Ulucanlar Cezaevi, muhteşem bir ziyaretçi akınına uğruyor.
Türk Siyasi Tarihinin en önemli duraklarından biri olan ve açıldığı günden yana 120.000 den fazla kişinin ziyaret ettiği “Ulucanlar Cezaevi Müzesi” koğuşları, tecrit odaları, zindanları ve bu bölümlerde yapılan seslendirmeleriyle ziyaretçilerin büyük ilgisini çekiyor.
Her yaştan insanın gezdiği “Ulucanlar Cezaevi Müzesine en çok hayatının bir bölümünü burada yatmış, yolu bir şekilde buradan geçmiş eski hükümlüler ilgi gösteriyorlar.
Ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken bölüm ise: Ulucanlar Cezaevinde yatmış, tanınmış kişilere ait kişisel eşyaların sergilendiği 6’ncı koğuş oluyor.
1925 yılından 2006 yılına kadar faaliyet gösteren Ulucanlar Cezaevinin 6’ncı koğuşu, burada yatan ünlü gazeteci, edebiyatçı ve siyasetçilerin kişisel eşyalarına ev sahipliği yapıyor.
Her kesimden tanınmış pek çok önemli ismin eşyalarının sergilendiği bu koğuşta, Bülent Ecevit’ten Muhsin Yazıcıoğlu’na, Deniz Gezmiş’ten Metin Toker’e, Hüseyin İnan’dan Mustafa Pehlivanoğlu’na, Kasım Gülek’ten Fakir Baykurt’a ve Necip Fazıl Kısakürek’e kadar pek çok kişinin kişisel eşyaları ve bu kişilerin öz geçmiş bilgileri bulunuyor.
Açıldığı günden bugüne Ulucanlar Cezaevi Müzesine bu kadar yoğun bir ilginin gösterilmesinden dolayı çok mutlu olduğunu belirten “Altındağ Belediye Başkanlığı”; gerçekleştirdikleri restorasyon çalışması ile Ankara’nın çok önemli bir merkez kazandığını dile getirmişlerdir.
Evet: bu genel özet girişten sonra, gelelim “Ulucanlar Cezaevi Müzesi” hakkında; ayrıntılı bilgi vermeye. Gezdim-gördüm ve işte izlenimlerim.
Asıl kullanılan adı: Ulucanlar Cezaevi Müze, Kültür ve Sanat Merkezi.
Aslına bakarsanız, gitmeden önce yaptığım araştırma da, burayı bilip, tanıyan birçok kişi tarafından ifade edildiği gibi, ne kadar orijinal olduğu da söylense, buranın pek orijinalliğinin kalmadığını yazmışlar. Ama gittikten sonra anladım ki: burayı ne renge boyarlarsa boyasınlar, o soğuk ve ürkütücü görüntü kesinlikle egemen. Yani: duvarları ne kadar pembeye boyarlarsa boyasından, hayır, o ürkütücü, korkunç ortamı sevimli hale getirememiştir.
Öncelikle, şuna karar vermek gerekir. Buraya niye gitmek istiyorsunuz? Zaten özellikle, çocukların yani ilköğretim çağındaki çocukların buraya götürülmesini kesinlikle önermiyorum. Çünkü: biraz önce de söylediğim gibi, berbat bir ortam.
Yani, buraya çocukları götürüp de, bu rezillik içinde, bir zamanlar, birçok ünlü insanımızın barındırıldığını anlatmak, göstermek kesinlikle saçma. İnsanlar hayatta elbette suç işleyebilirler, ama bunun cezalandırılması, bu tür berbat yerlerde olmaması gerekir.
Bu yüzden: bence ve kesinlikle ilköğretim çağındaki çocukları, okul çocuklarını sakın buraya götürmeyin ve bu kötü ortamı görmelerini sağlamayın.
Hani, denebilir ki, görsünler de, suç işlemekten çekinsinler, kesinlikle alakası yok, hiçbir suçun karşılığı, bu ahırdan berbat yerlerde, insanların cezalandırılmasını gerektirmez.
Yani, cezalandırma, daha insancıl ortamlarda, şartlarda yapılmalı diye düşünmemek elde değil. Her ne kadar burası halen kapalı bulunmasına rağmen, uzun yıllar, burada insanların barındığını bilmek, berbat bir duygu.
Tüm bunların yanında: belli bir yaş düzeyindeki insanların, Türk Siyasi Tarihinde bir çok ünlünün bir süre barındığı ve hatta idam edilerek öldürüldüğü bu mekanı görmesinde fayda olabilir. Hani, o günleri anmak, anımsamak açısından.
Yoksa: inanın, ben yabancıların yani turistlerin bile burayı ziyaret etmelerini istemem, çünkü, uzun yıllar, cezaevi olarak hizmet etmiş bu mekan, inanın çok ürkütücü, soğuk ve insan yaşamına uygun değil.
Sayın Bülent Ecevit’in, Sayın Talat Aydemir’in, Sayın Deniz Gezmiş’in, Sayın Nazım Hikmet’in ve daha birçok insanımızın: insan yaşamına uygun olmayan bu yerde nasıl yaşadığını görmek, bilmek ziyaretçiye ne kazandırır.
Orayı gezip çıktığınızda, tek duygunuz “bu berbat yerde, bu insanlar nasıl yaşamış?” Bu nedenle: ben bir kez gittim ve bir kez daha asla gitmem, hani derler ya “Allah düşürmesin, ama hiçbir şekilde” Buradan çıktığınızda, özgürlüğün ve yaşamınızın gerçek tadını daha iyi hissedeceksiniz.
YERİ
Ulucanlar cezaevi Müzesi: Ankara-Altındağ semtinde, Ulucanlar Mahallesindedir. Burası: Ulus semtinde, tarihi kent merkezinin kıyısında, Ankara kalesinin doğusundaki bir tepe üzerindedir.
Müzenin girişi: Ulucanlar caddesi üzerindedir.
Yani: Ulus-Bent deresi caddesi üzerinde, Ankara Hastanesinin hemen arkasında, Ulucanlar caddesi üzerindedir. Ulucanlar caddesi üzerindedir ve zaten kime sorsanız gösterirler. Ulus-Samanpazarı Hacettepe Hastanesi arkasındaki caddeden ulaşabilirsiniz. Dikimevi Opera binasının önündeki caddeden ilerleyerek ulaşabilirsiniz.
MÜZENİN TARİHİ
Müze olarak tanzim edilen “Ulucanlar cezaevi”: ilk olarak; 1925 yılında açılmıştır. Öneri: şehir plancısı Alman Carl Christoph’dan gelmiştir.
İlk açılışını takiben: “Cebeci Tevkifhanesi, Cebeci Umumi Hapishanesi, Cebeci Sivil Cezaevi, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi olarak kullanılmış ve son olarak Ulucanlar Cezaevi olarak kullanılıyor iken, Sincan cezaevinin açılması nedeniyle, 1 Temmuz 2006 tarihinde kapatılmıştır.
2006 yılına kadar, tam 81 yıl boyunca insanların içinde hapis edildiği, çok zor günler geçirdiği, infaz edildiği, ana babaların kapısında günlerce haber beklediği soğuk ve karanlık bir hapishane olarak hafızalarda yer edindi.
81 yıllık tarihi boyunca: cezaevinde yapılan infazlardan bazıları: Fethi Gürcan, Talat Aydemir, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Necdet Adalı, Mustafa Pehlivanoğlu, Erdal Eren, Fikri Arıkan, Ali Bülent Okran.
Cezaevinin, Cumhuriyetin ilk yıllarında inşa edilmiş olması, buranın önemini arttırmaktadır. Açık bulunduğu, 81 yıllık süreçte: Türk siyasi tarihindeki pek çok ünlü kişi, burada, bir süre cezalarının infazı için bulunmuşlardır.
Ayrıca: koğuşların yakılması, isyanları, çekilen sinema filmleri de, ünlü konukları kadar önem kazanmıştır.
MÜZENİN HAZIRLANMASI
Müze, Ulucanlar cezaevinde yapılan yoğun restorasyon çalışmaları sonucu: 2009 yılında başlayan restorasyon çalışmaları tamamlanmış ve ziyarete açılmıştır. Bu restorasyonda birlikte çalışan kurumlar: Adalet Bakanlığı, Altındağ Belediyesi, Ankara Barosu ve Mimarlar Odasıdır.
Ancak, cezaevi, tarihi süreç içinde, 2 kez yangın geçirdiği için, pek çok belgeye ulaşılamamıştır. Yalnızca, burada yatan eski mahkumlar, görev yapan görevliler ve idam edilenlerin geride kalan yakınlarında bulunan bilgi ve belgeler ve kişisel eşyalar; burada sergilenmek üzere toplanmıştır. Ayrıca: Mamak ve Sincan cezaevlerindeki bir kısım belge ve kişisel eşyalar da, toplanarak buraya getirilmiştir.
Müzenin genel yapısı ise: biraz önce de belirttiğim gibi, burada yatan mahkumlar ve görevlilerin beyanına göre düzenlendiği söylense de; daha sonra burayı ziyaret eden eski mahkumlar: cezaevinin orijinal halinden uzaklaşıldığı ve sevimli bir görüntü yaratıldığı, halbuki kesinlikle böyle bir sevimliliğin söz konusu olmadığını ısrarla söylemişlerdir.
Yani: genel bir alışkanlığımız olarak, restorasyon adı altında, eskiyi tamamen ortadan kaldırmak, eskiye olan talebi yıkıyor, insanlar eskiyi görmek üzere buraya geliyorlar ama bir bakıyorlar ki; burada eskiyi anımsatan, sadece yapı desem, yapıda da birçok değişiklik yapılmış.
Bu restorasyon faaliyetlerinde: cezaevi koğuşlarında, ranzalar ve koğuş duvarlarının boyanmış olması uygun olmamışsa da, aslına uygun olarak düzenlendiği söyleniyor. Koğuş ve tecrit odalarında, 22 adet bal mumu heykel kullanılarak: cezaevinin içindeki düzenin görülmesi sağlanmış, ayrıca: koridorlarda ve çeşitli yerlerde, ses düzeni ile, mahkum çığlıkları ve görevlilerin sesleri-bağırmaları verilerek, görselliğin yanında, işitsel gerçekçilik de yaratılmaya çalışılmıştır.
Koğuşlarda bulunan bal mumu heykellerde: biri yemek yiyor, biri bağlama çalıyor ama yüzlerinde hüzün ifadesi bulunmaması dikkatimi çekiyor. Burası cezaevi, bu bal mumu heykelleri yapanlar, yüzlerde hüznü ifade etmeliydiler diye düşünmemek elde değil.
Bunların yanında: cezaevinde, bir kısım mimari değişikliklerin de yapıldığı söyleniyor. Hani, ben veya buranın eski halini bilmeyenler gezerken bunu hissetmiyorlar. Ama, yaptığım araştırmada öğrendiğime göre, eski mahkumlar, buranın mimari yapısında da büyük değişiklikler yapıldığını ifade etmişlerdir.
Hatta: kadınlar koğuşunun kaldırılıp yerine kafeterya yapıldığı söyleniyor. En büyük görsel değişikliğin ise bahçede olduğu, eskiden yalnızca kavak ağaçlarının bulunduğu bahçenin, günümüzde yemyeşil, çim ve çiçeklerle bezeli olmasının, cezaevi görüntüsünü değiştirdiğini söylüyorlar.
Evet, tüm hazırlıklar bitirildiğinde, Ulucanlar Cezaevi Müzesi, 17 Haziran 2011 tarihinde ziyarete açılmıştır.
MÜZE GEZİSİ
Müze bölgesine aracınız ile giderseniz, müzenin içine girerek aracınızı park edebiliyorsunuz. İçeride yer yoksa, hemen müzenin yanındaki boşluğa, 20 TL. karşılığında aracınızı park etmeniz mümkündür.
Aracınızı park ettikten sonra, hemen solda, camlı bölmeden, giriş ücreti ödeyerek müzeye giriliyor. 65 yaş üstü ücretsiz.
Önce karanlık bir koridordan ilerliyoruz ve sonra “Adnan Menderes Bulvarı” ve ardından; Hilton olarak isimlendirilen, 9 ve 10 numaralı koğuşların bulunduğu bölüme varıyoruz. Bu koğuşlarda, 7-8 kişinin kalmış olması bir lüks. Çünkü, diğer koğuşlarda, 60-70 yatak kapasitesi olmasına rağmen, çoğu kez, 100-120 kişi kaldığı oluyormuş.
Müze içinde “Gezi için devam ediniz” şeklinde tabelalar var ve bu tabelalar geziyi gayet olumlu şekilde yönlendiriyor. İyi bir uygulama.
Burada: çelik merdivenlerden üst kata çıkıyoruz ve karşılıklı iki koğuş görülüyor. Bu koğuşlar, çok büyük değil. Ancak: her iki koğuşunda pencereleri şehir manzaralı ve güneş tamamen içeriye giriyor. Zaten, bu nedenle, bu koğuşa “Hilton koğuşları” ismi verilmiştir. Buradan, çelik merdivenle tekrar aşağıya indiğimizde, zemin katta, yine karşılıklı iki koğuş bulunuyor.
Bu Hilton koğuşlarında, bir zamanlar: Bülent Ecevit, Nazım Hikmet, Osman Bölükbaşı kalmışlar. Bunların resimleri, yattıkları ranzalara asılmıştır. Ancak, bunlar elbette aynı anda kalmamışlar ve farklı dönemlerde cezaevinin bu koğuşunda kalmışlardır.
Hilton koğuşlarını gezdikten sonra, hemen yan tarafta, farklı bir bölüme giriyoruz. Buraya girince, hemen dikkati çeken, fonda verilen sesler. Bunlar: işkence çeken insanların sesleri. Hiç hoş değil ve hatta iğrenç, zaten en başta da belirttiğim gibi, buraya okul öğrencilerinin götürülmesi bence uygun değil.
Buradaki loş koridorun sol yanında: tek kişilik hücre şeklinde odacıklar var. Bu odaların içi karanlık olduğu için görülmüyor. Ancak: çelik kapıların üzerinde küçük bir gözetleme kapıcığı var. Buradan içeriye baktığınızda, içeride bal mumu heykeller şeklindeki mahkumları göremiyorsunuz. Fotoğraf makinesi ışığı ile görmek mümkündür. Gerçekten, hücrelerdeki havayı tam yansıtmışlar, fonda bağırmalar, görüntüler ürkütücü.
Bir zamanlar: yani cezaevi faal iken, burada, ağır ceza mahkumlarının cezaları infaz ediliyormuş. Yani, bir anlamda tecrit odaları. Bu odalar: küçük, kapalı, havasız, tuvaleti olmayan ve farelerin cirit attığı yerler olarak biliniyorlar.
Bu arada, cezaevinin bir kısım bölümünde sergilenen bal mumu heykellerden söz etmek istiyorum. Bu bal mumu heykeller, yurt dışında yaptırılmıştır. 22 heykel, 4 aylık bir süreç sonunda, tüm ayrıntılar yapıldıktan sonra, önce İstanbul’a ve sonra Ankara’ya getirilerek, buraya yerleştirilmiştir.
Gezimize devam ediyoruz. Buradan sonra: önce havalandırma avluları ve sonra koğuşlar olan bölümlere geçiyoruz. Her koğuşun önünde, avlusu bulunuyor. Bu avlunun, bir kıyısında, koğuşlar görülüyor. Avlular arasında ise, kapılar var. Avlularda da, cezaevinde yatan mahkumların çeşitli büyük boy fotoğrafları asılmıştır.
4 numaralı koğuşa girdiğimizde, içerisi tam Türk filmlerini anımsatır görüntüler sunuyor. Özellikle: bal mumu heykeller ve çeşitli teçhizatlar yerleştirilmiş koğuşlarda, cezaevi görevlilerinin, soğukta, elektrik sobası ile ısınmaya çalışması, günümüzde bile, bu cezaevinin soğuk görüntüsünün en büyük kanıtıdır.
Koğuşta: ranzalar ve üzerinde yatak takımları, battaniyeler yerleştirilmiş, büyük ve ilginç görüntülü sobalar var. Duvarlarda ise, halı-kilim ve bir kısım resimler asılmıştır. Yine bal mumu heykeller, görüntüye ayrı bir canlılık kazandırıyor. Özellikle, cezaevi çaycısı ve cezaevi ağasının betimlendiği heykeller ilginçtir.
Daha sonra, 5 numaralı koğuşa geliyoruz. Burada, yine cezaevinde kalan, tanınmış kişilerin ranzaları ve fotoğrafları görülüyor.
Şeftali sokağından sonra: 6’ncı koğuştayız. Burası en kapsamlı koğuş olarak hazırlanmıştır. Hemen girişte fotoğraflar ve mahkumların mektupları var.
İçeride ise: Yılmaz Güney’in gıravatı, Bülent Ecevit’in şapkası ve gıravatı, idam edilen Mehmet Pehlivanoğlu’nun kardeşine yazdığı mektup, ayakkabısı ve takım elbiseleri, Deniz Gezmiş’in hırkası, kendi el yazısı ile tuttuğu “Roma Hukuku” ders notları, sigarası, kibriti ve üzerinden çıkan madeni paralar, Yusuf Aslan’ın kaşkolu, Hüseyin İnan’ın idamının ardından üzerinden kesilerek çıkarılan fanilası, Muhsin Yazıcıoğlu’nun namaz takkesi, seccadesi, süveteri gibi kişisel eşyalar görülüyor.
Bunlar: koğuşun sağ yanında, cam vitrinler içinde, yeterli açıklamalar yazılarak sergileniyor. Ayrıca, yine bu bölümde hemen tam karşıda: bir piyano ve sinema film makinesi dikkati çekiyor.
Hadi, kömürlü film makinesini anladım, mahkumlara çeşitli eğitici filmler izlettiriliyormuş ama bu piyanoyu anlayamadım. Söylenenlere göre, Atatürk, bu piyanoyu, cezaevinde yatan bir mahkum çocuğa hediye etmiş. Yine de, böyle kötü bir ortam ile piyano, hiç bağdaşmıyor.
Sol yanda ise, yine ranzalar ve bu ranzalarda yatan mahkumların resimleri ve hayat hikayeleri anlatılmıştır.
Buradan çıktıktan sonra, 4 tane disiplin hücreleri yani zindan bölümünden geçiyoruz. Burası da, toplum içinde yüz kızartıcı suç işlemiş ve koğuşunda kendisine verilen ihtarları ve uyarıları dinlemeyen mahkumların atıldığı yerlerdir. Odaların içleri karanlık, yani normal şartlarda göremiyorsunuz, bu olumsuz bir durum, karanlık ve göremediğim odanın içinin aydınlatılması gerekir diye düşünüyorum.
Buradan sonra: avluya çıkılıyor. Avlu bölümünde, ses yayın cihazından, müzik yayını yapılıyor. Avlunun bir köşesinde, mahkumların banyo yaptıkları hamam bölümü görülüyor.
Bu hamam bölümü restore edildikten sonra, aslına uygun olarak düzenlenmiştir. Hatta, bu bölümü yalnızca bir banyo yeri olarak düşünmemek gerek, çünkü geçmişte birçok mahkum buradan kaçma girişiminde bulunmuştur.
Diğer yanında ise “darağacı” denilen ve idam cezalarının infaz edildiği yer var. Bu darağacı, daha önce “Ulu kavak” adıyla anılan ağacın önünde iken, günümüzde aynı ağacın arkasına yerleştirilmiştir. Bu darağacı, her ne kadar boyanıp cilalanmış olsa da, burada, cezaevinin açık bulunduğu yıllarda, 18 kişi asılarak idam edilmiştir.
Restorasyon sırasında, bu darağacının, çatıda bulunduğu söyleniyor. İdam edilenler arasında bulunanlardan bazıları: İskilipli Atıf Hoca, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mehmet Pehlivanoğlu var. Ancak, burada asıldığı öne sürülen İskilipli Atıf Hoca’nı aslında burada değil, şehir meydanında asıldığı da bir gerçektir.
Ayrıca, Deniz Gezmiş’in asılmadan önce, oturtularak idam sehpasını seyrettiği müdür odası, günümüzde mutfak olarak düzenlenmiştir. Günümüzde, darağacı, bir çelik kafes içine alınarak sergileniyor. Üzerinde ise, bir yazı hemen dikkati çekmektedir “Türkiye’de idam cezası 2004 yılında kaldırılmıştır”. Hemen sol yanda ise, bu darağacında idam edilenlerin isimleri yazılıdır.
İdam sehpasının hemen arkasındaki odalarda: kapalı görüş odası olarak kullanılmıştır. Küçük odacıklar şeklindeki yerleşim ilgi çekiyor.
Avlunun bu bölümünde, hamamın hemen yanında: küçük bir oda: hediyelik eşya satışına ayrılmıştır. Aslında, burayı da gezdim, güzel birkaç şey var (kupalar, kalemler, anahtarlıklar gibi) ama, yazının en başında belirttiğim gibi, burayı, buradaki perişanlığı hatırlamak istemiyorum, bu objeleri o yüzden almadım. Bu oda, cezaevi açık iken, çamaşırhane olarak kullanılıyormuş.
Yine avlunun bir kenarında: çay-kahve içilebilecek bir yer yapılmıştır. Buradan sonra kütüphaneyi görebilirsiniz. Müze kütüphanesi, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin unutulmaz isimlerinin yazmış olduğu kitaplar, çeşitli dönemlere ait önemli yayınlar, dönemin aktörlerinin mahkeme kayıtları, mahkumiyet tutanakları ve yine değeri kendisine münhasır günümüzde bulunması çok güç olan yayınların ilk baskıları ile tarihi bir arşiv niteliği taşıyor.
Müzede, açık bulunduğu dönemlerde, birçok film çekilmiştir. Bunlardan özellikle: senaryosunu Feride Çiçekoğulu’nun yazdığı: “Uçurtmayı Vurmasınlar” isimli film hafızalardadır. Ancak, bu filmin çekildiği “Kadınlar koğuşu” günümüzde, kafeterya olarak düzenlenmiştir.
Evet, avludaki gezimiz bittikten sonra, çıkış kapısından dışarı çıkıyoruz ve gezimiz bitiyor.
ÖZEL TECRİT ODASI
Ulucanlar Cezaevi Müzesi Proje Genel Koordinatörü Deniz Yavuz tarafından yapılan bir açıklamayı, hayretle okudum ve ilginç bulduğum bu açıklama hakkında sizlere de bilgi vermek istiyorum. Deniliyor ki: müzeyi ziyaret eden vatandaşlardan gelen istek üzerine: Tecrit odalarının üst bölümünde, özel bir tecrit odası oluşturulmuştur.
Bu odanın anlamı: cezaevindeki tecrit şartlarını görmek ve yaşamak isteyen ziyaretçilerin, bu isteklerinin karşılanmasıdır. Ancak: kişiler, bir ücret ödeyerek, bu odaya alınacaklar, belirlenen saat kadar kalacaklar ve üzerlerindeki saat, cep telefonu gibi objeler de alınacak ve kelepçelenerek, gardiyan eşliğinde, bu tecrit odasına konulacaklardır.
İlginç bir uygulama ve özellikle böyle bir talebin vatandaşlardan gelmiş olmasını anlamak mümkün değil. Kim, böyle bir durumu yaşamak ister? Anlamak mümkün değil.
Evet, sonuç olarak: cezaevinin kapalı bölümlerinin restorasyonunun tamamlandığı belirtiliyor. Açık bölümlerin restorasyonu ise devam ediyormuş ve bu açık bölümlerde: restorasyon faaliyetleri tamamlandığında, bu bölümlerde: Ankaralı sanatçıların; sanatsal ve kültürel faaliyetlerine yönelik çalışmalar yapmalarına imkan sağlanacakmış.
Müze gezinizde, şuna dikkat etmenizi öneririm. Müze bölgesi bayağı geniş ve kapanış saati geldiğinde, görevliler içeride kim var kim yok demeden, kapıları kapatıp gidiyorlarmış ve bu nedenle, birkaç kez, içeride mahsur kalan ziyaretçiler, cep telefonlarından itfaiyeyi arayarak yardım istemişler ve müze kapılarının açılması ile, özgürlüklerine kavuşabilmişlerdir. Bu nedenle, çıkış saatini takip ediniz ve çıkış saatinden önce mutlaka müzeden çıkınız.
yatanda bizim insanımız işkenceyi yapanda o zamanda belki onu gerektire bilir ama hiç hoş karşılamıyorum bu dünyanın birde öbür dünyası var bu işkence yapanlar nasıl can verecek ve hesap verecektır diye düşünüyorum biz burda duyulanları okuduk daha kötü işkence durumu olduğu kesin ama