Kekova

Kekova
 

Kekova Demre yakınlarındadır.

Ulaşım

Kekova, Demre yakınlarındadır. Kaş merkeze 33 km ve Demre’ye ise 20 km uzaklıktadır.

Buraya ulaşmak için Kaş’tan kalkan tekneler kullanılır. Üçağız köyünden tekne ile 10 dakika uzaklıktadır. Bugün Tersane koyu hariç adanın diğer yerlerinde yüzmek yasaktır.

Kekova adasına yolunuz düşerse, mutlaka keçi sütlü sade dondurma yemelisiniz. Çünkü tadı muhteşem güzeldir.

Adanın ismi

Adaların ve koyların hepsi, bizim tarafımızdan Kekova diye Yunanca da ise Kakava olarak bilinir.

Yunanlı coğrafyacı Meletios: Myra’dan göç eden bir koloninin buraya yerleştiğini ve kekliklerin bolluğundan ötürü buraya Kakava adını taktıklarını anlatır.

Keklikler hala çok sayıda bulunur.

Güneş batmadan az önce doğu koylarından birinde karaya çıkmak üzereyken kıyıya atlayan sandalcıdan ürken iki ya da üç yüz keklik, çalıların arasından hep birlikte havalandığında, kanatlarının çıkardığı patırtı hayret vericidir. Bu keklikler kızıl bacaklı türden ve iri kuşlardır. Çok hızlı koşarlar, pek üstlerine gelen olmadığı halde alışılmışın dışında tedbirlidirler.

Evet, günümüzde buranın resmi adı “Geyikova” dır.

Bir kanal, körfezin Üçağız’daki iç kısmından daha geniş olan Ölüdeniz diye bilinen dış kısmına doğru uzanıyor. Neredeyse bütün körfez dar ve uzun “Kekova Adası” ile kapanıyor. Bu kanal ile adanın doğu ve batısındaki iki geçit, Üçağız oluşturuyor.

Kekova
 

Adanın Özellikleri

Kekova, tüm adanın ve çevresindeki yerleşimlerin genel ismine dönüşmüştür.

Toplam 7 km uzunluğundaki adanın, karşısındaki anakara ile arasındaki kanal görünümlü denizin uzaklığı 500 metredir.

Yüzölçümü 4.5 km karedir. En yüksek tepesi 188 metredir.

 

Önemi:

Araştırmalara göre, burası MS 4 ile 7’nci yüzyıllar arasında kutsal topraklara yani Kudüs’e giden ve oradan gelen Hıristiyan hacılar için de bir cazibe ve konaklama merkeziydi.

Fırtınalarda kıyıya vuran gemilerin kazazedelerini koruyan, aç denizcileri doyuran, çocuklara ağaç dallarından yaptığı oyuncaklar sunan Noel Baba (Piskopos Aziz Nikolaos) nın 4’ncü yüzyıl başlarında yaşadığı yer olan Demre yani Myra buraya oldukça yakındır.

Araştırmalara göre, burası MS 4 ile 7’nci yüzyıllar arasında, kutsal topraklara yani Kudüs’e giden ve oradan gelen Hıristiyan hacılar için de bir cazibe ve konaklama merkeziymiş.

Fırtınalarda, kıyıya vuran gemilerin kazazedelerini koruyan, aç denizcileri doyuran, çocuklara ağaç dallarından yaptığı oyuncaklar sunan Noel Baba (Piskopos Aziz Nikolaos)’nın 4’ncü yüzyıl başlarında yaşadığı yer olan Demre yani Myra buraya oldukça yakındır.

Adada bulunan kalıntılar

Kekova adasının karaya bakan kuzey sahilindeki kıyı boyunca kalıntılar görülür.

Ev guruplarının önünde rıhtımlar vardır.

Ana kayaya oyulan alt yapıları, burada zamanında bulunan hibrit yapıları ve yerleşimleri anlatır.

Bir kısım duvarlarıyla ayakta korunmuştur.

Kıyı yapılaşmasında dikkati çeken olgu, karadan denize doğru ulaşım aksının bulunmasıdır.

Çoğunlukla yamaca yatay ilerlemek mümkün değildir.

Anlaşılan antik çağ da her yapı gurubu, ulaşım sorununu sadece denizden çözmekteydi.

Kanallar ve koruma alanları da yamaçtan denize doğrudur.

Bu kesimdeki yapıların alt kesimlerindeki kısımları, tamamen sular altında kalmıştır.

Sakız deresi önünde 3 metre derinlikte küçük bir liman bulunmaktadır.

Limanın dalgakıranı, doğu ve batı dalgalarını karşılamak üzere “L” biçiminde yapılmıştır.

Deniz tavanı ile dalgakıranın oturduğu kaya tabanı arasındaki yükseklik 12 metredir.

Bu kesimde sular altında, çoğunlukla Bizans döneminden olan pek çok amphora bulunur.

Liman çevresindeki en erken bulgu MS 4’ncü yüzyıla aittir.

 

Aziz Stephanos Kilisesi:

Adanın güneybatı ucundaki güvenli tekne sığınağının kıyısında, sadece çatısı yıkılmış, sağlam bir kilise ve yanında da mezar şapeli vardır.

Kaynaklarda Aziz Stephanos Kilisesi olarak anılan bu yapı, adanın en iyi korunmuş yapısıdır.

Çünkü insanların gitmediği bir yerdedir.

Çevresinde konut ve işlik kalıntılarına rastlanır.

 

Helenistik Dönem Kulesi

Kilisenin doğusundaki yamaçta ise, Helenistik dönem kulesi bulunur.

Açıkça belli ki, bu kule limanı kollamaktaydı.

Adadaki en erken kalıntı da budur.

 

Tersane Koyu

Tersane koyundan adaya çıkıldığında, ilk karşılaşılan kilisenin batısında ve güneyinde yerleşim kalıntıları başlar.

Kalıntılar batıya doğru yükselen tepede yoğunlaşır.

 

Aşırlı Adası:

Kuzeydoğu başında Aşırlı Adası ve Aşırlı mağarası bulunmaktadır. 1989 yılında 1’nci derece sit alanı ilan edilen 145 dekarlık adada 100’e yakın geyik, karaca ve dağ keçisi yetişmesine olanak sağlanmıştır. Bu hayvanlar adadaki 7’nci yüzyıl sarnıcından sularını içmeye ve adada yaşamaya devam etmektedirler. 

 

Akvaryum Adası:

Kekova adasının kuzeybatısındaki Akvaryum adası, tepedeki geç dönem gözetleme kulesi ve tekneyle yanaşırken görülmeye başlanan kalıntılarıyla dikkat çeker. Bu küçük adanın deniz  kotuna yakın ilk düzlüğündeki şaşırtıcı niteliği ve korunmuşluğu ile bir kilise bulunur. Kesme taştan örülmüş 3 nefli kilisenin yanında kilise görevlilerine ait olması gereken konut kalıntıları bulunur. Nartheks içindeki sarnıç uygulaması oldukça ilginçtir. 

 

Kekova Batık Şehir

 

BATIK ŞEHİR-DOLİKİSTHE

MS 141 ve 250 yıllarında şehir sulara gömülmüş, Kekova adası ise ana karadan ayrılmıştır.

Yerleşimin sahil bandı, denize kaymıştır. Hem su ona gelmiş, hem de o suya gitmiştir. Yapılar, depremlerle beslenen yer kaymalarıyla her gün biraz daha sulara gömülmüştür. Artık merdivenler sularda başlıyor, sokaklar sularda bitiyor. Evlerin de mezarların da etekleri sulardaydı.  Dalgakıran ise suların 3 metre altında dalgalara kırılmıştır.

Evet: bugün buraya “Batık şehir” (orijinal ismi: Dolikisthe) ismi verilmiştir. 

Batıklar zaman içinde talan edildiği için burası günümüzde doğal koruma alanıdır, yüzmek ve dalmak yasaktır. 

Kekova Batık Şehir
 

Çünkü: denizin altındaki Batık Şehirde resmi arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır ve bölgede yüzyıllardır sürdürülen hırsızlıkların önlenmesi için böyle bir tedbir alınmıştır.

Eğer deniz dalgasız yani sütliman ise, antik şehrin su altındaki izlerini görebilirsiniz. Muhteşem bir manzara, belki de aklınıza kayıt kıta “Atlantis” gelecektir. Bir anda, bir deprem ve yükselen deniz, tamamen sular altında kalmış bir kent.

Kekova Batık Şehir
 

Denizin içinde, kıyılarda evler, merdivenler ve duvarlar görülüyor.

2000 yıl önce olduğu iddia edilen ani bir deprem sonucu veya denizin zamanla yükselmesiyle sular altında kalıp kalmadığı hala tartışmalı ve belirsiz olan bir  durum.

Düşündükçe günümüzdeki küresel ısınma akla geliyor.

Çünkü küresel ısınma sonucu denizlerin yükseleceği söyleniyor. “Tarih tekerrürden ibarettir” denir ya, umarım böyle bir felaket günün birinde tekrar olmaz.

Evet: antik şehir kalıntıları Kaş merkezden 20 deniz mili uzaklıktadır.

Buraya sadece tekne veya kanolarla ulaşılmaktadır. Ancak teknelerin burada duraklaması da yasaktır. Sadece gelip geçiyorlar. Zaten buraya tur düzenleyen teknelerin altında deniz altını görmek için cam bölümler bulunmaktadır.

Harabeleri gezerken, Roma Eflatunu hammaddesi (purpura) olan deniz kabuklarının kaynatılmış, boyası alınmış öbeklerini görebilirsiniz ve o mistik kokuyu alabilirsiniz.

Yazılanlara göre, o devirlerde “eflatun” renkli bu özüt, Bursa ve İstanbul’a gönderilerek zamanın İmparatorluk simgesi olan ipek dokumaların boyanmasında kullanılıyormuş.

Kekova Batık Şehir
 

Evet: adanın sağ tarafında gezerken, suyun altında: denize batmış dükkanlar, liman harabeleri, mermer sütunları ve düzgün zeminiyle bir kilise kalıntısı görebilirsiniz.

Bu kalıntılar arasında bulunan kilise: Türkiye’de su altındaki bilinen 2’nci kilisedir.

Kıyıyı takip ettiğinizde ise, evlerin yarısının sulara gömüldüğü ve merdivenlerinin denize indiği görülür.

Şapel:

Adadaki doğal liman girintisindeki düzlükte, 1.5 metre su altında kalmış, 3 nefli bir şapel vardır.

MS 5’nci yüzyıla tarihlenen, tabanı mermer kaplı kilise sayesinde limanı koruyacaklarını düşünmüşlerdir.

Oysa son kalan apsis de zamana yenik düşmüştür. Dolichisteliler’in limanlarını korusun diye 5’nci yüzyılda inşa ettikleri kilise görevini yapamamış, limana batmıştır. Artık sadece dalgıçlara haktı kentin alt yapısını görmek. 

Sonuç olarak, bu kilise, Türkiye’de su altında kalmış bilinen 2’nci kilisedir.

 

 

 

Türk Bayrağı:

Bu arada kıyıdaki taşlarla bir “Türk Bayrağı” resmedilen yer göreceksiniz. Burası: 1’nci Dünya Savaşı sırasında Osmanlının destanlaşan gemilerinden Rauf Orbay komutasındaki Hamidiye Zırhlısının bir süre gizlendiği ve ikmal yaptığı yer ve bugün burası Hamidiye Koyu olarak da biliniyor.

Simena istikametine giderken burayı görebilirsiniz.

Kekova Kaleköy
 

KALEKÖY

Türkiye’nin en güzel köylerinden birisidir. Sakin bir yer. Burası bir yarımada yani kara bağlantısı var ama karadan bağlantı yolu yok. Yol yapılmamış, sadece keçi yolları yani zorlu patikalar bulunuyor. Bu yüzden sadece tekne ile ulaşım sağlanıyor.

Köy: Simena Nekropol alanı üzerine kurulmuştur. Köyde: Likya ve Bizans tarihi kalıntıları var. Köye ismini veren kale: harika bir manzaraya sahiptir.

Buraya yolunuz düşerse, mutlaka ev yapımı dondurma yemelisiniz. Özellikle: kavunlu, çiçek, şeftali ve limonlu önerilir.

Yöreye ait birçok resim, kartpostal ve posterde görülen “Deniz içindeki lahit” Kaleköy’dedir. Bu lahit muhtemelen bir çocuğa aittir. 

Kekova Simena
 

SİMENA

Günümüzde buraya Üçağız’dan tekneyle gidilir.

SİMENA LİMANI:

Antik dönemlerde sadece denizden ulaşılan Simena, doğal topoğrafik özellikleriyle ve Akdeniz’deki seferlere uygun, Kekova denizine hakim konumuyla önemli bir ayrıcalığa sahiptir.

Karşılıklı düzenlenmiş yay şeklindeki mendirekleri ve çok yakında bulunan Papaz Adasıyla dalgalara karşı korunaklı küçük bir liman yaratılmıştır.

3.40 m yükseklikteki mendirek göz önüne alındığında, liman günlerinde su derinliğinin en az 2 m olduğu ve bu derinliğin de gemilerin rahatça yanaşabilmelerine imkan sunduğu anlaşılır. Limanın doğusundaki 5 tane palamar bağlama babası ve önlerinde paralel uzayan duvarlar bir gemi barınağından izler verir.

Barınak genişlikleri geniş karınlı ticaret gemileri için dardır.

Bu durumda bu barınakların askeri gemiler için inşa edildiği düşünülür.

Ancak limanın ticari amaçla da kullanılmış olması mümkündür.

Tepedeki yerleşim Klasik Dönemden beri güvenli bir yerleşim olduğunu gösterir.

Liman da aynı dönemde kullanılmaya başlanmış olmalıdır.

Şehrin önemine ait bir diğer göstergede: Aperlai Birliğinin 4’ncü üyesidir.

ADI:

Adının geçtiği ilk kaynak “Plinius” tur.

Stadiamsus Patarensis’te Somena olarak geçer.

Kentin adı burada bulunan yazıtlar yardımıyla öğrenilmiştir.

Simena kelimesi Luwi dilinde “Kutsal Ana Ülkesi” anlamına gelir.

Yeni adı “Kale” dir. Antik kent, 1’nci derece arkeolojik Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.

ADACIKLAR:

Bugün kale köyü önünde, 3 küçük ada vardır.

Kıyıdan itibaren: Saçma Ada, Kurşun Adası ve Papaz Adası dizilidir.

Papaz adasının kıyısındaki kayalıklarda yarısı su içinde kalmış hibrit yapı kalıntıları görülür.

Her evin bir iskelesi olması dikkat çekicidir.

Bu kesimde deniz içinde çok sayıda çanak-çömlek parçası vardır.

Kaptan burnu denen yerde, Simena’nın dalgakıranı bulunur.

 

KALINTILAR:

Büyük bir deprem sonucu, Simena antik kenti sulara gömülmüştür. Batık kent üzerinde kano ile gezi muhteşem bir güzelliktir.

Ancak tarihi eserler günümüze kadar bolca yağmalandığından, bölgede yüzmek yasak, teknelerin durması yasaktır. Teknelerin sadece geçmelerine izin veriliyor.

Suların içinden lahitler çıkar. Özellikle deniz içinde bulunan bir lahit, Simena kentinin simgesi olmuştur.

Suyun 1.40 m içinde duran semerdamlı lahdin ünü niteliğinden değil, sular içinde kalmışlığından kaynaklanır.

KALE:

Evet günümüzde kaleye giriş ücretlidir. Kaleden hemen karşıda bulunan Kekova adasını, diğer adaları ve irili ufaklı koyların muhteşem manzarasını görebilirsiniz.

Kalede: Likya, Roma ve Selçuklu zamanından kalma sur duvarları ve mazgallar, üç uygarlığın izleri görülür. Patika ve merdivenlerle çıkılan kale, Ortaçağ döneminde kullanılmıştır. (Muhtemelen MS 1500’lerde)

HAMAM VE ŞEHİRLEŞME;

Akropol eteğindeki yapılardan biri: yazıtına göre: “Konsül ve Aperlai vatandaşları ile birliğin diğer üyeleri tarafından İmparator Titus’a adanmış” küçük bir hamam olduğu anlaşılmıştır.

Hamamın varlığı MS 1’nci yüzyılın 2’nci yarısında yerleşimin ilk kez şehirleşmeye başladığını gösterir.

Klasik dönemden gelen yerleşim, Helenistik Dönemin sonuyla birlikte tiyatrosu ve hamamı olan bir şehre dönüşmeye başlamıştır.

Deniz kıyısından akropole doğru yükselen yamaç, erken dönemden beri halkın yaşadığı ve kamu yapılarının hizmet ettiği bir alan özelliği gösterir.

Bugünkü evlerin arasında ve içlerinde pek çok yapı kalıntısı görülür.

Aralarında da çıkış yolu boyunca lahitlere rastlanır.

Lahitlerden birinin İdagros oğlu Mentor’a olduğu, tabula ansatasından okunur.

Başka bir lahit en yakın örneklerini Teimiusa’dan bilinen eksedrali tiptedir.

Çok az kalıntısı izlenen tapınak ve içinde Kallipus adının okunduğu bir yazıt bulanmaktadır.

 

KİLİSE:

Surlara ulaşmadan önce, yamaçta bulunan en büyük yapılardan biri apsisi sağlam kalmış ve nef duvarları rahatlıkla izlenebilen bir kilisedir.

Kilisenin erken dönem hibrit yapısının üzerine oturtulduğu açıkça görülmektedir.

Bu yapı Simena’nın erken tapınağı olmalıdır.

Kilise dönemi duvarlarında, içeriğinin ne olduğu anlaşılmayan fresko kalıntıları bulunur.

İzler zeminin mozaik olduğunu gösterir.

Yapının en son evresi bir Osmanlı camiidir.

Güney duvarındaki mihrap ve yine sonradan eklenmiş basamaklı bir ezanlık yükseltisi de bu cami döneminden kalmıştır.

 

TİYATRO:

Kilisenin bir kot yukarısında akropolün kayalık eteklerindeki son yapı, muhteşem deniz manzarasına ve Kekova’ya yönelik duran tiyatrodur.

7 basamaklı minik tiyatro, şehrin büyüklüğüyle boyutta örtüşür.

Yaklaşık 200 kişi kapasiteli tiyatro, Helenistik Dönemde tamamen kayalara oyulmuştur.

Başka bir toplanma yapısı olmayan kentin tüm toplantılarının burada yapıldığı anlaşılmaktadır.

Lykia’nın en erken tiyatrolarından biridir.

Kaynaklar: tiyatro ile akropol arasında bir “stoa” nın varlığından bahsetse de böyle bir yapının izine rastlanmamıştır.

AKROPOL-MEZARLIKLAR:

Şehirdeki en yoğun kalıntı gurubu mezarlıklardır.

Likya mezarlarının en belirgin özelliği, üst kısmının ters çevrilmiş bir tekneye benzemesidir.

Öte yandan, Likyalılar mezarlarında ölülerin dişleri arasına “sikke” koyarlardı. Çünkü ölülerin cennete gitmek için bir nehre ulaşacakları ve nehri geçmek için tekneyi kullanana bir bozuk para vermeleri gerektiğine inanırlardı. Bazı kaynaklarda ise, tekneyi kullanana para vermemek için, kendilerine ters gemi şeklinde mezarlar inşa ederek, bu gemi ile öteki dünyaya gideceklerine inanırlardı.

Akropol kayalıklarına açılan kaya mezarlarından başka, çok sayıda lahit yerleşimin çevresine yayılmıştır.

Ev tipindeki Lykia kaya mezarlarında Likçe yazıt bulunmaz.

Diğer kaya mezarı semerdamlı lahit biçiminde, akropol kayalığına oyulmuştur.

Bugün evlerin arasında zorlukla görülebilmektedir.

Akropol’ün doğusunda yerleşim dışında çok sayıda lahit bulunmaktadır.

Bu alan tamamen mezarlık olarak kullanılmıştır.

Akropolün mezarlık tarafındaki düzlüğünde, ölüler için yapılan törenler yaşanmaktaydı.

İnsanlar: yeraltı tanrılarının adak levhalarının yerleştirildiği enine nişlere doğru durup, ölüleri için karanlık dünyasında saadet dilemekteydiler.  

Bu beklentilerin karşılığı olan armağan da olasılıkla nişli alanın ortasındaki sunu çukuruna konulmaktaydı.

 

Kekova Tersane Koyu
 

TERSANE KOYU

Adanın batı ucunda bulunan Tersane koyu ilgi çekicidir. Adanın iç yakasındaki Tersane denilen yer, çok eski bir tekne yapım yeridir.

Günümüzde: Kaş, Demre ve Üçağız’dan gelen teknelerin demirleme yeridir.

Kıyada ve deniz içinde, tarihi eserler bulunmaktadır.

Kalkan gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Demre gezi yazıları.

Çorum

Çorum

Çorum denilince, benim ilk aklıma gelenler: leblebi ve tarihe olan merakım nedeniyle, Hititler. Tarihe ilgisi olanlar için: yaklaşık 3500 yıl hüküm süren Hitit uygarlığının, 450 yıllık başkenti Hattuşaş burada bulunuyor.

Yani, gerek Hattuşaş ve gerekse Alacahöyük bölgelerinde: muhteşem bir tarihi süreç gezisi yapabilirsiniz. Özellikle: ülkemizde yaşayan insanların bir kısmının bildiği ve hatta Ankara-Kızılay-Sıhhiye Meydanında büyük bir anıt halinde bulunan “Güneş Kursu” ve bir zamanlar yerli bir sigaranın üzerinde bulunan, bir zamanlar yine Ankara Belediyesi tarafından amblem olarak kullanılan ve halen Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesinde, bence en büyük sanat eseri olarak sergilenen “Güneş Kursları” işte buradan çıkarılmıştır.

Yani, bunları değerlendirirken şunu düşünmek gerek. Hititler, her ne kadar kuzey bölgelerinden bir yerlerden gelerek Anadolu içlerinde ve hatta Suriye bölgesinde büyük bir medeniyet kurmuşlar ve biraz önce sözünü ettiğim gibi, yaklaşık 3500 yıl yaşamışlar. Ancak, kuzeyden geldikleri için, Orta Asya bölgesinden gelen atalarımız gibi, bu topraklarda binlerce yıl yaşayan bu insanlar, atalarımız olarak kabul edilmiyorlar, sanırım köken çatışması var.

Ben yine de, üzerinde yaşadığımız bu topraklarda, 3500 yıl hüküm süren bu insanların: kültürlerini incelemek, yaşadıkları yerleri görmek ve benimsemek taraftarıyım. Bu nedenle: özellikle tarih meraklılarının, Adıyaman-Kahta-Nemrut dağında gördükleri güzelliklerin benzerlerini burada görebileceklerini düşünerek, buraları da ziyaret etmelerini öneriyorum.

Son olarak, giriş kısmında belirtmek istediğim bir konu daha var. Çorum şehri: bir zamanlar, Avrupa’nın en temiz şehirlerinden biri seçilmiş. Gerçekten çevre temizliği açısından gayet temiz bir şehir olarak öne çıkıyor.

Çorum

ULAŞIM

Şehir otogarı il merkezindedir.

Çorum-Ankara arasındaki uzaklık: 245 km. Çorum-İstanbul arasındaki uzaklık: 609 km. Çorum-Sinop arasındaki uzaklık: 172 km. Çorum-Tokat arasındaki uzaklık: 189 km. Çorum-Amasya arasındaki uzaklık: 92 km. Çorum-Yozgat arasındaki uzaklık: 104  km. Çorum-Çankırı arasındaki uzaklık: 156 km.

Çorum

TARİH

Çorum yöresi, Karadeniz bölgesinin, İç Anadolu bölgesine açılan bir kapısıdır. Hitit imparatorluğu, Suriye ve Akdeniz  kıyılarına kadar uzanan medeniyetini, yörede bulunan Hattuşaş ve Boğazkale ilçelerindeki yerleşimlerinden yönetmişlerdir. Buna bağlı olarak, yörede, MÖ.4000 yıllarından itibaren yerleşim görülmüştür.

Anadolu’nun Türkleşmesinden sonra, Çorum ve yöresine, Türkmen boyları yerleşirler ve bunlar, Çorum ve yöresini, otlak ve yayla olarak kullanırlar ve bunun sonucunda, yörede daha önce yerleşik olan Hıristiyanlar, göçe zorlanırlar. Bu Türkmen boyları, takip eden süreçteki, Haçlı seferlerinde, Haçlı ordularını yıpratarak, büyük zayiatlar verdirirler.

1308 yılında, Selçuklu devleti yıkılınca, yöre, Eretna Beyliği ve Burhanettin Ahmet yönetimine girer. 1398 yılında ise, Yıldırım Beyazıt tarafından, yöre, Osmanlı topraklarına katılır.

Çorum isminin ortaya çıkışı: tarihi süreç içinde, Çorum’da büyük bir deprem ve sel felaketi yaşanır. Bunun devamında, yörede yaşayanlar, Müslümanlığı kabul ederler. Ancak: Danişmentoğulları’ndan Ahmet Gazi’nin şehri kuşatması sırasında ise, bu kez, yöredeki Bizans valisi Restor ile anlaşarak, Hıristiyanlığı kabul ederler.

Bu dönemde, biraz önce söylediğim doğal felaketlerin bölgede yaşanması nedeniyle, bu yörede yaşayan halka “cürümlü” denilmiş ve bu kelime zamanla değişerek, günümüze “Çorumlu” olarak gelmiştir. Yalnız: bu konuda son bir şey söylemek gerekirse, Çorum kelimesinde bulunan “Rum” hecesi ilginç geliyor. Kesin bilmiyorum ama, bir zamanlar burada yoğun bir “Rum” nüfus bulunması (tehcirden önce)  bunun nedeni olabilir mi?

Çorum

GENEL

Çorum: Orta Karadeniz bölgesinin iç kesimindedir. Yörenin, deniz seviyesinden yüksekliği: 800 metredir.

Yörenin en büyük akarsuyu olan Kızılırmak: yaklaşık 182 km. uzunluktadır.

Bölgenin doğal bitki örtüsü: bozkır. Bunlar: ilkbaharda yağışlarla birlikte yeşerirler ve sonbaharda ise kururlar.

İklime gelince: yörede, Karadeniz ikliminden, İç Anadolu iklimine geçiş iklimi görülür. Buna bağlı olarak: yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise soğuk ve kar yağışlı geçer.

Şehir: Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerindedir ve fay hattı, il merkezinin 20 km. kuzeyinden geçmektedir.

Ekonomik etkinlikler değerlendirildiğinde ise, nüfus yoğunluğuna oranla, gelişmiş bir şehirdir. Ekonominin temelini, un ve tuğla fabrikaları oluşturmaktadır. Özellikle: un fabrikaları yoğun ve bunun sonucunda Çorum unu önem kazanıyor. Tarım ve hayvancılık ise, sanayi tesisleri yanında, nispeten daha geride kalmıştır.

HİTİT ÜNİVERSİTESİ

Şehirde, Gazi Üniversitesine bağlı fakülte ve yüksek okullar, birleştirilerek, 2006 yılında, Hitit Üniversitesi kurulmuştur.

Ancak, bir kampüs yaşamı tam olarak oluşturulamamıştır. Liseden bozma binalarda eğitim sürdürülüyor. Üniversite bünyesindeki fakülteler: İktisadi ve İdari Bilimler, Mühendislik, Fen-Edebiyat, İlahiyat, Tıp ve Veteriner Fakülteleridir. Enstitüler: Fen Bilimleri, Sağlık Bilimleri ve Sosyal Bilimler Enstitüleri var. Yüksek Okullar: Beden Eğitimi ve Spor ve Sağlık Yüksek Okulları bulunuyor. Bu okullarda, günümüzde, yaklaşık 7 bin öğrenci eğitim görmektedir.

LEBLEBİ

Bu sarı leblebi. Kuru nohuttan yapılıyor. Yaklaşık 45 günlük bir uğraşıdan sonra, kuru nohut, leblebi oluyor. Yörede yetiştirilen nohut, iriliği ve lezzetiyle önem kazanıyor. Sonuçta, bu güzel nohuttan üretilen leblebiler de, lezzetiyle öne çıkıyor. Ama: günümüzde, yörede üretilen nohut’un, leblebi üretimini karşılamadığı ve dışarıdan nohut getirtildiği biliniyor.

Bunun doğal sonucu olarak ise, has Çorum leblebisi kalitesinde, bir nebze de olsa gerileme söz konusu. Ayrıca: nohutun kavrulması aşamaları da, üretilen leblebinin kalitesinde önemli  bir faktör. Leblebi yapmak için: genellikle ateş tuğlası, kerpiç ve tavadan oluşan bir kavurma ocağı gerekirken, günümüzde tüp gaz ateşinde de kavurma işlemi uygulanmaktadır.

Ama günümüzde her ne kadar nohut’un büyük bölümü, şehir dışından gelse de, sanırım Çorumluların leblebiyi bu kadar lezzetli yapmalarının başında, kavurma teknikleri geliyor. Yoksa, nohutun geldiği yörelerde, leblebi bu tür lezzetli yapılamıyor.

Evet, Çorum il merkezinde, her köşe başında leblebici dükkanları var. Siz, satın almak istediğinizde, altın sarısı renk ve büyük boyutlu leblebi aramalısınız. Ayrıca: leblebinin çeşitleri de farklı sunuluyor. Bunlar: acılı, tuzlu, karanfilli ve diğer başka lezzetleri barındıran leblebi çeşitleri var.

NE YENİR. NE İÇİLİR

Çorum denilince, hani bir yemek veya tatlı kültürü olarak bilinmese de, burada “leblebi” öne çıkıyor. Leblebi hakkında yukarıda ayrıntılı bilgi verdiğim için, burada tekrar söz etmek istemiyorum.

Yöresel yemeklerden tatmak isterseniz: mayalı, yanıç, cızlak, keşkek önerebilirim. Tatlılardan ise, hedik, has baklava olabilir. Çorum baklavası, gül burma denemelisiniz. Son olarak: tüm bu yemekleri beğenmedi iseniz, burada Çorum Mantısı yemenizi öneririm, muhteşem bir lezzet. Özellikle: et suyunda haşlanmışını tercih edin.

NE SATIN ALINIR

Çorum ilinde, gerek kendiniz ve gerekse yakınlarınız için satın alabileceğiniz başlıca hediyelik ürün: leblebi. Evet, bu şehirde leblebinin farklı tat ve lezzetlerde üretilen çeşitlerinden satın alabilirsiniz.

Çorum

KONAKLAMA

Öğretmenevi      Bahçelievler Mahallesi           364-2217920

HİTİT YÜRÜYÜŞ YOLU

Ülkemizde Kültür Bakanlığı tarafından desteklenen 14 yürüyüş rotasından ikisi Çorum bölgesinde bulunmaktadır.

Unesco logosu taşımaya hak kazanan Hitit Yolu, yerli ve yabancı doğaseverler tarafından ziyaret edilmektedir.

Görkemli tarihiyle dünyanın gözünü kamaştıran Hititlerin antik kentlerinden geçen Hitit Yolu, konuklarına İç Anadolu coğrafyasının doğal güzelliklerinden ve kültürel etnik mozaiğinden örnekler sergiliyor.

Rotaların omurgasını Boğazkale-Hattuşaş-Şapinuva, Alacahöyük-Alaca-Şipanuva ve Boğazkale-Alacahöyük güzergahları teşkil ediyor.

Alaca Çayı Vadisi ve İncesu kanyonu ise doğayla tarihin buluştuğu alternatif rotaları içeriyor.

Eski kervan ve göç yollarından geçen 236 kilometre boyunca işaretlenen 17 yürüyüş parkuru, alternatif güzergahlarla birlikte toplam 385 kilometreye ulaşıyor. Altı dağ bisikleti rotasının toplam uzunluğu ise, 406 kilometre civarındadır.

KIZILIRMAK HAVZASI GASTRONOMİ VE YÜRÜYÜŞ YOLU

Türkiye’de bir ilk olarak doğa, tarih ve mutfak kültürünü buluşturan bir eko  turizm çalışması Gastronomi ve Yürüyüş Yolu.

Saklı kalmış güzellikleri ortaya çıkaran, unutulmaya yüz tutmuş yemekleri ortaya çıkaran, unutulmaya yüz tutmuş yemekleri yaşatmayı hedefleyen ve Çorum’un aslında bir lezzet durağı olduğu iddiasını ortaya koyan Gastronomi ve Yürüyüş Yolu, Kızılırmak nehrinin kılavuzluğunda trekking, bisiklet, kültür, manzaralı araç yolu ve cip safari gibi farklı konseptlerdeki rotalarıyla, aktiviteye olduğu kadar damak tadına da önem veren doğaseverleri bekliyor.

GEZİLECEK YERLER

ÇORUM MÜZESİ

Daha önceki dönemlerde: Hastane, Ziraat Mektebi, Makine Meslek Yüksek Okulu olarak kullanılan bina: gerekli restorasyonları yapılarak, müzeye dönüştürülmüş ve 2003 yılında ziyarete açılmıştır.

Müze binası 4 katlı olup, bu katlarda, birbirinden bağımsız: Arkeolojik ve Etnografik teşhir salonları bulunuyor.

Arkeolojik Eserler Salonu: 1.Kat:

Alacahöyük, Kuşsaray ve Büyük Güllücek kazılarında bulunmuş eserler sergileniyor. Buranın en ilginç eseri: Alacahöyük prens ve prenses mezarlarından, bir “L” mezarı, aslına uygun olarak yapılmış ve teşhir edilmektedir. Aynı dönemde görmenizi önereceğim: Yörüklü kazısında bulunmuş ve Hitit dönemine ait en eski buluntu olduğu düşünülen iki kabartmalı vazo var.

Bu vazolardan birisi: dört firizli ve diğeri ise daha küçük ve boynu üzerinde, tek kabartma friz bulunmaktadır. Bu katta bulunan son muhteşem kalıntı: Hitit kralı II. Tuthaliya’ya ait bir bronz kılıç. Bu kılıç üzerinde: çivi yazısı var. MÖ.1430 yılından kaldığı bilinen bu kılıç: bu katta sergileniyor.

Arkeolojik Eserler Salonu: 2.Kat:

Bu katta: Hitit yazılı belgeleri yani çivi yazılı tabletler sergileniyor. Ayrıca: Hitit mühürleri de, burada sergileniyor.

Arkeolojik Eserler Salonu: 3.Kat:

Burada: seramik eserler sergileniyor. Ayrıca: bu katta, daha sonraki dönemlere (Frig, Helenistik,  Galat, Roma, Bizans) ait eserler sergileniyor. Bu eserler arasında: çok sayıda sikke var. Yani, sikke koleksiyonu bu katta bulunuyor.

Arkeolojik Eserler Salonu:4.Kat;

Burada: Roma dönemine ait: kandiller, cam eserler, altın ve gümüş süs eşyaları ve Bizans dönemi eserleri sergileniyor.

HAVUZLU PARK VE SAAT KULESİ

İl merkezindedir.

Saat kulesi: minare biçiminde: Çorumlu Hasan Paşa tarafından, 1894 yılında: sarı renkli kesme kum taşından yapılmıştır. Üzeri: kurşun kubbe ile örtülüdür. Dört bir yanda: saat kadranları görülüyor. Şerefe bölümüne, 82 basamaklı bir merdivenle çıkılıyor. Kulenin yüksekliği: 27.5 metredir.

Kulenin güneydeki kapısı üzerinde: 1312 tarihli bir mermer kitabe var.

ÇORUM KALESİ

Şehir merkezinin güneyinde, bir tepe üzerindedir. Günümüzde, burada halen yerleşim var. Yani, insanlar yaşıyor. Hatta: Osmanlı döneminden bu yana, kale içinde yerleşim bulunduğu biliniyor.

Kale: Selçuklu dönemi mimari özelliklerini taşıyor. Yine de, yaptıran ve yapılış tarihi hakkında net bilgiler yok. Sur duvarlarının yüksekliği: 7 metre ve genişliği ise, 2.40 metredir. Kapısı: kuzey bölgesinde ve 2.70 x 3.40 metre ölçülerindedir. Kale yapısının içinde, günümüzde büyük bir mescit görülüyor.

ÇATAK TABİAT PARKI

İl merkezine, 22 km. uzaklıktadır.

Burası: Orman İşletmeleri tarafından işletilmekte olup, il merkezine yakın olması nedeniyle, tercih edilen günübirlik mesire yeridir.

Park bölümünde: karaçam ağaçlarının hakim olduğu ormanlık alan var. Bu park, genellikle Mayıs-Ekim ayları arasındaki yaz döneminde ziyaret ediliyor. Ziyaretçiler, burada piknik yapıyorlar.

HAMAMLIÇAY KÖYÜ KAPLICASI

İl merkezine 12 km. uzaklıkta, Hamamlıçay köyündedir.

Bölgede: 10 tane kabin var. Kaplıca suyunun sıcaklığı: 42 derecedir. Bu suyun yararlı geldiği ileri sürülen hastalıklar ise şunlardır: romatizmal hastalıklar, cilt hastalıkları ve böbrek taşlarının düşürülmesidir.

Hattuşaş ve Yazılı kaya tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Alacahöyük tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

Ankara Papazınbağı

Yıl, 1963. Ahmet Efendi’nin eşi Şadiye Hanım, bağ evinde çamaşır yıkamaktadır.

Her çamaşır gününde bağ evinde, çamaşırların kaynatıldığı açık ateşte gözleme yapılır ve çay demlenir. Böylece, çamaşır gününün yorgunluğu atılmaya çalışılır.

İşte böyle bir günde, ODTÜ’lü bir öğrenci, çamaşır yıkayan Şadiye Hanımı görür ve bağ evini görmek için izin ister.

Şadiye hanım, öğrenciye izin verir ve ardından da yaptığı gözlemelerden ve çaydan ikram eder.

Öğrenci ısrarla ücret ödemek ister. Ancak Şadiye Hanım da ısrarla reddeder. Sonunda öğrenci gelecek hafta sonu, arkadaşlarıyla buraya gelmek istediğini söyler. Tek koşul ise Şadiye Hanımın bu kere, ikramlar karşısında ücret almasıdır. Nitekim de öyle olur.

Giderek artan yoksulluk içinde misafir gurubunun bıraktığı para oldukça işe yarar. Böylece Şadiye hanım bu işi sürekli yaparak aileye ekonomik destek sunmaya karar verir. Bağ evinin bugünkü işlevine kavuşmasının öyküsü de işte böyle bir öyküdür.

Papazınbağı ismi sonradan ortaya çıkar. Bu bölgede, geçmişte Hıristiyan nüfus yaşadığı ve alanın çok yakınında bir kilise olduğu için, bağ, işletmeye açıldıktan ve çok rağbet görmeye başladıktan zorda bazı rakipleri “oraya gitmeyin orası papazınbağı” diye bir söylenti yaymaya başlarlar.

Bu söylenti amacına ulaşmaz. Halk burayı çok sever ve vazgeçmez. Ama adı halk arasında Papazınbağı olarak bilinmeye ve bu adla sevilmeye başlanır. Aile bağ evini satmamakta direnir.

Zamanla bağ evi, şehrin rantı en yüksek alanında, adeta yalıtılmış, dokunulmamış, gizli bir cennet bahçesi olarak kalır. Beton cehennemi içinde doğal bir cennet.

İşte o zaman beton ve para ile doğa ve insan sevgisi, karşılıklı sert bir mücadeleye girer. Papazın bağına çok güçlü talipler çıkar. Aileye büyük paralar teklif edildiği gibi sıklıkla aba altından sopa da gösterilir. Ama aile direnir. Bu güzel cennet bahçesini betona teslim etmek istemez.

1994 yılında ise “Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu” na müracaat ederek, Papazınbağı’nın 1 nci dereceden doğal sit alanı ilan edilmesini sağlarlar. Papazınbağı kurtulmuştur.

Günümüzde sizi, burada girişte kuş sesleri, horoz sesleri ve küçük bir derenin huzur veren şırıltısı karşılar. Sadece doğanın o eşsiz melodisi. Asırlık çam, çınar, dut, Ankara armudu, Ankara ayvası, üvez, ceviz ve muşmula ağaçlarıyla süslenmiş 14 bin metrekarelik küçük bir cennet adacığıdır burası, üstelik te tam şehrin merkezinde.