Çanakkale Troya;
Çanakkale Troya: Çanakkale’ye uzaklık: Ankara’dan 653 km., İstanbul’dan 320 km. ve İzmir’den ise 325 km. dir.
Yalnız: Troya şehri, Çanakkale’den 20 km. uzaklıkta. Tevfikiye ve Çıplak Köyleri arasındaki Hisarlık Tepesi mevkiinde.
İzmir’den gelirken, bu bir avantaj, daha yakın ama diğer şehirlerden gelirken, bu mesafeyi, Çanakkale’ye olan uzaklığa eklemek gerekiyor. Çanakkale-Ezine-Ayvacık istikametinde. Bu yol üzerinde, belki ilginizi çeker, aynı zamanda: Asos ve Behramkale antik yerleşim yerleri de bulunmakta. Yani; bu bölgeye gelmişken, Troya antik kenti yanında, Asos ve Behramkale’yi görmeyi de sakın ihmal etmeyin. Evet: buyurun Truva, Turoy, Troia antik kentini birlikte gezelim, görelim.
ŞEHRİN İSMİ
Çanakkale Troya;
Çanakkale Truva: kelimesi; Hititçe: Vilusa, Truvisa, Yunancada: Tpoia, Troia, İlion, Latincede: Troia, İlium olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise, Fransızcanın etkisiyle, bu dildeki, Troie kelimesinin okunuşundan etkilenerek, Türkçeye Truva olarak geçmiştir.
Ancak; Anadolu’daki bir kentin adının, Fransızca ile ne ilgisi var? Lütfen, kendimizi alıştıralım ve bu şehir, bu bölge, burası için: Troya adını kullanalım.
Evet: Turuva, Truva, Troia, İlion değil; Troya.
GENEL
Çanakkale Troya: Gezimize başlamadan önce; buranın önemi, tarihsel süreç, bu süreç içinde burası hakkında kulaktan kulağa günümüze gelen efsaneler, kazılar ve hazinelerden bahsetmek istiyorum. Bunları bilirseniz, inanıyorum ki, burada yapacağınız gezi, daha anlamlı olacaktır.
Ayrıca: Troya’yı bilmemizin başka bir önemi daha var. Batılılar, yüzlerce yıldır, Troya ve Akhalıların mücadelelerini; Doğu-Batı mücadelesi olarak değerlendirmişlerdir. Savaşın sonunda ise, Akhalıların hile ile kazandıkları başarı, onlara saçma sapan bir gurur yaşatmıştır. Bugün, günümüzde bile sürdürülen bu doğu-batı mücadelesinin temeline yatırdıkları olayın, gerçek yüzünü öğrenmeli ve Troya kültürümüze sahip çıkmalıyız.
Evet: Troya kenti; coğrafi açıdan, oldukça stratejik bir noktada. Çünkü: Çanakkale boğazından geçen gemileri kontrol edebilecek bir konumda ve ayrıca; Anadolu’dan Avrupa’ya açılan tüm ticaret yollarının, kıtalar arası geçişinin sağlandığı, İstanbul’dan sonraki tek nokta. Çanakkale boğazından geçme durumunda olan gemiler, yeterli rüzgar bulunmadığında veya ters rüzgar olduğunda, Troya’nın liman ve kıyılarında günlerce beklemek ve vergi vermek zorunda kalıyorlardı.
Bunun dışında; Çin’den gelen ticaret yolları; buradan, karşıya yani Trakya’ya ve sonrada Avrupa’ya ulaşıyordu. Bu konumu ile: Troya güçlü bir ticaret ağıda yarattı. Şöyle ki: Karadeniz’den: atlar, kılıçlar, sofra takımları, Ege’den: zeytinyağı, şarap ve karayolundan ise, Çin’e kadar uzanan bölgelerden gelen yeşim taşı alım ticareti yapılıyordu. Troya ise; dışarıya, altın, gümüş ve kereste satıyordu. Öyle ki; İstanbul’u kuran Konstantin’in; kurmadan önce, şehri, burada yani Troya’da kurmayı bile düşündüğü rivayet edilmekte. Yani; o ölçüde, stratejik ve kritik bir noktada.
Evet; Troya, çok zengin bir şehirdi. Değerli madenleri bol bir bölgenin eteğinde, verimli topraklar üzerinde kurulmuştu. Ama; Troya kenti yani Hisarlık Tepesi, bir zamanlar, deniz kıyısına daha hakim bir noktada iken, zamanla Karamenderes (Skamendros) ırmağı sürüklediği alüvyonlarla limanı ve deniz kıyısını doldurur.
Günümüzdeki Troya şehri; daha içerilerde yani kıyıdan 5-6 km. içeride kalır. Troya şehrinin, arkeologlar tarafından uzun yıllar bulunamamasının en büyük nedeni de budur. Çünkü: arkeologlar, Troya şehrini hep deniz kıyısında ararlar.
Şehir; tarihi süreçte, birçok kez: özellikle deprem olmak üzere doğal afetler, yangınlar ve savaşlar geçirir. Batı Anadolu’da halen egemen olan kuzey-güney yönlü yerkabuğu hareketlerinden etkilenerek, yüzyıllar boyunca, aralıklarla depremler görür. Bunun sonucunda şehir; gerek depremlerde, gerek yangınlarda ve gerekse savaşlarda çok çabuk yıkılır.
Çünkü: halkın oturduğu ve şehrin genelini oluşturan evler; kerpiçten yapılır. Yazın güneşte kavrulan ve çatlayan, kışın yağışta ise eriyen kerpiç: en fazla 15-20 yıl dayanmaktadır. En basit sarsıntıda yıkılmakta, en basit yangında tüm şehir yanmakta ve tabanda yalnızca bir çamur tabakası kalmaktadır.
Bunun sonucunda ise: şehir, her yerle bir olduğunda; kısa sürede, aynı yere, yeniden kurulmuştur. Öyle ki; aynı tepe üzerinde, birbiri üzerine kurulmuş 9 yerleşim evresi tespit edilir.
Çanakkale Troya: Troya denince, bir yandan, akla hemen efsaneler geliyor. Özellikle: Homeros ve İlyada. Aslında kör olduğu rivayet edilen ve de var olduğunu yazdığı Troya savaşını, yaklaşık 500 yıl sonra, İlyada destanında hikayeleştiren bu yazar; aslında yazdıkları ile gerçeğe çok yakın betimlemeler yapmıştır.
Ama; bu betimlemelere yıllarca inanılmamış ve özellikle Avrupalı bilim adamları tarafından, bunların hayal ürünü olduğu öne sürülmüştür. Ki, bir Alman, Heınrıch Schlieman ortaya çıkana kadar.
Aslında, bu adamın hikayesini burada anlatmaya kalksam, sanırım sayfalar doldurulması gerekecek kadar çok renkli bir hayatı var. Ama; amaç bölgeye gezmeye gelen sizlere kısacık bilgi vermek. O yüzden; Schlieman hakkında ve bulduğu hazine hakkında, kısada olsa bilgi vermek istiyorum. Çünkü: Troya denince Schlieman, Schlieman denince arkeolojide Troya akla geliyor. Bunların doğal sonucu olarak da, elbette bir hazine olayı var.
TROYA KENTİNİN BULUNMASI
Çanakkale Troya: Schlieman, 1824 tarihinde, Almanya’da doğar. Küçük yaşta, babası tarafından kendisine hediye edilen, Troya mücadelelerine ait kitabı, adeta ezberler ve daha o yaşlarda, Troya kentini bulacağını söyler. Aradan yıllar geçer, çok zengin olur, bütün dünyayı gezer, okur, öğrenir, ama bu zenginlikler onu ideallerinden uzaklaştırmaz. Tek ideali olan, Troya kentini bulmak, aslında kenti değil, onun derdi hazine imiş, hazineyi bulmaktır.
Homeros’un İlyada destanını elinden düşürmez, adeta ezberler. Destanın gerçekliğine sonsuz inanır. 46 yaşında iken, 1870 yılında, bölgeye gelir. Düz bir arazide gezerken, 30 metre yüksekliğindeki bir tepe ilgisini çeker. Tepe; dümdüz bir ovanın üzerinde yükselir ve insan eliyle yapılmış gibi görünmektedir. Destanda sözü geçen, sıcak ve soğuk su pınarlarını bulur.
Öyle ki; destanda sözü geçen ve şehrin batı kapısındaki meşe ağacının izini sürer ve Homeros’un Troya’sını eliyle koymuş gibi bulur. Hemen kazılara başlar. Ama; arkeoloji bilgisi olmadığından veya belki de kasıtlı olarak, bu yapılanlar normal kazı boyutlarında olmayıp, doğrudan antik alana girmek, yarmak şeklinde yapılan kazılardır.
Osmanlı devletinden izin almadan yürüttüğü bu kazılarda; tepenin kuzeye bakan sırtlarında, 11 metre derinliğinde, büyük bir çukur açtırır. Ama açtırdığı bu çukur öyle kötü açılır ki, arkeolojiyle ilgisi olmayan bir kazma yöntemi.
Doğal olarak; antik kalıntıların büyük bölümü tahrip veya yok olur. O anda anlaşılamayan bu tutumu, şu anda değerlendirmek daha kolay belki de.
Bu adamın yaptığı, kazı değil, antik eserleri, buluntuları çıkarmak değil, alenen define, hazine avcılığı. Evet: bu kazılar sonunda, Troya antik kentini bulur ve yer yerinden oynar. Çünkü: yüzyıllardır Homeros’un destanlarını ciddiye almayan Batılı aydınlar ve arkeologlar şok olur. Schlieman Troya antik kentini bularak, arkeoloji tarihine adını yazdırsa da, burada çıkan hazineyi çalarak yaptığı hırsızlık ile, bu tarihin yine çok özel bir sayfasında yerini bulmuştur.
TROYA HAZİNESİ
Çanakkale Troya: Alman Schlieman; Troya’da yapılan kazılar sırasında, ikinci şehrin duvarlarının dibindeki bir kovukta, günün birinde, paha biçilemez bir hazine bulur. Bu hazinenin; Troya savaşlarına da katılmış olan kral Priamos’un hazinesi olduğunu sanır. 8700 parçalık bu hazine, altından yapılmış, kolye, küpe ve duvaklardan meydana gelen değerli süs eşyalarıdır.
Hazineyi; karısı Sofya’nın yardımı ile, zamanın Osmanlı idaresinin büyük ihmalkarlıklarını da değerlendirerek, Yunanistan’a kaçırır.
Halbuki; bu hazine, kral Priamos’dan 1000 yıl önce aynı yerde yaşamış başka birine aittir. Sonuçta; paha biçilmez bu hazine, bir şekilde, Atina’ya ulaşır. Osmanlı idaresi bu adamı mahkemeye verir. Mahkeme, Osmanlı idaresini haklı bulur ve Schliemanın 10 bin frank ceza ödeyerek, hazineye sahip olabileceğine hükmeder.
Schlieman, elbette, güle oynaya, Osmanlı idaresine 50 bin frank öder. Çünkü: hazinenin gerçek değerinin 1 milyon frank olduğunu bilmektedir. Ama; malum Osmanlılar asla bu tür şeylere önem vermediklerinden, 50 bin frank alınır ve konu kapanır. Bunu niye anlatıyorum? Çünkü; günümüzde, hazineyi elinde bulunduranlar, Osmanlı idaresinin aldığı bu para ile, hazine üzerinde söz hakkının bulunmadığını söylemektedirler. Takdiri size kalmış, 10 bin frank. Ama; sonuçta, kabullenilmiş bir para, ne söyleyeceğimi bilmiyorum.
Evet; devam edelim. Schlieman; hazineyi Yunanlılara teklif eder, kabul görmez. Sonra Almanlar. Evet; Almanlar kabul eder ve hazine Berlin Müzesine yerleştirilir.
2’nci Dünya Savaşında, hazine Müze yanındaki hayvanat bahçesinde saklanır ve savaş bitiminde, hazineden bir daha haber alınamaz. Derken; 1991 yılında, binlerce parçadan oluşan hazinenin en değerli parçalarının, Rusya-Moskova’da Puşkin Müzesinde bulunduğu açıklanır.16 Nisan 1996 tarihinde ise; hazine, Ruslar tarafından, Almanya’dan alınan kurşun geçirmez vitrinlerde sergilenmeye başlanır.
Olağanüstü güvenlik önlemleri alınır. Hırsızlıkla elde ettikleri hazinenin, ellerinden çalınmasından korkmaktadırlar. Sonuçta: Ruslar ve Almanlar arasındaki hazine pazarlığı, Rusların şu sözleri üzerine biter: Şöyle ki, Ruslar ” Hitler’in 2’nci Dünya savaşında, Ruslara verdiği zararların tazminatı olarak hazineyi aldıklarını ” söylerler. Bakın, görüyor musunuz, Ruslar ve Almanlar arasında, hazinenin sahipliği için kıyasıya rekabet olurken, hazinenin anavatanı Anadolu’yu düşünen, Türkiye’nin fikrini soran yok. Düşünebiliyor musunuz ki, bu hazine bir Rus veya Alman topraklarından çıkarılmış ve bir Türk tarafından çalınmış olsun, nasıl gürültü koparacaklarını bir düşünün lütfen.
Evet: amacı yalnızca hazine bulmak olan bir Alman, Heınrich Schlieman tarafından bulunan Troya kenti. Savaş biter, normal şartlarda, savaş meydanında kazanılamayan mücadele, büyük bir hile ile, Akhalılar tarafından kazanılır.
Hemen akla şu geliyor. Bizler; tarihi süreç içinde savaş meydanlarında yenilmediğimiz çoğu zamanlarda, masa başında veya başka türlü hileler ile yenilmişiz. Troya’da aynen böyle. 10 yıllık kuşatmaya dayanıyor, ama saçma sapan bir hileyle yeniliyorlar. Neyse; devam edelim. En başta söylediğim gibi, Batılılar ve özellikle Avrupalılar; Helen uygarlığını ve geçmişini, kendileri de sahiplenmektedirler.
Çünkü; kendilerine ait bir geçmiş uygarlık söz konusu değildir. İngiltere’ye giderseniz, oradaki müzelerinde, 100 bilemediniz 200 yıl önce kullandıkları ütüleri koymuş olduklarını görürsünüz. Bunun dışında, müzelerindeki objelerin çoğu: Mısır, Anadolu vb. yerlerden çalınma eserlerdir. Yani; asla, 200-300 yıldan daha geriye gidebilen bir kültürleri söz konusu değildir.
Bu nedenle; Helen kültürüne sahip çıkarlar. Bu kültürün yazarların yazdıklarına sahip çıkarlar. Homeros’un İlyada destanında yazdığı gibi; Troya savaşını bir Doğu-Batı mücadelesi şekline sokarlar ve Batının Doğuya karşı zafer kazandığını iddia ederler. Özellikle: Akhalı Arşil ile Troyalı Hektor mücadelesini, bu iddianın temeline oturturlar.
Arşilin Hektoru öldürmesini, gururlanarak Batının Doğuya karşı kazandığı bir zafer gibi düşünürler. Ve, bu iddialarını, yüzlerce yıl sürdürmekten de hiç çekinmezler. Tarihte, bu iddialarını zaman zaman karşımıza da çıkarırlar. Şöyle ki: I. Dünya Savaşı sonunda yenildiğimizde, imzaladığımız Mondros Antlaşması bile, İngilizlerin Agamemnon zırhlısında imzalanır.
Yani: bizim utanç belgemiz, onların tarihi süreçte sahiplendikleri Akha kralı, Troya’da hile ile kazanan, kral Agamemnon’nun ismini taşıyan bir zırhlıda. Evet, tarihte tesadüf yoktur, tarih tekerrürden ibarettir.
Bu arada, tarihsel süreçte, bizim atalarımız tarafından da; Homeros’un İlyada sı ve Troya savaşlarının unutulmadığını hissettirecek gelişmeler yaşanır. Fatih Sultan Mehmet; 1462 yılında, Troya kenti harabelerine gelir. Anıları ve kahramanlıkları saygı ile anar ve şöyle der: ” Tanrı, bunca yıl sonra da olsa, bu şehrin ve sakinlerinin öcünü almayı bana bahşetti. O zaman ve daha sonraki yıllarda, biz Asyalılara yapılan haksızlık, benim gayretlerimle telafi oldu.”
Troya antik kenti: 1998 yılında, UNESCO tarafından, Dünya Kültür Mirası listesine alınır. Bugün, Troya antik kentindeki kazılar, Kültür Bakanlığı denetiminde yürütülmektedir.
Bu arada; sanırım herkesin büyük olasılıkla seyrettiği Troya filminin niçin burada çekilmediğini merak ediyorsunuz veya çekilmediği için filmi çeken şirkete kızıyorsunuzdur. Troya filmi niye burada, yani Troya kentinin bulunduğu yerde çekilmedi? Evet, Troya filminin plato yani açık alan çekimlerinin çoğu, Fas’ta çekildi. Bunun başlıca sebebi ise; Fas’ın, güneş ışınlarının dik olarak geldiği, dünyadaki başlıca ülkelerden biri olması, yani objeler üzerinde gölge olmuyor ve dolayısı ile gerek fotoğraf ve gerekse film çekimlerinde, ilave bir ışık kaynağı gerekmiyor.
Büyük bir imkan. Sonuç olarak, Troya filminin, açık alanda çekilen çekimlerinin çoğunluğu ( bir kısmı Malta) Fas’ta çekilmiş. Yani: Troya kenti bölgesinde çekilmemesinin en büyük sebebi bu.
TARİHİ SÜREÇ
Evet, Troya şehrinde, daha önce, 9 yerleşim olduğunu söylemiştik. Şehirde: ilk yerleşimin; MÖ.3000 yıllarına değin ulaştığını ve birbirini izleyen uygarlıkların, Roma dönemine kadar devam ettiği sanılıyor. Günümüzden 5000 yıl önce kurulduğu sanılan şehirde, 3500 yıl boyunca yerleşim sürmüş.
Şehrin, ilk kez, boğazlar yolu ile Anadolu’ya geçen Traklar tarafından kurulduğu sanılıyor. Bir başka söylentiye göre ise, kim oldukları tam olarak belli olmayan, Tros yada Dardanos adındaki bir kral tarafından, şehrin kurulduğu rivayet ediliyor.
Bu bölgede; Troyalılar, 505 yıl boyunca egemenlik sürdürmüşler. Daha sonra ise; Lidya Krallığı, Kimmerler, Frigyalılar, Miletliler ve onlardan sonra da, MÖ.546 yıllarında Persler, bölgede egemenlik kurmuşlar.
Evet, şehirde, 9 yerlerim evresinin üst üste kurulduğunu söylemiştim. Kısaca bu evrelerden söz etmek gerekirse:
1.DÖNEM: MÖ.3000-2500 yılları arasını kapsar. Erken, Orta, Genç Troya 1 olarak biliniyor. 16 metre yüksekliğinde, ana kaya üzerine kurulmuş. Çevresinde 90 metre çapında surlarla çevrili. Ancak, halk yalnızca savaş zamanında surun içine sığınmış. Surun çeşitli yerlerinde, kuleleri ve giriş kapıları var. Döneme özgü: balıksırtı şeklinde örülmüş duvarlar var. Bakır ve bronz ağırlıklı aletlerin kullanıldığı görülüyor. Taş temeller üzerinde, kerpiçten yapılmış evler bulunmuş.
2.DÖNEM: Çapı 110 metreyi bulan ve daha geliştirilmiş surlarla çevrili. Duvarlar: iki yüzü yontulmuş taşlardan, bindirme tekniğiyle yapılmış. Alt kısımlarında, taş üzerine kerpiç kullanılmış. Bu dönemin en büyük özelliği: çark kullanılmaya başlanması. Altın, gümüş ve elektrondan yapılmış takılar, süs eşyaları, kap formları bulunmuş. Schliemanın bulduğu hazine, bu döneme ait, buradaki sur dibinde bulunmuş.
3.DÖNEM: Diğer dönemler kadar gelişme görülmüyor. Bilgi ve belge az.
4-5 DÖNEM: MÖ.2200-1800 yılları arasını kapsıyor. Herhangi bir bilgi ve belge yok. Yalnızca, ev ve duvar kalıntıları görülüyor.
6.DÖNEM: Bu döneme ait bölümde; çevre ile ticaretin belirtilmesi açısından, ithal Miken ve Kıbrıs kapları bulunmuş. Özellikle: erken Hellas seramiği buluntuları, bu dönemde, Troya’nın, Yunanistan ile ilişkisi olduğunu kesinleştiriyor. Bu tabaka; 1893 tarihinde yapılan kazılarda, gün yüzüne çıkarılmış. Şehir surları iyi korunmuş.
7.DÖNEM: Bu döneme ait, ilk kurulan tabakada: büyük bir yangının izleri görülüyor. Ayrıca: bu dönem, Troya savaşlarının yapıldığı dönem olarak özel. Büyük olasılıkla, izleri görülen yangında, Akhalıların yarattıkları vahşetin izi olsa gerek. Bu dönemin ikinci evresinde, kent terkedilir.
8.DÖNEM: Şehrin kuzeydoğusunda, muhteşem Athena Tapınağının ve iki altarın kalıntıları bulunmuş. Bu tapınak; Bergama’daki Athena Tapınağına benzeşiyor. Ancak; defineci Schlieman tarafından, bu tapınak yok edilmiş. Evet, bu dönemin, MÖ.7’nci yüzyıldan daha eskiye gitmediği tahmin ediliyor. Kazılarda, buranın çok küçük bir bölümü ortaya çıkarılmış. Bu tabakaya ait, görülebilecek en güzel yer: harabenin batısındaki ibadethane. Burası dini anlamda, kurban kesme yeri olarak kullanılmış.
9.DÖNEM: Roma döneminde iskan edilen bir yer. Bu döneme ait, önünde mozaik parçası bulunan roma hamamı kalıntısı, meclis binası ve tiyatro bulunmuş. Oldukça etkileyici yapılar. En geniş alanı kapsayan tabaka.
Kral Priamos devrinde (7.Dönem); Midilli adasından Frigya’ya kadar olan bölge, Troyalıların egemenliği altına alınmış. Ancak; Homeros’un destanlarında dile getirilen ve MÖ.1194-1184 yılları arasında yapıldığı sanılan Troya savaşları, bu parlak dönemi sona erdirmiş.
TROYA İLE İLGİLİ ÖYKÜLER-EFSANELER
ŞEHİR İLE İLGİLİ ÖYKÜ
Bir gün, Troya kralı Priamos’un karısı Hekabe; çok kötü bir rüya görür. Rüyasında; karnından ateşler çıkmakta ve ateşin dumanı, bütün Troya surlarını sarmaktadır. Hakabe, bu rüyasını önce kocasına ve daha sonra bir kahine anlatır. Kahin; hamile olan Hakabe’nin doğuracağı çocuğun, ilerde Troya’nın başına büyük dertler açacağını söyler. Bu nedenle; bu çocuk doğar doğmaz öldürülmelidir. Bu kehanete inanan kral Priamos, doğduktan sonra bebeği, öldürülmek üzere, bir adamına teslim eder ve İda dağına ormana gönderir.
Adam, bebeği öldürmez, vahşi hayvanların öldüreceğini düşünerek, İda dağına bırakır ve geri döner. Bir çoban; bebeği dağda görür, alır, sahiplenir ve büyütür. Aradan yıllar geçer, Paris bir çoban olarak yaşamını sürdürmektedir.
TROYA SAVAŞININ ÇIKMASI İLE İLGİLİ ÖYKÜ
Deniz tanrıçası Thetis, çok güzel ve alımlıdır. Kahinler; Thetis’in doğuracağı erkek çocuğun; babasından daha güçlü ve akıllı olacağını söylerler. Bu yüzden, tanrıların kralı Zeus ve denizler tanrısı Poseidon; Thetis’i, Teselya kralı Peleus ile evlendirmeye karar verirler.
Teselya dağında, bütün tanrılar ve tanrıçaların katılımı ile bir düğün şöleni yapılır. Ancak; nifak tanrıçası Erins, bu şölene çağrılmaz, unutulur. Bunun üzerine, şölen yerine gizlice gelen Erins; üzerinde:” Tanrıçaların en güzeline ” yazan, altın bir elmayı, şölen masasının üzerine gizlice bırakır. Bir anda, şölene katılanlar arasında bir huzursuzluk başlar. Erins, adıyla uygun olarak nifak tohumlarını saçmıştır. İşte; bu nifak tohumları, yıllarca sürecek Troya savaşlarının başlamasına neden olacaktır.
Şölendeki huzursuzluk had safhaya ulaşır. Gök tanrıçası Hera, zeka tanrıçası Athena ve aşk tanrıçası Afrodit arasında, bir seçim yapılmasının zorunlu olduğunu gören, tanrılar kralı Zeus, olaya müdahale eder. Bu üç tanrıça arasındaki seçimin bir ölümlü tarafından yapılmasını düşünür.
Seçimin: Olmpos dağının en uzak bölümünde oturan ve her şeyden habersiz sürülerini otlatan bir çoban, Paris tarafından yapılmasına karar verir. Paris için gerçekten çok zor bir seçimdir. Çünkü. üç tanrıçada çok güzeldir. Paris kararsızlık içinde iken, üç tanrıça, onu etkilemek için, belki de tarihin ilk rüşvetini teklif ederler.
Gök tanrıçası Hera: Asya’nın en güçlü krallığını teklif eder. Zeka tanrıçası Athena: onu, dünyanın en bilge kişisi yapacağını söyler. Aşk tanrıçası Afrodit ise: ona, dünyanın en güzel kadınını vaat eder.
Paris: dünyanın en güzel kadınına sahip olabilmek uğruna, tercihini aşk tanrıçası Afrodit’ten yana kullanır ve altın elmayı ona verir. Hera ve Athena ise, kendilerini seçmediği için, Paris’e çok kızarlar ve intikam alma yemini ederler.
Aradan günler geçer. Paris, ailesinin yanına döner. Bir gün; elçi olarak gönderildiği Sparta kralı Meneleos’un ülkesinde, genç ve güzel karısı Helen’i görür ve aşık olur. Aşk tanrıçası Afrodit’in yardımı ile, Helen’i ülkesi Troya’ya kaçırır.
Tabii arkasından; Meneleos ve kardeşi Agamemnon ve tüm yunan krallıklarının orduları, Troya’ya saldırır ve 10 yıl süren savaş başlar. Tanrılar ve tanrıçalar da, bu savaşa katılırlar.
Elbette; Hera ve Athena, Akhalı’ların tarafını tutar. Afrodit ise Troyalılara yandaş olur. Bir Troyalılar, bir Akhalı’lar üstünlük sağlar ama 10 yıl boyunca Troya kenti düşmez. Sonuçta ise; Akhalı’lar büyük bir hile ile, kenti ele geçirirler, yakıp yıkarak, tarih sürecindeki vahşi kimliklerini alırlar.
TAHTA AT İLE İLGİLİ ÖYKÜ
Troyalılar ve Akhalılar, yıllar süren mücadelelerle savaşa devam etmektedirler. Akhalılar için, umutsuz geçen günlerin ardından, tanrıça Athena, Akhalılara bir fikir verir. Bu fikre göre Akhalılar hemen harekete geçerler. Kocaman tahta bir at yaparlar, bu atın içine askerlerini sokarlar ve sonrada savaşı bırakıyormuş gibi, bulundukları yerden çekilip giderler. Aslında; çekildikleri yer, yalnızca Bozcaada’nın arkasıdır. Yani; geri gelmek üzere çekilirler. Ayrılmadan önce, tahta atın yanına, Sinon isimli bir askeri bağlarlar.
Troyalılar ertesi gün, Akhalıların çekildiklerini gördüklerinde, onların terk ettikleri kıyıya inerler. Kıyıda; tahta atı ve Sinon’u görürler.
Sinon; daha önce kendisine öğretildiği üzere, şöyle ağlar, sızlar ve konuşur: ” Yunanlılardan nefret ediyorum, geri dönüşleri için gerekli rüzgarın çıkması adına, beni kurban seçerek, burada bıraktılar. Tahta at, tanrıça Athena adına, kutsal sunak olarak yapıldı, büyük olmasının sebebi, Troyalıların onu şehirlerine sokamamasını ve tahta atı yakıp yıkmalarını sağlamak, böylece tanrıça Athena’nın öfkesi Troyalıların üstüne gelecek ” der. Barış özlemiyle yanıp tutuşan Troyalılar, bunun üzerine, tanrıça Athena’nın lütfunun kendi üstlerine gelmesini sağlamak için, tahta atı, şehre sokarlar. Aynı gün ve gecesi, tüm şehir, biten savaşı kutlamaktadır. Ancak; gece yarısı, tüm şehir halkı sızdığında, tahta atın içindeki Akhalı askerler çıkar ve şehrin kapılarını açarak, dışarıdaki Akha ordusunun şehre girmesini sağlarlar. Sonrası malum, tam bir vahşet, binlerce ölü insan ve yanıp, yıkılmış ve talan edilmiş bir şehir.
TROYA ANTİK ŞEHRİ GEZİ PLANI
Evet, Hisarlık Tepesine çıktığınızda, önce sizi tahta at karşılayacak. Troya atı hakkında, günümüze ulaşmış herhangi bir bilgi, belge veya resim yok. Bu yüzden, burada göreceğiniz tahta at; hayal gücü ile yapılmış. Yüksekliği için; 12.5 metre olan Troya surlarından esinlenilmiş. İda, günümüz adıyla Kaz dağından elde edilen çam kerestelerinden yapılmış. 1975 yılından beri burada duruyor.
Troya savaşının kazanılmasında büyük rol oynayan bu tahta atın, simgesel yapılmış dev bir maketi, ören yerinin girişinde karşınıza çıkıyor. Basamaklarından çıkarak, tahta atın, karın boşluğuna yani içine girmeniz mümkün. Atın karın boşluğunda, oturma yerleri var. Pencerelerden dışarıya bakabilirsiniz. Evet; burada, tahta atın önünde, yukarısında fotoğraf çektirin. Ama, lütfen tahta atın içinde sakın sigara içmeyin ve herhangi bir yazı yazma, şekil çizme, kazınma olmasın. Çünkü: her tarafı karalandıkça, turistik özellikleri kayboluyor.
Tahta atın yanında, Troya Müzesi var. Küçük bir müze. 1955 yılında hizmete açılmış. Troya’yı gösteren bir maket ve panoda fotoğraflar var. Alman Schlieman tarafından çalınan hazine, umalım da, bir gün ülkemize iade edilsin ve burada, kocaman bir müze yapılarak, gelenlere gösterilsin.
Evet; bu güzel hayalden sonra, gezimize devam ediyoruz. Hemen karşınızda, 4’ncü Dönem Troya kentinin surları var. 90 metre uzunluğunda, 8 metre yüksekliğinde ve 5 metre enindeki bu surların önünden geçiyorsunuz ve ören yerine giriyorsunuz.
Troya I. surları, büyük ölçüde restore edilmiş. Surların önünde, dört köşe planlı, bir kule kalıntısı var. Sur duvarlarının arasında kalan kapıdan geçip, merdivenlerden çıkarak, sola dönünde, 7’nci döneme ait Troya evlerinin temellerini görebilirsiniz. Troya evleri denince: tarihte bilinen en eski megaron ( bir çeşit ev tipi) burada görülüyor. Ön tarafından bir oda, arkada ortada ocak bulunan bir salon, dar ve uzun bir ev tipi. Burada, bunun temellerini görebileceksiniz.
At nalı biçiminde tiyatro var. Burası, 9’ncu dönem, yani Romalılardan kalma. İlyum kale duvarının tam önünde. Surlar ve ovaya doğru uzanan burun üzerindeki, kuzeydoğu terasında. Kuzeydoğudaki tepenin yamacına yaslanmış. Ovaya ve denize hakim konumdaki bu tiyatro, 10 bin seyirci kapasiteli imiş. Yapıdan geriye çok az kalıntı kalmış. Sahne binasının ve orkestranın bir kısmı açığa çıkarılmış. Oturma sıralarının bulunduğu yamaç, henüz kazılmamış.
Güneye doğru inildiğinde, tarlaların içinde kalmış, anıtsal çeşme (nimfeum) yapısı var. Burada, insan ve hayvan figürleriyle süslü, döşeme mozaiklerine rastlanmış. Aynı yönde,500 metre ileride ise, 6’ncı Döneme ait mezarlık var.
Evet, sonra Meclis Binası (Buluteryon) görülebilir. Önde, dörtgen planlı bir girişi var. Arkasında, yarım daire şeklinde, bir orkestrası ve bunun gerisinde oturma sıralarının bulunduğu bölüm var. Giriş holünün, 6’ncı dönem duvarı üstünde, oturtulmuş tek parçalı mermer eşiktaşı, halen görülebilmekte.
Roma hamamının önündeki, mozaik döşemeli yer kalıntısını mutlaka görün, dikkat çekici.
Basamakla inilen kuyu, Athena Tapınağı yeri. 2’nci dönem Troya’sının meşhur rampalı kapısı, dini alan, kurban kesme yeri, Helenistik devirden kalan sunak yeri, taş köprü, mermer kitabeler, sütunlar, mimari parçalar gibi birçok kalıntı gezildikten sonra, başlangıç yerine, yani tahta atın bulunduğu yere dönüyoruz.
Evet: burada göreceğiniz kalıntılar belki size çok anlamlı gelmeyecek. Ama, şunu unutmayın ki, insanlar burada 3500 yıl yaşamışlar. Bir zamanlar, burada çok büyük ve güçlü medeniyetler kurulmuş. O kahraman insanların, o yüksek medeniyet kurabilmiş insanların yaşadıkları bu yerlerde gezerken, bunu hissedin, onların bu topraklar üzerinde yaşarken yaşadıklarını elbette hissedemeyeceksiniz.
Ama, onların yaşadıkları bu topraklar üzerinde bulunmanın heyecanını hissedin, çevrenize bakın, uçsuz bucaksız ovalarda, hisarlık tepesini düşünün. Buradan çıkarken; geriye dönüp bir an bakın. Akhalılar, buradan çıkıp giderken, geride yanmış, yıkılmış bir şehir ve binlerce ölü insan bıraktılar, tam bir vahşet. Siz, geriye dönüp bakın, gerçekten bu küçücük tepe üzerinde, tarihte çok büyük uygarlıklar kurulmuş.
Ve, bu uygarlıkları kuran insanlar; Anadolu’nun bağrında binlerce yıl yaşamış insanlar, bunlar bizim ortak kültürümüzün bir parçası, bununla, kurulan medeniyetlerin büyüklüğü ile, yalnızca gurur duymamız gerek.
İşte, çıkıp giderken, geriye dönüp bakın ve bu gururu yaşayın.
İyi yolculuklar.
Çanakkale şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.
süper bi açıklama çok tesekkur ederim çok faydalı oldu bana başarılarınızın devamını dilerim..
emeğin için çok teşekkürler.Gerçekten harika bilgiler toplamışsın.
Çok guzel olmus elinize saglik… kucuk bir duzeltme yapmalıyım, Truva Biga ya degil merkeze baglidir ve bugun 20 km mesafededir Çanakkale’ye. Tam Ana yoldan Truva yoluna dönüldüğü kavşakta bulunan Gökçali köyünde doğdum ve büyüdüm 🙂 Kavsaktan sonra 4 km olmasi lazim…
Merhaba
Anlatımınızın başında
“Lütfen, kendimizi alıştıralım ve bu şehir, bu bölge, burası için: Troya adını kullanalım.Evet: Turuva, Truva, Troia, İlion değil; Troya.”
demişsiniz ancak kendinizde yazınızda devamlı Troya değil Truva adını kullanmışsınız.
bu bir çelişki değil midir.