Ülkede: Cape Town şehrinin bulunduğu bölge: on binlerce yıl önce: göçebe ve avcı-toplayıcı “Sanlar” ın ülkesidir. “San” kültürüne ait kaya resimleri, şehir çevresinde özellikle “Cederberg Wildenerss Area” (Cederberg Yaban Adası) da görülmektedir. Şehir merkezindeki “The South African Museum” denilen yerde, bunların gayet güzel korunmuş ve günümüze ulaşmış örnekleri sergilenmektedir.
“San” ların ardından, bölgeye günümüzden yaklaşık 2000 yıl öncesinde: bu kez “Koiko” denilen sığır çobanları yerleşmişlerdir. Koikoiler: hayvan sürüleriyle ilgilenip, çevredeki komşu halk ile sığır ticareti yaparlar ve bu sırada daha kuzeye çekilen Sanlar ise: avcılık yaparlardı.
İşte: ilk kaşifler bölgeye geldiklerinde, böyle bir ortam bulunuyordu. Ama, bu ortam, 200 yıl geçmeden kısa sürede değişmek durumunda kaldı. 15. yüzyıl sonlarında: Hindistan’a ulaşmak için, en kısa deniz yolunu ararken, buraya ulaştılar.
1488 yılında, Baharat yolunu keşfetmek için denize açılan Portekizli denizci Bartomoleu Dias: buraya yani Güney Afrika topraklarına ayak basan ilk yabancı olarak tarihe geçti. Gemisiyle buraya ulaşan Dias: çok uzaklardan bile görülebilen Masa dağının çekimine kapılarak, karaya içme suyu bulmak üzere yanaştı ve körfeze demirledi, bölgeye “Aguado de Sao Bras” adını verdi. Günümüzde burası: “Mossel” körfezidir ve Diasın anısına bir müze, burada bulunmaktadır.
Evet: Dias: Hindistan’a giden baharat yolunu bulamamıştır, ama “The Cape of Good Hope” yani “Ümit Burnunu bulan ilk kişi olarak tarihe geçmiştir.
Takip eden süreçte, 10 yıllık bir sürecin ardından: yine bir Portekizli denizci Vasco da Gama: Ümit Burnu’nun çevresinden dolaşarak Hindistan’a ulaşmış ve Baharat Yolunu keşfetmiştir. Bu sırada: bölgenin yerli halkı Koikolar: buraya uğrayan gemi çalışanları ile iyi ilişkiler kurmuşlar ve Hint adalarına seyahat eden gemiler, uzun seyahatlerinde burayı sık kullanır hale gelmişlerdir.
Hatta: gemiciler bu seyahatlerinde, evleriyle temas kurmak için, eve dönüş yolundaki gemiler tarafından alınmak üzere: yazdıkları mektupları, buradaki “postane taşları” altına koyarlarmış. Günümüzde bu taşların birkaç örneği “South African Cultural History Museum”de sergilenmektedir.
17.yüzyıla gelindiğinde: birçok ticaret şirketinin birleşmesiyle kurulan: kendi donanması ve ordusu bulunan dünyanın en güçlü kuruluşlarından olan “Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası”: Ümit Burnu’na gözünü koymuştu.
Hatta “gemilerin personeli için yiyecek yetiştirilen ve aynı zamanda gemiler için bir onarım merkezi ve hastane olarak çalıştırılmak üzere, “Masadağı” körfezi üs olarak seçilmiştir. Üssü kurma görevi ise: 23 yaşındaki Riebeeck’e verilmiştir.
Riebeeck: karada, çamurdan bir kale inşa ettirir ve taze meyve ve sebze yetiştirmeye başlar. Hatta: buralarda çalıştırılmak üzere, Hint adalarından köleler getirilir.
1666 yılına gelindiğinde ise: burada, “Castle of Good Hope” isimli daha büyük bir şato yapılır. Yerleşim çevresindeki kırsal alan yayılır, tahıl tarımı başlar. Uzun yıllar boyunca: Sanlara ve Koikoilere ait arazi: 1658 yılında bölgeye ilk büyük çaplı üzüm bağlarının dikilmesiyle, Hollandalıların mülkü haline gelir.
18.yüzyıl başlarında ise, bölgeye: Alman ve Fransız göçmen akınları yoğunlaşır ve bölge yerli toplumları parçalanmaya başlar ve hatta 1713 yılındaki “çiçek” salgınında birçoğu ölür. Kalanlar ise, gerek Sanlar ve gerekse Koikoiler birbirlerine karışırlar ve günümüzdeki nüfusun melez kısmını oluşturur.
Bu sırada: bölge valisi Simon van der Stel: bölgede: olağanüstü zarif Flemenk tarzı büyük malikaneler ve köşkler kurdurur ve bir yandan da Güney Afrika şarap sanayini kurar.
Yine aynı dönemde: bölgeye Avrupalı dindar mülteciler de gelmeye devam ederler. Bunlar arasında Fransa’dan gelen ve Huguenotlar olarak isimlendirilenler: Franschoek olarak bilinen yerde, üzüm bağları dikerler. 1750 yılına gelindiğinde: ilk olarak Riebeceeck tarafından oluşturulan ve sonra geliştirilen bu ufacık yerleşim yeri: 3000 kişilik bir nüfusa sahip olur ve bu yerleşkenin ismi “Kaapstad-Cape Town” olarak anılmaya başlanır.
1795 yılına gelindiğinde: Muizenberg Savaşı sonunda kazanan İngilizler: Cape Town ve Baharat Yolunun kontrolünü ele geçirirler. Böylece: bölgede Hollanda-Doğu Hindistan Kumpanyası tarafından uygulanan tekeller kaldırılır ve ticaret serbest hale getirilir.
Bunun sonucunda: Cape Town şehri: uluslar arası öneme sahip bir deniz limanı haline gelir. 1814 yılında, burası kazanılan bir savaşın ardından resmen İngiliz sömürgesi olmuştur. Başlıca şirketler burada bürolar açarlar ve kısa zamanda şehrin alt yapısı oluşturulur.
Aynı dönemde, şehrin çevresindeki küçük yerleşim yerleri de gelişmeye başlamıştır. Simon körfezi: donanmaya ev sahipliği yapar. Burada bulunan kasaba “Simon kasabası” ismini alır ve sürekli gelişen balıkçılık ve balina avcılığının merkezi olur.
Güney Afrika’nın doğusunda altın ve elmas bulunmasıyla: 19.yüzyılın sonuna gelindiğinde: Cape Town şehrinin iyice geliştiği görülür. Caddeler, ticaret binaları, bankalar, güzel konaklar ve büyük mağazalar sıralanır.
1910 yılına gelindiğinde: 8 yıl süren, Britanyalılar ve Flemenkçe konuşan Boerler arasındaki kanlı “Boer savaşları” sonunda: karşıt taraflar “Güney Afrika Birliği”ni oluşturmak için bir araya gelirler ve “Cape Town”: yeni birleşen ülkenin resmi başkenti olur.
Afrikalılar: işbirliği yaparak İngilizlerin zaferinde pay sahibi olmuşsalar da; birleşmeden yarar sağlayamamışlardır. Yeni oluşturulan hükümet: “Cape Town Houses Parliament” de: beyaz olmayanların haklarını gitgide kısıtlayan yasalar çıkarmaya başlarlar. 1913 yılında “Mülk edinme” hakkı kısıtlanır ve 1936 yılında ise “oy vermeleri” yasaklanır.
1960 yılında: düzenlenen barışçıl bir gösteride: üç göstericinin polis tarafından öldürülmesinin ardından; baskıya karşı silahlı mücadele tetiklenir. Nelson Mandela ve Walter Sisulu gibi önde gelen ırk ayırımcılığı karşıtları: Cape Town açıklarında bir ada olan “Robben Island” denilen yerde uzun süreli hapis cezalarına çarptırılırlar.
1966 yılında yayınlanan “Nüfus Kayıt Yasası” ile: Afrikalı ve Melez topluluklar: zorla evlerinden çıkartılıp, şehir dışındaki yerlere gönderilirler. 1972 yılına gelindiğinde ise, şehir konseyi: Melez ırkın konseyde temsilini iptal eder.
1980’lerde ise: Cape Town: Güney Afrika’nın birçok yerinde olduğu gibi: ırk ayrımcılığına karşı mücadelenin yoğunlaşmaya başladığına tanık olur. Bir çok ülke: beyaz olmayanların karşılaştığı şiddeti protesto etmek için Güney Afrika’ya sert ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlarlar.
Bu baskılar sonucu, kargo ve ticaret gemilerinden mahrum kalan Cape Town sıkıntı içine girer. Hatta: Güney Afrikalılar, birçok spor organizasyonlarına alınmazlar. 1986 yılında gelindiğinde ise: bu baskılar sonuç verir ve Güney Afrika’nın ilk başpiskoposu olarak bir siyah olan “Desmond Tutu” seçilir.
1990 yılında ise: Başkan F. W. Kierk’in sürpriz girişimi ile, 27 yıl hapis yattıktan sonra, Nelson Mandela serbest bırakılır ve dünyanın gözleri, bu şehir üzerine çevrilir. Mandela: serbest bırakılmasının ardından: Cape Town City Hall balkonundan: Grand Prade meydanında toplanan 100 binden fazla insana hitap eder. Bu tarihi olay televizyonlar aracılığı ile bütün dünyadan izlenir.
1994 yılında, Mandela, Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanıdır ve yüzyıllarca süren ırkçılık çatışmalarının ardından, Cape Town şehrinde barışçıl uzlaşı için hassas bir dönem başlar.
Evet, günümüzde: Cape Town House of Parliament denilen parlamendodan çıkan yasalar: ülkenin refahında önemli rol oynamaya devam etmektedir. 2004 yılında Olimpiyat düzenlemek için yapılan girişim başarısız olmuşsa da 2006 Futbol Dünya Kupası ülkede düzenlenmiştir. 1652 yılında: Riebeeck tarafından kurulan küçük yerleşim yeri, günümüzde Güney Afrika kıtasının önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir.