ULAŞIM
Fas turlarında, burası ekstra olarak veriliyor, bence düşünmeyin, burayı mutlaka ziyaret edin, çok ilginç bir yer.
Bu şehre; Merrakech şehrinden ulaşım mümkün. Yol: 180 km. ve yaklaşık 3 saat sürüyor. Zor bir yol, yer yer yol yapım çalışmaları vardı. Dar, virajlı ve her şeyden önemlisi: trafik kurallarına pek uyulmayan bir yol.
Birçok bisiklet, motosiklet, eşek ve at arabası ve binicisi ve trafik kurallarına uymayan diğer motorlu taşıtlar. Özellikle; yol üzerindeki yerleşim yerlerinden geçerken, aşırı dikkatli ve yavaş olmak şart.
Zaten; bu yolda sakın ola, akşam yani karanlık saatlere kalmamalı, mutlaka gündüz saatlerinde yoldan geçilmeli.
YOL ÜZERİNDEKİ KEÇİ ŞOVU
Evet, yol üzerinde bir noktada duraklama yapmak zorunda kalacaksınız. Rehber eşliğinde bu yolu geçecekseniz, bu zorunluluk yoksa kesinlikle durmayın.
Çünkü; yeni Fas klasikleriyle karşılaşmaya ve yaratılmak istenen o güzel masumiyetin sonucunu yaşamaya, kesinlikle sinirleriniz dayanmayacak.
Evet, yol üzerinde bir noktada; minyatür boyutlu, yani pek büyük olmayan bir ağaç üzerinde, pek büyük olmayan bir kaç keçi. Ağacın dalları üzerinde geziniyor, bir taraftan da dalların arasında beklenen birkaç keçi.
Bu tabloyu görünce, Amerika’da, milli park içindeki bir yerleşim yerinde, bir restoranın çatısında, bu şekilde yaşayan ve beslenen keçileri hatırladım.
Ama, elbette, bu keçiler Amerikalı değil, Faslı. Neyse buraya dönelim. Evet, bunları görünce şaşırıyorsunuz, ağaca nasıl çıkmışlar diye.
Doğaları gereği, bu ağaçtan besleniyorlar, tabii sahipleri olan Faslıların şov amacı ile ağaca çıkmalarında onlara yardımcı oldukları kesin.
Bu minik hayvanları, ağaç üzerinde görünce elbette, çoluk-çocuk etkileniyor, çünkü bembeyaz ve minik görüntüleri gerçekten etkileyici.
Araçtan iniyorsunuz ve ağacın yanına gidiyorsunuz, birden Faslının biri, kucağınıza bir keçi yavrusu atıyor, hani bırakıyor da, atar gibi bırakıyor, yani sizin bir tercih hakkınız yok.
Elbette etkileniyorsunuz ve yavruyu seviyorsunuz.
Diğer insanlar doğal olarak fotoğraf çekiyor ve şovun can alıcı noktası devreye giriyor, para para para. E tabii eliniz cebenizde, 5-10 dirhem veriyorsunuz, ama birde bakıyorsunuz ki, adamın suratı asık, olur mu diyor, bu kadar kalabalık, bu kadar para yetmez.
E napıcaz, daha daha daha. Buyurun rezilliğe. Verdiğiniz parayı beğenmeyen bu topluluktan kaçar gibi, kendinizi araca atıyorsunuz ve aracın hareketini beklerken de, bu masumiyeti, bu şekilde bir şova döken, ülkesi önemli değil, insanlara kızmadan edemiyorsunuz.
Tabii bir de, Anadolu’muzu, bizim köylümüzü hatırlamak elde değil, elbette hatıralarımızda çeşitli kereler, çeşitli yerlerde, bu tür hayvan sevgisini tatmin ettiğimiz zamanlar mutlaka olmuştur, ama asla para vermedik değil mi, veya istemediler belki de istemek bile akıllarına gelmemiştir, sen benim keçimi sevdin, ver para?
Neyse; yola devam.
ŞEHİR HAKKINDA GENEL BİLGİ
Fas Essaouıra; Şehir; Atlas Okyanusu kıyısında. Ülkemizdeki, Bodrumu andıran bir yapısı var deniliyor, ama ben buna katılmıyorum. Daha sakin bir yapısı var.
Yerleşim, daha düzenli gibi. Orson Welles gisi sanatçılara ilham kaynağı olmuş olan bir şehir.
Ülkenin diğer tüm şehirleri gibi; iki bölümden oluşuyor. Eski ve yeni şehir.
Eski şehirde: birbirini dik kesen sokaklar ve caddeler, günümüz şehirciliği için güzel bir örnek. İç şehirde, dış cepheleri beyaz ve mavi boyalı yapılar çoğunlukta. Burada, özel tasarımlı cafeler, mutlaka nane çayını deneyin.
Kilometrelerce uzunluğunda plaj var.
Fas Essaouıra; buranın denizi: dünyada, dalga sörfünün yapılabildiği en iyi 10 yerden biri. Her yıl, burada, dalga sörfü yarışları yapılıyormuş. Dalgalar, bir hat halinde, beyaz köpükler çıkararak kıyıya ulaşıyorlar. Muhteşem bir görüntü.
Bu şehirde, ilginç olan diğer nokta. Hiçbir trafik ışığı, levhası, uyarısı yok. Yalnızca, girişte, bu şehirdeki hız kısıtlamasının, azami 40 km. olduğunu yazan bir uyarı ve başkaca bir trafik sembolü, ışığı yok.
İlginç, daha önce bu tür bir şehre rastlamamıştım, daha doğrusu elbette küçük yerleşim yerlerinde, trafik ışığı bulunmazdı, ama burası nispeten büyük, ışık bulunmaması ilginç.
TARİHSEL SÜREÇ
Fas Essaouıra; Şehrin, tarihi sürecinin incelenmesine, Finikeliler ile başlamak gerek. Finikeliler; Milattan önce yaşamış bir toplum.
Ticaret, deniz ve balıkçılıkla uğraşmışlar. Bunlar; deniz yolu ile sürekli hareket halindeler, vardıkları her yerde liman kuruyorlar, ticaret yapıyorlar. Ama: bunların asıl gelir kaynağı at-sat değil.
Aslen üretimle uğraşıyorlar. Tarihsel süreçte: aynayı, camı bulmuş olmalarına rağmen, özellikle arguvan rengini bulmuş olmalarının önemi daha öne çıkıyor. Erguvan rengi, midyeden elde ediliyor.
Ancak: arguvan elde etmek için, sürekli yeni midye yatakları bulmak zorundalar. Bütün Akdeniz’de, deniz dibini taraya taraya, buldukları zengin midye yataklarını çıkarıp, ezip, boyaya dönüştürerek, bir sonraki aramaya geçiyorlar.
MÖ.1300 ve hatta 1200’lü yıllarda, Finikeliler ile komşuluk yapan bir toplum var. Onlarla birlikte yaşayan bu toplum, Finikeli denizci erkekler, yeni midye yatakları bulmak için denize açıldıklarında, aylarca onların yakınlarına, çocuklarına bakıyorlar.
Bunlar; göçebe, ama yerleşik duruma geçmiş bir toplum. Finikeliler, ne zaman yola çıksalar, denize açılsalar, çoluk-çocuklarını bunlara emanet ediyorlar.
Ama, aradan geçen uzun zaman sonunda, bunlar diyorlar ki ” biz sıkıldık, bakmayacağız artık bunlara, bizi de ispanalara götürün”. İspana: uzaklar demek.
Önceleri buna itiraz eden Finikeliler, zamanla tehdit boyutunu alınca, bu duruma çare üretmek zorunda kalırlar.
Bakıyorlar, başka çare yok, onlardan bir bölümünü yanlarına alıyorlar, bütün Akdeniz’i dolaştıktan sonra, Atlas Okyanusuna iniyorlar. Bu bölgeye geldiklerinde, kıyıya yakın adalarda, zengin midye yatakları buluyorlar.
Buldukları yeni midye yataklarını temizledikten sonra, bir sonraki midye yataklarını keşfedene kadar, yeniden yola çıkıyorlar. Onlarla beraber gelen topluluk ise, buradan ayrılmıyor, kalıyor. Bunlar; daha sonraki yıllarda, kuzeye doğru çıkıyorlar ve Cebelitarık adını alacak olan boğazdan geçerek İspanya’ya ulaşıyorlar ve İspanya’nın isim babası oluyorlar. İspanalara yani uzaklara giden adamlar, böylece günümüz İspanya’sına adlarını veriyorlar.
Bunlar, köken olarak Yahudi. Yahudi kaynakları, bu olayı MÖ.3500’lü yıllara kadar uzatsalar da, tarafsız tarih, bu olayların MÖ.1200’lü yıllarda yaşandığını yazar.
Evet,
Finikeliler ile gelip te, onlarla birlikte ayrılmayan ve buraya yerleşen toplum, şehir kurar. Şehrin doğal limanı ilgi çeker. Çünkü, Atlas Okyanusunda, doğal liman yapısındaki bu kara parçasından başkaca bulmak mümkün olmaz. Akdeniz’de bile, bu ölçüde doğal liman yalnızca, Tunus’ta, Kartaca’da var.
Evet, bu çevrede, başkaca doğal liman bulunmadığından, şehir ilgi odağı olmaya başlar. Bölgeye, Romalılar gelir, sonra morlar, sonra Araplar. Bu arada, korsanlar uğrar.
Denizci olmadıkları için, sahil kesiminde, yerel nüfus pek barınmaz. Bunun sonucunda, liman ve liman işletmeciliği dışarıdan gelenler tarafından yapılır. Denizcilikten ve liman işletmeciliğinden pek anlamadıkları için, araplar geldiklerinde, liman işletmeciliği pek gelişmez.
Arada, Portekizliler, Norveçliler, korsanlar gelip geçerler. Sonuçta, işgal yıllarında Fransızlar burada kaldıkları sürede, liman ve liman işletmeciliğini biraz düzene sokarlar.
Zaten, Fransızlar gelmeden önceki dönemde, liman ve surlar tam olarak düzenlenemediği için, 1860 lı yıllarda, okyanusun kabaran dalgaları, sürekli şehirde tahribata neden olmaktadır. (Kale kapısı girişinde, bununla ilgili fotoğrafları göreceksiniz)
Evet, Fransızlar limanı düzenler ve şehir halkına ” alın size liman, liman işletmesi, işletin” derler ve işgalin bitimi ile bölgeden ayrılırlar. Bu aradaki dönemde, bölgedeki Yahudi ve Arap nüfus kaynaşır. Şehrin nüfus yapısı, zamanla o kadar kozmopolit hale gelir ki, herkes birbirini çok iyi tanır, birbirinden kız alıp vermez, birbirinden alışveriş yapmaz, ama asla kavga da etmezler. Aynı sur içinde, birlikte yaşarlar.
MÖ.1200’lü yıllarda;
Finikeliler tarafından keşfedilen ve üretilen arguvan rengi; uzun yıllar, roma ve Bizans kiliselerinde, kutsal renk olarak kabul edilmiş. Bugün, Hiristiyanlar için, hala bir asalet rengi olarak kullanılmakta. Özellikle, Vatikan’da, papalık tarafından kutsal giysilerde kullanılan bir renk.
Günümüzde, dünya üzerindeki Fas kimliği ile yaşayan, yaklaşık bir milyon civarında Yahudi olduğu söyleniyor. Bu insanlar, buradan onla yaşlarda gittiler (İsrail devletinin kurulması, 1948), bugün altmışlı yaşlardalar ve hala yaşıyorlar.
Yahudiler; 99 sene, bir yerde kaldıklarında, ora ile ilgili hak iddia ederlermiş, hatta savaş hakkının doğduğunu bile söylerlermiş.
Günümüzden, pek de fazla olmayan bir zaman önce, buradan göçmüş insanlar, buraya sadık kalmaya devam ediyorlar. Çünkü, burada o kadar uzun süre kalmışlar ki, çok sayıda ” yatırları ” bile var.
Günümüzde, burada yaşayan Yahudi sayısı çok az. Ama her yıl EYLÜL ayının ilk haftasına denk gelen dönemde, ” arınma ” adı altında, kutsal bir şenlikleri var. Bu tarihte, onbinlerce Yahudi akın akın, buraya geliyor ve gezip tozuyorlar.
Hatta, şehre o kadar sahip çıkıyorlarmış ki, dünya üzerindeki birçok fondan, şehre para akıyor ve akmaya devam ediyormuş. Bunun sonucunda ise, şehir derlenip toparlanmış.
Günümüzde;
Fas Essaouıra; Şehir ve çevresinde yaşayan azınlığa ” grova ” deniliyor. Bu; Gineliler anlamına gelmekte. Bunlar: mavi renk ağırlıklı giysi giyiyorlar.
Bunların kabullendikleri ve buraya taşıyıp kök saldıkları bir tarikat var. Bu tarikat, çok eskiye gider. Müzik ve şarkı ile tedaviyi de esas alan bu tarikat, müzik ve dansı düşüncelerinde temel alıyor.
Şehrin dünya üzerindeki popülitesinin artması için, her yıl ” grova festivali ” düzenleniyor. Ama ne festival. Başka ülkelerde, sahneye çıkmak için bin bir naz yapan ve muhteşem paralar isteyen dünya starı sanatçılar, hiçbir maddi talepte bulunmadan, bu festivalde sahneye çıkmak için can atıyorlarmış.
Neden? Çünkü, dünya üzerindeki sanat çevrelerinde, Yahudi lobisi o kadar etkin ki, bunların bu olumlu etkisini daha sonra yaşamak için, grova festivalinde sahneye çıkmak, bir imtiyaz, bir onur haline gelmiş. 2009 yılında, grova festivalinin 12’ncisi yapılacak.
ŞEHİRDEKİ GEZİ PLANI
LİMAN
Fas Essaouıra; Şehre ilk girdiğinizde, kale kapısı önünden gezinmeye başlayacaksınız. Evet, kale kapısı önünde, balıkçıları göreceksiniz. İskelede, ya teknelerinde yada ağları başında. Ama, burada, sizi daha muhteşem bir sürpriz bekliyor.
Tüm kıyı boyunca, denize baktığınızda, kıyıdan yaklaşık 200-300 metre kadar gerideki bir deniz.
Kıyı ile deniz arasında kalan, yoğun nemli bölümde, binlerce martı, gerek uçarak ve gerekse zemine konarak ve gerekse çıkardıkları sesler ile, bu muhteşem deniz ve gökyüzü manzarasını tamamlıyor.
Deniz, kıyıdan bir hayli uzakta. İskelede, beton blokların kenarındaki korkuluklara dayanıp, bu güzel görüntüleri izleyin.
Çünkü, ben sizin için sürpriz olması gereken, ama zaten yaşadığınızda tam olarak tadına varacağınız bu muhteşem güzelliği, benim kadar beklemenize gerek kalmadan açıklamak istiyorum.
Evet;
Burada, sabah kıyı çizgisinden yaklaşık 200-300 metre geriye çekilen deniz, akşam üstü saatlerinde, kıyı çizgisine ulaşıyor. Yani, gel-git (met-cezir) diye bilinen muhteşem doğa olayını, burada canlı canlı yaşayacaksınız.
Sabah saatlerinde kıyıda gördüğünüz boşluk, akşam üstü saatlerinde, güneş batmadan önce, yörenin çocuklarının rahatlıkla denize atlayıp yüzebildikleri şekilde deniz suları ile doluyor. Yaklaşık 2 metre derinlik.
KALE
Kale kapısından geçip, şehre baktığınızda, beyaz ve şerit halinde mavi renkleri bir arada göreceksiniz. Bu durum, ilk anda sizde herhangi bir çağrışım yapmayabilir. Hatta, arada kırık bir sarı renk bile fark edebilirsiniz.
Bu size neyi hatırlatıyor? Bayram anlamında, evet İsrail bayrağı. Ve, kale kapısına doğru yaklaştığınızda, kapının üstündeki sembollerin de, İsrail’i anımsatan semboller olduğunu göreceksiniz.
Kale kapısı, öyle pek muhteşem bir kapı değil. Neden? Çünkü: suyun seviyesi ile kale kapısının zemin seviyesi arasındaki yükseklik farkı yalnızca 5 metre. Bunu, 5 metre daha yükseltebilseniz, kapı ve surların daha muhteşem görünmesi kaçınılmaz. Kale, ele geçirilemez bir güç haline gelebilir.
Kale kapısından geçtikten sonra;
Sağda balık satanları göreceksiniz. Yanlarına yaklaşın, muhteşem iri boyutlu balıklar, ıstakozlar, yengeçler var. Boyutları gerçekten aşırı. Örneğin, ülkemizde bolca tüketilen çipura balığının, oradaki boyutu gerçekten muhteşem.
İleride, grova festivalinin yapıldığı, festival meydanı var. Ama, biz önce sol yandan ilerleyip, ara sokaklara giriyoruz.
Dar sokaklar, bir yanı duvar (arkası deniz) diğer yanı ise, zemin katta dükkanlar, diğer üst katları ise yerleşim yerleri, evler. Sokaklarda ilerliyoruz, üstümüzde binlerce martı uçuyor, sesleri ile ortama ayrı bir hava veriyorlar.
Buradaki satıcılar, kolunuzdan çekiştirip, sizi dükkana davet etmiyorlar, bu güzel, rahat ve huzurlu dolaşıyorsunuz.
Belki de tek tehlike, tepenizde uçuşan martıların, üstünüze ……. yapması denilebilir. Ama, malum bu durum, ülkemiz alışkanlıklarında, şans olarak da sayılıyor değil mi?
Bu arada; rehberinin tarafından, size burada birkaç dükkanda satılan bir objenin (üzerinde timsah şekli oyulmuş, ahşaptan yapılmış, iki kanatlı, bir kanadı uzun, diğeri kısa, oturak benzeri) ne olduğu ile ilgili sorular yöneltilirse, bu sorunun yanıtını boşuna aramayın, bulamazsınız.
Çünkü; bu saçma obje, bizim ahlak kültürümüze ve yapımıza pek uygun olmayan bir uygulama ile ilgili, ahlaki olarak sorunun yanıtını dahi vermeden geçmek istiyorum.
Evet;
Ara sokaklarda, yaklaşık 10 dakika ilerledikten sonra; bir kapı ve hafif bir rampayı takiben, geniş bir alana çıkacaksınız. Burada, surlar, surların burçları önünde ise, döküm, büyük boy toplar göreceksiniz.
Burçların, üzerinde ise, muhteşem bir okyanus manzarası. Surların dibinden, yaklaşık 100 metre ileride, kayalık zeminde, 5-6 metre yükseklikteki okyanus dalgaları kayalara çarpıyor ve gökyüzüne doğru, beyaz köpükler çıkararak yükseliyor.
Dalgaların zaman zaman 7-8 metreye kadar çıktığını göreceksiniz.
Toplar ise, 1700’lü yıllarda, İspanyollar tarafından dökümü yapılmış ve buraya yerleştirilmiş. Surların burçlarına veya üzerine oturup, denizi, denizdeki dalgaları, havada uçuşan ve sesler çıkaran martıları izleyin, inanın, saatlerce kalsanız bile belki yeterli gelmeyecek. İzleyin, resimleyin ve fırsatınız olur ise, güneşin batışını da buradan izlemeye çalışın.
Bu surları görünce, evet, yine burada hepimiz tarafından bilinmesi muhtemel olan bir film çekilmiş. Cennetin krallığı. Hani Kudüs’ü ele geçirmek için yapılan mücadelelerin anlatıldığı o muhteşem filim. Evet, cennetin krallığı filminin açık alan çekimlerinin büyük bölümü, burada çekilmiş.
ÇARŞI
Evet, gezimize devam ediyoruz. Surlardan ayrılıp, yine ara sokaklara. Bu sokaklarda, birçok muhteşem kapı göreceksiniz. Bu arada, bu ülkenin en büyük özelliklerinden biri de, Fas’ın bir kapılar ülkesi olduğu.
Evet, bu ülkede, birçok evin kapısı, tamamen bir sanat eseri gibi yapılmış. Kapıların oymaları, boyaları, tokmak ve kapı kolları. Hepsi, kapıya, bir sanat eseri havasını verecek şekilde dizayn edilmiş.
Burada, mevcut kapıların orijinal görünümlerinin fotoğraflarını çekmelisiniz.
Daha önce dediğim gibi, buradaki insanlar farklı dinlerden ve farklı ırklardan olmalarına rağmen, birlikte yaşıyorlar.
Bir semtten bir başka semte geçişi algılamak için en büyük gösterge, çeşme bulunması. Çeşme yanında ise, hamam, fırın, okul, medrese de bulunabilmekte. Şehir, önce mahalle mahalle kuruluyor ve daha sonra surlarla çevriliyor.
Yürümeye devam ediyoruz.
Bazı sokakların üzerinin kapalı olduğunu görüp, buraların yaşam yeri olan evlerin bölümleri olduğunu anlıyoruz. Bazı sokaklarda, çocuklar oyun oynuyor. Derken, karşımıza bir ev çıkıyor. Duvarında, göze batan bir yazı var. 1949 yılında, ünlü oyuncu Orson Welles, Othello filmini çevirecek.
Ama, filim için liman lazım, sur lazım, ışık lazım. Çok yer uyabiliyor ama elemeler sonucu, yalnızca Kıbrıs ve bu şehir kalıyor. Piyango bu şehre vuruyor ve filim burada çekiliyor. Çekilen filim 1952 yılında, Fransa’da Cannes Filim Festivalinde, en büyük ödülü alınca, doğal olarak, bu şehrin de popülitesi artıyor.
Bu mekan; duvarında yazı olan mekan, Orson Welles tarafından, bir süre yaşanılan ve işletilen bir mekan.
Evet, gezmeye devam. Bölgenin en büyük özelliklerinden birinin üretildiği ve satıldığı dükkanlara geliyoruz. Dükkana girince, güzel bir koku sizi karşılıyor. Bu koku; sanki ilkokul yıllarımızda, hani ağaç kurşun kalemlerimiz olurda, onları açtığımızda, bir koku çıkardı ya, aynısı işte burada.
Evet; ardıç ağacı ve onun kokusu. Bu bölgede, bol miktarda bulunan ardıç ağacından üretilen ahşap binlerce obje çok meşhur. Her türlü obje üretilmiş.
O kadar güzeller ki, bazen büyük boyutlu olarak üretilen ve güzelliklerine bayılacağınız obje gördüğünüzde, sırf ülkeye getirememe nedeniyle, üzülerek yanından ayrılmak zorunda kalıyorsunuz.
Ama, yine de, ardıç ağacından yapılmış, birçok ahşap obje bulma şansınız var. Beğeninize göre, bir veya birkaç hediyelik veya hatıra tercih edebilirsiniz.
Öğlen;
Buradaki dar sokaklardaki restoranlarda, mutlaka balık ağırlıklı menüden tadın. Önce, muhteşem güzel bir salata getiriyorlar. Sonra birkaç cins ( dil, sardalya, ıstakoz vs. gibi)deniz ürününden oluşan karışık tabak. Gerçekten tadına doymak mümkün değil, mutlaka deneyin, fiyatlar makul.
Zaman ilerledikçe, geniş bir caddeden yürüyerek festival meydanına çıkıyorsunuz. Bu yürüyüş sırasında; caddenin kenarlarında bulunan; meyve sebze halleri, et satışı yapılan halleri göreceksiniz. Özellikle, et satışı yapılan hallerde, tavuklar canlı canlı bulunduruluyor, tavuk istediğinizde kesilip, temizlenip isteyene sunuluyor.
Meyve sebze hallerine de girin. Hoş bunlar, çok kalabalık ve nispeten döküntü dükkanlar, ama satılanları görebilmek açısından girmekte yarar var.
Evet, caddede yürümeye devam ettiğinizde, sağlı sollu dükkanları geride bırakıyor ve festival meydanına çıkıyorsunuz. Meydanın her iki yanında, kafeler var. Biraz dinlenmek ve manzaranın güzelliğini izlemek için mola verilebilir. Bu kafelerde, mola verirseniz, dondurma yemeyi düşünün. Enfes.
Evet;
Yorgunluğunuzu da giderdikten sonra, festival meydanından yürümeye devam edin, kale kapısından çıkın ve liman. Liman denince, daha önce belirttiğim gibi, sabah kıyı çizgisinden uzakta olan denizin sularının, kıyı çizgisine ulaştığını görecek ve şaşıracaksınız. Limanın yan kısımları tamamen deniz suları ile dolmuş, yörenin çocukları denize atlıyorlar.
Evet; Fas Essaouıra şehrinden erken ayrılmak gerekecek, hani daha önce söylediğim gibi dönüş yolunda trafik sıkıntısı olabilir.
Aracınıza bindiğinizde, bu uçsuz bucaksız kumsalda yürüyen insanları göreceksiniz, ayrıca, liman bölgesinde park edilmiş birçok karavan görüp, bu güzellikleri yaşayanlara imreneceksiniz.
Evet; tur ile gitti iseniz, Fas Essaouıra şehri gezisi ekstra ise; bu anlattıklarımı değerlendirerek, sanırım tura katılıp katılmama konusunda karar vermeniz daha kolay olacak.
Bu şehir; sessiz, sakin, alışveriş imkanları var, okyanusu seyretmek ayrı bir keyif. Ama; derseniz ki, Casablanca’da da okyanus seyretme imkanı var, hele alışveriş her şehirde mümkün. Gidip gitmemeye değer mi, tercih sizin, yazılanları okuduğunuzda, zaten sanırım fikir sahibi olacak ve tercihinizi yönlendirme şansınız gündeme gelecektir. Zamanınız ve paranız varsa (60 Euro) gidin,
Merrakech şehri tanıtımı ve gezi yazısı için.