Tarihi eserleri ve yaz turizmine elverişli doğa güzellikleri olan bir yöre, özellikle “Şar” antik kenti, inanın buralara yolunuz düşerse veya yakınlardan geçerseniz, mutlaka “Şar” antik kentine gidin görün, tarih meraklılarına kesinlikle gidip görmelerini öneriyorum.
ULAŞIM
Tufanbeyli, Adana il merkezine: 190 km. uzaklıktadır. Ayrıca: Kayseri-Tufanbeyli arasındaki uzaklık ise: 178 km. dir. Tufanbeyli-Kahramanmaraş arasındaki uzaklık ise: 160 km. dir. Evet, sanırım dikkatinizi çekti. Bağlı olduğu il merkezi dışında, iki İl merkezine daha yakındır.
TARİHİ
İlçe yerleşimi çok eski tarihlere kadar gitmektedir. Bunun örnekleri olarak: ilçenin kuzeyinde Sur Hacıbekri, Hanyeri köyü yakınındaki höyükler, aynı zamanda ilçenin güneyinde kale kalıntısı, ören yerleri bulunur.
Bir dönem “Höketçe” ismini taşımıştır. İlçe Saimbeyli ilçesine bağlı bir bucak merkeziyken 1958 yılında Saimbeyli’den ayrılarak “Mağara” adıyla ilçe olmuştur.
Mağara ismine ait 3 rivayet vardır. Birinci söylenti: Şar kraliçesi Mariye’den geldiğidir. İkinci söylenti: bu yerleşim yerinin çevresi dağlarla çevrili olduğu için mağaraya benzetilmesinden dolayı bu ismin verildiğidir. Üçüncü söylenti ise, ilçe halkı birkaç kabile halinde günümüzden 300 yıl kadar önce, bir cinayet yüzünden Elbistan’ın Büyük Yapalak Köyünden bu bölgeye gelmiştir.
Bunlardan bir kabile şimdiki Çukurkışla köyü yakınlarındaki mağaraya, diğer bir kabile Şar köyü yakınlarındaki bir mağaraya yerleşirler. Bu iki akraba kabile, zaman içinde birbirlerine gidip gelirken, nereye gidiyorsun denildiğinde “Mağaraya” şeklinde hitap ederken, ilçenin ismi “Mağara” olmuştur.
Daha sonra ise, 1965 yılında “Mağara” olan ismi, Kurtuluş Savaşında büyük kahramanlıklar gösteren Çukurova Bölgesi Kuvayi Milliye Kumandanlarından Aydınoğlu Osman Tufanbey’in adından dolayı “Tufanbeyli” olmuştur.
Bir dönem Amerikalıların misyonerlik çalışmaları için kurduğu “Amerikan Koleji” uzun süre bölgede faaliyette bulunmuştur. 1920 yılında Saimbeyli’de 7 adet değirmen bulunuyormuş.
GENEL
Rakım 1474 metredir. Seyhan nehrinin bir kolu olan Göksu ırmağı, ilçenin yakınından geçer ve ilçe topraklarını ikiye böler. Karasal iklim hakimdir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer.
Adana İlinin, bu en uzak, en şirin ve en serin ilçesi, sosyal ve kültürel yapısıyla, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmaktadır. Tarihi eserleri, yaz turizmine elverişli doğal güzellikleriyle, mütevazi bir ilçe görünümündedir.
GEZİLECEK YERLER
ŞAR KÖYÜ
Şar köyünde: Şar-Komana antik kenti kalıntıları var, bu antik kalıntılara ulaşmak için Şar köyünü hedeflemelisiniz.
Buraya nasıl gidilir: Adana-Kozan-Saimbeyli-Tufanbeyli yol güzergahını takiben, Tufanbeyli ilçesinin içindeki kahverengi tabelalar takip edilerek buraya ulaşılır, Adana il merkezine 205 km, Tufanbeyli ilçe merkezine 15 km uzaklıktadır. Bir başka ulaşım, Kayseri il sınırı üzerinden Tufanbeyli ilçesine ulaşıp, buradan 20 km uzaktaki Şar köyüne gidebilirsiniz.
1929 yılından sonra Artvin ve Erzurum’dan gelen halk buraya yerleşmiştir. Büyük tepeler arasında kurulmuş, engebeli bir araziye sahiptir. Köyün ortasından “Sarız kuyu deresi” geçer. Köyün geçimi büyük oranda hayvancılıktır. Şar ören yeri, Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmış ta olsa, tarihi eserler tamamen yağma edilmiştir. Köyde bulunan 150 hane, tarihi yapılarla iç içe yaşıyorlar.
Köylüler: köyün tamamının Sit alanı olması nedeniyle köyde bir çivi bile çakamadıklarından yakınmışlar, çok garip, buranın bu köyün derhal kamulaştırılıp, antik alandan uzaklaştırılmaları gerektiğini unutuyorlar. Köy, derhal buradan başka bir yere taşınmalıdır. Evet, antik kentin büyük kısmı, bugün köy yerleşimi altında kalmıştır.
Şar Antik Kenti-Komana
Önce: Kizzuwatna krallığı hakkında kısa bilgi:
Çukurova bölgesinde kurulan ve başkenti Kummanni olan ve MÖ 1400 yılında, Hitit İmparatorluğuna bağlanan krallıktır. (Başkenti Kummani, henüz nerede olduğu bilinmemektedir.) Yani iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde ise Hitit krallığına bağlıdır.
Ancak bazı Hititologlar, buranın kutsal kent ve aynı zamanda başkent olduğunu öner sürerler. Antik Komana kenti, Antitoros dağları içinde bulunan kuzeybatı Kılkoyak ve güneydoğuda Karakoyun dağları arasında bulunan, oldukça dar bir vadide ve Seyhan Nehrinin yukarı kaynaklarından Göksu ırmağının suyu bol kollarından biri olan Sarız (Sarus) ırmağı üzerinde yer alır.
Kizzuwatna krallığı rahip ve doktorlar tarafından yönetilirdi, hiç asker yoktu. Ancak mistik güçlerinin olduğuna inanılırdı ve korkulurdu, bu yüzden Hitit kralları, bu dini krallığın desteğini alabilmek ve insanlar üzerindeki etkilerini yükseltmek için Kizzuwatna krallığının kızlarını eş olarak alırlardı.
Zaten Hitit tarihini bilenler biler, Hititler, fetih ettikleri yerlerdeki tanrıları, korkar ve çekinirler, kendi tanrıları olarak kabul etmişler ve Hattuşaş şehri, yani başkentleri “Bin tanrılı şehir” olarak bilinir.
Hititler bölgeyi ele geçirdikten sonra Komana şehrini, imparatorluğun ikinci dini merkezi olarak belirlediler. (İlk dini merkez, Pontus Komanası’dır.)
Dini merkezlerinde: halkın “Ma” dediği Enyo Tapınak bulunuyordu. Halkın çoğunluğu dindar kişilerden ve tapınakta yaşayan hizmetkarlardan oluşuyordu.
Başrahibin ve emrinde 6 bin kadın ve erkek hizmet ediyordu. Tapınağa vakfedilen zengin toprakların gelirini de başrahip alıyordu. Büyük rahip, Hitit kralının soyundan gelenler arasından seçiliyor ve başrahibin Kilikya ve Kapadokya komanalarındaki mevkii kraldan hemen sonra gelirdi.
Hitit kralları, buraya gelerek bizzat dini ayinlere katılıyorlardı.
Strabon
Amasyalı ünlü coğrafyacı gezgin Strabon burası hakkında şunları söyler: “Antitoroslar’da derin ve dar vadilerde Komana ve buradaki halkın “MA” dedikleri Enyo tapınağı bulunuyordu. Burada “MA” adı verilen tanrıçaya tapılıyordu.
Bu tanrıça, belirgin dış görünüşüyle savaş motifini şahsında temsil etmiş ve bu yönüyle ünlenmiş olmakla birlikte aynı zamanda doğanın yaratıcısı “Büyük Ana Tanrıça” idi. Saçının bir tarafı gümüş, bir tarafı siyah imiş. Kadınlığın sembolü imiş ve emrinde binlerce kadın ve hadım edilmiş erkek çalışırmış.
Strabon aynı adı taşıyan iki kenti tanrıça “MA” nın ana kült merkezi olarak gösterir. Bunlardan birincisi Şar Köy’e lokalize edilen Kapadokya Komanası, diğeri ise Tokat yöresinde “Pontus Komanası” dır. Her iki Komananın yazıt ve sikkelerinde, doğrudan bir “MA” yoktur ancak yazılı kaynaklarda Kapadokya Komanası’nda tapınılan tanrıça halkın “MA” olarak bildiği Enyo ya da Bellona adlarıyla gösterilmiştir.
Roma diktatörü Sulla’nın MÖ 88 yılında, Anadolu’da Pontus kralı Mithradates Eupator’a karşı savaşmak üzere Anadolu’ya gelmiş ve bu olayın ardından “MA” kültünü Roma’ya götürmüştür. “
Strabon: Kapadokya Komanası’nın önemli bir kent olduğunu, halkını çoğunlukla dindar kişiler ve tapınakta yaşayan hizmetkarların oluşturduğunu belirtir. Halkı Kataonialılar olup, genellikle krala tabi olarak sınıflandırılırlarsa da aslında çoğunlukla rahibe tabidirler.
Rahip, tapınağın ve hizmetkarların ruhani başkanıdır. Strabon, orada konuk olduğu sırada, kadın-erkek karışık, tapınaktaki rahip ve hizmetkarların sayısının altı binden fazla olduğunu söyler. Ayrıca, tapınağın geliri rahipler tarafından kullanılan önemli arazilerin bulunduğunu belirtir. Strabon, ayrıca Saroz nehrinin Komana’nın içinden geçtiğini Toroslar’ı geçerek Kilikya ovalarına indiğini ve denize döküldüğünü de belirtir.
Tarihte ilk yazılı anlaşma, Kadeş Barış Anlaşması, Hititliler ve Mısırlılar arasında yapılan bu yazılı anlaşma, söylenenlere göre Hitit Kralı 3’ncü Hattuşil’in karısı Puduhepa’nın gayretleriyle yapılmıştır. Puduhepa; Komana’lıdır.
O dönemde şehir, Hitit İmparatorluğuna bağlı Kizzawatna imparatorluğunun merkeziydi ve biraz önce yukarıda belirttiğim gibi, Hitit kralları, Komanalı kızlarla evleniyorlardı.
Puduhepa
Bir başka söylenti daha var: Hitit kralı III. Hattuşili, Kadeş savaşında kardeşi Kral Muvatatli’ye yardım edip ülkesine dönerken, koruyucu tanrısına gerekli kurbanları sunmak için Komana (Şar) şehrine uğrar.
Orada kalırken, rüyasında gördüğü Tanrı İştar’ın isteği üzerine, yüksek bir rahip ailesine mensup, soylu İştar rahibesi Kizzuwatna kralının kızı Puduhepa ile evlenir.
O dönemde kutsal kent Komana, Kapadokya krallarından sonra gelen ikinci önemli kişiler olan rahipler tarafından yönetilmekteydi. Hattuşili ile evlenerek Hattuşa’ya giden Puduhepa, Muvattali’nin ölümü üzerine yerine geçen kocası kral ile birlikte Hitit Kraliçesi olur ve böylece barışsever ve insancıl olarak kendini yetiştirmiş ve etkili bir kadın olan Puduhepa, ülke yönetiminde söz sahibi olur.
Çünkü Puduhepa kurnaz bir kadındır ve bir süre sonra kralın tüm işleriyle ilgilenen ihtiraslı bir kadın olacaktır. Puduhepa’nın diğer dikkat çekici özelliklerinden birisi de, Hattuşa’da kralın üzerinde kurduğu siyasi otoritedir. Birçok konuda, özellikle devlet işlerinde kocasını Hypokondiac yapmış ve onu bir kenara iterek, tüm işlerle kendisi ilgilenmiştir.
Her konuda söz sahibidir. Yolsuzluk davalarına bakmak, doktor atamak, fal baktırmak, tanrılara adaklar sunmak, diğer ülkelerle yazışmak gibi bütün konular, onun tekeline girmiştir.
En önemli icraatı ise, onlarca yıl süren Kadeş Savaşına son vermek için kocasını barışa ikna etmesidir. Hitit Kralı III. Hattuşili ve Mısır Firavunu II. Ramses arasında, MÖ 1285 yılında dünya tarihinde ilk yazılı barış anlaşmalarından olan Kadeş Barış Anlaşması imzalanır. Puduhepa ise, anlaşmaya eşiyle birlikte aynı yetkide mühür basar.
Bu olay Puduhepa’ya hem bir devlet anlaşmasına mühür basan ilk kadın olma özelliğini verir, hem de kadın-erkek eşitliği konusunda önemli bir adım olur.
Bu nedenle, Tufanbeyli, Puduhepa’nın doğduğu Şar şehrini bünyesinde barındırması nedeniyle “Barışın doğduğu şehir” olarak önem kazanır.
Evet, Komana şehrinin Hitit öncesinde başlayan ve Hitit döneminde zirveye çıkan önemi, bin yıl boyunca sürdü ve dünyanın en önemli şehirlerinden birisi oldu.
Şehir ve Kizzuwatna krallığı, Hititler dağıldıktan sonra, bir süre bağımsız kaldı ve ardından bu kez Mitannilerin egemenliğine girdi.
Daha sonra ise şehir Roma hakimiyetine girdi. Bu dönemde, şehir hala dini özellikler önde geliyordu ve halkın çoğunluğu Luviler ve Mitannilerden oluşuyordu.
Romalılar şehri ele geçirdikten sonra, şehre konsüller gönderdiler, bu konsüller şehirde imar faaliyetlerine giriştiler, kendi adlarına tapınak ve anıt mezarlar yaptırdılar. Roma döneminde ise “Hieropolis” ve “Çomana” isimleriyle de tanınmıştır.
Roma sonrasında ise Bizans geldi ve böylece bölgede yeni bir uygarlık gelişti. Amfi tiyatrolar, kiliseler, su kemerleri yapıldı.
Daha sonra Selçuklular ve ardından Osmanlılar geldi, İslami motiflerle süslenen şehir Komana daha da büyüdü. Komana şehrinin ismi, daha büyük şehir anlamında “Şar” oldu.
Ancak bir süre sonra, Şar şehri unutuldu, terk edildi, burada sadece birkaç köylü ve Hitit döneminden kalan kaya mezarları, Roma tapınakları ve görkemli Alakapı kaldı. Romalı konsüle ait anıt mezar kırık kilise olarak anıldı.
Kazılar
Şar’daki geç dönem kalıntılarını ilk olarak Chante, 1893-1895 yılları arasında incelemiştir.
Daha sonra Grothe ve Strzygowski; 1906-1907 yıllarındaki çalışmalarında Strobon’un verdiği bilgilerin ışığında Komana Kapadokya’yı Şar’a yerleştirmişler ve antik şehrin kültür tarihini, tarihi coğrafya ve topoğrafyasını incelemişlerdir. Jacopi, 1936 yılında buradaki yapılardan söz etmiştir.
1800’lü yılların sonlarında ise, Ramsay, Roma yollarıyla ilgili araştırmasında Şar’dan bahseder. Ramsay, Komana’ya Sirica’dan tek bir Roma yolunun olması gerektiğini de yazar.
Komana şehrini ziyaret eden bir diğer araştırmacı ise, Anabolu’dur. Kendisi, ziyaret ettiğinde buradaki tapınak, tiyatro, kilise, mezar anıtı ve hamam binalarının çok iyi korunmuş olduğunu söyler. Özellikle Kırık Kilise olarak adlandırılan anıt mezar üzerinde durmuş ve bu yapının rölevesini çıkarmıştır.
Ancak zemin kattaki mezar odasının, yapı ile ilgisi tespit edilememiştir. İlk olarak, 20’nci yüzyılda rahip Jerphanion, mezar odasını bulmuş ve yapı ile olan ilişkisini tespit etmiştir. 1883 yılında Waddington isimli araştırmacı ise, yayınlamış olduğu yazıtların bazılarında burada oturanların burayı “Hierapolis” olarak adlandırdıkları görülür.
Dolayısıyla, Komana adının daha özel olarak kutsal mahalli, Hieropolis adının ise, kutsal mahallin çevresinde gelişmiş, ancak baş rahiplerin nüfusunun sona ermesinden sonra hakiki bir şehir karakterini kazanmış olan yerleşmeyi adlandırmak için kullanılmıştır.
Tüm bu araştırmaların ardından, Şar-Komana antik şehrindeki ilk kazı çalışmaları 1967 yılında, Richard Harper başkanlığında yapılmıştır.
Daha sonra, 1960-1970 yılları arasında sondaj niteliğinde araştırmalar yapıldı. Kaya mezarlarının bulunduğu bölümde, çok miktarda küçük eserler bulundu, ama bunların büyük çoğunluğu bu arada, defineci kaçakçılar tarafından bulundu, çalındı ve ortadan kayboldu yani bir anlamda antik şehir talan edildi.
Öte yandan, köyde yaşayanların söylediklerine göre, yağmur yağdığında, köyün içinden akan nehrin kenarına toplanan köylüler, yağmur sularının aşındırmasıyla ortaya çıkan altınları toplarlarmış.
Bugün Adana Arkeoloji Müzesinde bulunan bronz eserlerin, dörtte üçü buradan götürülmüştür.
Gelelim günümüze, yakın geçmişte, yukarıda sözünü ettiğim gibi, antik kentin üstüne ve yakın çevresine “Şar köyü” kuruldu. Köyde bulunan her evin duvarında veya bahçe duvarında, yapı malzemesi olarak kullanılan heykeller, sütun başları görülmektedir, hatta bu evlerin birçoğu antik şehrin kalıntıları, sarayları üzerinde yapılmıştır, bölgede günümüze kalan eserler Roma dönemine aittir, su kanalları ve havuzlar görülmektedir.
Yakın zaman önce, burada Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyon çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalar sonucunda, Kırık kilise onarıldı, ayrıca Şar antik kenti, kendi elektriğini üreten güneş panelleriyle ışıklandırıldı.
Şar antik kenti
Uzun yıllar: Hitit, Mitanni, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, bir yerleşim yeri olarak kullanılan antik kentte, günümüze ulaşan kalıntıların geneli Roma döneminden ve küçük bir kısmı Hitit döneminden kalmadır.
Amfi Tiyatro
Şehirden günümüze kalan kalıntılar arasında en önemlisi, yarı kademeli açık hava tiyatrosudur. Yukarı mahallenin güneyinde, çayın sol kıyısındaki yamaçta bulunan Roma döneminden kalma tiyatronun bir bölümü hala toprak altındadır.
Ayakta kalan bölüm, sadece yüksek bir duvar ve merdiven şeklinde yükselen oturma sıralarıdır. Bu merdivenlerin altında, hem destek ve hem de vahşi hayvanların barınak yeri olarak kullanılan mahzenler vardır. Yine, bu mahzenlerin de bir kısmı toprak altındadır.
Bizans Kilisesi-Kırık kilise
Turizm Bakanlığı tarafından restore edilen kilise, antik şehirdeki en belirgin kalıntıdır.
Ortaçağ Roma döneminde MS 4’ncü yüzyıl başlarında yapılmış bir anıtmezar, Bizanslılar döneminde yeni eklemeler yapılarak kiliseye dönüştürülmüştür.
Kilise yontulmuş taşlardan yapılmıştır. Kubbesi, yıldırım düşmesi sonucu yıkılmıştır.
Kilisenin altında; Romalı Senatör Auvelius Cladius Hermodorus’un mezarı vardır. Zaten burası bir kilise değil anıt mezar olarak yaptırılmıştır.
Bölgedeki ilk kazılar, Şar köyünün kuzeyinde yolun kıyısında bulunan anıtsal Roma mezarında yani Kırık Kilisede başlamıştır. Senatör Aurelius Claudius Hermodoros’un adını taşıyan bu yapıda, kazıya başladıktan kısa süre sonra, yapının doğu ucunda bulunan apsis kısmı açığa çıkarılmıştır.
Böylece yapının Roma mezarından, Bizans dönemine tarihlenen bir kiliseye dönüştürüldüğü anlaşılmıştır. Yapı tamamen iyi işlenmiş taş işçiliğine sahiptir. Ancak alt kısımdaki mezar odaları ve odanın zemini, kaçak kazılar sırasında oldukça fazla tahrip edilmiştir.
Yapının ön kısmında bulunan alınlığa ait parçaların bir kısmı, binanın önünde yerde toprağa gömülü olarak bulunmuştur. Yapının üst kısmına, Bizans döneminde eklenen duvar izleri görülür. Bunlara göre, yapıya Bizans döneminde, kuzey ve güney yönde transept eklenmiştir. (transept: kilise alanını haç işareti biçiminde vurgulayan çapraz nef)
Batı duvarının iç kısmı tamamen harap haldedir. Burası Bizans döneminde yeniden düzenlemeler sırasında, ana mekana daha fazla yer açmak için, orta kemerden uzanan çatı ve duvarlar yıkılmıştır. Zemindeki kireçli sıva izleri, bu duvarın aşağıdaki iç odanın yıkılan batı duvarı ile nasıl bağlandığını gösterir.
Yapının kuzey ve güney duvarları: pencere ve kuzey duvara da kapı eklemek için yeniden inşa edilmiştir.
Günümüzde bu kiliseden sadece 5 metre yükseklikte apsis kısmına ait bir duvar kalmıştır. Bu yapıya ait yerdeki taş bloklar üzerinde çeşitli geometrik motifler ve bir haç şekli görülür.
Anıtsal kapı (Alakapı)
Şehrin en değerli kalıntısıdır. Ancak kapı bir kişinin bahçesinin içindedir, kapıyı görmek yanına gitmek isterseniz, bu kişiden izin almanız gerekiyor.
Halk arasında “Ala kapı” olarak adlandırılan bu yapı, küçük bir Roma tapınağının ayakta kalan cella giriş kapısıdır. Uzunluk 6 metre, genişlik 3 metredir. Bunun çevresinde, tapınağa ait birçok mimari parça bulunmaktadır. Ancak bu alan, biraz önce söz ettiğim gibi bahçe olarak kullanıldığından, taban döşemesi tamamen yok olmuştur.
Yapılan araştırmalara göre, bu yapıda da kaba Bizans işçiliği görülmüştür. Cella girişinde, üzerinde ters omega ve alfa harfleri bulunan ve kuşlarla süslü bir taş levha bulunmuştur. Bu taş levha MS 6’ncı yüzyıla tarihlenmiştir. Bunlar değerlendirildiğinde, bu tapınak alanının daha sonra Bizans döneminde de dini amaçlarla kullanıldığı tahmin edilmektedir.
Yine bu alanda yapılan çalışmalarda bulunanlar: MS 2 ile 3’ncü yüzyıla tarihlenen: bir korint sütun başlığı, muhtemelen cella girişi üzerindeki frize ait vahşi domuz kabartması, üzerlerinde erkek ve dişi aslan kabartmalarıyla avlanırken betimlenen aslan kabartmalarının bulunduğu arşitray parçaları bulunmuştur.
Evet, yukarıda ayrıntılı anlattığım tanrıça MA-Enyo’nun tapınağı burada imiş. Bugün görülen ve Alakapı denen devasa mermer kapı ise, o tapınağın giriş kapısı imiş. Tapınak ve tanrıça o kadar büyük itibar görürmüş ki, zamanın bölgede yer alan tüm kralları, taç giymeden önce bu tapınağı ziyaret ederlermiş ve tanrıçaya çok zengin hediyeler sunulurmuş.
Tapınak tamamen yıkılmıştır. Çünkü çıkan savaşlardan sonra yıkılan tapınak, bölgede meydana gelen güçlü heyelanlar neticesinde bugün yerin birkaç metre altında gömülü duruyor.
Hitit Kaya Mezarları
Şar köyüne girerken bulunan mezarlığın hemen arkasındadır. Ancak bu kaya mezarların görüntüsü ilginçtir. Dikkatli baktığınızda, bağıran bir erkek ve ağlayan bir kadın gibi görünürler.
HANYERİ KÖYÜ-HİTİT ANITI
Köy il merkezine 205 km ve ilçe merkezine 30 km uzaklıktadır. Hattuşa şehrinden başlayan Hitit Dağ Yolu, Kültepe-Kayseri-Develi-Bakırdağ-Tufanbeyli-Saimbeyli-Feke-Kozan istikametini takip ederek Kizzuwatna yani Çukurova’ya ulaşır. Bu yol üzerinde bulunan özgün anıtlardan birisi de Hanyeri köyündedir.
Karayolunun kuzey tarafındaki yamaçta bulunan kireç taşına yontulan anıt, 1938 yılında bulunmuştur. Alçak kabartma tekniğiyle yapılmıştır. Kabartmanın bulunduğu alan: 2.30 metre yükseklikte, 1.50 metre genişliktedir. Kaya bloğu, bulunduğu yerdeki zeminden 4 metre yüksektedir.
Kabartma
Sol tarafta, iri yarı görünümlü bir erkek kabartması vardır. Kısa eteklidir. Burnu yukarı kalkık dağ ayakkabısı giymiştir. Kulağında küpesi vardır. Düz beresinin önünde, boynuzu andıran bir süs görülür. Bu erkek, öne doğru uzattığı sağ elinde: sivri ucu yukarı kalkık mızrak ve sol omuzunda yay taşır.
Belinde ise Hitit erkeklerinin vazgeçilmez, prestij silahı yarım ay kabzalı hançer var. Kılıcı kemerden sarkmaz, bir ilmikle doğrudan elbiseye asılıdır. Hemen arkasında, omuz tarafında bulunan hiyeroglifte: onun “Exercitus” veya “Rex Fılıus” yani Prens Kuwalanamuwa olduğu yazılıdır. Böyle bir prens çivi yazılı tabletlerden ve Boğazköy mühürlerinden bilinmektedir.
Bu erkek kişi, anıtın yapıldığı III. Hattuşili-Puduhepa döneminde prens veya önemli bir kişi olmalıdır. Mızrak tutan kolunun hemen üstünde, 4 tane hiyeroglif işaret vardır. Burada: “Rex Fılıus Tonıtrus Dare” veya “Rex Fılıus” yani “Prens Tarhundapiyami” yazar ancak biraz önce de belirttiğim gibi bu prensin kim olduğu meçhuldür.
Hemen onun karşısında, sağ tarafta: muhtemelen alt tarafta kalan kaya yüzeyinin çürük olması nedeniyle, neredeyse prens kabartmasının üçte biri kadar boyutta bir “tanrı” sahnesi görülür. Bu yer darlığından dolayı, sürekli ve istisnasız ölümcüllerden daha iri betimlenen tanrı, burada cüce kalmak zorunda kalmıştır. Ancak belki de Hitit Dağ Tanrısını, fazla önemsemiyorlardı.
Sahnede arka ayakları, bir kaideyi veya sunağı andıran dağ zirvesi, ön ayakları ise bir dağ tanrısının sağ omuzu üzerinde duran bir boğa yer alır. Bu “Fırtına Tanrısı” betimlemesidir.
Buna göre “Boğa Tanrısı”, Toroslar’ı aşarak uygar Mezopotamya’ya ulaşmakta olan Hitit kralının önünden yürümekte ve ona “buldozerlik” görevi yapmaktadır. Dağ tanrısının selam vermek üzere öne uzattığı sol eli üzerindeki hiyerogliflerde “kral, dağ, Sarruma, …., dağ tanrısı” isimleri yazılıdır.
Evet, uzaktan görebilirsiniz. Yanına yaklaşmak mümkün değil.
KÜREBELİ YAYLASI
İlçe merkezinin kuzeyine düşen yaylaya, yaklaşık 10 km lik bir stabilize yol ile ulaşılır. Tamamen bakir durumda olan yaylada, sulama amaçlı gölet vardır. Burada kamp kurup, piknik yapabilirsiniz. Ancak kamp kurmak isteyenler, her türlü ihtiyaçlarını yanlarında götürmelidirler.
Adana şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.