 7 metredir.

Agora:

Doğudaki geniş meydana yerleşmiştir. Kent Agorasının 6 kemerli kapısı ayakta kalarak günümüze ulaşmıştır. Agora: 9 metre genişliğinde, batı yüzündeki duvarında yarım düzineye yakın kapıların bulunduğu uzun bir yapıdır. Agoranın güneyinde Roma dönemi surları görülebilir.

Tiyatro:

Doğudaki geniş meydanın doğusundadır.

Tlos şehrinde günümüze ulaşan en önemli yapıdır. Tiyatroda: üç katlı sahne ve iki kademeli Cavea yani seyirci oturma sıraları bulunmaktadır. Bu özellikleriyle, Likya bölgesindeki diğer tiyatrolardan ayrılır.

Tiyatronun seyirci kapasitesi, 7-8 bin arasındadır. Tiyatronun, kuzey duvarının altında “IZRARA ANITI” görülebilir. Anıtın yazıtının ancak bir bölümü görülebilmektedir.

Stadyum:

Surların hemen güneyindedir. Roma döneminde yapılmıştır. Stadyum seyirci bölümünde 9 oturma sırası vardır ve seyirci kapasitesi 3500 kişidir.

Bu stadyum değerlendirilerek, şehrin Likya bölgesinin spor kenti olduğu düşünülmektedir. Oldukça görünür şekilde günümüze ulaşmıştır. Taş bloklar halinde aşağıya doğru sıralanan oturma yerleri ilgi çeker.

Stadyumun ortasında, dikdörtgen bir havuz bulunur. Farklı yapılar bulunması nedeniyle, bölgenin spor aktiviteleri dışında, dini ve sosyal amaçlarla da kullanıldığını göstermektedir.

Nekropol Alanı:

Kentin en dikkat çeken yerlerindendir. Mezarlar oldukça gösterişli düzenlenmiş ve ana kayaya oyularak yapılmıştır. Kentte, sadece oda gömütler değil, kapalı lahitler ve Roma dönemine ait üçgen alınlıklı kapalı lahitler de görülür.

Dalaman Tlos Kaya Mezarları

Kaya mezarları:

Ören yerinde en gözde yer, kayaların içine oyularak yapılmış kaya mezarlarıdır. Bu mezarların pek çoğu günümüzde açıktır, tepelere tırmanmayı göze alırsanız bu kaya mezarların içini görebilirsiniz.

Hamamlar:

Ören yerinde, büyük ve küçük olmak üzere iki hamam vardır. Büyük hamam, aynı zamanda “Yedi Kapı” yani “Seven Gates” olarak da isimlendirilir. Çünkü 7 tane ark yapısı vardır ve bunlar günümüze ulaşmıştır.

Hamam, Erken Roma döneminde yapılmıştır ve MS 11’nci yüzyılda kiliseye dönüştürülmüştür. Bu yüzden, bölge aynı zamanda Hıristiyanlık için büyük öneme sahiptir.

Dalaman Tlos Bellerephontes

Bellerephontes Anıt Mezarı:

Günümüzde, Tlos kalesine çıkarken: yamaçtaki kayalara oyulmuş tapınak mezarları görebilirsiniz.

Bu mezarların en görkemlisi: Kanatlı at Pegasus’un, üç başlı canavar Chimera ile savaşırken resmedildiği Bellerephontes’e ait mezar anıtıdır. Hemen tanıtımın başında, Bellerephontes mezarı demiş olsam da, yazının sonunda bu konuda açıklayıcı bilgiyi göreceksiniz.

Evet, buna yani kayaya oyulmuş figüre istinaden: Bellerephontes’in bu şehirde yaşadığı düşünülmektedir.

Ancak müze girişinin sağ alt kısmında kalan ana kaya üzerine oyulmuş bu kaya mezara ulaşmak için zorlu bir yolu geçmeniz gerekir. Yokuş yukarı taşlık bir yoldan yürünüyor ve taşlar kayıyor. Spor ayakkabınız olmalıdır.

Mezarın girişinde iki sütun bulunur.

Bellerophon kaya mezarı, yan yana konumlandırılmış iki mezar odası ve girişte bulunan bir ön odadan oluşur.

Mezar odaları içinde, diğer kaya mezarlarda görüldüğü gibi ölü yatakları bulunur.

Mellerophon kaya mezarı: ön odasında, her iki mezar odasının arasında kalan yüzey: sağlı sollu birer konsol ile sınırlandırılan, bir İon tarzı kapı betimlemesiyle doldurulmuştur.

Ayrıca mezar odalarının girişlerinde aslan, köpek ve kuş gibi farklı hayvan kabartmaları işlenmiştir.

Soldaki düzleştirilmiş kaya yüzeyine ise: şaha kalkmış kanatlı at Pegasus üzerinde duran bir mızraklı savaşçı figürü görülür. At figürünün hemen önünde Chimeira kabartması bulunur.

Mezarın ön odasında betimlenen bu kompozisyon ile, Bellerophon ve Chimeira mücadelesi vurgulanmıştır. Bellerophon mitolojisinin Likya tarihi içinde ayrı bir yeri ve önemi vardır.

Bunun sonucunda, Bellerophon ve Chimeira mücadelesi, Likya bölgesi mezar sanatında sıkça tercih edilen bir figür olmuştur.

Tlos örneğinde: mezar sahibinin kendisini Bellerophon ile özdeştirdiği ve böylece de kahramanlaştırmak istediği açıktır.

Bellerophon kaya mezarının solunda, düzleştirilmiş doğal kaya yüzeyinde bir Likya yazıt bulunmaktadır. Bu yazıtta: “Hrixttibili ve eşinin burada yattığı” yazılıdır.

Böylece, Bellerophon mezarı olarak tanımlanan mezarın aslında Likçe yazıtta ismi geçen Hrixttibili ve eşine ait olduğu anlaşılmaktadır.

Dalaman Kapıdağ Yarımadası

KAPIDAĞ YARIMADASI:

Teke yarımadasından sonra bölgenin en büyük ikinci yarımadasıdır.

Dalaman Kapıkargın köyünün güney sınırından başlayıp, Akdeniz sularında son bulur. Sarsala ve Hurmalı koyları arasında kalır.

Buraya “Kapıdağ” isminin verilmesinin sebebi: “kara ile bağlantısının yaklaşık 400 metre genişlikte, doğal bir köprü gibi uzanan en dar kısmına inşa edilmiş sur kalıntıları” dır.

Muhtemelen yarımadayı ana karadan gelecek saldırılara karşı korumak için yapılmış surlara ait kalıntılar günümüzde de izlenebilmektedir. Bu noktanın doğusunda Hamam koyu ve batısında ise Gökgemile koyu bulunmaktadır.

Yarımadada: birçok burun, koy ve ada bulunmaktadır.

Ayrıca: yine yarımada da: Krya, Lissa ve Lydae antik kentleri bulunmaktadır. Ancak bunlarda herhangi bir resmi arkeolojik kazı çalışması yapılmadığından gezilecek durumda değildir. Lissai kenti kalıntıları: güneyde Kargın gölünün güneyindedir.

Batıda ise Lydia kalıntıları vardır. Lydia kenti, özellikle Bizans zamanında ünlenmiştir ve günümüzde burada Bizans dönemine ait yapı kalıntıları bulunmaktadır.

Kapıdağ Yarımadası 1’nci Derece Doğal Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.

Arymaxa şehri:

Bu küçük yerleşim yeri hakkında çok az bilgi vardır. Arymaxalılar, Lydae ile aynı halktan oluşur, Yavansu koyuna yakın noktadaki yerleşim, muhtemelen Lydae şehrinin liman mahallesiydi.

Lydae Şehri:

Antik yazarlardan anlaşıldığına göre, Arymaxa ve Lydae şehri aynı soydan gelen halklar tarafından kurulmuştur. Kentin eski isimlerinden birisi “Kyldai” dir. Coğrafyacı Ptolemaios ise bu şehirden “Khydai” olarak söz eder.

Şehrin kelime anlamı “Lidalılar” demektir. Lida kelimesi, Yunancada olmayan Anadolu kökenli bir kelimedir. Lydae şehrinde, Roma dönemine ait birçok sivil mimari örnekleri, günümüze kadar ulaşmıştır.

Lissa Şehri:

Kapıdağ yarımadasının kuzeyinde Kocagöl yakınlarındadır.

Yaklaşık 800 dekar genişliğinde bir çanak içinde bulunmaktadır.

Kent: anakaraya, kuzeydeki 1 km uzunluğunda ve 500 metre genişliğinde, dar bir kıstak ile bağlanmaktadır. Bu kıstak üzerinden geçen bir yaya patikası dışında ana kara ile bağlantısı yoktur.

Antik kentten, sadece Plinus tarafından söz edilmekte, başkaca bilgi yoktur. Kentin sur duvarları kısmen korunmuş olup, muhtemelen MÖ 3’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. II ve III Ptolemaios onuruna yapılan yazıtlarda: kentin ismi geçmektedir.

Mezarlar sarnıç tipidir. Ayrıca birkaç temel kalıntısından başka bir kalıntı günümüze ulaşmamıştır. Yazıtlarda: burada bir meclis ve yönetim binalarından söz edilse de, bunlara ait bir kalıntı bulunamamıştır.

Ancak unutmamak gerekir ki, burada herhangi bir resmi arkeolojik araştırma yapılmamıştır.

Kentte ulaşım günümüzde de olduğu gibi, yarımadanın güney batısında ve kıstağın doğusunda bulunan iki limandan sağlanmaktadır. Ağalimanı ve Batık Hamam. Bu her iki limana ulaşmak için kullanılan en yakın koy ise, yaklaşık 15 km uzunluğundaki bir karayolu ile Dalaman merkeze bağlantısı olan Sarsaladır.

Sarsala limanından Ağalimanına yaklaşık 1 sata süren bir tekne yolculuğuyla ulaşılır. Hemen limandan başlayan antik bir yol, yaklaşık 45 dakikalık manzaralı bir tırmanış yolculuğu sonrasında, ziyaretçileri yani sizi kente ören yerine ulaştırır.

Ören yerinde görebilecekleriniz:

Kentin özellikle Roma dönemindeki zenginliğini vurgulayan mezar anıtları vardır. Bazı duvarları, tavan yüksekliğine kadar korunmuş olan bu mezarlar, döneminin Anadolu mezar mimarisini yansıtır.

Tapınakları hatırlatan bir üst oda ve altta mezar odaları vardır. Üst yapı ve cephe mimarisine ait bütün mimari parçalar sağa-sola dağılmış haldedir.

Bu anıtsal mezarlar, gerek süslemeleri ve gerekse yazıtlarına göre, erken 2’nci yüzyıl sonuna aittir. Karşı yamaçtaki kayalık üzerinde bulunan bir kaya mezarı da, bu defa bölgenin geleneksel mezar mimarisini yansıtmaktadır.

Krya-Kryasos Şehri:

Fethiye körfezine bakan Krya antik kenti, Daedala’ya en yakın antik yerleşim yeridir. Karia-Likya sınırında bulunan bir yerleşim yeridir.

Yazılı kaynaklarda, Delos birliğine bağlı olarak görülen şehrin ismi Kryasos olarak geçer. Günümüzde şehirde Likya tipi kaya mezarları görülebilir. Ayrıca güvercin yuvası şeklindeki mezarlar da görülebilmektedir.

Daedala Şehri:

Göcek-Fethiye arasında bulunan İnlice’nin kuzeyindeki dağlık alandadır.

Şehrin ismi Luwi kökenlidir. Kelime anlamı: Heykel ormancığı veya Tanrı/Tanrıça ormancığı veya Çam ormancığı dır.

Şehir hakkındaki en eski bilgi, Strabon tarafından verilmektedir.

Strabon, Daedala şehrinin Rodos Pereiası sınırında olduğundan söz etmektedir. Aynı zamanda Karia-Likya sınırındı bulunan bu kentin, antik Glaukos (Fethiye) körfezine hakim bir yerde kurulmuş olması, muhtemelen hem denizden hem de karadan yapılacak ticaretin kontrolü içindir.

Günümüz;

Günümüzde ören yerinde: İçkale ve sur kalıntıları ile kaya mezarları görülebilir. Kaya mezarları, güvercin yuvası tarzındadır. Burada herhangi bir resmi arkeolojik araştırma yapılmamıştır, çünkü ulaşım oldukça güçtür.

Şehirle ilgili bir efsane anlatılmaktadır. Buna göre:

“Antik Yunan’da Plateea ve Boeotia bölgesi halkları tarafından, festivaller düzenlenir. Festival: Zeus ve Hera ritüelleriyle benzerlik gösteren uygulamalar içerir. Plataealıların festivallerine “Küçük Daedala Festivali” ve Boeotialıların festivallerinde ise “Büyük Daedala Festivali” ismi verilmiştir.

Plataealıların 4 yılda bir düzenledikleri Küçük Daedala Festivalinin ilk günü, Alalcomene Mahallesinde Boeotianın en büyük meşe ormanına giren Plataealılar: pişmiş et parçalarını ortalığa bırakarak kuzgunların bunları almalarını beklerler.

Kuşların, etten bir parça aldıktan sonra hangi ağaca yerleşeceğine dikkat ederler. Kuzgunların et taşıdıkları ağaçlar kesilir ve bu kesilen ağaçlar: “Daedale” yani “Kabaca yontulmuş heykeller” haline getirilir.

Büyük Daedala festivali ise, 70 yılda bir düzenlenen ve Plataealı ve Boeotialıların birlikte organize ettikleri bir festivaldir. Küçük Daedala Festivalinde, her seferde 14 heykel yapılır ve civardaki şehirlere dağıtılırdı.

Büyük Festivalde, Asapos ırmağı boyunca, konvoy oluşturularak, nehrin yukarısına çıkılır ve buradan inşa edilen büyük bir sunağa kurban adanırdı. Arabalarla taşınan daedalalar (ahşap heykeller) bu sunağa yığılır, Zeus için boğa, Hera için düveler kesilir, hepsi birlikte ateşe verilirdi.

Evet, Daedala kelimesiyle ilgili bir başka benzerlik de: “Yunan mitolojisinde kendisine kuşlarınkine benzer kanatlar yaparak uçan ilk insan Daidalaos” tur.

Gelelim günümüze, ören yerindeki kalıntılara: Daedala kentine ait kalıntılar dağlık alanda bulunduğundan ziyaret edilmesi son derece zordur.

Ancak Daedala şehrinin limanı olduğu tahmin edilen İnlice plajında, Bizans döneminden kaldığı düşünülen büyük bir yapı kalıntısı görülmektedir. Bu yapının muhtemelen depolama amaçlı kullanılan bir yapı olduğu tahmin edilmektedir.

Pasanda-Gökbel:

Ünlü coğrafyacı Strabon: Pasanda şehrinin, Kaunos şehrinin tam karşısında bulunan komşu kent olduğunu yazmıştır. Ancak kentin yeri ve büyüklüğü hakkında net bilgiler yoktur. Pasanda: Kaunos şehriyle birlikte, Telandros Attika Deniz birliğine katılmış ve yaklaşık 30 yıl boyunca Kaunos ile birlikte vergi listelerinde görülmüştür.

Dalyan’dan İztuzu’na giderken içinden geçilen küçük bir köy olan Gökbel’in Pasanda şehri üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir.

Burada bulunan kaya mezarları ve bazı temel kalıntıları, geçmiş dönemlerde burada bir yerleşim olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak, bölgedeki yerleşimler resmi olarak araştırılmadığından net bilgiler yoktur.

Dalaman Gökgemile Koyu

Gökgemile Koyu:

Kapıdağ yarımadasının batı yakasındadır. Koya, Fethiye’den kalkan teknelerle ulaşmak mümkündür. Ayrıca, Hamam koyundan buraya 20 dakikalık kısa bir yürüyüşle ulaşmak mümkündür. Tur tekneleri buraya pek uğramazlar. Bu yüzden oldukça sakin bir koydur.

Dalaman Gökgemile koyu

Burada sahil, plaj bölümü ağaçlarla çevrilidir. Ağaçlarla kaplı iki yeşil burnun arasında, Akdeniz’e doğru uzanmaktadır.

Çevrede çadırlı kamp kuranlar ve trekking yapanları görmek mümkündür. Koyda balık restoranları bulunmaktadır. Mükemmel bir doğa gezisi için, bu koyu ziyaret etmenizi öneririm.

Dalaman Hamam koyu

Hamam Koyu:

Hamam koyu: Kleopatra Hamamı ve Manastır koyu olarak da isimlendirilir.

Kapıdağ yarımadasının kuzeyinde, güneyinde Kuyrucak burnu, kuzeyinde Bozburun ile sınırlanan kıyıları dik yamaçlı, batı sahili kısmen plajlıktır.

Kara ulaşımı olmayan koyda, restoranların dışında ihtiyaç temini mümkün değildir. Batısındaki dar kıyı, Kapıdağ yarımadasının karaya bağlandığı yerdir.

Tepeler çam ve zeytin ağaçlarıyla kaplıdır. Açık denizden rahatlatıcı esintiler alır ve bölgenin en serin koyudur.

Geniş iskelenin yanında, günümüzde bir kısmı sular altında kalmış bir Bizans manastırı veya hamama ait olduğu düşünülen kalıntılar bulunmaktadır.

Burada şnolkerle dalarak deniz altındaki manastır kalıntılarını görebilirsiniz. Buradaki kalıntıların bir hamama ait olduğu düşünülerek koya “Hamam Koyu” ismi verilmiştir.

Hamam koyunun doğusundaki kıyı çok derindir. Bu kısma tekneler yanaşır. Koyun denizi oldukça fazla temizdir. Koyda, yine sadece denizden ulaşılabilen bir restoran bulunmaktadır. Koyun ortasında, zeytin ve çam ağaçlarının arasından yukarı kıvrılan yolu çıkarsanız, tepede muhteşem bir manzara görebilirsiniz.

Çamlı Koyu:

Burada: Çamlıköy ucundan dar ve virajlı bir yoldan gidilir. Aracınızı otoparka park ettikten sonra, traktörler ile plaja gidiliyor. Gidiş ve geliş için 25 TL ücret alınıyor. Şezlong ve şemsiye için de ücret ödemeniz gerekiyor. Yeme için plajda bir işletme bulunuyor. Ancak fiyatların çok abartılı olduğunu unutmamak gerekir. Bence burayı ziyaret edecekseniz, yanınızda kendi yiyeceğinizi ve suyunuzu mutlaka götürün.

Çamlı koyunun arkasındaki tepeler, Fethiye Ölüdeniz’deki kelebekler vadisinin benzeri gibi binlerce kelebeği ağırlıyor.

Çamlı koyu, iki küçük tepenin arasına sıkışan 50 metrelik bir koydur.

Plajda: tuvalet, soyunma kabinleri ve duş vardır. Manzara muhteşemdir, denizde ise berrak ve temizdir, arkanızda yani plajın hemen bitiminde ise ormanlık alan vardır.

Çamlı koyu oldukça kalabalıktır. Çünkü araba ile gidilebilmektedir, koyun dışında ücretsiz otopark vardır.

Günübirlik tekneler ve Mavi tur tekneleri, burada yemek molası verirler.

Gelelim sonuca, burası oldukça güzel bir yer, ama burayı ziyaret edenlerin ortak şikayeti; işletmecilik yok, otoparkta aracınıza zarar verebiliyorlar, traktör ulaşımında sorunlar olabiliyor, ayrıca çok kalabalık, özellikle çocuklu aileler tarafından yoğun tercih ediliyor, yani kafa dinleme yeri değil, fiyatlar pahalı, tüm bunlardan sonra gidip gitmemek için tercih sizin.

AĞA LİMANI:

Kızıl Burnun 1 mil kuzeyinde olan Ağa Limanı, iki kol halinde karaya doğru girinti yapar.

Batıya doğru uzanan kısmına: Büyük ağa limanı, kuzey batıya doğru girinti yapan kısmına ise Küçük Ağa Limanı ismi verilir.

Küçük Ağa Limanı Sahili: Buradaki plaj çakıllıdır. Deniz derindir. Burası tekneler için geceleme durağıdır.

Büyük Ağa Limanı: Batıya doğru daralarak girer. Küçük ve çakıllı bir plajla sonlanır. Plajın önü aniden sığlaşır, fakat geri kalan kısmı oldukça derindir. Plajın alt kısmında, deniz içinde soğuk su kaynağı vardır. Bu yüzden, deniz bu kesimde oldukça soğuktur.

Yöre halkı, hafta sonlarında aileleriyle birlikte, dinlenmek ve piknik yapmak için buraya gelirler. Koyda tüm yıl boyunca açık olan bir kaynak vardır. Yabani hayvanlar da su içmek ve piknikçilerden kalan yiyecekleri yemek için sessiz olduğundan bu koya gelirler.

Plajın yanından başlayan yokuş bir patika ile, yukarıdaki Köyiçe denen yere ulaşılır. 800 metre uzaklıktaki burada Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntılar bulunmaktadır.

ŞEREFLER KÖYÜ:

Dalaman merkez ile Şerefler köyü arasındaki uzaklık 4 km dir.

Dalaman Klynda

Kalynda:

Dalaman-Fethiye yolu üzerindedir. Şerefler köyü sapağında ana yoldan ayrılmak gerekir. Ayrıldıktan sonra sadece 1 km ileridedir.

Kalıntılar: Şerefler köyü okulunun 200 metre yukarısında, tepe üzerindedir. Bu tepe üzerinden, Dalaman ovasının harika manzarasını izleyebilirsiniz.

Kent, bir Karia kentidir. Patara şehrindeki yol kılavuzuna göre: Telmessos şehrinden 34.5 km ve Kaunos şehrinden ise 19 km uzaklıktadır.

Heredotos’un yazdıklarına göre, kent başlarında kralları Damasithymos ile birlikte MÖ 5’nci yüzyılda Perslerle yapılan savaşlara katılmıştır. MÖ 480 yılında Salamis deniz savaşında Kalyndalıların gemisi batmıştır.

Attika-Delos deniz birliğinin tribut listelerinde, Kaunos’a bağlı bir kent olarak gösterilmiştir. Çünkü Kalynda şehrinin bir dönem Kaunos egemenliği altında kalmıştır.

Sonra Knidos’un desteğini alarak Kaunos’a karşı ayaklandığını, Kaunos kuşatması başlayınca, bu kere Rodos’tan yardım istendiğini belirtmiştir.

MS 141 yılındaki büyük depremde hasar gören kente, Rhodiapolis’li Opramoas’ın yardım ettiği, yazıtlardan öğrenilmektedir.

Kent son olarak Bizans döneminde iskan edilmiştir.

Kalynda şehri sikke basmıştır. Sikke üstünde: Zeus başı ve kanatları açık kartal kabartması vardır.

Kentten, günümüze kalan kalıntı yoktur. Sadece birkaç duvar parçası kalmıştır.

Dalaman Kille koyu

Kille koyu:

Boynuzbükü ve Taşkaya arasında kalan geniş bir koydur. Araçla ulaşmak için toprak yol bulunmaktadır. Ancak yolu oldukça bozuktur.

Koyun ortasında uzun plaj ve arkasında bir ova bulunur. Dağlar çam ağaçlarıyla kaplıdır. Ancak koyda hiçbir tesis yoktur, bu yüzden ihtiyaçlarınızı daha önce temin ederek bu koya gitmenizi öneririm.

Bu koyda, çam kokuları eşliğinde denize girebilirsiniz.

Deniz çakıllıdır. Plaj kıyısı toprak olduğundan deniz ilk girildiğinde, bulanık görülebilir ancak daha sonra berraklaşıyor.

Çam ağaçlarının gölgesinde, piknik yapmak da mümkündür.

Ancak yolunun kötü olması nedeniyle, koy oldukça bakir kalmıştır. Sessiz ve sakin bir kamp için uygundur. Ancak koyda su yok, herhangi bir tesis, tuvalet ve soyunma kabinleri yoktur.

Son bir not: 2020 yılında Dalaman Belediyesinden yapılan bir açıklamaya göre, MUÇEV (Muğla’ya Hizmet Vakfı ve Türkiye Çevre Koruma Vakfı ortaklığı ile kurulan Ltd Şirk.)  ile yapılan protokol gereği, Killi koyu 4 yıllığına Halk Plajı olarak kiralanmıştır.

Kira sözleşmesi gereği, halkın kullanabileceği duş, kabin, tuvalet ve şezlonglar konulacaktır. Hadi bakalım, yeni gidenler sonucu yorum olarak bildirsinler, bekliyoruz.

Dalaman Antik Demirciler Çarşısı

ANTİK DEMİRCİLER ÇARŞISI:

Dalaman merkeze bağlı 7 km uzaklıktaki Gürköy bölgesindedir.

Ancak Gürköy’den buraya ulaşmak için yaklaşık 30 dakikalık bir yürüyüş yapmak gerekiyor. Çarşı: 13’ncü yüzyıldan kalmadır, Rumlar tarafından yapılmıştır.

Yöre halkı tarafından “Demirciler Çarşısı” olarak isimlendirilir.

Halen aktif olarak kullanılan çarşıda: tarihi dokular ve ustalıkla yapılmış birçok ürün bulunmaktadır. Bu ürünler: demir, bakır, alüminyum ve çelik el sanatları örnekleridir. Buradan hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz.

Geçmişten kalan: demir parçaları, örsler ve çekiçler görebilirsiniz. Bir rivayete göre: dükkanlardan çıkan çekiç ve örs sesleriyle dövülen demirlerden çıkan kıvılcımlar uzak köylerden görülür ve duyulurmuş.

KAPUKARGIN MAHALLESİ:

Kapukargın Mahallesi, Dalaman merkeze 11 kilometre uzaklıktadır.

Dalaman Kapukargun Kükürt Kaplıcası

Kapukargın Kükürt Kaplıcası:

KApukargın köyü yol kavşağından, kaplıca alanına kadar olan 1200 metrelik yol asfalttır. Tesis girişinde 800 yıllık bir zeytin ağacı vardır.

Ayrıca, kaplıca içerisindeki göllerin çevresine, yapay plajlar yapılmıştır.

Kükürt havuzları: 42 dönümlük arazi üzerindedir. Yaklaşır yaklaşmaz, hissedeceğiniz kükürt kokusuna alışkın olmayanlar için başta rahatsız edici gelebilir ama kısa sürede alışılıyor.

Dalaman Kapukargun Kükürt Kaplıcası

Bölge, bir mesire alanı olarak düzenlenmiştir. Kükürt havuzu ile birlikte piknik alanı bulunmaktadır. Ayrıca: spor alanları, aile çay bahçesi, restoran, tuvaletler ve otopark vardır.

Havuz çevresinde: konaklamak için çadırlı kamp ve karavan alanları bulunmaktadır. Çadır kurabilirsiniz.

Dalaman Kapukargun Kükürt Kaplıcası

Kükürt Havuzu Özellikleri:

Kükürt havuzunda bulunan suda: 17 farklı mineral bulunmaktadır. Doğal su, bütün yıl boyunca 28 derece çıkar. Bu mineralli suyun: sedef hastalığı, kas ve diz ağrılarına iyi geldiği söyleniyor.

Ayrıca: cilt hastalıklarına da iyi geliyor. Güzellik iksiri olarak bilinen çamur da suyun çıkmasıyla doğal olarak oluşuyor.

Kocagöl:

Halk arasında “Alagöl” olarak da isimlendirilir. Lagün gölüdür. Göl, Sarsala koyu yolu üzerindedir, hatta bölgeyi bilmeyenler yol üzerinde birden bu büyük su birikintisiyle karşılaşınca Sarsala koyuna geldiklerini sanırlar.

Kocagöl’ü geçtikten sonra nefes kesen görüntüsüyle Salsala koyu görünür. Gölün suyu kükürtlü ve acı sudur. Gölün çevresi, yemyeşil ormanlarla kaplıdır. Göl çevresinde: kamp yapılabilir, doğa yürüyüşü yani trekking yapılabilir ve piknik yapılabilir.

Dalaman Salsala koyu

Salsala Koyu:

Kocagöl’ü geçtikten sonra virajlı bir yoldan buraya ulaşabilirsiniz. Kapukargın-Sarsala koyu arasındaki 4 km lik yol asfaltlanmıştır. Dalaman merkeze 12 km uzaklıktadır.

Dalaman yöresinde, karayolu ile ulaşılan tek koy burasıdır. Ancak bu karayolu oldukça kötüdür. Yine de, yaz aylarında yani sezonda aşırı kalabalık olur.

Fethiye körfezinin batı ucunu oluşturan Kapıdağ yarımadasında irili ufaklı birçok koy bulunuyor. Bu koylar, mavi yolculuk teknelerine ev sahipliği yapıyor.

Dalaman tren istasyonunun yapımı için kullanılan malzemeler, Fransa’dan gemilere yüklenerek buraya gelmiştir.

Salsala koyundan denize doğru baktığınızda: sanki denizle bağlantısı olmayan büyük bir koy ve çevresi adalarla çevrilmiş bir koy görüntüsü verir.

Koy: iki kısma ayrılmaktadır. Bu kısımlar:

1-Büyük Salsala koyu.

2-Küçük Salsala koyudur.

Küçük Salrsala koyu ise, yatlar ve tekneleri ağırlamaktadır. Yani: mavi yolculuğa çıkan tekneler mutlaka buraya uğrarlar.

Büyük Salsala koyu: plajıyla ziyaretçilerin gözdesidir.

Koyda hiçbir yapılaşma yoktur. Bu yüzden bakir doğasını koruyarak günümüze ulaşmıştır.

Plaj:

Plaja giriş ücretlidir. Şezlong ve şemsiyeler de ücretlidir. Plajda: restoran, duş ve soyunma kabinleri bulunmaktadır.

Deniz:

Deniz taşlıktır. Ancak suyu soğuk değildir.

Dalaman Akkaya Garden

AKKAYA GARDEN:

Atakent, Akkaya mevkiindedir. Buraya “Gizli Vadi” de denilmektedir.

Dalaman merkeze 12 km uzaklıktadır. Yolu uzun ve virajlıdır, restoran villaların dibindedir. Ormanın içinde, doğallığı fazla bozulmadan yapılmış güzel bir mekandır.

Yemyeşil ağaçların altında, merdivenle çıkılan asma katlar yapılmış, kuş yuvası benzeri veya ağaç köşkler denebilir. Bunlar 4-8 kişiliktir. Bu köşklerde isterseniz bir şeyler yiyebilir veya içebilir ve hatta isterseniz köşklerde uyuyabilirsiniz.

Dalaman Akkaya Garden

Vadide: botanik bahçesi, restoran ve at binme yeri bulunmaktadır. Atlarla gezi turu yapılmaktadır. Restoran ise, uzun yıllardır buradadır ve oldukça büyüktür, toplam 250 kişi kapasitelidir.

Dalaman Akkaya Garden

Ayrıca: gölde tekne turu, konu turu yapılabilir. Ata binmek de mümkündür çünkü bir at çiftliği bulunuyor.

Dalaman Hippokome

HİPPOKOME:

Dalaman merkeze 30 km uzaklıktaki, Çöğmen köyü ve İt Asarı Mevkiinde bir tepe üzerindedir. Şehrin isminin kelime anlamı, Karya dilinde “At Şehri” demektir.

Dalaman Hippokome

Şehrin güneybatı ölümünde,3 tane büyük kaya mezarı bulunmaktadır. Bu mezarların sağı ve solunda, şehrin tepesine çıkmak için basamaklar halinde yol vardır. Tepeyi çevreleyen bir kale ve kalenin içinde su sarnıcı, ambar olması muhtemel bir bina yıkıntısı vardır.

Bu kısmında, ayrıca Grekçe kitabeler görülür. Kaleden bakıldığında, doğu ve kuzey tarafta Çöğmen köyünün mahalleleri görülebilir. Kuzeybatı da ise Kepezbaşı denen yerde, günümüzde izine rastlanmayan Roma ve Bizanslılardan kalma bina harabeleri bulunur.

Dalaman Oktapolis

OKTAPOLİS:

Dalaman merkeze 43,6 km uzaklıktaki  Bozbel beldesindedir.

Burası: Kragos dağı eteklerinde bir bölgenin adadır.

Şehrin ismi, mezarlardaki kitabelerden okunmuştur ve “Oktapolis” yani “Sekiz Şehir” dir. Şehrin ismi “Oktapolis” bölgede bulunan yazıtlarda ve kaynaklarda yoğunlukla geçer. İlk olarak, Kızılkaya’da bulunan iki mezar yazıtında görülür.

Günümüze kadar bilinen 7 kent, Oktapolis’in üyeleridir. Bu kentler: Hippokome, Setos, Pallene, Kastanna, lyrnai, Loanda ve Myndos’tur. Loanda şehrinde tanrılar adına dikilmiş bir stelde: Oktapolis’in kurucularının isimleri geçmektedir.

Aynı zamanda Hippokome şehrinden geçen yol, Symbra şehrine kadar devam etmektedir ve bu kentin de Oktapolis’in içinde yer aldığı düşünülür.

Bu sekiz şehirden en önemlisi ise Hippokome “At Şehri” dir.

Antik kentin içinde ve dışındaki yamaçlarda, günümüzde kaya mezarları görülür. Mezarlar sarp kayalar üzerine yapıldığından çıkmak ve yaklaşmak oldukça zordur.

Mezarlar: Likya dönemi yapısıdır. Şehrin diğer kalıntıları ise Roma ve Bizans dönemlerine aittir. Kayadibi köyünün içinde, yer yer sur kalıntıları görülebilir. Bu surlar, Oktapolis şehrinin sınırlarını oluşturmaktadır. Surlar içinde kiler ve konut kalıntılarına rastlanılır.

Dalaman Deliklikavak

DELİKLİ KAVAK:

Dalaman merkeze 47 km uzaklıktadır. Elcik ve Bozbel arasındadır. Belli bir yere kadar kendi aracınız ile gidebilirsiniz ve sonrasında köylülerin traktörleriyle buraya ulaşabilirsiniz. Tepenin güney ucunda: dev bir kaya mezarı bulunmaktadır. Önündeki düzlükte ise, bir tane kaya mezarı vardır. Güney, batı ve kuzey taraflarında ise: sur kalıntıları görülür.

 HİSAR;

Gürleyik köyünden sonra yaklaşık 1 saatlik bir yürüyüşle buraya ulaşılır. Dalaman ilçe merkezine 56 km uzaklıktadır.

Gürleyik köyünün üst kısmında bulunan yerleşimdeki evler, birbirine yapışık gibi yakındır. Her evin yan tarafında: kiler, ahır ve şaraphane bulunur.

Hisar isimli bu yerleşim yeri, Bizans döneminden bu yana yani günümüze kadar yerleşim görmüştür. Özellikle şarap imalathanesi olarak kullanılmıştır. Günümüzde sadece evlerin taban kalıntıları ve şarap testilerinin konulduğu çukurlar görülebilmektedir.

MANASTIR TEPESİ:

Gürköy-Karaağaç köyleri arasında, Manastır tepesi olarak bilinen tepenin batı eteklerinde, bir manastır kalıntıları görülmektedir. Buraya ulaşmak için: Dalaman-Gürköy yolunu takip etmeniz ve Gürköy’e ulaştıktan sonra, yaklaşık 45 dakikalık bir yaya yürüyüşü gerekir.

Ancak, burada, gözle görülür belirgin bir yapı yoktur. Çünkü: Bizanslılardan kaldığı düşünülen bu yapının, 13’ncü yüzyılda, güney bölümüne Rumlar yerleşmiş, Kurtuluş Savaşının ardından yapılan mübadelede ise, bölgeyi terk eden Rumlar tarafından, bu manastırın yıkıldığı tahmin edilmektedir.

 

OİNOANDA:

Diogenes Yazıtı:

MS 2 nci yüzyılın 2 nci yarısında yazılmıştır. Yazıtın taşıyıcısı olan yapı henüz tam olarak bilinmemekle birlikte, muhtemelen büyük bir stoadır. Ve yazıtın bulunduğu kamusal mekanla ilişkisi henüz bilinmemektedir.

Anadolu’nun en uzun yazıtlarından biridir ve en etkileyici içeriklerden birini taşır. 1250 kelimelik bölümü elde olan ve daha da bulunması beklenen, felsefe içerikli ünlü yazıtın bulunuş hikayesi 1884 lere kadar iner. Daha önce bulunan 51 bloğa 38 yenisi eklenmiştir. Bugün dağınık durumda ve pek çoğu daha bulunmayan yazılı blokların, kent duvarı boyunca uzandığı düşünülür.

Oionoanda vatandaşı, ünlü Dioogenes’in söylevidir. Ondan çok şey öğreniriz. Yaşam sürdükçe tartışma konusu olmaktan asla çıkmayacak birçok etkileyici konuyu çarpıcı bir anlatımla bu taşlardaki söylevde buluruz. “Yaşamın gün batımında oluşan ve kaleme alınan özgün düşünceler kazınmıştır” taşlara. Bilimsel bakışın dünden çok daha ileride olduğu bugün bile çoğunun ulaşamadığı akıl düzeyini göstermektedir.

“Sağlıklı bir beden olmadan hiçbir şey olmayacaktır. Bu nedenle bedenlerinizi onurlandırmalıyız. Hiç bir mutluluk temelde kötü değildir. Ama bazı mutluluklara ulaşmanın yolu, onların değerini kat kat aşan kargaşadan geçer. Gerçek mutluluk yaşamın lükslerinde değil bilimdedir. …… benliğimizi saran ölüm ve tanrılardan korkmak gereksizdir. Tanrının daha önce nerede yaşadığımı bilmek isterim. Başkalarının peşinden giderek gerçeklik asla bulunmaz. Beden ruh tarafından örselenir ve kötü yola sürüklenir. Ruh bedenden ayrılıp varlığını sürdürmez O’nun bir parçasıdır.”

Antalya Elmalı

Antalya Elmalı


Elmalı denilince, benim aklıma ilk gelen: ilçe merkezinde, Ömer Paşa camisinin hemen yanındaki “Elma anıtı” ve yörenin yaz aylarında aşırı sıcaklarından kaçıp buraya sığınan ve yerleşim yerinin mevcut nüfusunu, üç-dört katına çıkaran nüfus yoğunluğudur.

Evet, burası, rakımın yüksek olması nedeniyle, özellikle yaz aylarında, nispeten serin havası ile ziyaretçi çekiyor. Bunun dışında, bölgenin genelindeki turistik çekicilik, maalesef burada etkin değil. Çünkü: herhangi bir turizm aktivitesi yok.

Sadece, bir kısım turist, bir yerden bir yere giderken, buradan geçiyor. Ama, unutmamak gerekir ki, Elmalı gerçekten, tarihi geçmişi renkli olan bir yer ve özellikle, Elmalı Definesi, bütün dünya tarafından bilinen bir gerçektir.

Antalya Elmalı

ULAŞIM

Elmalı, bağlı bulunduğu il olan Antalya’nın 111 km. batısındadır. Elmalı-Korkuteli arasındaki uzaklık: 50 km. Elmalı-Finike arasındaki uzaklık: 60 km.

Antalya Elmalı Tarih

TARİH

Yörenin tarihi geçmişi incelendiğinde, özellikle, antik dönemde Likya uygarlığının kuzeyinde önemli bir yerleşim yeri olduğu kabul edilmektedir. Bunun dışında: Semahöyük köyü ve Hacımusalar köyü yakınlarındaki höyüklerde yapılan araştırmalarda, Bronz çağında, buralarda yerleşim izleri görülmüştür.

Ancak, tüm bunlara rağmen, yine de, Elmalı yerleşim yerinin, ilk olarak, MS.8’nci yüzyılda gerçekleştiği resmen anlaşılmaktadır. Yıldırım Beyazıt döneminde, yöre, Osmanlı egemenliğine girer. Osmanlı döneminin ilk yıllarında, Teke livasının merkezi ve Teke paşalarının ikametgahı olarak bilinir. Çünkü: Anadolu Selçukluları, burayı ele geçirince, Tekeli Türk boylarını, buraya yerleştirirler.

Ancak, idare merkezi Antalya’ya taşınınca, burası kaza haline gelir. Bu süreçte, yörenin kullanılan isimleri: Kabalı, Amelas, Elmalı.

Evet: Elmalı, antik dönemde, askeri ulaşım yolları dışında kalması nedeniyle fazla gelişmemiş olsa da, yine de kendisine has ekonomik bir etkinlik oluşturmuştur. Özellikle: hayvancılık ürünlerinin satıldığı Pazar, pamuklu bez dokuması ve dericilik, buranın ekonomik gelişimini sağlamıştır.

Tarihi süreç ile ilgili son bir not: 1940 yılında, Elmalı yöresinde büyük bir yangın çıkar ve yerleşim yeri, tamamen yanarak yok olur ve daha sonra yeniden imar edilir.

Antalya Elmalı

GENEL

Elmalı, bağlı bulunduğu Antalya ilinin batısında ve iç kesiminde, dağlık bir alanda bulunmaktadır. Yöre: Batı Torosların kolları ile engebelenmiştir. Yörenin başlıca yükseltileri, 2000 metrenin üzerindeki Susuz ve Kohu dağlarıdır. İlçe merkezinin bulunduğu mahal: adeta bir çanağı andırır, yani çevre tamamen yükseltilerle çevrilidir. Bu yükseltiler yani dağlar, ormanlar ile kaplanmıştır.

Bu ormanlık alanlarda, özellikle: antik dönemde, gemi yapımında kullanılan “Lübnan sediri” yani “Katran ağacı” bulunmaktadır. Bu ağaç aynı zamanda: saray ve mabetlerin yapımında, firavun ve yüksek yöneticilerin tabutlarının yapımında da kullanılmıştır. Reçinelerinden ise, mumyalama işleminde yararlanılmıştır.

Ayrıca, çeşitli yerlerdeki demiryolu yapımında, yine bu ağaç, travers olarak kullanılmıştır.

Bu çanak bölüm içinde ise: birkaç ova bulunmaktadır. İlçe merkezi, 2503 metre yükseklikteki Elmalı dağının güney eteğinde kurulmuştur.

Yörenin denizden yüksekliği: 1196 metredir. Yüzölçümü ise: 1595 km. karedir.
Ekonomi, tarıma dayanmaktadır. Özellikle: meyvecilik ileri düzeydedir. Hayvancılık da yapılır ve buna bağlı olarak, mandra ürünleri ve hem deri üretimi yaygındır.

Antalya Elmalı Sikkeleri

ELMALI DEFİNESİ-SİKKELERİ

MÖ.5. yüzyılda Perslerin Yunanistan’ı işgal etmesinin ardından, Atina Şehir Devletinin önderliğinde Akdeniz çevresindeki şehirlerden oluşan bir birlik kurulmuştur. Atik-Delos Deniz Birliği olarak isimlendirilen bu birliğin bir merkezi ve bir bütçesi vardı. Her ülke kendi bastığı gümüş sikkeden kendi gücü oranında katkıda bulunuyordu.

1984 yılında Elmalı ilçesinde kaçak kazılar sonucu bulunan “yüzyılın definesi Elmalı Sikkeleri” o bölgede bulunan bütün şehir devletlerinin paralarını içeriyordu. Yaklaşık 1900 adet sikkenin binden fazlası ise Likya bölgesindeki şehir devletlerinin parası idi ve içlerinde şimdiye kadar bilinmeyen hanedanların sikkeleri de vardı.

Definenin gömülüş tarihi MÖ 480-460’tır. Karanlığı çok olan bir döneme hatırı sayılır ışık tutmuştur. 

Söz konusu sikkelere: yüzyılın definesi denmesinin en önemli nedeni; Yunanlılar Persleri yendikleri için bir anı parası çıkarmışlardı. Normal olarak o zaman para birimi 1 drahmi, en fazla 4 drahmi iken, anma nedeniyle 10 drahmilik para çıkarılmıştı. (10 drahmilik paranın ismi Dekahdrahmi idi) 

Arkeologlar Jeffry Spier ve Jonathan H. Kagan tarafından MÖ.470-450 yılları arasına tarihlenen ve yeryüzünün en kıymetli antik sikkesi olarak nitelenen bunlar (her birinin 600 bin dolar değeri olduğu söyleniyor) büyük define içinde bulunmaktadır.

Çünkü bu sikkeler çok az basılmıştır ve 1984 yılına kadar dünyada yalnızca 13 tanesinin varlığı biliniyordu. Elmalı definesinde ise bunlardan 14 tane bulunmaktaydı.

Elmalı definesinin bulunmasıyla insanlık tarihinin bilinmeyen önemli bir bölümü aydınlatılmış ve dünyada bilinen Dekahdrahmi sayısı 2 katına çıkmıştır.

Koleksiyonun büyük kısmını: (962 adet) Lykia sikkeleri oluşturur. Geriye kalanların 283’ü Rhodos, 41’i Samos, 12’si Efes/Milet, 165’i Atina, 59’u Bisaltai, 31’i Akanthus, 15’i Abdera, 6’sı Taşoz ve 44’ü Paros’tur.  

Definedeki Lykia sikkelerine genel olarak bakıldığında, değişik tipte yazılı ve yazısız sülale sikkeleri eldekilerin yaklaşık yüzde kırkını, geriye kalan yüzde altmışı ise az sayıda tipi içeren fakat birbiriyle kalıp bağı olan sikkeler oluşturur. Bunların çoğu önceden bilinen veya örnekleri tanınan sikkelerdir. Sikke bağı en kuvvetli lan grup ise Kamirus sikkeleridir. Bunların yaklaşık yüzde ellisi birbirleri ile ön yüz veya arka yüz kalıbı açısından bir zincir oluştururken, diğer yüzde ellisi ise tamamen aynı ön ve arka yüz kalıbından basılmıştır. Genel sonuç olarak: Elmalı Definesi, içinde birkaç örneği olan değişik merkezlere ait sikkeleri barındırmakla birlikte çoğunluğu birkaç büyük merkeze ait çok sayıda ve birbirleriyle bağ olan sikkelerden oluşmaktadır. 

Definede bulunan Orta ve Kuzey Yunanistan, Trakya, Ege Adaları ve Kuzeybatı Anadolu (Lykia) sikkeleri çağdaştırlar. Aynı zamanda bu sikkeler her şehri belli bir oranda temsil eder gibi bir araya getirilerek gömülmüş gözükmektedir. 

Bu nedenle Elmalı Sikkelerinin kısa bir dönemde ve büyük bir amaç için bir araya getirildiği sonucu ortaya çıkmıştır. Bu durumda sikkelerin MÖ 546 yılında başlayan Grek-Pers savaşlarından  sonra Pers hakimiyetine geçen Anadolu ve Grek kentlerinin Atina önderliğinde Pers hegemonyasına karşı kurduğu ve adına Attika-Delos Deniz Birliği denen ittifakın ihtiyaçları için toplanmış olabileceği düşünülmektedir. 

Elmalı Definesinde, Atinalıların Pers’leri bozguna uğrattığı savaşların anısına bastırdığı ve her biri 43 gram ağırlığındaki Dekadrahmiler bulunmaktadır. Bu sikkelerin arka yüzündeki kanatları açık ve cepheden baykuş figürü, Athena’nın klasik ve yüzlerce yıl değişmeden aynı tipte basılmış baykuşlu sikkelerden farklı olarak tasarlanmış ve çok sayıda basılmıştır. Definede 14 adet olduğu belirtilen ancak 6 tanesi yurda dönebilen bu sikkelerin ilavesiyle dünya literatüründe bilinen örnek sayısı 42 olmuştur. 

Elmalı Definesinin bulunması/kaçırılması:

Evet “Yüzyılın Definesi” olarak nitelendirilen bu hazine: 18 Nisan 1984 tarihinde Antalya-Elmalı kara yolunun hemen kuzeyinde, Karaburun tümülüsü ile gökpınar köyü arasında bulunmuştur. Define kaçakçılar tarafından Amerika’ya kaçırılmıştır.

1988 yılında Amerika-Los Angeles şehrinde 10 ve aynı yılın Mayıs ayında İsviçre-Zürih şehrinde 3 ve 1991 yılında yine Zürih şehrinde 3 adet olmak üzere çeşitli müzayedelerde 16 adet Elmalı Sikkesi açık arttırmaya çıkarılmıştır.

Ancak Türk hükümeti avukatları aracılığı ile müdahale ederek satışları durdurmuştur. Ülkemizden kaçırıldığı bilinen sikkeler; Gazeteci Özgen Acar ve Kültür Bakanlığının uzun ve inatçı girişimleri sonucunda herhangi bir bedel ödenmeksizin 1999 yılında başında ülkemize getirilmiştir.

Ancak hazinenin toplamı 1900 sikkeden oluşmasına rağmen, bunlardan yalnızca 1676 tanesi geri getirilebilmiştir. Geriye kalan sikkelerin nerede olduğu bilinmemektedir.

Antalya Elmalı Yeşilyayla Güreşleri

ELMALI YEŞİLYAYLA GÜREŞLERİ

Bu etkinlik tarihçe olarak ülkemizde birinci sırada ancak organizasyon olarak Kırkpınar’dan sonra ikinci sıradadır. Güreş tarihçesi incelendiğinde: 1419 yılında Nuh Çelebi’den gelen taşınmaz mal varlığının, günümüzde Yeşil Cami olarak bilinen yerde bulunan Musalla Çevrik diye anılan mahalledeki arazinin güreş çayırlığı diye vakfiye edildiği belirlenmiştir. Bu nedenle, burada güreş tarihinin çok eski yıllara kadar gittiği düşünülmektedir.

Güreşlerin bir yönü: güreş yapılan yöre halkının maddi ve manevi desteğiyle yine yöre halkına fayda sağlayacak eserlerin yapılmış olmasıdır. Tespitlere göre: Elmalı’da son 30 yıl içinde güreş gelirlerinden: Elmalı Lisesi, Elmalı Devlet Hastanesi, Elmalı Spor Tesisleri ve Elmalı Müzesi için maddi destek sağlanmıştır.

Günümüzde, güreşler başlamadan bir hafta önce sempozyum ve sergiler düzenlenmektedir. Güreş günlerinden birkaç gün öncesi, akşamları sanatçılar davet edilerek yöre halkına konserler tertip edilir.

Evet, Elmalı Yeşil Yayla Güreşleri, her yıl Eylül ayının ilk haftasında yapılmaktadır. 2014 yılında güreşlerin 672. si yapılmıştır.

Antalya Elmalı

NE YENİR/NE İÇİLİR

Elmalı yöresinde, yöresel lezzetlerden tatmak isterseniz, size önerebileceğim yiyecekler şunlardır: tarhana çorbası, erişte (elde kesme makarna), kırmızı sulu et yemeği ve höşmerim tatlısıdır.

Son olarak, burada, keçi sütünden yapılan “teke dondurması” yemenizi öneririm. Bu dondurma herkesin hoşuna gitmeyebilir, is kokusu hakim, ama buraya özgü bir lezzet olarak arzu edenler tadabilirler.

Antalya Elmalı

KONAKLAMA

Elmalı Öğretmenevi Yenimahalle. Antalya Yolu 242-6183288

Antalya Elmalı

GEZİLECEK YERLER

TARİHİ ELMALI EVLERİ

Elmalı: Elmalı dağı yakınlarında kurulan oldukça eski bir yerleşim yeridir. İlçedeki evler: cumbaları, eski tip pencereleri ve parlak renkleriyle zamanın çok gerilerinden beri hala dimdik ayaktadır ve karakteristik özelliklerinin çoğunu bugüne kadar korumayı başarmıştır.

Bu evler: Elmalı’nın Tahtamescit mahallesinde Aylar Sokaktadır. En az 500 yıllık bu evlerin mimari bir öğesi olan ahşap dokusunda, yörenin zenginliği olan sedir ağaçlarından bol miktarda kullanılmıştır. Süslemelerdeki stilize ağaçları, çiçek motifleri ve altı köşeli yıldızlarıyla da Anadolu kültürünü yansıtan eşsiz örneklerdir.

Elmalı evleri içinde en güzel örnek “Yeşil kapılı” dır. 1600 yılında yapılmış olan bu yapının ahşap işçiliği, insanı şaşırtacak kadar özel bir ustalık eseridir.

ELMALI MÜZESİ

1963-2001 yılları arasında bölgede kazılar yapan Prof.Dr.Macteld J. Mellink: bölgenin kültürel ve tarihi zenginliğine değinmiş, bu eşsiz kültür mirasının yerinde korunması, tanıtılması, halkın bilinçlendirilmesi ve en önemlisi son yıllarda giderek artan eski eser kaçakçılığının önlenmesi için bölgede mutlaka bir müze veya enstitü kurulmasını istemiştir.

Onun bu isteğinin karşılanması için, Turizm Bakanlığı 2000’li yıllarda aldığı bir kararla ilk adımı atmış ve Elmalı caddesi üzerinde, eski hükümet konağı, 2004 yılında müze olarak değerlendirilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından Turizm Bakanlığına tahsis edilmiştir.

Bu Hükümet binası, yapıldığı 1941 yılından 1987 yılına kadar ilçenin Hükümet binası,  daha sonra vergi dairesi ve bir bölümü öğretmenevi görevini yapmış ve mimari yapısıyla özel bir değere haiz bu yapının içinde, müze ihtiyaçlarına uygun biçimde değişiklik yapılmıştır.

Bunun sonucunda: 3 tane zeminde, 8 tane birinci katta olmak üzere, 11 teşhir salonu oluşturulmuştur. Teşhir ve tanzim çalışmaları, Antalya Müzesi müdürlüğüne bağlı olarak 2011 yılında tamamlanmış ve Elmalı Müzesi 13 Haziran 2011 tarihinde ziyarete açılmıştır.

Müzede neler sergilenmektedir

Elmalı Müzesi:2400 metrekarelik bir alanda, ikisi normal, biri bodrum katı olmak üzere 3 katlı bir yapıdır. Yapının güneybatı cephesindeki ana giriş kapısı, orta akstadır. Girişte danışmanın da bulunduğu geniş bir salon, sağ yanda idari mekanlar ve konferans salonu görülür.

Girişe göre: soldaki 3 teşhir salonundan b irinde bulunan 8 vitrinde: Elmalı ovasının Kaolitikten Orta Bronz dönemi sonuna kadar uzanan bir zaman dilimine ait eserler sergilenmektedir. Bağbaşı ve Karataş-Semayük kazılarında elde edilen bu eserler 8 başlık altında toplanmıştır.

Sergileme geç kaolitik döneme ait Bağbaşı eserleri ile başlatılmış ve Karataş-Semayük erken dönem Tunç eserleriyle devam ettirilmiştir. Karataş-Semayük yerleşmesinin yaşam biçimini yansıtan çeşitli aletler, mühürler, ağırşak, takı vb buluntular yine tipolojik ve işlevsel bir düzenleme ile ziyaretçilere sunulmaktadır.

İkinci Salonda: Kalkolitik ve Erken Tunç Dönemine ait mezar ve depolama kapları olarak kullanılmış, pithos ve çömlek gibi büyük boyutlu kapılardan seçilmiş örnekler sergilenmektedir. Bilgi panolarında Anadolu’nun tarih öncesi kültürlerinin karakteristik özellikleri maddeler halinde belirtilmiştir.

Üçüncü Salonda: Karataş-Semayük mezarlık alanında bulunmuş 3 küp mezar özgün konumlarına göre, içlerindeki iskeletler ve ölü hediyeleriyle birlikte çarpıcı bir atmosfer içinde sergilenmektedir.

Bilgi panolarında: Anadolu’daki tarih öncesi ölü gömme adetleriyle Semayük nekropolü hakkında açıklamalar yer alırken, pithoslar üzerindeki bezeme tipleri, motiflerin anlamları ve önemi herkesin anlayabileceği bir anlatımla yansıtılmıştır.

Birinci Katta, girişe göre sol yanda: Anadolu’nun tarih sonrası dönemlerine ait kronolojik bir cetvel vardır.

Sağ yandaki levhada: Elmalı bölgesindeki ilk bilimsel araştırma ve kazıları başlatan, Kızılbey ve Karaburun mezar odalarının restorasyon projelerini yürüten, özellikle 60 yıl üzerinde çalıştığı Anadolu arkeolojisini bilim alemine tanıtan “Türkiye’deki Amerikalı arkeologların duayeni” unvanına sahip değerli bilim adamı Prof. Dr. Machtel J. Mellink’in biyografisi yer almaktadır.

Birinci katın, Sağ yanında bulunan dört salondan birinde: Likya’da rağbet gören yerel tanrılardan atlı ve sopalı koruyucu tanrı Kakasbos, avcılıkla bağlantısı olduğu düşünülen 12 tanrı, Helena ve Dioskur gibi adak stelleriyle bazı yazıtlı taşlara ait örnekler sergilenmektedir.

Küçük eserlerin sergilendiği salonun ilk iki vitrininde: Hacımusalar Höyük kazılarında bulunan Erken Tunç, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait buluntular sunulmaktadır. Devamındaki vitrinde, Hacımusalar-Karaçakır mevkiinde açığa çıkarılan lahit buluntuları ile Karaburun I, II ve Kızılbey Tümülüslerine ait buluntular sergilenmekte ve tanıtılmaktadır.

Sikke Salonunda: Likya şehir sikkeleriyle Roma imparatorluk sikkeleri kronolojik bir düzen içinde sergilenmektedir. Bölgede sikke basan şehirlerle ilgili ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Duvar panolarında ise sikke basım tekniği ile ilgili bilgi verilirken sikkenin tarihçesi, fotoğraflarla da desteklenerek, kronolojik bir düzen içinde verilmeye çalışılmıştır.

Birinci katın sol kanadında: orta salonda Elmalı ve Korkuteli bölgelerinde bulunan Roma ve Bizans dönemine ait sütun başlıkları, yazıtlı mezar sütunu, taştan bir idol ve yekpare bir taştan oyularak yapılmış vaftiz teknesi sergilenmektedir.

Arykanda kazılarında gün ışığına çıkarılmış eserlerin sergilendiği salonda ise: Roma ve Bizans dönemine ait ev sunakları, adak stelleri, lahit ve heykel parçaları, pişmiş topraktan günlük kullanım kapları, dokuma malzemeleri, tıbbı aletler, çeşitli takı malzemeleri ve benzeri buluntular teşhir edilmektedir.

Birinci katın sol yanındaki 4 salondan birinde: yüzyılın definesi olarak da anılan, dünyaca ünlü MÖ.5. yüzyıla ait Elmalı Definesinin imitasyonları teşhir edilmektedir. Çarpıcı bir atmosfer içinde sergilenen sikkeler, ziyaretçilerin kolayca anlayabilecekleri şekilde guruplandırılmış, duvarlara yerleştirilen ışıklı bilgi panolarında tek tek, ayrıntılı olarak tanıtılmıştır.

Yine bu panolarda, definenin tarih içindeki önemi vurgulanırken, bulunuşu, kaçırılışı ve topraklarımıza dönüşü ile ilgili öyküye de yer verilmiştir.

Birinci katın her iki yanındaki dip salonların her birinde, kendi orijinal ölçülerinde rekonstrüksiyonu yapılmış olan Karaburun ve Kızılbey mezar odaları, duvarlarının renkli resimleriyle ziyaretçilere sunulmaktadır. Salon girişinde, mezarların bulunuşu, restorasyonu, çalışmaları, tarihleri ve duvar resimleri hakkında geniş açıklamalar bulunan tanıtıcı panolar yer almaktadır.

Yapının bodrum katında: sağda, envanter ve etütlük eserlerin konulduğu farklı ebatlarda dokuz oda vardır.

Müzenin:4000 metrekarelik açık teşhir alanında, Elmalı çevresinde bulunan Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait mimari parçalar, lahitler, yazılı mezar taşları, postamentler ve sütunlar sergilenmektedir.

Ayrıca yok olmaya yüz tutan anıtsal arı serenlerinden bir örnek, Yukarı Söğle köyünden alınarak bahçenin kuzeydoğu köşesine kurulmuştur. Bahçede ayrıca restorasyon atölyesi, büyük bir havuz ile her mevsim hizmet verebilecek bir kafeterya bulunmaktadır.

Evet, günümüzde 1305 adet envanterli eseri bulunan Elmalı Müzesi bu yöreden geçenler tarafından mutlaka ziyaret edilmelidir.

Antalya Elmalı Semahöyük-Karataş

SEMAHÖYÜK-KARATAŞ

Semahöyük: Antalya ilinde Karain ve Beldibi gibi prehistorik merkezlerden sonra gelen en eski yerleşim yeridir. Antalya il merkezine115 km ve Elmalı’ya 5 km uzaklıktadır.

Elmalı-Korkuteli yolunda yaklaşık 10-15 km ileridedir ve günümüzde “Bozhöyük” olarak isimlendirilmektedir. Yöre insanı burayı “Turist Tepesi” diye de bilir.

Burada 1963 yılından beri Amerikalı Prof.Macteld Mellink yönetiminde sürdürülen kazılarda: MÖ.3000 ortalarından 2000 yılı başlarına kadar tarihlenen Erken Bronz Çağında bir yerleşim varlığı belirlenmiştir.

Özellikle: Semahöyük denilen yerde: hendeklerle çevrili, dörtgen şeklinde bir saray ve çevresinde ev kalıntıları ve bunların batısında, küp mezarlar bulunmuştur. Amerikalı Bryn Mawr tarafından 1963 yılında yapılan kazılarda, bu küp mezarlar dışında, seramikler, bronz iğneler, aynalar, mühürler, genç kızlara ait bilezikler, gaga ağızlı testiler, kolyeler, mızrak uçları gibi buluntular bulunmuş olup, bunların tümü, günümüzde, Antalya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Antalya Elmalı Karaburun Tümülüsü ve Mezar Odası
Antalya Elmalı Karaburun Tümülüsü ve Mezar Odası

 

KARABURUN TÜMÜLÜSÜ VE MEZAR ODASI

Karataş kazısının hemen kuzeyinde, Antalya-Elmalı yolu üzerindeki Karaburun kral mezarı: Prof. Machteld Mellink tarafından kazılmış ve MÖ.5. yüzyıl ortalarına tarihlenmiştir.

Duvar resmi: üçgen çatılı mezar odasının ana sahnesine sıva üzerine mor, mavi, kırmızı, yeşil, siyah ve beyaz renklerle yapılmıştır. Mezar sahibi yöneticiyi onurlandıran sahnede bir ziyafet sahnesi anlatılmaktadır ve ana figür bir kline üzerinde yatar vaziyettedir.

Üzerinde geniş kollu, rozetlerle süslü, Pers kıyafeti vardır. Figür sağ elini kaldırmış, sol elinde ise bir kase tutmaktadır. Yakınları kaseye şarap sunmaktadırlar. Siyah saçlı ve sakallı figür ekoseli bir taç takmaktadır.

Mezar odasının güney duvarında bulunan cenaze alayı sahnesinin ortasında, iki atın çektiği taht arabasına oturmuş betimlenen bir yönetici resmedilmiştir. Yönetici, Pers kıyafetleri, manto ve keçe şapka giymiştir.

Karşı duvarda ise: ayakta duran bir kadın ve tabandaki taş karyolanın eteğinde ise çeşitli hayvan resimleri bulunmaktadır.

Evet gelelim son bir şok nota: 2011 yılında mezarda bulunan 2486 yıllık paha biçilmeyen iki duvar resminin yerinden sökülerek çalındığı anlaşılmış ve halen bulunamamıştır. Antalya Arkeoloji Müzesi görevlileri: Tümülüs’te yaptıkları olağan denetimde mezar odasının kapısının kırılarak duvar resimlerinin önemli bölümünün yerlerinden sökülerek çalındığını saptamışlardır.

Tutkallı bez ve kimyasal maddeler kullanılarak profesyonel bir yöntemle yerinden söküldüğü saptanan duvar resimlerinin akıbeti halen belirsizliğini korumaktadır. Bu yöntem: Gaziantep Zeugma’daki Roma dönemine ait duvar resimleri ve mozaiklerin çıkarılmasında uzmanlarca ve ayrıca KKTC deki Lysi kilisesinin resimleriyle Kanakarya Kilisesinin mozaiklerinin çalınmasında da kaçakçılarca kullanıldığı bilinmektedir.

Bu resimlerde: Karaburun Tümülüs’ünde gömülü Pers Satrabı betimlenmiştir. Taş bloklardan yapılarak sıvanmış ve sıva üzerine yapılmış resimlerde bir Pers valisinin ziyaret sahnesi, tamamen doğal bir ev ortamına benzetilmeye çalışılmış ki ölen kişinin ruhu burada öldükten sonra bir ev ortamında yaşasın diye.

Burası hakkında biraz daha bilgi vermek istiyorum. Persler, Yunanistan’dan püskürtüldükten sonra Atinalı general Kimon: Karya ve Likya’yı dönemin güçlü örgütü Attika-Delos Birliği donanmasıyla, MÖ.466 yılında günümüzdeki Köprüçay denilen Evrimedon nehrinde Persleri yenmiştir.

Bu savaşın yaşandığı yıllarda Elmalı’da ölen Pers valinin mezarının bulunduğu tümülüsüne yakın bir tepede “Pers Sikkeleri” ve karşı tepede ise “Yüzyılın Definesi” denilen Attika-Delos Birliği komutanının savaş kasası kabul edilen ve 1900 gümüş sikkeden oluşan görkemli bir define bulunmuştur.

Pers sikkeleri: Amerika’da çeşitli koleksiyonlara dağılmış, Elmalı Definesi ise geri getirilmiştir. Yörede bulunan ok ve mızrak uçları, burada amansız bir savaşın yaşandığına tanıklık etmektedir.

KIZILBEY MEZARI

Kızılbey mezarı ise: batıda Elmalı-Yuva köyü yolu üzerindedir. Burası kalker bloklardan oluşmuş bir odadan ibarettir. Muhtemelen antik dönemde içi boşaltılmış olan mezarda arkeolojik buluntuya rastlanılmamıştır.

Antalya Elmalı Fildişi Çocuklu Kadın Heykeli

FİLDİŞİ ÇOCUKLU KADIN HEYKELİ

Elmalı yöresinde yapılan arkeoloji kazılarında bulunan bu fil dişinden yapılmış, çocuklu kadın heykelinin yapılış dönemi ve yapanlar hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

GİLEVGİ KALESİ

İlçe merkezine bağlı, Çobanisa köyündedir. Kale yapısı: kara yolunun hemen kıyısında, üç bölümlü tepenin güney kısmındadır. Surlarla çevrili yerleşim yerine, kuzeydoğu bölümündeki bir kapıdan girilmektedir. Batı bölümde, dörtgen kulelerle desteklenen sur kalıntıları görülmektedir.

KESİK MİNARE

İlçe merkezinde, çarşı meydanında, Ömer Paşa camisinin karşısındadır.
Tek bir minare olarak görülmektedir ve mimari özellikler açısından, Selçuklu dönemi yapısıdır.

ÖMER PAŞA CAMİSİ VE TÜRBESİ

Ömer Paşa: Manavgat’lıdır ve kapı ağalığından çavuşbaşılığa kadar yükselmiş ve daha sonra beylerbeyi olmuştur. 1603-1604 yılları arasında Diyarbekir valiliği yapmış, 1623 yılında Trablusgarp beylerbeyliğine atanmış, ardından Batum, Trabzon, Karaman ve Maraş beylerbeyliği yapmıştır.

Evliya Çelebi 1671 yılında uğradığı Elmalı kasabasını oldukça geniş şekilde anlatırken camiyi Ketenci Ömerpaşa camisi diye anar ve göz alıcı iç süslemesini kısaca tarif ettikten sonra mimarisinden bahsederken onu İstanbul Eyüp Sultan’daki Zal Mahmut Paşa camisine benzetmiştir.

Elmalı ilçesinin ortasında bulunan bu cami: Osmanlı mimarisi gereği tek kubbeli türün en geliştirilmiş bir örneğidir ve Mimar Sinan ekolünün bir şaheseridir. Caminin giriş kapısı üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre: Cami: 1610 yılında Kitapçı namıyla bilinen “Ömer ağa” tarafından yaptırılmıştır.

Cami: içinde bulunduğu yer meyilli bir arazi üzerinde olduğundan, heybetli bir görünüme sahiptir. Cami tamamen kesme taştan yapılmıştır. Giriş cephesinde üstü kubbelerle örtülü, ortadaki diğerlerinden daha yüksek kubbeli olan klasik başlıklı mermer sütunların taşıdığı revaka sahip bir son cemaat yeri vardır.

Taç kapı yay şeklinde olup büyük sivri kemerli ve üstünde 6 satır halinde kitabe bulunmaktadır. Pencereleri içeriden ve dışarıdan süsleyen alınlıkların üzerinde, her birinde değişik ayetler yazılı olan çiniler, İznik çini fırınlarının eseridir. Bunlardan birinin alt köşesinde “el-fakir Resmi Mustafa” imzası görülmekte olup yazıların hattatlarının ne kadar sanatkar oldukları anlaşılmaktadır.

Yazıların, çinileri süsleyen motiflerle beraber oluşu da hattat ve çinicinin tek kişi olma ihtimalini güçlendirmektedir. Diğer bir husus ta: her pencere için ayrı ayrı olarak hazırlanan bu çok sayıdaki panonun o dönemde İznik’ten nasıl bir yol takip edilerek buraya kadar bozulmadan taşınmış olmasıdır.

İznik çinilerinin bu örneklerinin, o dönemde Anadolu’nun uzak bu köşesine getirilmiş olması, Ömer Paşa’nın yaptırdığı bu hayrata ne kadar büyük bir emek verildiğinin en büyük kanıtıdır.

Caminin içi ve kubbesi zengin kalem işi nakışlarla kaplıdır. Evliya Çelebinin övdüğü minarenin kürsü kısmı: 5 köşeli olup, her bir cephe birer kaş kemerli pano halinde bölünmüştür. Çokgen gövdeli minarenin şerefe kısmı zengin biçimde işlenmiş mukarnaslara oturmaktadır.

Şerefe korkuluğu mermerden oymadır. Tepesinde kurşun kaplı ahşap bir külah bulunur. Caminin kubbesindeki kurşun kaplamalar 2004 yılında, minare alemindeki kurşun kaplamalar ise 2009 yılında yeniden yaptırılmıştır.

ÖMER PAŞA MEDRESESİ

İlçe merkezindeki caminin hemen karşısındaki medrese: 1602 yılında, cami ile birlikte, Ömer Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yapı: 24 kubbeli ve 12 revaklıdır ve kesme taştan, dövme demirle yapılmıştır.

ABDAL MUSA TÜRBESİ

İlçe merkezine bağlı, Tekke köyündedir.

Abdal Musa, Bektaşi geleneğinin en ünlü erenlerindendir. Hacı Bektaş’ın dolaylı olarak müridi olan Babai-Abdal dervişlerindendir. 14’ncü yüzyılda Batı Anadolu’da büyük ün kazanmıştır. Bursa’nın fethinden sonra Finike’ye gelip yerleşmiştir. Kargusuz Aptal ile Abdal Musa’nın buluşma yeri de Turunçovada’ki Kafi Baba Tekkesi olmuştur.

Kafi Baba Türbesi: Güney duvarında niş barındıran dikdörtgen planı ve orta yere konulmuş ölü sandukasıyla sanki bir Roma anıt-mezarıdır. Tanrısal mekan içine yerleştirmiş kıymetli ölünün cesedi, tanrıya diğer insanlardan daha yakın olduğunu gösterip, aracı rolünü vurgulamaktadır. Yapı içinde: Kafi Baba Mezarı, dış yanında Hasan Dede mezarı ve yaklaşık 10 metre güneyinde daha aşağı seviyedeki diğer dervişlerin mezarları vardır. Antik Çağ Lykia’sında olduğu gibi burada da mezarlık, sanki ait olduğu topluluğun sosyal sınıflarını-statülerini belgelemektedir. 

Sonrasında Kaygusuz Abdal Mısır’a gitmiştir. Elmalı Tekkesinin kurulmasıyla da Abdal Musa öğretisi Teke yaylası aracılığı ile tüm bölgeye taşınmıştır. 

Evet, Elmalı Abdal Musa Tekkesinin kuruluşu ile bir belge bulunmamasına karşın 13’ncü yüzyılda kurulduğu düşünülür. 1874 ve 1910 yıllarında kısmi onarım görmüş, en son 1968 yılında Vakıflar tarafından kapsamlı onarımdan geçirilmiştir. 

Elmalı Zaviyesi: Evliya Çelebinin anlatımına göre:” Yamaçta, Abdal Musa Vakfı’na ait 100 ev vardır. Burada yaşayanlar tekkenin yiyecek içeceğinden sorumludur. Köyün güneyinde büyük bir bağ ortasında, Abdal Musa’nın gömülü olduğu, altın alemli, sivri bir kubbe ile örtülü bir türbe bulunmaktadır. Türbenin çevresindeki bahçenin dışında misafirhane, mutfaklar, mescitler ve köşkler vardır. Türbenin 150 metre batısında, Abdal Musa’nın aşçısı Budala Sultan’ın türbesi bulunmaktadır. Gelip geçenlere nimetleri boldur. Başı, ayağı çıplak 300’den fazla derviş gece-gündüz ibadetle meşguldür. Söğüt, çınar ve kavak ağaçları altında fukaralar dinlenir. İçene sağlık veren bir su kaynağı, yanında da namazgah vardır. Binden fazla sığır, binden fazla koyun, 700 kısrak ve 7 değirmen vardır. Anadolu halkının inandığı bu sultanın birçok kerameti görülmüştür. Türbenin önünde, sonradan yapılmış bir ziyaretçi mekanı bulunur. Kırklar Makamı da, nefes almadan dolaşanların cennete gideceğine inanılan ritüel alanıdır. Türbenin içinde Abdal Musa, annesi ve babasının mezarları yer alır. 

İçinde olduğu söylenen kutsal emanetler hakkında Hacı Bektaş Veli’nin dervişlerine şöyle anlattığı söylenir. “Beni ararsanız Abdal Musa’da bulun, dört emaneti de ona teslim edin”

Bahsedilen emanetler şunlardır: Kara Sancak, Mermer Çırak, Biat Değneği ve Hüccat. Bunlardan Hz Fatma’ya armağan kandil ile Hz Hüseyin’in şimşir değneği hala türbededir. 

Antalya Elmalı Yedi Çınar

YEDİ ÇINAR

Çınar denilince, Elmalı yöresinde, 7 Çınar akla gelir. Ketencizade Ömer Paşa: Balkanlarda bir savaş kazandığında elde ettiği ganimetler ile, Elmalı’da bir cami ve külliye yaptırdığı bilinmektedir. Yine söylenenlere göre, dikilen bu çınarlar da, yine Balkanlardan getirilmiştir.

Yörede, çeşitli yerlerde bulunduğu ve bir kısmının kesilerek yok edildiği söylenen çınarlardan birini görmek isterseniz: Ketencizade Ömer Paşa camisinin önündekini görebilirsiniz. Buradaki çınar ağacı, yıllara ve olaylara meydan okuyarak, halen ayakta durmaktadır.

BEY HAMAMI

İlçe merkezinde, Ömer Paşa camisinin hemen batısındadır.
Yapının, klasik dönemde yapıldığı düşünülmektedir ki, Ünlü gezgin Evliya Çelebi, yazılarında, bu hamamdan söz etmiştir. Hamamın yapılışı olarak: 16-17’nci yüzyıllar düşünülmektedir.

ÇATALÇEŞME

İlçe merkezinde, çarşı içinde, kesik minarenin hemen arkasındadır. Selçuklu dönemi yapısıdır. Çeşmenin üzerindeki kitabede, 1284 tarihi ve üç satırlık bir yazı görülmektedir.

Antalya şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

 

Patara

Patara


Patara: 2020 yılında ülkemizde “Turizm Destinasyonu” seçilmiştir. 

Bu doğa cenneti güzellikteki yere yani Patara ya ulaşım biraz problemli. Şöyle ki: elbette buraya geleceğiniz yer, ulaşım planı çizmek açısından önemli. Antalya yöresinden gelinecek ise: kıyı yolu takip edilebilir. Yani: Antalya-Kemer-Finike-Kaş üzerinden.

Bu yolun uzunluğu: yaklaşık 220 km. Ama: bu uzunluğu düşünüp, en kötü 3 saatte giderim demek mümkün değil. Çünkü: kıyı yolu, bazen viraj, bazen bir kenarı uçurum, bazen iniş, bazen çıkış, yani aslında yolcular için muhteşem doğa güzelliğini izlemek açısından çok güzel, ama sürücü açısından zor bir yol.

Antalya ve yöresinden buraya ulaşmanın diğer bir alternatifi ise: iç yolu kullanmak. Yani: Antalya-Korkuteli-Söğüt-Fethiye üzerinden buraya ulaşım. Bu yolda: 220 km. civarında, ama kıyı yoluna nispeten daha rahat bir yolculuk sağlıyor.

Bunun dışında, herhangi bir yerden buraya ulaşmak istiyorsanız: öncelikle, Fethiye’ye ulaşacak şekilde, yol planınızı çizmeniz gerek. Fethiye’den buraya ulaşım kolay. Ana yolda ilerlerken; “Gelemiş” yoluna sapacaksınız ve 5 km. lik yol, sizi Patara harabelerinin bulunduğu yere ulaştıracak.

Bunun dışında: bölgeye uzaklıklar şöyle. Muğla merkez alındığında: Ankara: 622 km. İstanbul: 780 km. ve İzmir: 225 km. Muğla-Fethiye arası uzaklık: 130 km. ve Fethiye-Kaş arası uzaklık ise: 103 km. Yani: Ankara-Kaş arası uzaklık, yani Patara’ya ulaşım: 860 km. civarında.

Patara: Kaş merkeze 45 km ve Kalkan merkeze ise 16 km uzaklıktadır.

Patara Kumsalı

GİRİŞ

Ören yerine giriş ücretlidir, müze kart geçerlidir. Kendi aracınız ile giderseniz, hemen girişte otopark bulunuyor.

Patara Sahili

GENEL

Patara; Antalya ilinin Kaş ilçesine bağlı Kalkan ve Demre arasında Ovagelmiş köyü sınırlarındadır.

Şehir ve liman, yaklaşık 3 km uzunluğundaki vadinin girişindedir.

Antalya-Muğla sınırını çizen, Eşen Çayının doğusunda bulunuyor.

Eşen Çayı dedim de, evet, bu çay, binlerce yıldır, buranın kaderini etkilemiş.

Kumsalı ikiye bölerek, denize dökülüyor.

Patara Kumsalı

Kumsalın 1’nci Bölümü

Kuzey-batı kesimi. Dağ eteğinden başlayan bu bölüm, Özlen Adası önüne kadar uzanıyor.

Uzunluk, yaklaşık; 6 km.

Genişlik ise: 40-50 m. arasında değişiyor.

Son derece düz ve alçak yükseltili bir kumsal.

Bu bölümün arkasında ise: hareketli kumullar dikkati çekiyor.

Burada: kumsal o kadar geniş ve büyük ki; bir zamanlar, Yeşilçam filmcileri tarafından “Çöl Sahneleri” burada çekilmiş.

Patara Kumsalı

Kumsalın 2’nci Bölümü

Kumsalın ikinci bölümü: güney-doğu yönünde uzanıyor. Uzunluğu: 6-7 km. kadar. Kumsalın bu bölümünde: genişliğin 20 metrelik kısmı, ıslak alan. Bu alanın genişliği, sürekli değişiyor. Bu alanın gerisinde ise: genişliği 500-600 metreyi bulan, hareketli kumul tepelerinin bulunduğu bölüm var.

Hafif meyille yükselen bir arazi var. Deniz sahilinden esen rüzgarlar: kumu, ovaya doğru ilerletiyor. Ancak: bu kumların içerilere hareketini önlemek için; Antalya Orman Bölge Müdürlüğü tarafından, 1986 yılından bu yana, bu bölgede, ağaçlandırma çalışmaları sürdürülüyor.

Çünkü: hiç bitmeyen rüzgar, bir yere yığdığı kumu, ertesi gün dağıtıp, başka yerlerde tepecikler oluştururmuş.

Bunu önlemek için; yeşil bir kuşak oluşturulmuş. Okaliptus ve Kıbrıs akasyaları dikilmiş.

Kumuldaki bu dikim, o kadar yoğun olmuş ki; yapılan iş erozyon kontrolün den çıkıp, orman oluşturmaya dönüşmüş.

Ama; elbette bu sonuçta, kumulun topraklaşmasını yaratmıştır.

Yeni dikilen ağaçlar, ortama yabancı olduklarından, son derece hassas olan kumul-su dengesi bozulmuş.

Ortamın doğal bitki toplulukları ise, bundan zarar görüyorlarmış. Neyse, bunları uzun uzun anlatmak niye?

Çünkü; burada yanlış politikalar uygulanıyor, umarım ileri de, bu güzel cenneti farklı şekilde görmeyiz.

Tedbir alırken, dengeleri bozmamaya çalışmak gerek.

Bence: halen çoğu yerde uygulandığı üzere, yer yer kamış perdeler, bu kumul hareketlerini önleyebilir.

Bir cümle ile bu konuyu bitireceğim. Bu bölgede; binlerce yıl önce, öyle muhteşem ormanlar varmış ki, bu ormanlarda bulunan Ladin ağaçları; Arap akıncılarının buralara kadar gelip saldırmalarına neden olmuş.

Gelemiş Köyü

Evet, burada, halen bir yerleşim yeri var. Gelemiş Köyü, burada. Kumsala: yalnızca 1.5 km. uzaklıkta.

Evet: burada, Gelemiş Köyü var dedim, ama aynı mekanda kurulu, yıllarca burada muhteşem bir medeniyetin tüm güzelliklerini yaşamış antik bir kent de var. Ayrıca: yine muhteşem bir deniz ve kumsal.

Tüm bunların yanında: kaplumbağaları da unutmayalım. Burası: aynı zamanda caretta carettaların üreme bölgesi. Bu özelliği: sizleri nasıl etkiler? Akşam saatleri ile, sabah saatleri arasında, plaja ve denize girmek yasak.

Tüm bu doğal güzelliklerin korunması amacıyla: Patara, 1990 yılında, Çevre Bakanlığı tarafından “Doğal Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiş.

Patara Tarihi Süreç

TARİHİ SÜREÇ

Tarihi süreç incelendiğinde: Patara’nın en büyük özelliği: Zeus ile Letoon’un çocuğu olan, Tanrı Apollon’un doğduğu yer olmasıdır. Ayrıca: Saint Nicholas yani Noel Baba’da Patara şehrinde doğmuştur. Apollon, bir Anadolu tanrısıdır. 

Homeros, İlyada Destanında; ondan, Işıklı anlamına gelen “Pholbos” ve “Ün salmış okçu, Lykia’lı Apollon” diye söz eder. Bu nedenle: Anadolu’lu Tanrı, kardeşi Artemis ile birlikte, bir Anadolu kenti olan Troya’ya daima yardım etmişlerdir.

Lykia; antik çağlarda, ışık ülkesi anlamında kullanılmış ve onun baş tanrısı Apollon da, ışık soylu olarak algılanmıştır. Bu nedenle: şehirde, günümüze kadar henüz bulunamayan, Büyük Apollon Tapınağı’nın ve kehanet merkezinin, Patara’da bulunduğuna inanılıyor.

Buradaki şehri: Su perisi “Lykia” ile tanrı Apollon’un oğlu “Patarus” un kurduğuna inanılıyor. Ne zaman? MÖ.8’nci yüzyıldadır. Bu tarihe ait, değişik belgeler bulunmuştur. En önemli belge ise: Hitit belgeleridir. 

Hitit kaynaklarında, kente: “Patar” ismi verilerek, bilgiler aktarılmıştır. Şehrin ismi Likya dilinde ise “Pttara” olarak geçer. Arap kaynaklarında ise Patara “Batara” olarak isimlendirilir.

Evet, Patara Likya uygarlığının başkenti ve aynı zamanda en önemli şehirlerindendir. Özellikle Likya yöresinde oy hakkına sahip olan 6 şehirden biri olması nedeniyle önemlidir. Likya birliği toplantıları, burada bulunan Meclis Binasında yapılıyordu.

Patara’da günümüzde ayakta kalarak gelen kalıntıların birçoğu Roma dönemine aittir. Büyük İskender ve Roma İmparatorları Hadrian ve karısı, şehre çok önem verirler.

Son yıllarda yapılan kazılarda: Ören yerinde “Likya Birliği Meclis Binası” ve “Dünyanın en eski Deniz Feneri” ortaya çıkarılmıştır. Meclis Binası: dünya üzerinde bilinen ilk Parlamento olması nedeniyle şehrin önemini arttırmaktadır.

Erken Hıristiyanlık döneminde, şehir Piskoposluk merkezidir.

Patara Limanı

Patara, aslında bir liman kentiymiş. Patara Limanı: Hububat deposu ve sevki açısından oldukça önemliydi. Doğu Akdeniz’de bulunan üç önemli Hububat Depolarından biri olan “Granarium” burada bulunuyordu.

Liman: 400 metre genişlikte ve 1600 metre uzunluktaydı. Ancak: Patara Limanı, zaman içinde Xanthos (günümüzdeki ismiyle Eşen) çayı tarafından getirilen alüvyonlarla dolunca, günümüzdeki görüntüsü almıştır.

Öte yandan, sadece alüvyonlar değil, rüzgarlar da kumsalı taşımış ve liman dolmuş, kent de kumların altında kalmıştır. Limanın dolmaya başlaması ve teknelerin yanaşmakta güçlük çekince, ticaret zayıflar, bataklık oluşur, sivrisinekler artar, sıtma çoğalır ve bölgedeki diğer tüm antik kentlerin kaderi, burada da gündeme gelir. 

Patara giderek önemini kaybetmeye başlar.

Öte yandan, bu kumlar, aynı zamanda şehirdeki birçok yapının sağlam olarak günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Çünkü kumlar altındaki yapılar yüzyıllar boyunca sağlam kalmış ve arkeolojik çalışmalarla bu kumlar temizlenerek, şehrin kalıntıları ortaya çıkarılmış ve çıkarılmaya devam edilmektedir.

Son bir not: Patara Limanını hakkında önemli bir husus: Hz İsa’nın havarilerinden Aziz Paulos, Luke ile birlikte Roma’ya doğru yola çıkmak için Patara Limanından gemiye binerler. Patara’da kaldıktan sonra yolun devam etmesi, Patara’ya “İncil” de adı geçen kentlerden biri olma özelliğini kazandırmıştır.

Bu bölümde: Havari Paulos’un arkadaşı Luke ile 3’ncü seyahatleri sonunda, Miletos’tan Kudüs’e dönerken Patara’da kaldıkları ve buradan muhtemelen daha büyük bir gemiye binerek seyahatlerine devam ettikleri anlatılmaktadır.

KONAKLAMA

Konaklama için birçok seçenek bulunuyor. Tesislerin büyük çoğunluğu: pansiyon ve apartlardan oluşmuştur.

Yani: konaklama için herhangi bir sıkıntı yoktur. Yalnızca: konaklama tesisleri, plaj alanının dışında. Tesis seçerken: plaja mümkün olduğunca yakın olanı seçmeniz, konaklama tesisini seçiminizde etken olabilir.

Patara Kaplumbağalar

KAPLUMBAĞALAR

Bir zamanlar çakalların yemek listesinde olan caretta carettaların nesli tehlikeye girince, Dünya Doğayı Koruma Birliğinin yayınladığı listede yer almaya başlamış Patara. Akdeniz sahilinde, Dalyan’dan sonra, caretta carettaların ikinci önemli üreme alanı olan Patara sahilleri, nesli tükenmekte olan yeşil kaplumbağaların da, ender görüldüğü yerlerden biri.

Bu nedenle: kaplumbağaların ürküp kaçmamaları için, akşam saatlerinden sabah saatlerine kadar, plaj bölgesine ve denize girmek yasaktır.

Patara Gezilecek Yerler

GEZİLECEK YERLER

Günümüzde Patara kentinde görülebilecek antik kalıntıların büyük çoğunluğu, hala kumların altındadır.

Ancak son yıllarda yapılan arkeolojik çalışmalarda, kent, üzerini örten kumlardan arındırılmaya başlanmıştır. Eski liman, günümüzde sulak alan durumunda yani ortada yoktur.

Kent, gerçekten büyük bir alana kurulmuştur. Merkezi oluşturan geniş alan, sık bitki örtüsü, bataklık ve kum altındadır. Bu doğal doku, kentsel dokuyu gizliyor. Ama yine de görünen kalıntılar ile, kent, tam bir Romalı görünüm sergilemektedir.

Aracınızı otoparkta bıraktıktan sonra, biraz yürümek gerekiyor. Özellikle yaz sezonunda burayı ziyaret ederseniz, gezinize mutlaka şapka ve yanınızda su ile çıkmalısınız. Aşırı bir sıcak olduğunu unutmayınız.

Evet, kaldırım taşlı yürüme yolunda hediyelik eşya satan yerler vardır. Ayrıca bu yolun sonunda kafe tarzı yiyecek ve içecek yerleri, tuvalet, duş alma yerleri bulunuyor. Şezlong ve şemsiye kiralayabiliyorsunuz. Ama yanınızda portatif sandalye ve şemsiye varsa onları kullanmakta serbesttir.

Ören yerine giden yolun, limana bakan yamaçlarında anıt mezarlar bulunuyor.

Bu mezarlar, Likya tipi Roma dönemi mezar anıtlarıdır.

Yoldan geldiğinizde, ilk olarak kemerli ve bütün olarak korunmuş bir giriş kapısı sizi karşılar. Bu: Roma dönemi Zafer Takıdır.

Patara üç gözlü zafer takı

ROMA ÜÇ GÖZLÜ ZAFER TAKI (METİUS MODESTUS)

Kentteki, Roma kalıntılarının en görkemlisidir. MS.1’nci yüzyılda yapılmıştır. Kente girişin simgesidir. Üç gözlü. Roma tarzında yapılmıştır. Kapının her iki yanında ve kemerlerin arasında yazıtlar var. Ayrıca: burada, üstlerinde, geçmişte büstler bulunan, altı konsol görülüyor.

Büstler: Lykia’nın MS. 100 yılında valisi olan Mettius Modestus ve onun aile üyelerine aittir. Yapı da, bu bilgilere göre tarihleniyor.

Kuzey cephesindeki bir yazıtta, Zafer Takının: “Lykia’ nın metropolü Patara halkı tarafından “ inşa ettirildiği yazıyor. Bu tak, aynı zamanda, Patara’ya su getiren kanallar içinde kullanılmış.

Patara üç gözlü zafer takı

Evet: bu kapının, batı kısmına doğru ilerliyorsunuz. Bir alçak tepe göreceksiniz. Bu tepede: klasik döneme ait, yüksek kaliteli attika seramikleri bulunmuş.

Patara Seramik Fırınları

SERAMİK FIRINLARI

Tapınak ile kaya mezarları arasından, sahile kadar inen asfalt yolun hemen doğu kenarında. Burada: beş adet fırın bulunmuş. Bunların kapsadığı alan: 21 x 12 metre ebatlarındadır. Kazı çalışmaları sonucu: bu alanın, MS.3 ile 6’ncı yüzyıllar arasında, faal olduğu sanılıyor.

Ocak ve fırın ağızlarının tabanı: tuğla plakalar ile döşenmiştir. Kentte; bu büyük ölçüde bir seramik üretim kompleksinin çıkarılmış olması: hem Patara ve hem de Lykia bölgesi için önemlidir.

Çünkü: Lykia bölgesinde devam eden kazı çalışmalarında, henüz, seramik üretimine dair herhangi bir tesis bulunamamıştır.

Bu alanda: yani: Zafer Takı’nın üzerinde bulunduğu tepede: aynı zamanda, uzun zamandır kayıp olan: Apollon Tapınağının bulunduğu sanılıyor.

Çünkü: burada yapılan kazılarda, büyük bir Apollon başı ele geçirilmiş. Ama daha önce de söylediğim gibi; henüz bu alanda da tam olarak kazı çalışmaları yapılmış değil.

Tepenin güney eteklerinde: bir yapı var. Kemerli bir çatının birbirine bağladığı, iki odadan oluşuyor. Bu yapı: arkeologlar tarafından, değişik şekillerde yorumlanmış. Hamam veya tersane olabileceği değerlendirilmiş, ancak kesin bir kanıt yok. Çünkü: oldukça kötü bir durumda.

Tepeye doğru ilerlediğinizde: muhteşem bir yapı olan Bizans Bazilikası ve kutsal alanları göreceksiniz. Batı’daki tapınak yapısı: daha da etkileyici. Ancak; yabani bitki örtüsü sarmış durumda.

KORİNT TAPINAĞI

Antik kentte, bugüne dek bulunabilmiş tek tapınak olması açısından ilginçtir. Muhteşem taşlardan yapılmıştır. MS.2’nci yüzyıla tarihleniyor. Kapısı: 6.10 metre yüksekliğinde, tek bir odası var. Duvar sıvaları üzerinde: çok zengin mimari süslemeler var.

Temizlendiğinde; ortaya daha güzel bir görüntünün çıkacağı kesin. 13 x 11 metre ebatlarındaki bu tapınağın, kime ait olduğu hakkında bilgi yok.

Evet; Bazilikanın güneyinde (Tepecik’in güney topuğunda) , daha iyi korunmuş olan: hamam yapısı var. ( Hamam yapısı: Zafer Takının hemen yanındaki Roma Lahdinin batısında kalıyor. )

Patara Liman Hurmalık Hamamı

LİMAN-HURMALIK HAMAMI

Diğer hamamlara nazaran, Limana en yakın hamam olması nedeniyle, Liman Hamamı olarak isimlendirilmiştir. Önünde yüzlerce yıllık hurma ağaçları bulunması nedeniyle “Hurmalık Hamamı” olarak da isimlendirilir. Limana yapılması sebebi, Romalılar şehirlerin hemen girişine, şehre gelenlerin yıkanıp temizlenmesi için hamamlar yapmışlardır.

Hamamda bulunan yazıtta yazılı olduğuna göre: “Hamam, yüzme havuzları ve ek dekorasyonları ile birlikte, İmparator Vespasianus (MS.69-79) tarafından, bu amaç için ayrılmış kaynak ve Lykia Birliği tarafından bağışlanmış para kullanılarak inşa ettirilmiş”. Bizans döneminde de kullanılmıştır.

Etkileyici mimarisi var. Kentin en alımlı yapılarından biridir. Yan yana dizili, dikdörtgen, 5 mekandan oluşuyor.

Bu mekanlar: birbirlerine kapılar ile birleşiyor. Doğu uçtaki iki küçük odada: fırın bulunuyormuş. Tabanı iri taşlar ve mozaiklerle süslüdür.

Duvarlardaki çok sayıda delik; mermer ve bronz kaplamaları tutturmakta kullanılmıştır.

İçinde bir yüzme havuzu da bulunan, doğudaki eklenti, çökmüş durumdadır. Hamamın güneyinde: tuğla örgülü ve tonoz örtülü dükkanlar var. Hamam yapısı: yanındaki devasa bitkiler nedeniyle: Hurmalık Hamamı olarak da isimlendiriliyor.

YOL KLAVUZU-PATARA YOL ANITI-STADİASMUS PATARENSİS

Hamamın 100 metre ilerisindedir. Son yıllardaki kazılarda ortaya çıkarılan, ilginç bir buluntu daha var. Bu bir yol kılavuzudur. 

Roma Lykia’sının en önemli yazıtlarından biridir. Yüzyılın en önemli buluntuları arasında sayılan bu ünit anıt, 10 blok taş katından oluşan ve kaidesi ile birlikte 6.04 metreyi bulan, 2.35 x 1.60 metre ölçülerinde dikdörtgen bir gövdeye ve en üstte muhtemelen altı imparator Claudius yontusuna sahiptir. Claudius’un askeri operasyonlar amacıyla Lykia’ya gönderdiği Vali Veranius tarafından MS 46 yılında inşa ettirilmiştir. 

Anıt ve yazıtları işlevsel olarak üç amaca hizmet etmektedir. Ön yüzdeki ithaf yazıtı dikkate alındığında, bu monumental heykel kaidesinin İmparator Claudius onuruna dikilmiş bir anıt olarak kabul etmek gerekir. Yazıtta: kendilerini Roma dostu ve İmparator sever müteffikler olarak tanımlayan Lykia’nın yeni sahipleri, kurtarıcı olarak gördükleri imparator karşısında tam bir teslimiyetçi üslup kullanmaktadırlar. Bu ifade tarzı, hiç kuşku yok ki bir zamanlar kaidenin üzerinde süvari olarak betimlenmiş olan heybetli imparator heykeliyle iletişim içindeydi. Anıtın önünde duran bir kimse, gözle gördüğü ve yazıtla algıladığı ön yüzdeki bu kompozisyonu sadece ve sadece emperyal bir iradenin hakimiyet talebi olarak anlamak zorundaydı. 

Sol yan düzdeki 1-8 satırlar dikkate alındığında:  anıtı Claudius’un talimatıyla askeri vali Quintus Veranius tarafından eyalet çapında gerçekleştirilen bir yol inşaat yazıtı olarak değerlendirmek mümkündür. 

Hemen bunun altında başlayan ve sağ yan yüzdeki devam eden liste ise eyaletin tamamını kapsayan resmi bir itinerar (yollar) envanteridir. Yani, bir ititeraria (seyahat rehberi) ya da bazı çevrelerce kullanıldığı gibi bir “Yol Klavuz Anıtı” kesinlikle değildir. Genel bir değerlendirme yapılacak olursa: Stadiasmus Anıtı emperyal bir iradenin sonucunda askeri işgal amacıyla ülke çapında yapılan yolların resmi envanteri olup, pratik amaca hizmet etmeyen, emperyal bir eylemin demonstasyonu ve yerli ahaliye bu yolla verilen tehditkar bir mesajdır. 

Yani, hem imparatoru onurlandıran bir yol inşaatları anıtı hem de güzergahları ve üzerindeki yerleşimleri sırasıyla vererek ve aralarındaki mesafe bilgilerini sunarak dönemin yolcularına rehberlik te yapmaktaydı. 

Anıtta: Patara’dan 3 yöne (Batı, Kuzey ve Doğu) ilerleyen ve bu ana güzergahlara bağlanan tali yollardan oluşan Lykia yol ağı, kent sırasıyla anlatılmaktadır. Üç yazılı yüzün iki uzun yanında, 65 güzergah yer alan 53 antik kent sırasıyla ve aralarındaki mesafeler stadia bazında Eski Yunanca ile yazılmıştır. Örneğin: Limyra’dan Korydalla’ya 56 stadia ya da Balboura’dan Kibyra’ya 126 stadiadır. 

Yazıtlarda yol sırasıyla anılan “Trmmili” ise, Lykialıların kendilerine “Trmmili”  derken nereden bahsettiklerini anlamayı sağlar. Trmmili: günümüze adı değişmeden gelen Dirmil. Bu anıt-belge sayesinde bugüne dek adı bilinmeyen ya da yanlış bilinen kentlerin isimleri bulunmuş/doğrulanmıştır. 

Lykia yol ağı çoğunlukla öğrenilmiştir. Kaunos’tan Attaleia’ya kadar, Teke yarımadasını içine alan en kuzeyden Kibryra ile sonlanan bir alandaki, şimdiki 53 yerleşim, bağlantısındaki güzergahları ile tüm Lykia eyaletini kapsamaktadır. 

 

Evet, Hamamın güney duvarını takip ederek ilerleyen bir cadde göreceksiniz.

Patara Sütunlu Cadde

SÜTUNLU CADDE (HADRİAN GRANARİUMU) 

Bu cadde: kentin omurgasını oluşturuyor.

Kuzeybatıdaki Limanı, güneydeki Devlet Agorasına bağlıyor.

Ancak, günümüzde, bataklık suyu içinde kalmış olması nedeniyle, yalnızca 100 metrelik bölümü açılabilmiştir.

Genişliği: 12.60 metredir.

Anadolu’nun en geniş ve iyi korunmuş caddelerindendir.

Doğu kenarına: 1.50 metre genişliğinde, bir yaya kaldırımı döşenmiştir.

Caddede: araba tekerlek izleri yoktur.

Altından ise, kanalizasyon geçiyor. Cadde üzerinde, bu kanalizasyon sistemi ile bağlantı için: atık su ağızları yapılmıştır.

Her iyi yanı: sütunlarla sınırlandırılmıştır.

Bunların oluşturduğu, üzeri örtülü bölümün arkasında dükkanlar bulunuyor. (Hamamın güneyindeki dükkanlar)

Burada: hamama yakın yerde: dikkatinizi çekebilecek bir çukur var.

Ortaya yakın yerde, döşemeler sökülerek açılmıştır.

Çapı: 3.50 metre derinliği ise 1.50 metredir.

Bu çukurun: hamamı süsleyen heykelleri ve iç duvarları kaplayan mermer levhaları; Hıristiyanlık döneminde kirece dönüştürmek için yapıldığı söyleniyor.

Onca muhteşem sanat eseri, bu çukurda yakılarak kirece dönüştürülmüş.

Tepenin yamacında: kuzeydoğu eteğinde: Tiyatro var.

Patara Tiyatro

TİYATRO

Kent merkezinin güney ucundaki Kurşunlutepe’nin rüzgara karşı korunaklı kuzey yamacındadır. Oldukça görkemli bir görüntüsü vardır. Kent merkezine gelenler, uzaktan görkemli tiyatroyu görebiliyorlardı.

Anadolu’nun en büyük tiyatroları arasında sayılmaktadır, üzerindeki kumlar nedeniyle gayet iyi bir şekilde korunarak günümüze ulaşan tiyatro, kumların temizlenmesiyle ortaya çıkarılmıştır.

Tiyatro büyük olasılıkla MÖ 2’nci yüzyılda veya en geç MÖ 1’nci yüzyılda yapılmıştır.

Polyparkhen yazıtından anlaşıldığı üzere: İmparator Tiberius döneminde onarım görmüştür.

Villus Titlanus ile eşzamanlı olarak Cladius Plavianus Eudenus isimli Patara vatandaşı da tiyatronun Caveasına üst bölümü ekletmiş, köşe destek kuleleri ile tapınak taptırmıştır.

Erken Doğu Roma döneminde, oturma sıraları ve orkestra arasına ikinci kez kullanılmış devşirme malzemeden bir duvar örülmüştür. Böylece ortadaki alanda gladyatör ve vahşi hayvan döğüşleri yapılmıştır.

Patara Tiyatro

Mimarisi

Tiyatronun özünü oluşturan ve yarım daireyi biraz aşan 80 metre  çapındaki kollon (oturma yuvarlağı), her iki ucunda da kulo gibi görünen güçlü duvarlarla desteklenmiştir.

Cavea Bölümü

Tiyatro yaklaşık 6000 kişinin oturabileceği Caeva, bir diazoma (açık koridor) ile ikiye ayrılmıştır.

Bi diazoma’da sıralanan koltuklarda, kentin ileri gelenleri oturuyorlardı.

Tiyatro, üst bölümde 14, alt bölümde 23 ve bir tanesi de tasarlanmış olarak 38 oturma sırası vardır.

Cavea, altta 9 merdivenle, 8 dilime ayrılmıştır. Bu dilimler, üstte kendi içlerinde bir kez daha bölünürler. Üst bölümde, ayrıca doğu ve batı yanlarda merdivenle ulaşılan, tonoz örtülü koridorlar vardır.

Seyircilerin güneşten korunması için bezden gölgelikler kullanılmıştır.

Oturma sıralarının en üstünde, orta aks bölümünde bir tapınak vardır. Bir tanrıya veya İmparator kültüne adanan bu tapınak, Patara Tiyatrosundaki önemli mimari uygulamalardan biridir.

Sahne Binası

Sahne binasının uzunluğu 41.50 metre ve genişliği 6.50 metredir. Bağımsız ve alttan bir hyposksion olmak üzere 2 katlı tasarlanmıştır. Sahne binasının, oturma yerlerinden bağımsız olarak düzenlenmesi ilgi çeker.

Alt katta. sahneye açılan 5 kapı ve pencereler bulunur. Üst katta, yine kemerli pencereler vardır.

Sahne binasının dış doğu dar cephesi duvarı üzerinde bulunan anıtsal yazıtta: “Patara vatandaşlarından biri olan Villi Procula’nın, babasının inşa ettirdiği Proskene Binası, heykelleri ve mermer kaplamaları ile kendi inşa ettirdiği sahne binasını, MS 147 yılında, Patara şehrine, İmparator Antonius’a ve şehrin tanrılarına adamıştır” yazar.

Yani: Sahne binası yapımına, Villus Titlanus başlamış, ancak MS 126 yılında ölünce, kızı Villa Procula devam ettirmiş ve MS 147 yılında tamamlatmıştır.

İç duvarın cephesini bezeyen görkemli mimari yapılanmanın önünde, oyunların sergilendiği bir sahne vardır.

Sahne binası ile oturma yeri arasında kalan yuvarlak alana giriş: hem yanlardan hem de sahne binasının  dış yüzü ortasından açılmış özel bir kapıdan sağlanır. Girişlerde tonoz örtü yoktur.

Doğu girişinde, duvara kazınan bir yazıtta “İmparator Tiberius döneminde (MS 14-37) Tiyatroda, Tanrı Apollon’un rahibi olan Polyperkhon tarafından yaptırılan bir onarımdan söz edilmektedir. Yani bu durumda, tiyatronun ilk yapım tarihinin daha da eskilere dayandığından söz etmek mümkündür.

Kuzeye dönük ve cephe, hareketli mimarisi ve başta sütunlar olmak üzere diğer süsleyici unsurları ile tiyatro mimarisinde çok az görülen bir uygulamadır.

Tiyatro: 1884 yılında büyük bir depreme maruz kalır.

SU SARNICI

Bu yapı: çapı ve derinliği : 9 metre olan, dairesel formlu bir kuyudur.

Kuyunun tam ortasında: taştan yapılmış bir ayak yükseliyor. Bu ayak: zeminden itibaren 1.8 metre yükseklikte. Özenle kesilmiş, kare taş bloklardan oluşuyor. Her bir sırada: 3 blok var. En alttaki 9 sıra, çok iyi korunarak günümüze kadar ulaşmış.

Kayadan kesilerek yapılmış, dik merdivenler ile aşağıya iniliyor.

Evet, bu kuyunun işleviyle ilgili olarak değişik görüşler ortaya atılmış. En mantıklı görüş: kuyunun bir sarnıç olduğu yönünde. Ayağın amacı: yaz sıcağına karşı, çatı örtüsünü taşıyıcı bir eleman olması.

Bu tür bir sarnıç: erken dönemde, Patara için çok büyük önem taşıyordu. Çünkü: şehir, neredeyse tamamen, akan sudan yoksundu. Ancak, çok sonraları, şehir, su kemerleriyle beslenebilmişti. Çok sonraları ise, bu sistem eskiyince, sarnıca ekler yapılarak bir kez daha hizmete sokulmuştur.

Evet, Tepeden iniyoruz. Tiyatronun kuzey karşısında; yine muhteşem bir yapı var.

Patara Meclis Binası

 

Patara Meclis Binası

MECLİS (BLOULEUTERION) BİNASI

Anadolu’da bilinen en eski yönetim binasıdır. Likya birliği: yapısı ve Anayasası ile, batı yönetimlerine örnek gösterilmektedir. Bu özelliği ile, dünyada tektir. Birlik Anayasası: antik dünyanın en mükemmelidir.

Kazı çalışmaları sonucu: yapının, dikdörtgen bir temel üzerinde yükseldiği ve batı yönünden, bir doğal kaya ile sınırlandırıldığı anlaşılmıştır. Kapasite: 1400 kişiliktir. Ana girişler: kuzey ve güney yönlerindedir.

Üst oturma guruplarına rahatlıkla ulaşılması için: ana girişlerin hemen yanında, merdiven çıkışları bulunmaktadır. Yapının tam merkezinde: mermer döşeli, küçük bir orkestra ve onun hemen önünde sahne binası konumlandırılmıştır.
Bu binanın: Lykia Meclis binası olarak; MS.4’ncü yüzyıla kadar hizmet verdiği tespit edilmiştir.

1988 yılında başlayan kazılarda ortaya çıkarılan bu görkemli yapının; meclis binası olabileceği düşünülmüştür. 1996 yılındaki kazılarda ise; ortaya çıkarılan yapı ve önündeki stoada ele geçirilen çok sayıdaki yazılı kaide; bu görüşü doğrulamıştır.

Meclis Binasının iç kısmı; 2001-2006 yılları arasındaki kazılarda, tamamen temizlenmiştir.

Evet: Tepedeki gezimiz bitti. Liman ağzına iniyoruz. Liman ağzının batı tarafında: ilginç bir yapı göreceksiniz.

Patara Deniz Feneri

 

Patara Deniz Feneri

DENİZ FENERİ

Binlerce kamyon dolusu kumun altından gün ışığına çıkarılan deniz feneri, deprem sonucu yıkıldığı şekilde ele geçmiştir.

Dünyanın en eski deniz feneridir. “Pharos” olarak da isimlendirilmektedir. Dünyanın en eski deniz feneri, Mısır’daki İskenderiye Feneridir, ancak bu fenerden günümüze tek bir yapı taşı bile kalmamıştır.

Akdeniz’de ayakta kalarak günümüze ulaşan tek deniz feneri ise, İspanya Lacarunya kentindedir. Ancak bu fener de 19’ncu yüzyılda yeniden inşa edilmiştir, yani günümüzdeki şekli orijinal değildir.

Patara deniz feneri ise, yapı taşlarının tamamı günümüze ulaşmıştır.

Evet fener günümüzde kıyıdan ortalama 500 metre uzaklıktadır. Dış yuvarlağın limana dönük yüzüne, altın kaplama büyük bronz harflerle İmparator Neron’un bu feneri “Denizcilerin Selameti için MS 64/65 yıllarında yaptırdığının” yazıldığı onur yazıtı yerleştirilmiştir.

Ancak yazıtından çok az blok ele geçmiştir. Şöyle ki, ele geçen blokların her biri sadece birkaç harf taşımaktadır.

Fakat korunmuş tek sözcük “İnşa edildi” kısmıdır. Harflerin oyuklarında bulunan delikler, bunların bronz çubuklarla doldurulduğunun göstergesidir.

İmparator Neron, yaklaşık 2000 yıl önce, Patara şehrine iki deniz feneri yaptırmıştır. Ancak bu fenerler, bir Tsunami sonucu yıkılmıştır. Günümüzde burada görülen tek fener kalıntıları onarılmayı beklemektedir.

Fener ilk yapıldığında yani 1834 yılındaki depremde yıkılmadan önce, dikdörtgen şeklinde ve basamaklı bir kaide görüntüsündeymiş. Ancak bu gün basamaklar üzerinde yükselen dairesel bir yapısı vardır.

Bu fener binası, muhtemelen limanın girişinde, uzun zaman önce kumlar altında kalmış olan bir mendirek üzerinde bulunmakta idi.

Liman bölgesindeki gezimize devam ediyoruz. Kuzeye gidiyoruz ve burada bir yapı var.

HADRİANUS (GRANARİUM) AMBARI

Cephesi üzerindeki yazıttan:”Hadrianus Ambarı” olduğu öğreniliyor. Anadolu’nun buğdayının özellikle Roma’ya sevk edilmesinde kullanılmış. Doğu Akdeniz’de, bu amaçla yapılmış, 3 ambardan biri.

Çatısı dışındaki bölüm, günümüze kadar gelebilmiş. Burada da, yabani otlar, büyük engel oluşturuyor. Yapı: 60 metre uzunluğunda ve 19 metre genişliğinde. Eşit büyüklükte, 8 oda var. Bu odalar: orijinalde, kemerli ve kapılar aracılığı ile, birbirlerine bağlanıyorlar.

Binanın cephesinde: her bir odaya açılan: 8 kapı bulunuyor. Her kapının üzerinde ve üst kata denk gelecek şekilde bir pencere bulunuyor. Ön cepheden görünüş iki katlı gibi ise de, aslında iç kısım yalnızca bir tek kat halindedir.

Evet, ambarın yanında, bir zamanlar gayet gösterişli olduğu belli olan, bir mezar kalıntısı var. İri ve gösterişli taşlarla yapılmış. Tapınak formunda, Liman tarafındaki basamaklardan çıkılıyor. Ön cephesinde: 4 sütun var.

Duvarlarından biri, günümüze kadar ayakta kalabilmiş. Dış yüzey: yarım sütunlarla süslü. Ayrıca: işlemeli, panellere sahip. Kemerli çatının bir kısmı ayakta kalabilmiş. Kapılardan ise, yalnızca biri, yarısına kadar ayakta kalarak, günümüze ulaşmış.

Bu civarda başka mezar yapıları da var. Bunların bazıları, kavisli kapağı olan lahitler. Köye kadar olan yolda; çeşitli büyüklükteki birçok mezar anıtlarını görmek mümkün.

Patara Plajı

PATARA PLAJI

Antik kalıntıların hemen güneyinden başlar.

Forbes Dergisinin “Dünyanın en iyi 25 Plajı” listesi içinde; evet, Patara da var. İngiliz Sunday Times Gazetesi, Tatil Ekinde, 100 den fazla tur operatörlerine “Gezegendeki en iyi plaj hangisi” sorusu yöneltildiğinde, oyların yarısından fazlasını alan, yine Patara Plajı olmuş. Evet: Patara, açık ara fark ile birinci olmuş.

Kalıntıların hemen güneyinde bulunan kumsal: 16 km uzunluktadır. Dünyanın en uzun 11’nci sahilidir. Kumsalın; bu boyutlarda büyük olması; günümüzde, naturist ve nudistlerin, rahatlıkla, çıplak olarak “yüzüp güneşlenebildikleri “ bir sahil olarak, burayı seçmelerine neden oluyor.

Patara Plajı

En dar yeri 280 metre ve en geniş yeri ise 1500 metredir.

Bu ölçülere göre, Türkiye’nin en uzun kumsalıdır.

Kumsal: Caretta Caretta kaplumbağalarının yumurtlama alanıdır. Bu yüzden Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Akşam saatlerinde plaja girmek yasaktır.

Plaja girmek ücretlidir.

Patara antik kentinin içinden geçip plaja ulaşılmaktadır. Sahilde şezlong ve şemsiye isterseniz ilave ücret ödemeniz gerekir. Plaj her gün saat: 08.00-20.00 arasında insanlar ve saat 20.00-08.00 arasında ise deniz kaplumbağaları tarafından kullanılmaktadır.

Patara Plajı

Deniz özellikleri

Deniz sığdır. Ancak deniz oldukça fazla dalgalıdır, sığ olduğundan dalgalar kıyıyı oldukça fazla etkimemektedir. Dalgalar kum kaldırıyor. Bu yüzden deniz çok kumludur. Dalgaların boyu çoğu zaman 1 metreyi buluyor.

Dalgalar denize girenlere soluk aldırmıyor, metrelerce, insan boyunu geçmeyen deniz, yine de insanı aşan dalgalar yaratıyor olması, deniz severleri her yıl Patara sahillerine taşıyor.

Evet; deniz sığ. Deniz içinde, metrelerce ilerleyin, derinliğin dizlerinizi geçmediğini göreceksiniz. Deniz içi de kum. Ancak: söylediğim gibi, sürekli olarak denizden esen bir rüzgar var. Ayrıca: sürekli bir dalga var.

Yani: denizin içine oturup, bu dalgalarla oynaşmak, gerçekten büyük keyif veriyor. Küçük çocuklu aileler için, denizin sığ olması avantaj ama söyledim ya, deniz dalgalı. Bu dalgalar, bazen rahatsız edici olabiliyor.

Denizde hiç durmayan rüzgar nedeniyle, bölge özellikle rüzgar sörfü için de çok tercih edilmektedir.

Patara Plajı

Kumsalın özellikleri

Kumsal oldukça geniştir ve ince kumludur. Aynı zamanda: Caretta Caretta deniz kaplumbağalarının Türkiye’deki önemli üreme alanlarından birisidir. Bu yüzden, burada kuma şemsiye saplanmaz.

PATARA CAMEL CAMPİNG

Gelemiş Köyündedir.

İşletme önce bar olarak kurulmuş, daha sonra barın karşısındaki alan düzenlenerek kamp alanı haline getirilmiştir. Çam ağaçlarının içinde kuruludur. Kamp alanında: bungalov evler, barberü ve ahşap sedirler bulunur.

Ayrıca: ortak kullanıma yönelik tuvaletler ve duşlar vardır. Karavanlar için de uygundur. Kamp alanında konaklarken elektrik ihtiyacınızı sadece Camel Bar denen yerden karşılayabilirsiniz. Kamp alanında, mutfak da yoktur.

SONUÇ

Evet; Patara’da sizleri neler bekliyor? Patara’da neler görebilirsiniz? Güzel bir kumsal, güzel bir deniz arıyorum. Sığ, hemen derinleşmeyen bir deniz arıyorum. Rüzgar sörfü yapılabilecek bir deniz arıyorum. Sessiz, sakin ve kalabalık olmayan bir kumsal ve deniz?

Patara’da muhteşem bir plaj, kumsal ve deniz var. Özellikle: denizin tadına doymak mümkün değil. Muhteşem büyük kumsal: insan kalabalığı yaratmaması nedeniyle, sakin ve sessiz. Bunun dışında: tarihe ve antik kalıntılara merakınız varsa, burası tam size göre. Antik çağlarda, burada, çok büyük bir medeniyet kurulmuş.

Tarihin derinliklerinde gezmek ve o büyük medeniyetin izlerine ulaşmak, o insanlarla aynı toprağa basmak, aynı havayı solumak, aynı mekanları, günümüze kadar gelebilmiş hali ile yaşamak istiyorsanız, işte size tam uygun bir yer Patara.

Mutlaka gidin.

Ama, burada eğlence hayatı yok. Ayrıca: tarihi mekanları gezmek için, Temmuz ve Ağustos gibi aşırı sıcak ayları tercih ederseniz, terlememek elde değil.

Özellikle: gezinizde, yanınızda mutlaka su bulundurun. Çünkü: antik dönemde, binlerce yıl susuzluk sıkıntısı yaşanan bu bölgede, halen tek damla su bulmak mümkün değil.

Uçsuz-bucaksız kumsallardan, sığ denize girip, dalgaların keyfini yaşayabilirsiniz. Tarihi mekanlar arasında dolaşıp, yüzyıllar öncesi yaratılan muhteşem uygarlığın izlerini sürebilirsiniz.

Patara güzel bir yer, şimdiden iyi tatiller.

Kalkan gezi yazıları.

Kekova gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Demre gezi yazıları.